Gönderen Konu: KAHRAMANCA....  (Okunma sayısı 3089 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı EFE

  • Türkçü-Turancı
  • ****
  • İleti: 206
KAHRAMANCA....
« : 24 Eylül 2006 »
İNGİLİZLER Arıburnu ve Suvla kesiminden çekilmişler. Çekilen birlikleri Seddülbahir’e çıkaracakları sanılıyor.

Komutanlar huzursuz.

Bir İngiliz keşif uçağı Gelibolu üzerinde keşif uçuşu yapıyor.

Türk topları gürler. Uçak vurulur, döne döne denize düşer. Batmaz, suyun üzerinde kalır.

Pilot ve gözlemci denize atlayıp hayli uzaktaki İngiliz savaş gemilerine doğru yüzmeye başlarlar. Bölge komutanı bilgi edinmek için bu iki İngiliz’in yakalanması amacıyla subayları toplar, gönüllü ister.

Bu sırada İngiliz savaş gemileri, uçağın Türklerin eline geçmemesi için batırmak amacıyla o kesimi yoğun ateş altına almışlardır.

İngiliz havacılar ateşi durdurmak için çırpınır, çığlıklar atarlar ama puslu havada gemilerden yüzdükleri görülmediği için ateş kesilmez.

ONLARA ACIDIM

Yüzbaşı Ruhi diyor ki:

‘Kendi gemilerinin öldürücü ateşleri altında çırpınan İngilizlere acıdım, düşman da olsalar, onları kurtarmak bana bir vicdan görevi oldu. Soyunup denize atladım. Arkadaşım Tefmen Kaşif de atladı.’

İki Türk subayı, İngiliz havacıları kurtarmak için donanmanın ateşi altında bir buçuk kilometre yüzerler. İsabet alan uçak batar, havacılardan biri yorulup boğulduğu ya da vurulduğu için ölür.

İkinci havacıya ulaşır, kurtarıp karaya çıkarırlar. İngiliz havacı iyileşince Ordu Komutanlığı’na teslim edilir.

ÇOK FEDAKARSINIZ

İngiliz, gitmeden önce bölge komutanına minnet ve hayranlıkla şöyle der:

‘Türkler şöyle cesurdur, böyle yüce gönüllüdür diye kitaplarda okumuştum. Fakat bu kadar fedakár olacaklarını düşünmemiştim.’ (R. Eşref Ünaydın, Çanakkale’de Savaşanlar Dediler ki).

2 tankı uçuran meçhul asker

‘20 Temmuz 1974. Türk amfibi alayı dalga dalga Girne’nin batısındaki Pladini (Yavuz) Plajı’na çıkar. Çatışma başlayıp gittikçe şiddetlenecektir. Rum ve Yunan birliklerinin karşı taarruzuna öncülük etmek üzere Girne yönünden üç, Karava yönünden dört T-34 tankı çıkarma birliklerimizin üzerine gelmeye başlar. Arazinin yapısı ve ağaçlı olması, tankların imhasını engellemekte, tanklar ateş ederek çıkarma birlikleri komutanlığı karargáhına yaklaşmaktadır. Birkaç yüz metre kalmıştır karargáha.

Durum kritiktir.

Bu sırada geri hizmet birliklerinde görevli bir erin hiç telaş etmeden yola çıktığı görülür. Tankların geldiği yolun ortasında durur. Elinde nişangáhı kırık bir roketatar vardır. Çekilmesi için kendisini uyaranları duymaz ya da duymazdan gelir. Roketatarı sükûnetle omzuna yerleştirir. En öndeki tanka nişan alır. Tetiği çeker.

Tank müthiş bir patlama ile parçalanır. Bir an sonra ikinci tank da alevler içinde kalır. Öteki tanklar hızla geri çekilirler.

Durum tersine dönmüştür.’ (Mesut Günsev, 20 Temmuz 1974 - Şafak Vakti Kıbrıs).

Bu millete hayranlık duymayan ilkeldir

GAZETECİ Ahmet Emin Yalman 1922 yılının başında Türk cephesini, cephe köylerini gezmiş, izlenimlerini Vakit Gazetesi’nde yayımlamıştır. 5 Şubat 1922 günlü Vakit Gazetesi’ndeki yazısında, Milli Mücadele’yi şöyle özetliyor:

‘Harbin sonunda müttefiklerimizle birlikte yere serilince iç kavgalar koptu, birbirimize girdik, işgale uğradık. Silahlarımız elimizden alındı, kendimize güven duygumuz kırıldı. Böyle yeis ve elem dolu bir durumda, içimizden birtakımları, düşman kuvvetlerine yaranmak ve onların kötü emellerine rahat mecralar açmak yolunu tuttular. İç yolsuzluğa ve çaresizliğe her türlü dış tehlikeler, iç fitneler katıldı. Felaketin her türlüsü her yanı sardı. Ufuklarda hiçbir ümit yıldızı görünmüyordu. Vatan, millet diyen adama bir baykuş diye bakılıyordu. Böyle şartlar altında Anadolu’da bir direnme azmi uyanması bile başlı başına bir mucizedir. Bunu yeni yeni mucizeler takip etti.’

Yazısı şöyle bitiyor:

‘Böyle şartlar karşısında böyle bir deha ve varlık gösterebilen bir millete karşı hayranlık duymayan adamlar, en ilkel mertlik, vatanseverlik ve insanlık duygularından yoksun kimselerdir.’

Şaşırtıcı bir yasa

‘Yıl 1920. Günlerden 9 Aralık. Ankara yönetiminin parasızlıktan kıvrandığı dönem. Maliye Bakanı Ferit Bey (Tek) meteliğe kurşun atıyor. Bu dönem içinde Meclis’e bir yasa önerisi gelir. Gündeme alınır. Görüşülür ve -lütfen dikkat!- baskı makineleri ile gazete, dergi ve kitap káğıtlarından alınan gümrük resmi (vergisi) kaldırılır.’ (Zabıt Ceridesi, 6. c., s. 286 vd.) O günden bu yana hiçbir hükümet basın ve kitap konusunda bu yoksul hükümet kadar anlayışlı ve cömert olmamıştır.

Sinema perdesini yırttı

İLK tümeninin İzmir’e çıktığı 15 Mayıs 1919 günü birliğin önünde ilerleyen atlıyı alnından vuran ve Yunanlılar tarafından şehit edilen gazeteci Hasan Tahsin 1912 yılında Paris’te, Sorbonne Üniversitesi’nde sosyoloji okuyordu. Haber filmlerinde Libya’ya saldıran İtalyanlar uygar, Libya’yı sömürgeci İtalyanlara karşı koruyan Türkler barbar olarak tanıtılmaktaydı. Yine böyle yanlı bir haber filminin gösterildiği bir gün sinemada bulunan Hasan Tahsin dayanamaz, oturduğu iskemleyi fırlatıp perdeyi boydan boya yırtar. Film durur. Ortalık birbirine girer. Karakola götürülen Hasan Tahsin şu ifadeyi verir:

‘Bu gerçeklere aykırı kampanya durdurulmazsa, aynı davranışı, pişmanlık duymadan yine yaparım.



“TÜRK'ler  Hiçbir milleti taklit etmeyecektir. TÜRK'ler ne Amerikanlaşacak ne batılılaşacak nede araplaşacaktır. O sadece özleşecektir.