GENEL KONULAR OTAĞI > GÜNCEL

Siyasal İslamcılığın Beslendiği Kaynaklar!

<< < (4/16) > >>

Çağrı Bey:
İslam âleminde İbrâhim Birâder olarak da bilinen Louıs Massignon 1883-1962 yılları arasında yaşamış bir Fransız’dır.

Louıs Massignon İslam gizemcisi Hallac-ı Mansur hakkında yazdığı:

    1. La Passion de Hallâj, Martyr Mystique de l'Islam (İslâm'ın Sûfî Şehidi Hallac'ın Izdırâbı 4 cilt),
    2. Essai sur les Origines du Lexique Technique de la Mystique Musulmane (İslâm Tasavvufunun Teknik Sözlüğünün Kökenleri Hakkında Deneme),
    3. Les Trois Prières d'Abraham (Hz İbrâhim'in Üç Duası),
    4. Akhbar al-Halladj (Hallac'dan Haberler),
    5. Hoceїn Mansûr Hallâj: Diwan (Hüseyin Mansûr Hallac: Dîvan)

Adlı kitaplarla İslam âleminde büyük bir saygınlık kazanarak, İslam gizemciliği(Tasavvuf) alanında, otorite olarak görülmüştür.

Papa XII. Pius, Louıs Massignon’u, "Katolik bir Müslüman" olarak tarif etmiştir.

    1906 yılında Mısır’da Kāhire Şarkî Arkeoloji Fransız Enstitüsünde göreve başlayan Louıs Massignon’un yaptığı çalışmalar Osmanlı yönetimince casusluk olarak değerlendirilerek 1908 yılında tutuklanmıştır.

Louıs Massignon ünlü İslam âlimi Alusi’nin kefaletiyle serbest kaldıktan sonra Fransisken Tarîkatına girip, bu tarikatın sivil papazlığını yapmaya başlamıştır.

    1909 yılında Kāhire'de El Ezher'e felsefe öğrencisi olarak kaydolan Massignon 1912-1913 de Kāhire'de yeni Fuad Üniversitesi'nde misâfir profesör sıfatıyla, arapça olarak, "İslâm'da Felsefî Doktrinler" hakkında dersler vermeye başlamıştır.

1914'de yeğeni(!!!) Marcelle Dansaert ile evlenen Louıs Massignon sonra Fransa'nın Şark Ordusu'nda önce Gelibolu savaşında ve daha sonra da 1917-1919 arasında Fransızlar ile İngilizlerin ortak Sykes-Picot misyonunda meşhur İngiliz casusu Lawrence'ın faaliyetlerini yakından izlemekle de görevli istihbarat subayı olarak çalışmış ve 9 Aralık 1917'de düşen Kudüs'e Lawrence ile birlikte girmiştir.

    1928 yılına kadar Fransız İstihbârat Servisi için kaleme aldığı raporlar Arap milliyetçiliği, Arap dili ve Suriye’deki Fransız Mandası'nın sorumlularının hataları hakkındaki isabetli tespitlerini dile getirmektedir.

Birinci Dünya Savaşı bittikten sonra "Revue du Monde Musulman" (Müslüman Dünyası Dergisi) adıyla bir dergi kurarak direktörlüğünü yapmıştır.

    1919-1924 arasında Collège de France'da Le Châtelier'nin profesör vekili olarak çalıştıktan sonra 1926 yılında, aynı yerde, kürsü profesörü olarak atandığı "İslâm Sosyolojisi Kürsü"nde 1954 yılında emekli oluncaya kadar ders vermiştir.

"İslâmî Araştırmalar Dergisi"ni de kuran Louıs Massignon "Kahire Arap Akademisi"ne üye seçilmiştir.

Louıs Massignon 1934 yılında Mısırlı bir hıristiyan olan Mary Kahîl ile birlikte Dimyat/Mısır'da "Bedeliyye" adını verdiği, duaya ve Müslümanlara ferâgat-i nefs ve bir kardeşlik bağı ile yaklaşmaya dayanan, Hıristiyanlara mahsus bir hayır cemiyeti kurmuştur. Bedeliyye'de Hıristiyanlar, özellikle, Cuma Namazı'na denk düşen bir eş-zamanlıkla "İslâm-Hıristiyan kardeşliği" için dua etmekteydiler.

    Gene Mary Kahîl ile birlikte 1940 yılında Kāhire'de, ömrünün sonuna kadar sıkı sıkıya sarılacağı yönlendirici bir fikir olarak "İbrâhimî misâfirperverlik" adına, Hıristiyanlık ile İslâm arasında bir karşılaşma ve diyalog zemini oluşturmak üzere “Dārü-s Selām Kültür Enstitüsü” 'nü kurmuştur.

II. Vatikan Konsil'inde Musevîlik ile ilgili bir karar metninin Hıristiyanlık dışı diğer dinlere ve özellikle İslâm'a da açık olması husûsunda, Konsil üyesi olmamasına rağmen, Papa VI. Paulus ile Konsil'in üyesi papazları tahrik ve ikna eden Massignon olmuştur. "Nostra Aetate Deklârasyonu" denilen bu metin, Katolik Kilisesi'nin Müslümanlar hakkında olumlu beyanda bulunan ilk resmî belgesidir.

Massignon'un Mısır'da sıkı dostluk kurduğu şahıslar arasında: 1945-1947 döneminde El Ezher'in rektörü olan Şeyh Mustafa Abdürrâzîk; ve bu zâtla taban tabana zıd bir tutum içinde bulunan, müfrit modernizm yanlısı, 1950-1952 arasında Mısır Millî Eğitim Bakanı görevinde bulunmuş olan Tâhâ Hüseyin ve kendi sadık öğrencisi olan, II. Vatikan Konsili'nin Müslümanlara bakışını değiştiren metnin Konsil içindeki gayretleriyle zeminini pekiştiren Peder Georges Chehata Anawati önemli yer tutmaktadırlar.

    Misyonerlik ve oryantalizm faaliyetleri birbirinin devamı ve tamamlayıcısı durumundadır.

Diyalog ise; misyon faaliyetleriyle İslam ülkelerinin başta hadisler ve sünnet müessesi olmak üzere pek çok konuda kafası bulanmış ve şüphelerle dolmuş halklarını kilisenin kurtarıcısı (!) eline teslim edebilme gayretlerinin adıdır.

Nitekim Dinlerarası Diyalog fikrinin babası olan, İslam tasavvufu ve bilhassa Hallac-ı Mansur üzerine çalışması bulunan Louıs Massignon:

    “Onların (Müslümanların) her şeylerini tahrif ettik. Felsefeleri, dinleri mahvoldu. Artık hiçbir şeye inanmıyorlar. Derin bir boşluğa düştüler. İntihar ve anarşi için olgun hale geldiler”

Demektedir.

Hayatını İslam’ın içinde olduğunu düşündüğü Hıristiyanlık unsurlarını bulmaya adayan ve çalışmalarını hep bu maksatla yapan bu şahsın ortaya attığı "diyalog" fikri günümüzde uygulamaya konmuştur.

    Müslümanlara yön ve yol göstericilik rolünün piri ve üstadı sayılan İbrâhim Birâder takma adlı Louıs Massignon siyasal İslamcıların en tehlikelisi sayabileceğimiz "Ilımlı İslam" ya da "Dinler Arası Diyalog" girişimlerinin fikir babasıdır.

Sarıklı kardinal, CİA’nın kucağında ki yosma Fetullah Gülen’ in himayesinde düzenli olarak yapılan adına “Amerikan Şeriatı” da diyebileceğimiz “Ilımlı İslam” düşüncesinin gerçekleştirilmesine matuf “Dinler Arası Diyalog” çalışmalarının Türkiye ayağını teşkil eden “Abant Platformu” Louıs Massignon’un siyasal İslamcılara açtığı yolun, Türkiye Cumhuriyeti Devleti aleyhine işletilen, en kapsamlı ve tesirli, kurumu konumundadır.

TTK.

Üçoklu Börü Kam

Çağrı Bey:
SİYASAL İSLAMCILIĞIN EN SİNSİ ve TEHLİKELİ ŞUBESİ FETULLAH'IN BATİNİ ve BAHAİ ŞİFRELERİ:

Bilindiği gibi İslam, çok eski inanç ve kültürlerin yaşadığı coğrafyaların içinde zuhur etmiştir.
İslamiyetin zuhur çağında, Mecusilik ve Zerdüştlük bu coğrafyanın en eski inanç ve kültürüydü.
Hızla yayılan İslam, bu eski inanç ve kültürleri de etkisizleştirip dini-siyasal kimliğini hâkim kılmıştır.
İslam’ın bu baskınlığı karşısında binlerce yıllık birikime sahip olan Zerdüşt ve Mecusi din adamları kolay pes etmeyip, yeni taktik ve yöntemler geliştirerek varlıklarını sürdürmenin ve bu arada da İslam’dan intikam almanın yollarını aramışlardır.

    Günümüz siyasal İslamcılarının en birinci başvuru yolu olan “takiyye” vaktiyle Zerdüşt ve Mecusilerin İslam’a karşı geliştirdikleri “kimliklerini gizleme” “amaçlarını belli etmeme” taktiğinin adıydı.

Gerçek niyetlerini gizleyerek İslam’ın içine sızan bu eski inanç mensupları, zaman içinde, bunu sistematik bir yol ve yöntem haline getirmişlerdir.

Özellikle en eski medeniyetlerden birisi olan Pers (bu günkü İranlıların ataları) coğrafyasında şekillenen ve hayat bulan fikir cereyanları çeşitli tarikat ve cemaat organizasyonlarıyla dini, etnik ve siyasal yapılar kurmuşlardır.

    Bu yapılanmaların hemen hepsinin şemsiye ve çatısı Bâtıniliktir.

Birçok İslam tarihçisi ve bilgini Bâtıniliği “Mecusilik ve Zerdüştlüğün İslam’dan intikamı” olarak nitelemektedir.

Batini akım önce Zerdüştlüğün içinde proto-sosyalist ve reformcu bir din anlayışına sahip olan "Mazdekçilik" olarak belirmiştir.
Aynı zamanda sıkı bir Pers milliyetçisi tavırlar sergileyen Mazdek’e göre kâinatta; ışık ve karanlığın çekiştiği düalist bir yapı vardır.

    Mazdek'e göre Işık; iyiliği, güzelliği, karanlık ise; şeytanı ve kötülüğü temsil etmektedir. (Fetullahın Işık evlerinin esin kaynağı Mazdekçiliktir)

Batini gizemciliğinin Mazdekçiliği takip eden silsilesi, isimleri değişse de- ki bu isim değişiklikleri hâkim güçlerin (İslam devletinin) Bâtıniler üzerindeki takibatı nedeniyle sık sık kesintiye uğraması sonucunda yeni bir kişi ve adla yeni baştan sahneye çıkmasından kaynaklanmaktadır- amaç ve felsefesi aynı olan "Hürremilik", "Babek", "İsmailiye", "Haşhaşiye" (Hasan Sabah), "Hurufîlik", "Cavidaniye", "Babilik", "Bahaîlik" adlarıyla bir öncekinin daha da geliştirilmiş devamı olarak günümüze kadar devam etme ve yaşama becerisini göstermiştir.

    Batınîliğin en belirgin özelliği; yasak kimliklerini saklayarak, “takiyye” yapmalarıdır. Batınîler tarih boyunca “takiyye” yaparak gerçek "inançlarını gizlemiş", "Müslümanlarla kaynaşmış" ve "devleti içten içe fethetmeye çalışmışlardır". (Bu gün Fethullahçıların yaptığı gibi...)

Biz, bu incelememizde; CİA’nın kucağındaki yosma, sarıklı kardinal Fetullah’ın, evvelinde Batinilikle başlayan ve asırlar boyunca değişik kişiler eliyle, başka başka ad ve namlarla, silsile silsile, devam ederek en sonunda dünya dini olma iddiasına kadar ulaşan Bahaîlikle irtibatını ortaya koymaya çalışacağız.

TTK.

Börü Kam

(Devamı bir sonraki iletidedir.)

Çağrı Bey:
(Bir önceki iletinin devamıdır)

Yasak kimliklerini saklayarak, yani "takiyye" yaparak, saf ve dindar Müslümanlarla kaynaşıp, onlara zaman içinde yavaş yavaş kendi amaçları doğrultusunda fikir enjeksiyonu yapan Bâtınilerin bu taktikleri daha da modernize edilip, çağın gereklerine göre yeni rötuşlar yapılarak, Nurcu-Fetullahçılar tarafından, etkili bir şekilde uygulamaya konulmuştur.

    Fetullahçılar bir kişiyi markaja almadan önce o kişiyle ilgili olabildiğince çok bilgi toplayıp, elde edilen bu bilgiler doğrultusunda hedef kişinin beğeni, zaaf, hassasiyet vb. gibi yönlerine göre bir yaklaşım tarzı ortaya koyarak kişiyi elde etmektedirler.

Bu noktada Fetullahçılar tam bir bukalemun karakteri sergilemekte markaja aldıkları kişinin ne yapıp edip bir zayıf yönünü bulup o açık kapıdan içeri girmektedirler.

Askeri okul örgencilerinin izin günlerinde gidip geldikleri yerlere, lokanta, cafe, vs, dekolte giyinmiş, degaje ve yırtmaçlarıyla tahrikkar ve davetkar kızları kullanarak bu subay adayı gençleri elde etmeye uğraşmaktadırlar.

Bu gayr-i İslami ve ahlak dışı tavır Fetullahçılıkça mübah ve hatta cinselliklerini kullandıkları kızların ibadet ettiği, zira amacın “kör deccalin” (tövbe haşa bu Atatürk oluyor) kurduğu küfür düzenini yıkmak olduğunu ileri sürmektedirler.

    Bu yönüyle Fetullahçıların uygulaması Batiniliğin en azgın kolu olan "Haşhaşilik"le (Hasan Sabah) örtüşmektedir.

Oysaki İslam’ın önemli simalarından birisi olan- ki İslam peygamberinin amcaoğlu ve damadı- Halife Ali “hak olan davaların batıl vasıtaları olamaz!” diyerek İslam adına “kutsal(!) günahlar” işlemenin yolunu tıkamıştır.

Batini geleneğin en derin iz bırakan kollarından olan "Cavidaniye" tarikatın kurucusu olan Fazlullah’ın "Cavidanname"si ve Babilerde şeyh Muhammed Bab’ın kitabı olan "Kitab-ün Nur" Kur’an kabul edilmektedir.

    Ne hikmetse, Saidi kürdinin Risale-î Nur’u; gerek isim olarak ve gerekse cemaatin gösterdiği saygı bakımından ve daha önemlisi de içerik olarak Babilerin Kitab-ün Nur adlı kutsal kitabına çok benzemektedir.

Türkiye’deki Nurculara göre, Kuran anlaşılması zordur. Bu nedenle müritlere Nur Risaleleri önerilir.
Risalelere adeta ikinci bir Kuran muamelesi gösteren Fethullah ve avanesi, bu anlayışlarıyla daha işin başından Kur’anın tek kitap olma özelliğine aykırı hareket etmiş olmaktadır.
Fethullah’ın; “İlimler sahasında meselenin temel esprisini ise Bedîüzzaman’ın (Saidi kürdinin) mülahazasında buluruz. Şöyle der Bediüzzaman: Allah’ın iki kitabı vardır. Biri kâinat kitabı, diğeri Kur-an’ı” sözleriyle “kainat kitabı” olarak Saidi kürdinin risalelerini kastetmektedir.
Nurcu-Fetullahçı anlayışın bu uygulaması nurculuk içinde İslam’ın en temel kaynağı olan Kur’anı ikinci plana atmakta ve neredeyse gereksiz kılmaktadır.
Çünkü Nurcu-Fetullahçı yol için lazım gelen her şey üstatların (saidi kürdi ve Fetullah) kitaplarında mevcuttur.

İslam âlemine “Amerikan şeriatı” adını verebileceğimiz “ılımlı İslam modeli”ni dayatmaya çalışan CİA’nın kucağındaki yosma, sarıklı kardinal Fetullah Gülen’in taşıdığı "Fetullah" adı da Batini-Bahaî şifrelerden bir tanesidir.
1844 yılında İran Şahına suikast düzenleyen Batini-Bahaî fedaisinin adı da Fetullah Kami’dir
Bu bir tesadüf değildir.
Çünkü CİA’nın kucağındaki yosma, sarıklı kardinal Fetullah Gülen’in ailesi, Fetullah Kami adlı Batini-Bahaî fedaisinin İran şahına karşı düzenlediği başarısız suikast nedeniyle, Batini-Bahaî tarikatına karşı, başlatılan takibat ve cezadan kurtulmak amacıyla, İran’dan Türkiye’ye, Erzurum’a, göç etmişlerdir.

    CİA’nın kucağındaki yosma, sarıklı kardinal Fetullah Gülen’in mahlas (takma ad) olarak birçok yazı ve kitabında kullandığı “Dahhak” adı da İran Şahı Cemşit’i testereyle keserek öldüren bir Bahainin adıdır.

Kendisini Batıni kutsiyetiyle görevli addeden CİA’nın kucağındaki yosma, sarıklı kardinal Fetullah Gülen’de, aynı mezhep ve dindaşı Dahhak gibi, Laik Türkiye Cumhuriyeti Devletini var eden kişi, güç ve iradeyi (kör deccal (tövbe haşa) olarak adlandırılan Başbuğ Atatürk, Türk Milleti ve Türk Milliyetçiliği) yok etmek emelindedir.

TTK.

Börü Kam

(Devam edecektir.)

Üçoklu Börü Kam:
Bu konuya bir soru ile devam etmek istiyorum.

Şöyleki:

Türk Milleti ve devleti aleyhine, nurculuk adı verilen sapkınlığı başlatan saidi kürdinin; en sadık ve etkili takipçisi, CİA’nın kucağındaki yosma, sarıklı kardinal Fetullah Gülen'in, konuşma ve kitaplarında, "coşkun bir lisanla bahsettiği Muhammet", kim olabilir?

Sevgili Gökbörüler!

Araştırma sonuçlarınızı ve tahminlerinizi eklemenizi bekliyorum.

Bakalım "fettoşun Muhammed"i kimmiş?

TTK.

Selim Pusat:

--- Alıntı yapılan: Üçoklu Börü Kam - 04 Temmuz 2011 ---

CİA’nın kucağındaki yosma, sarıklı kardinal Fetullah Gülen


--- Alıntı sonu ---

Bu adama cuk diye oturan bir tabir olmuş.
Ayrıca verilen bilgiler çoğu site de olmayan bilgiler kesinlikle kaynak olacak yazılar.
Ellerinize sağlık soydaşım.
Lafı gediğine koymuşsunuz.

Navigasyon

[0] Mesajlar

[#] Sonraki Sayfa

[*] Önceki Sayfa

Tam sürüme git