Yunanlı Yorgos’tan işgalin kartpostalları
KURTULUŞ Savaşı’nda Yunan işgal güçlerine bağlı 3’üncü Ordu’da görevli, 1898 İstanbul doğumlu er Yorgos Magnis’in o dönemde İstanbul’da yaşayan ailesine gönderdiği 112 kartpostal, Bandırma’nın işgálini gözler önüne seriyor. Er Magnis’in ailesine gönderdiği kartpostal ve mektupları 1973 yılında İstanbul’daki bir Rum yetimhanesinin terk edilmiş binasında bulan araştırmacı - yazar Dr. Akilas Milas, yazdığı ‘Oğlunuz Er Yorgos Savaşırken Öldü’ adlı kitabında yayımladığı fotoğrafları, Bandırma Belediyesi’ne gönderdi. ‘Şu Çılgın Türkler’ kitabının yazarı Turgut Özakman’ın Hürriyet’te kaleme aldığı ‘Kitaba Sığmayan Çılgın Türkler’ dizisinde, ‘O bayrağı indir, karşı duranı vur. 1919 Bandırma’ başlığıyla anlattığı Yunan bayraklarıyla donatılan Bandırma’nın kartpostallarında 6-19 Temmuz 1920 tarihleri arasında Yunan 1’inci Ordu Komutanı I. Paraskevopulos’un gelişi ve önüne serilen halılar dikkat çekiyor. Bir de, Yunan bayraklarının yanısıra taşınan İngiliz ve ABD bayrakları... (Barış Konferansı’nın 5 büyüklerinden olduğu için işgal sırasında ABD ve İngiliz bayrakları da taşınmıştı.)
Erdem ÖZCAN, DHA
Artık kalem değil, silah konuşacak
ÖDEMİŞ Kaymakamı Bekir Sami Bey (Baran), 29/30 Mayıs 1919 gece yarısı İzmir ve İstanbul’da bulunan galip devletler temsilcilerine bir protesto yollar.
Protesto telgrafı özet olarak şöyle sona ermektedir: ‘Sizinle yaptığımız Ateşkes Anlaşması (Mondros) bizim ve sizin namusunuz değil miydi? Biz buna uyduk. Siz uymadınız. Güzel İzmir’i Yunan’a çiğnettiniz. Silah ve cephanemizi onlara verdiniz. Haberleşmeye sansür koydunuz. Türk’ün feryadına kulak tıkadınız. (...) Yunan işgal kuvvetleri İzmir’den çekilmediği takdirde dökülecek kanın sorumluluğu sizin ve temsil ettiğiniz milletlerin olacaktır. Artık bilin ki kalem değil silah konuşacaktır.’
YANGININ BAŞLANGICI
Temsilcilerin ismini daha önce duymadıkları bir küçük kasabadan gelen bu kıytırık protestoyu ciddiye bile almadıkları kolayca tahmin edilebilir.
Oysa bu protesto, bir büyük yangının ilk yalımlarından biriydi.
Ve silahlar konuşmaya başlar.
Cepheden 15 yarayla dönen Giresun’un kahraman uşağı
BALKAN Savaşı patlayınca babası Hacı Mehmet Efendi, pek sevdiği oğlu Osman’ın askere gitmemesi için hemen bedeli olan 54 altını askerlik şubesine yatırdı.
Oysa bu sırada Osman, sahibi olduğu Yalı Kahve’de arkadaşlarına hep birlikte savaşa gitmekten söz etmekteydi.
Olayı öğrenir öğrenmez, babasının yatırdığı parayı geri aldı, ailelerine harçlık olarak bırakmaları için gönüllü arkadaşlarına dağıttı.
Yenilgiler zinciri halinde süren Balkan Savaşı’na katılmak üzere 63 gönüllü Giresunluyla İstanbul’a gitti.
Orduya katıldı. Yaralandı.
Savaşta sağ diz kapağı parçalanmıştı, vücudunda 15 yara vardı.
Az çok iyileşince Giresun’a döndü.
Savaşa Osman diye gitmişti, milis Yüzbaşı Topal Osman Ağa olarak döndü.
Ünlü bir kahraman olarak Milli Mücadele tarihine geçecektir.
(Ahmet Gürsoy, Milli Mücadele’de Giresunlular).
Demirci’nin Mehmet çavuşları
GAZETECİ Arif Oruç, 1919 sonbaharında Kuvayı Milliye cephelerini gezmiş, izlenimleri Tasvir-i Efkar Gazetesi’nde yayımlanmıştır.
Ateş hattına cephane, su, yiyecek taşırken şehit olan kadınları duymuştur. Demirci Mehmet Efe’nin emrinde üç kadın savaşçı olduğunu öğrenince efeyi ziyaret eder, karargáhının bahçesinde üç kadın savaşçı ile görüşür.
ÇOCUĞUYLA CEPHEDEYDİ
Üçü de Aydınlı. Zeybek kıyafetindeler. Tüfekleri kucaklarında. Yaptıklarını, yazarın ısrarı ile utanarak, kızararak, çekinerek anlatırlar.
İlki Ayşe Kadın, Mehmet Çavuş diye anılıyor, bir zeybek takımının komutanı. Yedi yaşındaki çocuğunu yanına alıp savaşa katılmış. Önce Aydın savaşında bulunmuş, elli sekiz saat durmadan savaşmış. Menderes boyundaki bütün savaşlarda yer almış. Umurlu’da yaralanınca bir ay hastanede yatmış, yeni çıkmış. Cepheye gitmek için emir bekliyor.
YUNAN GELDİ, SAVAŞTIK
İkincisi, Emire Aliye Ayşe. Aydın’a bir saat uzaklıktaki İmamköy’den. Uğursuz Yunan işgalinden önceki huzur günlerini anlatıyor. Babasıyla yaşıyormuş. Keçileri, kuzuları, inekleri, öküzleri, hatta bir develeri bile varmış. Çifte çubuğa gider gelirlermiş. Dere boyunun çağlayanlarını özlemle anıyor.
‘Sonra ne oldu?’
‘Yunan geldi, Aydın kan ve ateş içinde kaldı. Boynumdaki altını koparıp sattım, tüfek ve kurşun aldım. Ben de köyün büyükleri gibi ateşe atıldım. Vatan için dövüştük işte. Şimdi izindeyim.’
DAYANAMADIM, ASKER OLDUM
Üçüncüsü 17 yaşında bir genç kız: Şerife Ali. Yüzü sıtmadan sarı, derin, kara gözlü bir savaşçı. Çiftlik Köyü’ndenmiş. Yunan yaklaşınca köyü boşaltıp göçmüşler.
‘Aydın’daki kötülükleri duyunca, dayanamadım, ben de asker oldum.’
Ne övünürler, ne yakınırlar. Konuşma bitince, askerce selam verip ayrılırlar. (Yücel Özkaya, M.M’de Ege Çevresi)
Zaferi erkeklerimiz ve kadınlarımız elbirliği ile kazanmış. Türkiye Cumhuriyeti’ni birlikte kurmuşlardır.
DİYOR Kİ
Dünyada hiçbir milletin kadını, ben Anadolu kadınından fazla çalıştım, milletimi kurtuluşa ve zafere götürmekte, Anadolu kadını kadar emek verdim, diyemez. (1923)
Ya cepheye gönderin ya da intihar ederim
DENİZ Harp Okulu son sınıf öğrencisi Zeki Enveri (Bayat), Milli Mücadele’ye katılmak için beyaz üniformasının üzerine sivil bir elbise geçirir, 1920 yılında binbir zorlukla İnebolu’ya kaçar, oradan Ankara’ya gelir.
Milli donanma ve deniz örgütü daha kuruluş aşamasındadır. Zeki Enveri’ye Genelkurmay’ın deniz biriminde yazıcılık görevi verilir. Genç denizci hemen bir dilekçe yazar ‘Anadolu’ya savaşmak için kaçtığını, cephede bir göreve verilmesini, eğer üç gün içinde dileği yerine getirilmezse, intihar edeceğini’ bildirir.
Amirleri anlarlar ki bu çılgın Türk’ü Ankara’da tutmak mümkün değildir. Cepheye gönderirler.
KARAKIŞTA YAZLIKLA
Zeki Bayat, Birinci İnönü Savaşı’na takım komutanı olarak katılır, yeni bir üniforma sağlamak mümkün olmadığı için karakışta yazlık beyaz üniformasıyla savaşır.
Cesaret, özveri ve üstün başarıları dolayısıyla İstiklal Madalyası ile ödüllendirilir. Daha sonra gemilerde görevlendirilir, 1944 yılında amiralliğe terfi eder. (İstiklal Harbi’nde Bahriyemiz, Dz.K. Yayımı)
Tabancayı aldı mermiyi terbiyesizin alnına çaktı
1919 Ekim ayı sonunda İngilizler, aralarındaki paylaşma anlaşması gereği, Maraş’ı Fransızlara devrederler. Fransızlar 30 Ekim günü Maraş’a girerler. Ermenilerin büyük bölümü İngilizlerle birlikte dönmüştür, kalanlar da Fransızların işgalinden sonra dönerler. (Hani şu öldürüldü denilen Ermeniler!..)
Maraş’ın Ermeni mahalleleri Fransız ve Ermeni bayraklarıyla donanır. Ermeniler, Fransız birliğini (bin Fransız, beş yüz Cezayirli, Fransız üniformalı dört yüz Ermeni) bando, çiçekler, alkışlar, ‘Yaşasın Fransızlar, Ermeniler; kahrolsun Türkler!’ avazeleriyle karşılarlar.
SARKINTILIK ETTİLER
Ağlamayan Türk kalmaz. Çoğu evlere çekilir.
O gün şehre yayılan Fransız üniformalı Ermeniler, rastladıkları Türkleri tahkir eder, karşılık verenleri döverler. Türklerin toparlanıp direnişe geçeceği ve Maraş’ı Fransızlara dar edeceği hiçbirinin aklına gelmiyordu.
Ertesi günü Fransız üniformalı Ermeni askerleri Uzunoluk çarşısından geçerken hamamın önündeki küçük meydandan yola inen yüzü peçeli birkaç Türk kadınını gördüler. Kadınlara sataşmaya heves ettiler. Biri kadınlardan birinin peçesini çekip yırttı. Kadınlar çığlık çığlığa kaçışmaya başladılar.
SİLAHSIZ TÜRKÜ VURDULAR
Civardaki kahvede toplanmış olan erkekler koştular. Ermenileri uyardılar. Ermenilerin tepkisi küfretmek ve silaha sarılmak oldu. Ateş ederek biri ağır iki Türk’ü yaraladılar. Türkler silahsızdı. Donup kaldılar. O civarda küçük bir dükkánı olan İmam adlı kendi halinde bir Maraşlı vardı. Sütçülük yapmaktaydı. Dükkánının önüne çıkmış olayı izliyordu. Ermenilerin gittikçe azıttığını görünce, umulmayan bir şey yaptı, dükkándan tabancasını aldı, peçeyi yırtan ve bir Türk’ü ağır yaralayan katili alnından vurdu.
Kalabalığa karıştı.
Fransızlar ve Ermeniler Sütçü İmam’ı çok aradılar. Sütçü İmam gündüzleri köy ve bağ evlerinde, geceleri komşularının evlerinde geçirmekteydi. Yakalayamadılar.
Kahramanmaraş’ın ilk kahramanı Sütçü İmam’dır.