Gönderen Konu: Ermeni Soykırımı Yalanı ve Gerçekler / Prof. Dr. Türkkaya ATAÖV  (Okunma sayısı 3949 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı Aksungur

  • Türkçü-Turancı
  • **
  • İleti: 39
  • Türk Milliyetçisi


I- 1915: Ermeni Tehdidi Masal Değil, Gerçekti!

“Ermenilerden özür” imzalarına önayak olanların da, o sallabaş kervana katılanların da Türk-Ermeni ilişkileriyle ilgili temel bilgilerle donanmış olmadıklarını söylemek zorundayız. Bu ilişkilerin gerçekleri ile “özür” imzaları arasındaki çelişki konusuna bu yazıda bir kez daha değinmek gibi bir amacım yok. Böyle bir girişim ancak kitap, daha doğrusu kitaplar konusudur. Ben kişisel olarak 1975’den bu yana hazırlığını yaparak ve 1980’lerden bugüne de yayımlamak yoluyla bu konuya bir katkı sağladığımı, madalyonun özellikle savsaklanmış olan yanına ışıklar tuttuğumu düşünüyorum.

Bu konuda basılmış olan 80 kitap ve kitapçığımın yalnız dördü Türkçe, geri kalanı yabancı dillerdedir. Bunlara ek olarak, iki yeni kitap da Almanya’da ve bir Arap ülkesinde basım aşamasındadır. Gene bu konuda yurt dışındaki dergi ve günlüklerde bugüne değin kendi imzamla 48 yazı yayımlattım. Son ikisinden birkaç formalık uzun olanı ABD’nde Villanova Üniversitesine bağlı bilimsel bir dergide son hafta içinde çıktı, öbürü de elime henüz geçmedi. Demem o ki, bunları burada özetleyemem bile. Bu nedenle, okuyucunun art arda gelecek iki yazılık bu dizide Ermeni sorununa ilişkin olarak tüm sorulara yanıt beklememesi gerekir.

Ancak, bu yazıda konunun genelde boşlanan, ama çok önemli olan bir yanına, ayrıntılarına bir ölçüde inerek, değinmek istiyorum. Eldeki belgeler ve bilgiler şu varsayımların yanlışlığını kesin olarak ortaya koyuyor: Batılı yazarlar genellikle Ermenilerin sessiz, barışçı, silâhsız, inançlı Hıristiyan, içten ve dıştan korumasız, boynu bükük, ama bu özelliklerine karşın güçlü Osmanlı ordusunun birden saldırısına uğradıkları görüşünü yayarlar. Bu yoruma göre, 1915’deki Ermeni ayaklanması Osmanlı güvenliği için gerçek bir tehlike oluşturmamıştır, Ermenilerin içinde bir olasılıkla silâha elini değdirmiş olan varsa bunlar ancak bir avuç insanın ufak tefek olaylarıyla sınırlı kalmıştır, oysa Türkler bunu sanki bir “tehdit” gibi algılayarak üstelik çok abartmışlardır ve böylece Ermeni azınlığın çoğunluğunu “tehcir”, yani yerinden etme gibi bir karar gereksizdir, ayrıca böyle bir uygulamanın örneği de daha önce yoktur. Batılıların ve birçok yazarın kulaktan işitme ve üstünkörü bilgileriyle savundukları ve yineleyip durdukları budur.

Oysa, Ermeni silâhlı tehdidi askerî güvenlik açısından gerçekti ve ona tepki olarak doğan yer değiştirme olayı güvenlik arayışı içinde bir zorunluluktu, yalnız böyle bir güvence kararını yansıtıyordu. Şöyle ki:

1. 19’uncu yüzyılın sonlarından başlayarak, yabancı desteğiyle ayaklanan ve kendilerinden olmayanların kıyımına girişenler bu amaçla oluşmuş Ermeni terör örgütleriydi.

2. Ermeni azınlık Birinci Dünya Savaşının başında ve onun çeşitli aşamalarında da toplam altı haneli sayılarla anlatılan bir Türk ve Müslüman kıyımını gerçekleştirdi. Bunun kanıtları yalnız Osmanlı değil, öteki ilgili devletlerin de belgeliklerindedir.

3. Öte yandan, Osmanlı devletinin hem o zamanki geniş topraklarında, hem de Ermenilerin ve yandaşlarının “Batı Ermenistan” demeyi yeğledikleri Doğu Anadolu’daki altı ilde (yani, bugünkü iller bölünmesinde her biri içine daha birçok illeri alan Erzurum, Trabzon, Sıvas, Bitlis, Mamuretülaziz, Diyarbakır ve Van’da) kesin olarak azınlıktaydılar ve Ermeni olmayanlara “budunsal temizlik” uygulayarak kendilerine bir yurt edinme kanlı çabası içindeydiler. Türkleri ve öteki Müslümanları öldürerek ya da kaçırtarak toprakları istenmeyenlerden “temizleme” yöntemi Balkanlar’da, Kırım’da, onun kuzeyindeki geniş arka bölgesinde ve Kafkaslar’da 1821-1922 yılları arasında gerçekleşmişti

4. Ermeniler Doğu Anadolu’da aynı uygulamayı denemek istediler. Bu amaçla, kâğıt üstünde çizdikleri “Ermenistan” sınırları Sinop’u ve Antalya’yı da içine alıyor, Kafkasya’da Gürcistan ve Azerbaycan’dan başka Urmiye Gölü’nün yarısına değin kuzey İran’ı da kendine katarak Karadeniz, Doğu Akdeniz ve Hazer Denizi’ne açılıyordu. Bu haritaya son biçimini adı “dünyayı kurtaracak büyük barışçı”ya çıkmış olan (ama böyle bir tanımın yakışmadığı) ABD Başkanı Woodrow Wilson verecekti. Bu haritalar Ermenilerin danışmanlığında Amerika’da çizilip Versay Barış Toplantısına ve Sevr’e yollandı. Benzerleri şimdi de NATO toplantıları gibi yerlerde görülüyor.

5. Osmanlı Ermenilerine gelince, onlar da yurttaşı oldukları devletin savaş düşmanları olan Çarlık Rusyası, Britanya ve Fransa ile çok yakın silâh, askerî eğitim, para ve uyumlu saldırı eylemleri çerçevesinde, (Kafkas cephesindeki) Üçüncü, (Suriye, Filistin ve Sina cephesindeki) Dördüncü ve (şimdi Irak denen, o zamanki Musul, Bağdat ve Basra illeri cephesindeki) Altıncı Osmanlı Ordularının güvenliğini gerçekten tehdit ettiler.

6. Ermeni silâhlı gerilla, başıbozuk ya da düzenli güçleri bu üç Osmanlı ordusunun da savaş için gerekli ulaşım yollarını ve her türlü lojistik desteğini, Türklerin savaştıkları yabancı devletlerin çeşitli yardımlarıyla, işe yaramaz duruma soktular. Türk askeri yiyeceğini sağlayamaz, savaş gereçlerini elde edemez ve yaralılarını geriye çekip baktıramaz duruma düştü.

7. Ermenilerin yerini değiştirme uygulaması bir askerlik sorunu ve savaş gereği olarak ortaya çıktı. Çözüm olarak birden çok seçenek düşünüldüyse de, bu yol zorunlu olarak seçildi ve bu nedenle yapıldı.

8. Böylesine bir yer değiştirmenin örnekleri dünya ve Osmanlı yakın tarihinde zaten vardı. Yakın Osmanlı geçmişindeki uygulamalar içte ve dışta hiçbir sakınca doğurmamış, bir sorun yaratmamış, bir pişmanlığa yol açmamıştı

Yukarıdaki noktaların birbiriyle bağlantıları var. Ancak, bu yazımın amacı özellikle Türklerin güvenlik kaygısının, ne denli gerçek olduğunun ayrıntılarına inmektir. Bu gerçeğin tehlike algılamasına ve kimi Ermenilerin yerlerinin değiştirilmesi zorunluluğuna açıklık getirmesi gerekir. “Özür” imzacılarının (varsa) yayınlarında bu “olmazsa olmaz!” gerçekten haberli olduklarına ilişkin ipuçlarına rastlanmıyor.

Oysa, Türk ordularının güvenliğine Ermeni tehdidinin kanıtları yalnız Osmanlı değil, Rus, İngiliz, Fransız, Amerikan ve Alman belgeliklerinde, hattâ Ermeni yayınlarında vardır. Ancak, ayrıntılı olarak ele alan ve yabancı imzalarla yayımlanmış inceleme çok azdır. Gene de, Stanford J. Shaw, Justin McCarthy, Bernard Lewis, Erich Feigl, Robert F. Zeidner ve Guenter Lewy gibi Türk tarihi uzmanları, savaşta karşımızda yer almış Fransız M. Larcher ve İngiliz General E.H.H. Allenby gibi Fransız ya da İngiliz komutanlarıyla Britanya ve Fransa Başbakanlarının sonraki yayımlanmış açıklamaları, Bogos Nubar gibi savaş-sonrası Paris toplantısında Ermeni Ulusal Kurulu başkanı olan kişinin ya da benzerlerinin itirafları, giderek tek tük kimi gözlemciler Türklerin güvenliğine yönelik Ermeni tehdidi konusunda önemli bilgiler verdiler.

Yazar takımının içinde sivrilen, kanımca, Edward J. Erickson’dur. Bu konuya eğilen Erickson, ayrıca, (Amerika’da şu sırada düşünülen Ermeni yanlısı bir filme konu olan) Musa Dağı olayını da ayrıca inceledi. Kuşkusuz, filmin kaynağı (Feigl’in aktardığına göre, daha sonra yanıltıldığını söylemiş olan) Franz Werfel’in Ermeni tanışlarından işittiklerine dayalı romanıdır. Bu film yapılırsa, siyasal dürtülerle ödüller de alabilir, yabancı izleyicileri çok olur ve bu konuyu ondan öğrenenler “Ermeni sorununun uzmanı” kesilirler. Gönül serüvenleri boyalı basına sık yansıyan “sanatçılarımız”, örneğin “ben yabancı dilde düşünürüm” gibi açıklamaları ulusumuzun bilgisine baş sayfalarda taşınan “en üstün yıldız”larımız, söz gelişi, Barbaros Baykara’nın “Şirzı: Nefret Köprüsü” adlı ve yazınsal ağırlıklı, ama dengeli denemesini dış dünyaya iyi yönetmenlik, başarılı çekim ve yabancı dille sunmadıkça, olacağı bu çarpıklıktır.

Öte yandan, bu yazının ekseni Kafkas cephesinde konuşlanan 3. Osmanlı Ordusu, Suriye ve Filistin’i korumakla görevli olup Süveyş Kanalına değin uzanan 4. Ordu ve sonra Irak denilen topraklarda çarpışan 6. Ordunun güvenliğinin tehdit altına girmesi, çarpışan bu üç ordunun ulaşım yollarının tıkanması, kanlı Ermeni saldırılarının yaygınlaşması ve bunların doğurduğu sonuçlardır. Birinci Dünya Savaşındaki asker ve sivil Türk yetkililerinin yasal, törel, meslekten gelen ve insancıl bir güvenlik algılaması ve bir lojistik anlayışı vardır. Sorunun temeli budur. Peter Balakian, Vahakn N. Dadrian, Richard Hovannisian ve Ramond Kevorkian örneği Ermeni yazarlarla Gerard Chalian, Yves Ternon, Christopher J. Walker, David Marshall Lang ve Robert Melson gibi yandaşlarının değinmedikleri, ama tartışmanın “olmazsa olmaz” yanı da budur. “Özür” imzacılarının da bu bağlantılar konusunda yeterince bilgileri olduklarını sanmıyorum. Hattâ, tümüne yakınının bütünüyle habersiz olmaları konunun uzmanlarını şaşırtmaz.

Nazi Almanyası’nda soykırıma uğrayan Yahudi azınlık ve Pearl Harbor baskını sırasında her biri evlerinden ve iş yerlerinden zorla koparılarak toplama kampına atılmış olan Japon kökenli Amerikan yurttaşları kendi devletine karşı ellerine silâh almamışlardı. Yalnız o sırada Amerika’da bulunan az sayıda Japon yurttaşı değil, birkaç kuşak öncesinden ABD yurttaşı olmuş çok kalabalık Japon kökenliler evlerinden ve iş yerlerinden alınıp toplama kamplarına götürüldüler. Silâh kullanma, bombalama, cinayet ya da düşmana yardım gibi eylemleri olmamıştı. Japon kökenlilere ek olarak, ayrı ayrı birkaç bin Salman ve İtalyan da benzer sondan kurtulamadı.

Osmanlılarda Ermeni azınlık öyle değildi. Savaş 1914’de başlamadan önce bile, Ermenilerin “siyasi parti” diye ileri sürdükleri Hınçak ve Daşnak örgütleri, gizli oluşturulmuş terörist kuruluşlardı. Onlar için “terörist” tanımını (Wisconsin Üniversitesi yetiştirmesi ve haftalık Ermeni “Azk” yayınının yöneticisi) K.S. Papazian ile (California Üniversitesinden doktoralı) Prof. Louise Nalbantian (1934 ve 1963 yıllarındaki kitap yayınlarında) açıkça belirtiyorlar. Ben yaklaşık yirmi beş yıl önce Papazian’ın kitabını yer yer özetleyen ve sözü sık sık da ona bırakan (üç yabancı dilde) ufak bir kitap çıkarmıştım, Nalbantian’ın doktora çalışmasına kendi yayınlarımın birçok yerinde göndermeler yaptım.Emperyalist yayılma siyaseti güden Rusya, Britanya ve Fransa gibi ülkeler bu terörist örgütlenmeleri desteklediler, onları şiddete yönelttiler ve Ermeni olmayanlara karşı türlü suçlar işlemelerinde doğrudan ya da dolaylı destek oldular. Osmanlı toprakları üstünde yayılma ve çıkar sağlama amaçları olan emperyalist ülkelerin katkısını gereği gibi değerlendirmemek bağışlanamaz. Bu konudaki geniş kaynakçayı, hele kuramsal doğruları ve uygulayıcıların yer yer itiraflarını elden geçirmeden uzun, sinsi ve çok yönlü geçmişi olan dış müdahaleleri küçümsemek gerçekçi ve bilimsel değildir.

Osmanlı topraklarının kanlı olaylar dizisinin sahnesi olmasında bu dış müdahalenin kuşkusuz büyük payı var. Bunun ilk adımı Fransız Katolik ve Amerikan Protestan din yayıcılarının Hıristiyan (Gregoryan) Ermenileri onların Türklerden ve öteki Müslümanlardan din ve ırk nedeniyle üstün olduklarına inandırmalarıydı. Bunu silâh ve askerî eğitim sağlanması, Ermeni olmayan Osmanlı hedeflerine saldırılması, olayların parasal ve diplomatik destekle Avrupa ve Amerikan basınına sürekli olarak Hıristiyan Ermeni yanlısı biçiminde yansıması izledi. Silâhlı Ermenilerin 1895’de Berecik’te başlattıkları olaylar sonunda o ilçede “2.000 Ermeninin öldürüldüğü” İngiliz basınına geçti, ama başkent İstanbul’daki yabancı büyükelçiler kurulu (Müslüman ve Ermeni) “yalnız beş kişinin” yaşamını yitirdiğini belirledi. Zaten, Berecik’te o tarihte 978 Gregoryen Ermeni ve 8.702 Müslüman vardı. Bu ve benzeri düzeltmeler Batı basınına yansımadı, diplomatik yazışmalarda kaldı. Ancak, özel görevle yollanan İngiliz yüzbaşısı Charles Boswell Norman’ın bu konudaki raporunu da, benzeri bulgularla birlikte, yer yer özetleyerek sözü sıkça da ona bırakarak gene yirmi küsur yıl önce birkaç yabancı dilde yayımlamıştım. “Özür” imzacıları benim bu yayınlarımı ya da Norman’ın yazanağı üstüne Yavuz Ercan’ın 1993’de çıkan yayınını görmediler mi?

Bu denli dış müdahaleler ve Ermeni azınlığı saldırılara itme yabancı emperyalist devletlerin yayılma siyasetinin ayrılmaz bir parçasıydı. Bu nedenle, söz konusu devletler sonraki kanlı olayların baş sorumlusudurlar. Öte yandan, gene bu Batılılar benzer müdahalelerin kendilerine yapılmasını hiç hoşgörüyle karşılamadılar. Örneğin, Fransızlar Çin Hindinde ve Afrika’nın “Magrib” denilen kuzey-batısında başka yabancıyı buralara sokmadılar, bunu bir savaş nedeni saydılar ve yerli halkların bile kendi baskıcı egemenliklerine haklı tepkilerini yıllarca kanla bastırdılar. Vietnam ve Cezayir olayları ne çabuk unutuldu? İngilizler koca Afrika’da Mısır’dan en güneyde Umut Burnu’na değin ve ayrıca gene Hindistan’da emperyalist rakiplerine ve yerli kımıldanmalara karşı silâha başvurmadılar mı? Britanya ve Fransa Afrika’da Faşoda’da birbiriyle savaş eşiğine gelmedi mi? Bu anakaranın yakın tarihinde yabancı müdahaleler çatışması ekseninde olgunlaşan “Fas bunalımı” diye konular yok mudur? Gene Britanya Hindistan’da tek başına egemen olmak için Fransa, Hollanda ve Portekiz’le çatışmadı mı? ABD (yalnız kendi devlet sınırları içinde değil) Kanada’nın kutba yakın kuzeyinden upuzun anakaranın Patagonya’ya değin tüm Batı Yarı-Küresine (Amerika dışında) hiçbir başka devletin müdahalesini kabul etmeyeceğini daha 1823’de Monroe Kuramıyla açıklamadı mı?

Kendi sömürgeleri ve yarı-sömürgelerinde bile dış müdahaleyi yasaklamış olan emperyalist devletler Osmanlının kendi toprağında diledikleri gibi cirit attılar. Yaptıkları Hıristiyan din yaymacılığı, mezhep değiştirtme, azınlıklar için okullar açıp eğitim verme, özellikle Ermenilerde bir üstünlük duygusu yaratma, içlerinden seçtiklerini özel olarak yetiştirme, silâhla donatma ve her çatışmada Ermenileri suçsuz gösterirken Türkleri yabanıl olarak tanımlamaydı. Bu yaklaşım Ermenilerin şiddete yönelmelerinin alt yapısıydı. Ermeni kardeşleri Van, Sasun, Adana, Erzurum ve Kudüs’te Türk öldürürken, örneğin (Yale Üniversitesinde okuttukları) Vahan Cardashian (Kardeşyan), New York’ta yöneticisi olduğu Ermeni Basın Merkezinde Sinop’tan Muğla’ya bir çizgi çekerek doğusunda kalan Anadolu’yu “Büyük Ermenistan”a katıyor, içine Azeri, Gürcü ve kuzey İran topraklarını da ekleyerek Karadeniz, Akdeniz ve Hazer Denizi’ne (kâğıtta da olsa) çıkış sağlıyordu.

Bu haritaların yabancı başkentlerde çizildiği o karanlık yıllarda, doğudaki ve güneydeki üç ordumuz yalnız kendilerini değil, devleti de koruma çabası içindeydiler. Silâhlı Ermeni saldırıları bu ordulardan ikisini doğrudan ve birini de dolaylı biçimde son derece olumsuz olarak etkiledi. Tüm Osmanlı güçleri daha bir kaç yıl önceki iki Balkan Savaşından çok şey yitirerek çıkmışlardı. Eldeki yiyecek ve gereç savaştığı orduların en alt düzeydeki gereksiniminden daha azdı. Ekmek, et, kuru sebze, pirinç ve şeker yığımı düşüktü, ancak birkaç aylıktı. Tüfek ve top mermisi savaşmak zorunda olduğu ordulardakinden çok daha azdı. Yabancıların yaptıkları demiryollarının temelinde onların kazancı yattığından, Türk ordusunun askerî gereksinimi hiç düşünülmemişti. Demiryolu yapan yabancılar, çevrede petrol olma olasılığı karşısında çizimi daha başında ona göre tasarlamışlar ve ayrıcalıklı anlaşma metinleri içine sağda ve solda onar kilometrelik etki alanı koşulunu da ekletmişlerdi. Geri kalan yollar da kolay aktarıma uygun değildi.

Oysa, hiçbir ordu yeterli ve kolay sağlanabilir yiyecek, ilâç, onarım, yedek parça, savaş gereçleri, insanla hayvan bakımı ve bunları yerlerine götürecek ulaşım ağı olmadan savaşamaz. Bu türlü lojistik altyapı askerî başarının koşuludur. Devlet yöneticileri ve ordu komutanları savaşmakla görevli olan askerlerine yiyecek, hayvanlarına yem, yaralılarına bakım, onarım için araç-gereç ve ulaşım amacıyla tren, yol, telgraf ve telefon hizmetleri sağlamak zorundadırlar. Gerçek şu ki, dış destekli ve yoğun Ermeni saldırıları bu lojistiği çok zorlaştırmış, yer yer çökertmiş, kimi durumlarda toptan ortadan kaldırmıştır.

Savaş başlamadan önce Alman askerî örgütlenmesine uygun olarak kurulmuş olan Osmanlı orduları ulaşım yolları ağı içine alınmıştı. Doğudaki ve güneydeki üç ordudan her birinin kendi ulaşım örgütlenmesi, ayrıca bunu düzenleyecek olan (Menfez Umumî Müfettişliği adı altında) denetmenliği vardı. Her ordunun ve onunla birlikte lojistik merkezlerinin sorumluluk alanının genişliği birkaç yüz kilometreyi kapsıyor, bin kilometreye yaklaşıyordu.

Bu yazıda görevini Doğu ve Güney Doğu Anadolu’da yerine getirmek için savunma konumuna oturmuş olan üç Osmanlı ordusunun ulaştırma ve lojistik gereksinimlerinin ne denli yaşamsal olduğunu belirttim. Bundan sonraki yazının konusu silâhlı Ermenilerin içten ve dıştan bu üç ordunun da destek, beslenme, onarım ve bakım yollarını nasıl işe yaramaz duruma soktukları ve Ermenilere yer değiştirmenin bu nedenle ne denli zorunlu duruma geldiğidir.

II- 1915: Ermeni Saldırıları ve Tehcir

Birinci Dünya Savaşının daha başlangıcında, Üçüncü, Dördüncü ve Altıncı Osmanlı Orduları ilk seferberlik hazırlıklarının sonunda doğuda Kafkas ve güneyde de Suriye ve Irak cephelerinde yerlerini aldılar. Her birinin savunma alanları genişti ve her birinin artlarında destek merkezleri vardı. Kalabalık silâhlı Ermeni kümeleri, yalnız Türk askerlerine değil, bu hedefler kadar önemli olan lojistik merkezlerine de birden ve sık saldırılar düzenlediler ve çarpışan Türklerin destek yollarını büyük ölçüde egemenlikleri altına aldılar. Bu gerçeğin bütün çıplaklığıyla bilinmeli ve Ermenilerin cephelerden uzak yerlere sürülmeleriyle bağlantısı açıkça görülmelidir.

Şimdi, bu üç Osmanlı ordusunun da durumlarına ayrı ayrı bakalım. 3. Ordunun daha 1914 Yazında oluşturulan lojistik merkezi önce Erzurum’da, sonra da daha güvenli olan Erzincan’da kurulmuştu. Ekmek için fırınları, gereç koruncakları, onarım işlikleri, temel eğitim yerleri, amele taburları, taşınabilir hastahaneleri, (at, katır, öküz ve deveden oluşan çok sayıda) hayvan için bakım birimleri, taşıma araçları ve tren vagonları vardı.

Ermeni alaylarıyla berkitilmiş olan Çarlık Rusyası ordularıyla sıcak çatışmalar 1 Kasım 1914’de başladığında, geriden desteği cephelere ulaştırma ve yaralıları bakım yerlerine hemen taşıma zorlukları hemen belirdi. İlk aylarda 3. Ordu hizmetinde 106.608 asker ve 53.794 hayvan bulunuyordu. Kafkas cephesindeki Ruslarla ilk büyük çatışma bize 33.000 ölü, 10.000 yaralı ve 7.000 savaş tutsağına patladı. O denli ki, daha yaşlılar ya da çok gençlerden yeniden askere alma girişimleri başladı. Ama bunu da Sarıkamış’ta çoğu ölmüş ve yaralı toplam 58.000 askerimizin savaş-dışı kalması izledi. Rusların Malazgirt, Tortum ve Van saldırıları 3. Orduyu daha güç durumlara soktu. Kuzeydeki Sıvas-Erzincan-Erzurum yolu bozuk ve dondurucuydu.

Kuzeydeki 3. Ordunun Sarıkamış girişiminin başarılı olmaması gibi, güneyde 4. Ordunun Süveyş Kanalı’nı aşıp Mısır’ı İngilizlerin elinden alma “hesabı da çarşıya uymadı”. Bu orduya geriden yardım edecek bir lojistik ağı vardı, ama kuzeydekine göre çok daha uzun mesafeyi kapsayan taşıma işini üstlenecek olan demiryolunda sakıncalar bulunuyordu. Gerçi, tren çizgisi Pozantı’dan uzakta Medine’ye değin uzanıyordu, ama arada iki kopukluk söz konusuydu: Pozantı’da 54 ve biraz ileride Osmaniye’de de 36 kilometrelik iki ayrı bağlantısızlık. Taşınacak olanları önce vagonlara koymak, ilk kesintide indirip hayvanlara yüklemek, yeniden vagonlara taşımak, ikinci kesintide bir daha indirmek, gene hayvanların sırtına yerleştirmek ve daha ileride vagonlara istiflemek zorunluluğu vardı.

4. Orduyu sıkıştıran (ve Ermenilerin içinde önemli görev aldıkları) başka bir nedenin daha sözünü etmek gerek. Britanya savaş gemileri İskenderun Körfezi yakınlarında dolaşıyor ve 4. Ordunun tasarılarını bozuyorlardı. Bu kıskaç İngilizlerin Filistin’den Sina Yarımadasına doğru inmiş olan 4. Orduyu ardından çevreleme girişimiydi. İngiliz askerlerinin, belki Fransız donanmasının ve kesinlikle Ermeni taburlarının desteğiyle, Adana toprağına dökme olasılığı Damokles’in kılıcı gibi sallanmaktaydı. Sarıkamış ile Süveyş’teki gerilemeler Irak’ta Basra’dan kuzeye tırmanmağa çalışan İngilizleri durdurma çabası içindeki 6. Orduyu da etkilemişti.

Bu noktada Ermeni azınlığın Türklerin tüm düşmanlarıyla işbirliği içinde ve ellerinde tabancadan tüfeğe ve kılıçtan topa değin türlü savaş gereçlerinin bulunduğu gerçeğinin üstünde durmak gerekir. Bu gerçeğin görmezden gelinemez kanıtları Ermenilerin yalnız Hınçak ve Daşnak terörist örgütleri değil, Rus, İngiliz, Fransız, Alman ve kuşkusuz Osmanlı ve Ermeni kaynaklı açıklama, buyruk, teşekkür, anı kitabı, bilimsel yayın, savaş tarihi incelemeleri, itiraflar ve fotoğraflarda bol sayıda vardır. Türklere karşı savaşan Ermenilerle onların Ruslar, İngilizler ve Fransızlarla her yönden yakın bağları yadsınamaz biçimde ortadadır. Ermeniler, kendi itiraflarıyla toplam “200.000’

lik” ya da “200.000’den fazla” silâhlı kişiden oluşan ordular kurdular ve Türklere karşı ya bağımsız birimler olarak ya da Rus, İngiliz ve Fransız orduları içinde Kafkas, Sina ve Suriye cepheleriyle bunların çevrelerinde çarpıştılar.
Sonsuza dek sönmeyecek ateşimiz, Tanrı dağında savaştıkça kardeşlerimiz.