Gönderen Konu: En Sinsi Tehlike  (Okunma sayısı 3458 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı Delikurt38

  • Tanri Türkü ve Türk Yurtlarini Korusun
  • Türkçü-Turancı
  • ****
  • İleti: 127
En Sinsi Tehlike
« : 22 Haziran 2013 »
1943 Haziran`ınında “En Büyük Tehlike” adı ile çıkan ve tifüsten korunma çarelerinden bahsediyor sanılarak halk tarafından kapışılan bir broşürde Türkçülük ve ırkçılık ülküsüne saldırılmış, Türkçülük yabancı malı bir düşünce diye gösterilmiş, Türkçülerle ırkçıların da yabancı devletlerin ajanları olduğu zimnen anlatılmak istenilmiştir. Bu broşürü yazan (daha doğrusu üstüne imzasını koyan) yoldaşın adı Erkman olduğu için kendisini ilk önce Alman Yahudisi sanmıştım. Çünkü bütün düşünceleri ve bizi lekelemek isterken kullandığı tabiye yahudice idi. Fakat Darüşşafakadan mezun olduğunu işittikten sonra bunun bir Müslüman öksüz olduğunu herkesle birlikte ben de oğrendim. Bu , milli şeref ve haysiyet öksüzü tarafından ihtiyatli bir dil ve güya Türkiye hükümetinin fikirlerini benimser bir eda ile yazılan broşürün içinde, şahsi ihtirasları uğrunda Türkiye`yi savaşa sürüklemek istiyen ve Türkçülükle ırkçılığı Almanlardan alarak bir vasıta gibi kullananlar arasında benim de adım geçiyor. Broşürde benim için “ırkçı Türkçülerin en küstah ve cür`etlilerinden biri olan Atsız” deniliyor. Benim için böyle denmesi hayatımın en büyük şereflerinden biridir. Çünkü Türklük düşmanlarının bana küstah demeleri ülküme sadık oluşumun, yolumda şaşmadan yürüyüşümün güzel bir tanığıdır. Bundan başka ırkçı ve Türkçü olmak da benim için ebediyen övünülebilecek sebeplerden biridir. Önüne durulmaz bir sel olan tarihi mukadderratın bizi götürdüğü noktayı ilk görenlerden biri isem bu benim için suç değil, övünçtür.

Bu başlangıçtan sonra bir an için ülkümüzün duygularından sıyrılarak düşünelim: Türkçülük, acaba söylendiği gibi dışarıdan mı gelmiştir? Türkçüler Alman ajanı mıdır? Türkçüler faşist devletlerin Türkiye üzerinde hakimiyetine taraftar mıdırlar? Türk ırkçılığı Alman ırkçılığının kopyası mıdır?

1. Türkçülüğün yabancı malı ve İkinci Vilhelm Almanyası tarafından Türkiye`ye sokulmuş bir fikir olduğu hakkındaki iddia baştanbaşa yanlıştır. Bunu ileri sürenler zekadan mahrum değillerse, bozguncu fikirleri var demektir. “Türklerin başka uruklardan üstünlüğü” düşüncesi demek olan Türkçülük pek eski çağlardan beri Türkler arasında yaşayan bir ülküdür. Eserini 1077`de tamamlıyan Kaşgarlı Mahmud`da bu fikrin, bütün samimiyetiyle, yasadığı görülüyor. “Tanrı`nın Türkleri has ordusu saydığı ve tedip etmek istediği milletlerin uzerine Türkleri gönderdiği” fikrini, Kaşgarlı Mahmud, kitabında zikreder. Millet fikrini tanımıyan Müslümanlığın en koyu çağında, hilafet merkezi olan Bağdat`ta bu sözlerin yazılması Türklerde bir üstünlük duygusu olduğunu göstermez mi? Abbasi ordusundaki Türkler, Türkçeden başka dil bilmemekle övünürlerdi. Çünkü insan dili olarak yalnız Türkçe`yi tanıyorlardı. Mevlana gibi Acem kültürüyle yuğrulmuş ve acemce büyük eserler meydana getirmiş olan bir mutasavvıf bile acemce bir şiirinde “Türk gibi çevik ol, Acem gibi mıymıntılık etme” diyecek kadar Türkleri üstün görüyordu.

15`inci asırda yaşayan Türkistanli Alisir Nevai`nin Türkçeyi acemceden üstün tutması ve bunu ispat için eser yazması, ayni asırda Aydinli Visali`nin dilimizden yabancı kelimeleri atarak saf Türkçe ile şiirler yazmağa kalkması ve bu hareketin 16`ıncı asırda Nazmi ve Mahremi adinda iki şair daha yetiştirmesi hep aynı Türkçülük ve üstünlük duygusunun eski görünüşlerinden ibarettir. Tanzimattan sonra ise Türkçülük duygusu asrı bir şekil almıştır. Sebebi: Osmanlı hakimiyetinde yaşayan Hıristiyan ve Müslüman unsurların yavaş yavaş devletten ayrılmağa çalışması idi. Türk`e ancak Türk`ten fayda geleceğini münevverler kavrıyorlardı. İlk cağdaş Türkçü olan Ali Suavi (1839 – 1877) zamanında Ikinci Vilhelm henüz tahta geçmemişti. Ali Suavi 1877`de öldü. Ikinci Vilhelm ise 1888`de tahta çıktı. Halbuki Suavi siyasi, içtimai, tarihi fikirleriyle Türkçü ve Turancı idi. Kısa hayatında Fransa ve İngiltere`de bulunmuş, Almanya`ya gitmemişti. Zaten o devirde bütün temasımız hemen hemen yalnız Fransız kültürü ile idi. Türkçülüğün mutlaka yabancı bir memleketten geldiğini kabul etmek gerekirse İngiltere ve Fransa tarafından icad olunarak Türkiye`ye sokulduğunu iddia etmek daha akıllıca olur. Cünkü ilk cağdaş Türkçü olan Ali Suavi bu iki ulkede bulunmuş, onların kültürüyle beslenmişti.

Türkçülüğün Almanlar tarafından çıkarıldığını iddia edenler bu fikrin yalnız İttihat ve Terakki fırkası tarafından yürütüldüğünü sanmaktan doğan bir yanlışa saplanıyorlar. Halbuki Tanzimattan sonraki çağdaş Türkçülüğün tarihine bakanlar bu düşüncenin pek yanlış olduğunu derhal anlarlar. Çağdaş Türkçülüğün 4 büyük şahsiyeti vardır: Ali Suavi, Süleyman Paşa, Ziya Gök Alp, Rıza Nur.

Ali Suavi hem fikri, hem siyasi Türkçülük yapmıştır, Türkçülük kaygısıyla, yani Ayastofanos barışı gibi kötü bir barışın kabul edilmemesi için ihtilal çıkararak Çırağan sarayını basmış, fakat başaramayarak bu uğurda şehit düşmüş bir kahramandır. Almanlarla hiçbir ilgisi yoktur.

Süleyman Paşa ilmi Türkçülük yapmıştır. İlmi (tarihi) Türkçülük yaparken tanınmış Türkiyatçı Fransız De Guignes`nin tesirinde kalmıştı. Onun da Almanlarla hiçbir fikri ilgisi olmamıştır.

Ziya Gök Alp ise bütün fikri gıdasını Fransız Durkheim`den almıştır. Asıl başarısı Türkçülük ülküsünü bir sistem haline getirmiş olmasıdır. Bu üç ilk Türkçüde ırkçılık fikirleri yoktur. Hatta Ziya Gök Alp ırkçılığa muarizdir (fakat düşman değil) .

Rıza Nur ise mütedil bir ırkçıdır. Fransızcayı iyi bilen Rıza Nur Batı Kültürüne bu dil vasıtasıyla girmiş yıllarca Fransa`da kalmış, Almanya ve İngiltere`ye ancak kısa yolculuklar yapıp müze ve kütüphaneleri gezmiştir. Rıza Nur hem siyasi, hem fikri, hem de ameli Türkçülük yapmıştır. Yani maarif ve sıhhiye vekillikleri sırasında Türk olmuyan unsurları çıkarmış, bütün memurları öz Türklerden seçmeğe çalışmıştı.

Görülüyor ki çağdaş Türkçülüğün dört büyük şahsiyetinden hiçbiri Alman kültüründen gıdalanmış kimseler değildir. Hiçbir millete aşırı sempatileri yoktur. Hepsinde de Türk milletinin üstünlüğü ve büyüklüğü düşüncesi hakimdir. Vicdanlı ve namuslu insanlar kabul ederler ki bu dört büyük ölü sağ olup da memleketin başında bulunsalardı her halde faşist devletlere: “Buyrun! Bu ülke sizin olsun. Dilediğinizi yapın.” demezlerdi.

2. Türkçüler ırkçı ve savaşçı oldukları için “almancı” veya faşist yahut nasyonal sosyalist olmakla itham olunuyorlar. Bu düşünce de yanlıştır. Alman devleti ırkçı olmakla bütün ırkçıların almancı olması gerekmez. Bugün revaçta olan bütün siyasi ve içtimai fikirler yabancı malıdır. Demokrasi, faşizm ve sosyalizm ( keza onun aşırı şekli olan komünizm) fikirlerinden hiçbirisi Türklerden doğmamıştır. Acaba, bir Türk demokrasiyi kabul ettiği zaman niçin ingilizci sayılmıyor da faşizme taraftar olunca almancı olduğuna hükmolunuyor?Yabancı fikirleri benimsemek o fikrin çıktığı milleti benimsemekse Türkiye`de aşağı yukarı Türk yok demektir.

Halbuki hakikat hiç de bu merkezde değildir. Demokrasi ve faşizm taraftarları “millet”i kabul ettikleri için hiçbir yabancı devlete Türkiye`nin kapılarını açmak istemezler. Fakat solcular (yani komünistler) “millet” denilen varlığı “yapmacık” saydıkları ve kabul etmedikleri için, bütün dünyanın bir “birleşik şuralar cumhuriyeti” biçiminde idare olunmasını istedikleri için, onlar Türkiye`nin kapılarını yabancı bir devlete açabilirler. Açabilirler değil, bunun için calışmaktadırlar…

3. Irkçı Türkçülerin hangi millete taraftar oldukları meselesine gelince: Türkiye vicdan ve düşünce hürriyetini kabul etmiş olduğundan bugün Türkiye`de her vatandaş şu veya bu millete taraftar olabilir. Taraftarlık demek, kendi milleti aleyhine olmadığı zamanlarda, o milletin başarısını istemek demektir. Yurttaşlar hükümetin siyasetini bozacak şekilde propaganda yapmadıkça veya daha ileri giderek fiiliyata geçmedikçe düşüncelerinde hürdürler.

Irkçı Türkçüler Türk tarihinin verdiği hükümlere baş eğerek dostu ve düşmanı ayırmışlardır. Biz ırkımıza düşmanlık edenle etmeyeni, topraklarımızda gözü olanla olmuyanı biliyoruz. Bizim dostluğumuz ve düşmanlığımız bu esaslara göredir. Bize düşman olana düşman olduğumuz için kimse bizi ayıplayamaz. Irkçı Türkçülük siyasi bir fıkra olmadığı için ırkçı Türkçülerin gündelik siyasetle ilişiği yoktur. Bizim ülkümüz, davalarımız asırlıktır, millidir.

Irkçı Türkçülere Alman ajanı demeğe gelince bu, namussuzca bir iftiradan başka şey değildir. Irkçı demek kendi ırkının üstünlüğüne inanmış adam demektir. Böyle bir adam nasıl olur da başka ırka ajanlık edebilir? Bunu biran düşünmek bile budalalıktır.

4. Bizim ırkçılığımızı da Alman yardakçısı olduğumuza tanık diye gösteriyorlar. Yoldaşlar şunu iyi bilsinler ki Almanya cihan haritasından silinip Almanlığın kökü kazınsa bile biz yine ırkçı kalacağız. Alman ırkçılığı yalnız Yahudilere karşıdır. Anası veya babası Çek, Lehli gibi Alman düşmanı milletlerden olan fertleri Almanlar yabancı saymıyorlar. Bizim ırkçılığımız ise bütün milletlere karşıdır. Bu ırkçılık Türklüğün ihtiyaçlarından doğmuş olaylarla gelişmiş bir ırkçılıktır. Uzun, acı, denemelerden sonra anladık ki pasaport vatandaşlarından fayda yoktur. Atalarının kanıyla, diliyle, geleneğiyle bu toprağa bağlı olmuyan insanlar en ufak menfaati görünce ihanetten çekinmiyorlar. Biz bunun için ırkçıyız. Balkan savaşında Arnavutlar, Cihan savaşında Araplar ihanet ettiği için ırkçıyız. Selanik`i Yunanlılara tüfek atmadan teslim eden Tahsin Paşa ve Sevr paçavrasını imzalamaktan sevinç duyan Rıza Tevfik Arnavut olduğu için, Harp Okulu öğrencilerini zehirlemek isteyen Nazım Hikmetof Yoldaş Polonyalı olduğu için ırkçıyız. Irkçı olduğumuz için bizi Alman yardakçılığı ilen itham eden yoldaşlar Türkiye hükümetinin de ırkçı olduğunu unutmuş gözüküyorlar. Birçok okullara alınacak öğrencilerin Türk soyundan olmasının şart koşulmuş olduğuna acaba ne buyururlar? Örnek mi istiyorlar? İşte, Tasviri Efkar gazetesinin talebeye kolaylık olsun diye neşrettiği listelerde bazı okulların girme şartlarından birkaç örnek:

1. Maden Tetkik ve Arama Enstitüsü: Okula kabul şartlarından birincisi: “Türkiye Cumhuriyeti tebaasının ve Türk ırkından olmak” ( 13 Temmuz 1943 tarihli Tasviri Efkar).

2. Hava Gedikli Erbaş Okulu: Okula kabul şartlarının birincisi: “Anası ve babası Türk soyundan olmak” (14 Temmuz 1943 tarihli Tasviri Efkar)

3. Deniz Gedikli Erbaş Okulu: Okula kabul şartlarının birincisi: “Aslen ve neslen Türk olmak” (16 Temmuz 1943 tarihli Tasviri Efkar).

4. Askeri Orta Okul: Okula kabul şartlarının birincisi: “Anası babası Türk soyundan olmak” ( 20 Temmuz 1943 tarihli Tasviri Efkar)

5. Askeri Liseler: Okula kabul şartlarının birincisi: Türk soyundan gelmek” (22 Temmuz 1943 tarihli Tasviri Efkar).

6. Harp Okulları: Okula kabul şartlarının birincisi: “Türk ırkından olmak” ( 24 Temmuz 1943 tarihli Tasviri Efkar).

Görülüyor ki ırkçı olmakla muhakkak faşist olmak gerekmiyormuş. Çünkü faşist olmuyan Türk hükümeti de ırkçılık yapmaktadır. Irkçı Türkçülerin istediği, bu ırkçılığı daha ileri götürerek bütün okulların Türk soyundan gelme talebe almalarını, hatta Türk fikir ve ahlak hayatında rol oynuyan bütün insanların Türk ırkından olmasını; bütün doktor, mühendis, mimar ve öğretmenlerin de kan bakımından Türk olmalarını temin etmektir. Ta ki bir Yahudi Sabiha Zekeriya çıkıp da “ben bu vatana babamın babasının babasının kanıyla bağlı değilim” diyemesin.

5. Şimdi benim hakkımda söylenenlere geliyorum: Bana faşist diyorlar. Kötü bir kasdı olmuyarak bunu ilk defa söylüyen Cihat Hikmet (=Cihan Baban) olmustur. Cihat Hikmet 1933`te “Hitler ve Nasyonal Sosyalizm” adıyla yazdığı bir kitabın 53-60`ıncı sayfalarında “Atsız Mecmua”nın son sayısında neşredilen programdan bahsederken Hitlerin programı ile bunun arasında benzerlikler buluyor ve 57`inci sayfada benim için “Türk faşist`i” tabirini kullanıyor. Atsız Mecmua`nın son sayısında (25 Eylül 1932 tarihli 17`inci sayı) neşredilen o programı ben arkadaşlarımla birlikte hazırladığım zaman (1925) Türkiye`de Hitlerin adını bilen yoktu. Hitlerin Türkiye`de tanınması 1930`dan sonradır. Hitlerin programıyla bizimki aynı olsa bile bu, nihayet koyu ırkçı ve miliyetçi düşünen insanların aynı sonuca vardıklarını gösterir. Cihat o kitabında bana faşist diyor, fakat beni itham etmiyordu. Yanıldığı nokta bizi Hitlerden mulhem sanmasıydı.

Halbuki ben faşist değilim. Ben yalnız Türkçüyüm. Türk tarihinin içinde yüzüyorum. Diyebilirim ki her günüm 27 asrın içinde geçiyor. Bize kimin dost, kimin düşman olduğunu biliyorum. Onun için de hiçbir yabancı milleti sevmiyorum. Fakat bu duydu bazı milletlerin bazı meziyetlerini görmeme engel değildir. Çünkü sevgi başka şeydir, takdir başka şey…Bana faşist diyenlere şu manzumeyi takdim ediyorum. Bunun tamamı Sivas`ta çıkan “Yıldız Dağı” dergisinin 1 Mart 1939 tarihli 9`uncu sayısının 6`ıncı sayfasında basılmıştı:

ADSIZ ŞİİRBir gün olur, elbette eski beğler dirilir;Yine kılıç kuşanır tarihteki paşalar.Yine şanlar alınıp nice canlar verilir,Yiğit akınımızdan yine dünya şaşalar.

“Türk tarihi” denen kahramanlık şiiriniYeniden yazmak için harcayacağın kandır.Mısraların içinde en güzel ve deriniBatıda “Niğbolu””, doğuda “Çaldıran”dır.

Yine batılıların üçüncü Kosova’daTopraklara sereriz, bir değil, birkaçını.Çekilince kılıçlar yeniden Haçova’daParam parça ederiz Cermenliğin haçını.

Yine ufka açılır şanlı korsanlarımız,Bir Türk gölü yaparlar Akdeniz’in içini.Acı acı gülerek bu gün susanlarımız.Yarın rezil ederler Romalı’nın piçini.

Arkasını yazmağa lüzum görmediğim bu manzumeden başka benim “Mussoline`ye Davetiye” adlı manzume de yüzlerce, belki binlerce kişinin elindedir. İstiyenlere de takdim ederim. Buna bir göz gezdiren iz`an sahipleri benim Türklük duygusundan ve milli gururdan başka hiçbir duyguya ve prensibe bağlı olmadığımı anlarlar.

Hakkımda türlü türlü sözler söylüyen insanlara ve hakiki fikrimi soranlara şunu söylemek isterim ki ben ne faşistim, ne demokratım. Ben, yabancı kaynaklı hiçbir fikri benimsemeğe tenezzül etmiyecek kadar milli şuur ve gurura malik bir Türk`üm. Siyasi, içtimai mezhebim Türkçülüktür.

Nihal ATSIZ, 1 Ağustos1943, Maltepe
 
Ülkü; ilk önce, insanların gönüllerinde, gönüllerin derinliklerinde doğar ve kendini önce destanlarda gösterir. Sonra şuura geçer, büyük kılavuzlar tarafından açıklanır. Daha sonra da büyük kahramanlar, onu gerçekleştirmek için büyük hamleler yapar. Bu hamleler sırasında da ülkülü millet, kahramanların ardından gönül isteği ile koşar. Bütün bu uğraşmalar arasında da millet yürür, önce manen sonra maddetten ilerler, olgunlaşır, erginleşir.

H. Nihal Atsız