Gönderen Konu: Türk milliyetçiliğini bastırmayın: Yükseltin!  (Okunma sayısı 2244 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı alkanaga

  • Yasakli
  • Türkçü-Turancı
  • **
  • İleti: 68
Bu yazı internette gezerken  Türk solu dergisinde ilgimi çekti. Buyrun okuyun...
İzmir’de Yunan, Mersin’de Kürt bayrakları

Kurtuluş Savaşı öncesi dönemi hatırlamanın ve hatırlatmanın şu günlerde büyük önemi var. Türk milletinin sabrını taşıran ve artık bir milli direniş ve isyana yol açan iki önemli olay vardır. Biri İzmir’in işgali, diğeri ise İstanbul’un işgali.

İtilaf Devletleri’nin korumasında İzmir’e Yunan askerleri çıkarken, Türk milletini esas etkileyen, Yunan askerinin işgali değil, bu işgali percerelere astıkları Yunan bayrakları ile karşılayan ve bir anlamda kutlamaya dönüştüren Rumların tavrıdır.

İzmir’in işgalinin ertesinde tüm kentlerde büyük mitingler düzenlenecektir. O gün İstanbul kapkaradır. Türk milleti ay yıldızlı kara bayraklarla yürüyecektir. İzmir’e çekilen Yunan bayrağı, Türk bayrağını karartmıştır. Bayrağın yeniden al rengine kavuşması içinse çok kan dökülmesi gerekecektir. Çünkü “bayrakları bayrak yapan üstündeki kandır”.

İzmir’i Yunan bayrakları ile donatan Rumlar, Türk Ordusu İzmir’e girdiğinde İzmir’i yakacaktır. Tarihe gâvur İzmir’in yakılışı olarak geçecektir bu olay.

Son günlerde Nevruz kutlamalarını bahane eden DEHAP mitinginde Türk bayrağının yakılması ister istemez o günleri çağrıştırıyor. Mersin’deki bölücü Kürtler, kendilerini 1919 İzmiri’ndeki kadar rahat hissediyor olabilirler. Açtıkları Kürt bayrakları da, yaktıkları Türk bayrağı da bunun göstergesidir. Ancak o bayrağı açma cesaretini bulanların, Rumlardan öğrenmesi gerekir. Çünkü o açıtları bayrakların bulunduğu mahalleleri bile yakıp kaçmak zorunda kalabilirler.

Ancak bayrak krizi şeklinde ortaya çıkan bu olayın aslında çok derin boyutları da var. Herkesin atladığı önemli bir konunun özellikle vurgulanması gerekir. Çatışma bayrak yakmaya ve bayrak açmaya kadar geldiğine göre, belli aşamalar zaten katedilmiş demektir. Eskiden kültürel haklar, dil hakkı vs. şeklinde ortaya çıkan Kürt bölücülüğü artık başka bir aşamaya sıçramıştır. Dün kültürel hak ve eğitim hakkı talep ettiği devletin bayrağını yakmak, esas talebin kültürel ya da ekonomik değil, doğrudan bölünmeye yönelik olduğunu ortaya koymuştur.

Türk aydını uyanmalı

Bu durum, özellikle Türk aydınını uyandırmak zorundadır. Bugüne kadar, insan hakları, halkların kardeşliği gibi insani argümanlarla destek olunan Kürt hareketinin, aslında bölücü bir Kürt ayrılıkçı hareketinin ilk adımları olduğunun görülmesi gerekmektedir. Türk aydını, eskiden devlet terörü ve masum Kürtler arasında bir tercih yaptığını öne sürerdi. Oysa Mersin’de Türk aydınının tercihi kalmamıştır: Masum denilen Kürt, Türk’ün bayrağını yakmaktadır!

Bugün tüm dünyada gerçekten masum olan tüm halklar sadece bir bayrak yakarlar: ABD bayrağı. Oysa bizde, masum denilen Kürtler Amerikan bayrağı ile halay çekip Türk bayrağı yakmaktadır. Nasıl bir masumiyetse!

Bayrak yakmanın hemen ardından kendiliğinden ortaya çıkan bayrak asma ve bayrağa sahip çıkma gösterilerinin de iyi analiz edilmesi gerekir. Bunlar, organize hareketler değildir. Daha çok duygusal bir halk tepkisi olarak ortaya çıkmıştır. Tüm Türkiye’de aynı anda insanların bayraklarına sarılmaları, çok derinlerde bastırılan bir öfkenin ilk dışavurumudur. Bu, büyük bir işarettir. Bugün bayrak asan Türkler, yarın bu bayrağa bağlılıklarını kan dökerek ya da kan vererek savunacaklardır. Bayrak asmak bunun ilanıdır.

Gerek asker gerek sivil devlet ve yönetim kademelerinden itidalli bir sert çıkışın ortaya çıkması, milletle yönetimin tepkilerinin de bakış açılarının da birbirinden koptuğunu göstermektedir. Eğer bir ülkenin bakanı, milleti milliyetçilik yapmayın diye uyarma ihtiyacı duyuyorsa, bu tehlike var demektir.

İzmir işgal edildiğinde de, İstanbul işgal edildiğinde de, yöneticiler itidal tavsiye ederken, millet bayrakları ile sokağa dökülüyordu! Hatta Meclis basıldığında ve kapatıldığında dahi, yöneticiler provoke olmuyordu!

Bakan beyin provokasyon dediği ve uyardığı elbette bayrak mitingleri ya da bayrak asmak değil. Onlar bayrak çekmenin, savaşma kararlılığı için bir gösteri olduğunu görüyorlar. Bir adım sonrası tıpkı Kurtuluş Savaşı gibi olacaktır. Bu işin mitingle olamadığını gören Türkler, Anadolu’ya akacaktır. Bayrak tutan eller silaha sarılacaktır.

Provokasyona gelmeyin çağrısının anlamı budur. Ama ortada yine de büyük bir tezat var, bölücü Kürtler on beş yıldır silaha sarılıp Türk kanı akıttıktan sonra şimdi Türk bayrağı yakıp Kürt bayrağı açmaya başladılar. On beş yıldır bu bayrak için kanını veren Türklerse, bugün, yani on beş yıl sonra bile, tepkisini sadece bayrak asarak gösteriyorlar.

Etnik boğazlaşmayı engellemenin tek yolu

Bu, bir bakıma Türklerin iyi niyetini, bir bakıma sağduyusunu göstermektedir. Ancak bir bakıma da, derinlerde bastırılan ve biriken öfkeye işaret etmektedir. Kendi yurdunda horlanan, yok sayılan ve sürülmek istenen bir milletin psikolojisini iyi analiz etmek gerekir. Bugüne kadarki iyi niyet ve sağduyunun karşılığının olmadığını, aksine bölücülüğün ve Türk düşmanlığının güçlendiğini gören Türkler, farklı arayışlara girebilirler.

Daha doğrusu gireceklerdir de. Bu gerçeğin özellikle üzerinden atlamamak gerekir. Bunca yıl etnik çatışmanın, etnik ırkçılığın, etnik bölücülüğn kışkırtıldığı, korunduğu ve Türklere saldırtıldığı bir ülkede, bu çatışma olmasın demek saf bir temenni olmaktan öte gidemez. Tarih, her kışkırtmanın bir kapışma ile sonuçlandığını kaydeder. Bugünkü kışkırtmanın farklı bir “Türkiyelilik”le sonuçlanacağını kimse beklemesin.

Ancak bu, herkesi korkutmaktadır. Çünkü böyle bir Türk-Kürt savaşının sorumluluğunu kimse üstlenmek istememektedir. Daha doğrusu, kimse demeyelim. Çünkü Kürt bölücülüğü zaten bu sorumluluğu alarak ortaya çıkmıştır. O nedenle onlar kendi tabanlarını yıllardır o kanlı boğuşmaya hazırlamaktadır. Abartı nüfus artışları ve yayılmaları bu hazırlık nedeniyledir.

Türklere gelince, Türkler masum bir kuzu gibi beklemektedir. 15 yılda 30 bin Türk evladını bu boğazlaşmaya verdiği halde, yine kaderine razı görünmektedir. Türk politikacıları ise, bir Türk politikası izleyerek bu çatışmayı kışkırtmak istememektedir. Bir anlamda akıllıcadır. Ama sadece bir anlamda. Çünkü Batı merkezlerinden yayılan Kürt ırkçılığı zaten bu çatışmayı kaçınılmaz hale getirmektedir. Oysa bir taraf çatışmaya hazırlanırken diğer taraf kurban edileceği günü beklemektedir.

Kürtler, bundan 90 yıl önce nasıl Ermenileri boğazladılarsa, bugün Kuzey Irak’ta nasıl Arapları ve Türkmenleri boğazlıyorlarsa, Anadolu’daki Türkleri boğazlama için hazırlanmaktadır. Bizim akıllı ve sağduyulu politikalarımız ise bizi kurban konumunda eli kolu bağlı tutmaktadır.

Oysa etnik boğazlaşmayı engellemenin tek yolu, Türk milliyetçiliğinin bastırılması değil, kendisini ifade etmesidir. Türk milliyetçiliği bastırılırsa, Kürtler azar ve Türkleri boğazlar. Ama Türk milliyetçiliği güçlendirilirse, Türkleri boğazlamaya hazırlanan bölücü Kürtler, buna cesaret edemezler. Kimse Türk milliyetçiliğinin yükselmesinden ürkmesin, çünkü Türkler binlerce yıldır kimseye kötülük etmemiştir...

Alıntı: http://www.turksolu.com.tr/79/basyazi79.htm
TANRI TÜRK'Ü KORUSUN