ERGENEKONDAN ÇIKIŞ’I (NEVRUZ-YENİGÜN’Ü) KUTLARKEN
Düşman tarafından hile ile yenilgiye uğratılan Türklerin, Ergenekon Ovası'nda yeniden çoğalıp tekrar eski yurtlarına dönerek düşmanlarıyla çarpışmalarını anlatır.
‘’Göktürkler, kendi ülkeleri bir düşman saldırısına uğramakta ve tamamen kılıçtan geçirildikten sonra geriye, iki kadınla, iki erkekten başka bir kimse kalmamıştı. Sarp ve kayalık bir yere kaçıp, saklanmışlardı. Bu saklandıkları yerin etrafı, hep dağlar ve ormanlar ile örtülü, dimdik dağlarla çevrili olan bu yerin, girilip çıkılacak bir geçidinden başka bir yeri de yokmuş. Bu geçitten bile bin bir güçlük ve zorlukla girilip çıkılırmış. Dağların orta yeri ise, dümdüz ve çayırlık bir ova imiş. Bu ovanın adına da Ergenekon derlermiş. Kon sözünün manası, “dağ beli, geçit” demektir. Ergene ise, “sarp” anlamına gelen bir sözdür. Düşmanın kılıcından kurtularak sağ kalan bu iki kişinin adı, Negüz ve Kıyan idi. Onlar senelerce o güzel ova içinde yaşadılar ve yavaş yavaş soyları da çoğalmağa başladı. Biribirleri ile evlenmek yolu ile gittikçe çoğaldılar. ‘’ Ergenekon Destanının özü bu şeklidedir.
Ergenekon’dan Çıkışımızı kutladığımız bu günlerde Ergenekon’a neden girmek zorunda kaldığımızı da irdelememiz gerekmektedir ki yine aynı hatalara düşüp yine bir Ergenekon aramayalım.
Türk Bilge Kağan Orhun Yazıtları kuzey yönünde belki de Ergenekon’a neden girdiğimizi bize tekrar vurgulamak istiyor. ‘’Çinlilerin tatlı sözlerine, yumuşak ipeklilerine kanıp Türk halkından bir çoğunuz öldünüz. Türk halkı, mutlaka öleceksin!..’’ Birçok tarihçi ‘’Tanrı’nın Türklerden bir yüz çevirişidir. Bu yönüyle Ergenekon, aslında Tanrı‘nın Türkleri bir şekilde cezalandırması olarak anlaşılabilir.’’ şeklinde geçiştirse de bu tür dayatma söylemler Fars ve Arap Kültüründen etkilenme sonucu söylemlerdir. Milli bilinç ve toplumsal dayanışmanın zayıflaması ve düşmanın ürettiklerine karşı hayranlık oluşması Ergenekon’a girmememize neden olmuştur. Ergenekon’a girdikten sonra çabucak toparlanarak, Türklük bilincini korumuşlar ve sonraki kuşaklara aktarmışlardır. Ergenekon Destanı; Milli Bilincin ve Toplumsal Dayanışmanın Korunması üzerine ortaya çıkmıştır. Her milletin böyle büyük bir başarıyı gerçekleştirme yeteneği yoktur.
Yol vermeyen demir dağların eritilerek yol açılması, gerçekçi düşünüldüğünde Ergenekon’a giren Türk’lerin boş durmayıp her alanda kendilerini geliştirdikleri gibi demircilik sanatında da kendilerini geliştirdiklerini göstermektedir. Başbuğumuz Mustafa Kemal Atatürk: ‘’Taş kırılır, tunç erir; fakat Türk’lük ebedidir.’’ derken Türk Milletinin bu yeteneklerini işaret etmektedir.
Günümüz Türklüğüne yapılan saldırlar da binlerce yıl öncekine benzemektedir. Kim bilir, şimdilerde Ergenekon’umuz Türkiye’dir. Bir taraftan küresel emperyalizm dediğimiz sermaye şirketleri, bir taraftan Yahudi ve Birleşik Krallık destekli Mason örgütleri, bir taraftan sosyal demokrasi bahaneli Komünist saldırı ve yayılmacı Arap kültür emperyalizmi saldırıları karşısında çıkış formülümüzü de Başbuğumuz Mustafa Kemal Atatürk ‘’Hattı müdafa yoktur, sathı müdafa vardır. O satıh vatanın her köşesidir.’’ şeklinde vermişti. Bizlerde; “Her şey Türk için, Türk’e göre, Türk tarafından” parolası ile Türklük bilinci ve toplumsal dayanışma ile ekonomi, tarım, tıp, teknoloji, uzay araştırmaları gibi alanlarda çalışmalar yapıp, kendimizi geliştirerek Ergenekon’umuzdan çıkmalıyız.
Ergenekon Destanı ile ilgili başka bir konu da, On İki Hayvanlı Türk Takvimi‘nde yılın ilk gününün 21 Mart olmasıdır. 21 Mart, “Nevruz (İlk Gün/Yeni Gün)” adıyla kutlanan ve en eski Türk bayramı olduğu bilinen kutlu günü temsil etmekte, Ergenekon’dan Çıkış’ın tamamlandığı gündür.
Tekrar muhteşem günlerimize dönmek temennisi ile Ergenekon’dan Çıkışımız Kutlu olsun.
Ne Mutlu Türküm Diyene!..
Adil ÖZTÜRK