TÜRKLÜK ve TÜRK DÜNYASI OTAĞI > TÜRKÇÜLÜK

TÜRKÇÜLÜK ÜZERİNE MAKALELER - NEJDET SANÇAR

(1/7) > >>

Üçoklu Börü Kam:
Bu başlık altında; Uluğ Bilge Atsız Ata'mızın kardeşi, büyük Türkçü Nejdet SANÇAR Beğ'e ait makaleler eklenerek, Türkçülerin istifadesine sunulacaktır.

TTK.

https://www.hunturk.net/forum/index.php?topic=2564.msg16373#msg16373

https://www.hunturk.net/nejdet-sancar-makaleleri


TÜRK SOYUNUN GİZLİ GÜCÜ

Türkler, birçok insanlık meziyetlerini varlıklarında toplamış bir millettir. Kahramanlık, savaşçılık, teşkilatçılık gibi, dünyanın başka hiçbir milletinde bir bütün halinde görülmeyen üstün vasıflarımız yanında; güzel sanatların çeşitli dallarında ulaştığımız seviye de, bunun inkarı mümkün olmayan delilleridir.

Dünyanın en büyük kahramanları, Türk soyunun oğulları arasın arasından çıkmıştır. Dünyanın en büyük zaferleri, Türk ordusunun eserleridir. Dünyanın, her bakımdan en büyük devletlerinin ve imparatorluklarının sahibi de Türklerdir.

Güzel sanatların en üst basamaklarında oturmakta olan insanlar arasında Türkler az değildir. Mimarlıkta Sinan; Şiirde Yunus Emre, Nevdi ve Fuzuli; Musikide Itri ve Dede Efendi, bir millete tek başlarına şereflerin en büyüğünü sağlayacak çapta sanatçılardır.

Cihan tarihinin akışı içinde, dünyanın en büyük, en muhteşem ve en uzun ömürlü devlet ve imparatorluklarına sahip oluşumuz, bu büyük meziyetlerimizin tabii sonucudur.

Fakat, bu büyük meziyetlerimizin neticesi olup yüzyıllarca sürüp giden dünya hakimiyetimiz, bir çok milletleri, Türk’e düşman etmiştir. Düşmanlarımızın çokluğunda, Müslümanlık-Hıristiyanlık mücadelesinde, İslamiyet’in tek başına savunuculuğunu yaparken, yüzyıllarca Hıristiyan dünyasını kabuğunun içinde bırakışımızın rolü de az değildir.

Bu dış düşmanlarımızın yanında, bir de, iç düşmanlarımızın bulunduğu da unutulmamalıdır. Son büyük imparatorluğumuzun çöküş yıllarında ve çöküşünden sonra, eski çağlarda istila edilmiş toprakların mensuplarından olup da içimizde kalanların, yıllardan beri sürüp giden düşmanlıkları da, cemiyetimizin manevi hayatında devamlı olarak yaralar açıp durmaktadır.

Dış ve iç düşmanlarımızın, Türk’ü vurmak için giriştikleri hareketlerde yüzyıllardan beri, ustalıkla kullandıkları bir kozları vardır. Bu, Türk’ün sıfatıdır. Doğru, mert, yiğit ve efendi Türk; hileye gerektiği derecede akıl erdiremediği için, düşmanları tarafından kolayca kandırılıp vurulmaktadır.

Göktürk çağının düşmanı Çinli, o ulu ataları, güzel Çinli prensesleri, ipeği vesairesiyle kandırıp vurmuştu. Selçuklular ve Osmanlılar devrinde bu cins hilelerin en tehlikelileri, dini elbiseye büründürülerek Türk’ü uyutmak şeklinde yürütüldü. Tanzimat sonrasının sıkıntılı ve tehlikeli yıllarında ortaya çıkan <ittihad-ı anasır> dolması da; saf, temiz ve hileye akıl erdiremeyen  Türk’ü, neredeyse, son devletini kaybettirecek hale getirecekti.

Tarih; düştüğümüz büyük sıkıntılar ve tehlikeler sırasında, <Oğuz Kağan> ve <Ergenekon> destanlarındaki yol gösterici ve kurtarıcı <Bozkurt>un, her zaman soyumuzun içinden çıkıp başına geçtiğini ve Tanrı’nın en yüce soyunu tehlikeler içinden çıkarıp zafere ve selamete ulaştırdığını gösteriyor.

Asya’da, dağınık parçalar halinde yaşarken, Türk  soyunu bölünmüşlükten kurtarıp bir bütün haline getiren Tanrıkut Mete, bunun tarihte ilk büyük örneğidir. Gök Türkler çağında, deniz büyüklüğündeki Çin kıtasında eritilmeye çalışılırken, kırk arkadaşıyla birlikte, o büyük destanı yaratan Kür Şad, bunun, Türk ruhunu büyüleyen misallerinden birisidir. XX. Yüzyılın başlarında, Hıristiyan dünyasının, Türk’ü haritadan silmek üzere harekete geçtikleri ve artık her şeyin bittiğinin sanıldığı sıralarda  Türklerin tarihte armağan ettikleri <Milli Mücadele> ise, bunun son örneğidir.

Türk soyunun gizli gücü, işte bu devletinin büyük tehlikelerle karşılaştığı sıralarda, içinden çıkarıp başına geçirdiği ulularının etrafında perçinleşip, milli varlığını tehlikeden sıyırmasıdır. Bu güç, Türk’e Tanrı’nın bağışıdır. Bugüne kadar karşılaştığı tehlikelerde olduğu gibi, bundan sonra karşılaşması mümkün ve muhtemel olanlarla da, Türk, bu gizli gücü ile düşmanının mutlaka alt edecektir.

Soyumuzun son kalesi Türkiye, bir müddetten beri, büyük tehlikelerle karşı karşıya bulunmaktadır. Bir kısım siyasilerin kaprislerinin büyük rol oynadığı yakın hadiseler sonunda, içine girmiş bulunulan durum, elbette ki, omuz silkinebilecek cinsten değildir. Ama, karamsarlığa kapılmaya da lüzum yoktur. Türk soyunun gizli gücü, sonunda mutlaka kendisini gösterecektir. Son günlerin kıpırdanmaları, bunun belirtileridir.

Türk düşmanları hangi oyunlara başvururlarsa vursunlar, emellerine ulaşmaları imkansızdır. Çünkü; <Üstte gök basmadığı, altta yer delinmediği> takdirde Türk soyunun yurdunu ve türelerini hiçbir kuvvet yok edemez.


Kaynak: TÜRKÇÜLÜK ÜZERİNE MAKALELER - NEJDET SANÇAR, DEVLET- TÖRE YAYINEVİ 1976

Üçoklu Börü Kam:
İNSAN ve SİSTEM

Milletlerin ve toplumların kalkınıp yükselmesinde sistemler mi daha büyük rol oynar, yoksa sistemleri uygulayacak insanlar mı?
Bu mesele üzerinde biraz durmak ve düşünmek faydasız değildir:

En yeni ve asri silahlarla donatılmış bir ordu düşünelim. Böyle bir ordunun kumandanları, askerliğin gerektirdiği bilgiden ve vasıflardan yoksun iseler, bu ordu, sadece sahip bulunduğu o maddi silah gücü ile savaş kazanabilir mi?

Bir toplumun milli menfaatlerini korumak ve onu her türlü tehlikelerden uzak tutmak için hazırlanmış bir kanun düşünelim. Böyle bir kanun, onu uygulayacak ellere sahip bulunmazsa; o kanun, kütüphane raflarında kalmış, tozlu bir kitaptan başka bir şey sayılabilir mi?

En güzel ve milliyetçi bir müfredat programına uyularak hazırlanmış ders kitaplarının, milli ruh ve milli şuurdan yoksun bir öğretmenler ordusunun eline teslim edildiğini düşünelim. Alınacak sonuç ise, beklenilen dereceye yaklaşabilir mi?

İkinci Dünya Savaşı’nın, maddi silah bakımından güçlü İtalyan ordusunu hatırlayalım. Komünizmi yasaklayan kanun maddelerinin, yakın yıllardaki devrede, en aşırı ve azgın hareketler karşısında dahi uygulanmadığı memleketimizi düşünelim. Ve, Fransızlık ruhunu baltalamayı birinci vazife saymış olan, İkinci Dünya Savaşı komünist Fransız öğretmenlerini aklımıza getirelim.

Bunlar ve benzeri örnekler, bizi şu gerçeğe götürecektir: Bu gibi meselelerde asıl olan insandır. İnsan olmadıkça, sade en güzel fikirler ve sistemler değil, en güçlü silahlar da gereken faydayı sağlayamaz.

Toplumların kalkınıp, yükselmesi konusunda da durum aynıdır. Yani bir toplumun maddi ve manevi alanlarda yükselmesi, milletin mutluluğa erişmesi meselesinde de, sistemlerden çok, onları uygulayacak insanlar mühimdir.

En güzel içtimai-iktisadi bir fikri ve sistemi, vatana hizmet düşüncesi taşımayan insanların meydana getirdiği bir hükümetin eline teslim edin. Alınacak sonuç, alınması gerekenden çok az olacaktır. Buna karşılık, şöyle böyle bir sistemi, millete hizmet düşüncesiyle dolup taşan insanlardan meydana gelen bir heyete verin. Sonuç, muhakkak, çok daha iyi olacaktır.

Çünkü her şey insana, insanın niyetine, hareketine bağlıdır. İnsan yetişmiş, iyi niyetli, vatansever ve milliyetçi olmadıkça; toplumuna hizmet aşkıyla dolup taşmadıkça, onun eline teslim edilecek silah da, sistem de kısır ve yavan kalmaya mahkumdur.

Türkiye’nin kalkınmasını sosyalist sistemde görenler, işte bu gerçeği bilmeyen, bunun üzerinde hiç durmamış ve düşünmemiş kimselerdir.  Onlar, bilerek veya bilmeyerek, komünizmi sosyalizm diye yutturmaya çalışanların tesiri altındadırlar.

Sistem, elbette, mühimdir. Ama, sistemi uygulayacak insan çok daha mühimdir. İnsan ise, ancak, milliyetçi olduğu nispette insandır. Bu sebepten sistemi, fikri, kanunu uygulayacak olan milliyetçi insanları, heyetleri, hükümetleri bulmadan, herhangi bir sisteme bel bağlamak boştur. İnsanın en mükemmeli olan milliyetçi ve onun bağlandığı milliyetçiliği bir yana itip, her derde deva saydığı sosyalizmi tek toplum reçetesi sananlar, bunun için yanlış yoldadır.

İnsan ile sistem bir araya geldiği takdirde milletler ihtiyaçları olan şeyleri elde edebilirler. Nasıl insan, milliyetçiliği nispetinde insansa, fikir ve sistem de milliyetçilik görüş ve temeline dayandığı nispette fikir ve sistemdir.

Türkiye’nin kalkınması mı?

Milliyetçi temel üzerine yükselen fikir ve sistemin milliyetçi insanlardan meydana gelecek hükümlere teslimi…

İşte gerçek… Ve işte Türkiye’de, aydın denilen kişilerin bulamadığı, kavrayamadığı şey…


Kaynak: TÜRKÇÜLÜK ÜZERİNE MAKALELER - NEJDET SANÇAR, DEVLET-TÖRE YAYINEVİ 1976

Üçoklu Börü Kam:
TÜRKLÜK VE BOZKURT

Bazı milletler bazı hayvanları benimsemişler, onları kendilerine sembol yapmışlardır. Kartal, aslan, horoz bunların ilk akla gelenleridir. Türkler de bozkurtu benimsemişler, onu kendilerine sembol yapmışlardır.

Sembollerle sembolü benimseyen milletler arasında bazı uygunluklar olduğu muhakkaktır. Sembol ile milletin birbirine en uygun düşeni ise, şüphesiz kurt ile Türk’tür. Çünkü kurt, hayvanlar dünyasının pençesi en sert olanı; Türk ise, insanlık aleminin yiğitlikte en önde bulunanıdır.

Kurt, Türk soyunun hayatında çok mühim yeri olan bir varlıktır. Milletimiz, bu sert pençeli hayvanı yüzyıllar boyunca kendisinin yakını, yol gösterici, hatta kendi varlığının bir parçası gibi bilmiştir.

Türk milletinin çeşitli nesillerinin ortak eserleri olan milli destan parçalarımız, bu Türk-kurt yakınlığının edebi ürünleri ve belgeleridir.

Milli Türk destanının en güzel parçalarından birisi olan Oğuz Kağan Destanı’nın da, kurt,  Türk’ü zafere ve dolayısıyla mutluluğa götüren bir yol gösterici, bir kılavuzdur. Tür’ün ulu atası Oğuz Kağan, savaşa giderken boz yeleli kurt her zaman O’nun ve ordusunun önündedir.

Ergenekon Destanın da, bozkurt, Türkleri kapalı yurttan, o küçük vatan parçasından çıkarıp büyük vatanlarına kavuşturan bir yol gösterici, bir kurtarıcıdır.

Bozkurt başka destan parçalarımızda da, Türk’ün hayatında büyük rol oynayan bir varlıktır.

Türk milleti, bu yapısı küçük, fakat hayat mücadelesindeki yeri büyük, sert pençeyi öylesine benimsemiştir ki, kendisinin bozkurt neslinden olduğuna dahi inanmıştır.

Tarihimizde, Türklüğe büyük hizmetler eden kahraman başbuğları bozkurtlar olarak adlandırmakta olmamızın sebebi budur. Türkçülük ülküsü ile dolup taşan yakın yıllar edebiyatımızda, bir çok eserlerde bozkurta yer verilmiş olması da bundandır.

İnsan cemiyetlerini güçlü kılan, hayat mücadelesinde başka cemiyetlere üstün getiren manevi kuvvetler arasında, tarihten getirilmiş bu gibi milli unsurların yeri büyüktür. Milli varlıklara göz diken düşmanların, ilk önce bu manevi varlıklara saldırıp onları yıkmaya çalışmaları da bundan değil midir?

Bozkurt Türk’ün manevi hayatında bundan dolayı mühim bir yer tutar Gazi Mustafa Kemal, hayatının son yıllarında coşkun milliyetçilik devrinde, bunun için, “Ergenekondan Çıkış”  tablosunu yaptırıp Maarif Bakanlığı binasına astırmıştır.

Sinsi Türk düşmanlarının, bozkurt düşmanlığı yapmalarının sebebi de bundan başka bir şey midir? Bozkur’u, bir milli sembol olarak gönlünde yaşatan; Ergenekon efsanesi ile büyülenip bu yönden de Türklüğüne sımsıkı bağlanan bir Türk çocuğuna, hangi yıkıcı fikir veya inanç tesir edebilir?

Vicdanlarını kuzey iklimine satmış olanları, Türk’ün ilahi bozkurtuna “it” demeye ve bu adi horlamayı yaparken cibilliyetlerini ortaya koymaya sevk eden nedir?  Kızgın çölün sarı altınları ile gözleri dönenleri, Türk’ü bu manevi güçten mahrum bırakmak için, tarihimizin onuncu yüzyıldan öncesini inkara yönelten hangi sebeptir?

Türk düşmanları, bundan dolayı bozkurtun da düşmanlarıdır. Hayatı sadece madde olarak görenler de bu gibi mana hareketlerinin milletlerin hayatlarındaki yerini anlayamadıkları için, ister istemez Türklük düşmanları ile aynı safta yer almaktadırlar.

Bozkurt, Türk soyunun hayatında ve milli varlığında, karanlık gecelerin yolcularına yol gösteren Çoban Yıldızı gibi büyük bir kılavuzdur. Türk’e kastı olanlar O’na düşmanlık edebilirler Sadece mideleri için yaşayanlar veya ihtiraslarına esir bulunanlar, bozkurtu horlayabilirler. Fakat, hayatın manasını, millet ve vatan için mücadele diye kabul eden, bu yüksek ruha erişmiş ve bu ruhla Türklük yolunda mücadeleyi varlıklarının tek manası bilenler için, bozkurt, bayrak gibi, sancak gibi büyük bir manadır. Bayrağı bir bez parçası sayan adi yaratıkla bozkurta it diyebilen fikri sapık arasında ne fark vardır?

Türk için manevi birçok kutsal varlıklar vardır. Bozkurt da bunlardan birisidir. Bundan dolayı da bozkurtu korumak ve yaşatmak, ay-yıldızlı bayrağı vatan ufkunda dalgalandırmak kadar büyük bir Türklük vazifesidir.

Türk’ün Türklük için yaşayan çocukları var oldukça, Türk Bayrağı Türk göklerinde nasıl dalgalanacaksa; ulu atamız Oğuz Kağan’a yol gösteren ve Türk’ü Ergenekon’dan çıkarıp büyük yurduna kavuşturan bozkurt da öyle yaşayacaktır. Çünkü bozkurt, Türk demektir. Türklük var oldukça, O’nu meydana getiren maddi ve manevi bütün unsurlar da var olacaktır.

Bütün ahmakça davranışlara, bütün sinsi ve planlı ihanetlere rağmen, bozkurt, bunun için ebedidir.


Kaynak: TÜRKÇÜLÜK ÜZERİNE MAKALELER - NEJDET SANÇAR, DEVLET-TÖRE YAYINEVİ 1976

Üçoklu Börü Kam:
DEVLET ADAMI ve GAFLET

Gaflet, bütün insanlar için kötüdür. Fakat devlet adamları için çok daha kötüdür. Hele milli konular üzerinde olursa, o zaman, kötülüğün çokluk derecesini de aşarak korkunç bir hal alır.

Türkiye’nin yakın çağlar tarihi bu cins misallerle doludur. Hele Tanzimat’tan bu yana olan tarihimizi şöyle bir hatırlama, devlet adamlarımızdaki bu korkunç gafletin örnekleri ile bol bol karşılaşmak için yeter.

Tanzimat sonrasının <Osmanlıcılık> ham hayali, devlet adamlarımızda görülen korkunç gafletin en ibret verici örneklerinden biridir.

Son imparatorluğumuzun sınırları içindeki çeşitli soylardan bir <Osmanlı milleti> meydana getirmek fikri, ancak, idaremiz altındaki yabancı milletleri eritmek veya uyutmak siyaseti olmak gerekirdi. Fakat aksine, bu uydurma millet hayali, bizim aydınlarımızı ve dolayısıyla devlet adamlarımızı bir fikri hastalık gibi sarmıştır. Türklüğümüzü reddedip uydurma <Osmanlı milleti> hayaline kapılışımız ve bu korkunç gafleti 1908 sonlarına kadar devam ettirişimiz işte, bunun sonucudur.

Bu korkunç gaflet, cumhuriyetten sonra da devam etmiştir. Ve bugün de hala, çeşitli kademelerdeki devlet adamlarımızın kafalarında yaşamaktadır. Bir çok milli meseleler ve hele Türkçülük ülküsü üzerindeki tutum ve davranışlar, bunun reddedilmez delilleridir.

Milletler, ancak, kendi hayat felsefeleri olan milliyetçiliklerine sarılmak suretiyle, insanlığın üzerinden hiç eksilmeyen büyük kasırgalara göğüs gerebilirler. Türk milletinin, kendi hayat felsefesi olan Türk milliyetçiliğini, yani Türkçülüğünü, kendisi için mutluluğuna götürecek tek ışık olarak kabul etmeye mecbur oluşu da bu sebeptendir. Yani, Türkçülük ışığına sırt çevirmek suretiyle devlet gemisini yürütmemiz asla mümkün değildir. Böyle bir ışıktan yoksun bir geminin, kayalara bindirmesi her zaman mümkündür.

İşte Türkiye, nice yıllardan beri böyle bir gemi durumundadır. Hayat dalgaları arasında gelişi güzel yalpa vurup durmasının sebebi budur. Çünkü geminin, tayfalarından kaptanına kadar birçok hizmetlisi, çok kere, kendilerine yol gösterecek ışıktan, yani Türkçülükten ürkmektedirler.

Bu ürküntü, Türkçülük fikrinin, yurdumuzdaki Türk olmayan vatandaşları kuşkulandıracağı temeline dayandırılmak istenmektedir. Böyle bir düşünce ise; devletin sahibi olan ve Türkiye nüfusunun onda dokuzunu teşkil eden Türklerin, onda bir nispetindekiler için, milli ülkülerinden vazgeçmelerini istemekten başka bir şey değildir.

Türkçülükten ürken ve ona sırt çeviren devlet adamı, bu korkunç gafletini, ince ve başarılı bir siyaset sanacak kadar da fikirsizdir. O, Türkiye vatandaşı oldukları halde, başka soyların şuuruna sahip bulunan ve Türklük davasından ayrı dâvâlar ardında olanların bu ince (!) siyaset ile aramızda eriyip zararsız hâle geleceği hayalindedir. Bu düşüncenin, Osmanlıcılık siyasetini hortlatmak gayreti olacağına onu inandırmak imkânsızdır. Çünkü kafası, 1944’ teki Türkçülük düşmanlığı sırasında ekilen ihanet tohumlarının tortuları ile doludur.

Osmanlıcılık ham hayalini benimseyen ve Türkçülüğü inkar eden devlet adamı, Türkiye’ yi uçurumun kenarına kadar itmişti. Ondan pek farklı olmayan bugünkü davranış bizi nerelere kadar götürür? Bunu da ciddiyetle düşünmek gerekir.

Türkçülük, Türk milletinin ülküsüdür. Bir millet, ülküsünden korktuğu değil ona dört elle sarıldığı takdirde kazanır. Milletin ülküsüne sarılıp yükselmesine ise, üst basamaklardaki devlet adamına düşen vazife büyüktür.

Her toplumun içinde kendinden olmayan ve taşıdığı milli şuur dolayısıyla erimesi de imkansız unsurlar vardır. Devlet adamının vazifesi, onları topluma zarar vermeyecek bir halde tutmaktır.

Bizim devlet adamlarımız da bu doğru yolu seçmek zorundadırlar. Böyle yapmazlar da, bir boş hayal uğruna milli ülküye karşı kalmakta devam ederlerse, bu korkunç gaflet, günün birinde ihanet haline de gelebilir.

Devlet adamlarımız artık gözlerini açmalı, denenmiş ve iflas etmiş hayallere bel bağlamaktan, taundan kaçar gibi, kaçmalıdırlar.

Çağımız, milliyetçilik çağıdır. Yükselmek ancak, milliyetçilik yolundan giden milletlerin hakkıdır. Onun için Türklerin, bütün varlıklarıyla sarılacakları tek fikir, Türk milliyetçiliği, yani Türkçülüktür. Bu gerçeği anlayamayan devlet adamı değil, adam bile sayılamaz.



Kaynak: TÜRKÇÜLÜK ÜZERİNE MAKALELER - NEJDET SANÇAR, DEVLET-TÖRE YAYINEVİ 1976

Üçoklu Börü Kam:
TÜRKLÜĞÜN DÜŞMANLARI

İnsanlık tarihinin en üstün soyu ve milleti olan Türk’ler, yüzyıllarca cihan hakimiyetini ellerinde bulundurduktan sonra, yakın çağlarda gerilemiş, dağılmış ve güçsüz bir hale düşmüş bulunuyorlar. O hakimiyet yüzyıllarında  savaştığımız ve çarpışmaların çoğunda yendiğimiz milletler, bu devamlı yenilgilerinin tesiriyle Türk’lere karşı düşmanlık duygusuyla dolup taşmışlardır. Türk atlarının dolaştığı ve Türk Bayrağının dalgalandığı üç büyük kıtadaki milletlerin çoğunun Türk’e karşı olmasının sebebi budur.

Avrupa kıtasındaki toplumların Türk düşmanlığı ise, sürekli yenilgiler dışında bir sebebi daha vardır. Bu sebep, çağlar boyu sürüp giden HİLAL-HAÇ savaşlarında, haçlıların, karşılarında yenilmez güç olarak hep Türk soyunu bulmalarıdır. Batı’nın, İslamlığın kökünü kazımak emel ve ihtirası, bu yüzden başarısızlığa uğramış ve en ulu dinin cihan hakimiyeti bu sayede sağlanmıştır.

Tarihi hadiselerin sonucu olan bu durum, bugünün ve yarının Türk nesillerine büyük bir vazife yüklemektedir. Bu vazife; Türklüğün düşmanlarını öğrenip tanıma,düşmanlıklarının derecesini tespit etme ve bu düşmanlıklara karşı, ayakta kalmış son kalemiz olan Türkiye’yi korumanın yollarını araştırıp bulmadır.

Bu konuda en büyük yük,gençlerin omuzlarındadır. Türk gençleri, kendilerini yetiştirmekle görevli bulunanların sürüp giden bağışlanması imkansız ihmallerine ve çevrelerini saran türlü yıkıcı propagandalara rağmen, soylarındaki o eşsiz sağduyunun da yardımı ile, gözlerini açmak, tarihin ve kaderin kendilerine yüklediği vazifeye sarılmak zorundadırlar. Gençler, bu vazifelerini gereği gibi yapmadıkları takdirde, ufuklarımızı sarmış bulunan kara bulutların, son vatan parçasının üstüne çökme tehlikesi önlenemez.

Bu vazifenin yapılmasının ilk adımı, manevi pusatlanmakdır. Türk genci tepeden tırnağa kadar, Türklük ruhu ve şuuru ile dolmaya mecburdur. Ancak bu ruh ve şuurdur ki, Türk gencine, bu günün çetin dünyasında yapmak zorunda olduğu büyük mücadele, yenilmez bir güç sağlayabilir.

Türkiye’yi, tarihin özlenen o büyük Türkiye’si yapacak yola, milli şuur ile milli ruh kapısından girebilir. Türk düşmanlarının, Türkiye’yi de yıkma çabalarını ve bu niyetle yaptıkları saldırıları, ancak milli ruh ve milli şuur seddi durdurabilir. İçteki sinsi hainin, maskesinin ardındaki kızıl salyalı korkunç yüzü, bütün çıplaklığı ve korkunçluğu ile Türk’e gösterecek projektör, ancak, milli şuurun ve milli ruhun ışığı olabilir.

Türk gençleri, bunun için, milli ruh ve milli şuur ile dolup taşmak zorundadırlar. Ve artık bu, tarihi bir vazife, büyük bir Türklük vazifesi olmuştur. Her genç;  milli şuur ve milli ruh ile önce kendi dolacak, sonra çevresindeki gençleri aynı kutsal ateşle doldurmaya çalışacaktır. Tarih boyunca, önünde diz çöktüğü Türk’e öç duyguları ile dolu dünya milletlerine karşı ayakta durabilmenin en sağlam yolu, bu yoldur.

Türkiye’nin dört bucağında ve hele sınır boylarındaki Türk Gençleri!

Tarihin derinliklerinden gelen sese kulak verin! Bu ses, sizi, silahı elinde ve yürümeye hazır düşmana karşı, kutsal Türklük vazifesine çağırmaktadır.


Kaynak: TÜRKÇÜLÜK ÜZERİNE MAKALELER - NEJDET SANÇAR, DEVLET-TÖRE YAYINEVİ 1976

Navigasyon

[0] Mesajlar

[#] Sonraki Sayfa

Tam sürüme git