Türkçü Turancı Otağ

TÜRKLÜK ve TÜRK DÜNYASI OTAĞI => TÜRKÇÜLÜK => Konuyu başlatan: Üçoklu Börü Kam - 26 Eylül 2007

Başlık: TÜRK DİL KURUMU, TÜRKÇE VE ATATÜRK.
Gönderen: Üçoklu Börü Kam - 26 Eylül 2007
(http://www.hunturk.net/forum/rsm/turk-dil-kurumu-1190760567.gif) (http://www.hunturk.net)


ÜLKESİNİN YÜKSEK İSTİKLALİNİ KORUMASINI BİLEN TÜRK MİLLETİ,
DİLİNİ DE YABANCI DİLLER BOYUNDURUĞUNDAN KURTARMALIDIR.

Gazi Mustafa Kemal Atatürk


Tarihçe  
 
           Türk Dil Kurumu, Türk Dili Tetkik Cemiyeti adıyla 12 Temmuz 1932'de Atatürk'ün talimatıyla kurulmuştur. Cemiyetin kurucuları, hepsi de milletvekili ve dönemin tanınmış edebiyatçıları olan Sâmih Rif'at, Ruşen Eşref, Celâl Sahir ve Yakup Kadri'dir. Kurumun ilk başkanı Sâmih Rif'at'tır. Türk Dili Tetkik Cemiyetinin amacı, "Türk dilinin öz güzelliğini ve zenginliğini meydana çıkarmak, onu yeryüzü dilleri arasında değerine yaraşır yüksekliğe eriştirmek" olarak tespit edilmiştir. Atatürk'ün sağlığında, 1932, 1934 ve 1936 yıllarında yapılan üç kurultayda hem Kurumun yönetim organları seçilmiş, hem dil politikası belirlenmiş, hem de bilimsel bildiriler sunulup tartışılmıştır. 26 Eylül-5 Ekim 1932 tarihleri arasında Dolmabahçe Sarayı'nda yapılan Birinci Türk Dili Kurultayı sonunda Kurumun "Lügat-Istılah, Gramer-Sentaks, Derleme, Lenguistik-Filoloji, Etimoloji, Yayın" adları ile altı kol hâlinde çalışmalarını sürdürmesi kabul edilmiştir. Sonraki kurultaylarda bu kollardan bazıları ayrılmış, bazıları tekrar birleştirilmiş; fakat ana çatı değiştirilmemiştir. 1934'te yapılan kurultayda Cemiyetin adı, Türk Dili Araştırma Kurumu; 1936'daki kurultayda ise Türk Dil Kurumu olmuştur.

         Türk Dil Kurumu başlangıçtan beri çalışmalarını iki ana eksen üzerinde yürütmüştür:
         1. Türk dili üzerinde araştırmalar yapmak, yaptırmak;
         2. Türk dilinin güncel sorunlarıyla ilgilenerek çözüm yolları bulmak.

         Atatürk'ün kendisi de Türk dili üzerindeki yerli ve yabancı araştırmaları bizzat inceleyerek, dönemindeki bilginleri Türk dili üzerinde araştırmalar yapmaya yönlendirmiştir. Nitekim Türk dilinin en eski anıtları olan Göktürk (Runik) yazılı metinlerin ilk iki cildi onun sağlığında yayımlanmış; 1940'larda yayın hayatına çıkabilen Divanü Lügati't-Türk, Kutadgu Bilig gibi eserler üzerinde de yine onun sağlığında çalışılmaya başlanmıştır. Daha sonra birçok cilt hâlinde ortaya çıkacak olan Tarama ve Derleme Sözlüğü'yle ilgili çalışmalar da Atatürk'ün sağlığında başlamıştır. Tarama Sözlüğü, 13. yüzyılda başlayan Batı Türkçesinin eski eserlerinin taranmasıyla; Derleme Sözlüğü, Anadolu ağızlarında kullanılan kelimelerin derlenmesiyle oluşturulmuş büyük sözlüklerdir. Çağdaş Türkçenin grameri, sözlüğü, imlâsı ve terimleriyle ilgili çalışmalar da Atatürk tarafından ilgiyle izlenmiştir.

         Türk Dil Kurumunun kuruluşuyla birlikte çağdaş Türkçede çok hızlı bir arılaştırma akımı da başlamıştır. Bizzat Atatürk'ün öncülük ettiği, Türk dilinin yabancı kökenli sözlerden temizlenmesi akımı 1935 güzüne kadar sürmüş; halkın diline girip yerleşmiş kelimelerin dilden atılması işleminden bu tarihte vazgeçilmiştir. Atatürk'ün ölümünden sonra öz Türkçe akımı Türk aydınları arasında sürekli tartışılan bir konu olmuş ve özellikle 1960'tan sonra Türk Dil Kurumu bu akımın öncülüğünü yapmaya devam etmiştir. 1980'den sonra tartışmalar durulmuş, bilimsel çalışmalar hız kazanmıştır.

         Atatürk, ölümünden kısa bir süre önce yazdığı vasiyetname ile mal varlığını Türk Dil Kurumu ile Türk Tarih Kurumuna bırakmıştır. Bu iki kurumun bütçesi bugün de Atatürk'ün mirasından karşılanmaktadır. Bu miras bugün Türkiye'nin en büyük bankalarından biri olan Türkiye İş Bankası sermayesinin %28,9'unu oluşturmaktadır.

         Türk Dil Kurumunun yapısıyla ilgili ilk önemli değişiklik 1951 yılındaki olağanüstü kurultayda yapılmıştır. Atatürk'ün sağlığında Millî Eğitim Bakanının Kurum başkanı olmasını sağlayan tüzük maddesi 1951'de değiştirilmiş; böylece Kurumun devletle bağlantısı koparılmıştır. İkinci önemli yapı değişikliği 1982-1983 yıllarında gerçekleştirilmiştir. 1982'de kabul edilen ve şu anda da yürürlükte olan Anayasa ile Türk Dil Kurumu ve Türk Tarih Kurumu, bir Anayasa kuruluşu olan Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu çatısı altına alınmış; böylece devletle olan bağlar yeniden ve daha güçlü olarak kurulmuştur.   

         Atatürk, 1 Kasım 1936'da Türkiye Büyük Millet Meclisinin V. dönem 2. yasama yılını açış konuşmasında Türk Dil Kurumu ve Türk Tarih Kurumunun geleceği ile ilgili dileklerini şu sözlerle dile getirmişti:   

         Başlarında değerli Eğitim Bakanımız bulunan, Türk Tarih Kurumu ile Türk Dil Kurumunun her gün yeni gerçek ufuklar açan, ciddî ve aralıksız çalışmalarını övgü ile anmak isterim. Bu iki ulusal kurumun, tarihimizin ve dilimizin, karanlıklar içinde unutulmuş  derinliklerini, dünya kültüründe başlangıcı temsil ettiklerini, kabul edilebilir bilimsel belgelerle ortaya koydukça, yalnız Türk ulusunun değil, bütün bilim dünyasının ilgisini ve uyanmasını sağlayan, kutsal bir görev yapmakta olduklarını güvenle söyleyebilirim. (Alkışlar)Tarih Kurumunun Alacahöyük'te yaptığı kazılar sonucunda, ortaya çıkardığı beş bin beş yüz yıllık maddî Türk tarih belgeleri, dünya kültür tarihinin yeni baştan incelenmesini ve derinleştirilmesini gerektirecektir. Birçok Avrupalı bilim adamının katılması ile toplanan son Dil Kurultayının aydınlık sonuçlarını görmekle çok mutluyum. Bu ulusal kurumların az zaman içinde ulusal akademilere dönüşmesini dilerim. Bunun için, çalışkan tarih, dil ve bilim adamlarımızın, bilim dünyasınca tanınacak orijinal eserlerini görmekle mutlu olmanızı dilerim.

           (Bu konuşmanın tam metnini http://www.tbmm.gov.tr/tarihce/5d2yy.htm adresinde bulabilirsiniz.)

         Atatürk'ün bu dileği dikkate alınarak her iki kurum da böylece akademik bir yapıya kavuşturulmuştur. 

         Bugün Türk Dil Kurumu, 20'si Yüksek Öğretim Kurumu; 20'si Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Yüksek Kurulu tarafından seçilen 40 asıl üyeye sahiptir. Üyelerin büyük çoğunluğu Türk üniversitelerinde çalışan Türkologlardır. Başbakanın önerisiyle Cumhurbaşkanınca tayin edilen Kurum Başkanı ve 40 asıl üye Bilim Kurulunu oluşturur. Kurumun bilimsel çalışmaları bu kurul tarafından plânlandığı gibi yönetim işlerini üstlenen Yürütme Kurulu ile bilimsel çalışmaları yürüten Kol ve Komisyonların üyeleri de bu kurul tarafından seçilir.

         Bilimsel çalışmaları yürüten kollar şunlardır:
         1. Sözlük Bilim ve Uygulama Kolu,
         2. Gramer Bilim ve Uygulama Kolu,
         3. Dil Bilimi Bilim ve Uygulama Kolu,
         4. Terim Bilim ve Uygulama Kolu,
         5. Ağız Araştırmaları Bilim ve Uygulama Kolu,
         6. Kaynak Eserler Bilim ve Uygulama Kolu.

         Türkiye Türkçesinin çağdaş sözlüğünü sürekli geliştirerek yayımlayan ve Genel Ağ ortamında sürekli güncelleyen Türk Dil Kurumu, İmlâ Kılavuzu'nu 2000 yılında yayımlamış olup, 2004 yılında İlköğretim Okulları için İmlâ Kılavuzu' nu yayımlamıştır. 1998 yılı içinde 9. baskısı çıkmış olan Türkçe Sözlük'te 75.000 civarında kelime yer almıştır.

         Son dönemde, yılda 30-40 bilimsel eseri yayın dünyasına kazandıran Türk Dil Kurumunun üç süreli yayını da bulunmaktadır. Güncel dil konularını ve geniş kitlenin anlayacağı dilde yazılmış araştırmaları içine alan Türk Dili dergisi ayda bir yayımlanmaktadır. Altı ayda bir yayımlanan Türk Dünyası Dil ve Edebiyat Dergisi; Kazak, Kırgız, Tatar vb. Türk topluluklarının dil ve edebiyatlarıyla ilgili araştırmalara yer verir. Türk Dili Araştırmaları Yıllığı-Belleten ise tamamen bilimsel araştırmaları içine alır ve yılda bir sayı yayımlanır.

         Türk Dil Kurumunda şu anda, üç proje yürütülmektedir:
         1. Türklük Bilimi (Türkoloji) Alanında Yabancıların Eserlerinin Türkçeye Çevrilmesi Projesi,
         2. Türk Dünyası Destanlarının Tespiti, Türkiye Türkçesine Aktarılması ve Yayımlanması Projesi,
         3. Mühendislik Terimleri Sözlüğü Projesi. 

         Kurumumuzun biten projeleri ise şunlardır:
         1. Türkiye Türkçesi Sözlükleri Projesi,
         2. Karşılaştırmalı Türk Lehçeleri ve Şiveleri Sözlüğü ve Grameri Saha Araştırması Projesi,
         3. Türkiye Türkçesi ve Tarihî Devirler Yazı Dilleri Grameri Projesi,
         4. Göktürk (Runik) Yazılı Belge, Yazıt ve Anıtların Albümü Projesi.

         Türk Dil Kurumu 800'e ulaşan yayını, 40 Bilim Kurulu üyesi, 17 uzmanı, 56 çalışanı ve zengin bir araştırma kütüphanesiyle Türkiye'nin saygın bilim kuruluşlarından biri olarak çalışmalarını sürdürmektedir.
 

http://www.tdk.gov.tr/TR/BelgeGoster.aspx?F6E10F8892433CFFAAF6AA849816B2EF2858DA18F4388CDD

Başlık: Ynt: TÜRK DİL KURUMU, TÜRKÇE VE ATATÜRK.
Gönderen: Üçoklu Börü Kam - 26 Eylül 2007
TDK’nin kurucu ve koruyucu (hami) başkanı Yüce Atatürk, 12 Temmuz 1932 tarihinden itibaren ölünceye dek TDK ile yakından ilgilenmiş; çalışmalarını takip etmiş, bazen Genel Merkez Kurulu ve Terim Kolu toplantılarına başkanlık etmiş, bazen de bazı yönetici ve üyelerle sofrasında uzun uzadıya Kurum çalışmalarını ele almış, yönlendirici uyarılarda, tavsiyelerde bulunmuştur. Bu yazımızda, Atatürk’ün hayatında TDK’nin nasıl yer aldığını, tarih sırasına göre kısaca açıklamaya çalışacağız:

         11 Temmuz 1932: I. Türk Tarihi Kurultayı’nda seçilen Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti (Türk Tarih Kurumu) Merkez Heyeti üyelerinden Âfet (İnan), Yusuf (Akçura), Sâmih Rifat (Horozcu), Sadri Maksudî (Arsal), Hâmit Zübeyr (Koşay) ve Macar Prof. Zayti Ferenç, Cumhurbaşkanı ve Türk Tarihi Tetkik Cemiyetinin de kurucu ve koruyucu (hami) başkanı Gazi Mustafa Kemal tarafından Çankaya Köşkü’ne davet edilirler. Prof. Clemens Holzmeister’in planını çizdiği yeni köşke henüz taşınılmıştır. Ruşen Eşref (Ünaydın) Bey de köşke davetlidir.

         Türk tarihiyle ilgili konular görüşüldükten sonra Gazi, şu soruyu sorar:

         “-Dil işlerini düşünme zamanı da gelmiştir. Ne dersiniz?”

         Düşüncesinin sevinçle karşılanması üzerine:

         “-Öyle ise Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti gibi bir de ona kardeş bir dil cemiyeti kuralım. Adı, Türk Dili Tetkik Cemiyeti olsun” der.

         O akşam, Gazi’nin önerisiyle Sâmih Rifat Bey Başkan, Ruşen Eşref Bey Umumi Kâtip (genel yazman) olurlar. Ruşen Eşref Bey'in önerisi üzerine de Yakup Kadri (Karaosmanoğlu) ve Celâl Sahir (Erozan) Beyler de kurucu üyeliklere uygun görülürler. Ertesi gün, kuruluş izninin alınması kararlaştırılır.

         12 Temmuz 1932: Türk Dili Tetkik Cemiyeti (TDTC)’nin İçişleri Bakanlığından kuruluş izni alındı. İzinnamenin ekindeki Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti tüzüğünün benzeri ilk tüzük de yürürlüğe girdi.

         18 Ağustos 1932: Gazi Mustafa Kemal, TDTC’nin kuruluş amacı ve yapması gereken çalışmalar konusunda gazeteci Yunus Nadi (Abalıoğlu) ile Yalova’da görüştüler. Yunus Nadi Bey, o sırada hazırlıkları sürdürülen I. Türk Dili Kurultayı’nı düzenleyen TDTC Teşebbüs Heyeti üyesiydi. Gazi’nin düşüncelerine çok değer verdiği bir yazardı. Kurul (heyet) toplantılarına düzenli olarak katılamadığından, daha sonra yerine başka bir üye alındı. TDTC kurulalı henüz bir ay geçmişti. Cumhuriyet gazetesinin 21 Ağustos 1932 tarihli baskısında yer alan ve Söylev ve Demeçler kitabına girmemiş “Gazi Hz. ile Bir Hasbıhâl” başlıklı makalede yayımlanmış bu sohbette şunlar konuşulmuştur:

         “Büyük Reis ve Rehber, birkaç gün evvel kendilerini Yalova’daki son ziyaretimizde maksadın Türk milletine kendi mazisinde mevcut ve kendi mazisinden mevrus (miras) ve bu itibar ile bittabi daha mütekâmil (gelişmiş) şekiller ile istikbaline de şamil kendi kültürünü ortaya çıkararak göstermek olduğunu izah ettikten sonra Türk Dili Cemiyetinin bu yoldaki mesaisinden ortaya cidden hayret olunacak neticeler, yani hakikatler çıkması muhakkak bulunduğunu bütün bir emniyet ve kuvvetle beyan buyurdular ve:

         “-İsterseniz”, dediler, “evvela mevzuubahsimiz olan kültür kelimesini ele alalım.” 

         Şöylece bir tesadüf bu kelime bile bizi tenvire (aydınlatmaya) kifayet etti. 

         Bunları söyleyerek büyük reis bize yanlarındaki bir kitabı uzatarak:

         “-Evvela”, dediler, “bu kitabın ismini, müellifini (yazarını) ve basma tarihini okuyunuz.”

         Okuduk:

         -Lûgat-i Çağatay. Müellifi Şeyh Süleyman Efendi Buharî. İstanbul 1298

         Sonra da:

         “-Şimdi”, dediler, “bu kitapta kilturmak kelimesini bulunuz!”

         Bulduk.

         “-Kelimenin karşısındaki mana izahlarını okuyunuz.” dediler.

         Şöylece okuduk:

         -Getürmek, ihzar, isal. İrat ve peyda etmek. Sevk ve ikame etmek. Takarrür.

         Bundan sonra Gazi Hz. şunları söylediler:

         -“Türkçe fiillerinde mek ve mak lahikalarının (eklerinin) kaldırılmasıyla geri kalan maddenin asıl kelime olduğunu bilirsiniz. Kilturmak fiilinin asıl maddesi kilturdur demek. Fransızca, İngilizce, Almanca gibi belli başlı Garp dillerinde pek az telaffuz farkıyla kullanılan kültür kelimesi ile bu kiltur kelimemiz arasında telaffuz itibarıyla olduğu gibi mana itibariyle de mevcut olan kuvvetli tetabuka (uygunluğa) dikkat etmemek mümkün müdür? Malûmdur ki garp dillerinde kültürün manası hem maddidir, hem manevi. Türkçede de aynı. Nihayet Çağatayî Türkî de yapılacak işe takarrür edecek son şeklini vermeye kiltur diyor. Frenk tarlayı ekmeye kültür dediği gibi ulum ve fünunda tekemmül muhassalasına da kültür diyor. Şeyh Süleyman Efendi Buharî’nin bu kiltur kelimesini Garp lisanlarından almamış olduğuna şüphe yok. Öyle bir şey hatıra dahi gelemez. Bu zatın Türk dilleri şubelerinden Çağataycanın kelimelerini toplamış ve onların manalarını yazmış olduğu meydandadır. Pek ufak bir telaffuz farkıyla kelime bütün manaları itibarıyla Asya’da ve Avrupa’da aynıdır. Acaba onun asıl menşei Asya mıdır, Avrupa mıdır? Burasını tetkike çok zaman ve imkânımız vardır. Fakat şimdiden söylenebilir ki kelime esasen Asyalıdır. Avrupa’nın hâlen çok müterakki (ileri) olduğunda şüphe olmayan kültürü dahi aslen Türk’tür demek olur...

         Filhakika biz kültür kelimesini Garp medeniyetinde gördükten sonra onu Arapça bir kelime ile ifade etmek için hars kelimesini almışız. Hars ve haraset, kültürün aslına ve iştikaklarına maddi ve manevi manalarıyla tetabuk eden (uygun düşen) bir kelimedir. Garp dillerindeki kültür kelimesine menşe olarak Latince kültüra (cultura) ve kültive (cultiver) mukabili olarak da kültivare (cultivare) kelimelerini buluyoruz ki aynı ile hars ve haraset demektir. Fakat şimdi asıl Türk dilinde kiltur kelimesini buluyoruz, bunun da aynen kültür demek olduğunu görüyoruz.


         Gazi Hz.nin bu yolda verdikleri izahlara ve tafsillere (açıklamalara) nazaran yukarıya kaydetmiş olduğumuz bu kültür ve kiltur tetabuku şöylece ilk misallerden biridir. İlk tetkiklerin umumi bir göz gezdirişten ibaret olan ilk araştırmaları ortaya şimdiden böyle yüzlerce misal koymuştur. Bu tetkikler ise yoktan bir şey icat etmek veya yakıştırmak için yapılmıyor. Evvela Türk’ün tarihi tespit olunmuştur. Bu tarih, tarihe hâkim olan bir hayattır. Ondan sonradır ki şimdi bu hakikatin diğer evsaf ve eşkâli üzerinde çalışmaya geçilmiştir. Vereceği müspet neticeler evvelinden bilinerek diyebiliriz ki Türk’ün kültürü uyanmıştır, ayaklanıyor. (Yunus Nadi) 


http://www.tdk.gov.tr/TR/BelgeGoster.aspx?F6E10F8892433CFFAAF6AA849816B2EFB856E08843ECBADB
Başlık: Ynt: TÜRK DİL KURUMU, TÜRKÇE VE ATATÜRK.
Gönderen: Üçoklu Börü Kam - 26 Eylül 2007
       
        27 Ağustos 1932: Gazi Mustafa Kemal, TDTC’yi kurarak Dil Devrimi çalışmalarına başlaması dolayısıyla kendisini kutlayan Sivas Millî Türk Talebe Birliği Araştırma Heyetinin telgrafını cevaplandırdılar:

        Millî Türk Talebe Araştırma Heyetine:

        "Dilimiz çok zengindir, güzeldir. Bunu ortaya çıkaracaklar, sizin gibi duygusu derin, yorulmaz Türk gençleridir. Türkçemizi günün en ileri bilgi dili yapmak, değerli araştırmanızdan beklenir. Sizlere uğurlar dilerim.

         2 Eylül 1932: Gazi Mustafa Kemal, Dolmabahçe Sarayı’nda TDTC Başkanı Sâmih Rifat (Horozcu), Umumi Kâtip (Genel Yazman) Ruşen Eşref (Ünaydın) ve TDTC Teşebbüs Heyetinden gazeteci Yunus Nadi (Abalıoğlu) ile görüştüler. O günlerde Sâmih Rifat Bey çok hastaydı. Gazi’nin emriyle Sarayda TDK’ye bir büro tahsis edilmiş, bir odaya da Sâmih Rifat Bey yatırılmıştı. Doktor gözetiminde, hasta yatağından Kurultay hazırlıklarını yürütmekteydi. Basına herhangi bir açıklama yapılmamış olmakla beraber, söz konusu görüşmede Kurultay hazırlıkları üzerinde durulduğu kesindir.

         5 Eylül 1932: Gazi’nin emriyle ünlü şair Yahya Kemal (Beyatlı) Paris Büyük Elçiliğine çekilen bir telgrafla I. Türk Dili Kurultayı’na davet edildi. Telgraf Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Y. Hikmet (Bayur) imzasıyla çekilmiştir.

         10 Eylül 1932: Atatürk’ün Nöbet Defteri; Gazi, I. Türk Dili Kurultayı Düzenleme Kurulu (TDTC Teşebbüs Heyeti) üyelerinden Ruşen Eşref (Ünaydın), Ragıp Hulûsi (Özdem), Ahmet İhsan (Tokgöz), Ruşenî (Barkın), İhsan (Sungu) ve Ahmet Cevat (Emre) ile Dolmabahçe Sarayı’nda görüştüler. Bu görüşmelerin toplu veya tek tek yapıldığı hakkında elimizde bir belge yok. Ancak, her ne şekilde olursa olsun Kurultay hazırlıkları ve sunulacak tezler üzerinde durulduğunu kesinlikle söyleyebiliriz. Kurultay’ın 26 Eylül 1932 tarihinde Dolmabahçe Sarayı’nda toplanacağı gerçeğinden yola çıkarak bu kanıya ulaşmış bulunuyoruz. Hastalığı sebebiyle Başkan Sâmih Rifat, yatağından kaldırılmamış olmalıdır.

         15 Eylül 1932: Gazi, Dolmabahçe Sarayı’nda I. Türk Dili Kurultayı Düzenleme Kurulundan Ruşen Eşref (Ünaydın), Ahmet İhsan (Tokgöz), Ahmet Cevat (Emre), Prof. Ragıp Hulûsi (Özdem), Ruşenî (Barkın), Celâl Sahir (Erozan), Reşat Nuri (Güntekin), Hasan Âli (Yücel) ve Prof. Dr. Saim Ali (Dilemre) Bey'le görüştüler. Bu görüşmeler sırasında da I. Türk Dili Kurultayı hazırlıklarının gözden geçirildiğine şüphe yoktur. Kurucu ve Koruyucu Başkan, Kurultay’da sunulacak tezleri önceden okuyup bilgi sahibi olmaktaydı. Başkan Sâmih Rifat’ın yatağından kaldırılıp hırpalanmamasına dikkat edilmiştir görüşündeyiz.

         20/21 Eylül 1932: Atatürk’ün İstanbul’daki hayatını, çalışmalarını gün gün inceleyen Niyazi Ahmet Banoğlu’na göre, Gazi bu günlerde de Dolmabahçe Sarayı’nda I. Türk Dili Kurultayı’nı düzenleyen TDTC Teşebbüs Heyeti üyeleriyle toplantılar yapmış, Kurultay’da sunulacak tezleri incelemiştir. Her ne kadar, Atatürk’ün günlük çalışmalarının not edildiği Nöbet Defteri’nde bu konuda bir bilgi bulunmamaktaysa da, Gazi’nin dil konusuna verdiği önem dolayısıyla verilen bilginin doğru olduğuna inanıyoruz.

         21 Eylül 1932: Gazi’nin emri üzerine Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliğince Sofya’da yaşayan Ermeni Dil Bilgini Agop Martayan’a (Ata’nın isteği üzerine TDK’de görev alarak 1936-1978 yılları arasında çalıştı. Soyadı, Ata tarafından “Dilaçar” olarak verildi.) I. Türk Dili Kurultayı’na yetişmek üzere vize verilmesi hakkında Dahiliye (İçişleri) Vekili (Bakanı) Şükrü Kaya’ya bir telgraf yazıldı ve Agop Martayan Kurultay’a katıldı.

        22 Eylül 1932: Gazi, Dolmabahçe Sarayı’nda I. Türk Dili Kurultayı’nı düzenleyen TDTC Teşebbüs Heyeti üyelerinden Ruşen Eşref (Ünaydın), Ragıp Hulûsi (Özdem), Ruşenî (Barkın), Ahmet İhsan (Tokgöz), Hasan Âli (Yücel), Celâl Sahir (Erozan), İhsan (Sungu), Ahmet Cevat (Emre), Reşat Nuri (Güntekin) ve Prof. Dr. Saim Ali (Dilemre) Beylerle görüştüler. Bu görüşmelerde Kurultay hazırlıklarının gözden geçirildiği kesindir.

        24 Eylül 1932: I. Türk Dili Kurultayı’nı düzenleyen kurul üyeleri ve bazı dil bilginleri, Gazi’nin başkanlığında saat 15.00’te Dolmabahçe Sarayı’nda toplandılar. Saat 15.00’te başlayıp gece yarısına değin süren toplantıda iki gün sonra başlayacak olan Kurultay’da sunulacak tezler gözden geçirildi. Başkan Sâmih Rifat Bey yine yataktaydı. Son gücünü açılış gününe saklıyordu. Toplantıya Ruşen Eşref (Ünaydın), Ragıp Hulûsi (Özdem), Ruşenî (Barkın), Ahmet İhsan (Tokgöz), Hasan Âli (Yücel), Celâl Sahir (Erozan), İhsan (Sungu), Ahmet Cevat (Emre), Reşat Nuri (Güntekin), Dr. Saim Ali (Dilemre) ve Sofya’dan Gazi’nin isteği üzerine gelen Ermeni dil bilgini Agop Martayan (Dilaçar) katıldılar.

         26 Eylül 1932: Cumhurbaşkanı, Kurucu ve Koruyucu Başkan Gazi Mustafa Kemal, 13.30-19.00 saatleri arasında, Dolmabahçe Sarayı’nda çalışmalarına başlayan I. Türk Dili Kurultayı’nın açış toplantısında hazır bulundular. Kurultay açış konuşmalarını ve oturumda sunulan Sâmih Rifat Bey'in “Türkçenin Ari ve Sami Lisanlarla Mukayesesi” başlıklı konferansını dinlediler.

         27 Eylül 1932: Gazi Mustafa Kemal, konuğu ABD Genelkurmay Başkanı Gen. Mc Arthur’la birlikte saat 14.00-18.00 arasında I. Türk Dili Kurultayı çalışmalarını izlediler. Ahmet Cevat (Emre), Prof. Dr. Saim Ali (Dilemre) ve Agop Martayan (Dilaçar)’ın tezlerini ve tartışmalarını dinlediler. Ayrıca, Ruşen Eşref (Ünaydın) ve Celâl Sahir (Erozan) Bey'le bir süre görüştüler.

         28 Eylül 1932: Gazi Mustafa Kemal, saat 14.00’ten itibaren Kurultay toplantı salonunu teşrif ederek; Mehmet Saffet, Hakkı Nezihi, Artin Cebeli ve Prof. Yusuf Ziya (Özer) Beylerin tezlerini dinlediler. Ayrıca TDTC yöneticilerden Ruşen Eşref (Ünaydın) ve Celâl Sahir (Erozan) Beylerle görüştüler.

         29 Eylül 1932: Gazi, öğleden sonra (14.00-18.00) Dolmabahçe Sarayı’ndaki Kurultay toplantı salonunda Prof. Ragıp Hulûsi (Özdem), Sâmih Rifat (Horozcu) ve Hasan Âli (Yücel) Beylerin tezlerini dinlediler.

         1 Ekim 1932: Öğleden sonra 14.00’te Kurultay toplantı salonunu teşrif ederek; Köse Raif Paşaoğlu Fuat, Abdullah Battal (Taymas), Bedros Zeki (Usman) Beylerin tezlerini ve tartışmalarını dinlediler. Ayrıca, TDTC yöneticilerinden Kurultay düzenleyicilerinden Ruşen Eşref (Ünaydın), Ruşenî (Barkın), Hasan Âli (Yücel), Ali Canip (Yöntem), Celâl Sahir (Erozan), Ahmet Cevat (Emre) Beylerle de bir süre görüştüler.

         2 Ekim 1932: Gazi, Niyazi Ahmet Banoğlu’nun yazdığına göre bugün de Dolmabahçe Sarayı’nda Kurultay çalışmalarına katıldılar. Dil tartışmalarını dinlediler. O gün, Hüseyin Cahit (Yalçın) ve Faik Âli (Ozansoy) Beyler tezlerini sunmuşlardır. Hüseyin Cahit Beyin tezi tartışma yaratmıştır. Hasan Âli (Yücel), Ali Canip (Yöntem), Fazıl Ahmet (Aykaç), Dr. M. Şükrü (Akkaya), Sâmih Rifat (Horozcu), Sadri Etem (Ertem) ve Namdar Rahmi (Karatay) söz alarak bu tez üzerinde görüşlerini açıklamışlardır.

         3 Ekim 1932: Gazi, öğleden sonra (14.00-18.00) Kurultay toplantı salonunu teşrif ederek Halit Ziya (Uşaklıgil), Ahmet Cevat (Emre), Ali Canip (Yöntem), Reşat Nuri (Güntekin) Beylerin tezlerini dinlediler. Ayrıca; Kurultay’ı düzenleyenlerden Ahmet İhsan (Tokgöz), Ali Canip (Yöntem), Ahmet Cevat (Emre), Prof. Dr. Saim Ali (Dilemre), İhsan (Sungu) ve Ruşenî (Barkın) Beylerle bir süre görüştüler.

         4 Ekim 1932: Öğleden sonra (14.00-19.00) Kurultay çalışmalarını takip ederek; Prof. Dr. Saim Ali (Dilemre), İhsan (Sungu), Ruşenî (Barkın), Ahmet İhsan (Tokgöz), Fuat (Köprülü), Besim (Atalay) Beylerle, Mediha Muzaffer Hanımın tezlerini dinlediler. Toplantıdan sonra Celâl Sahir (Erozan), Ruşenî (Barkın), Ahmet İhsan (Tokgöz), Falih Rıfkı (Atay), Prof. Yusuf Ziya (Özer), Besim (Atalay) Beylerle görüştüler. Gazi’nin, Kurultay’ın günlük çalışmalarının ardından Kurultay düzenleyicilerinin bazılarıyla yaptığı görüşmelerde o günkü çalışmaları değerlendirdiği görüşündeyiz.

         5 Ekim 1932: Gazi Mustafa Kemal, öğleden sonra (14.00-16.00) Kurultay’ın son oturumunda hazır bulundular. Tüzük değişikliği ve program çalışmalarını izlediler. Seçimlerden önce salondan ayrıldılar. Kurultay kapandıktan sonra Boğaziçi’nde tekneyle bir gezinti yapıp 20.00’de Dolmabahçe Sarayı’na döndükten sonra Kurultay’da TDTC Umumî (Genel) Merkez Heyetine (Kuruluna) seçilen Başkan Sâmih Rifat (Horozcu), Genel Yazman (Umumi Kâtip) Ruşen Eşref (Ünaydın), Sayman (Muhasip) Besim (Atalay), Celâl Sahir (Erozan), Ahmet Cevat (Emre), Prof. Ragıp Hulûsi (Özdem), Hâmit Zübeyr (Koşay), Hasan Âli (Yücel) ve İbrahim Necmi (Dilmen) Beylerle Maarif Vekili Dr. Reşit Galip (Baydur) Beyi, ayrıca Kurultay düzenleme kurulundan Ali Canip (Yöntem) ve Ruşenî (Barkın) Beyleri kabul ettiler. Bu kabulde, Gazi’nin Merkez Heyeti üyelerini tebrik ettiği, başarılar dilediğini tahmin etmek güç olmasa gerek. Ayrıca, Kurultay’ın değerlendirilmesinin yapıldığını da bu tahmine ekleyebiliriz. Gazi, aynı gün, Kurultay’ın tamamlanması dolayısıyla Başbakan İsmet (İnönü) Bey'e bir telgraf göndererek; “Kurultay’ın değerli çalışmasından, yüksek duygular ortaya koymasından ne kadar sevindiğini” bildirmişlerdir. Telgrafta ayrıca Kurultay’ın kapanışında İsmet Bey'in adı geçince çok alkışlandığı da belirtilmiştir.

        6 Kasım 1932: Gazi, Çankaya Köşkü’nde, TDTC Fahri Başkanı ve Maarif Vekili Dr. Reşit Galip (Baydur), TDTC Genel Merkez Heyeti Üyesi ve Kol Başkanlarından Ruşen Eşref (Ünaydın), Ahmet Cevat (Emre), Hâmit Zübeyr (Koşay), Prof. Ragıp Hulûsi (Özdem), İ. Necmi (Dilmen), Celâl Sahir (Erozan), Naim Hâzım (Onat) ve Besim (Atalay) Beyleri kabul edip görüştüler, muhtemelen yemek yediler. Falih Rıfkı Atay da o gün Köşk’teydi. Ata’nın sofrası bir akademik tartışma alanıydı. Bu yemekte Türkçe ve yapılması gerekenler konusunun konuşulduğundan hiç şüphemiz yok.

         4 Aralık 1932: TDTC’nin ağır hasta olan Başkanı Sâmih Rifat (Horozcu) Bey'in 3 Aralık 1932 günü İstanbul’da vefat etmesi üzerine Kurucu ve Koruyucu Başkan Gazi Mustafa Kemal, TDTC Başkanlığına bir başsağlığı mektubu gönderdiler.

        21 Aralık 1932: Gazi, SSCB Ankara Büyükelçiliği tarafından kendisine armağan edilen dille ilgili 23 kitabı, Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliğinin bir yazısıyla TDTC’ye gönderdiler.

         4 Ocak 1933: Gazi, saat 17.00’de TDTC’nin Ankara Vakıf Apartmanı sırasındaki Anadolu Kulübünden devralınan binasına gelip Genel Merkez Kurulu (Umumi Merkez Heyeti) toplantısına başkanlık ettiler. Bu toplantıya; Millî Eğitim (Maarif) Bakanı Dr. Reşit Galip (Baydur)’in yanı sıra Ruşen Eşref (Ünaydın), Besim (Atalay), İ. Necmi (Dilmen), Celâl Sahir (Erozan), Ahmet Cevat (Emre), Prof. Ragıp Hulûsi (Özdem), Hâmit Zübeyr (Koşay), Hasan Âli (Yücel) Beyler ve Türk Tarihi Tetkik Cemiyetinden Âfet (İnan) Hanım katıldılar. Toplantıda alınan kararların en önemlisi, tüzüğe göre fahriî başkan konumundaki Millî Eğitim Bakanı Dr. Reşit Galip’in başkanlığı gelecek kurultaya kadar asaleten yürütmesi oldu. Millî Eğitim Bakanlarının TDK Başkanlığını yürütmesi uygulaması öylesine benimsendi ki, tüzük değişikliği yapılarak 1936 (III. Kurultay)'dan itibaren 1951 yılı olağanüstü kurultayına değin devam etti.

         7 Mart 1933: TDTC Genel Merkez Kurulu, Kurum binasında Gazi Mustafa Kemal’in başkanlığında toplandı. Toplantıda Arapça ve Farsça kelimelere karşılık bulunması için bir dil anketi açılmasına karar verildi. 8 Mart gününe de sarkan toplantıya TDTC Başkanı ve Millî Eğitim Bakanı Dr. Reşit Galip (Baydur), Ruşen Eşref (Ünaydın), İ. Necmi (Dilmen), Besim (Atalay), Celâl Sahir (Erozan), Ahmet Cevat (Emre), Prof. Ragıp Hulûsi (Özdem), Hâmit Zübeyr (Koşay), Hasan Âli (Yücel)’in yanı sıra CHP Genel Sekreteri Recep (Peker) ve Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Yusuf Hikmet (Bayur) Beyler de katıldılar. Alınan karar uyarınca dil anketi açılıp birçok Arapça ve Farsça kelimeye Türkçe karşılık bulundu.

        23 Mart 1933: Gazi, TDTC Başkanı ve Millî Eğitim Bakanı Dr. Reşit Galip (Baydur) ve Genel Merkez Kurulundan Besim (Atalay), Ahmet Cevat (Emre), Prof. Ragıp Hulûsi (Özdem), Hasan Âli (Yücel), Naim Hâzım (Onat) ve Hâmit Zübeyr (Koşay) Beyleri Çankaya Köşkü’nde kabul edip görüştüler. Bu görüşmede TDTC’nin çalışmaları ve dil anketi uygulamasının konuşulduğu muhakkaktır. O gün ayrıca, S. Maksudî (Arsal), Hasan Cemil (Çambel), ve Yusuf (Akçura) ile de bir süre görüşmüşlerdir.

         2 Nisan 1933: Çankaya Köşkü’nde gece Gazi Mustafa Kemal’in başkanlığında TDTC Genel Merkez Kurulu ve bazı üyeler toplandılar. Toplantıya; TDTC Başkanı ve Millî Eğitim Bakanı Dr. Reşit Galip (Baydur), Genel Yazman Ruşen Eşref (Ünaydın), Sayman Besim (Atalay), Prof. Ragıp Hulûsi (Özdem), Ahmet Cevat (Emre), Celâl Sahir (Erozan), İ. Necmi (Dilmen), Hâmit Zübeyr (Koşay), Naim Hâzım (Onat), Prof. Yusuf Ziya (Özer), Yusuf (Akçura) ve Sadri Maksudî (Arsal) katıldılar. Bu toplantıda dil anketi çalışmaları üzerinde durulduğunu tahmin ediyoruz.

         27 Temmuz 1933: Genel Yazman Ruşen Eşref (Ünaydın) Bey'in başkanlığında toplanan TDTC Genel Merkez Kurulunun dil anketi değerlendirme toplantısına bir ara Gazi de gelmiş, çalışmaları incelemiş, memnuniyetini bildirerek üyeleri teşvik etmişlerdir.

         17 Ağustos 1933: Yalova’dan İstanbul’a dönen Gazi Mustafa Kemal, Dolmabahçe Sarayı’na gelen TDTC Genel Merkez Kurulu üyeleriyle bir toplantı yaptılar. Bu toplantıyla ilgili Anadolu Ajansının haberi şöyledir:

         “Türk Dili Tetkik Cemiyeti Umumi Merkez Heyeti, bugün Umumi Kâtip (Genel Yazman) Ruşen Eşref (Ünaydın) Bey'in reisliği altında Dolmabahçe Sarayı’nda toplanarak iki celse (oturum) yapmıştır.

         Cemiyetin hami (koruyucu) reisi Gazi Mustafa Kemal, Cemiyetin müzakere etmekte olduğu odayı, yanlarında Muallim Âfet (İnan) Hanım, Meclis Reisi Kâzım (Özalp) Paşa, Hikmet (Bayur, Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri) olduğu hâlde lütfen teşrif ederek uzun zaman toplantıya riyaset (başkanlık) ettiler.”

         Bu toplantıda dil anketine gelen cevaplar üzerinde çalışıldığına şüphe yoktur. Çünkü, aynı konudaki toplantılar, 23 ve 24 Ağustos 1933 günleri de sürdürülmüştür.

         23 Ağustos 1933: TDTC Genel Merkez Kurulu, Genel Yazman Ruşen Eşref (Ünaydın) Bey'in başkanlığında Dolmabahçe Sarayı’nda toplanarak dil anketi çerçevesinde Arapça ve Farsça kelimelere bulunan Türkçe karşılıklar üzerinde çalışmıştır. Gazi’nin bu konuya verdiği önem ve çalışmaları yakından izlemesi dolayısıyla bu toplantının ve devamının Dolmabahçe Sarayı’nda yapıldığı açıktır. Toplantılar; 24, 26 ve 31 Ağustos 1933 günlerinde de sürdürülmüştür. Sarayda, TDTC’nin bir çalışma odası bulunmaktaydı. Toplantıyla ilgili bilgi Anadolu Ajansı kanalıyla kamuoyuna verilmiştir.

         12 Ağustos 1934: TDTC Genel Merkez Kurulu ve II. Kurultay Merkez Bürosu üyeleri Dolmabahçe Sarayı’nda biri sabah, diğeri öğleden sonra iki toplantı yaptılar. Gazi Mustafa Kemal, öğleden sonraki toplantıya başkanlık ettiler. Toplantıda, 18 Ağustos 1934 tarihinde sarayda toplanacak olan II. Türk Dili Kurultayı’nın hazırlıklarını gözden geçirdiler. Toplantıya TBMM Başkanı Kâzım F. (Özalp), Genel Yazman İbrahim Necmi (Dilmen), Sayman Besim (Atalay), Naim Hâzım (Onat), Hasan Âli (Yücel), Ahmet Cevat (Emre), Ali Canip (Yöntem) ve Prof. Dr. Saim Ali (Dilemre) katıldılar.

         18 Ağustos 1934: Kurucu ve Koruyucu Başkan Gazi Mustafa Kemal, Dolmabahçe Sarayı’nda toplanan II. Türk Dili Kurultayı’nı 14.00’te teşrif edip 18.00’e değin çalışmaları izlediler. Millî Eğitim Bakanı Abidin (Özmen) Bey'in açış konuşmasını, Genel Yazman İ. Necmi (Dilmen) Bey'in iki yıllık çalışma raporunu dinleyip, yeni program taslağının müzakerelerini takip ettiler. Ahmet Cevat (Emre) Bey'in tezinin birinci bölümünü dinlediler.

         19 Ağustos 1934: Gazi, öğleden sonra 14.00’te II. Kurultay toplantı salonunu teşrif ederek akşama değin yapılan konuşmaları dinlediler. Ahmet Cevat (Emre), Prof. Dr. Saim Ali (Dilemre), Doç. Ahmet (Caferoğlu) Beylerin tezlerini ilgiyle takip ettiler. Doç. Ahmet (Caferoğlu) “Rus Dilinde İlk Türk Dili Yadigârları” başlıklı tezini sunarken konu dışına çıkan sözler söyleyince Gazi, salonu terk ettiler. Bunun üzerine Kurultay Başkanı TBMM Başkanı Kâzım F. (Özalp), konuşmacının sözünü keserek kendisini kürsüden indirdi.

         20 Ağustos 1934: Gazi, 14.00-18.00 saatleri arasında II. Türk Dili Kurultayı’nda hazır bulunup sunulan tezleri dinlediler. Bugün, Naim Hâzım (Onat), Yusuf Ziya (Özer) Beyler tezlerini sundular.

         21 Ağustos 1934: Gazi, 14.00-18.00 saatleri arasında II. Kurultay çalışmalarını izlediler. Prof. Dr. Reşit Rahmeti (Arat), Tahsin Ömer, Dr. Şevket Aziz (Kansu), Prof. Meşçeninov ve Prof. Dr. W. Friedrich Carl Giese ve Agop Martayan (Dilaçar)’ın tezlerini dinlemişlerdir.

         22 Ağustos 1934: Gazi, 14.00-18.00 saatleri arasında II. Kurultay’da yapılan konuşmaları dinlediler. Bugün; Hakkı Nezihi, Prof. Salih Murat (Uzdilek), Prof. Aleksandr N. Samoiloviç, Harp Akademisi Komutanı Korg. Ali Fuat (Erden) tezlerini sundular.

         23 Ağustos 1934: Gazi, saat 14.00’te II. Kurultay’ın toplandığı salonu teşrif ettiler. Saat 15.30’da Kurultay sona erinceye değin çalışmaları izlediler. Komisyonların sunulan tezler hakkındaki raporlarını dinlediler.

         26 Eylül 1934: Gazi Mustafa Kemal, yanında Başbakan İsmet (İnönü) Bey olduğu hâlde saat 17.30’da Ankara Halkevi’ni teşrif edip locasından TDTC’ce düzenlenen II. Dil Bayramı toplantısını izleyip saat 19.30’da Çankaya Köşkü’ne döndüler. Aynı gün; TDTC Başkanı ve Millî Eğitim Bakanı Abidin (Özmen) ve TDTC üyelerinden Besim (Atalay), Naim Hâzım (Onat) ve Velet Çelebi (İzbudak) Beylerle görüştüler.

         31 Ocak 1935: Atatürk, akşamüstü TDTC yönetici ve üyelerinden bir grupla Dolmabahçe Sarayı’nda bir toplantı yaptılar. Basına yansımayan bu toplantıya kimlerin katıldığı ve hangi konuların görüşüldüğü bilinmiyor. Ancak, TDTC çalışmalarıyla o günlerin güncel konusu Arapça ve Farsça kelimelere Türkçe karşılıklar bulunması üzerinde durulduğu söylenebilir.
 
http://www.tdk.gov.tr/TR/BelgeGoster.aspx?F6E10F8892433CFFAAF6AA849816B2EFB856E08843ECBADB

Başlık: Ynt: TÜRK DİL KURUMU, TÜRKÇE VE ATATÜRK.
Gönderen: Üçoklu Börü Kam - 26 Eylül 2007
         15 Nisan 1935: Atatürk, 14 Nisan gecesinden başlayarak uyumaksızın Çankaya Köşkü’nde dil bilginleriyle birlikte Türkçeyle ilgili incelemeler yaptılar. Bu çalışmaya TDTC Genel Merkez Yönetici ve Kol Başkanlarından İbrahim Necmi Dilmen (Genel Yazman) Naim Hâzım Onat, Ahmet Cevat Emre, Hasan Âli Yücel, İsmail Müştak Mayakon ve Üye Reşat Nuri Güntekin katıldılar.

         12 Temmuz 1935: Atatürk, TDTC’nin kuruluşunun 3. yıl dönümü dolayısıyla Genel Yazman İ. Necmi Dilmen’in saygı ve teşekkürlerini bildiren telgrafını cevaplandırdılar. Çektikleri telgrafın başında “Türk Dili Araştırma Kurumu Genel Sekreterliğine”, hitabı bulunmaktadır. Telgrafta; “Kurumun üç yıl içinde büyük işler yaptığı, Kurum çalışanlarının bununla övünmeleri gerektiği” belirtilerek başarılar dilenmektedir.

         26 Eylül 1935: Atatürk, 3. Dil Bayramı dolayısıyla TDTC’nin çektiği telgrafı cevaplandırdılar. “TDK’nin verimli çalışmasını sevinçle andığını belirterek Dil Bayramı'nı kutladığını” bildirdiler. Tamim Telgraf ve Beyannameler, kitabında telgraf tarihi yanlış olarak 21 Eylül yazılmıştır. III. Kurultay'dan önce TDK adı kullanılmaya başlamıştır.

         1 Kasım 1935: Atatürk, TBMM yasama yılını açış konuşmasında Türk Tarihi ve Türk Dili Tetkik Cemiyetlerinin çalışmalarından; “Türk tarih ve dil çalışmaları büyük inanla beklenilen ışıklı verimlerini şimdiden göstermektedir” diye söz etmişlerdir.

         25 Kasım 1935: Atatürk, Cenevre'de bulunan Afet İnan'a yazdığı mektuba, Çankaya'daki sofrasında "dil dersleri" sırasında çekilmiş bir fotoğrafı, 25.XI.1935 tarihini atarak imzalayıp göndermişlerdir.

         12 Ocak 1936: Atatürk, saat 17.00’de Çankaya Köşkü’nde DTCF öğretim üyeleriyle TTK ve TDTC üyelerine bir çay verdiler. Aynı gün, ayrıca TDTC Başkanı ve Kültür (Millî Eğitim) Bakanı Saffet Arıkan, TDTC Genel Yazmanı İ. Necmi Dilmen’le dilci ve edebiyatçılardan Prof. Fuat Köprülü, Prof. Yusuf Ziya Özer, İhsan Sungu, Abdülkadir İnan ve İsmail Müştak Mayakon’u da kabul edip görüştüler.

         22 Ağustos 1936: Atatürk, Dolmabahçe Sarayı'nda Türk Tarih Kurumunun III. Türk Dil Kurultayı dolayısıyla verdiği çayda, dil bilginlerine şu sözü söylemişlerdir: "Dünya dil âlimlerinin Türk âlimleriyle beraber çalışmaları, dil ilminin şimdiye kadar halledemediği birçok güçlüklerin hallini kolaylaştıracaktır."

         24 Ağustos 1936: Atatürk, Dolmabahçe Sarayı’nda toplanan III. Türk Dili Kurultayı’nın açılış törenini şereflendirdiler. Açılış oturumunda bir konuşma yapan Türk Tarih Kurumu Asbaşkanı Âfet (İnan), Atatürk’ten naklen şunları söyledi: “Türk Tarih Kurumu, Türk Dil Kurumunun kendinden ayrılmaz eşidir. Bu iki kurum, birlikte yükselmesi, birbirini tamamlaması icabeden iki aydın abidedir.” Atatürk, açış konuşmalarını, TDK çalışma raporunu ve Prof. Yusuf Ziya Özer’in tezini dinlediler. Kurultay’ın o günkü çalışması 17.30’da sona erdi. III. Kurultay’da ağırlıklı olarak Güneş Dil Teorisi ele alındı.

         25 Ağustos 1936: Atatürk, saat 14.00-18.00 arasında III. Türk Dili Kurultayı’nın çalışmalarını izlediler. İbrahim Necmi Dilmen ve Vecihe Kılıçoğlu (Hatipoğlu)’nun tezlerini dinlediler. Aynı gün TDTC Başkanı ve Kültür (Millî Eğitim) Bakanı Saffet Arıkan’ı da kabul edip bir süre görüştüler. Bu kabulde Kurultay çalışmaları üzerinde de durulduğunu söyleyebiliriz.

         26 Ağustos 1936: Atatürk, saat 14.00-18.00 arasında III. Türk Dili Kurultayı’na zaman ayırarak Hasan Reşit Tankut ve Sabahat Türkân’ın tezlerini dinlediler.

         27 Ağustos 1936: Atatürk, saat 14.00-18.00 arasında III. Kurultay çalışmalarını izlediler. Naim Hâzım Onat, Ahmet Cevat Emre, Prof. Abdülkadir İnan ve İsmail Müştak Mayakon’un tezlerini dinlediler. O gün, ayrıca TDTC Başkanı ve Kültür (Millî Eğitim) Bakanı Saffet Arıkan, Prof. Dr. Saim Ali Dilemre, Hasan Reşit Tankut, Ahmet Cevat Emre ve İ. Müştak Mayakon’la da görüştüler. Bu görüşmelerde Kurultay’da ileri sürülen görüşlerin değerlendirildiğinden şüphe yoktur.

         28 Ağustos 1936: Atatürk, bugün de saat 14.00-18.00 arasında III. Kurultay çalışmalarını izlediler. Agop Dilaçar, Dr. Mehmet Ali Ağakay ve İ. Hâmi Danişment’in tezlerini dinlediler.

         29 Ağustos 1936: Atatürk, saat 14.00-18.00 arasında III. Kurultay çalışmalarını izlediler. Yabancı dil bilginlerinin (Prof. Anagnastopulos, Prof. J. Deny, Prof. Dr. W. F. C. Giese, Dr. Miatef, Prof. Dr. M. Hilaire Barenton, Prof. Sir Denisson Ross, Prof. Bartalini, Prof. Okubo, Prof. Dr. A. Zajaczkowski, Prof. A. N. Samoiloviç ve Dr. Herman F. Kvergic) konuşmalarını dinlediler. Aynı gün, dil bilginlerinden Prof. Fuat Köprülü, Ahmet Cevat Emre, Abdülkadir İnan, Ruşen Eşref Ünaydın, Prof. Yusuf Ziya Özer’le bir süre görüştüler.

         5 Eylül 1936: Atatürk, öğleden sonra Dolmabahçe Sarayı’nda TDK yöneticilerinden İbrahim Necmi Dilmen, Hasan Reşit Tankut, Ahmet Cevat Emre ve Dr. Mehmet Ali Ağakay’la bir süre çalıştılar. Bu toplantıda Atatürk’ün TDK’de görevlendirdiği ve soyadını bizzat verdiği Agop Dilaçar (Martayan) ve Avusturyalı dilci Dr. Herman Kvergic de bulundu. Toplantıda, Kurultay’ın değerlendirildiği, yeni dönemde yapılacak çalışmalar üzerinde durulduğundan şüphe yoktur.

         13 Eylül 1936: Atatürk, saat 16.30’da Florya Deniz Köşkü’nden Dolmabahçe Sarayı’na gelerek TDK’nin toplantısına başkanlık ettiler. Bu toplantı, III. Kurultay’da seçilen yeni Genel Merkez Kurulu üyeleriyle yapılmış olmalıdır. Basına herhangi bir bilgi yansımamıştır. Kurucu ve Koruyucu Başkan, aynı gün TDK Genel Yazmanı İ. Necmi Dilmen ve dil bilginlerinden Dr. Mehmet Ali Ağakay ve Agop Dilaçar’la da görüşmüşlerdir.

         28 Eylül 1936: Atatürk, 4. Dil Bayramı dolayısıyla halktan ve çeşitli kuruluşlardan gelen telgraflara Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği vasıtasıyla ve Anadolu Ajansı kanalıyla teşekkür etmişlerdir.

         29 Eylül 1936: Atatürk, 4. Dil Bayramı dolayısıyla TDK Genel Yazmanı İ. Necmi Dilmen’in telgrafını cevaplandırmış; teşekkür ederek TDK’nin Dil Bayramı’nı kutlamış ve çalışmalarında başarılar dilemişlerdir.

         19 Ekim 1936: Atatürk, öğleden sonra 15.50’de TDK’nin Ankara Ulus semtindeki binasına gelmiş, bir saat kadar yöneticilerle görüşmüşlerdir. Ata’nın yanında Bilecik Milletvekili Salih Bozok da bulunmaktaydı. Genel Yazman İbrahim Necmi Dilmen, üyelerden Hasan Reşit Tankut, Uzman Abdülkadir İnan ve Avusturyalı dil bilgini Dr. Herman F. Kvergic tarafından karşılanmışlardır. Gazetelere göre bu görüşmeden sonra Köşk’e, Nöbet Defteri’ne göre de Orman Çiftliği’ne gitmişlerdir. O gün, ayrıca TDK yönetici ve üyelerinden İbrahim Necmi Dilmen (Genel Yazman), Ahmet Cevat Emre, Hasan Reşit Tankut ve İsmail Müştak Mayakon’u Çankaya Köşkü’nde kabul ederek görüşmüşlerdir.

         1 Kasım 1936: Atatürk, TBMM yeni yasama yılını açış konuşmasında Türk Tarih ve Dil Kurumlarının çalışmalarından övgüyle söz etmiş, “bu kurumların az zaman içinde ulusal akademiler hâlini almasını” temenni ettiğini söylemişlerdir.

         1936-1937 kış ayları: Atatürk, bir geometri kitabı yazarak geometri terimlerine Türkçe karşılıklar bulmuşlardır. Bu terimler, okul kitaplarına girmiştir.

         12 Mart 1937: Atatürk, saat 16.30’da TDK’nin Ankara Ulus semtindeki binasına gelerek saat 23.00’e değin Terim Kolu üyeleriyle çalıştılar. Daha sonra bazı Terim Kolu üyeleriyle birlikte Çankaya Köşkü’ne dönüp yemekte de tartışmalarını sürdürdüler. Atatürk’ün Nöbet Defteri’ne göre; o gece Köşk’e gelenler Hasan Reşit Tankut, Dr. Mehmet Ali Ağakay, Naim Hâzım Onat, Abdülkadir İnan ve İsmail Müştak Mayakon’du.

         31 Mart 1937:  Atatürk, Çankaya Köşkü'nde sinüs ve kosinüs terimlerinin gelişimini söğüt çubuklarıyla TDK yöneticilerine açıklamışlar, bu açıklamanın bir anı olmak üzere bronz levha dökümü yapılmıştır. Bu bronz levha, TDK Kitaplığında sergilenmektedir.

         27 Eylül 1937: Atatürk, 5. Dil Bayramı dolayısıyla TDK Genel Yazmanı İbrahim Necmi Dilmen’in kendisine çektiği tebrik ve şükran telgrafını cevaplandırarak; “TDK’nin hakkındaki duygularından çok mütehassis olduğunu belirterek kurumun değerli çalışmalarında başarılarının devamını” dilemişlerdir. Telgraf tarihi, Atatürk’ün Tamim Telgraf ve Beyannameleri’nde 29 Eylül olarak gözükmekteyse de Türk Dili Bülteni’nin 23-26. sayfalarındaki özgün yayımında 27 Eylül’dür.

         1 Kasım 1937: Atatürk, TBMM yeni yasama yılını açış konuşmasında, Türk Tarih ve Dil Kurumlarının çalışmalarını övmüş; “bu kurumların değerli ve önemli birer bilim kurumu durumuna geldiğini” söylemişlerdir.

         13 Temmuz 1938: Atatürk, TDK'nin altıncı kuruluş yıl dönümü dolayısıyla TDK Genel Sekreteri İbrahim Necmi Dilmen'in telgrafını cevaplandırmışlardır.

         5 Eylül 1938: Atatürk, durumunun ağırlaşması üzerine vasiyetini yazmışlardır. Vasiyetinin 6. maddesinde Türkiye İş Bankasındaki hisselerinin gelirinden her yıl Türk Tarih ve Dil Kurumlarına eşit miktarlarda pay tahsis etmişlerdir. Vasiyet, 6 Eylül 1938 günü İstanbul 6. Noterine teslim edilmiş, Atatürk’ün vefatı üzerine 28 Kasım 1938 günü açılmıştır.

         26 Eylül 1938: Atatürk, 6. Dil Bayramı dolayısıyla TDK Genel Sekreteri İbrahim Necmi Dilmen'in radyoda yaptığı konuşmayı dinleyerek takdirlerini İstanbul Radyosu kanalıyla bildirmişlerdir.

         27 Eylül 1938: Atatürk, 6. Dil Bayramı dolayısıyla TDK Genel Yazmanı İbrahim Dilmen’in çektiği telgrafı cevaplandırmış; “kendisine karşı gösterilen temiz duygulardan çok mütehassis olduğunu belirterek Kurumun verimli çalışmalarında sürekli başarılar dilemişlerdir.”

         Aynı gün Dil Bayramı dolayısıyla yurdun her tarafından kendisine gönderilen kutlama telgraflarına, Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliğinin hazırladığı teşekkür cevabı Anadolu Ajansı aracılığıyla kamuoyuna duyurulmuştur.

         1 Kasım 1938: Atatürk, Başbakan Mahmut Celâl Bayar’a okutturduğu TBMM yeni yasama yılını açış konuşmasında Türk Tarih ve Dil Kurumlarının çalışmalarından övgüyle söz etmişlerdir.

http://www.tdk.gov.tr/TR/BelgeGoster.aspx?F6E10F8892433CFFAAF6AA849816B2EFB856E08843ECBADB

Başlık: Ynt: TÜRK DİL KURUMU, TÜRKÇE VE ATATÜRK.
Gönderen: tungatonyukuk - 26 Eylül 2007
Bu Çok Değerli Bilgileri arşivleri bizimle, paylaştığınız İçin teşekkür ederim..
Başlık: Ynt: TÜRK DİL KURUMU, TÜRKÇE VE ATATÜRK.
Gönderen: Üçoklu Börü Kam - 27 Eylül 2007
Türk Dil Kurumunun  sözlükleri, hepimizin sık kullanılanlar bölümünde kayıtlı olması gereken, Türkçenin en kıymetli hazineleridir.

TTK.



1-Güncel Türkçe Sözlük  : Türkçenin en güvenilir, en gelişmiş ve en güncel sözlüğü, 1945’ten beri yayımlanan Türk Dil Kurumu Türkçe Sözlük’ünün Genel Ağ'daki sürümüdür. Türkçe Sözlük dilimizde yaşanan gelişmelere bağlı olarak sürekli güncellenmektedir. Şu anda sözlükte 104.481 anlam bulunmaktadır.

http://tdk.org.tr/TR/SozBul.aspx?F6E10F8892433CFFAAF6AA849816B2EF05A79F75456518CA

Güncel Türkçe Sözlükte ayrıntılı arama :
 
http://tdk.org.tr/TR/SozBulAyrintili.aspx?F6E10F8892433CFFAAF6AA849816B2EF31C7A21930E7131C

2-Kişi Adları Sözlüğü : Kişi Adları Sözlüğü erkek ve kız adlarının çeşitli kaynaklardan taranmasıyla hazırlanmış bir sözlüktür. Sözlükte 3612 kız, 7230 erkek olmak üzere toplam 10842 kişi adı bulunmaktadır. Kişi Adları Sözlüğü, şu anda deneme amaçlı olarak kullanımdadır.

http://tdk.org.tr/TR/AdArama.aspx?F6E10F8892433CFFAAF6AA849816B2EF0BF5B4755D05B9EB

3-Yazım Kılavuzu
         
http://tdk.org.tr/TR/BelgeGoster.aspx?F6E10F8892433CFFAAF6AA849816B2EF9DAC10DE3DF29AC6

Yazım Kılavuzu'nda Söz Arama

http://tdk.org.tr/TR/YazimKilavuzu.aspx?F6E10F8892433CFFAAF6AA849816B2EF20FF3F96B01BD67B

4-Terimler Sözlüğü   http://sozluk.yildiz.edu.tr/


5-Bilim ve Sanat Terimleri Ana Sözlüğü   http://tdkterim.gov.tr/


6-Türk Lehçeleri Sözlüğü http://www.tdk.org.tr/lehceler/  (Bu sözlüğü her Türkçü incelemelidir.)
Bu sözlük; Türk Dünyasında Ortak Türkçenin oluşturulması için, çok önemli bir girişim ve kaynaktır.


7-Türkçede Batı Kökenli Kelimeler Sözlüğü  http://tdkterim.gov.tr/bati/
     
Başlık: Ynt: TÜRK DİL KURUMU, TÜRKÇE VE ATATÜRK.
Gönderen: Üçoklu Börü Kam - 29 Eylül 2007
Dilin ne denli önemli bir unsur olduğunu en iyi bilenlerin başında, şüphesiz ki, Başbuğ Atatürk geliyordu.

Başbuğ Atatürk'ün hemen hemen en çok vakit ayırıp, destekleyerek, üzerinde durduğu kurumların birisi; Türk Tarih Kurumu, diğeri ise Türk Dil Kurumudur.

Türklüğün Başbuğlar kadrosu içerisinde; Türklük bilinci en yüksek kişilerin başında gelen son Başbuğ Atatürk:

"Dilimiz çok zengindir, güzeldir. Bunu ortaya çıkaracaklar, sizin gibi duygusu derin, yorulmaz Türk gençleridir. Türkçemizi günün en ileri bilgi dili yapmak, değerli araştırmanızdan beklenir. Sizlere uğurlar dilerim.”

sözleriyle; Türk istiklal, istikbal ve cumhuriyetini emanet ettiği Türk Gençliğine, aynı görev bilinci ve büyüklüğüyle, Türk Dilini geliştirme ve yüceltme görevini de vermiştir.

Türk Dilini geliştirip, yüceltmek; Türk Dili demek, Türklük demektir bilinciyle; Türk Milliyetçilerinin, Türkçülerin ve Türk Soycularının asli görevlerindendir.

TTK.
Başlık: Türkçe üzerine makale
Gönderen: kızıltamu - 02 Aralık 2007
TÜRK(ÇE) YAŞAMAK




Selahattin Şimşek “ Çocuklarımızın ayaklarına batacak dikenler ya ektiklerimiz, ya da sökmediklerimizdir.” Diyor.
Milletleri millet yapan en önemli öğelerden biridir dil. Kuşaklar arasında kültür akışındaki sadelik ve serilik, geçmişi geleceğe taşımadaki güzellik ancak kullanılan ortak dil sayesindedir.
Dünya coğrafyasında varlığını devam ettirmeyi başaran milletler bu ortak değerler sayesinde ayakta kalmayı başarmışlardır. Yaşanılmış sıcak savaşlar sonrasında varlığını sürdürme gayreti içinde olan büyük devletler savaş meydanlarını değiştirerek savaşları kültür cephesine, ekonomi cephesine çekmişlerdir. Günümüz dünyasında bir milleti yok edebilmenin yolu yeni yetişen nesillerin kendi öz değerlerine düşman yetiştirilmeleriyle mümkün görülmektedir. Bunun da en iyi yolu ortak değer olan dilin yozlaştırılarak yok edilmesidir.
Yabancı dille eğitim olarak ortaya çıkan bu yozlaşma zaman içerisinde hayatımızın her noktasında kendini göstermeye başlamış ve önlenmesi zor bir döneme girilmiştir.
Batılılaşmanın, batı kültüründe erimek olduğunu zanneden bir nesil yetiştirilmeye başlanılmıştır. Dedenin torunuyla olan anlaşmazlığı bugün babanın çocuklarıyla anlaşmazlığı noktasına gelmiştir.
Televizyonlarda seyrettiğimiz reklâmlardan tutun da yerli ve yabancı çok sayıda diziye kadar hemen hepsi bilerek ya da bilmeyerek bu savaşta taraf olmaktadır. Konuşulan dil, yazılan dile ters düşerken seyrettiğimiz çoğu reklâmlarda yabancı marka adı kullanmak ticari bir başarı olarak algılanmaya başlamıştır. Yerli dizilerde erkek arkadaşın adı boy friend, kız arkadaşın adı gril friend olurken aynı iş yerinde getir götür işine bakan personelin adı ofis boy oluyor. Program yapan yapımcı yaptığına kendi adını verirken Süleyman’s diye modern olmaya çalışıyor.
Artık MODA CENTERlerde giyiniyor, bulvarlarda geziniyoruz. Günlük alışverişlerimizi süpermarketlerde yapıyor, yorgunluğumuzu cafelerde atmaya çalışıyoruz. Şarküterilerden aldığımız Marllboro sigaralarımızla Çin malı kupalar dolusu ekspressolarımızın dumanını karıştırıyoruz..
O güzelim Adana kebabını KEBAP’S olarak sunarken neleri kaybettiğimizi düşünmüyoruz. Çocuklarımızın isimleri bile değişti. Hâlbuki bir ülkenin tapu kayıtları mezar taşları değil mi? Bütün bu yozlaşma arasında değişen dilimizle, değişen isimlerimizle kimliğimizi koruyabilmek mümkün mü?
Bu noktaya gelindiğinde bir sorumlu aramak gerekmez mi?
Genelden yerele herkes bu konuda sorumlu değil mi?
Bir yerlerden başlanması gerekiyor. Zaman hep aleyhimize işlerken beklemek kazanmak değil hep kaybetmek olacaktır. Bir düşünür “tehlikenin geldiğini görenler iki kere çile çekerler.” Diyor. Bu kadar rahat, bu kadar umarsız kalındığına göre tehlikenin geldiğini gören yok mu?
“Ne yapalım, gücümüz yetmiyor.” Sözü sadece olaylardan kaçmak anlamına gelir. Bu konuda küçücük bir endişesi olanların en azından çevresine, gelen tehlikeyi anlatması, kendince bir mücadele başlatması gerekmez mi?
“Ayrılık uzaklara gitmek değil, içini dökmekten vazgeçmektir” diyordu bir şair.
Ben Türkçe konuşmak, Türkçe yaşamak, Türkçe düşünmek ve Türkçe ölmek istiyorum.
Ben torunumla değil, öncelikle çocuklarımla aynı dili paylaşmak istiyorum.
Ya siz?

Mehmet TAŞ / Elbistan
Başlık: Ynt: Türkçe üzerine makale
Gönderen: TÜRK-KAN - 02 Aralık 2007
Türkçe = Zekâ - Dr. Nazlı Rânâ GÜREL

“Türk Dili, dillerin en zenginlerindendir; yeter ki bu dil şuurla işlensin. Ülkesini, yüksek istiklâlini korumasını bilen Türk milleti, dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır. M. Kemâl Atatürk”

Türkçe, son yıllarda dünyada üzerinde en çok araştırma yapılan dillerden bir tanesidir. Türkçenin gramer yapısının mantığa uygunluğu, dilin ezber metodu ile değil, mantık yürütülerek öğrenilmesi bilim adamlarını Türkçenin mükemmelliği konusunda hayrete düşürmektedir.

Amerika’da, Viskansın Üniversitesinde görev yapan Prof. Dr. Kemal Karpat Amerika’da dil bilim ile ilgili bölümü bulunan bütün üniversitelerde Türkçeye büyük önem verildiğini, gramatikal yapısının büyük bir hayret ve beğeni ile incelendiğini ve bir dilin nasıl bu kadar sağlam bir mantığa, mükemmeliyete sahip olabileceği düşüncesinin Türklere ve Türkçeye karşı bir hayranlık (yanı sıra kıskançlık) uyandırdığını belirtiyor.

Bu ilgi ve hayranlık yalnızca Amerika’ya mahsus değil. Avrupa’da da Türkçe husûsunda ciddi çalışmalar var. Geçmiş yıllarda üç yaşına kadar olan çocuklar üzerinde yapılan bir araştırmada Ana dili Türkçe olan çocuklarda, bu yaş grubunda diğer milletlerin çocuklarına göre zekâ seviyesi, kavrayış kabiliyeti olarak daha önde oldukları tesbit edilmişti. Çocuğun gelişiminde ilk üç yaşın önemi, çocuğun hayatı boyunca kat edeceği mesafenin önemli bir kısmını bu dönemde aldığı göz önünde bulundurulduğu zaman bu durumun hakikaten bir avantaj olduğunu düşünebiliriz.

Bu çocuklarının annelerinin genellikle kültür seviyesinin düşük olması, okuma alışkanlığının olmaması ise çocukların üç yaşına kadar elde ettikleri ilerleme hızını ileriki yıllarda gösterememesine sebep olan etkenler. Daha sonra yapılan çalışmalarda Türk çocuklarının zekâ açısından ilk yıllarda kat ettikleri mesafede en önemli faktörün dil olduğu kanaatine varılıyor.
İnternational Association for he Study of Child Language (Uluslar arası Çocuk Dili Araştırmaları Derneği) adlı kuruluşun Almanya’nın başkenti Berlin’de yapılan onuncu kongresinde, Türk çocuklarının 2, en geç 3 yaşına kadar kendi dillerini dil bilgisi kurallarını da yerli yerinde kullanarak mükemmel biçimde kullandıklarını ispatlıyor. Bu kabiliyet Alman çocuklarında 5, Araplarda 12 yaşına kadar uzayabiliyor.

Dil bilimi profesörü Klan Delius, Türk dilinin kolay öğrenildiğini belirterek, “Türkçenin şahıs ve zaman belirleyen ekleri düzenli. Lego taşlarının yan yana dizilmesi gibi tespitini yapıyor. Yine ilim adamlarının ulaştığı bir diğer sonuç; Türkçenin ezberlenerek değil mantık ve muhakeme yoluyla öğrenilen bir dil olmasından dolayı Türk çocuklarında günlük hayatta gerekli pratik zekâ ve muhakeme kazanımı da diğerlerine oranla daha önde.
Ve bu araştırma sonuçları Avrupa ülkelerinde Türklerle evli Avrupalı annelerde çocuğuna Türkçe öğretme ve evde Türkçe kullanma isteğini teşvik ediyor. Bu istek ve gayreti ile anne bir avantaj daha elde ediyor. Çünkü, kurallı bir dil olan Türkçe şuurlu ve iyi öğrenildiği takdirde diğer dilleri de daha kolay ve kısa zamanda öğrenme yeteneğini kazandırıyor.
Bizler hiçbir mantıklı izahı olmayan tuhaf bir kompleksle başka dil ve kültürlerin kucağına balıklama atlayıp kendimizi kaybederken bizde mevcut değerleri bir gün başka ellerde görürsek hiç şaşırmamalı. Yarının Türkiye’sini İngilizce, Almanca vs. Batı dillerini konuşan Türkler buna mukabil Avrupa’yı Türkçe konuşan Avrupalılar doldurabilir. Türklerle ilgili en detaylı araştırmalar Batı’da yapılıyor, bizim değerlerimizi onlar keşfedip dünya kamuoyunun gündemine sunuyorlar.

Ne kadar farkındayız bilmem ama Türkçeyi kullanan kişiler olarak çocuklarımız doğuştan şanslı, dilimizin kurallarını daha iyi öğrenerek, uydurukça vb. bir takım şahısların kendi keyfî yönlendirmelerine kapılmayarak; kazanılmış müşterek anlaşma vasıtamız olan kelimeleri feda etmeyerek; okuyarak bilgi ve kültürümüzü genişleterek doğuştan gelen bu avantajları kat be kat artırmak bizim elimizde.

Çocuklarımız gayret ve fedakârlığın her türlüsüne değmez mi?...


http://www.turkcedunya.com/turkce_zeka
Başlık: Ynt: Türkçe üzerine makale
Gönderen: ÇEPNİ FİRUZ - 02 Aralık 2007
BİR KARAMANOĞLU MEHMET BEY ÇIKMASA…
730. Türk Dil Bayramı dolayısıyla 3 Mayıs'ta İstanbul, 7 Mayıs'ta Ankara, 13 Mayıs'ta Karaman'da düzenlenen etkinlikler, 13 Mayıs’ta Karaman’daki resmi kutlama töreni ile sona erecek.

Karaman’ı Türk Dili açısından önemli kılan Anadolu Selçuklu Devleti veya "Rum Sultanlığı" vezirlerinden Karamanoğlu Mehmet Bey…

O, Türk milletinin ve Türk dilinin kaderinde çok önemli rol oynayan şahıslardan birisi.
Bir diğer isim de Kaşgarlı Mahmud. Kaşgarlı Mahmud, İslâmiyet’in ortaya çıkışı ve yayılması ile birlikte kendi milletini tanıdığı ve zaaflarını bildiği için Divanü Lûgati’t Türk adlı eseri meydana getiriyor.

O düşünüyor ki Türklerin hayatında dinin vazgeçilmez bir yeri vardır. İslâmiyet’i kabul ederken Arapçayı da birlikte alan Türkler zamanla Araplaşıp gidebilirler. (Hıristiyanlığın Ortodoks mezhebini kabul ettikten sonra Slavcayı resmi dil olarak benimseyen ve Slavlaşan, bu gün Bulgar olarak adlandırdığımız On Ogurlar bunun yalnızca en yakın bir örneği…) Bu düşüncelerle, Türkçenin üstün vasıflara sahip, zengin bir dil olduğunu, Türklerin arasına İslâm’ı tebliğ için gönderilecek Arapların vazifelerini yapabilmek için Türkçeyi öğrenmek zorunda olduklarını belirterek eserini bu sebeple yazdığını ifade ediyor. Devrinin güvenilir kaynaklarından bir de hadis naklediyor ki Türkçe açısından çok önemli: “Türklerin dilini öğreniniz, çünki onların uzun sürecek hâkimiyetleri olacaktır.”

Türkler, İslâm’ı Araplarla Türkler arasındaki bölgelerde yaşayan Farslar aracılığı ile de tanıyıp öğreniyorlar. Ve bu arada Farsça da Türkler arasında hızla yayılıyor. 13. yüzyıl ortalarında Anadolu Selçukluları, resmî dil olarak Farsçayı kabul ediyorlar. Halk Türkçeyi kullanmağa devam ediyor. Millet olarak kalmakta dilin öneminin şuurunda olan Mehmet Bey, vezirliği sırasında Türkçeyi resmi dil ilan ettiğini bildiren bir ferman yayınlıyor (1277). Bu fermanda "bu günden sonra divanda, dergâhta ve bargâhta, mecliste ve meydanda Türkçeden başka bir dil kullanılmayacaktır" diyerek Anadolu’da Türkçenin kaderinde önemli bir değişikliğe yol açan gelişmelere imza atmış oluyor.
                                                                                                                      Dr. Nazlı Rana
Başlık: Ynt: TÜRK DİL KURUMU, TÜRKÇE VE ATATÜRK.
Gönderen: Çağrıbey - 02 Aralık 2007
ATATÜRK, TÜRK DİLİ ve Günümüz Kültür Emperyalizmi    
   
 Dr. Ahmet SALTIK - Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi 

 “Tarih kralların, generallerin çiftliği değil, ulusların tarlasıdır. Her ulus geçmişte bu tarlaya ne ektiyse, onu biçer.”
François-Marie Voltaire (1694-1778)

Giriş                                                      :

Yazımıza, Yüce Atatürk’ün Prof. Afetinan’a not ettirdiklerinden bir alıntı ile başlayalım :

“Türk milletinin dili Türkçedir. Türk dili dünyada en güzel, en zengin ve en kolay olabilecek bir dildir. Onun için her Türk, dilini çok sever ve onu yükseltmek için çalışır. Bir de Türk dili Türk milleti için kutsal bir hazinedir. Çünkü Türk milleti geçirdiği nihayetsiz felâketler içinde ahlâkını, an’anelerini, hâtıralarını, menfaatlerini, kısacası bugün kendi milliyetini yapan her şeyin dili sayesinde muhafaza olunduğunu görüyor. Türk dili, Türk milletinin kalbidir, zihnidir.”
(Afetinan, Türk Dili Degisi, Sayı : 182, 1966 syf. 90, 1931)

Bağımsızlık ruhunun temelinde kimlik bilinci, kişilik, onur (haysiyet) duygusu ve özgüven yatar. “Özgürlük ve Bağımsızlık benim karakterimdir.” diyen Atatürk, onun için halkımızın kimlik, kişilik, onur, ve özgüveni üzerinde durmuştur. Kafalar, gönüller bağımsız olmadan, ülkenin ne ekonomisi, ne savunması, ne de dış siyasası bağımsız olabilirdi.

Atatürk “Türk Kimliğini” Türkçe ile tanımlamıştır. Onun için de Atatürk’ün Kurtuluş Savaşı’ndan sonraki temel davası Türkçe’yi, dolayısıyla Türk kültür ve kimliğini yabancı boyunduruklardan korumak, bunun için de eğitimi her düzeyde Türkçe ile yapmak, halkın yabancı dille, yabancı misyoner türü eğitime özenmesini önleyecek önlemler almak olmuştur.   

Bakınız Yüce Atatürk bu konularda neler diyor :

“Türk demek Türkçe demektir.”

“Millî his ile dil arasındaki bağ çok kuvvetlidir. Dilin millî ve zengin olması, millî hissin gelişmesinde başlıca müessirdir. Türk dili, dillerin en zenginlerindendir, yeter ki bu dil şuurla işlensin. Ülkelerini, yüksek istiklâlini korumasını bilen Türk milleti, dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır.” Ve tabii korumalıdır..

“Kat’î olarak bilinmelidir ki Türk milletinin millî dili ve millî benliği bütün hayatında hâkim ve esas olacaktır.” Elbette “bütün hayat”tan kasıt siyaset, hukuk, teknik, bilim, eğitim, sanat, tıp, kültür ve edebiyattır; yaşamın her yüzü..

“Batı dillerinden hiçbirinden aşağı olmamak üzere, onlardaki kavramları anlatacak keskinliği, açıklığı haiz Türk bilim dili terimleri tesbit edilecektir.”

“Ulusal bilincin ayakta kalabilmesi ve uyanık bulunması için, dil ve tarih uğrunda çalışmak zorundayız.”

“Milliyetin çok belirgin niteliklerinden biri dildir. ‘Türk milletindenim’ diyen insan, her şeyden önce ve mutlaka Türkçe konuşmalıdır. Türkçe konuşmayan bir insan Türk kültürüne, topluluğuna bağlılığını iddia ederse buna inanmak doğru olmaz.”   

İlginç ve düşündürücü bir örnek ve karşılaştırma :

İngilizce’de “bye bye” tekerlemesindeki 2 “harf kümesi”, -“harf kümesi” diyoruz çünkü anlam yükü olan sözcükler değildir- insanlar birbirinden ayrılırken kullanılan, bu dilin evrim sürecinde henüz anlam yüklen(e)memiş ilkel “ses çıkarma” eylemidir. Oysa Türkçe’de “hoşça kalın”, “esen kalın” öyle midir? Ne denli hoş anlam yüklüdürler.. Dilsel evrimlerini tamamlayarak anlam yüklenen seslerdir?!..

O halde nedir bu özensiz, hatta sorumsuz davranış? Neden güzelim Türkçe’mizi katlediyoruz?

Özenti midir, birbirine “entellik” taslamak mıdır? Bu denli bilisizlik, hatta aymazlık olabilir mi?

“Start almak”... nereye koyacağız? Neden “başlamak”, “başlatmak”, “yol vermek”, “ön vermek”.. kullanılmaz..

Topluma yol göstermek, öncü ve önder olmak gereklidir..

Basın çalışanları, radyo-TV’ciler, politikacılar ciddi yükümlükle karşı karşıyadırlar.

Hatta kimi yaptırımcı düzenlemeler bile gerekebilir..

Atatürk doğrudan kendisi bu dava uğruna çalıştı                       :

“Türkiye Devletinin resmî dili Türkçedir.. dediğimiz zaman, bunu herkes anlar. Hükûmetle resmî muamelelerde, Türk dilinin geçerli olması lüzumunu herkes tabiî bulur.” (Söylev II, syf. 714-717, 1927)

Bugün askerlikte olsun, matematikte olsun kullandığımız birçok terimleri Türkçe’nin derinliklerinden çıkarıp bize armağan etmiştir. TDK’nın açıldığı 1932’den bu yana 74 yıldır bu konuda çok ilerleme kaydedilmiş, her yeni bilimsel kavram tam Türkçesiyle dile getirilebilir konuma gelinmişken ne hikmetse, şimdi kimi iç ve dış çevreler bu çok olumlu gelişmeyi ve hatta Türkçe’yi hızla yok etmeğe uğraşıyor??

Daha 1924’te :“Millî eğitimin ne demek olduğunu bilmekte hiçbir tereddüt kalmamalıdır. Bir de millî eğitim esas olduktan sonra onun lisanını, usulünü, vasıtalarını da millî yapmak zarureti münakaşa edilemez.” uyarısında bulunmuştu.

Açı, açıortay, üçgen, dikdörtgen, yamuk, karşı dik kenar, komşu dikkenar, çember, kare...

Daha birçok Geometri terimi, O’nun doğrudan yazdığı Geometri Terimleri Kılavuzu’nda yer aldı..

Osmanlı mekteplerinde;

“Bir müsellesin mesai sathiyyesi, kaidei hasılı zarbının nıfsına müsavidir..” tümcesiyle Arapça ve Farsça salatasından oluşturulan uyduruk dil Osmanlıca’da, dikkat edildi ise, ilk sözcük “bir” ile son ek “dir” dışında Türkçe hiçbir sözcük ya da ek yok.. Osmanlı’nın Türkçe’ye özeni ve saygısı hiç mi hiç yok!

Oysa, ulusun ve ülkenin hemen tüm sorun alanlarına dizgesel (sistematik) ve bütüncül yaklaşım, değerlendirme ve çözümler üretmeye çabalayan Kemalist ideoloji = Atatürkçü düşünce sistemi, Türk çocuklarına aşağıdaki öz, arı, gerçek, ekininden (kültüründen) sağılmış tümceyi armağan etti :

“Bir üçgenin alanı, tepeden tabana indirilen dikme ile taban çarpımının yarısına eşittir.”

Bunun neresi uydurma Türkçe?

Türkçe’nin özünden, gerçek pınarlarından yaratıcı usla üretilen ya da türetilen, bir tür sağılan yeni sözcük ve kavramlar değil mi? Dillerin doğuşu da, varsıllaşması da bu yola değil m?

Sözcük havuzu dondurulabilir mi ?

Türk dili kaynakları üzerinde edindiğimiz bilgiler, umduğumuzdan daha verimli çıktı. Şimdi, yalnız ana dilimizin öz varlıklarını bilmekle kalmıyoruz; bunların çok eski bir medeniyetin ilk ana dili olduğunu da öğrendik.
(İbrahim Necmi Dilmen, Çığır Mecmuası, sayı: 74-75, 1939, s. 11; Mahmut Atillâ Aykut, T.D.K. Yıllık 1944, s. 63)

Olaylara, nesnelere, süreçlere.. ad veya nitem (sıfat)... bulmak eylemi de benzer eylem değil mi?

NASA, son 40 yılda 20 bine yakın sözcük ve terim türetip üretti. Amerikan dilinin doğurgan mimarisinden yararlanarak, ön ve son eklerle, kimi kez sözcük parçalarının birbirine ulanması... yöntemleriyle Amerikan İngilizcesi sürekli varsıllaştırılıyor. Yeni bilim ve teknolojii terimleri kazanılıyor. 

Uçak, Yargıtay, Yargıç, Danıştay, Sayıştay, Kamutay... Türkçe’nin öz pınarlarından sözme değil mi?

Tersi savunulacaksa, çıkış önerisi nedir? Bilim ve teknolojiyi üretenlerin bu eylemlerine koşut olarak adını da vermeleri kaçınılmaz olduğuna göre, aynen mi alacağız? Hatta aynen mi söyleyeceğiz? Böyle giderse pek çok dil, ancak çekirdek düzeyde iletişime olanak veren, çevresi başka dillerin sözcükleri ile kuşatılmış bir “hilkat garibesi” ne dönüşmez mi? Örn. günümüzde
bir yere dek Türkçe’miz bu tuhaf duruma düşürülmedi mi?

Acaba Kültür Emperyalizmi’nin önemli bir ayağına zemin hazırlanmış olmuyor mu böylesi bir tutumla? Bir yandan etnik diller, azınlık kültürleri emperyalistlerce sözde önemsenir ve ulus devlet parçalanmaya sürüklenirken; egemen emperyalistlerin dillerinin zamanla onları da yutacağı öngörülmekte değil midir? Hem de ulusal dille, ulus devletle emperyalizme direnme olanağı da yitirilerek..

Özcan Yüksek, (Atlas Dergisi, Şubat 2002) çok değerli katkılar sağlıyor :

“Şöyle konuşuyor, Batılı benliğimiz :

Müslüman kalabilirsin ya da başka bir dinde, ama beni yakalamak için değişmelisin dostum.
Dilini değiştirmelisin önce. "Yüksek ortamlarda" benim dilimi kullanmalısın. Benim dilimi ikinci dil ya da yabancı dil olarak öğrenmen yetmez. Kendi dilin yabancı kalmalı, hatta neredeyse etnik bir dil, benim dilim ise yüksek ortamlarda anadil olmalı. Nedir bu yüksek ortamlar?

En başta yüksekokullar. Sonra liseler, ortaokullar, ilkokullar, hatta anaokulları. Kendi dilinle konuşmak sende aşağılık duygusu yaratmalı. Örneğin marketing (pazarlamanın ? yüksek? olanı) alanında benim sözcüklerimle cümleler kurmalısın. Kendi dilinle ifade etmeye çalış bak, ne kadar da bayağı kalıyor? Global (?) dünyanın bir parçası olarak kendini hissetmek istiyorsan, benim yaptığımı iyi yapmalısın. Gazetelerinin, televizyonlarının isimleri bile benim dilimde olacak (Eskiden beri olanlar kalsın). Edirne'den Sibirya'ya kadar bütün Türkler, gökteki yıldıza yıldız der, ya da ‘cıldız’. Biliyorum binlerce yıldır bu böyleydi. Ama artık ‘star’ demelisin. Unut artık yıldızı. Senin yıldızın geçmişte değil Doğu'da hiç değil, bizim tarafta. Zaten bu konuları da sana ben öğretmiyor muyum? Hangi ülkede Orta Asya ile ilgili daha çok araştırma yapılıyor sanıyorsun, sende mi bende mi? Bırak sözcükleri, harfleri bile istediğim gibi okuyacaksın. Kendi harfini benim okuduğum gibi söyle. ‘Entivi’ de, mesela. Diğer türlü söylemeyi dene, bak, sen de gördün, ne kadar da bayağı, köylü, doğulu bir ‘sound’ değil mi? Hem sen değil misin modern olmak isteyen? Kendini ve kültürünü, dilini, geleneklerini, geçmişini aşağıda hissetmezsen açıkça değil tabii, içinde, sadece içinde) bu metamorfozu gerçekleştiremezsin dostum. Paşa'ya Pasha, Leyla'ya da Laila diyeceksin ve yazacaksın. Biraz oryantalist ama, daha ‘Batılı gözüyle bir Doğulu şıklık!’ Sen bakma köşk sözcüğüne, biz artık ona kiosk diyoruz, sen de
öyle söyle. Hah şöyle! Ne diyoruz, ‘concept’ yaratmalıyız. Yaratıcı ol, kendine ‘creative’ de! Fabrikayı Ümraniye'de kur, markanı İtalyanca’dan al. Yoksa malını satamazsın. Türk olduğu anlaşılırsa ya da Türk gibi gözükürse kimse evine sokmaz. Sen ona, Türk olmayan bir isim bul en iyisi. Kimse de sana kızamaz. ‘Trend’ böyle. Tavuk bile satamazsın. Neden, Mudurnu Chicken oldu sanıyorsun? İnsanlar tavuk değil ‘chicken’ yemek istiyor. Ne zamandır, radyolar ‘Goooooood morning Türkiye! diye sesleniyor.

Bizi uyandırmak için olsa gerek.

Atatürk’ün Dil Çabalarını Anlayabilmek :

“ Daha çocukken, dersler, kitaplar arasında yuvarlanırken hissederdim ki bu dilin bir şeye ihtiyacı var. O ihtiyacın ne olduğunu, nasıl elde edileceğini bilmezdim. Fakat mutlaka bir şey lâzım olduğunu duyardım.” (1928, İbrahim Necmi Dilmen, Cumhuriyet gazetesi, 10. 11. 1941)

     “Hutbe okuyan kişilerin siyasî, sosyal ve medenî gelişmeleri her gün takip etmeleri zaruridir. Bunlar bilinmediği takdirde halka yanlış telkinat verilmiş olur. Bundan dolayı hutbeler tamamen Türkçe ve zamanın şartlarına uygun olmalıdır.” (07.02.1923, Balıkesir’de Halkla Konuşma.)

     “ Büyük milletimizin bir kat daha gelişmesini ve yükselmesini temin edecek olan yazı inkılâbı.”

(16.09.1928, İstanbul, Belediye Başkanı’na Demeç.)

     “ …Bizim uyumlu, zengin dilimiz yeni Türk harfleriyle kendini gösterecektir; Asırlardan beri kafalarımızı demir çerçeve içinde bulundurarak, anlaşılmayan ve anlayamadığımız işaretlerden kendimizi kurtarmak, bunu anlamak mecburiyetindesiniz.” (9/10. 08. 1928, İstanbul Sarayburnu Parkı,

Türk Yazı İnkılâbı Hakkında Konuşma.)

      “ ……Büyük Türk milleti cehaletten az emekle kısa yoldan ancak kendi güzel ve asîl diline kolay uyan böyle bir vasıta ile sıyrılabilir. Bu okuma yazma anahtarı ancak Lâtin esasından alınan
Türk alfabesidir. Basit bir tecrübe, Lâtin esasından Türk harflerinin, Türk diline ne kadar uygun olduğunu şehirde ve köyde yaşı ilerlemiş Türk evlâtlarının ne kadar kolay okuyup yazdıklarını
güneş gibi meydana çıkarmıştır.” (1.11.1928, TBMM, 3. Dönem 2. Toplanma Yılını Açarken.)

     “ Çok işler yapılmıştır, ama bugün yapmaya mecbur olduğumuz son değil, ancak çok lüzumlu bir iş daha vardır. Yeni Türk harflerini çabuk öğrenmelidir. Vatandaşa kadına, erkeğe, hamala, sandalcıya öğretiniz. Bunu vatanseverlik ve milliyetseverlik vazifesi biliniz.” (9/10.1928, Yeni Yazı İnkılabı Hakkında.)

     “ Meclisinizin en büyük eseri olan Türk harfleri, memleketin genel hayatına tamamen uygulanmıştır. İlk zorluklar, milletin fikir kuvveti ve medeniyete olan sevgisi sayesinde kolaylıkla yenilmiştir. ” (01.11.1929, T.B.M.M., 3. Dönem, 3. Toplanma Yılını Açarken.)

“ .......... Kur’anın tercüme edilmesini emrettim. Bu da ilk defa olarak Türkçe’ye tercüme ediliyor.”

(30.11.1929, Vossische Zeitung Muhabirine Demeç)

“Türk dili zengin, geniş bir dildir. Her kavramı ifadeye kabiliyeti vardır. Yalnız onun bütün varlıklarını aramak, bulmak, toplamak, onlar üzerinde işlemek lâzımdır. Türk milletini ve Türk dilini, medeniyet tarihinin ve kültür dillerinin dışında görmenin ne yaman bir yanlış olduğunu bütün dünyaya göstereceğiz. (Mahmut Atillâ Aykut, T.D.K. Yıllık 1944, s. 63)

1938’de, bedensel ölümünden az önce :
“Türlü bilimlere ait Türkçe terimler tesbit edilmiş; bu yolla Dilimiz, yabancı dillerin tesirinden kurtulma yolunda esaslı adımını atmıştır. Bu yıl okullarımızda tedrisatın Türkçe terimlerle yazılmış kitaplarla başlamış olmasını, kültür hayatımız için mühim bir hâdise olarak kaydetmek isterim.” değerlendirmesi çok dikkat çekicidir.

Ve nihayet Türk bilimci ve eğitimcisine vasiyeti şöyle :

“Bakınız arkadaşlar, ben belki çok yaşamam. Fakat siz, ölene dek Türk gençliğini yetiştirecek ve Türkçe’nin bir kültür dili olarak gelişmeye devamı yolunda çalışacaksınız. Çünkü Türkiye ve Türklük, uygarlığa ancak bu yolla kavuşabilir.”

Büyük önderin aşağıdaki değerlendirmesi tarihsel bir tokat gibidir :

“Biz Balkanları niçin yitirdik biliyor musunuz? Bunun tek bir nedeni vardır; bu da İslâv araştırma cemiyetlerinin kurduğu dil kurumlarıdır. Bizim içimizdeki insanların millî bilinçlerini uyandırdığı zaman, biz Balkanlar’da Trakya hudutlarına çekildik.”

Ne yapılmalı ?

 “Millî bilincin ayakta kalabilmesi ve uyanık bulunması için, dil ve tarih uğrunda çalışmaya mecburuz.”
(Enver Behnan Şapolyo, 1951 Olağanüstü Türk Dil Kurultayı, s. 53)

     Ruşen Eşref Ünaydın’a aktardıkları çok net olarak yolu işaretlemeketedir :

     “En iyi müdafaa usulü, taarruzdur. Şu halde dil alanında türemiş yabancılıklara saldıralım;
ağacı bir defa silkeleyelim : Görelim, hangi çürükler düşecek; kalan sağlamlar bakalım ne kadardır? dökülmeyenler, özleri ve arınmışları bulununcaya kadar biraz daha işe yarayabilir; geçici olarak!” (Ruşen Eşref Ünaydın, Atatürk T. ve D.K.H., s. 64)

     Gazi Mustafa Kemal Paşa, yapılacakları tek tek söylemiş !

     “ Yeni Türkçe kelimeler teklif edebiliriz. Bu yönde ısrarla çalışmalıyız. Fakat, Türk Dili’nin yapısını zorlamak olmaz. Bu bünye meselesini Türk dilinin olgunlaşma seyrine bırakmalıyız. Birkaç gün önce Ahmet Cevat Bey’e söyledim : Ketebe, yektübü Arabındır; kâtip, kitap, mektup Türkündür.”
(Abdülkadir İnan, Atatürk Devrine Ait Bir Hatıra, Türk Kültürü Dergisi, Sayı: 85, 1969, s. 21)

“Türk dilinin sadeleştirilmesi, zenginleştirilmesi ve kamuoyuna bunların benimsetilmesi için her yayın vasıtasından faydalanmalıyız. Her aydın, hangi konuda olursa olsun yazarken buna dikkat edebilmeli; konuşma dilimizi ise ahenkli, güzel bir hale getirmeliyiz.”
(1938, Afetinan, Atatürk ve Dil Bayramı, Atatürk’e Saygı, T.D.K. s. 54)

“Dil işimizde henüz bir oturmuşluğa varamadık; daha çok ve pek çok çalışmak lâzımdır."
(1938, Afetinan, Atatürk Hakkında H.B., s. 222)

“Onları ortaya atmak lâzımdır. Millî zevkimiz hangisinden hoşlanır ve onu kullanırsa, o zaman sözlüğümüze koyalım. (Afetinan, Atatürk Hakkında H.B., s. 213)

     “Söz konusu tabirler, uluslararası ilim sahasında kolaylıkla ilerlememize mânidir! Fen terimleri o suretle yapılmalı ki, mânaları ancak istenilen şeyi ifade edebilsin.”
(Akil Muhtar Özden, Atatürk’e ait Bilinmeyen Hatıralar, Yeni Mecmua, Sayı : 21, 1939)

     .....................................

Görülüyor ki, Atatürkçülükle, yabancı dilde eğitim, hıristiyan misyoner okulu modeli demek olan “kolej” veya benzeri “Anadolu lisesi” yanlısı olmak kesinlikle bağdaşmaz. O halde Atatürkçülere bugün, emperyalizmin ciddi kültür kuşatmasını özellikle dikkate alarak, büyük görevler düşüyor :

Türkçe birkaç kuşak sonra yok olmadan yabancı dille eğitime hızla son verilmeli; yerini yabancı dil destekli Türkçe Fen liseleri veya Ülken (süper) liseler, üniversiteler almalıdır. Türkçe bilim ve yayınları (telif ve çeviri, dergi ve kitaplar) Devlet ve çeşitli kuruluşlarca teşvik edilmelidir.

“Türk dilinin, kendi benliğine, aslındaki güzellik ve zenginliğine kavuşması için, bütün devlet teşkilâtımızın, dikkatli, alâkalı olmasını isteriz.” (01.11.1932, T.B.M.M., 4. Dönem, 2. Toplanma Yılını  Açarken)

Her zamanki gibi, Ata, gençlere önemli görevler yüklüyor :

“Dilimiz çok zengindir, güzeldir. Bunu ortaya çıkaracaklar sizin gibi duygusu derin, yorulmaz
Türk gençleridir. Türkçemizi günün en ileri bilgi dili yapmak değerli araştırmacılarınızdan beklenir.”


(29.08.1922, Millî Türk Talebe Birliği Telgrafına yanıtı.)

Atatürk’ün birer dernek olarak 1932’de kurduğu ve İş Bankası’ndaki paylarından gelir güvencesine kavuşturduğu Türk Dil Kurumu ve Türk Tarih Kurumu, 12 Eylül yönetiminin 1982 Anayasası’nın aşağıya çıkarılan 134. maddesi kaldırılarak - değiştirilerek özgün biçimiyle yeniden açılmalıdır.

     “Atatürkçü düşünceyi, Atatürk ilke ve inkılâplarını, Türk kültürünü, Türk tarihini  ve Türk dilini bilimsel yoldan araştırmak, tanıtmak ve yaymak ve yayınlar yapmak amacıyla; Atatürk’ün manevî himayelerinde, Cumhurbaşkanının gözetim ve desteğinde, Başbakanlığa bağlı; Atatürk Araştırma Merkezi, Türk Dil Kurumu, Türk Tarih Kurumu ve Atatürk Kültür Merkezinden oluşan, kamu tüzel kişiliğine sahip ‘Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu’ kurulur. Türk Dil Kurumu ile Türk Tarih Kurumu için Atatürk’ün vasiyetnamesinde belirtilen malî menfaatler saklı olup kendilerine tahsis edilir.”

Anayasal değişiklik yapıl(a)mayacak veya gecikecekse -ki bizce geçerli bir özür değildir- bir yasal düzenleme ile dildeki kirlenme ve yozlaşmanın önüne geçilmesini sağlayabilecek kural ve yaptırımlar getirilmelidir. Fransa’da gösterilen özen örnek düzeydedir : 2 örnek yeterince çarpıcıdır.. Bilgisayar karşılığı İngilizce “Computer” Fransızca söylenişe (telaffuza) uygunlaştırılarak alınmamış, “ordinatör” terimi ile karşılıklandırılmıştır. Keza AIDS hastalığı için de SIDA adı kullanılmaktadır. Uydurma mıdır??

Almanya’dan da bir örnek umarız yeterince düşündürücü ve uyarıcı olur :

Gerhard Schröder kabinesinin İçişleri Bakanı Otto Schily’nin iki yıl önce, “Çok kültürlülük öldü.” dediği biliniyordu (14.2.2006 Inter. Herald Tribune).

İktidardaki Hıristiyan Sosyal Birliği milletvekili Andreas Scheuer de “Bütünleşmişlik dille başlar. Okullarda anadil yasağına katılıyorum. Yönetim buna uymayan öğrencilere ceza vermeli.” diyor. (31.1.2006, Cumhuriyet Gazetesi)

Unutulmamalı ki, Türk Devleti’nin birinci görevi Türk adının, kimliğinin, onun için de Türkçe’nin sonsuza dek yaşamasını sağlamaktır.

“Türkçe’nin Matematiği”ne ilişkin değerlendirmelerimize bir başka yazımızda yer vereceğiz.

Son sözler yine Yüce Atatürk’ten (1930)                 :

“Öyle istiyorum ki, Türk dili bilim yöntemleriyle kurallarını ortaya koysun ve her dalda yazı yazanlar, bütün terimleriyle çoğunluğun anlayabileceği güzel, ahenkli dilimizi kullansınlar.”
(Afetinan, Türk dili Dergisi, Sayı: 182, 1966, s. 91)

“Ülkesini, yüksek istiklâlini korumasını bilen Türk milleti, dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır.”
(Sadri Maksudi Arsal, Türk Dili İçin)

(Alıntıdır)

Ne Mutlu Türk doğup, Türk gibi yaşayana...

Saygılarımla.

Çağrıbey
 

 
Başlık: Ynt: TÜRK DİL KURUMU, TÜRKÇE VE ATATÜRK.
Gönderen: HanTengri - 02 Aralık 2007
      Dilimize çok sayıda yabancı kökenli sözcüklerin girdiği doğrudur ancak bu sadece Türkçemizi ilgilendiren bir konu değildir. Dünyadaki birçok ulusların sözcük haznesinde yabancı unsurlar vardır. Bunun birçok sebebi var elbette, gerek teknolojik gelişmeler gerekse inanç ve ibadet gelenekleri dillerin birbiriyle kaynaşmasını kimizamanda etkilemesine neden olmuştur. Bugun Fransızca'da da birçok İngilizce ve latince kelimeler mevcut  olduğu gibi İngilizce içerisinde de farklı dillerden sözcükler bulmak mümkün.
      Ancak beni düşündüren konu ülkemiz insanın sözcük haznesinde yer alan bu yabancı sözcükleri Türkçe telafuz etmek yerine orijinal halinde telafuz etme çabasına girmiş olmasıdır. Hatta işi ileri götürüp AKSANLI konuşanlar dahi var. Ve bu durumu başarıymış gibi gösterme çabasıda ayrıca utançverici bir durum. Birçok örnekle zaten karşılaşıyorsunuzdur, Fransızların ingilizce terimleri veya dillerine aldıkları sözcükleri Fransız telafuz kuralarına göre telafuz ederler. İngiliz'lerde bu şekilde yaparlar. Bildiğiniz üzre örnekler çoktur bu konuda; Mikail meleğine kimisi ''Mişel'' der, kimisi ''maykıl'' der, kimisi ''mihayl'' der. Herkes kendi dil yapısına göre telafuz eder, ama biz orijinal Arap gibi telafuz ederiz. Sadece dini konularda degil teknik konularda da bu böyledir. Ruslar ''Blutut'' kelimesini ''Bulutuz'' olarak telafuz eder ve kompütür'e ''kampiytur'' der. Bizim Amerika görmemiş binlerce Amerikalı vatandaşımız gibi ''Kampıtıa'' şeklinde sesler çıkarmaya çalişmaz veya mahallesideki ''supe markıt'' ına gidip ''selamın alyküm bir keymıl sigarası varmı''diye sormaz. Ama kimsede vay cahil diyip kınamaz kendi insanını çünkü gramer yapısı aksan yapısı bu şekildedir ve o bir Rus'tur Rus gibi konuşur, İngilizdir ingilizce aksanının gerktiği gibi sesleri çıkartır ağzından.
  Yukarıdaki gibi yüzlerce hatta binlerce örnek verebiliriz. Ama ülkemiz AYDIN larının yaygın anlayışı, Amerikalı gibi konuşki sana kültürlü cağdaş desinler yabancı milletlerin siyasal konularda veya sosyolojik meselerde yarattıkları terimleri kullanki sana entellektüel desinler anlayışıdır. Bu hastalık sanırım Osmanlıdan günümüze gelen iğrenç hastalıklardan biri. Osmanlı'da da konuşmalarında, yazımlarında, yaşayışında nekadar Arabi, nekadar Farsi isen okadar kıymetliydin. Eğer Türk'sen Türkçe'ysen okadar kıymetsiz, kültürsüz ve köylüydün.Hatta bu hastalık bir çok yazarımızda mevcuttur. Arapça ve Farsça sözcükleri orijinal haliyle yani o milletlerin insanları gibi telafuz etmenin yanı sıra latin harfleriyle yazmayada çalışmışlardır. Türk insanın benimsemesi gereken gerçek, kendisi gibi olabilmenin marifet, başkalarına benzemeye çalışmanın ise gülünç ve bir okadar komik olduğunu farkedebilmektir.

Yurt dişinda gecirdiğim sürelerde başka ülkelerin dillerinide öğrenme imkanım oldu. Ancak Türkçemiz kadar yalın ve bir okadar ZEKA gerektiren başka bir dile rastlamadım.Dilimizi sevelim ve onu yaşatalım.
Esenlikler. 
Başlık: Ynt: TÜRK DİL KURUMU, TÜRKÇE VE ATATÜRK.
Gönderen: Üçoklu Börü Kam - 03 Aralık 2007
Dil bir milletin en değerli malıdır.

Ordusunu kaybeden bir millet tehlikededir. İstiklâlini kaybeden millet korkunç bir felâkete düşmüştür. Dilini kaybeden milletse yok olmuş demektir.

İstiklâlini kaybeden milletlerin dillerini kıskançlıkla saklamak sayesinde bir zaman sonra yine dirilebildiğini tarih bize söylüyor. Halbuki dilini kaybeden bir milletin yine dirildiğine dair bir misal göstermiyor.

Kudretli Asurî devleti ve milleti mahvoldu. Dilini de kaybettiği için yalnız tarih kitaplarında okunan bir varlık olarak kaldı. Asurîlerin onda biri kadar kudretli ve ehemmiyetli olmayan birçok milletler (Lehler, Çekler, Romenler, Sırplar, Bulgarlar, Finler, vesaire) ise dillerini saklamak sayesinde asırlardan sonra yine dirilebildiler.

Uluğ Bilge ATSIZ ATA - ORHUN, Sayı : 2

TTK.

Başlık: Ynt: TÜRK DİL KURUMU, TÜRKÇE VE ATATÜRK.
Gönderen: TiginNoyan - 03 Aralık 2007
Yalnız Polonya-Litvanya-Finlandiya Tatarları dillerini yitirdikleri halde benliklerini çok iyi derecede korumuşlardır. Kezâ Roma döneminde Yahudiler, Britanya İmparatorluğu döneminde de İrlandalılar dillerini yitirdikleri halde sonradan dillerini diriltmeyi başarmışlardır.
Başlık: Ynt: TÜRK DİL KURUMU, TÜRKÇE VE ATATÜRK.
Gönderen: YALNIZKURTKARAGÜLLE - 25 Mayıs 2012
"Millî his ile dil arasındaki bağ çok kuvvetlidir. Dilin millî ve zengin olması, millî hissin gelişmesinde başlıca müessirdir. Türk dili, dillerin en zenginlerindendir, yeter ki bu dil şuurla işlensin. Ülkelerini, yüksek istiklâlini korumasını bilen Türk milleti, dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır."

(https://www.hunturk.net/forum/rsm/4769-turkce-1337940330.jpg)

TTK.
Başlık: BAŞBUĞ ATATÜRK'E GÖRE, DİL VE TARİH BİLİNCİ.
Gönderen: alkanaga - 30 Eylül 2015
(http://www.alasayvan.com/attachments/turklerde-yasam-20034d1399452747/t-rk-tarih-kurumu-hangi-ama-la-kurulmu-tur.jpg)

Büyük Başbuğ Atatürk'ün en büyük eseri, Türkiye Cumhuriyeti'dir. Kurduğu cumhuriyeti Türk gençliğine armağan eden ve emanet bırakan Atatürk, aynı zamanda Türk kültür tarihinde çok önemli atılımları gerçekleştirmiş eşsiz bir düşünce adamıdır. Kültür alanında yaptığı atılımlarla Türkiye'nin çağdaşlaşması yolunda büyük adımlar atmıştır. Atatürk, kültür ve düşünce sorunlarıyla sadece ilgilenmekle kalmamış, sürekli olarak bu konulardaki çalışmalara katkıda bulunmuş, pek çoğuna da öncülük etmiştir. Askerliğinin ve devlet adamlığının yanı sıra kültür ve düşünce adamı niteliğine de sahip olduğunu bu çalışmalara olan katkılarıyla kanıtlamıştır.
Olduğunu bu çalışmalara olan katkılarıyla kanıtlamıştır. Cumhuriyetin kültür temelleri üzerinde kurulduğunu söyleyen Atatürk, kültürün en önemli ögesi olan dile de layık olduğu değeri her zaman vermiş¬tir. Atatürk'ün dile bu kadar önem vermesi sebepsiz değildir. Dil bilgisi ve dii bilimi uzmanları, dilin en önemli işlevi olan insanlar arasında anlaşmayı ve iletişimi sağlaması niteliğinden hareketle dilin tanımını yapmışlardır. Bir toplumda anlaşma ve bireyler arasında doğal iletişim dil aracılığıyla sağlanır. Uluslaşma da ancak dil birliğinin sağlanmasıyla mümkündür.
Milli Mücadelenin zaferle sonuçlanmasından sonra genç Türkiye Cumhuriyeti kurulmuştu. Yapılacak pek çok şey vardı: son yirmi yıl pek çok cephede açılan savaşlarla geçmiş, ülke işgal döneminden sonra bağımsızlığını elde etmişti. Atatürk'ün Türk dili, Türk tarihi ve Türk kültürü konularında araştırma ve çalışma yapmak üzere kurdurduğu ilk kurum Türkiyat Enstitüsüdür. Gazi Mustafa Kemal, Fuat Köprülü'yü çağırıp şöyle söyler: "Fuat Bey. Cumhuriyeti kurduk. Artık cumhuriyeti ve devletimizi ilmi temeller üzerinde yükseltmek zamanı gelmiştir. Lütfen İstanbul Darülfünun bünyesinde Türkiyat Enstitüsünü kurunuz." Türkiyat Enstitüsünün kuruluşu, hutbenin Türkçe okutulması Gazi Mustafa Kemal'in daha sonra dil ve tarih alanlarında yapacağı çalışmaların aslında ilk işaretleridir.  Başbuğ Atatürk’ün yaptığı kültür alanındaki en büyük devrim harf inkılabıdır. 1931 yılında Adana' da yaptığı konuşmada bu düşüncesini şöyle dile getirir:
"Türk dernek dil demektir. Milliyetin çok bariz vasıflarından birisi dildir. Türk milletindenim diyen insanlar, her şeyden önce ve behemehâl Türkçe konuşmalıdır. Türkçe konuşmayan bir insan Türk geleneklerine ve camiasına mensubiyetini iddia ederse buna inanmak doğru olmaz. Hâlbuki Adana'da Türkçe konuşmayan 20.000 'den fazla vatandaş vardır. Eğer Türk Ocağı buna müsamaha gösterirse; gençler, siyasal ve sosyal bütün kuruluşlar bu durum karşısında duyarsız kalırsa, en aşağı yüz seneden beri devam edegelen bu durum daha yüzlerce sene devam edebilir. Bunun neticesi ne olur?
 Efendiler!
 Herhangi bir felaketli gününüzde bu insanlar, başka dille konuşan insanlarla el ele vererek aleyhimize hareket edebilirler. Türk Ocaklarımızın başlıca vazifesi bu gibi unsurları, bizim dilimizi konuşan hakiki Türk yapmaya çalışmaktır. Bunlar Türk vatandaşlarıdır. Bugün ve yarın talihimiz ve kaderimiz birdir. "
İleri görüş sahibi Atatürk’ün bu öngörüsü ile Türk diline bakış değişmiş,  pek çok insan kendi dilinin zenginliğinin farkına varmıştır. Cumhuriyetin kuruluşunun ardından el de var olan kıt kaynaklar ile 12 Temmuz 1932 günü daha sonra adı Türk Dil Kurumu olarak değiştirilecek olan Türk Dili Tetkik Cemiyeti kurulmuştur. Türk Dil Kurumunun çalışmalarıyla birlikte Atatürk'ün öncülüğünde ülkede bir dil seferberliği başlamıştır.  Yine aynı yıl yayımlanan Vatandaş için Medeni Bilgiler kitabına Türk dili için Atatürk şu sözleri yazdırmıştır:
"Türk milletinin dili Türkçedir. Türk dili dünyada en güzel, en zengin ve en kolay olabilecek bir dildir. Onun için her Türk, dilini çok sever ve onu yükseltmek için çalışır. Bir de Türk dili, Türk milleti için kutsal bir hazinedir. Çünkü Türk milleti geçirdiği nihayetsiz felaketler içinde ahlakının, ananelerinin, hatıralarının, menfaatlerinin kısacası bugün kendi milliyetini yapan her şeyin dili sayesinde muhafaza olunduğunu görüyor. Türk dili Türk milletinin kalbidir, zihnidir."
Atatürk’ün dil konusunda desteklediği ve kurultayına bizzat katıldığı “Güneş Dil Teorisi”, Türkçe'nin dünya tarihindeki ilk dillerden biri olduğunu savunan dilbilim teorisidir. Bu teori bizzat ulu önder Mustafa Kemal Atatürk tarafından desteklenmiştir.  Başbuğ Atatürk’ün vefatının ardından unutturulan ve kabul görmeyen bu teoriyle ilgili olarak ne acıdır ki, Atatürk’ün 1938 yılında vefatının ardından İbrahim Necmi Dilmen Ankara Üniversitesindeki Güneş-Dil Teorisi ile ilgili derslerine son verdi. Öğrencileri bunun sebebini sorduklarında;
"Güneş öldükten sonra onun teorisi nasıl hayatta kalabilirdi" diye cevap vermiştir.
Bugün Sümercenin içerisinde dahi 50 küsur kelimenin saptandığı, Göbekli tepe kazılarında taş devrine ait birçok Türk figür ve simgelerinin gün yüzüne çıkarılmasını düşünürsek,  Atatürk’ün ne denli haklı olduğunu anlayabiliriz.
Uluslaşmanın bir diğer önemli temeli olan toplumun geçmişi, yani tarihidir. Atatürk, bu düşünceden hareketle 1931 yılında Türk Tarihi Tetkik Cemiyetinin kuruluşuna da öncülük etmiştir. Atatürk için yeni bir tarih yaklaşımının içeriği şu şekildedir:
 Türk tarihi, Batıda ve Türkiye’de uzun zaman sanıldığı gibi sadece Osmanlı Tarihi’nden ibaret değildir. Ayrıca Osmanlı Devleti de bir “hanedan” devleti veya bir “aşiretten” doğan devlet de değildir. Yıkılan Selçuklu Devletinin mirası üzerine kurulan bir devlettir (Fevzioğlu, 1986).  Bundan dolayı Osmanlılardan önce kurulan Selçuklular dönemi de, Türk tarihinin son derece önemli ve parlak bir dönemidir. İş burada da kalmayıp böylece daha eski tarihe Orta Asya’da başlayan Türk tarihine gelip dayanmaktadır. Bu sebeple ki Cumhuriyete kadar ihmal edilmiş olan derin bu tarihin ayrıntılarıyla incelenmesi gerekmektedir.
Örneğin Osmanlı tarihine baktığımızda Osmanlıların Kayılara mensubiyetini kaydeden ilk eser ise; Yazıcıoğlu Ali'nin Selçuknamesi'dir. Yazıcıoğlu Ali on beşinci asrın ilk yarısında yaşamış ve eserini İkinci Murat namına kaleme almıştır. O zamanın pek çok tarihçisi; Ahmedi, Âşık paşazade, Oruç Bey ve anonim Tevarih-i Âl Osman'da Osmanlıların Kayılara mensubiyetinden bahsedilmemektedir (Cezar&Sertoğlu, 2011).
Bu durum bazı tarihçiler arasında tartışma yaratmış, hatta Osmanlılara sırf köken yaratmak amacıyla 2’nci Murat tarafından Yazıcıoğlu Ali’ye bu Selçuknamenin yazdırıldığını iddia eden bile olmuştur. Örneğin, Prof.Dr. Halil İnalcık’ın İş Kültür Yayınları’ndan çıkan “Has-bağçede ‘ayş u tarab” kitabında, Osmanlı soyunun Oğuz Türklerinden geldiği bilgisine kuşkuyla yaklaşmaktadır. Bu bilginin II. Murat emriyle, Yazıcı Ali tarafından kaleme alınan Oğuzname’ye dayandığını yazan İnalcık; “Osmanlı hanedanının Kayı boyundan gelmiş olmaları dolayısıyla tüm Türk ve Tatarlar arasında hanlığa en çok hakkı olan hanedan olduğunu kanıtlamaya çalışmaktadır” demektedir.  Hatta Aşıkpaşazade, Oruç Bey ve Neşri gibi kişilerden daha önce yaşamış bulunan Ahmedi, Yazıcızade Ali, Enver, Karamani Mehmet Paşa gibi kimselerin eserlerinde Gündüzalp ismine rastlanmış ve Ertuğrul'un babasının Süleyman Şah değil Gündüzalp olması daha kuvvetle muhtemel olduğu kanısı uyanmıştır (Cezar&Sertoğlu, 2011).
Günümüzde yaşanan bu tip tartışmalar Başbuğ Atatürk’ün ne denli haklı olduğunu gözler önüne sermektedir. Aslında tarih bilmek, aslını ve neslini bilmektir, ulus bilincine ermektir.

(http://40.media.tumblr.com/a97a7be4083f0c7a2fca8ed745629b2c/tumblr_nn8colppIu1tkce4co3_400.jpg)

Kaynaklar
Prof Dr. Şükrü Haluk AKALIN, Bal-Tam Türklük Bilgisi,2004
Prof. Dr. Turhan Feyzioğlu, “Atatürk ve Tarih”, Atatürk Haftası Armağanı, Genel kurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı Yayınları, Ankara, 1986, s., 23.
Doç Dr. İlhan İzgü, Atatürk’ün Tarih İlmi hakkındaki düşünceleri, Tc. Başbakanlık Atatürk Araştıma Merkezi
Mufassal Osmanlı Tarihi I. Cilt s. 1-37, Mustafa CEZAR, Midhat SERTOĞLU (Türk Tarih Kurumu Yayınları, 2011)

https://tr.wikipedia.org/wiki/G%C3%BCne%C5%9F-Dil_Teorisi   Son erişim: 31.09.5015
http://www.milliyet.com.tr/osmanlilar-oguz-soyundan-degil-mi-/yasam/haberdetay/15.02.2011/1352436/default.htm    Son erişim: 31.09.2015

TANRI TÜRKÜ KORUSUN
Başlık: Ynt: BAŞBUĞ ATATÜRK'E GÖRE, DİL VE TARİH BİLİNCİ.
Gönderen: alkanaga - 30 Eylül 2015
(http://dostlukpostasi.beepworld.de/files/bozkurt.jpg)

Kaynak: http://dostlukpostasi.beepworld.de/yeni.htm
Başlık: Ynt: BAŞBUĞ ATATÜRK'E GÖRE, DİL VE TARİH BİLİNCİ.
Gönderen: Kurtkaya - 05 Ekim 2015
Alıntı yapılan: ATATÜRK

Büyük devletler kuran ecdâdımız büyük ve şümullü medeniyetlere de sahip olmuştur. Bunu aramak, tetkik etmek, Türklüğe ve cihana bildirmek bizler için bir borçtur. Türk çocuğu ecdâdını tanıdıkça daha büyük işler yapmak için kendinde kuvvet bulacaktır.


Alıntı yapılan: ATATÜRK

Türk dili Türk milleti için kutsal bir hazinedir. Çünkü Türk milleti geçirdiği sayısız felaketler içinde ahlakının, geleneklerinin, hatıralarının, çıkarlarının, kısaca bugün kendi milliyetini yapan her şeyin dili sayesinde korunduğunu görüyor. Türk dili Türk milletinin, kalbidir, zihnidir.


Ulu Başbuğumuz Türk Dili ve tarihiyle doğrudan doğruya ilgilenip tamamen kendi olanaklarıyla Türk Dil Kurumu ve Türk Tarih Kurumunu oluşturup Türklüğün en kuvvetli bağı olan dil ve tarih alanında ciddi çalışmaların yapılmasının önünü açmıştır.
Tanrı Yüce Türk'ünü Korusun!
Başlık: Ynt: BAŞBUĞ ATATÜRK'E GÖRE, DİL VE TARİH BİLİNCİ.
Gönderen: alkanaga - 06 Ekim 2015
Babuğ Atatürk'ün Ruh'u Şad olsun. Türk dili ve Türk tarihi konusunda yapmış olduğu çalışmalar, kongreler, araştırmaları hangi Lider yapabildi?
Uyguladığı milli politikalar ile Ülkeye İlk milli fabrikalar, bankalar kurdu. Hiç bir devlet adamının ayağına gitmedi. Diğerleri onun ayağına geldi. Türklük konusunda insanları eğitti ve yol gösterdi.

“Benim hayatta yegane fahrim (övüncüm), servetim Türklükten başka bir şey
değildir.”
 Sözünü söyleyen Atatürk'tür. Milli politikalar güttü ve milli bir siyaset yarattı. "Türk insanına" güvendi ve Türklüğün yaşatılması için çalıştı.


Tanrı Türk'ü Korusun
Başlık: Ynt: BAŞBUĞ ATATÜRK'E GÖRE, DİL VE TARİH BİLİNCİ.
Gönderen: Yüzbaşı Sançar - 06 Ekim 2015
Ulu Önderimiz Türklük bilinci bakımından Türk tarihin içerisinde istisna bir mevkiye sahiptir.
Yüzyıllar boyu unutturulmuş Türk Milli kimliğini ve dilini karanlıklar içerisinden çıkartarak modern çağın aydınlığıyla yarışan pırıl pırıl bir Türk Devleti yaratmıştır.
Bu itibarla Ulu Önderimiz kudretli Göktürkler devletinin bilge veziri Tonyukuk ve büyük Kağanı İlteriş Kutluk'a çok benzemektedir.
Tanrı Türkü ve Türk yurtlarını korusun.
Başlık: Ynt: BAŞBUĞ ATATÜRK'E GÖRE, DİL VE TARİH BİLİNCİ.
Gönderen: Üçoklu Börü Kam - 09 Ekim 2015
Gazi Başbuğumuz Atatürk'te dil ve tarih bilinci had safhadadır.
20. yüzyılda Türk varlığının devamının ve milletler ailesi içerisindeki onurlu yerinin pekişmesi için Türk Dili ve Tarihinin sağlam, köklü ve kalıcı temellere otturtulması gerektiğinin yaşamsal bir öneme sahip olduğunun bilincindedir.
Atatürk, Avrupa devletlerinin ders kitaplarında yer alan Türklerin ikinci sınıf bir millet oldukları iddialarına ve “barbar” deyimi kullanılarak bir istilacı kavim şeklinde gösterilmelerine karşılık, bunun böyle olmadığını ve cihan tarihinde en eski çağlardan beri hakiki yerinin ne olduğunun ve medeniyete ne gibi hizmetlerinin bulunduğunun araştırılması gerektiğine inanmaktaydı.
İşte bu amacın gerçekleşmesi için Türk Tarih Kurumu, bizzat Atatürk’ün direktifleriyle kurulan kurumların başında gelmektedir.

Aynı şekilde bizzat Atatürk'ün öncülük ederek kuruluşunun gerçekleştiği Türk Dil Kurumunun kuruluş amacı:
 "Türk dilinin öz güzelliğini ve zenginliğini meydana çıkarmak, onu yeryüzü dilleri arasında değerine yaraşır yüksekliğe eriştirmek"
olarak tespit edilmiştir.

Atatürk, 1 Kasım 1936'da Türkiye Büyük Millet Meclisinin V. dönem 2. yasama yılını açış konuşmasında Türk Dil Kurumu ve Türk Tarih Kurumunun geleceği ile ilgili dileklerini şu sözlerle dile getirmişti: 
         
Alıntı
Başlarında değerli Eğitim Bakanımız bulunan, Türk Tarih Kurumu ile Türk Dil Kurumunun her gün yeni gerçek ufuklar açan, ciddî ve aralıksız çalışmalarını övgü ile anmak isterim. Bu iki ulusal kurumun, tarihimizin ve dilimizin, karanlıklar içinde unutulmuş  derinliklerini, dünya kültüründe başlangıcı temsil ettiklerini, kabul edilebilir bilimsel belgelerle ortaya koydukça, yalnız Türk ulusunun değil, bütün bilim dünyasının ilgisini ve uyanmasını sağlayan, kutsal bir görev yapmakta olduklarını güvenle söyleyebilirim. (Alkışlar)Tarih Kurumunun Alacahöyük'te yaptığı kazılar sonucunda, ortaya çıkardığı beş bin beş yüz yıllık maddî Türk tarih belgeleri, dünya kültür tarihinin yeni baştan incelenmesini ve derinleştirilmesini gerektirecektir. Birçok Avrupalı bilim adamının katılması ile toplanan son Dil Kurultayının aydınlık sonuçlarını görmekle çok mutluyum. Bu ulusal kurumların az zaman içinde ulusal akademilere dönüşmesini dilerim. Bunun için, çalışkan tarih, dil ve bilim adamlarımızın, bilim dünyasınca tanınacak orijinal eserlerini görmekle mutlu olmanızı dilerim.

Atatürk, gerek Türk Dil Kurumu ve gerekse Türk Tarih Kurumuna öylesine önem vermiştir ki ölümünden kısa bir süre önce yazdığı vasiyetname ile mal varlığını Türk Dil Kurumu ile Türk Tarih Kurumuna bırakmıştır.
Bu iki kurumun bütçesi bugün de Atatürk'ün mirasından karşılanmaktadır.
Bu miras bugün Türkiye'nin en büyük bankalarından biri olan Türkiye İş Bankası sermayesinin %28,9'unu oluşturmaktadır.

TTK.