1963 Noeli. 24 Aralık”ı 25 Aralık”a bağlayan gece. Hıristiyan inanışında Hz. İsa”nın doğum günü. O gece, Hıristiyan dünyasında kutlu doğumu kutlamak için şenlik vardı. Kıbrıs”ta ise katliam olacaktı. Kıbrıs”ı Yunanistan”a bağlamak amacıyla kurulan EOKA üyesi Rumlar, Kıbrıs Türklerine karşı saldırı başlattı. Salı akşamı Lefkoşe”nin batı kesimine düşen Kumsal semtini bastılar. Dere tarafından gelen Rumlar otomatik mavzerlerle İrfanbey Sokağı”na girdiklerinde, 2 numaralı evde bulunan Mürüvet Hanım, üç oğlunun pijamalarını giydirmiş, yatağı henüz açmıştı. Rumlar geldi… Mürüvet Hanım, kapının önündeki Rumca konuşmaları duyar duymaz, çocuklarını kaptığı gibi banyoya koştu. Oğullarını küvetin içine doldurdu; sarmaladı, bağrına bastı. O gece evde bulunan ev sahibi Hasan Efendi, eşi Feride Nineyi tuvalete sakladı, kendisi de bir köşeye büzüldü. Feride”nin kızkardeşi Nuvber, beş aylık bebeği Işıl”la banyonun bir köşesine sığındı.
Evdekiler saklanmaya çalışırken kapı kırıldı, makineli tüfekler işlemeye başladı. Rumlar çocuk, yaşlı, kadın demeden savunmasız bedenlere Rifle otomatik mavzerlerle 15, Storn otomatik tabanca ile 12, mavzerlerle de 6 el ateş etti. Banyodaki küvet, ölüm çukuruna döndü.
Ateş altındaki Kumsal semtine yaklaşma imkanı yoktu. Bölgeye ancak iki gün süren çatışmaların ardından ulaşılabildi. 2 numaralı evin kapısından içeri girildiğinde karşılaşılan manzara ürperticiydi: Işıkları yanan bir banyo. Tavandan et parçaları ve kan pıhtıları sarkıyor… Küvetin içinde bir kadın, cansız yatıyor. Göğsü üzerinde iki küçük çocuk; yedi yaşındaki yavrusu Hakan ile ikinci oğlu Kudsi. Yeşil pijamaları kan içinde. Kadının dizinde başını uzatmış bir oğlu daha; o yıl ilkokula başlamış olan Murat. Kıbrıs Türk Alayı Binbaşısı Dr. Nihat İlhan”ın ailesi işte böyle katledildi.
İlk etapta elliye yakın Türkü öldüren Rumlar, daha 400 Türkü öldürecekleri katliamlarına devam etmek için başka Türk evleri ararken, Lefkoşe”nin Türk kesimine girmeyi başaran ilk Batılı gazetecilerden Daily Express”ten Rene MacColl ve Daniell McGeachie, Türk gazetecilerle birlikte tarihe tanıklık etti. Sessiz tanıklar, o anı bir film karesinde dondurup, gördüklerini haberleştirdi. Ancak haberleri geçmek hayli zordu. Rumlar, Türk tarafının telefon kablolarını kestiği için iletişim kesikti. En kanlı çarpışmaların devam ettiği günlerde yegane temas imkanı Kıbrıs”taki Türk elçiliğinin özel telsiziydi. Kıbrıs”taki Türk gazeteciler, haberlerini ortaklaşa olarak bu telsizle yazdırıyordu. Ama Türkiye”deki gazeteler haber kadar fotoğrafa da muhtaç durumdaydı. Yabancı ajanslar tarafından görmezden gelinen katliamın en iyi ispatı fotoğraf olacaktı. Yayınlandıktan sonra zihinlere kazınacak o fotoğraf, hem Rumlar hem de Türkler için çok önemliydi. Rumlar için önemliydi çünkü 9 Aralık 1948″de kabul edilen ve 12 Ocak 1951″de yürürlüğe giren “Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılmasına Dair Sözleşme” soykırım suçunu şöyle tanımlıyor: “Madde 2. Bu Sözleşmeye göre, soykırım, bir milli, etnik, ırki veya dini grubu, grup olarak, kısmen veya tümüyle, yok etmek kastıyla, aşağıdaki fiillerin işlenmesidir: a-Grubun mensuplarını katletmek; b-Grubun mensuplarına ciddi bedensel ve psikolojik zarar vermek…” Bu sözleşmeye göre, o fotoğraf, bir haberin görselliğinden ziyade belge niteliğini taşıyordu. Bu nedenle adadan çıkışına izin verilmemeliydi.
Lefkoşe Havaalanı”na Türk uçakları indirilmediği gibi Türk gazetecilerin de bu alana girmesi ve ellerindeki yazı ve fotoğrafları diğer uçaklarla göndermeleri men edilmişti. Hepimizin tüylerini ürperten cinayet ve katliam fotoğrafları nasıl ulaştırılacaktı? Nihayet cumartesi günü bir fırsat belirdi. Ankara”dan tıbbi yardım getirecek bir Türk uçağının inişine izin verilecekti. Uçağın, Kızılhaç gözetiminde adadan bir grup yaralıyı alıp götüreceği söylendi. Söz konusu uçakla Lefkoşe”de sıkışıp kalan Ankara Vali Muavini”nin de gideceği duyuldu. Hemen hazırlıklar yapıldı. Günlerdir bekleyen haberler yeniden gözden geçirildi. Fotoğraflarla birlikte zarflara konuldu. Vali muavinine teslim edildi. Gazeteciler başka bir haberle yıkıldı. Vali muavini havaalanında aranacaktı. Bu da zarfların Türkiye”ye kesinlikle gitmeyeceği, o belge fotoğrafın imha edileceği anlamına geliyordu. Vali muavininin gitmesi iyice şüpheli hale gelince fotoğrafın yaralılardan biriyle yollanmasına karar verildi. Ama nasıl? Gazeteciler ile doktorlar kafa kafaya verip bir plan hazırladı.
Buz fabrikası üzerinden Türk evlerine ağır zayiat verdiren Rum silahlarını ele geçirdikten sonra, un fabrikası hücumunda yüzünden yaralanan 5 mücahitten (üçü şehit oldu) biri olan Vural Türkmen yeniden ameliyat masasına yatırıldı. Türk Mukavemet Timleri Gizli Örgütü (TMT) mensubu olan Türkmen”in vücudu, kasıklarından boğazına kadar alçıya alındı. Dr. Kaya Bekiroğlu, Dr. Naim Adiloğlu, Dr. Ezel Örfi, Dr. Şemsi Kazım, Dr. Osman ……. ve Kimyager Cahit Rüstem”den oluşan “ameliyat” ekibi, katliam fotoğraflarını zarflara koyup, Türkmen”in karın ve sırt bölgesine yerleştirdiler. Ardından Türkmen”in vücudu yeniden alçıya alındı ve sargı beziyle sarıldı. Bacakları, kolları ve başı açıkta kalan “ağır yaralı” Kızılhaç görevlilerinin nezaretinde uçağa bindirilerek Türkiye”ye gönderildi. Türkmen, uçakta bulunan bir binbaşıya vücudunda belge taşıdığını açıkladı. Etimesgut Askeri Havaalanı”na inen uçaktan alınan Türkmen, Ankara Hastanesi”ni saran binlerce vatandaş tarafından sevgi gösterileriyle karşılandı. Zaman kaybetmeden alçılar kesildi, belge fotoğraflar vücudundan çıkarılıp kendisine refakat eden binbaşıya teslim edildi. Fotoğraflar aynı gün gazetelere ulaştırıldı.
Kıbrıs”ta başlayan Türk katliamı, beş gün sonra Türkiye”ye ve dünyaya işte o fotoğrafla duyuruldu. Katliamın belgelenmesinin ardından Türkiye”nin eli güçlendi. Türk birliği karargahından çıkarak Türk kesimini korumaya aldı. Türk jetleri Lefkoşe üzerinde uçmaya başladı. Uluslararası toplum harekete geçirildi. Barışı sağlamak amacıyla 15 Ocak 1964″te Londra”da konferans toplandı… O tek karelik siyah-beyaz fotoğraf, Türkiye”nin müdahalesine zemin hazırlayan süreçte önemli rol oynadı. Dönemin Başbakanı İsmet İnönü, hastaneye gelerek TMT mensubu Vural Türkmen”i tebrik etti. Bu sırada İnönü”yü dramatik bir sürpriz bekliyordu. Türkmen”in yanındaki yatakta yatan başka bir mücahit, İnönü”ye, “Eğer kanınızda zerre kadar Türk kanı varsa Kıbrıs”a müdahale edersiniz” dedi. İnönü, gerekenlerin yapılacağını söyledi. Türkmen”in soyadını Tahsin olarak hatırladığı bu kişi, Kumsal baskını sırasında, ailesini duvara dizip Rumların eline geçmemeleri için kendisi öldürmek istemiş. Türkmen, o günlerde Türkiye”nin bir harekata hazırlandığını ancak yeterli gücünün olmadığını söylüyor. Hatta İstanbul boğazında yolcu taşıyan şehir hatları vapurlarıyla bile çıkarma yapılması planlanmış. Tehdit dolu “Johnson Mektubu” nedeniyle İnönü döneminde çıkarma yapılamadı.
O meşhur fotoğrafın Türkiye”ye kaçırılma hikayesini Rumlar duymuş olmalı ki, fotoğrafı çeken rahmetli Ömer Sami Coşar”ı daha sonra sucukların içine planlar, krokiler koyup kaçırdığı gerekçesiyle gözaltına almışlardı. Vural Türkmen ise, on günlük tedavinin ardından yeniden adaya dönerek Rumlarla savaşmaya devam etti. Kıbrıs konusu her gündeme geldiğinde gazete sütunlarına, televizyon ekranlarına taşınan bu sembol fotoğraf, bugün haber değerinden çok, orada neler olduğunu gösteren belgeye dönüşmüş durumda.