TÜRKLÜK ve TÜRK DÜNYASI OTAĞI > TÜRKÇÜLÜK

TÜRKÇÜLÜK ÜZERİNE MAKALELER - NEJDET SANÇAR

<< < (4/7) > >>

Üçoklu Börü Kam:
NEJDET SANÇAR'IN 1944 TÜRKÇÜLÜK DÂVÂSINDAKİ SAVUNMASI

"Beni beraat ettirin demeyeceğim çünkü benim için suç olarak gösterilen şey bu toprakları, bu ırkı sevmekten başka birşey değildir.

Yurdumu ve ırkımı seviyorum, onun içindir ki Türk ırkçısıyım.

Bu sevginin manasını anlamayanlara sözüm yok.
Eğer bu günahsa beni mahkum ediniz. Bu mahkumiyeti övünçle kabul ederim, şeref sayarım.

Sizden adalet bekliyorum da demeyeceğim çünkü bu mahkeme adil değilse, o zaman büsbütün manasızdır.
En büyük mahkeme olan tarihin huzurunda alnı açık bir Türk oğlu olarak, hiç endişem yok.
On ayı doldurmakta olan ve büyük kısmı tahta masalarda yatmakla geçen hürriyetsizliğimi, millet yolunda çekilmiş, şerefli bir felaket olarak sayıyorum.

Duvarlar, ezilmiş hayvanların kan lekeleri ve rengini kaybetmiş, köpeklerin bile yatmayacağı pis hücrelerde geçen haftalarım içinde bir ışık sızacak kadar küçük deliği olmayan, tavanı basık bir inde, hayır bir in değil, mezarda, ışığa güneşe ve hayata hasret çekerek geçirdiğim günlerim, uykusuz gecelerim, yarın benim için acı fakat övünçlü hatıralarım olacaktır.
Bunlardan yılmış değilim. Bilakis bahtiyarım.

Yuvamın dağıtılmış olmasına, eşimin bir Türk anası olmak şerefini kazanacağı günlerde çektiği dayanılması güç ızdırapları ve akıttığı gözyaşlarını unutmamış olmama ve bugün hayat kavgasında minimini yavrusuyla tek başına kalmış olmasının ruhunda yarattığı fırtınalara rağmen bahtiyarım.

Türk'ü sevdim, seveceğim.
Ama bunun sonunda ızdıraplar varmış, felaketler varmış, hatta karşılaşılacak türlü kahpelikler doluymuş.
Hepsi kabul!

Türk Irkı sağolsun!



Üçoklu Börü Kam:
MİLLİYETÇİ HAREKET VE KARŞISINDAKİLER

Bu ülkenin yakın çağlar tarihinde çok görülen bir talihsizlik vardır. Ne zaman yurdun yararına sayılacak bir adım atılmak, bir hamle yapılmak istense, böyle davranışlar, karşısında her zaman Türklük düşmanı kuvvetler bulmuşlar ve çelmelenmişlerdir.

Türklüğe yararlı hareketlerden milliyetçilik hamlesi olarak ortaya çıkıp da çelmelenmek ve hatta biçilmek istenenlerin en unutulmayacakları 1944 ve 1953 yıllarındakilerdir. Birincisi, tek parti diktatörlüğü devrine, ikincisi “milli irade” zamanına ait olan bu hadiseler, bu güne kadar sürüp gelen ve bundan sonra da devam edeceği muhakkak olan sinsi Türklük düşmanlıklarının mahiyetlerini aydınlatabilecek hareketlerdir.

1944 hadisesi, Türk Milliyetçiliğinin üzerinden silindir geçirmek ihanetiydi:

İkinci Dünya Savaşı yıllarında milliyetçilik çok kuvvetlenmiş, bütün Türkiye’ye yayılmıştı. Bunun bir sebebi Türkçü yayınların çokluğu ise, diğer bir sebebi de dünyayı sarmış bulunan ateş ve kan tufanı idi. Devletlerin göz yumup açıncaya kadar bir zaman içinde haritadan silindikleri bir zaman içinde, o zamanki Türkiye gibi maddi gücü pek yetersiz bir memleketi ayakta tutabilecek tek kuvvet, elbette ki, milliyetçilik olabilirdi. Ve bunun neticesi olarak, milliyetçilik, yurdumuzda öylesine yayılmıştı ki, diktatörlük devrinin o yıllarda başbakanı Saraçoğlu Şükrü bile, 1943 de mecliste yaptığı bir konuşmada: “Türk’üz, Türkçüyüz ve Türkçü kalacağız. Bizim için Türkçülük bir kan meselesi olduğu kadar ve laakal (en azından, hiç olmazsa) o kadar bir vicdan ve kültür meselesidir.” demek zorunda kalmıştı.

İşte, bu derece güçlenen ve daha da güçlenip cemiyetin siyasetine dahi hakim olma istidadını gösteren milliyetçiliğe karşı, 1944 baharında malum haçlı seferi açıldı.

Tarihteki haçlı seferleri, İslamlığın kökünü kazıma gayretinin neticeleri idi. 1944 haçlı seferinin hedefi ise Türkçülüğü yok etmek olmuştu.

O yılların vatansever ve namuslu Türklerinin çok iyi bildikleri gibi 1944 haçlı seferini tertip edenler, bu ırkın ve bu yurdun can düşmanları sinsilerdi. Açtıkları ihanet bayrağının altında ise, o devrin kanı, ruhu ve kafası bozuk bütün okumuş takımı toplanmışlar ve Türk Milliyetçiliğini hançerleme ihanetinde birbirleriyle yarış etmişlerdi. Ama, Türk Milliyetçiliği, bir avuç namerdin kahpeliği ile kökü kazınabilecek bir fikir değildi. Aylarca sürüp giden ve Türklüğe kin kusan o kampanya sırasında namert ellerin hançerleriyle çok yara almış, fakat yine de ayakta kalmıştı.

1953 de ki hareket ise, o yılların meşhur Türkçü derneği Türk Milliyetçiler Derneğinin kapatılması ve bu suretle milliyetçi hareketin bir kere daha hançerlenmesi şeklinde oldu.

Türk Milliyetçiler Derneği, hürriyet ve demokrasi havası içinde doğmuş ve kısa zamanda Türkiye’nin bir çok yerinde açtığı ocaklarla yurt çapında bir teşekkül halini almıştı. Derneği kuranlar ve ocaklarını açanlar, genç aydınlardı. Bu suretle milliyetçilik, genç Türk aydınlarının gayretiyle bir kültür gücü haline geliyor, büyüyor, güçleniyordu. Derneğin çatısı altında toplananların hızla artması da fincancı katırlarını ürkütüyordu.

Bir Selanik dinmesine atılan bir kurşun, bu gelişmeden ürken şuursuz siyasiler ile Türkçülük düşmanlarının bir kere daha aynı safta birleşmelerini sağladı. Devrin başbakanı, Türkçülüğe karşı, tarihin asla bağışlamayacağı bir iftirada bulundu ve neticede dernek, mahkeme kararı ile kapatılıp, malları elinden alındı. Bu suretle, siyaset dalaverecileriyle Türkçülük düşmanlarının ortaklaşa yürüttükleri bir dolap, milliyetçi hareketi bir kere daha hançerlemiş ve gelişme durdurulmuş oluyordu.

Eski yılların milliyetçi hareketleri, siyasetin dışında hamlelerdi. Bu sebepten, yurtdışındaki düşmanları büyük çapta ilgilendirmemekte idi. Fakat yeni hareket, siyasi bir şekle bürününce iş değişti. Çünkü milliyetçiliğin bu yolla sağlayacağı bir başarı, Türkçülüğü, devletin kaderinde söz sahibi edebilecekti. Türkçülüğün, Türkiye’nin hayatında söz sahibi olması ise, yurdumuz üzerinde iktisadi ve siyasi bir takım ince hesapları bulunan dış kuvvetlerin bu yoldaki emellerine set çekilmesi olurdu. Çünkü, devlet gemisinin dümenini elinde bulunduracak milliyetçi fikri hiçbir şekilde tavlamak mümkün olamazdı. Türkiye’ye karşı bir takım ince hesaplar yürüten dış kuvvetlerin, bu sebepten, ellerindeki bütün imkanları kullanarak belirmekte olan büyük tehlikeyi önlemeleri kendi pis çıkarları için bir zaruretti.

Gerçi, milliyetçi hareketin bugünkü siyasi gücü yakın bir gelecek için büyük başarı müjdelemiyordu. Fakat çok uzak olmayan bir zaman için bir takım ümitler uyandırmakta olduğu da bir gerçektir. Türkiye’nin, bugünkü okuyan genç neslinin harekete büyük çapta meyil etmesi de, milli hareketlerden ürkenleri elbette düşündürüyordu. Yıllardan beri tatlı ninnilerle uyutulan milletin bu uykudan bir anda uyanması da mümkündü.

İşte bu sefer, dışarıdaki kuvvetlerle içerdekileri birleştiren buydu. Umulmadık bir neticeyle karşılaşmak imkanı vardı. Korkulu rüya görmektense uyanık yatmak, elbette ki daha yerindeydi.

İşte, Türkiye üzerinde korkunç bir kasırga gibi esen yıkıcı propaganda, bu korkunun neticesi idi. Kasırganın her tarafa savurduğu milyonlar, kapanma niyeti taşıyan kapıları, bu suretle ardına kadar açtı.

Milliyetçi hareketin, perde arkasından idare edilen kalleşçe ve kahpede bir oyunla bir kere daha hançerlendiği artık bir vakıadır. Fakat bu netice mücadelenin bitmiş olması demek değildir. Mücadele elbette ki devam edecektir. Milliyetçilik yumruğunun, içteki ve dıştaki Türkçülük düşmanı kuvvetlerin kafalarında bir atom bombası gibi patladığı güne kadar devam edecektir. Çünkü milliyetçi hareket, karşısındaki kuvvetlerinki gibi, bir dalavere yolu değildir. Milliyetçi hareket, kuvvetini ve hızını Türk ırkının milli ülküsü Türkçülükten almaktadır.

Bu mücadelede en acı taraf, fikir itibari ile bu cephenin yolcuları olan birçok Türk’ün, siyasi durumları dolayısıyla, milliyetçi hareketin dışında ve bazen de karşısında, bulunmalarıdır. Fakat, sabırla koruk nasıl üzüm olmakta ise, milliyetçi hareketin dışındaki milliyetçilerin de bir gün, şu veya bu şekilde, Türkçülük saflarında toplanmaları imkansız değildir.

Türkçülük fikrinin Türkiye’nin kaderine hakim olması bir zarurettir. Türk milleti; yabancıların dümen suyunda seyreden tekneler cinsinden bir devletin değil de, okyanusları dalgalandıran büyük savaş gemileri gibi bir devletin sahip olmak istiyorsa, bunun yolu, milli ülküsünü geminin kaptan köşküne oturtmaktır.

Bugünkü iç ve dış şartlara göre, bu, elbetteki kolayca ulaşılabilecek bir netice değildir. Ama, zorluğuna rağmen, mutlaka ulaşılması gereken bir neticedir.

Bunun için, her şeyden önce, Türklük için çarpan kalplerin hepsinin bir bayrak altında toplanmaları lazımdır. Bu mücadelenin, Türk’ün varlığı mücadelesi olduğuna inanmak lazımdır. Korkusuz, er kişiler haline gelmek lazımdır. Kısacası, şanlı atalarımız Gök Türkler gibi “Türk milleti yok olmasın diye gündüz oturmadan, gece uyumadan, ölesiye bitesiye çalışmak” lazımdır.

Bunu yapamazsak alınlarımıza yazılacak kara lekeyi hak ediyoruz demektir.


Kaynak: TÜRKÇÜLÜK ÜZERİNE MAKALELER - NEJDET SANÇAR, DEVLET-TÖRE YAYINEVİ 1976

Üçoklu Börü Kam:
TÜRKÇÜ GENÇLERE

Soyunuza, yurdunuza ve devletinize en verimli hizmetin Türkçülük Ülküsü ile sağlanabileceğine inandığınız için bu yolda yürümekte olan gençlersiniz. İnsan hayatının en romantik çağlarında, genç ruhları büyüleyen zevk verici, çekici, şahsi faydalar sağlayıcı bir çok maddi ve manevi imkanlara sırt çevirip, böyle çetin bir yolda yürümeyi göze almanız, şüphesiz, takdirle karşılanacak bir milli şuur hareketidir.

Bu yolda yürümeye karar verirken, Türkçülüğün, ona gönül verenler için bir ateşten gömlek olduğunu elbette biliyordunuz. Bunu örnekler ve tecrübelerle gördükten sonra da Türkçü kalmanız, muhakkak ki, damarlarınızda dolaşan kanın büyüklüğünü içten duymanızdandır.

Evet, Türkçülük, son yüzyıllarda çeşitli hadiselerinde ortaya koyduğu gibi gerçekten, bir ateşten gömlektir. Türk topraklarında Türk Ülküsünü  Türk’ler için böyle bir ıstırap haline getirenler, bu büyük ırkın malum düşmanlarıdır.

Düşmanlığın kaynağı yurdumuzun dışında, onu Türkiye’ye bin bir kalıba sokmak suretiyle sinsi sinsi yürütmeye çalışanlar ise içimizdedir. Kızılı, masonu, nurcusu, Kürtçüsü gibileri başta olmak üzere bunların çoğunu biliyorsunuz. Ancak, bunlarla birlikte bilmeniz gerekli bir grup daha vardır. En belirsiz ve sinsileri oldukları için, Türklük düşmanlığını en rahat yapabilen bu grup, son imparatorluğumuzun Türkiye Cumhuriyeti’ne en kötü mirası olan “imparatorluk artıkları” dır.

Bu düşmanlık, 1938’den sonraki yıllarda, zaman zaman, Türkiye çapındaki hadiseler şeklinde de görülmüştür. Bunun neticesi olarak, Türkçülük, milli iradenin apaçık bir şekilde çiğnendiği korkunç yıllarda olduğu gibi, milli irade yıllarında da karşısında, her zaman salyalı dişler görmüştür.

Türk Ülkü’sünün Türklüğün kaderine hakim olacağı günlere kadar, bunun böyle sürüp gideceği muhakkaktır. O mutlu güne kadar Türklüğü sadece kanında değil, kanıyla birlikte ruhunda, vicdanında, kalbinde ve kafasında bulup duyan bütün Türkler, yani Türkçüler, bu yoldaki mücadelelerine ara vermeden devam edeceklerdir.

Türkiye’deki bu Türkçülük düşmanlığı, insan mantığını donduracak derecede korkunç bir hadisedir. Dünyanın hangi ülkesinde o yurdun sahibi milletin milliyetçiliği, devletin yüksek makamlarında bulunan kimselerin başı çektiği hareketlerle ezilmeye çalışılmıştır? Bu talihsizliği 1944’te ve 1953’te iki kere uğrayan ülke, bizim Türkiye’mizdir.

Almanya’da Almancılığın, İngiltere’de İngilizciliğin, Fransa’da Fransızcılığın, yani o milletlerin milliyetçilerinin, devletlerinin kaderine hakim bulunan Almanlar, İngilizler ve Fransızlar tarafından ezilmek istenmesi gibi bir çılgınlık görülmüş müdür?

Hatta bu büyük çaplı cemiyetler bir yana, komünizmin pençesine geçmek gibi bir büyük felakete uğramamış hangi dünya ülkesinde, o yurdun sahibi milletin milliyetçiliğine karşı girişilmiş böyle bir hareket gösterilebilir?

Türkiye, dünya üzerinde, bu durumda tek ülkedir. Ve hadiselerin bizi ulaştırması gereken neticeye göre, Türk Ülküsü’nün Türkiye’nin kaderine hakim fikir olacağı günlere kadar, bu böyle devem edip gidecektir.

Bunda dolayı bu günkü –ve beklide yarınki– Türkçü nesilleri, büyük vazifeler beklemektedir. Bunların en mühimlerinden birisi, Türk Ülküsü’nün Türkçüler için bir ateşten gömlek olmaktan kurtarılmasıdır.
Bunun çok çetin, çok güç bir vazife olduğu muhakkaktır. Ama bu çetinlik ve güçlük, vazifenin yapılması için bir engel sayılmaz. Çünkü Türk, çetin engellerle boğuşmak için yaratılmış bir soydur. Onun için siz bugünkü Türkçü nesiller, soyunuza has bu tarihi güçle, ne bahasına olursa olsun, bu engeli aşmaya mecbursunuz.

Hangi yaşta bulunursa bulunsun, bu gün her Türkçü, Türklük Ülküsü yolunda  kendisini nelerin beklemekte olduğunu iyice bilmelidir. Sürülmek, işinden olmak, maddi ve manevi sıkıntılara boğulmak, hürriyetsiz bırakılmak gibi sıkıntılar, dertler ve belalr, bu yoldaki Türkler için göğüslenmesi gereken hususlardır. Bu sıkıntılar, dertler ve belalar başkaları için çok ağır, candan bezdirici, kahredici olabilir. Fakat, uğramakta olduğu haksızlıkların, karşısına dikilen belaların ana kaynaklarını, sebebini ve manasını bilen Türkçü için bunlar, kahır değil; aksine kendine tarihi ve ırki vazifesini ihtar eden uyandırıcı kırbaçlardır ve öyle olması lazımdır.

Hadiseler ve tecrübeler şunu ortaya koymuştur ki, Türkçü; yürekli, sabırlı ve planlı olmaya mecburdur.

Yürekli olmayan bir genç, Türkçülüğün engelli ve ıstıraplarla dolu yolunda uzun zaman yürüyemez. Bu hep böyle olmuştur. Ama dökülen dökülmüş, yorulan durmuş, fakat yürekliler yollarına devam etmişlerdir.

Türkçü sabırlı olmaya da mecburdur. Çünkü bir yandan düşmanlar, diğer taraftan imkansızlıklar önüne Çin Setti gibi dikildikçe, bu gibi çetin engellerin aşılabilmesi için sabır, en büyük yardımcıdır.

Plan ise, başarı kapısını açacak anahtardır. En büyük teşekküllerden en küçük gruplara kadar her Türkçü topluluk, esasları tespit edilmiş bir plan ile hedefe yürümelidir. Ve imkan bulunursa veya imkanı hazırlayıp, Türkçü kuruluşlar tek plan üzerinde yürümeye çalışmalıdırlar.

Yine hadiseler göstermiştir ki, Türkçü, Türkçüden başka kimseden yardım göremez. Bu gerçek genç Türkçüleri iktisadi imkanlara sahip olma fikrine götürmeli ve hatta bu hırsla doldurmalıdır. Eski nesillerin seslerini büyük kitlelere duyuramayışlarının en mühim sebeplerinin birinin de bu iktisadi imkansızlıklar olduğu unutulmamalıdır. Bu günün genç Türkçülerinden bir grubun bu yolda bir adım atmış olmaları sevindiricidir. Bu ilk adımı başkaları
takip etmeli ve imkanlar hazırlanıp, bu yoldaki teşebbüsler birleştirilip büyük bir güç meydana getirilmeye çalışılmalıdır.

Türkçülük aynı zamanda bir ahlak yolu olduğu için, genç Türkçüler, Türk Ülküsü dışında bulunan kişilerle münasebetlerinde ( ve şüphesiz onların ahlak kavramını hiçe saymaları sebebiyle) çok kere aldanmaktadırlar. Bu yolda devamlı aldanmaların daha çok sürüp gitmemesi için de birtakım esaslar tespit edilmesi, karşı cephedekilerin ne gibi oyunlarla neler elde etmek istediklerinin tespiti; kısacası, düşmanların oyununa gelmemek için tedbir alınması da lazımdır.

Genç Türkçü !

Şu kahpelikler ve kahpeler dünyasında; soyuna yurduna ve devletine hizmet aşkıyla dolu kalbinle giriştiğin mücadelede en büyük gücün Tanrı’nın sana müstesna bir bağışı olan damarlarındaki kandır. O kan üç bin yılı aşkın tarihindeki ölüm meydanlarında kazanılmış eşsiz zaferlerden, yaşadığın toprakları süsleyen mimari eserlere; minyatür, yazı şiir vesaire gibi sanat ürünlerinden yiğitlik, azim, fedakarlık, erdem, namus, haysiyet vesaire gibi en büyük insanlık meziyetlerine kadar bütün büyüklüklerin ve ululukların temelidir. Türk’ü, eski yüzyıllarda, dünyanın birinci milleti yapmış olan o kandı. Yarın, o eski şanlı hayatına kavuşturacak da yine o kan olacaktır. Çünkü o kan ile yapılamayacak iş, erişilemeyecek hedef yoktur.

Türk’ü er meydanlarında yenemeyenler, onu, içinden kemire kemire yok etmek yoluna sapmışlardır. Son çağlarda, bilhassa Tanzimat sonrası yıllarında Türk’ü kökünden kopartmak, onu sadece adı ile Türk kalacak hale getirmek için akla hayale gelmeyen en namert, en sisi oyunlara başvurulmuştur. Bu oyunlara hala devam etmektedir. Ve ne kadar acı ki, düşmanlar, bunda haylide başarı kazanmışlardır.
Fakat bu hain emellerine asla ulaşamayacaklardır. Çünkü Türk artık uyanmıştır. Uyuyan Türklüğün en şuurlu bölümü olan genç Türkçüler hızla çoğalmaktadır. Bozkurt soylu Bozkurtluğunu ruhunda duymaktadır. Bu ruh, bir gün bütün yurdu ilahi bir ateş gibi saracak ve Türk Ülküsü, Türk’ün kaderini çizecek hakim fikir olacaktır.

Bu büyük ve tarihi vazifede en büyük yük senin omuzlarında olacaktır, genç Türkçü !
Eşsiz soyuna böyle büyük ve kutlu bir hizmet yapabileceğin için ne mutlu sana !..


Kaynak: TÜRKÇÜLÜK ÜZERİNE MAKALELER - NEJDET SANÇAR, DEVLET-TÖRE YAYINEVİ 1976

Üçoklu Börü Kam:
GENÇ TÜRKÇÜLERE MEKTUPLAR – I

(Bu seri yazının devamı ve tamamlayıcısı niteliğinde olan GENÇ TÜRKÇÜLERE MEKTUPLAR – II, GENÇ TÜRKÇÜLERE MEKTUPLAR – III ve GENÇ TÜRKÇÜLERE MEKTUPLAR – IV  adlı makaleler olup, ilk fırsatta Otağa eklenecektir.)


Türkiye’miz, birçok fikirlerin ve inançların birbirleriyle kıyasıya çarpıştığı bir meydan haline gelmiş bulunuyor. Birbirleriyle mücadele eden bu kuvvetler arasında vatanımızın bir parçasını devletimizden koparmak veya Türkiye’yi bütünü ile en büyük düşmanımızın pençesine teslim etmek isteyenler bulunduğu gibi, şahsi temeller üzerine oturtulmuş bir nevi menfaat ortaklıkları şeklindeki, siyasi veya siyasi olmayan, teşekküllerde vardır. Maddi ve manevi güçleri birbirlerinden bu çeşitli yıkıcı veya zararlı kuvvetler karşısında ise, Türklüğü ayakta tutacak tek bir fikir olarak sadece Türkçülük bulunuyor.

Türkçülük, bütün bu yıkıcı ve zararlı kuvvetlere karşı bulunduğu için, o kuvvetler de - derece derece – Türkçülüğe karşı veya düşmandır. Birisi kendi kendine, öteki milli irade ile devletin kaderine hakim olmuş iki siyasi teşekkülün, 1944’te ve 1953’te, Türkçülüğün üzerinden silindir geçirme teşebbüslerinde bu kuvvetlerin büyük rol oynaması bundandır.

Soyumuza ve devletimize karşı çevrilmiş bulunan bu çeşitli silahlar karşısında, “Büyük Türklük Ülküsü” nün siz bu günkü genç ve ateşli çocuklarına büyük vazifeler düşmektedir. Bu vazifeler, sizin, mensup bulunduğunuz Türk ırkına karşı tabii bir borcunuzdur. Bunu aynı zamanda bir şeref ve namus borcu da sayabilirsiniz.

Bu vazifeyi tam olarak yapabilmek için, önce karşı kuvvetleri ve onlar karşısında kendi gücünüzü bilmek şarttır.

Yıkıcı ve zararlı kuvvetlerin hemen hepsinin, sahip bulundukları imkanlar bakımından, Türkçülükten çok daha güçlü durumda bulundukları muhakkaktır.

Mesela komünistlik… Komünistler, Türkiye’nin nüfusuna göre çok küçük bir topluluk da olsalar, sırtlarını dayadıkları dış kuvvetler tarafından kendilerine sağlanan büyük imkanlar, devlet ve milletimizi tehdit eden iç düşmanın en tehlikelisi durumundadırlar.(1)
Kızılların, bu derece korkunç bir kuvvet haline gelmelerinde, çeyrek yüzyılı aşan bir zamandan beri, Türkiye’nin kaderine hakim olan siyasi zümrelerin bilgisizlik, şuursuzluk, ahmaklık ve hatta bazen de ihanet sayılabilecek davranışlarının rolü büyüktür. Bugün, Türkiye’nin en mühim meselesinin bu kızıl tehlike olduğunu bir an aklınızdan çıkarmamalısınız.

Sonra Kürtçülük… Cumhuriyetin ilk yıllarında, başka bir devletin kışkırtmalarının neticesi ve eseri olarak karşımıza çıkan Kürtçülük hareketi, yakın yıllarda kuzey devinin oyunları arasına girmiş bulunuyor.  Günümüzde bir Doğu Anadolu meselesi şekline büründürülen ve bu haliyle, memleketin doğu topraklarındaki milyonları tesiri altına almaya çalışan - ve kısmen de alan – bu ihanet hareketi de, gelişmesine bu hızla devam ettiği takdirde, pek uzak olmayan bir gelecekte, Türkiye için çok büyük tehlike olacaktır.(2)

Bu arada dini çalışmalar şekline sokulan çeşitli hareketleri de unutmamak lazım. Çünkü, dinlerine bağlı saf ve temiz Türklere İslamiyet yolunda çalışmalar şeklinde gösterilmeye çalışılan bu hareketlerde, Türklüğümüze karşı çevrilmiş zehirli hançerlerden başka şeyler değildir.  Bu yolda, çalışanların, milliyeti inkar etmek ve Türklüğü horlamaya yeltenmek gibi hareketlerinin asıl manasını anlamak şarttır. Bunları zavallıca ahmaklıklar gibi görmek, asla doğru değildir. Aslında böyle bir düşünüştür ki, Türklük için bağışlanamaz bir ahmaklık olur.

Türkçülüğe gelince: Üzülerek kabul etmeye mecburuz ki, Türkiye’de ki fikirler boğuşmasında, maddi imkanlar bakımından en zayıf kuvvet Türkçülüktür. Bunun en büyük sebeplerinden biri, devletimizin kaderini ellerinde bulundurmuş siyasi kuvvetlerin Türkçülüğe karşı olan tutum ve davranışlarıdır. İlgisizlik ve ihanet dereceleri arasında yer alabilecek bu tutum ve davranışlardır ki, soyumuzun yaşama felsefesi ve mutluluk kaynağı olan Türkçülüğü, bugünkü imkansızlıklarla dolu duruma itmiştir.

Masonluk ve bir takım zümrelerin ortak çıkarları şeklindeki particilik gibi Türkçülüğe karşı kuvvetleri de yukarıdakilere eklersek, şu netice kendiliğinden ortaya çıkmaktadır: Sizler bugünkü fikirler mücadelesinde, maddi silah bakımından en güçsüz bir ordunun genç çerilerisiniz.

Şu büyük gerçeği daima hatırlamalısınız : Türkçülük, Türklüğe karşı ve düşman yıkıcı ve zararlı fikir ve inançların hiç birisinde bulunmayan bir güce sahiptir. Bu güç Türkçülüğün bir ülkü oluşudur. Halbuki mücadele etmekte ve yenmek zorunda bulunduğumuz karşı kuvvetlerin hiç birisi ülkü değildir.

Komünizm, kendini maddeye ve mevkiye satanların şerefsizlik ve haysiyetsizlik yoludur. Kürtçülük, bininci yılına doğru yol almakta bulunan Türkiye’nin yarı parçasını satmaya çalışan ihanettir. Din çalışmaları şekline sokulan hareketler de ötekilerden farklı şeyler değildir. İslamiyet’in, Hıristiyan batı dünyasına karşı tek başına ve yüzyıllarca koruyuculuğunu yapan Türk’ü inkara yeltenmenin, İslam davası gütmekle ilgisi olabilir mi? Bu İslam’ı koruyan tek kılıcın parçalanmak istenmesinden başka nedir?

Evet… Komünistlik, Kürtçülük, Arapçılık, nurculuk, masonluk ve diğerleri… Bunların hangisinde ülkünün o ilahi gücü ülkücülüğün, insanı efsaneler çağlarının kahramanları haline getirecek o büyük kudreti var?(3)

Ülkücülük kendi varlığını, milli dava içinde eritebilme meziyeti olduğu için, bir cemiyette mefkurecilerin sayıları, elbette ki, denizlerin kumları kadar çok olamaz. Hele o cemiyet: Türkiye gibi, yakın yılları, bütün manevi değerlerin en hayasızca saldırılara uğradığı; milli ülküsü namert eller tarafından kahpece hançerlenmiş bir memleket olursa…

Fakat şartlar ne olursa olsun, zafer bizim olacaktır. Çünkü karşımızdaki kuvvetlerin hepsi maddenin, adi çıkarların esiridir. Menfaat temeli üzerinde yükselen kuvvet, ebedi ve ilahi ülküyü nasıl yok edebilir?

Sizden önceki nesiller, yıllar boyu süren mücadelelerinde parlak başarılar elde etmiş değillerdir. Fakat, hiç de elverişli olmayan, hatta zaman zaman korkunç bir mahiyet alan şartlara rağmen, Türklük düşmanlarının Türklük Ülküsünün  kökünü kazıma emellerini kursaklarında bırakmışlardır. Ancak, vazifemiz, sadece ülkümüzün kökünü kazıtmamak değildir. Asıl vazifemiz, Türk Ülküsünü zafere ulaştırmaktır. Yani Türkçülüğü, Türk’ün hayatına hakim kılarak, soyumuza düşmen bütün fikir maskaralıklarının çanlarına ot tıkamaktır. Ve şimdi bu vazife, artık, sizlerin omuzlarına yüklenmek üzeredir.

Eski ve yorgun nesillerden devralmak üzere bulunduğunuz bu vazifeyi başarıya ulaştırmak ve Türkçülük bayrağını Türk göklerinde yükseltmek için neler yapmanız gerek? İşte burada, bunlar üzerinde, sizlere bazı şeyler söylemek istiyorum.(4)


(1) Makalenin kaleme alındığı tarihte Türk Milleti’nin başındaki en büyük bela komünizmdi.
(2) Türkçü düşünür ve Yazar Nejdet SANÇAR Beğ ta o günlerden, bu günleri görmüştür. 
(3)Yazıda işlenen Ülkücülük deyimi; Türkçülük Ülküsünü kastetmekte olup, bu günkü, malum sentezci, söylemle hiçbir alakası yoktur. Malum sentezci topluluk bu güzel ve orijinal deyimi gasp ederek Türkçülük Ülküsü manasından uzaklaştırıp, yoz ve yapay sentezci ideolojinin tanımı olarak kullanmaya başlamıştır.
(4)Bu seri yazının devamı ve tamamlayıcısı niteliğinde olan GENÇ TÜRKÇÜLERE MEKTUPLAR – II, GENÇ TÜRKÇÜLERE MEKTUPLAR – III ve GENÇ TÜRKÇÜLERE MEKTUPLAR – IV  adlı makaleler olup, ilk fırsatta Otağa eklenecektir.



Kaynak: TÜRKÇÜLÜK ÜZERİNE MAKALELER - NEJDET SANÇAR, DEVLET-TÖRE YAYINEVİ 1976

Üçoklu Börü Kam:

--- Alıntı yapılan: gurturk - 05 Ekim 2007 ---
Anda teşekkürler, bu güzel sunumun dağarcıklarımıza eklediği bilgi dolayısıyla taşekkürler.


--- Alıntı sonu ---

Ben teşekkür ederim, Sevgili Soydaşım.
Bu engin bilgilerin Türk Soycularına ulaştırılması bir görevdir. Bir nebzecik olsun katkı yapabiliyorsak, ne mutlu bizlere..
Esenlikler dilerim.
TTK

Navigasyon

[0] Mesajlar

[#] Sonraki Sayfa

[*] Önceki Sayfa

Tam sürüme git