TÜRKLÜK ve TÜRK DÜNYASI OTAĞI > TÜRKÇÜLÜK

TÜRKÇÜLÜĞÜN KUTUP YILDIZI, ULUĞ BİLGE, ZİYA GÖKALP

<< < (2/27) > >>

Nihâl Atsız:
Ziya Gökalp, Mustafa Kemâl Atatürk, Enver Paşa, Hüseyin Nihâl Atsız, Nejdet Sançar, İsmail Gaspıralı, Ebulfeyz Elçibey, Yusuf Akçura selâm olsun sizlere.. Sizi unutmadık, unutmayacağız. Büyük Türkçüler mekânınız Tanrı Dağı olsun!

Ziya Gökalp:
DİYARBAKIR VE HAVALİSİNİN TÜRKLÜĞÜ

Milliyetin tâyini, keyfe tâbi’ bir mes’ele değil, ilmen halli lâzım gelen bir mes’eledir. Ben gençliğimde tahsil için, ilk defa İstanbul’a gittiğim zaman, bu ilmî tahkikata (soruşturmaya) başlamak mecburiyetinde kaldım: Çünkü, orada eskiden kalmış fena bir itiyada tebean, bütün Karadeniz Arnavut dedikleri gibi, benim gibi vilâyet-i şarkiye ahalisinden bulunanlara da Kürt milliyetini izafe ettiklerini gördüm. O zamana kadar, kendimi hissen Türk sanıyordum. Fakat bu zannım, ilmî bir tahkike [araştırmaya] müstenit değildi [dayanmış değildi]. Hakikati bulabilmek için, bir taraftan Türklüğü, diğer cihetten Kürtlüğü tetkike başladım. Evvel emirde lisandan başladım. Diyarbekir şehrinde, ana lisan Türkçe olmakla beraber, her fert biraz Kürtçe de bilir. Lisandaki bu ikilik, iki suretten biriyle açıklanabilirdi: Ya Diyarbekir’in Türkçesi bir Kürt Türkçesiydi yâhut Diyarbekir’in Kürtçesi bir Türk Kürtçesiydi. Lisanî tetkiklerim gösterdi ki, Diyarbekir’in Türkçesi, Bağdat’tan tâ Adana’ya, Bakû’ya, Tebriz’e kadar imtidat eden (uzanan) tabiî bir lisandan, yâni Akkoyunlu ve Karakoyunlu Türkler’ine mahsus bulunan Azerî lehçesinden ibarettir: Bu lisanda hiçbir sun’îlik yoktur. Binaenaleyh, Kürtlerin tahrif ettiği (bozduğu) bir Türkçe değildir. (Diyarbekir lisanının Azerî Türkçesi olması, şehirlerin Osmanlı Hükûmetinin tesiriyle Türkçe konuştuğu iddiasını da esasından çürütür. Çünkü öyle olsaydı, bu şehirlerde konuşulan lisanın, Osmanlı lehçesi olması lâzım gelirdi). 

Diyarbekirlilerin mahdut kelimelerden ibaret olarak söyledikleri Kürtçeye gelince,bu lisanın köylerde konuşulan fasîh Kürtçeden farklı olduğunu gördüm. Kürtçe,Farisînin akrabası olduğu hâlde, nahiv [sentaks] itibariyle hiç ona benzemez.Çünkü, Farisîde bulunmadığı halde, Kürtçede, hem tezkîr [erkeklik] ve te’nis[dişilik] hem de Arapçada ve Lâtincede olduğu gibi, i’rab [kelime sonunda harfdeğişmesi] vardır. Demek ki, Kürtçe, Türk lisanına nisbetle daha mürekkep, dahakarışıktır. Türkler, kendi lisanlarında tezkîr te’nis, ı’rab gibi ahvalemüsadif olmadıklarından, Kürtçenin bu gibi hususiyetlerine nüfûz edememeleri iktizaederdi. Filhakika, vâkıalar bu suretle cereyan etmiş, Diyarbekirliler Kürtçenin tezkir, te’nis, ı’rab kaidelerini tamamiyle hazıredip, Kürt nahvini Türk sarfına[dilbilgisine] uydurarak, sun’î bir Kürtçe icat etmişler. Bu Kürtçeye “TürkKürtçesi” nâmını vermek gayet doğru olur. Lisaniyat (Lengüistik) nokta-inazarından gayet mühim olan bu vâkıa, Diyarbekir’lilerin Türk olduğuna en büyükbir delildir. Bundan başka, Diyarbekirliler bu lisanı yalnız Kürtlerle konuştukları zaman kullanırlar. Kendi aralarında yalnız Türkçe konuşurlar. Diyarbekirlilerin gûya bildikleri bu düzme Kürtçenin kelimelerine gelince, bunlar da gayet mahduttur. Busebeple, boşlukları Türkçe kelimelerle doldururlar. Zaten, Bir çoğunun bildiği Kürtçe kelimeler “gel, git” gibi birkaç tâbire münhasırdır.

Diyarbekirlilerin Türk olduğunu isbat eden delillerden birini de mezhep sahasında buldum. Diyarbekir’in hakikî ahalisi bütün Türkler gibi Hanefidirler. Kürtler ise,umumiyetle Şâfiîdirler. Bu iki alâmet-i mümeyyize, yalnız Diyarbekir halkına mahsus değildir. Şark ve Cenup vilâyetlerimizdeki bütün şehirlerin ahalisi Kürtçeyi Diyarbekirliler gibi tahrif ederek söylerler ve Hanefî olmak âlâmetiyle Şâfiî Kürtlerden ayrılırlar. Bunlardan başka, elbise, yemek, bina ve mobilya gibi harsa veâdetlere taallük eden hususlarda da, arada derin farklar vardır. Bu alâmetler, bana Diyarbekirlilerin Türk olduğunu gösterdiği gibi, babamın iki dedesinin birkaç batın evvel Çermik’ten, yâni bir Türk muhitinden geldiklerine nazaran, ırkan da Türk neslinden olduğunu anladım.

Küçük Mecmûa, Yıl: 1, Sayı: 29, 25 Aralık 1338 [1922], S.1-6   ZİYA GÖKALP.

----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------



Türk'ün ulu bilgesi,Türkçülüğün duayeni Ziya Gökalp Atamıza her devirde Diyarbakırlı olmasından dolayı iftira atan soysuzlar çıkmıştır.Bu soysuzlar bilmezdir ki o devirde Diyarbakır şimdiki kadar enik nüfusuna sahip değildi.İlin tamamına yakın bir nüfusu TÜRK SOYLU nüfus idi.Hal böyle iken ve Ziya Gökalp Ata'nın makaleleri,şiirleri ve beyanatları ortadayken ona kürt! diyerek iftira atmak köpek soyluluğun bir delilidir!!

Türkçü büyüklerimize sahip çıkalım..

Gök Tanrı Türk Irkını Korusun ve Yüceltsin!

Ziya Gökalp:
Bu adi iftiralra Ziya Gökalp bir de şiiriyle cevap vermiş.Bir bakalım.

ALİ KEMAL'E

Ben Türküm! diyorsun, sen Türk değilsin!
Ve İslamım! diyorsun, değilsin İslam!
Ben, ne ırkım için senden vesika,
Ne de dinim için istedim ilam!

Türklüğe çalıştım sırf zevkim için,
Ummadım bu işten asla mükafat!
Bu yüzden bin türlü felaket çektim,
Hiç bir an esefle demedim: Heyhat!

Hatta ben olsaydım: Kürd, Arap, Çerkes;
İlk gayem olurdu Türk milliyeti
Çünkü Türk kuvvetli olursa, mutlak,
Kurtarır her İslam olan milleti!

Türk olsam olmasam ben Türk dostuyum,
Türk olsan olmasan sen Türk düşmanı!
Çünkü benim gayem Türkü yaşatmak,
Seninki öldürmek her yaşatanı!

Türklük, hem mefkurem, hem de kanımdır:
Sırtımdan alınmaz, çünkü kürk değil!
Türklük hadimine 'Türk değil! ' diyen
Soyca Türk olsa da 'p...tir', Türk değil

Ziya GÖKALP

Kök-Börü:
Sahte kişilikler,her nedense Türkçü-Turancıları bölmek için her türlü oyuna girerler..Bu dün de böyleydi,bugün de böyle!

Türkiyede Türkçülüğün öncülerinden Ziya Gökalpe de sırf Diyarbakırda doğdu diye;Fırsat bu fırsattır diye onlarca yıllardır yüklenenlere sadece tek bir sorum var....Türkçü-Turancılık için ne yaptınız???? 

Sahtelerinden sakınınız!

Ziya Gökalp:
18 Mayıs Cuma günü,yani bugün İlteriş Türkçüler Teşkilatı seminer faaliyetleri kapsamında Ziya Gökalp ve Türkçülük adlı semineri düzenledik.Genel hatlarıyla 'Türkçülüğün Babası' Ziya Gökalp'in hayatı ve fikirlerini birikimim ve bilgim dahilinde soydaşlarımıza aktarmaya çalıştım.Karşılılı fikri tartışmaların da yapıldığı bu seminer oldukça verimli geçti.
Katılan bütün soydaşlara teşekkür ederim.Seminer,aşağıda eklediğim yazıdaki bilgiler dahilinde verildi.




ZİYA GÖKALP'İN HAYATI


   Cumhuriyet ülküsünün yerleşmesinde ve Atatürk devrimlerinin gerçekleşmesinde düşünceleri en büyük esin kaynaklarından biri olan Ziya Gökalp,1876’da Diyarbakır’da doğdu. Asıl adı Mehmed Ziya’dır. Gökalp adı ilk kez ‘Altın Destan’ şiirinde kullandığı ÖzTürkçe takma addır. Babası il evkaf müdürlüğü,nüfus müdürlüğü,il yönetim kurulu üyeliği görevlerinde bulunan ve ‘Diyarıbekir’ gazetesinin başyazarlığını yapan Mehmed Tevfik Efendidir.Ziya Gökalp,4 yaşında babasını yitirdi.

  Orta öğrenimini Mekteb-i Rüştiye-i Askeriye’de tamamladıktan sonra 1886’da Mekteb-i İdadi-i Mülkiye’ye girdi; ancak beş yıllık olan bu okul, kendisi son sınıftayken yedi yıla çıkarıldığı ve son sınıf öğrencilerine beş yılda bitirme olanağı tanınmadığı için 1894’te okuldan ayrıldı.

  Daha önce amcası müderris Hacı Hasib Efendi’den Arapça ve Farsça dersleri almış, yine amcasının etkisiyle İslam felsefesi ve tasavvuf konularında çalışmıştı. Lisedeyse, okul müdüründen Fransızca dersleri aldı. Birbirine karşıt bu iki eğilim, Osmanlı ülkesinde olduğu gibi genç Ziya’nın iç dünyasında da sarsıntılara, bunalımlara yol açtı. Ayrıca II.Abdülhamid baskısına direnme duyguları içinde yaşayan genç Ziya, bir ruh kargaşası içindeydi.O yıllarda İdadi’de öğrencileri üç defa ‘Padişahım çok yaşa!’ diye bağırtmak usulü vardı.Çoğu yazarlar,dördüncü sınıf öğrencisi genç Ziya’nın bir gün ’Milletim çok yaşa!’ diye bağırdığını,bu yüzden soruşturma açılmışsa da,anlayışlı yöneticilerin bu sözü ’Padişahım,milletinle çok yaşa!’ kılığına sokarak olayı örtbas ettiklerini yazmışlardır.

  Bir süre sonra yüksek öğrenim görmek için İstanbul’a gitmeye karar verdi. Ancak kendisini büyüten amcası ve dayısı, bu isteğini kabul etmeyerek, Diyarbakır’da kalmasını istediler. Aslında yeğenlerini siyasal ve toplumsal karışıklıklar ve güçlükler içindeki başkente göndermek istememeleri pek de haksız değildir. Bundan dolayı Ziya’nın bunalımları daha da arttı. Bir gün kafasına bir kurşun sıkarak canına kıymak istedi; ama kurşun kafatasında kaldı, bu nedenle ölmedi. Azrail,ileride ulu bir bilge olarak Türk milletinin hafızasında yer edecek olan Ziya Gökalp’i hayattan alamamıştı.

  1895’te İstanbul’a gitti; parasız yatılı olduğu için sınavla Baytar Mektebi’ne girdi. Ancak kültürel bunalımına da bir çare bulması gerekiyordu; bundan dolayı, o sırada tanıştığı Dr. Abdullah Cevdet’in etkisiyle, Abdülhamid yönetimine karşı gizli çalışan derneklerle bağlantı kurdu. Paris’e kaçmış olan Jön Türklerle mektuplaşmaya başladı. Son sınıfta dinlence maksatlı Diyarbakır’a gitti. Burada da rahat durmadı; yasak kitaplar okuduğu, zararlı eylemlerde bulunduğu gerekçesiyle 1898’de tutuklandı. Bir süre tutuklu kaldıktan sonra İstanbul’a, okuluna döndü. Ne var ki okula dönünce, gençleri Diyarbakır’da valiye karşı kışkırttığı konusunda ihbar bulunduğu, inceleme yapıldığı gerekçesiyle okula alınmadı. İncelemenin sonucunu bir otelde beklerken yeniden tutuklandı; on üç ay tutuklu kaldıktan sonra da 1900 yılında memleketi Diyarbakır’a sürgün edildi.

  Okulunu bitirmekten umudunu kesince, Diyarbakır Ticaret Odası’nda yazman olarak çalışmaya başladı, daha sonra Diyarbakır Vilayet İdare Meclisi yazmanlığı yaptı. Bu arada o sırada ölmüş olan amcası Hasib Bey’in kızı Vecihe Hanım’la evlendi.

   Diyarbakır’da vaktinin çoğunu okumakla ve yazmakla geçiriyordu. Bir yandan da siyasetle uğraşıyordu.İlk yazılarını, Diyarıbekir gazetesinde yayımladı. Abdülhamid karşıtı olan derneklerle de bağlantısını sürdürüyordu. Bu sırada sarayın tuttuğu İbrahim Paşa adlı bir Kürt reisinin Türklere eziyet etmesi üzerine, çevresinde topladığı gençlerle, telgrafhaneyi basıp saraya telgraf yollayarak ve bu arada halkı ayaklandırarak, İbrahim Paşa’nın kentten sürülmesini sağladı. Bu olayla ilgili olarak 1908’de Şaki İbrahim Destanı’nı yazdı.

  II.Meşrutiyet ilan edilince, 1908’de İttihad ve Terakki Cemiyeti’nin Diyarbakır şubesini kurdu.1909’da Peyman gazetesini çıkardı. Siyasal ve kültürel yazılarını hem çıkardığı gazetede hem de Diyarıbekir gazetesinde sürdürdü. Hazırladığı bir raporun dikkat çekmesi üzerine, 1909’da İttihad ve Terakki Cemiyeti’nin Selanik’teki kongresine Diyarbakır Temsilcisi olarak çağrıldı. 1910’da cemiyetin yönetim kurulu üyeliğine seçildi.

  1911’de Ömer Seyfettin ve Ali Canip Yöntem’le birlikte Genç Kalemler dergisinde görev aldı ve yazılar yazdı. 1912’de Ergani Sancağı Milletvekili olarak Meclis-i Mebusan’a girdi. Ancak, meclis kısa bir süre sonra kapatıldı. 1913’de Darülfünun’da yeni öğretilmeye başlanan toplumbilim dersi profesörlüğüne getirildi ve bu görevi 1919’a dek sürdürdü. Bu arada İttihad ve Terakki’deki düşünce önderliği görevini de sürdürüyor; özellikle Milli Tetebbular Mecmuası’nda yazdığı makalelerdeki düşünceler, Türkçülük hareketinin de temelini oluşturuyordu. I.Dünya Savaşı’nın zorlu günlerinde Yeni Mecmua’yı çıkarmaya başladı. Bu dergi çevresinde toplanan aydınlar Türkçülük konusunda, Cumhuriyet dönemi aydınlarını derinden etkileyecek yazılar yayımladılar.
 
   İstanbul’un işgalinden sonra,1919’da işgalci İngilizlerce tutuklandı. İttihad ve Terakki Partisi’nin yöneticileriyle birlikte Malta adasına sürüldü.1921’de Ankara Hükümeti’nin de kararlı çabalarıyla yurda döndü; bir kaç ay Ankara’da kaldıktan sonra Diyarbakır’a gitti. Burada düşünsel çabalarını sürdürdü. 1922 Haziranı’ndan, 1923 Martı’na dek; Küçük Mecmua’yı çıkardı. Aynı yıl Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne ikinci dönem milletvekili olarak seçildi.

 Bir yıl kadar sonra hastalandı ve 25 Eylül 1924’te Uçmağa vardı.
Mezarı Sultan Mahmud türbesindedir.

ZİYA GÖKALP VE TÜRKÇÜLÜK

 Fikir tarihimizde birinci plânda yer alan şahsiyetler arasında Ziya Gökalp'in özel bir yeri vardır. Gökalp, üstün tarih ve edebiyat bilgisinin yanı sıra çok iyi bir toplumbilimcidir ve Türkiye’nin ilk toplumbilim profesörü ünvanını taşımaktadır. Öz Türk Yurdu Diyarbakır’ın evladı Gökalp’i Türk Fikir Tarihi’nde bu kadar önemli kılan, Türklük için yapmış olduğu hizmetlerdir.

 Ziya Gökalp’in Türklüğe yaptığı en büyük hizmet, Türkçülük alanındadır. Kendisine daha sonraları bu özelliğinden dolayı ‘Türkçülüğün Babası’ yakıştırması yapılmıştır. Tarihinin eski devirlerinden beri mevcudiyeti kesin olan ancak Tanzimat’tan sonraki devirlerde deyim yerindeyse kendini bulan Türkçülük Hareketini sistemleştiren ve düzene koyan Ziya Gökalp’tir. En önemli eseri Türkçülüğü programa bağladığı Türkçülüğün Esasları adlı eseridir.

 Gökalp, Türklük meselesini bu şekilde ortaya koyduktan sonra, milletimizin bu tek ülküsünün ne olacağım tespite çalışmıştır. Gökalp’e göre, Türk Ülküsü’nü yakın ve uzak ülkü olmak üzere ikiye ayırmak gerekir. Yakın ülkümüz, Oğuz Birliği’dir. Çünkü, kültürce birleşmeleri en kolay olan Türkler, Oğuz Türkleridir. Türkiye Türkleri’nden başka Azerbaycan, İran ve Harzem ülkelerinin Türkleri de Oğuz boyundandır.
 Bu bakımdan, Türkçülüğün yakın ülküsü bu boydan olan Türklerin birleşmesi, yani Oğuz birliği veya Türkmen birliğidir.

 Uzak ülkümüz ise Turan'dır. Turan Ülküsü, Turanlı kavimlerin birleşmesiyle meydana gelecek bir kavimler karışımı değil, sadece Türkler’in Birliği’dir.

 Turan Ülküsü, bugün için bir hayal gibi görünmekle beraber, tarihte bir gerçektir. Çünkü Türkler tarihte birkaç kere birleşmişlerdir. Hayal kuramayan ve idealleri doğrultusunda bir arpa boyu yol alamayan milletlerin sonları da hep hazin olmuştur.

 Gökalp; Türkçülük akımının en büyük temsilcisi sıfatıyla Türk düşünce ve siyaset hayatını kuvvetle etkilemiş, Milli Edebiyat akımı içinde verdiği eserlerle Türk edebiyatının biçim ve dil yönünden yenileşmesini sağlamıştır. Yazdığı halk hikayeleri ve şiirler; Türkçü fikir yapısının hem öğretici nitelikli hem de edebi açıdan kuvvetli yapıtlardır. Dilde sadeleşme hareketlerinin öncüleri arasında yer alan Gökalp, milli duyguları, tarih bilincini, bilime ve tekniğe değer veren düşünceyi her şeyin üstünde tutan şiirleriyle çevresini geniş ölçüde etkilemiştir.

 İlk şiirlerini aruzla yazan Gökalp’in şair olarak verimine bakıldığında, onun şiiri yalnızca düşüncelerini yayma aracı olarak gördüğü, bu nedenle de yazdıklarının manzumeden öteye gitmediği söylenebilir. Ancak, şiire bu bakış açısını da bilinçli olarak seçmiştir. Kendi ifadesiyle:

‘Şuur devrinde şiir susar, şiir devrinde şuur seyirci kalır. İçinde bulunduğumuz zaman, galiba birinci devreye aittir: Şairler müzlerinden uzak düşmüş, vezinle şuurlu müteşairler eline geçmiş… Bu hali, çocukların hayatında da görürüz: Ders saatleri arasında oyun araları var... Aynı zamanda çocuk terbiyesinde bir takım dersler oyun tarzında verilir; Bunun gibi halk terbiyesinde de bazı fikirlerin vezin kisvesinde arz edilmesi fena mı olur?’

Gökalp’in ifadesinden de anlaşılacağı üzere o şiiri düşüncesini kitlelere yaymak amacıyla kullanmıştır.

 Ziya Gökalp, bilimsel alanda da ilk toplumbilimcimizdir. Üniversitede ilk toplumbilim dersi veren müderristir. Kendisini bu yönde en çok, Emile Durkheim’ın toplumbilim anlayışı etkilemiştir. Gökalp’e göre toplumsal olguların yorumlanmasında ve açıklanmasında iki toplumbilim sistemi vardır. Bunlar tarihsel maddecilik ve toplumsal ülkücülüktür. Bunlardan birincisi Karl Marx tarafından, ikincisi Emile Durkheim tarafından ortaya atıldı. Ziya Gökalp, Türk milletine uygun olarak Emile Durkheim’ın sistemini benimsemiştir. Çünkü ona göre sınıf bilinci, ulusal bilinçten sonra ortaya çıkar; bu nedenle Marx’ın toplumbilimi, Osmanlı ülkesi için geçerli değildir. Yine ona göre, önce Türkoğlu’na neden Osmanlı olmadığını, neden Türk olduğunu anlatmak, dilden inanca, ekonomiden aile yaşamına dek binlerce yılda ortaya çıkan bilinç birikiminin, toplumsal yaşamda yeniden egemen olmasını sağlamak gerekir.

 Gökalp’i her devirde tehlike olarak gören ve ona her fırsatta iftira atan çevreler her zaman olmuştur. Gökalp düşmanlığını, Türk ve Türkçülük düşmanlığı ile aynı kefeye koymak gerekir. Türk’ün kendini bulmasından korkan şer odakları, Türklüğü çoğu zaman ulu bilgelerine iftira atarak yıpratmaya çalışmışlardır. Bu çaşıtlardan en iyi örneği Ali Kemal olarak gösterebiliriz. Gökalp’e Farsi bir kavmi yakıştırmış olan Ali Kemal’e en güzel cevabı yine Ziya Gökalp vermiştir:

Ali Kemal'e

Ben Türküm! diyorsun, sen Türk değilsin!
Ve İslamım! diyorsun, değilsin İslam!
Ben, ne ırkım için senden vesika,
Ne de dinim için istedim ilam!

Türklüğe çalıştım sırf zevkim için,
Ummadım bu işten asla mükafat!
Bu yüzden bin türlü felaket çektim,
Hiç bir an esefle demedim: Heyhat!

Hatta ben olsaydım: Kürd, Arap, Çerkes;
İlk gayem olurdu Türk milliyeti
Çünkü Türk kuvvetli olursa, mutlak,
Kurtarır her İslam olan milleti!

Türk olsam olmasam ben Türk dostuyum,
Türk olsan olmasan sen Türk düşmanı!
Çünkü benim gayem Türkü yaşatmak,
Seninki öldürmek her yaşatanı!

Türklük, hem mefkurem, hem de kanımdır:
Sırtımdan alınmaz, çünkü kürk değil!
Türklük hadimine 'Türk değil! ' diyen
Soyca Türk olsa da 'p...tir', Türk değil! .

 
Sonuç olarak Gökalp’i tam manasıyla anlatsak ansiklopedilere sığmaz. Bu büyük Türkçüyü Türk milleti hiçbir zaman unutmayacak ve daima hatırlayacaktır.

YAPITLARI

ŞİİR: Şaki İbrahim Destanı(1908), Kızıl Elma(1917) , Yeni Hayat(1918) , Altın Işık(1923) ,

BİLİMSEL YAPIT VE DENEMELERİ: İlm-i İçtima Dersleri(1913), İlm-i İçtima-ı Dini(1913), İlm-i İçtima-ı Hukuki(1914), Türkleşmek-İslamlaşmak-Muasırlaşmak(1918), Türkçülüğün Esasları(1923), Türk Töresi(1923), Doğru Yol(1923), Türk Medeniyeti Tarihi(1925)

----------------------------------------------------------------------------------------------------
ALTIN DESTAN

Sürüden koyunlar hep takım takım
Ayrılmış,sürüde kalmamış bakım,
Asmanın üzümü dağılmış,salkım
Olmak ister,fakat bagban nerede?
Gideyim arayım,çoban nerede?..

Yüce dağlar çökmüş,belleri kalmış,
Çoşkun ırmakların selleri kalmış,
Hanlar yok meydanda elleri kalmış,
Düşenler çok ama,kalkan nerde?
Gideyim arayım,Hakan nerde?..

Türk yurdu uykuda,ey düşman sakın!
Uyuyan ülkeye yapılmaz akın,
Tanyeri ağardı,yiğitler kalkın!
Bakın yurt ne halde,vatan nerede?
Gideyim arayım,yatan nerede?..

Herkesin gözünde vatan özyurdu,
Serhaddin düşmenı,derenin kurdu,
Yad iller Turan'da hanlıklar kurdu,
Turan'da yadları koğan nerede?
Gideyim arayım,Oğan nerde?..

Sandım gençlik doğar,baktım Mart olmuş,
Gittim ili gezdim,genci kart olmuş,
Kimi Kırgız,Kazan,Kimi Sart olmuş,
Dedim yahşiler çok,yaman nerede?
Gideyim arayım,Şaman nerede?..

Tiginler köy beyi,ağalar çoban
Adsız'lar yalancı birer kahraman,
İçinde görmedim maksadı duyan
Yasanın emrine uyan nerede?
Gideyim arayım,duyan nerede?

Uygurlar uyuşuk,Türkmenler aylak,
Ne kışlak sevinçli,ne güler yaylak,
Arslanlar yurdunda barınır çaylak,
Atilla,Timuçin,Gürkan nerede?
Gideyim arayım,Türkan nerede?..

Kaşgar,Delhi,Pekin,İstanbul,Kazan,
Bu beş yerde vardı beş büyük hakan,
Sarı,Kızıl,Gökhan,Akhan,Karahan
-Hepsinin üstünde parladı İlhan-
Akhan'dan gayrisi,il...Han nerede?
Gideyim arayım,İlhan nerede?..

Kırım nerde kaldı,kafkas ne oldu?
Kazan'dan Tibet'e kadar rus doldu,
Hıtay'da analar saçını yoldu,
Şen yurtlar nerde,viran nerede,
Gideyim arayım,İran nerede?...

Yayların kirişi urgana dönmüş,
Şahin yuvasında doğana dönmüş,
Türk yurdu soyulmuş soğana dönmüş,
Kılıç satır olmuş,takan nerede?
Gideyim arayım kalkan nerede?...

Soy atlar küçülmüş,olmuş kurada,
Alpler kız ardında birer hovarda,
Sancağı unuttuk hangi diyarda,
Altun otağ,altun kazan nerede?..
Gideyim arayım,yazan nerede?..

Başları ağarmış ihtiyar dağlar,
Anar eski günü,sel döker,çağlar,
Kırlangıç ah çeker,güvercin ağlar,
Uzak bir ses sorar,Turan nerede?
Gideyim arayım,soran nerede?..

Yüce Türk Tanrısı,gönder bir yalvaç,
Sürüne baş olsun,yasama dilmaç,
Türklüğe bir yeni Turfan nuru saç,
Anlasın Türk,milli irfan nerede?
Gideyim arayım,turfan nerede?...

Ulusun içine girsin her oymak,
Beş ulus budun'da birleşsin çabucak,
Uygur,Kalaç,Karluk,Kungu,Kıpçak,
-Türk yurdu bir olsun,kalmasın kaçak-
Çıksınlar meydana,meydan nerede?
Gideyim arayım,meydan nerede?...

Kurultay toplanıp Tanrıdağı'nda,
İlhan tahta çıksın Elmadağı'nda,
Beyler solda dursun,Hanlar sağında,
-Sevmek günah değil,sevinç çağında-
Görünce toplanmış hanân nerede?
Gideyim arayım,canan nerede?...

Altundağ'a kursun İlhan otağı,
Taşları elmastır,yakut toprağı,
Han'lara kımızla sunsun ayağı,
-Taç giyme resminin kalmam uzağı-
Sorup öğrenince,Divan nerede?
Gideyim arayım,kervan nerede?..

Oğuz Han bayramı baharda olsun,
Otağlar,çadırlar çiçekle dolsun,
Genç kızlar oynasın,yiğitler solsun,
Bir aşık bayılmış,derman nerede?
Gideyim arayım,Lokman nerede?...

Türk destanı yazmak hatıra gelmemiş,
Yasanın sözleri satıra gelmemiş,
Tarihe deryadan katra gelmemiş,
Şairler sordular,hocan nerede?
Gideyim,sorayım,o can nerede?...

Kırklar karar verdi,yediler,üçler,
Oldular kılavuz,kalmadı göçler,
Yarın ilhan çıkar,alınır öçler,
İlhan tacı boşta,alan nerede?
Gideyim arayım,aslan nerede?...

Gündüzlerden sapan geceyi bilir,
Bilmeksizin tapan her şeyi bilir,
Bilen yapmaz,yapan pek iyi bilir,
Erenler yolu bu,varan nerede?
Gideyim arayım,yâran nerede?...

Navigasyon

[0] Mesajlar

[#] Sonraki Sayfa

[*] Önceki Sayfa

Tam sürüme git