TÜRKLÜK ve TÜRK DÜNYASI OTAĞI > TÜRK KÜLTÜR ve MEDENİYETİ

TÜRKÇEYE NASIL KIYDIK?

<< < (2/11) > >>

Üçoklu Börü Kam:
Türk’e en büyük ihaneti; aydın bildiği, bilge sandığı, din bilgici bellediği, kitap yüklü eşşekler, yapmıştır!
Üçoklu Börü Kam.

Üçoklu Börü Kam:
Türkler büyük topluluklar halinde Müslümanlığa geçmeye başladıklarında Türkçedeki yabancı kelime sayısı sayılabilecek kadar azdı.
Uluğ Bilge Atsız Ata’nın da değindiği gibi kağanla, çobanın; aydınla, halkın dili aynıydı. Bu haliyle Türkçe belki de o tarihte var olan dillerin en sadesiydi.
Çünkü Türkler siyasi, askeri, ekonomik büyüklüklerine ilaveten Türkçe konuşmayı da büyüklüklerinin göstergesi sayıyorlardı.
Türklerin dillerine olan bu duyarlılığı yeni kabul ettikleri dinin diğer mensupları üzerinde de etkisini gösteriyor Arap ve Farslar Türklere yaranmak için Türkçe öğreniyorlardı.
Gerçekten de miladi 1000 li yıllarda Türklerin dindaşları olan Arap ve Farslar arasında derin ve gözlemlenebilir bir Türk hayranlığı vardı.
Bu hayranlık boşuna değildi. Çünkü Türkler dilleri söz konusu olduğunda öyle duyarlı davranıyorlardı ki soy ve kan olarak Türk olan Xotanlılar’la Kençekliler’i kelimelerin önünde bulunan “E/A” harfini Türk dilinde olmayan “H” harfine çevirdikleri için onları Türk saymıyorlardı.
Türklerin dillerine olan duyarlılığı Müslümanlığı kabul etmelerinden sonra bir iki yüz yıl daha sürdü.
Ancak birden bire ne olduysa Türkler dillerine olan düşkünlük ve özeni yitirerek Arapça ve Farsçadan akın akın gelen kelime ve kavram istilasına karşı direnç gösteremez hale geldi.
Türk analar çocuklarına ”yaramazlık yapma balam” derken ”haylazlık etme evladım” demeye başlamıştı.
Bu durum bir dilden öteki dile karşı olağan sözcük karışımından öteydi.

Türk analarının dilleri bozulmaya başlamıştı!!!

TTK.

Üçoklu Börü Kam:
Kutsal Olanın Gülünç Olmaktan Kurtarılması Kaygısı

Türkçenin başına neler gelecekti neler? Lakin kutsal olanın/sayılanın/sanılanın gülünç olmaktan kurtarılması için Türkçeye kıyılacağı nerden akla gelebilirdi ki?
Erken dönem Müslüman dil bilginlerince Kur’an’ın Türkçe çevirisi yapılmış ve 1050 li yıllarda Karahanlılar döneminde yapılan bu çeviride Arapça sözcük ve kavramların Türkçeleştirme yüzdesi % 99,5 lik bir başarıyla gerçekleştirilmiştir. Yani birebir çeviri yapılabilmiştir.
Kuran’da Kuran terminolojisine ait 2500 kelime ve kavram yer alıp bunun 2490 tanesinin 1050 li yıllarda Öztürkçe karşılığı vardı. Yani Kurandaki kelimelerin ancak 250 kelimeden bir tanesinin Türkçe karşılığı yoktu. Koca Kur’an çevirisinde topu topu 10 tane Arapça kelimenin Türkçe karşılığı yoktu. Bu gün bu oran Türkçe aleyhine %70-80 Arapça % 20-30 Türkçe şeklindedir.
Bu olumsuzluğun başlangıcını Türk din ve dil bilginlerinin kutsal olanın gülünç görünmemesi düşüncesiyle ve tamamen iyi niyetli olarak yaptıkları bir takım çeviriler oluşturmuş olup açılan bu gedikten Türkçe aleyhine artan bir ivmeyle diğer tahrip edici uygulamalar yol bulmuştur.
Kur’an da geçen sıkkiyyün, yarakun, ehtı-lakun, am-nahnü gibi kavram ve sözcükler Türkçede uluorta konuşulduğunda yüz kızartan ve utanılası çağrışımlar yapan kelimelerdi.
Bunun bedelini Türkçe ödeyecekti.
Çünkü söz konusu olan kutsaldı!
Ödedi de…
Hem de %99,5 lik Türkçeden, Arapça karşısında, %20 lere gerileyerek…

TTK.

Üçoklu Börü Kam:
Kur’an çevirilerindeki Türkçe kavramlar Arapçadan daha özgün ve soyut anlamlar içermekteydi.

Arapçada gündelik konuşmada “elçi” anlamına gelen “resul” deyimi Kur’an’da dinsel olarak da aynı şekilde kullanılırken Türkler “elçi” anlamındaki “yalavaç” kelimesini dinsel anlamada kullanmayıp dinsel elçi anlamında daha soyut bir anlam içeren “yalafar” kelimesini kullanmaktaydı.
Aynı şekilde Arapçada “büyük” anlamındaki “ekber” sözcüğü Kur’an’da dinsel olarak da aynı şekilde kullanılırken Türkler “büyük” yerine “ulu” sözcüğünü kullanıyordu.
Araplar “ekber” kelimesini Allah’ın büyüklüğünü ifade etmek için “Allahüekber” şeklinde kullanırken “ekber”i bir şeyin bir başka şeyden büyük olduğu anlamında da kullanıyordu. Yani beş dörtten “ekber”dir gibi…
Oysaki Türkler “ulu” sözcüğünü sadece kutsal anlamda "Ulu Tanrı" diyerek kullanıp bir şeyin bir başka şeyden büyüklüğünü ifade etmek için “büyük”, “fazla” gibi sözcükler kullanıyordu. Yani Türkler beş dörtten “ulu” demiyor, beş dörtten “büyük”tür diyordu.
Türkler erk sahiplerinin, (hakan, bey vb.) yönetimleri altındakilere kızmasını “kırgag” olarak söylerken, Tanrı’nın kullarına kızmasının hakanların, beylerin kişioğullarına kızmasından farklı olması gerektiği düşüncesiyle ve bunu ayırt etmek için Tanrı’nın kullarına kızmasını “kargag” olarak söylemişlerdir. Oysaki Arapçada kızmak anlamındaki “gazap” sözcüğü hem kişioğullarının birbirine kızmasını hem de Tanrı’nın kullarına kızmasını ifade etmekteydi. Anlaşılacağı üzere Türkçede kutsal olan için özel kavramlar türetilmişti. Arapça bu duyarlılığa sahip değildi.
Arapçada Hasan’ın Aliye gazabıyla, Tanrının insanlara gazabı, Hasan’ın Aliye gönderdiği elçiyle Tanrının kullarına gönderdiği elçi, Tanrının “ekber” liğiyle sayının sayıdan ekberliği aynı sözcüklerle ifade edilmekteydi.

Arapçada kutsal olanla kutsal olmayan birbirinden ayırt edilmeksizin aynı sözcük ve kavramlarla anlatılıyordu.

Bu durum bile Türkçenin sözcük, kavram ve anlam zenginliği bakımından Arapçadan fersah fersah ileri ve zengin olduğunun en belirgin göstergesiydi.

TTK.

Üçoklu Börü Kam:
Türkçenin ölüm fermanı: Arap dilinin kutsallaştırılması!

Türklerin İslam toplulukları içerisinde önemli bir siyasi ve sosyal konuma gelmeleriyle birlikte Arap ve Farslarla da ilişkilerinin boyutları değişmeye başlamıştı. Bu ilişkilerin doğal sonucu olarak toplumsal, kültürel, siyasi, egemenlik vb. alanlarda rekabetler de başlamıştı.
Yukarıda da ifade edildiği gibi Türkler; Arap ve Farslılarla çok yakın temas kurmadan önce çok büyük coğrafyalara hükmetmiş, dünyanın en büyük imparatorluklarına sahip olup tarihin kaydettiği en büyük askeri, ekonomik ve siyasi gücüne ulaşmışlardı. Bu güçlerinin doğal sonucu olarak da çok parlak bir dil ve kültür sahibiydiler.
Yani dindaşları Türklerin bu parlak durumları ve geçmişleri karşısında kendi sönüklüklerini görüp aşağılık duygularına kapıldıkça bir zaman sonra tapınma, yani dini dilin Arapça olduğu ve Arapçanın Tanrı tarafından seçilerek kutsandığı savını öne sürerek Arapçayı kutsallaştırmaya yoğunlaştılar.
Araplar nihayet sihirli formülü bulmuşlardı:
Tanrı’nın dili Arapça!                                                                                                                                                                             

Navigasyon

[0] Mesajlar

[#] Sonraki Sayfa

[*] Önceki Sayfa

Tam sürüme git