Gönderen Konu: Ziya Gökalp ve Yusuf Akçura "Milliyetçilik Bağlamında"-IV  (Okunma sayısı 4609 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Kök-Börü

  • Ziyaretçi
2.1.1. Ziya Gökalp’ın Yapıtları

Şaki İbrahim Destanı (1908);

Kızıl elma (1915);

Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak (1918);

Yeni Hayat (1918);

Altın Işık (1923);

Türkçülüğün Esasları (1923);

Türk Medeniyet Tarihi (1925);

Malta Mektupları (1931)
(Kaynak: Kushner, 1979: 235).

1.2. Yusuf Akçura’nın Metodolojisi

Köken olarak Rusya Türklerinden olan Yusuf Akçura, Ziya Gökalp’ten farklı olarak eğitimini Batıda, daha doğrusu Fransa’da E. Durkheim vb. gibi önde gelen bilim adamlarında görmüş Rusya Türklüğünün bir temsilcisi olmuş ve Osmanlı ve daha sonra da Türkiye’de düşünce ve siyaset alanında etkin bir yer almış olan bir kişidir. Buna karşın Batıda eğitim almamış olsa dahi Ziya Gökalp, Osmanlı’nın uzak şehirlerinden birisinden geldiği için Türkiye’nin yalnızca merkezi yerlerinde değil, aynı zamanda Anadolu’nun derinliklerinde yaşayan insanların psikolojisini, düşünce ve inançlarını çok daha yakından tanıma olanağına sahip oluyordu doğal olarak. Ancak Yusuf Akçura’nın şu avantajı vardı, o Türkiye’nin dışındaki Türklerin yaşamını da yakından tanımaktaydı aynı zamanda ve dolayısıyla karşılaştırma olanağına sahipti aslında.

Bu karşılaştırma yöntemi Akçura tarafından daha okuduğu yıllarda Fransa’dayken kullanılmaktaydı. Paris’teki Siyasal Bilimler Okulunda Akçura bir yandan bu okulun sağlam milliyetçilik havasını absorbe ediyordu öte yandan da Avusturya-Macaristan İmparatorluğundaki azınlık halkların durumunu incelemekte ve bunu Osmanlı ile karşılaştırmaktaydı (Muhammetdinov, 1996: 64). Aynı zamanda da bu düşünür ve siyaset adamının Rusya İmparatorluğunda yakından tetkikte bulunabileceği Türk azınlıklarının durumunu yakından bildiğini ve bundan da bu karşılaştırmalarda mutlaka yararlandığını söylemek olanaklıdır.

Bunun dışında Akçura kendi çalışmalarında mevcut durumdan ileriye dönük olarak olasılık çokluğu ve bunların her birinin derin analiz yöntemini kullanmıştır. Örneğin en önemli çalışmalarından biri olan, ki buna baş yapıtı da denilebilir, “Üç Tarzı Siyaset” adlı çalışmasında Akçura Osmanlı devletinin varlığının sürdürülmesi çerçevesinde olası üç gelişme yolunu ele almakta ve faydaları (getirileri) ve zararları (götürüleri) ile muhasebesini yapmakta ve bunların tümünün yeniden çözümleme süzgecinden geçirmek suretiyle sonuçlara varmaktadır. Tabii olarak Akçura’nın bu derin çözümlemelerini mümkün kılan bilgi birikiminin yanı sıra yöntem hazinesi ve siyaset bilimsel altyapısında Fransa’da aldığı eğitimin katkısı ciddi olarak hissedilmektedir. Zaten orada da, yani eğitiminin bitiminde yazdığı tez çalışması bağlamında kaleme aldığı yapıtta Akçura yine çok perspektiflik yaklaşımını kullanmaktadır. Yani Akçura çalışmasında seçmiş olduğu bir konuya farklı açılardan bakmaya ve bu açılardan bakarak hedef konusunun artı ve eksilerini tespit ederek bunların üzerine çözümleme ve sonuçlara varmaya çalışmaktadır. Örneğin 1903’te bitirdiği Siyasal Bilimler Okulunda Akçura’nın Osmanlı İmparatorluğundaki devlet kurumlar tarihinin üzerine yazmış olduğu tezinde o, devletin yapısının geliştirilmesi konusunu birkaç açıdan ele alınmasını önermektedir. Bunlar; 1) İmparatorluğun içinde yaşayan her hangi bir halkın çıkarı açısından, 2) çeşitli halkların çıkarları bakımından, 3) sultan ve erke yakın insanların çıkarları açısından ve 4) devlet çıkarları açısından (Muhammetdinov, 1996: 57).

Demek ki Yusuf Akçura bu çalışmalarında çok yönlü yaklaşmaya çalışmaktadır konuya ve özellikle tezinde yapmış olduğu gibi toplumun içindeki çeşitli kesimlerin çıkarlarını hesaba katarak, ki bu da araştırmanın son derece gerçekçi bir düzlemde yapıldığının en bariz göstergesidir, yapılan çözümlemeler yöntemini kullanmıştır. Buradan da anlaşılabileceği üzere Akçura incelediği olguyu olabildiğince gerçekçi bir halde ele almaya çalışır ve her türlü idealizasyonlardan kaçınmaya çalışır. Bu bağlamda örnek olarak Akçura’nın daha 1903’teki bu çalışmasında Jön Türkleri eleştirmekte ve artık düşmanlık tohumlarının ekilmiş olduğu halkların arasında Osmanlı’da tek ve bütünleşmiş bir milletin meydana getirilmesinin olanaksız olduğu gösterilebilir. Nitekim zaman da bu tespitlerini doğrulamış ve yeni Türkiye Cumhuriyeti ulus devlet olarak kurulmuştur. Aslında bu konuya daha sonra değinilecektir, ancak burada şunun da belirtilmesinde yarar vardır. Akçura Osmanlı için dağılmaması adına bir tür federalizm önerisinde bulunmuştur (Akçura, 1990: 135-6), ancak bu olmayınca veya bunun uygulamaya geçirilmesinde geç kalınınca bilindiği gibi tarih Osmanlı devletini kendi sayfasına almış ve gerçek dünyadan alıkoymuştur. Oysa Akçura’nın bu yerinde tespitini Rusya 1990’lı yılların başında çok yararlı bir biçimde kullanabilmiştir Rusya’nın dağılmasını önlemek adına. Hatta bu bağlamda gayri-Rus halklarına federasyon kapsamında çok geniş özerklikler tanınmıştır. Oysa Sovyetler Birliği de tıpkı Osmanlı gibi bu gerçek federalizm ilkesini uygulamaya koymada gecikince, tarih sayfalarında yerini almış olduğu herkesçe çok iyi bilinmektedir. Bunlar ise Yusuf Akçura’nın tespitlerinin ne kadar yerinde ve de zamanını aşıcı nitelikte olabildiklerin gösteren birer kanıttır aslında.

Bununla birlikte Akçura’nın Fransa’da eğitim gördüğü yıllarda Avrupa’da yoğun fikir hareketleri cereyan etmekte ve Avrupa haritasında eski İmparatorluklara kıyasla çok daha küçük devletler (ulus-devlet modeli) çıkmaktaydı. Ancak daha da önemlisi, bu dönemde etnik birliğe dayalı büyük devletlerin kurulması düşünceleri de gelişmekte ve hayata geçirilmekteydiler. Buna örnek olarak henüz o dönemde Türkçülük düzenli bir düşünce akımı olarak yokken Pan-Cermenism ve Pan-Slavizm hareketlerinin güçlenmesi örnek olarak gösterilebilir (Akçura, 1976: 4). İşte bu düşünceleri görebilen Akçura, bu tür düşünce, daha doğrusu eyleme yönelik düşünce akımlarının pekişmekte olduğu dünyada Osmanlı devletinin kendi varlığını sürdürmesi açısından ne gibi yol izlemeli sorusunu ortaya koymaktaydı. Yani, esas soruyu Akçura, Osmanlı devletinin varlığının devam ettirilmesi bakımından İslamcılığın mı yoksa Türklüğün bağlamındaki siyasetin daha yararlı ve daha uygulanabilir olacağı biçiminde ortaya koymaktaydı, ki bunu onun 1904’te kaleme aldığı “Üç Tarz-ı Siyaset” adlı yapıtında görmek olanaklıdır (Gökalp, 1904). Bu bağlamda, daha önce de değinildiği gibi Akçura, Osmanlı’nın içindeki halkların arasında bir tür kardeşlik ve Müslümanlık temeline dayalı idealist ülküyü ileri süren Jön Türklerden farklı olarak çareyi birleşmede ve ilerlemede değil güçlenmede ve ilerlemede (hatta birlik ve ilerlemenin yerine güç ve ilerlemeyi kullanırdı bu yüzden) görmekte olduğu söylenebilir. İşte burada Akçura tarafından kullanılan yargılama ve yorumlama yönteminde gerçekliği, ussallığı ve mantıklılığı görebilmekteyiz. Çünkü Akçura Osmanlı’nın varlığının sürdürmesinin ancak ve ancak sağlam temellere dayanan ve güçlü olan bir devlet biçiminde olanaklı olduğunun bilincindeydi ve böylece Osmanlı her türlü Avrupa hegemonyasına karşı direnç gösterebileceğinin farkındaydı (Muhammetdinov, 1996: 65). Dolayısıyla devletin varlığının sürdürülmesi konusunda Akçura, Jön Türklere nazaran çok daha realist bir yaklaşım içerisindeydi denilebilir. Zaten sergilediği yaklaşımların gerçekliği Akçura’nın en büyük özelliğiydi, ancak bu kavramın da göreceli olarak kullanıldığını unutmamak gerek, çünkü Akçura da yanılabilmekteydi, örneğin dinlerin artık giderek etkisinin bireylerin iç dünyasına transfer olduğundan azalacağını söylüyordu, oysa günümüzde dahi dinlerin ne kadar etkili birer araç olarak kullanılabilme olasılığını sürdürmekte olduğu çok iyi bilinmektedir. Ancak bununla birlikte düşünce yürütme yöntemlerine gelince Akçura bu konuda ulaşabildiği tüm olasılıkları ve çıkar temelli analizleri göz önünde bulundurarak çok daha nesnelci bir çalışmalar meydana getirebilmekteydi. Örneğin onun bu yöntemini, yani çok yönlü çözümlemeler yöntemini ondan önce Osmanlı devleti konusunda olsun, Türkçülük konusunda olsun, hiç kimse kullanmamıştı, dolayısıyla bu anlamda Akçura özgün bir çözümleme yaptığı da söylenebilir.

2.2.1. Yusuf Akçura’nın Yapıtları

Osmanlı Devleti Kurumlarının tarihi Üstüne Bir Deneme (1903);

Üç Tarz-ı Siyaset (1904’te Kahire’de çıkan “Türk” gazetesinde yayınlandı, daha sonra ise İstanbul’da 1912 yeniden kitap halinde basıldı);

Ulum ve Tarih (1906);

Şark Meselesine Ait Notlar (1920);

Türkiye Siyasi Tarihi (1933-1935);

Siyaset ve İktisat (1924);

Muasır Avrupa’da Siyasi ve İçtimai Fikirler ve Fikir Cereyanları (1926);

Osmanlı İmparatorluğu’nun Dağılma Devri (1940);

Ta Kendim –Yahut-Defter-i Amalim (1944)