Türkçü Turancı Otağ

GENEL KONULAR OTAĞI => GÜNCEL => Konuyu başlatan: İgdirhan - 13 Haziran 2007

Başlık: ABD'nin Ulusları yok etme silahı : GENOM
Gönderen: İgdirhan - 13 Haziran 2007
Kendilerini seçilmiş insanlar olarak gören Amerikalı'lar, dünya egemeliğini ellerine geçirmek için Türkler gibi diğer ulusları da toptan yok etmeyi planlıyor.
Bu amaçla başlatılan GENOM projesine göre önce toplumların milli değerleri ortadan kaldırılıp bölünmeleri sağlanacak,sonra tarihin sayfalarına gömülecektir.
Geçmiş yıllarda bütün Töton ırkları içinde Amerikan halkı, "sonunda dünyanın dinçleştirilmesine öncülük etmek üzere" seçilmiş ulus olarak görülürdü.
 Amerika'nın yüce görevi buydu.
Tanrı Amerikan halkını, "dünyanın gelişmesini emanet ettiği halk, hakça bir barışın koruyucuları olarak atamıştı .
1910'ların ABD'sinde Beveridge bu görüşleri dile getirmişti. Bugünün ABD Başkanı Bush, "Birliğin Durumu" adlı konuşmasında "Kendisinin yıldızların ötesinden aldığı ilhamla dünyayı demokratikleştirme ve özgürleştirme" görevi olduğunu söylemiştir.
Genetik silah
6 Mayıs 2005 tarihli Milliyet Gazetesi'nin haberine göre dünyadaki ırkların genetik geçmişini aydınlatmak üzere "National Geographic" Derneği ve IBM şirketinin sponsorluğu ile "Genografi" adlı bir proje başlatılmıştır.
Bu proje ile Genetik yapısı nispeten saf olan yerli topluluklardan en az yüz bin DNA örneği toplamayı hedeflemektedir.
Bu projeye, dünyanın her yanından genetik geçmişini bilmek isteyenler de katılabileceklerdi.
Bu noktada öteden beri Türkiye'de çeşitli isimler altında ortaya konulan birkaç somut olayı hatırlamak gerekir. Bunlardan en popüleri ünlü Dr.Babuna olayıdır.
Sağlık Bakanı Osman Durmuş'un Tespiti  Kan kanseri olan ve ABD'de tedavi gören Dr.Babuna'ya uygun kemik iliğinin bulunması için Türkiye'nin belirli bir bölgesinden büyük bir "kan toplama" kampanyası düzenlenmiş ve analiz için binlerce kan örneği ABD'ye gönderilmişti.
Dr.Osman Durmuş Sağlık Bakanı olur olmaz "Kanla genetik haritamızı çıkarmak istiyorlar" diyerek bu kampanyanın stratejik ve sinsi amaçların aracı olarak kullanılmasına dikkat çekmişti.
Toplanarak ABD'ye gönderilmiş olan kanların geri getirilmesi için de olağanüstü gayretler ortaya koymuştu.
Genom Projesi'nin Türkiye yönünden önemi
Proje özellikle Türkiye'yi hedef almamaktadır. Gerçekte bilimsel içerikli bir araştırma olup küredeki insanların geçmişleri, kökleri ve ırki özelliklerine ilişkin veriler elde etmeyi amaçlamaktadır.
Ancak Türkiye'de her fırsattan yararlanarak ortaya konulan ya da konulacak olan her bilgi ya da veriyi "Türk soyu" aleyhine yorumlama gayretkeşliği içinde bulunan onlarca insan var.
Bunun tipik örneklerinden birisinin de bu proje vesilesiyle proje sorumlusu Dr.Wells ile yapılan bir söyleşi ve Milliyet Gazetesinden söz konusu söyleşinin veriliş biçimidir.
Milliyet gazetesi henüz tamamlanmamış, sonuçlandırılmamış ve kesinliği konusunda da her zaman kuşkular olacak olan bir projeyi vesile ederek şu başlığı atıyor: "Türkiye'de Türk Genlilerin Sayısı Az".
Dr.Wells'in "Türkiye'de Türk geni az" görüşlerine Türkiye'den uzmanlar da büyük bir iştahla derhal katılmışlardır. Bir gen uzmanı:
"Türkler çok heterojen. Bu aslında beklenen de bir sonuç. Çünkü Türkiye göç yolları üzerinde. Önemli olan insanların kültür birliğidir. Türkler genetik bakımından çevresindeki insanlara benziyor. Ortadoğu, Balkanlar ve Kafkaslara benziyoruz. Ermenilere de Arap'lara da biraz benziyoruz ama kendimize özgü bir yapımız var".
Bir başkası da Türkiye'nin "Heterojen bir yer olması çok doğal, biz göçmeniz. Biz, durduğumuz yerde durmamışız. Cinsel cazibe çok önemlidir. Türkler gerek erkekleri gerek kadınları göçmen oldukları için çok rahatlıkla kapalı kalmamışlar. Sürekli bir hoşgörü içinde bulundukları toplumda gen alıp vermişler, eş alıp vermişler".
Gazetecinin "Araştırma sonucunda, örneğin Orta Asya'dan geldiğini sanan bir Türk, atalarının Afrika'dan Anadolu'ya geçtiğini öğrenebilir, öyle mi?" diye sorduğu soru ve bu soruya verilen cevap da oldukça ilginçtir. Yapılan araştırmaların ortay çıkardığı söylenen bilimsel bulgularına göre bütün ırklar Afrika'dan türemiş ve oradan dünyanın diğer yörelerine dağılmışmış.
Bu mantığa göre Orta Asya'ya da insanlar Afrika'dan gitmiş olmalıdır. Orta Asya'dan Anadolu'ya birkaç kişi (!) de olsa birilerinin geldiği bir vakıa olduğuna göre bu mantığa göre önceden bilinen bir sonuç niçin şaşırtıcı olsun?
 Türklük kavramını ortadan kaldırmak istiyorlar
Genom ve benzeri araştırma sonuçları gerekçe yapılarak küreselleşmenin gereği olan, tüm eski mensubiyet, aidiyet veya kimliklerin yeniden tanımlanması, onlardan kuşku duyulmasının sağlanması ve bunlara bir çok yeni değerler eklenmesi söz konusu edilebilecektir.
Bu tür projeler milletleşme sürecini henüz tamamlayamamış toplumlarda sosyal, kültürel ve siyasal sonuçlar doğuran büyük çalkantılara neden olabilir.
Bu bağlam henüz Türk mü, Türkiyeli mi? Müslüman mı, Ilımlı Müslüman mı? Türk vatandaşı mı, Dünya vatandaşı mı? Olduğuna karar verememiş aydını bu denli bol olan bir ülkede büyük etkileri olacağı açıktır.
Genom projesinin Türkiye'ye yönelik amaçları için şunlar söylenebilir.
1.Türk'lük kavramının tartışmaya açmak
"Türkiye'de Türk genlilerin sayısı az" gibi bir ön yargı ile yola çıkanlar Türkiye'nin Türklerin ülkesi olarak nitelendirilmesinin sona erdirilmesi amacını güttükleri söylenebilir.
Buna bağlı olarak da Türkiye'de yeniden milliyet, Türk, Türklük, milliyetçilik, milli egemenlik, bağımsızlık gibi kavramları tartıştırmaya çalışabilirler.
2.Kimliklerden kuşku duymak
Türkiye'de yaşayan insanların kimlikleri konusunda kafalarının karıştırılarak; insanların mevcut aidiyetlerinden kuşku duyar hale getirmek isteyebilirler.
Nitekim Türkiyeli bilim adamlarının bile kerameti kendinden menkul bu tür araştırmalara bilim dışı kalırız korkusuyla "evet, zaten biz de böyle olduğunu biliyorduk" gibi bir yaklaşım içine girdiklerine göre halk kitlelerinin bu tür spekülasyonlar karşısındaki durumunun ne olacağını iyi düşünmek gerekir.
 3.Azınlıkların kışkırtmak
Bu projenin Türkiye yönünden etnik ve mezheple ilgili yapıları abartıp, kışkırtarak mikro milliyetçi akımların gelişmesini sağlamak gibi gizli bir amaca hizmet ettiği açıktır.
Son zamanlarda AB'nin Alevilerin ve Kürtlerin azınlık olarak kabul edilmesini talep etmesiyle sözü edilen gen projesi arasında gizli bir bağlantı bile söz konusu olabilir.
Genom projesiyle AB'nin Türkiye'de suni azınlık yaratmayı esas alan uçuk taleplerine bilimsel gerekçe üretilmiş olabilecektir.
4.Sosyal çözülmeler yaratmak
Toplumların benzerliklerini perdeleyerek farklı yanlarını ve ayrıntıları ön plana çıkarıp sosyal çözülmelerin önünü açmakta bu tür projelerin bir başka amacı olabilir.
 5.Kitleleri birbiren düşürmek
 Barış içinde bir arada yaşayan kitleleri birbirine düşürmek, ulusal sınırların laboratuarda üretilmiş ırkı ve etnik yapılar doğrultusunda yeniden çizilmesini sağlamak.
 6.Ülkeler'in kendi içlerine kapanmasını sağlamak
Özellikle imparatorluk mirasçısı olan Türkiye gibi ülkeleri etnik/ırki çelişkilerle uğraştırarak kendi içine kapanmasını sağlamak ve hatta ayrıştırma başarılı olursa kontrol edilebilir etnik temelli küçük devletçiklere dönüştürmek.
"Genom" milli değerleri yıkma sürecinin son aşamasıdır.
Türkiye'de son zamanda milli olan her şeye şuursuzca saldıran sayısız yazar/gazeteci ve düşünür türemiştir. Bunlar Türkiye için değerli, kutsal, milli, etik bulunan her şeye saldırarak halkta moral bunalımına neden olmaktadırlar.
Gerçekte yapılan psikolojik bir savaştır.
Bu savaşı klasik savaştan ayıran askerle ve silahla değil kavramlarla yapılmış olmasıdır.
Örneğin Türklerin meşhur "Oğuz Kağan Destanı"ndan bugüne, nesillerin nesillere aktararak getirdikleri bir "vatan"ın kutsallığı algısı vardır.
Bunun için Türkün olduğu her yerde önce yüreklere sonra da dağa bayıra her yere "Önce vatan" yazılmıştır. Vatan uğruna ölen evladının ardından bir baba çıkar ve "oğlumu uğruna kaybettim. Vatan sağ olsun" der.
Bu duyguyu yenmek ve halkın nezdinde gözden düşürmek için sureti haktan görünen türlü çeşit gayret sarf edilmektedir.
Bir gazete yazarı vatana ihanetin sağlayacağı yararları bir İspanyol yazardan alıntı yaparak şöyle ifade eder: "Vatan tüm kötü alışkanlıkların anasıdır: İlletten tedavi olmanın en hızlı ve etkin yolu onu satmak, ihanet etmektir; nasıl mı satmak? İster pahalı ister bedavaya; kime mi? En yüksek peyi kim sürerse ona; ya da, verip kurtulmak ağulu armağanı, onu hiç bilmeyene, bilmek de istemeyene; ister zengine ister yoksula, umursamazın tekine ya da bir aşığa; salt ihanet zevki yeter; bizi belirleyen, bizi tanımlayan, istemeden bizi bir şeyin sözcüsüne dönüştüren; üstümüze bir yafta yapıştıran, bize bir maske yakıştıran ne varsa ondan sıyrılma zevki uğruna… Haraç mezat satmak her şeyi; tarih, inanışlar, dil; çocukluk, manzaralar, aile; fırlatıp atmak kimliğini, sıfırdan başlamak; Sisyphos olmak, aynı zamanda, kendi küllerinden yeniden doğan Anka kuşu".
Bu yazar aktardığı bu sözlerden sonra "önce vatan" ilkesini sistemimizden dışarı atıp atamayacağımızın ne kadar önemli olduğunu altını çiziyor.
 "Vatan seni seviyor mu?"
Bir başka meşhur düşünürümüz (!) de şöyle diyor;
"İnsanı zorla askere alıyorlar, Afganistan'a yolluyorlar. 'Vatanını seviyorsan' diyorlar.
'Sevmiyorum' derse ne olacak?
Siz vatanı seviyor musunuz?
Ben yaptığım işi seviyorum.
İnsan yaptığı işi seviyorsa, bir de 'vatanı sevmek' diye ayrıca bir meslek çıkmaz ortaya.
Vatan sevmek bir meslek midir Allah aşkına?
Bir de 'Vatan seni seviyor mu?' diye sorarlar adama".
Bu düşünür (!)bir mülakatta sorulan "Milliyetçilik ne demektir?" sorusuna Oscar Wilde'dan şu alıntıyı yaparak cevaplandırmıştır:
"Her alçağın son sığındığı yer milliyetçiliktir".
Bu anlı şanlı (!) yazar ülke ve millet sevgisiyle dolu, zamanını üretmekle geçiren, kütüphane ve laborotuvarları mesken edinmiş, eba ecdatının mirasına saygılı, diline ve inanç değerlerine bağlı olmayı milliyetçilik olarak algılayan insanlara bile dolaylı da olsa "alçak" deme hakkını kendinde görebilmektedir.
 Milliyetçiliğe karşı dünya vatandaşlığı
Bir başka yazar :
"Millet herhangi bir insan kümesinden neden daha değerli olsun?" diye sorarken bir diğeri "milliyetçiliğin iyisi yoktur" diye yazar.
Milliyet, milliyete bağlılık bilinci, milli devlet ve milli egemenlik aşağılanırken onun yerine konulması gerekenler üzerinde de kafa yoran bir başka aydınımız erkekçe (!) bir çıkışla "milliyetçiliğe karşı dünya vatandaşlığı"nı önerir. Birisi çıkıp da kendi ülkesinin vatandaşı olmayı beceremeyen birisinin dünya vatandaşı olmayı nasıl becereceğini soracağını ise hiç aklına getirmez.
Kuşkusuz bütün bu çabalar entelektüel egzersiz olsun diye yapılmamaktadır.
Millet, milliyet, milliyetçilik, vatan vb. kavramların tahribinin ardından son aşama olarak Genom Projesi ile de "Türk diye bir soy yoktur" siz "kendinizi yanlış tanıyorsunuz, aslında siz Afrika'dan Mao Mao ya da Hutu kabilesinin ilk reisinin torunlarısınız" demeye getireceklerdir.
Ardından da vatanınız dünya, milletiniz bütün insanlıktır; bulunduğunuz topraklara gelince işte oralar bulunmanız gerekli olan topraklar değil!
Nitekim Genom ve benzeri projelerle eş zamanlı olarak Türkiye'de Türklerin yüzdesi de verilmeye başlanmış, milliyetçilik sözü edilen projenin varsayımlarına göre yeniden Türklük'ün tanımlanması ortaya atılıp önerilmeye başlanmıştır.
 GENOM Projesi neyi amaçlar?
Genom, ABD'nin dünyadaki en büyük güç olma savaşının en büyük silahıdır.
Yakın geçmişte SSCB'nin evrensel iddialarından ve kapitalizmin lideri ABD'yle rekabetten çekilmesiyle dünya tek kutupluluğa mahkûm hale gelmiştir.
Neredeyse bütün ülkelerinin günümüzde egemenlikleri, meşruiyetleri, etkinlikleri ve varlıkları tek küresel güç olan ABD'ye bağımlıdır.
ABD' de tarihin kendisine sunduğu bu eşsiz tek güç olma fırsatını sürekli kılabilmek için elinden geleni yapmaktadır.
Bu bağlamda tek küresel güç olmanın sağladığı stratejik, askeri ve politik üstünlüğünü dünyanın herhangi bir köşesinde tehdit edecek bir bloklaşmanın ya da bütünleşmenin ortaya çıkmasını engellemeyi birinci stratejik hedef olarak almıştır.
Bu bakımdan bölgesel güç olabilecek ülkeleri etnik, soy, dil, mezhep, ideoloji vb. yönlerden ayrıştırarak güçsüzleştirmektir.
İşte "Genom" bu amacı gerçekleştirecek çok güçlü ve bir o kadar da tehlikeli stratejik bir saldırı projesidir
.Bir başka deyişle Milli Devletler'e yönelik ırkçı saldırıların başlangıç aşamasıdır.
Türkiye kendi genlerini AB/ABD/Yunan/Ermeniperest olmayan, kendisini "Dünya Vatandaşı" değil Türk vatandaşı olarak gören fikir namusuna sahip bilim adamlarına emanet etmelidir.
Gen araştırmalarını Türkiye'ye karşı silah olarak kullanmak isteyenlere karşı kendi argümanlarını bizzat kendi bilim adamlarına hazırlatmalıdır.
Artık birileri bu konuda da "Değmesin mabedimin göğsüne namehrem eli" demek cüretini göstermelidir.

Kaynak: Yeniçağ
Başlık: Ynt: ABD'nin Ulusları yok etme silahı : GENOM
Gönderen: İgdirhan - 13 Haziran 2007
Bilindiği gibi yüz elli yıldan bu yana sosyalistler; sömürünün kalkmasının, eşitliğin, adâletin ve insanî bir düzenin kurulmasının ancak tekelci kapitalizmin yıkılmasıyla gerçekleşebileceğini iddia etmişlerdi.
Bunun tek yolunun da “devrim” yapmaktan geçtiğini savunmuşlardı.
Gerçeği ve geleceği kendi tekellerinde gören sosyalist ideologlar savundukları ideolojinin “bilimsel” olduğunu söylerken onlara karşı çıkanları da bilim dışı, gerici ve şoven kategorilere dahil ediyorlardı.
Dahası tarihin “bilimsel sosyalizmin” ifâde ettiği gibi aktığını, “tarihin amansız kanunları” bulunduğunu ve geleceği yüzde yüze yakın bir biçimde tahmin ettiklerini söylüyorlar ve “diyalektik” ve “tarihî materyalizm”in doğanın ve toplumun; algı, yönelim açıklamasının yanılmaz yöntemleri olduğunu iddia diyorlardı.
SSCB’nin 1991’deki hazin sonu hiçbir tartışmaya yer bırakmayacak bir biçimde bilimsel sosyalizmin, tarihî materyalizmin, diyalektik ve komün anlayışının bütün dogmalarını yıktı.

Bilimi Egemenliği Meşrulaştırma Aracı Olarak Kullanma:
Gerçekte bilimsellik başta olmak üzere tarihin, toplumun, ideolojinin ve insanlığın geleceği konusundaki iddia ve tezleriyle liberal kapitalistlerle sosyalistler bir paranın iki yüzü kadar birbirine yakındılar. Her ikisi de maddenin (gücün) zâlimleşmesine göz yumar, her ikisi de materyalisttir, her ikisinin de iddiaları evrenseldir.
Marx “bütün dünyanın işçileri birleşiniz!” diyerek teorik düzlemde kalırken, tekelci sermaye dünyayı “defacto” olarak birleştirmeye çoktan başlamıştı. Marx’a göre “emeğin” (işçilerin), patrona göre “sermayenin” vatanı yoktu. “Komünizm, devlete takılı kalmış resmî, radikal bir kapitalizm; kapitalizm ise, bireye indirgenmiş sivil, esnek bir komünizmden başkası değildi ve olamadı. İkisi de tilmizlerine, sömürüyü, istismarı, aldatmayı, kendi çıkarını her şeyin üstünde utmayı öğretti.
‘Öteki’ denen nesnenin hep tüketen ve tüketme gücü dışında, sürekli tükenen olması ve öyle de kalması gerektiğini anlattı.
”1 Kendisini bilimsel ilân eden sosyalizmin izlediği stratejiyi benimsediği anlaşılan liberal küreselciler de, Genom gibi projeleri devreye sokarak ulusal devletlerin etnik/ırk/mezhep temelli olarak küçültülmesinin ne denli bilimsel gerçeklere dayandığını araştırmaya çalışmaktadırlar.

Genlerle Bir Zamanlar Biyolog Lısenko Trofim Denisoviç Oynamıştı
Paleontolog Dr. Wells’in “Genom” adlı projesi üzerine ifâde edilen görüşler bir zamanların ünlü Rus Biyologu Lısenko’nun görüşlerini çağrıştırmaktadır.
Henüz üzerinde bilim dünyasının tam anlamıyla mutabık kalmadığı görüşleri hatta sonuçlandırılmamış araştırmaları “kanıtlanmıştır” ya da “kanıtlanacaktır” şeklinde ifade edenlerin sözleri Lisenko’nunkilerden çok da farklı değildir.
Onun için Profesör Wells’in “Genom” projesine geçmeden Lisenko ve yaptığı bilimsel(!) çalışmalar hakkında kısaca bilgi vermek yararlı olacaktır.

Lysenko, genetik, değişim ve türlerin oluşumu üzerine ortaya koyduğu konsept ve yaptığı bilimsel çalışmalarla SSCB’nin Bilim Akademisi’nin 1941, 1943 ve 1949 yıllarında Stalin ödülünü olan akademisyenidir.
1940-1965 yılları arasında SSCB Bilim Akademinse bağlı Genetik Enstitüsü müdürlüğü görevini yürütmüştür.
Onun konseptine göre, tüm bitkileri sunî olarak elde etmek mümkündür.
Lisenko, bir mucize türü icat edeceğini, kısa zamanda neredeyse hiç masraf gerektirmeyen yöntemlerle tüm tarım kültürlerinin verimliliğini artıracağını vaat etti ve böylece ülkede kısa zamanda popüler bir insan hâline geldi.
1929’da filizlenmekte olan buğday tohumlarını soğuğa etkisiyle nasıl verimliliğinin artıracağını bildiğini iddia etmişti.
Lisenko meslektaşlarının arasında bilime zarar verenlerin bulunduğunu söyleyen ilk kişi oldu; bilim polemiğini ise politik kundakçılık olarak nitelendirdi. Zamanında Lisenko konsepti tek doğru düşünce olarak kabul edildi ve buna karşı herhangi bir eleştiri düşmanlık olarak kabul edildi.
Biyolojide 1948 yılında tamamen yerleşen Lisenko “monopolizmi” Stalin’in farklı düşüncelerle olan mücadelesiyle birleşerek birçok bilim okullarının kapanmasına ve bilim adamlarının ölümüne neden oldu.
Lisenko’nun yönetimi sebebiyle Sovyet genetik okulu bertaraf edildi.
Daha sonra Lisenko’nun fikirlerinin sahte öğreti araştırmalarından ve deneylere hile katılmış olan bir şarlatanlıktan ibaret olduğu ispatlanmıştır.
Dünya hâkimiyeti peşinde koşanların -Hitler, Stalin, günümüz diktatörleri vs.- hayvan, bitki ya da insan genleri üzerinde yapılan araştırmalara büyük bütçeler ayırması tesadüf değildir.
Zira genler uzun yıllardan bu yana stratejik bir silâh olarak kullanılmaktadır.

Irkçılık Batı Emperyalizminin En Güçlü Silâhıdır
Sömürgeci güçlerin sömürülerini, tahakkümlerini ve soygunlarını meşrulaştırmak amacıyla sürekli bir biçimde doğrudan ve dolaylı olarak ırkçılığı bir silâh gibi kullandığı bilinmektedir.
Uzun yıllar Batı, emperyalist emellerini; Asya’da “barbarları uygarlaştırmak”, Afrika’da “yamyamlara insanlık öğretmek”, Amerika’da Mayaların Azteklerin “insan kurban etme geleneklerine son vermek” ya da “Hindistan’da gelin yakma” gibi gerici ve insanlık dışı gelenekleri ortadan kaldırmak gibi değerlerin arkasına saklamıştır.
Tarih boyunca DNA, gen, kan, ırk, kafatasıyla ilgili olarak yapılan bilimsel çalışmalar ya da ortaya konulan görüşler gerçekte insanlıktan daha çok siyasî emellerin araçları olmuşlardır.
“Irkçılık”ın Batı bilinç altının en güçlü siyasî geni olduğu, ABD’nin Afganistan/Irak olaylarında ve son olarak da AB’nin Türkiye’ye karşı takındığı tavırlarda ortadadır.
Gerçekte Batı/Beyaz/Hıristiyan kültürün insan ve ırk konusundaki düşünceleri iyi bilinmeden bugünün siyasî tarihi ve olayları lâyıkıyla anlaşılamaz.
Çok bilinen sembol isimlerin bu konudaki görüşlerine kısaca değinmek bugün “Genom” ya da daha değişik isimler altında ortaya atılan görüşlerin ne anlama geldiğinin daha iyi anlaşılmasına katkı sağlayacaktır.

Irkçılık Literatürüne Katkı Yapmakta Amerika, Avrupa’dan da İleridedir
Irkçılık söz konusu olduğunda yalnızca Nazilerin Yahudilere yaptıkları hatırlanır. Böylece ırkçılığın sanki birden bire Hitler ya da Mussoloni gibi faşistlerin kafasının ürünü olduğu ve onların yok olmasıyla da ırkçılığın önemini yitirdiği düşünülür.
Irkçılığın Hitler’e ilham veren Rosenberg ve Gobineau’nun görüşlerinin çok ötesinde derin kökleri ve yaygın uygulama biçimleri vardır.
Irkçılık ;haçlı anlayışıyla ,insanlığı kendilerine köle olarak gören bir belâdır.
Kökleri çok daha derindedir.
Sanıldığı gibi ideolojiyle, gelişmişlikle ya da teknolojiyle de ilgisi yoktur. İnsanlığı bir ve bütün olarak gören ve asıl olanın “ezen sınıflar ile ezilen sınıflar” olduğunu söyleyen “komünist” ideolojinin SSCB’deki uygulamaları tam anlamıyla Rus ırkçılığına dönüşmüştü.
SSCB’nin komünist liderleri dil, din, etnik, pedagojik uygulamalarıyla Panslavist Rus Çarlarından farksızdı.
Amerika’nın dün/bugün yaptıklarına, ortaya koyduklarına bakıldığında; din, dil ve ekonomik uygulamalarının bir çeşit ırkçı karakter taşıdığı görülebilir.
AB’nin Türkiye ile olan ilişkilerinde kim ne derse desin temel belirleyici olan “anti-Türk ve anti-İslâm” algısıdır. Yâni dil ve din ırkçılığıdır. “Genom” adlı, ırk köklerini, göçlerini ve dağılımını araştıran projeyi irdelemeden önce ırkçılık literatürünü üreten ilginç görüşleri hatırlamakta yarar vardır.

Aristo’nun Kölelerle İlgili Görüşü:
Ona göre, insanoğlunun amacı ya da ereği (telos) aklın egemenliği altında erdemli bir hayat sürmek ve mutluluğunu korumaktır.
Çünkü erdem akılla, mutluluk da erdemle olur.
Efendi, gücünü artırmak, geliştirebilmek için mala mülke ihtiyaç duyar ve köleyi “canlı bir alet” gibi elinde tutar.
Kölede akılca kendisinden üstün olan efendisinin buyruklarına uyarak pek mutlu bir hayat sürer.
İnsan yaratılışındaki fizyolojik ve psikolojik farklara uygun düştüğü için, kölelik doğal bir müessesedir.
Batı kültürünü besleyen ana damarlardan birisi olan Aristo’nun köleliğe doğal ve Tanrısal bir tercih olarak bakması, kendisinden sonrakileri uzun süre etkilemiştir.
Efendinin üstünlüğü fikri, ona çok benzer bir şekilde, kâh Aryan, Töton ırkının, kâh da beyaz ırkın üstünlüğü şeklinde belirecektir.
Yeri gelmişken belirtelim İngiliz İmparatorluğu’nda 1833 yılına kadar insanların köle yapılmasına hukuken izin verilmişti.
Birleşik Devletlerde kölelik 1863’e kadar; Rusya’da toprak köleliği biçimine bürünmüş kölelik 1861 yılına ve Brezilya’da ise 1888’e kadar sürmüştür.

Thomas Jefferson ise zencileri, “keskin ve dayanılmaz kokulu”, sevgi duyma yeteneğinden yoksun ve akıl yürütmekte Kafkasyalılardan çok aşağı bir ırk olarak nitelemişti.
 “Öklit teoremleri”ni izleyip kavrayabilecek, ya da “basit fıkralar üzerinde” bir düşünceyi dile getirebilecek yetenekte bir zencinin bulunabileceğinden kuşkuluydu.

Abraham Lincoln, başkanlığı sırasında köleliğe son vermiştir.
Ancak onun da ırkların yaratılış yönünden eşit olmadığı gibi bir görüşe sahip olduğu bilinmektedir.
O, kölelik kurbanlarının özgür bırakılıp Liberya’ya gönderilmesini bile düşünmüştü.
“Bunun çözüm olamayacağını hesaplayarak ardından da ‘onları özgür bırakıp siyasal ve toplumsal bakımdan kendimize eşit mi yapmalıyız?’ diye bir sorar. İçindeki en derin duyguları bu düşünceye başkaldırdı.
Doğanın, bu iki ırk arasına, belki de tam bir eşitlik içinde yaşamalarını sonsuza dek önleyecek bir uçurum koyduğunu ileri sürdü.”

Kaynak : Özcan Yeniçeri
Başlık: Ynt: ABD'nin Ulusları yok etme silahı : GENOM
Gönderen: İgdirhan - 13 Haziran 2007
İnsan Genomu Projesi
Organizmayı oluşturmak için gerekli bilgilerin toplamına genom diyoruz. Bir diğer tarifle, bir hücredeki genetik materyalin tamamı o organizmanın genomunu oluşturur.
Resmi olarak Ekim 1990’da başlamış olan insan genom projesi (İGP), uluslararası niteliğe sahip olup insan kromozomlarının fiziksel haritasının çıkarılmasını, sayısı yaklaşık 100.000 adet olarak tahmin edilen insan genlerinin keşfedilmesini ve bu sayede bu genlerin daha ileri biyolojik çalışmalar için ulaşılır kılınmasını amaçlamaktadır. Günümüzde, tedavisi henüz olanaksız 3000’den fazla genetik hastalık milyonlarca insanın yaşamını etkilemektedir. Bu tip hastalıklardan sorumlu genlerin yapısının aydınlatılması ile “işlevi bozuk” genler için “düzeltmelerin” yapılabileceği, hastalıkların önceden teşhisi ve tedavisinin mümkün hale geleceği tartışmaları, bu projenin başlatılmasındaki en önemli etken olmuştur.

Genetik bilimi, 1860’larda, Gregor Mendel’in kendi yetiştirdiği bezelyeler üzerine yaptığı çalışmalarla başladı. Mendel bezelyelerin çeşitli karakterlerinin (renk, büyüklük, vb. tohum ve çiçek özellikleri) daha sonraları “gen” olarak isimlendirilecek ünitelerle belirlendiğini, bu ünitelerin kalıtım faktörleri olduğunu gösterdi. Bunu, genetik bilgilerin kromozom adı verilen yapılar üzerinde taşındığının bulunması izledi.

Watson ve Crick isimli iki araştırıcının deoksiribonükleik asitin (DNA’nın) yapısını keşfetmesi, insan genom projesinin geçtiğimiz günlerde popüler hale gelmesinden sadece yarım yüzyıl önce gerçekleşti ve bu dev buluş bugünkü gen teknolojilerine olanak veren bir dönüm noktası oluşturdu. 1970’lerde DNA üzerindeki belirli genlerin izole edilebildiği, bu genlerin kesilip biçildiği ve yeniden yapılandırıldığı “genetik mühendisliği” uygulamaları başladı.
Organizmayı oluşturmak için gerekli bilgilerin toplamına genom diyoruz. Bir diğer tarifle, bir hücredeki genetik materyalin tamamı o organizmanın genomunu oluşturur. Yine diğer bir tanımla genom, bir organizmanın DNA’sının tamamı olup o organizmanın yaşamı boyunca tüm yapı ve aktivitelerini belirleyecektir. Tüm bu tanımlar, genomun DNA materyalinden ibaret olduğunu, her iki terimin de genetik materyali ifade ettiğini göstermektedir. Bu materyal, sıkı bir yumak halinde biçimlenerek kromozom adını verdiğimiz silindirik yapıları oluşturur. Prokaryot adı verilen tek hücreli basit canlılarda (bakteriler) tek bir kromozom oluşturan bu materyal hücre içerisinde serbest iken, ökaryot adını verdiğimiz daha ileri canlılarda (algler, mantarlar, bitkiler, hayvanlar, insanlar) her hücrede birden fazla kromozom şeklinde bulunur ve bu kromozomlar özel bir kompartman olan hücre çekirdeği içinde yer alırlar. Serbestçe açılması halinde 2 metreye yaklaşan DNA molekülü, sıkı bir yumak oluşturması sayesinde mikroskobik büyüklükteki hücreye sığmaktadır.
İnsan genom projesinin temel hedefi, insan genomunun detaylı bir fiziksel haritasını elde etmektir. Baz çifti sayısı temelinde genlerin dizilimi ve aralarındaki mesafeyi gösterecek bu haritanın elde edilmesi, ancak DNA üzerindeki nükleotidlerin dizilim analizi (sekanslama) ile mümkündür. Elde edilen insan genomu referans dizisi, yeryüzünde yaşayan her bireyin genom dizisine birebir uymayacaktır Örnekler çok sayıda gönüllüden özel bir protokolla alınmış olup bu örneklerden çok azı projede kullanılmaktadır. Örnekleri veren kişilerin ismi saklıdır; dolayısı ile hem örneklerin sahipleri, hem de bilim adamları bu projede kullanılan DNA’ların kimlere ait olduğunu bilmemektedirler. Kadınlardan kan örnekleri, erkeklerden ise sperm örnekleri alınmıştır, kadınlarda Y kromozomu bulunmadığından sperm örnekleri özellikle önemlidir. İlk referans genom dizisinin oluşturulmasının 10-20 birey bazında olacağı tahmin edilmektedir.
Fiziksel haritanın elde edilmesi için öncelikle seçilen kromozomun çok küçük parçacıklara ayrılması, bu parçacıkların ayrı ayrı dizi analizlerinin yapılması ve elde edilen verilerin birleştirilmesi gerekir. Bu amaçla, restriksiyon enzimleri adı verilen ve DNA’ nın belirli dizilerini tanıyıp molekülü o dizilerden kesen enzimler kullanılır.Daha sonra, elde edilen parçacıkların daha ileriki çalışmalarda kullanılabilmesi için klonlanması (çok sayıda kopyasının elde edilmesi) işlemine geçilir. Farklı DNA parçacıklarında birbiri ile örtüşen diziler belirlenmek suretiyle kromozom boyunca uzun bir segmenti, hatta tüm kromozomu temsil eden sıralı bir klonlar kolleksiyonu (kontig) elde edilir. Bu yolla elde edilen harita “kontig harita” olarak isimlendirilir.

Günümüzde nükleotid dizilimi analizi için DNA çiplerinin kullanıldığı yeni yöntemler de mevcuttur, ancak en yaygın olarak kullanılan yöntemde temel adımlar şunlardır: Öncelikle her bir kromozom (50-250 milyon baz çifti) enzimlerle çok daha küçük parçacıklara (yaklaşık 500 baz çifti; Celera Genomics’te geliştirilen yeni ve hızlı yöntemde 2000-10.000 baz çiftlik parçalarla başlandığı bildirilmektedir) bölünür. Makinalarla yapılacak olan dizi analizi için herbir parçacığın milyarlarca kopyası gerekir. Bu nedenle parçacıklar bakteri hücrelerinde klonlanırlar ve çok hızlı çoğalan bakteriler kopya makinaları gibi bu parçacıkları çoğaltırlar. Bu şekilde çoğaltılan DNA materyali, özel boyalarla muamale edilerek her bir baz çeşitinin (A, T, G, ya da C) lazer ışık altında farklı bir renk vereceği biçimde boyanır, daha sonra parçacıkların elektroforezleri yapılarak büyüklüklerine göre ayrılırlar ve bu süreçte lazer ışını ve kamera bazların boyanma rengini kaydederek 4 renkli kromatogram oluşturulur. Tüm bu işlemler insan eliyle değil, otomatik dizi analiz cihazı kullanılarak yapılmaktadır. Bazlar “okunduktan” sonra bilgisayarlar aracılığıyla dizilim analiz edilir. Katrilyonlarca hesaplama sonucu parçacıkların dizilim bakımından birbirleri ile örtüşen uçları yanyana getirilmek suretiyle dizilim yeniden düzenlenir. Analiz hataları, gen bölgeleri (insan genomunda bilinen fonksiyonel proteinleri kodlayan genler, toplam genomun sadece yaklaşık %5’ini oluşturmaktadır, geriye kalan kısım ise gen aktivitesini kontrol eden ya da henüz fonksiyonu bilinmeyen bölgelerdir), daha önce bilinen genlere ne oranda benzerlik gösterdiği, vb. belirlenir.
Herbir DNA parçası 5 kez dizilim analizinden geçmişse, elde edilen bulgular “taslak” dizilimi oluşturur. Analiz 10 kez yapıldığında ise “final” dizilim (hata oranı 1/10.000) elde edilir. Bugünkü analiz sonuçları %90-95 doğrulukta bir müsvette analiz sonuçlarıdır.
Hatalar ve bazı boşluklar halen mevcuttur, yüksek kaliteli referans diziliminin 2003 yılında elde edileceği bildirilmektedir. Ancak, final dizilimin elde edilmesi projenin nihai amacı değildir; bulunan genlerin fonksiyonlarının ve birbirleriyle etkileşiminin anlaşılması çalışmaları sürecek, buna paralel olarak çeşitli hastalıkların tedavisi için geni ya da kodladığı proteini hedef alan yeni ve etkin ilaçların tasarım ve denenmesine devam edilecektir (sorumlu genin aydınlatılmış olduğu bir çok hastalık için halen bu yönde çalışmalar sürmektedir).
Proje bünyesinde robotiklerin ve bilişim teknolojisinin önemi özellikle not edilmelidir. Sadece insan gücü kullanılarak projenin gerçekleştirilebilmesi neredeyse olanaksızdır. Robot kolları olan yüzlerce makine, aynı anda, DNA parçacıklarını dizilim analizi için ince cam tüplere pompalamaktadır. Bunun yanısıra, veritabanı ve yazılım geliştirme alanlarındaki ilerlemeler de bu projeye hız kazandırmıştır. Teknoloji ilerledikçe ve dizilim bulguları çok büyük bir hacim tutacak şekilde biriktikçe, eldeki bilgilere sahip çıkmak, organize etmek ve bunları yorumlayabilmek için daha sofistike bilgi işlem kaynaklarına gereksinim olacaktır. Proje ile ilgili tüm araştırıcıların dünyanın her yerinden dizilim bulgularına ulaşıp onları kullanabilmeleri, projenin başarısının doğrudan ölçütüdür. Perkin Elmer, Celera Genomics için 1 milyar dolar harcamış, en hızlı analitik cihazları (300 adet) ve yüksek performanslı süper bilgisayar teknolojisini temin etmiştir. Özel bir yazılım ile 80 terabayttan fazla veri işlenebilmiştir. Bu nedenlerle, Celera Genomics’in gen dizilimi analizi yapan diğer tüm laboratuvarlara göre en az 3 kat daha hızlı çalışabildiği ifade edilmektedir. Bunun vurgulanması için, Celera laboratuvarlarının aylık elektrik faturasının 60.000 dolar olduğu belirtilmektedir. Şirket yöneticileri, 9 ay gibi kısa bir süre içinde etnik kökenleri farklı toplam 5 birey için (3 kadın, 2 erkek) 15 milyara yakın baz çiftinin diziliminin tamamlandığını açıklamaktadır.
Alıntıdır.

Başlık: Ynt: ABD'nin Ulusları yok etme silahı : GENOM
Gönderen: TÜRK-KAN - 13 Haziran 2007
 Yanlış hatırlamıyorsam 2 yıl önce Çin'de yaklaşık 2 ay boyunca kargaşaya yol açan SARS virüsü de bu GENOM projesinin bir denemesiydi.

Başlık: Ynt: ABD'nin Ulusları yok etme silahı : GENOM
Gönderen: Dr.Bilge - 14 Haziran 2007
"Genetik seçiciliği olan biyolojik silah" konunun adı bu.
İnsan Genom Projesi çokmerkezli olarak 1990 yılında başlatıldı. (resmi bilgi)
Proje ilk kez 1940 yılında Nazi Almanyasında başlatıldı. (aktuel tarih bilgisi)
Ve henüz tamamlanamadı (resmi bilgi)
1994 yılında İsrail tarafından tamamlandı. (aktuel tarih bilgisi)
Amaç genetik yol ile şekillenen hastalıklara çare bulmaktı. (resmi bilgi)
Amaç ari ırk yaratmak ve diğer ırkları (ilk hedef araplar) genetik bir hastalık ile yok etmekti (ırk seçici biyolojik silah)

İlk çalışma: AİDS (sadece zenci ırkı yok etmek için tasarlandı. Ama çok seçici olmadı. Yine de başarılı idi. İnsana ve insandan insana bulaşması sağlandı.
Normalde sadece bir tür maymuna özel ve çok öldürücü olmayan bir virüstü)

Daha sonra sarı ırk için iki çalışma yapıldı: SARS ve Kuş Gribi.
Bunda da istenen etki henüz elde edilmedi.

Ama bizim için dikkat çekici bir bilgi "Kırım-Kongo Kanamalı Hastalığı" ????????????????,
Bir de komik bir bilgi : İsrailliler arapların genetik şifresini çözünce şununla karşılaştılar. : İsrail vatandaşlarının %40 kadarı aynı genetik yapıda çıktı.Geriye kalanların akraba oldukları ırklar ise daha da komik....Neyse!..Henüz literatüre girmediği için ahkam kesmek bana düşmez.

Ama siz yine de "Kırım-Kongo Kanamalı Ateşini" takip edin derim..
Saygılar
Başlık: Ynt: ABD'nin Ulusları yok etme silahı : GENOM
Gönderen: Dr.Bilge - 14 Haziran 2007
Deli dana hastalığı ise kelimenin tam anlamıyla geri tepen bir silahtır. Britanya adasındaki sığırlara acırım sadece. :)
Başlık: Ynt: ABD'nin Ulusları yok etme silahı : GENOM
Gönderen: İgdirhan - 14 Haziran 2007
Biyolojik çalışmaların sadece tıbbi alan,tohum ıslahı ,verimli hayvan ırkı oluşturmaktan ibaret olmadığı herkesce malum.
Biyolojinin bir silah olarak kullanılmasının geçmişi yüz yıl ötesine kadar varmaktadır.
Dünyayanın hemen bütün ordularında NBC (nükleer ,biyolojik ,kimyasal) silahlar ve bu sialhlara karşı korunma yöntemlerine ilişkin birlikler ve ciddi çalışmalarvardır.
Ülkemizde çıkartılan tohumculuk yasası bu noktada bir kez daha dikkatle incelenmelidir. Özellikle İsrail menşeili tohumların Türk Gen yapısını belli bir süreçte değiştirerek Türk Irkının temel karekteristiklerini yok edeceğine dair ,milliyetçi yazarların feryatları ,boyalı mütareke basını tarafından paranoya ve komplo teoriciliği olarak nitelendirildi.
Diğer yandan dünya üzerinde halen karabasan gibi devam eden bir takım biyolojik saldırıların korkusu gitgide artmaktadır.
Geçtiğimiz yıl ABD ve bazı Avrupa ülkelerine giriş yapan yolcuların ;diş macunlarına ,bebek mamalarına ,farfümlere kadar el konulması  AB ve ABD nin biyolojik saldırı sonuçlarının kendilerine neye mal olacağının ,bu konuyu anlamayanlara emsal olması nedeniyle ,çok çarpıcı bir örneğiydi.
AB ve ABD biyolojik saldırıları herkesten daha iyi biliyor. Zira bunları üreten ,planlayan ve adım adım uygulamaya koyan kendileri.
Delidana hastalığının uluslararası et rekabeti sebebiyle ortaya sürülmüş ama geri tepmiş bir silah olduğu herkesçe malum.
Çin mallarına karşı koyamayan AB ve ABD sermayesi bu ülkeyi SARS la engelemek istedi.
Kuş Gribi ülkemizde milyonlarca kanatlı hayvanın katledilmesini getirdi. Bunun maddi sonucundan çok ekolojik denge açısından nelere mal olduğu/olacağı yeni yeni anlaşılmaya başlanılmıştır.
Beslenme zincirinde kopan bir halkanın sonuçlarını sıradan bir belgeselden bile öğrenebiliyoruz.
Kanatlı hayvanlar bir takım böcek ve haşereleri yiyerek ,bu haşerelerin sıçramalı bir şekilde çoğalmasının da önünü almaktaydı.
Şimdi gazete ve tv haberlerinde yeni yeni haşerelerden ,daha önce hiç rastlanılmamış mahlukatlardan söz edilmeye başlanıldı.
Amerikan kaynaklı bir çok filimde karınca ,çekirge ve benzeri böceklerin tarım alanlarını nasıl yok ettiğini izlemiştik. Bir bilim kurgu olarak seyre sunulan bu filimler kendi projelerinin bir bakıma dünyaya aktarılmasıydı.
Ülkemizde ;özellikle iç anadolu bölgemizde cereyan eden kene ölümleri de bozulan ekolojik dengenin sonuçları olarak izah edilebilir.
Sonuç olarak ithal tohumlar ve kimyevi ilaçlar yoluyla biyolojik etkler çok rahatlıkla yapılabilmektedir.
Bu noktada milli şuur sahibi farmakoloğ ve biyoloğlarımıza ciddi görevler düşmektedir.
Türklüğü yok etmeye matuf savaş bütün cephelerde ,olabildiğince şiddetle devam etmektedir.
Şimdi Başbuğ Atatürk'ün kapalı ekonomi uygulaması daha iyi anlaşılabiliyor.
Türk Milleti Başbuğunu yeterince anlayabilmiş olsa ,her şeyin üstesinden gelmeye muktedir olacaktır.
TTK.
Başlık: Ynt: ABD'nin Ulusları yok etme silahı : GENOM
Gönderen: Dr.Bilge - 14 Haziran 2007
Rusya 15 gün önce .Kan ve kan ürünlerinin ülke dışına çıkışını yasakladı. (biyolojik silah geliştirildiği ile ilgili gizli servis raporlarına istinaden) Bu uygulamaya eski Sovyet Cumhuriyetlerinin de onay vermesini bekliyor.

Sorun, hep var olan virüslerin bulaşıcılık kabiliyetlerinde artma ve seçicilik özelliklerinin yönlendirilmesi. Dediğim gibi bu virüs ve virionlar lokal özellikleri ile dünya da zaten vardı. Yani yeni değil. Biyolojik silah haline getirilmeleri için ufak DNA değişiklikleri yeterli. Teorik olarak da uygulama oldukça basit. Yalnızca zor olan bulaşıcılık özelliğini muhafaza ederek seçicilik özelliğini netleştirmek.

Başlık: Ynt: ABD'nin Ulusları yok etme silahı : GENOM
Gönderen: berke tigin - 14 Haziran 2007
                  Türkiyede  bu tip çalışmalar yapılıyormu? Ülkemiz bu tip çalışmaları yapabilecek teknolojiye sahipmi?       
Rusya 15 gün önce .Kan ve kan ürünlerinin ülke dışına çıkışını yasakladı. (biyolojik silah geliştirildiği ile ilgili gizli servis raporlarına istinaden) Bu uygulamaya eski Sovyet Cumhuriyetlerinin de onay vermesini bekliyor.

Sorun, hep var olan virüslerin bulaşıcılık kabiliyetlerinde artma ve seçicilik özelliklerinin yönlendirilmesi. Dediğim gibi bu virüs ve virionlar lokal özellikleri ile dünya da zaten vardı. Yani yeni değil. Biyolojik silah haline getirilmeleri için ufak DNA değişiklikleri yeterli. Teorik olarak da uygulama oldukça basit. Yalnızca zor olan bulaşıcılık özelliğini muhafaza ederek seçicilik özelliğini netleştirmek.

   
Başlık: Ynt: ABD'nin Ulusları yok etme silahı : GENOM
Gönderen: KORKUT07 - 30 Haziran 2007
BU PROJENİN TÜRKİYEYE UYGULANAN BİRKAÇ ÖRNEĞİNİ SİYASİ OLARAK EKLEMEK İSTERİM,

TAYYİP ERDOĞAN (AMERİKAN SÖZCÜSÜ)
ALT KİMLİK ÜST KİMLİK DOKTRİNİ,
KÜRT TÜRK KARDEŞTİR,
KÜRTLER VE TÜRKLER OKADAR İÇEÇE GİRMİŞTİRKİ BU İKİ TOPLUMU PARÇALAMAK SAÇMADIR,
DİĞER YANDAN DİNLER ARASI DİAOLOG,
MİLLİYETÇİLER RTE YE GÖRE KAFATASÇIDIR VE BUNA GEREK YOKTUR,

BUNLARIN YANINDA İSRAİLİNDE ÜRETTİĞİ SAV,
KÜRT IRKININ BİR KISMININ YAHUDİ SOYUNDAN GELMESİ VE KUTSAL TOPRAKLAR BABİLE ULAŞILMASI İÇİN BU HAKLARIN ASLINDA YAHUDİ OLDUĞUNU SAVUNMASI,

BU NEDENLE GAP BÖLGESİNDE ARAZİ SATINALINMASI,
DİYARBAKIRDA YAHUDİ KADINLARIN DOĞUM YAPMASI

ÖRNEK OLARAK VERİLEBİLİR,

TANRI TÜRKÜ KORUSUN
NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE
KORKUT
Başlık: Ynt: ABD'nin Ulusları yok etme silahı : GENOM
Gönderen: Bozkurt Yarbay - 02 Temmuz 2007
Gelecekteki savaşlar malesef bu kalleş ve sinsi sistem üzerine olacaktır.Dünyadaki düşmanlarımız ve içteki düşmanlarımız bu oyunu çoktan kurmaya başlamışlar ve sinsice sahaya taşımışlardır.Zaman her alanda savaşa hazır olma zamanıdır.
Bazıları bizleri paranoyaklar gibi göstermeye çalışabilirler.Ama bilmelidirlerki Türk Irkı dönen oyunların ve tehlikenin farkındadır.Ve bu tehlikeyi bertaraf etmek içinde canları pahasına mücadele etmeye hazırdırlar.
Bilimum işbirlikçi hainlerinde havlamaları ve sinsi oyunlar çevirmeleri hep bu yüzdendir.
Çünkü biliyorlarki tek bir TÜRK dünyadaki tüm silahlara bedeldir!
Zaman savaş zamanı!...
ULU GÖK TANRI TÜRK'ÜNÜ KORUYACAKTIR.
Başlık: Ynt: ABD'nin Ulusları yok etme silahı : GENOM
Gönderen: ÖZTÜRK - 07 Ağustos 2007
bence bizimde biran önce böyle bi çalışmaya başlamamız gerekir zira fareler aşırı derecede üremeye başladı bir gece ansızın hava atmosferine genlerine işlicek şekilde karıştırılıp hepsini tahtalı köye göndermemiz çok iyi olur :D

Tanrı Türkü Korusun ve Yüceltsin !!!

ALAS
Başlık: GENETIK ISLENMIS TOHUM YASASI TÜRKLERIN VE TÜRKIYENIN SONU OLABILIR
Gönderen: motun yabgu - 18 Kasım 2007
Genetik İşlenmiş Tohum Yasası Türklerin ve Türkiye'nin Sonu Olabilir
Doç. Dr. Ümit Sayın
   
Açik Istihbarat'in Resmi
E-Posta Grubu
AçikIstihbaratTürkiye'ye Üye Olun

www.acikistihbarat.com
        08.11.2006
          
 
   

   
     
 

 

Son çıkan tohum yasasıyla, Türkiye'yi, Atatürk'ün, Gençliğe Hitabede uyarmış olduğu gibi gaflet, delalet ve hıyanet içinde yönetenler, Türklüğe ve Türkiye'ye son darbeyi vuruyor olabilirler. 1970'lerde tarım konusunda kendi kendine yeten ve bir tarım-hayvancılık ülkesi olan Türkiye bugün bu stratejik iki önemli unsurunu yitirmiş durumdadır. Son alınan kararlarla ve çıkarılan kanunlarla, Türkiye'nin çöküşünü hızlandırmak için elinden geleni yapanlar, Türkiye'yi Büyük Ortadoğu Projesi kapsamında daha da çaresiz hale getirmeye çalışmaktadırlar. Artık Türklere ve Türkiye'ye ihanet edildiği kesin kez ortadadır! Türkiye Cumhuriyeti adım adım çökertilirken, tarımı ve hayvancılığı yok edilirken, en stratejik kurumları yabancıların eline geçmiştir (Türk Telekom, Bankalar, Tüpraş vb.) .

Tarımı, hayvancılığı, ilaç sektörü olmayan ve bu konuda dışa bağımlı olan bir ülke savaşamaz, kendini savunamaz. Çökmeye ve yokolmaya mahkumdur.

Genetik Olarak Değiştirilmiş (GOD veya GE: Genetically Engineered) tohum belki de insanlık tarihinin en büyük dramı olacaktır.

Bu sayede biyolojik ve mikrobiyolojik savaşın her türlüsü çok büyük kolaylıkla yapılabilir. Yediğiniz ekmekten, meyveden, sebzeden, içtiğiniz biraya, şaraba, meyva suyuna kadar herşey ama herşey artık genetik olarak değiştirilmiş olarak odamıza, buzdolaplarımıza girecektir. Bunun kaçınılmaz anlamı şudur:

Çocuklarınızın vücutlarını oluşturan karbonhidrat, amino asit, yağ ve diğer bileşenlerin bile yabancı derin devletler tarafından kontrol edilebileceği !

Artık sadece beynimizin içine girmekle kalmayacaklar, bedenlerimize ve moleküllerimize kadar nüfuz edebileceklerdir. Bugün kendi halkına veya Avrupa halkına Genetik İşlenmiş yiyecekleri satamayan Amerikan ve İsrail firmaları ülkemizi yok etmeye ve çökertmeye azmetmiş başımızdaki bu yönetimlere bu tohumları satabilmektedirler. Bu tohumların hiç birisi yeterli uzun dönemli deneylerden ve testlerden geçirilmemiştir. Bunların toplumlar üzerindeki uzun süreli etkileri bilinmemektedir. Yeterli hayvan çalışmaları kesinlikle yapılmamıştır.

Genetik Olarak İşlenmiş yiyeceklerin özellikleri şöyledir:

    * Bu yiyeceklerde, basit dille anlatmak gerekirse, soyun devamını sağlayan genetik kodlar ortadan kaldırılmıştır, bu bitkiler tohum vermemektedir. Yani bu tohumları her yıl yeniden satın almak gerekmektedir. Böylece Amerika ve İsraile bağımlı hale gelmek söz konusudur. Ama ayrıca bir özellikleri daha vardır, bir kez bunlara genetik manüpülasyon yapılmışsa, bu manüpulasyonun sadece tohum verme yeteneği üzerine yapılıp, yapılmadığı bilinemez. Bilemediğiniz başka pek çok gen de bu bitkilere eklenmiş olabilir, ya da zamanla eklenecektir. Yani bu bitkilerin çoğu normal görünen CANAVAR BİTKİLER olabilir.
    * Bu tohumlar özel olarak bitki örtüsünün yapısını bozmak üzere kodlanmışlardır. Yani bir tarlaya ekildiğinde içerdikleri genetik bilgi sayesinde o bölgedeki bitki örtüsünü yok etmekte ve o bölgedeki diğer bitki örtüsünü belirli böcek türlerine veya mantar türlerine zayıf hale getirmektedirler. Böylece o böcek türlerini ortalığa salan (daha sonra da onları öldürmek için böcek ilaçlarını satan) dev şirketler bir kaç kez kar etmektedirler.

      Örneğin GOD buğday ekilmiş bir tarlaya, bu sefer DOĞAL BUĞDAY ekmek isterseniz, toprağa karışmış olan genler nedeniyle ekeceğiniz buğday özel mantar ve böcek türlerine zayıf hale getirileceği için ürün almanız mümkün olmayacaktır.Yani bir tarlaya Genetik Olarak Değiştirilmiş tohum ekerseniz bir 50-70 yıl daha başka tohum ekemezsiniz. Böylece toprağın iç kimyasal ve genetik yapısı değiştirilmektedir. Burda Genetik olarak değiştirilmiş yiyecekleri savunanlar, bu 'canavar bitkilerin' mikroorganizmalara karşı daha dayanıklı olduklarını ve daha fazla ürün verdiklerini söylemektedirler. Bunun doğru olup olmadığı, bilimsel olarak ispatlanmış olup olmadığı, tartışmalıdır.
    * Bu tohumlar sadece üremesi durdurulmuş tohumlar değildirler. Bunlar aynı zamanda çok kolay farklı genlerle yüklenmiş tohumlardır. Yani bu tohumlardan oluşacak buğdayın, elmanın, portakalın görünümleri (fenotipleri) orjinale benzese de, aynı ALIEN filmindeki gibi bunlar ' canavar meyveler veya sebzeler' olacaktır. Üstelik sizin sindirim sisteminize girecek, karaciğerinizde ve beyninizde depolanacaklardır. Büyümekte olan çocuklarınızın vücutları bu canavar yiyeceklerle dolacaktır. Üstelik bazı etkileri de geri dönüşsüz olabilir.

      Genetik olarak işlenmiş tohumların veya bu ' canavar-uzaylı bitkilerin' gerçek genotipini saptayacak teknolojik imkanlar Türkiye'de olmadığı için, ne yediğiniz hiç bir zaman saptanamayacak, ama bu canavar bitki-meyvaların etkileri yıllar ya da kuşaklar sonra ortaya çıkana kadar meçhul kalacaktır.İşte 2006 yılında Türkiye'yi yönetenler Türk ırkını nasıl yokedebileceklerinin hesabını belki de çok daha önceden Küresel Elitle birlikte yaptıkları için şimdi tüm yasaları geçirmektedirler.
    * Bu tohumlardan oluşacak ve gelişecek bitki örtüsü tamamen ülkeyi kaplayacak ve tüm toprağı işgal edecektir. Bu geri dönüşsüz bir olgudur ve en az 50-70 yıl bu topraklarda başka doğal bir bitki yetiştirmeniz mümkün olmayacaktır. Yani sadece beyniniz, karaciğerleriniz, kaslarınız işgal edilmekle kalmamakta, aynı zamanda da tüm topraklarınız, bitki örtünüz, ormanlarınız işgal edilmektedir.
    * Bu canavar bitkiler hakkında çok az şey bilinmekte, gerçek bilgiler yabancı derin devletlerin gizli laboratuarlarında ve kasalarında saklanmaktadır. Türkiye'de son 30 yılda TÜRK ırkında kısırlık % 30-40 oranında artmıştır [1] . Artık 6 Türk erkeğinden birisi kısırdır . Şu anda Türk ırkının yok edilmesi için zaten pek çok yöntem büyük olasılıkla kullanılmaktadır. Genetik İşlenmiş Tohumun da devreye girmesiyle, Büyük İsrail ve Büyük Kürdistan projeleri için, Türk ırkının kısırlaştırılması projesi tüm hızıyla sürecektir. 'Türkler Uyusunda Büyüsün, Kürtler Üresin de Büyüsün' sözü doğru hale gelmektedir.
    * Türkiye'de Genetik İşlenmiş Tohumun uzun süreli etkilerini araştırabilecek bir merkez veya teknoloji yoktur. Bu konuda ses çıkaran benim gibi ulusalcı, Atatürk milliyetçisi, vatansever bilim adamlarını ise üniversitelerden atmaya, haklarında olur olmaz nedenlerle mahkemeler açarak, hayatlarını zorlaştırmaya, mahvetmeye çalışmaktadırlar. Bu konuda halkı aydınlatacak ve gerçekleri ortaya çıkaracak tüm sesler, o demokrasiyi çok seven Batı ülkeleri ve Türk hükümeti tarafından anti-demokratik olarak susturulmakta, tüm alternatifler ortadan kaldırılmaya çalışılmaktadır. Bu konuda uzun dönemli araştırmalar yapılmadan, bu yiyeceklerin topluma, çocuklarımıza yönelik yaygın kullanılması insanlık suçudur .
    * Genetik işlenmiş tohumların oluşturacakları canavar bitkiler normal görünmelerine karşın, ne yazık ki içerecekleri ve ruhunuzun bile duymayacağı enzimler, amino asitler ve diğer genetik materyel sayesinde tüm toplumdaki insanların beyninde nörotransmitter düzeyini değiştirebilirler, gelişmekte olan çocuklarda ise nöronal ağın oluşumunu değiştirebilirler. Bu etkilerin çoğu geri dönüşümsüzdür. Bu etkiler ilk başta ortaya çıkmasa da bir kaç kuşakta ortaya çıkabilir. Bu etkilerin sonucunda tüm ırk bir kaç kuşak sonra kısırlaştırılabileceği gibi, depresyon ve zeka seviyesinde azalma, zeka geriliği, apati veya başka psikolojik, nörolojik sorunlar da oluşturulabilir.
    * Teknolojinin gelişmesiye bu canavar bitkilerin içine gelecekte başka ne müdahalelerde bulunulabileceği bilinemez. Örneğin salgın bir hastalığa veya virüse karşı bu bitkileri tüketen toplumlar daha dirençsiz hale gelebilir. Zaten Round Table ve CFR'nin almış oldukları kararlara göre, böyle bir biyolojik savaşla dünya nüfusunu tüketmeye Amerikalılar ve Yahudiler karar vermişlerdir [2] 1 .

Son çıkarılan tohum yasası sonucunda, Türkiye'ye sokulacak ve bitki örtümüzü işgal edecek canavar tohumlar ve bitkiler aşağıdaki etkileri yapabileceklerdir:

· Toplumdaki kısırlık oranını arttırıp 5-6 kuşak sonra Türklerin sayısının azalmasına yol açabileceklerdir.

· Alerji, enfeksiyon, çok çeşitli hastalıklara yakalanma riskini o toplumun genetik yapısına özgü yöntemlerle artırabileceklerdir.

· O toplumun genetik yapısını değiştirebileceklerdir.

· Kanser riskini çok artıracaklardır . Bu da yabancı ilaç şirketlerinin işine yarayacaktır.

· İnsanlardaki zeka, düşünme, normal psikolojik denge gibi fonksiyonları olumsuz yönde etkileyeceklerdir. Toplumda, genetik bozukluklar, depresyon, psikoz, nörolojik bozuklar, zeka geriliği veya düşük zeka, hastalıklara eğilim inanılmaz düzeyde artacaktır. Bu ilk 10 yıl içinde görülmese bile, 30-50 yıl içinde kendini gösterecektir.

· Türk toplumunu yok etmek ve genetik yapısını bozmak için uzun dönemde etkisi çıkabilecek pek çok kimyasal, amino asit veya genetik materyel bu şekilde topluma enjekte edilebilecektir.

· 50-100 içinde Türklerin kısırlaştırılması, genetik yapılarına tesir etmek, genetik materyeli bu yiyeceklerle tüm topluma yaymak, salgın hastalıklara karşı toplumu ortadan kaldırılabilir hale getirmek mümkün olacaktır.

· Bu canavar tohumlar ve canavar bitkiler nedeniyle sadece kendi bedeniniz değil, çocuklarınızın, torunlarınızın ve tüm ırkın bedeni ve beyinleri moleküler düzeyde işgal edilmektedir. Türk toplumuna ve Türk ırkına daha büyük bir ihanet olamaz.

Evet! Türk tarihinde hiç bir yönetim Türklere, Türkiye'ye ve kendi vatandaşlarına böylesine gaddar, hain ve acımasız olmamıştır. Bırakın Türk tarihini, Dünya Siyaset Tarihinde hiç bir yönetim kendi ülkesinin ulusal güvenliğinin aleyhine böylesine yoğun çalışmamıştır. Artık kim neyi beklemektedir, bu gidişe kim dur diyecektir, diyebilecek olanlar neyi beklemektedirler, bunu anlamak çok zordur. Yoksa herkes mi satılmıştır ve ülkesine ihanet etmektedir?

Bir kaç yıl daha beklenirse, Türkiye'nin ve Türklerin köleleştirilmesinin engellenmesi imkansızlaşacaktır, Türkler ve Türkiye işgal altındadır ve yok edilmektedir. Türklerin genetik yapılarına, Türk ırkına ve Türkiye'nin geleceğine müdahale söz konusudur.

Bu müdahale en ince, Derin Devlet teknolojileri, biyoteknolojiler ve sistematik gizli KARA BİLİM yöntemleri ile yapılmaktadır. Kimse demezse, artık Türk Halkı bu gidişe bir dur demelidir!
Başlık: Ynt: GENETIK ISLENMIS TOHUM YASASI TÜRKLERIN VE TÜRKIYENIN SONU OLABILIR
Gönderen: ÇEPNİ FİRUZ - 18 Kasım 2007
Bende bu konuda küçük bir örnek vermek istiyorum. Senelerdir Ülkemizde genetik olarak işlenmiş Domates tohumları alınmakta, ekilip üretildikten sonrada  Türk sofralarında afiyetle yenilmektedir.İsrail'den ithal edilen  bu tohumların ürünlerindede hiç bir tat yoktur. İşin tuhafıda üretilen domateslerden tohum elde edilememektedir. Bu oyun mütamadiyen her sene devam etmektedir.Bu genetik olarak işlenmiş tohumların sadece biri, bunun gibi daha yüzlercesi var. Maalesef yetkililer bu gibi olaylara devamlı seyirci kalmaktadırlar.       TTK
Başlık: BİYOLOJİK SAVAŞ
Gönderen: Kurtkaya - 18 Kasım 2007
BİYOLOJİK SAVAŞ

Biyolojik şavaş insanlarda hastalık oluşturan ve ölüme yol açabilen bakterilerin ve virüslerin genetik mühendisliği sayesinde kullanılmasıdır. Şarbon paniği ve Şarbon, insanlığın ve özellikle istihbarat örgütlerinin elindeki bakteri ve virusler bilindikten sonra çok komik kalmaktadır. Şarbondan çok daha tehlikeli EBOLA virüsü, Yersinia Pestis tarafından bulaştırılan BUBONİK VEBA, SALMONELLA gibi enfeksiyonlar şarbondan çok daha tehlikelidir. CIA’in ve diğer batılı istihbarat örgütlerinin elinde çok ciddi enfeksiyonlarla ölüme yol açabilecek çok çeşitli virus ve bakteriler vardır ve CIA’in bu konuda bir seksiyonu da mevcuttur (bkz. İnternette CIA’in web sitesi). Biyolojik savaşla bir kaç ayda milyonlarca insanı yok etmek mümkündür.

Şarbon Bacillus Antracis isimli spor oluşturan bir bakterinin neden olduğu akut bir enfeksiyondur. Her 15-20 dakikada bir bölünerek çoğalan şarbon 10 saat içinde kendini milyonlarca kopyalayabilir. Hayvanlarda (sığır, koyun, keçi, deve vb) bulunabilir ve enfekte hayvanla temasla insana geçebilir. Şarbon üç şekilde insana geçer, deri yoluyla, sindirim sistemiyle veya solunum yoluyla. Deri yoluyla geçen enfeksiyonlarda pire ısırığına benzeyen kaşıntılı bir şişlik oluşur 1-2 günde içi su toplayan bir bül oluşur, sonra 1-3 cm çapında bir ağrısız bir ülser gelişir. Etrafındaki lenf bezleri şişebilir. Tedavi edilmeyen şarbon vakalarının % 20si ölümcüldür. 3. kuşak sefalosporin antibiyotiklerin bazıları (cipro) şarbon üzerine etkilidir. Sindirim yolu ile geçen şarbon bulantı, kusma, ateş, kan kusma ağır ishale neden olur, tedavi edilmeyen vakaların % 25- 60’ı ölümcüldür.

Akciğer şarbonunun belirtileri spor solunum yoluyla alındıktan 7 gün içinde başlar soğuk algınlığına benzer, akciğer dokusu zamanla tahrip olur ve alveollar parçalanır, kanlı balgam sık görülmeye başladıktan bir süre sonra ölüm gelişir, olguların % 95’inden fazlası ölür. Bu olgu havalandırma sistemlerine Şarbon sporlarının bulaştırılması halinde binadaki binlerce kişinin bir kaç ay içnde ölebileceği anlamına gelir. ABD’liler bu nedenle panik içindeler. Ayrıca bu kalabalık bölgelere bir gökdelenin en üst katından veya helikopterden saçılan sporlar binlerce kişiyi bulaşırsa öldürebilir.

Fakat nihayetinde Bacillus anthracis bir bakteridir, bakteri duvarı parçalandığında ölür. Ama genetik mühendisliği ve moleküler biyoloji sayesinde çok daha güçlü frankeştayn virusler yaratılmıştır bunlar ise pek ölümlü değildirler, çünkü virüslerin canlı olup olmadığı bile tartışmalıdır; sadece belirli sıcaklıklarda veya kimyasal maddelerle yok edilebilirler. Bilindiği gibi viruslerin bakteriler gibi bir membranı yoktur ve DNA veya RNA genetik bilgisinden ibarettirler, bulaştıkları hücrelerin DNA bilgisini değiştirebildikleri gibi, hücrelere bir truva atı gibi yerleşip hücrelerin ana fonksiyonlarından çok farklı şeyleri hücrelere yaptırabilirler (kanser oluşturma, farklı proteinleri sentezletme gibi). AIDS virusu insanın immün sistemini çökertir ve kanser dahil, pek çok hastalığın gelişmesini sağlar. AIDS’ın de laboratuarda oluşturulmuş bir virus olduğu iddia edilmektedir. Bu doğruysa zaten global bir biyolojik savaş zaten sürmektedir.

EBOLA VİRUSU bulaştığı zaman 1 hafta içinde insanların % 95’ini öldürür. Konnektif doku (bağ dokusu) erir, vücuttaki her organ boşluğu kanamaya başlar ve sonuç kendi kanı içinde boğularak ölmektir. EBOLA virusunün laboratuarda biyolojik savaş için sentezlendiği konusunda güçlü kanıtlar olduğu iddia edilmiştir. EBOLA virüsünden daha güçlü virusler hakkındaki daha detaylı bilgiyi başka bir yazımızda vereceğiz. Ama şu unutulmamalıdır ki, artık Türkiye’de de aşısı dünyadan kalktığı için yapılmayan ÇİÇEK bile bile Amerikan halkı için çok tehlikeli bir virusdür ve ABD de çok uzun yıllardır çiçek aşısı yapılmamaktadır. Ayrıca Yersinia Pestis
İsimli bakterinin çok güçlü suşlarının elde edildiğini ve dünyaya yeni bir veba salgının (Bubonik Plague) çok hızla yayılabileceğini de değinmeden geçmeyelim.

Clostridia Botulinum isimli bir bakterinin ise çok zehirli bir toksini vardır, özellikle A tipi C. Botulinum en tehlikeli ve en öldürücü toksine sahiptir. Bu konudaki şampiyon tür Hall strain denen bir türdü, her mililitresinde 300 insanı öldürebilecek botulin toksinine sahipti. Botulin eğer en etkili türden elde edilmişse çok vurucu bir biyolojik silahtır hatta sarin ve sarindan 10 kez güçlü olan V-Gazından daha büyük bir etkiye sahip olabilir. Botulin toxini solunumla bile alındığında çok öldürücü ve etkilidir.

Sonuçta gerek kimyasal savaş gerekse biyolojik savaş daha detaylı işlenmeli ve halk bu konuda bilgilendirilmelidir. Gerçi kimyasal savaşta kullanılacak ajanlara karşı alınabilecek pek bir önlem yoktur ama halkın bu konuda bilinçlendirilmesi şarttır. Çünkü 21. yüzyıl kaybedecek fazla birşeyi kalmayanların ELİT’lere yönetici sınıflara karşı anarşist savaşlarına tanık olacaktır. Her iki tarafın da bu kimyasal ve biyolojik silahları kullanması olasıdır .

Kaynak:ALINTIDIR (https://www.hunturk.net/forum/sistem.php?islem=yonlendir&url=aHR0cDovL3d3dy5vbnNheWZhLmNvbS9mb3J1bS9iaXlvbG9qaS85NTY2LW9sdW11bi1zaW1nZXNpLWVib2xhLXZpcnVzdS12ZS1iaXlvbG9qaWstc2F2YXMuaHRtbA==)
Başlık: Biyolojik Silahlar: Etkileri ve Korunma Yöntemleri
Gönderen: Kurtkaya - 18 Kasım 2007
Biyolojik Silahlar: Etkileri ve Korunma Yöntemleri

Biyolojik silahlar diğer canlılar üzerinde zararlı etkiler yaratmak amacıyla kullanılan bakteri, virüs vb. bulaşıcı ajanlardır. Bu tanım genellikle biyolojik olarak elde edilen toksinleri ve zehirleri de kapsayacak biçimde genişletilir. Biyolojik savaş araçları, yaşayan mikroorganizmaları (bakteri, protozoa, riketsia, virüs ve mantar) içerdiği gibi bitkiler ve hayvanlar tarafından üretilen toksinleri (kimyasallar) de kapsar. Bazı yazarlar toksinleri kimyasal olarak kabul ederken, çoğunluğu 1972 Biyolojik Silahlar Konvansiyonu’nda (Convention on the Prohibition of the Development, Production and Stockilling of Bacteriological (Biological) and Toxin Weapons on Their Destruction) da belirtildiği gibi biyolojik ajan olarak kabul etmektedir.
Silah olarak kullanılabilecek biyolojik ajanlar şu biçimde sıralanabilir;

Bakteriler:

Küçük-serbest yaşayan organizmalar olup çoğunluğu katı ya da sıvı kültür ortamında üretilebilirler. Bu organizmalar stoplazma, hücre zarı ve nükleer materyaller içeren bir yapıya sahiptir. Basit bölünme ile ürerler. Oluşturdukları hastalıklar genellikle özgün antibiyotik tedavilerine yanıt verirler.

Virüsler:

İçlerinde çoğalabilecekleri canlı organizmalara gereksinim duyan organizmalardır. Bundan dolayı da enfeksiyoz etkileri büyük oranda konak hücrelere bağımlıdır. Virüsler genellikle antibiyotik tedavilere yanıt vermeyen fakat antiviral bileşimlerin bir kısmına ve sınırlı kullanıma uygun preparatlara yanıt veren hastalıklara neden olurlar.

Riketsialar:

Hem bakterilerin hem de virüslerin genel karakterlerini taşıyan mikroorganizmalardır. Bakteriler gibi metabolik enzimler ve hücre zarından oluşurlar ve oksijen kullanırlar ve geniş çaplı antibiyotiklere karşı duyarlıdırlar. Yaşayan hücreler içinde üremelerinden dolayı da virüsleri andırırlar.
 
Klamidya:

Kendi enerji kaynaklarını üretemediklerinden zorunlu hücre içi parazitlerdir. Bakteriler gibi geniş spekturumlu antibiyotiklere yanıt verirler. Çoğalmak için virüsler gibi yaşayan hücrelere gereksinim duyarlar.
Mantarlar: Fotosentez yapamayan, anaerobik büyüme yeteneğine sahip ve çürüyen bitkisel olgulardan besin gereksinimlerini karşılayan ilkel bitkilerdir.
 
Toksinler:

Yaşayan bitkiler, hayvanlar ya da mikroorganizmalardan elde edilen ya da üretilen zehirli maddelerdir. Bazı toksinler kimi kimyasallara da dönüştürülebilirler. Toksinlere özel antiserum ve seçilmiş farmakolojik ajanlarla karşı konulabilir. Literatürde çok sayıda biyolojik savaş ajanı belirtilmektedirler. Bu ajanların bazıları ölümcüldürler, diğerleri genellikle kapasite düşürücü olarak kullanılırlar. Literatürde klasik tedavi yöntemlerinin etki edemediği ya da belli etnik gruplar üzerinde kullanılabilen genetik mühendisliği ürünü ajanlardan söz edilmektedir. Biyolojik ajanların silah olarak kullanım potansiyelini de etkileyen bazı özellikleri; enfektivite, virülans, toksisite, patojenite ve stabilitedir. Biyolojik ajanlar, uygun çevre koşullarında ve vücutta etkilerini katlayarak artırırlar ve ortamda uzun süre kalırlar. Kimyasal silahların bütün korkunçluğuna karşın, biyolojik organizmanın çok küçük bir örneği bile çok daha ölümcül olabilir. Örneğin; Bacillus antraksis basilinin yol açtığı şarbon hastalığında solunum yoluyla havadan alınan dayanıklı sporlar akciğerler içerisinde açılarak çoğalmakta, başlangıçta soğuk algınlığı belirtiler ile kuluçka devresini geçirerek kısa sürede öldürücü tablolar ile karşımıza çıkmaktadır. Inhalasyon sonucu gelişen sistemik şarbonda mortalite %100' e ulaşmaktadır. Diğer taraftan Botulinum toksinin bir kimyasal ajan olan sarin'den üç milyon kez daha etkili olduğu belirtilmektedir. Botulinum toksinine maruz kalan kişilerde farklı derecelerde kas felci gelişmekle birlikte, olguların %60'ı ölümle sonuçlanır. Tarih boyunca doğal olarak ortaya çıkan bulaşıcı hastalıklar, hastalık etkenlerinin askeri operasyonlarda kullanılabilecekleri düşüncesini doğurmuştur. Biyolojik ajanlar yakın dönemde ikinci dünya savaşında sınırlı şekilde kullanılmışlardır ancak kullanımları antik çağlara dayanmaktadır; M.Ö. 6. yy'da Asyalılar düşmanlarının su kaynaklarına hastalıklı çavdar tanesi katmışlardır. Çeşitli bitkilerden ve hayvanlardan elde edilen biyolojik toksinlerin, mızrak ve okların uçlarına sürülerek insan öldürmek amacıyla kullanıldıkları da bilinmektedir. Aynı şekilde, okların dışkıya ya da çürümüş ete batırılarak kullanılması, cesetlerin ve dışkının düşmanın su kaynaklarına atılması çok eski tarihlerden beri kullanılan biyolojik savaş yöntemleridir. Tarih kayıtlarında insan vücudunun da bir biyolojik savaş aracı olarak kullanıldığı görülmektedir. Orta çağ savaşlarında çiçek ve veba hastalığı nedeniyle ölmüş kişilerin cesetlerinin kuşatılmış düşman kuvvetlerinin arasına mancınıkla atılması sık başvurulan bir yöntem olmuştur. Avrupalıların Amerikan yerlilerine karşı kullandıkları katliam yöntemlerinden biri de, çiçek ya da kızamık nedeniyle ölmüş kişilerin battaniyelerini onlara satmak olmuştur. 1797 yılında, Napolyon İtalya seferinde kuşattığı Mantua şehrinde yaşayanlara sıtma hastalığı bulaştırmaya çalışmıştır. Biyoteknolojik gelişmeler ile 1. Dünya Savaşı’ndan bu yana geliştirilmeye başlanan biyolojik silahların her iki dünya savaşında da bölgesel kullanıldığı (Japonya, Mançurya vb.) belirlenmiş, ancak kullanıldığı taraflarca kabul edilmemiştir.
 
Üretim:

Biyolojik savaş ajanlarının üretimi, organizmanın seçimi, organizmanın küçük kültür ortamlarında geniş spektrumlu çoğaltılması ve ajanların korunması evrelerinden oluşur. Biyolojik silahların askeri güçler ve sivil halk üzerindeki caydırıcı etkileri, son 25 yılda biyoteknolojideki hızlı değişimlerin kaynağı olmuştur. Bu yeni teknoloji potansiyel kullanılabilirlik açısından şu gelişmelere yol açmıştır;

1- Hastalık yapıcı etki ve kullanım sonrası etkinlik süresini artıran gelişmeler,
2- Organizmanın topluluklar üzerine yönlendirilmesi (hedefleme),
3- Biyolojik silahlara karşı korunma,
4-Non-patojen mikroorganizmalardan patojen mikroorganizmaların genetik modifikasyonla üretilerek belirlenmesinin zorlaştırılması,
5- Immun yanıtın modifikasyonuyla patojene karşı duyarlılığın değiştirilmesi,
6- Biyolojik ajanların temel özelliklerini algılayan dedektörlerin üretilmesi.
Bunları gerçekleştirmede; hücre kültürü ve fermentasyon, organizmanın seçimi, düz ya da çapraz bağlı biyopolimer ile kaplanma, genetik mühendisliği, aktif-pasif bağışıklama ve tedavi, monoklonal antikor üretimindeki özgün gelişmeler rol oynamıştır. Biyolojik Silahlardan Korunma: Biyolojik silahlardan korunma birbiriyle bağlantılı beş aşamadan oluşmaktadır; Önleme: Biyolojik silahların kullanılmasını engellemek için çeşitli çalışmalar yapılmaktadır. Uluslararası silahsızlanma ve teftiş rejimleri biyolojik ajanların biyolojik savaş durumunda üretimini ve kullanımını caydırmaktadır. Istihbarat çalışmaları sonucunda potansiyel tehlikeler belirlenerek gerekli önleyici tedbirler alınabilir. Doğal olarak ortaya çıkan ajanlara karşı aşılama önemli bir önlemdir, ancak genetik mühendisliği ile bu aşıların etkisini sınırlayan ajanlar üretilmiştir.
 
Belirleme:

Körfez savaşı sırasında Birleşik Devletler ve müttefik güçler güvenilir bir biyolojik ajan keşif sisteminin yokluğunun endişesini yaşamışlardır. Bununla birlikte birkaç keşif sistemi geliştirilmiştir;
- SMART (Sensitive Membrane Antigen Rapid Test)uzak kalmıştır.
- JBPDS (Joint Biological Point System)
- BIDS (Biological Integrated DetectionSystem)
- IBAD (Interim Biological Agent Detector)

Korunma:

Biyolojik ajanlara karşı korunma yöntemleri sınırlıdır. Koruyucu elbiseler ,maskeler kısa süreli koruma sağlayabilirler. Bununla beraber, şarbon gibi etkinliğini uzun süre koruyabilen kimi ajanlar için bu tedbirler sadece ilk aşamada faydalı olabilirler.Şarbon aşısının solunum yolu ile bulaşan akciğer şarbonuna etkili olduğuna dair bilimsel çalışmalar olmamakla beraber laboratuvarlarda mikroorganizmalarla çalışanlar, stratejik yerlerde görev yapan askeri birlikler, enfekte hayvanlarla temas eden kişiler gibi risk grupları mutlaka aşılanmalıdır. Biyolojik ajanları saptamaya yönelik tarama testleri de uygulanmaktadır, mesela; şarbon için PCR ile bakteri DNA' sının tespiti, şarbon basillerine maruz kalındığını ortaya koyarken DNA' nın tespit edilememesi enfeksiyonu ekarte ettirmemekte, profilaktik antibiyotik tedavisi hayat kurtarıcı olmaktadır.
Açılmamış şüpheli mektup ya da "şarbon" gibi tehdit mesajı taşıyan paketlere nasıl yaklaşılması gerektiği Amerikan Hastalık Kontrol ve Koruma Merkezleri (CDC) tarafından şu şekilde açıklanmıştır;

a) Zarfı sallamayın ve açmayın,
b) Zarfı plastik bir torbanın ya da akma ya da sızıntıyı engelleyecek bir kabın içine koyun,
c) Eğer torba ya da kap bulamazsanız, zarfı her hangi bir şeyle (kağıt, örtü vb) örtün,
d) Bulunduğunuz odadan çıkın, kapıyı sıkıca kapatın ve başkalarının girmesini engelleyin,
e) Ellerinizi su ve sabunla iyice yıkayın,
f) Güvenlik birimlerini olaydan haberdar edin,
g) Eğer zarf içindeki toz yere dökülür ya da üstünüze bulaşırsa; derhal dökülen tozun üstünü örtün ve odadan çıkın, toza bulaşmış giysilerinizi çıkartın ve bir torbaya koyup ağzını sıkıca kapatın..
 
Tedavi:

Tedavi yöntemleri enfeksiyon gelişen kişilerde maruz kalınan ajanın belirlenebilmesine bağlıdır. Eğer belirlenemiyorsa geniş spektrumlu yüksek doz antibiyotik tedavisi uygulanmalıdır. Ajanın saptanması durumunda ise duyarlı antibiyotikler seçilerek tedaviye başlanmalıdır. Örneğin şarbon etkeni saptanmışsa; her iki saatte bir, iki milyon ünite penisilin tedavisi uygulanabilir. Toksinlere karşı uygun antidotlar varsa kullanılmalı, yoksa destek tedavisi uygulanmalıdır.
 
Dekontaminasyon-Temizleme:

Zamanla dağılarak etkilerini yitiren kimyasal silahların tersine biyolojik silahlar zaman geçtikçe etkilerini artırıp çoğalabilirler. Şarbon toprakta en az kırk yıl aktif olarak kalır ve çevre koşullarına karşı dirençlidir. Bu nedenle biyolojik savaş ajanlarının etkilerinin ortadan kalkması yıllar alabilir. Biyolojik Savaş Ajanlarının gelişmesi ile birlikte dünyada bu silahların kullanım ve üretimini sınırlamak amacıyla 1925 yılında Cenova Protokolü, 1972 yılında Biyolojik Silahlar Konvansiyonu (BWC-Biological Weapons Convention) imzalanmış, farklı tarihlerde bu konvansiyonun gözden geçirildiği toplantılar yapılmıştır. Insanların bu tür silahların yapımını düşünmeleri bile ürkütücüdür. Ancak bunun artık bir düşünce olmanın ötesine geçtiği, bazı ülkelerde bu silahların yüksek miktarlarda depolandığı da bir gerçektir. Dünya klonlanma etiğini tartışırken asıl sorun olan genetik mühendislik yöntemi ile geliştirilmiş biyolojik silahlar gözden uzak kalmıştır. Olası bir biyolojik silah saldırısına karşı, yüksek teknik eğitim almış ekiplerin kurularak uluslararası işbirliği ile potansiyel biyolojik silah üretici ve kullanıcılarının yakından izlenilmesi, hastanelerde bu tip saldırılar için özel donanımlı servisler oluşturulması, yapılacak olan ulusal felaket planlarının bir parçası olmalıdır. Dünya Tabipler Birliği 1990 yılında, 42. Oturumu’nda Kimyasal ve Biyolojik Silahlar Konulu Bildirgeyi kabul etmiş, Tokyo Bildirgesi ile de sağlık hizmeti vermesi beklenen hekimlerin, kimyasal ve biyolojik silahların araştırılmasına katılmasını, kişisel ve bilimsel bilgilerini bu silahların keşfi ve üretiminde kullanmalarının etik olmadığını bildirmiştir.

Kaynak: TIKLAYINIZ (https://www.hunturk.net/forum/sistem.php?islem=yonlendir&url=aHR0cDovL3d3dy50ci5uZXQvc2FnbGlrL2dlbmVsX3NhZ2xpa19zYXJib25fYmlsZ2kuc2h0bWw=)
Prof. Dr. İ. Hamit Hancı, Ankara Ü. Tıp Fakültesi Adli Tıp AD, Ankara
Dr. Çağlar Özdemir, Ankara Ü. Tıp Fakültesi Adli Tıp AD, Ankara
Arif Bozbüyük, Ankara Ü. Tıp Fakültesi Adli Tıp AD, Ankara
Adli Biyolog Ayşim Tuğ, Ankara Ü. Tıp Fakültesi Adli Tıp AD, Ankara




Başlık: Genetik silahlar dünyamızı tehdit ediyor!
Gönderen: Kurtkaya - 18 Kasım 2007
Genetik silahlar dünyamızı tehdit ediyor!   

Yalnızca yaşları 20'nin altında olan yeşil gözlüleri veya Avustralya'da yaşayan yerlileri veya Yahudiler ile uzaktan bile akrabalıkları bulunmayan bazı Arap toplumlarını veya esmer İngilizleri öldüren veya sakat bırakan veya kısırlaştıran bombaların (silahların, mikroorganizmaların) olduğunu düşünün. 

Şimdi insanları kısır yapan, belirli bir milleti çok kısa veya kısmen uzun zamanlarda öldüren genetik bombalar vardır. Ama halen bu tür genetik silahların amaca doğru kesin şekilde yöneltilmesi, yani belirlenmiş toplum dışındakilere hiçbir ziyan vermemesi meselesi tam olarak çözülmemiştir. Zorlukları aradan kaldırmak için bilim adamlarına 5-10 yıl zamanın gerekli olduğu gazetelerde yaygın şekilde yazılmaktadır. Örneğin T. Hartmann "The Genetically Modified Bomb" veya Andrey Belov'un "www.rusedina.org, Sooteçestvenniki" dergisindeki makalesi. Böyle bombaların nerede, ne zaman, kim tarafından patlatıldığını tespit etmek çok zor. Bu bomba bir ilaç şişesinde olabilir ve kırılarak rüzgârla yayılır. Etki yapmak için gerekli geni taşıyan bakterilerin veya virüslerin birkaçının hava ile insan vücuduna girmesi gerekir. Hatırlatalım ki, normal basınç ve sıcaklıkta, bir küp cm'de 1019 molekül oluyor ve bu da dünyada yaşayan insan sayısından birkaç milyar defa çoktur. Yani nerede gizlenirsen gizlen o şişeden çıkmış bakteriler veya virüslerin de sayısı çok fazla olduğundan, hedef alınan genleri taşıyan insanları bulurlar. Bir küçük şişedeki bombanın etki mesafesi binlerce kilometre olabilir. Genetik silahlar meyve ve sebzelerin tohumlarında da taşınabildikleri için insanlar bu bombaları-silahları yiyecekleri ile de kabul edebilirler. Bu genetik silahların meyve kurtlarına ve böceklere karşı kullanıldığını hatırlayın. Amerika'da balarılarının ölmesini de öldürülmek istenen böceklere karşı kullanılan genetik silahların yan (halen kaçınılma yolları bilinmeyen) etkilerin sonucu olduğu düşünülmektedir.
 
Bİr İlaç kutusu virüs, insanlığı yok edebilir

Ne bir milleti ne bir bölgede yaşayan insan türünü, diğerlerinden farklı yapan tek bir gen yoktur. Her bir insanın özelliklerinin (boyu, saçlarının ve gözlerinin renkleri, burnunun ve alnının şekli...) temelinde duran çok sayıda genler vardır. Diğer yandan insanların kanları karışmış ve bu nedenle de örneğin Çinli ve Alman aynı genlerin taşıyıcıları olabilirler. Bu nedenle de ortak değil, kesin şekilde olarak farklı genleri arayıp bulmak gerekir. Böyle işler yapılmaktadır ve farklı genleri taşıyan milletlere ve bölgelerdeki insanlara karşı genetik silahlar yaratılır. Günümüzde genetik silahların tehlikesi, atom ve hidrojen, kimyasal ve bakteriyolojik silahlardan daha fazladır. Üretilmiş genetik silahların miktarı da diğer silahların hepsinin toplamından daha fazla insan öldürmeye yeterlidir. Bu yeni silahların önemini bilerek gelişmiş ülkeler gelecek savaş stratejilerinde genetik silahlara daha fazla önem verirler. Hatırlatmak gerekir ki atom ve hidrojen bombaları kullanıldığında onlar şehirleri yakıyor ve yıkıyor. Büyük bombanın düştüğü yerden yaklaşık 100 kilometre kadar mesafede bütün canlıları öldürüyor veya hasta ediyor. Bu yıkıcı ve yakıcı etkini azaltmak amacı ile nötron bombaları üretildi. Bu bombaların büyükleri aynı mesafelerde canlıları öldürmek için kullanılabilirler; ama asıl amaçları taktik silah gibi tanklar ve diğer zırhlı araçlardaki insanları öldürmektir. Bu bombalar gibi kimyasal ve bakteriyolojik silahlar da milletleri ve bölge insanlarını birbirinden ayıramıyor ve hepsini öldürebiliyor. Bu silahların nereden geldiğini ve düşmanın hangi ülke olduğunu da bilmek kolaydır. Diğer yandan bunların bir tanesi, bir ülkenin insanlarının hepsini hedef alamıyor. Bu tür silahları kullanan ülke, kendi vatandaşlarını hedef olan ülkeden önceden çıkarmak zorundadır ve karşı ateşlerin kendi ülkesine vereceği zararları göz önünde bulundurmalıdır. Böyle olduğu için atom bombaları dünyaya savaş değil, barış getirdi.

Genetik silahlar ise atom bombası ve diğer bombalardan çok farklılar, onlar yalnız bir milletin, bir bölgenin insanlarını hedef alıyor. Hedef halinde olmayan, yani belirlenmiş geni taşımayan insanlar bombanın patladığı merkezde (gerçekte bu merkezin nerede olduğunu yalnız bombayı patlatan- ilaç şişesini kıran insan bilebilir) olsalar bile hiç etkilenmezler. Doğal olarak böyle özelliğe sahip genetik silahların kesin olarak kullanılacağı düşünülür. Hemen hazır olduğunda kullanmayabilirler mi? Tam olarak geliştirilmiş genetik silahlar bulunduktan sonra (yani yaklaşık 5-10 yıldan sonra) Birleşmiş Milletler Teşkilatı'na gerek kalır mı? Irak'taki Sünni-Şii veya Afganistan'daki Talibanların savaşları devam eder mi? Toptan yok olmazlar mı? Neden Amerika acele etsin ve İran'a savaş açsın ki? Bombalar dökerek petrolü yakmak, gerekli yolları, boruları ve fabrikaları yıkmak iyidir veya 5-10 yıl İran'ın atom bombasının engellenmesini saklayarak, diğer yandan genetik silahların gelişimini hızlandırmak. Dünyanın çok yerinde milletleri, halkları ve bölgelerin kökenli insanlarını birbirinden ayıran (yalnızca birine mahsus olan) genleri belirlemeye çalışıyorlar. Bu günler için Amerika'da yaklaşık 50 tür insanları kesin şekilde ayırabilen genler bulunmuştur. Bu o demek ki bir ülkenin elinde herhangi bir etnik gruba karşı genetik silahlar olsa, onlar yeryüzünden yok edilebilir. İngiliz Tıp Birliği'nin (BMA) raporunda şöyle yazıyor: "Genetik bilimin hızla gelişmesi, yakın yıllarda, etnik grupların yok olmasını getirebilir."

Ortadoğu'da da kullanılıyor mu?

Batı ülkelerinin verilerine göre İsrail yıllardır hızlı şekilde yalnızca Arapları etkileyen biyolojik silahlar üzerinde çalışıyor. Onlar özel gen taşıyan insanlara karşı bakteriler ve virüsler üretmeye çalışıyor. Bu bakteriler ve virüsler insan vücuduna dahil olduktan sonra oradaki genetik kodları değiştirirler. Unutmamak gerekir ki insana zarar vermek onu tedavi etmekten daha kolaydır. Bu yöndeki çalışmalar Nes Tziyona Biyoloji Merkezi'nde yapılıyor. Elde olan bilgilere göre Irak Araplarının genleri Yahudilerinkinden daha fazla farklı olduğu için, onlara karşı genetik silahı bulmak daha kolaydır. Genetik silahlar olan mikroorganizmaları hava (rüzgâr) veya su ile iletmek kolaydır. Biyolojik silahlar çok defa denenmiştir, ne zaman ve kimler tarafından denendikleri de biliniyor. Genetik silahlar denenmiş mi? Bu soruya cevap vermek zor; çünkü genetik silahın etkisi başka bir hastalık altında gizletilebilir (örneğin bağışıklığın kaybı gibi). Kimlerin denediğini de bilmek imkânsızdır. Ama bazı belgeler vardır. Örneğin 2002 Ağustos ayında Birleşmiş Milletler Teşkilatı, Madagaskar adasına doktorlar takımı göndererek garip bir hastalık ortaya çıkarmıştı. Güçlü baş ve karın ağrısı veren enfeksiyon hastalığı yalnızca aynı etnik gruptan olan insanları iki günde öldürüyordu.
 
Genetik silahlar yalnızca insanlarda hastalıklar ve ölüme sebebiyet vermesi için üretilmiyor. Moleküler biyolojinin (genetik mühendisliğinin) hızla gelişmesi diğer projeleri de öne çıkarmıştır. Örneğin genleri değişilmiş böceklerin üretilmesi. Böyle böcekler asfalt ve beton yolları, metalleri ve boyaları kemirerek dağıtmak, yakıtları bozarak düşman ülkeye zarar vermek amacı taşıyor.
Hepimiz masallar dinlemişiz ve gökten üç elma düşeceğini biliyoruz. Hıristiyanların da masallarında çok zaman üç sayısı geçiyor. Ama bir fark vardır. Avrupa'da yaşayanlar elmanın neden düştüğünü de biliyorlar; ama diğer Hıristiyanların eğitim sistemleri bizimkine benzediğinden Newton kanunlarını gerekli seviyede bilmiyorlar. Avrupalılar üç meselesinde de masal çerçevesinin dışına çıkmışlar. 200-300 yıldır biliyorlar ki farklı süreçlerin (aydınlatılmak istenen olayın) bağlı olduğu bakımsız değişkenlerin sayısı üçten farklı olabilir. Matematik dilde desek incelenen fonksiyon farklı sayıda değişkenlerle belirlenebilir. Bizler düşünce tarzımızı belirleyen geleneklerimize daha fazla bağlı olduğumuzdan her zaman anlatmaya çalıştığımız problemin de üç bacağı olduğundan konuşuyoruz.

Bilim ve teknoloji anlamında süper devletler atom, hidrojen ve nötron bombalarını birbirinden kalkan gibi korunmak amacı ile ürettiler. Hindistan, Pakistan ve şimdi de İran komşularından korunmak ve gerekirse vurmak için. İran'ın bombası en fazla bizler ve Araplar için tehlikelidir. Bu bombaların yaratılması temel bilimlerin gelişmesinden daha fazla teknolojilerin incelenmesine, üretilmesine ve ekonomik güce dayanırdı. Ama çok daha fazla insanı yenmek gücü olan genetik silahlar esasen temel bilimler seviyesine dayanır. Bu silah kalkan rolü oynamayacak, kullanılacak ve yenecek. İlk hedefler de Afganistan, İran ve Ortadoğu toplumları olmayacaklar mı?

Gen teknolojisİ kontrol edilmezse...

Adeta insanlar, hayvan ve bitki türlerinin yeryüzünden silinmesini istemiyorlar. Şimdi bazı hayvan türlerinin korunması için onların tane başına yapılan masraflar, sıradan bir insanın yaşamı için yapılan masraftan çok fazla olabilir. Bu açıdan bakarsak bölge insanlarının da hepsinin ortadan kaldırılması söz konusu olmamalı. Sadece genetik bilimini kullanarak bunların türünü değiştirerek ve sayısını belirleyerek onları kullanmak istemeyecekler mi? Böyle fikirler 60 yıl önceden vardır. İnsan, bitki ve hayvan türünü değiştirmeyi çoktan öğrenmiştir ve bunlarda onu böyle düşüncelere yöneltmiştir (Hitler zamanı bunlar açık şekilde tartışılırdı) diyebilir miyiz? Tarih boyu toplumların birileri diğerlerinin topraklarına sahip olup, onları kendilerine köle etmemişler mi? Ama günümüzde yer (zenginlikleri ile birlikte), su ve hava daha da fazla önem taşıyor. Sadece ileri teknoloji devirde fabrikalarda ve toprakta basit işçi küvetine pek gerek kalmamıştır. Gelişmiş ülkelerde çok insan servis alanında çalışmaya başlamıştır; çünkü bu alanlarda işçi küvetine ihtiyaç devamlı olarak artmaktadır.

Çoğu zaman insanı hayvandan ayıran (dış görkem dışındaki, hayvanlarda dış görkeme göre birileri diğerlerinden ayrılılar) en önemli faktör olarak sosyal hayat sayılır. Örneğin yaklaşık milyar yıldır dünyada yaşayan karıncaların (insan toplumlarınınki 10-50 bin yıl mertebesindedir) hayatına göz atsak, görüyoruz ki onların çok milyonlu ailelerinde basit sosyal hayat, insan toplumlarında gördüğümüzden daha mükemmeldir. Bir milletin içindeki basit (eğitim, bilim ve kültür içermeyen) insaniyettik, milyonlarca karıncayı birleştiren karıncalıktan daha mükemmel değildir. (Unutmamak gerekir ki doğa hakkında basit bilgiler karıncalarda olmasaydı onlar bu kadar zaman yaşam sürdüremezlerdi, örneğin yerin altında su basmayan yuvalar ve çamurdan dayanıklı ve milyonlarca karıncayı barındıran, çok mükemmel havalandırma sistemleri olan inşaatlar yapabilirler.)
Bilim ve teknoloji seviyesi yükseldikçe, dünyanın milyon yıllar boyunca ürettiği ve biriktirdiği yakıt 300-1000 yıl arasında tükenir. Yeryüzünde insan sayısı çok hızla artmış; ama onun yaşamı için gereken toprak, temiz su ve hava yetersiz kalmış. Küresel ısınma tehlikenin boyutunu artırır. Bu gidişat genetik silahların gelişmesini hızlandırarak, onların kullanılmasını da yaklaştırmıyor mu? Gelişmiş ülkelerin (gelişmekte olan ülkeler içinde Çin'i ve Rusya'yı unutmayalım) bu süreci hızlandırmakta amaçları kendilerine gelecek kazanmak değil mi? Gelişmiş ülkeler, Güney Kore, Çin ve Rusya kaçınılmaz büyük zorluklara direnmenin yolunu iyi eğitim, yeni bilim ve teknolojiler üretmekte görüyorlar. Bizim böyle bir derdimizin olmadığı, kurumlarımızın yaptıklarından (YÖK, Milli Eğitim Bakanlığı, TÜBİTAK ve TUBA dahil) ve yüksek seviyesi olmayan (uzmanlıktan uzak) bu konulara bağlı TV programlarından ve çok az tartışılan eğitim ve bilime bağlı konuşmalarından görüyoruz. Gerekenin yapılacağından konuşuyorlar; ama gerekenin ne olduğunu bilmiyoruz. Kesin bilinen o ki, okul ve üniversite sayısının katlanması, hükümetin eğitime ve bilime bilinçsiz ayırdığı para ne kadar artsa da kalitede ilerlemek, olmayacak. Gelişmiş ülkelerle aramızdaki fark hızla büyümeye devam edecektir.
Allah bizi genetik silahlardan korusun.

PROF. DR. OKTAY HÜSEYİN - AKDENİZ ÜNİVERSİTESİ / ODTÜ ESKİ ÖĞRETİM ÜYESİ

Kaynak : TIKLAYIN (https://www.hunturk.net/forum/sistem.php?islem=yonlendir&url=aHR0cDovL3d3dy5iaXlvYmlsaW0ubmV0L3JlYWRhcnRpY2xlLnBocD9hcnRpY2xlX2lkPTU1)


Başlık: Ynt: BİYOLOJİK SAVAŞ
Gönderen: Üçoklu Börü Kam - 07 Ağustos 2020
BİYOLOJİK SAVAŞ

Biyolojik şavaş insanlarda hastalık oluşturan ve ölüme yol açabilen bakterilerin ve virüslerin genetik mühendisliği sayesinde kullanılmasıdır. Şarbon paniği ve Şarbon, insanlığın ve özellikle istihbarat örgütlerinin elindeki bakteri ve virusler bilindikten sonra çok komik kalmaktadır. Şarbondan çok daha tehlikeli EBOLA virüsü, Yersinia Pestis tarafından bulaştırılan BUBONİK VEBA, SALMONELLA gibi enfeksiyonlar şarbondan çok daha tehlikelidir. CIA’in ve diğer batılı istihbarat örgütlerinin elinde çok ciddi enfeksiyonlarla ölüme yol açabilecek çok çeşitli virus ve bakteriler vardır ve CIA’in bu konuda bir seksiyonu da mevcuttur (bkz. İnternette CIA’in web sitesi). Biyolojik savaşla bir kaç ayda milyonlarca insanı yok etmek mümkündür.

Şarbon Bacillus Antracis isimli spor oluşturan bir bakterinin neden olduğu akut bir enfeksiyondur. Her 15-20 dakikada bir bölünerek çoğalan şarbon 10 saat içinde kendini milyonlarca kopyalayabilir. Hayvanlarda (sığır, koyun, keçi, deve vb) bulunabilir ve enfekte hayvanla temasla insana geçebilir. Şarbon üç şekilde insana geçer, deri yoluyla, sindirim sistemiyle veya solunum yoluyla. Deri yoluyla geçen enfeksiyonlarda pire ısırığına benzeyen kaşıntılı bir şişlik oluşur 1-2 günde içi su toplayan bir bül oluşur, sonra 1-3 cm çapında bir ağrısız bir ülser gelişir. Etrafındaki lenf bezleri şişebilir. Tedavi edilmeyen şarbon vakalarının % 20si ölümcüldür. 3. kuşak sefalosporin antibiyotiklerin bazıları (cipro) şarbon üzerine etkilidir. Sindirim yolu ile geçen şarbon bulantı, kusma, ateş, kan kusma ağır ishale neden olur, tedavi edilmeyen vakaların % 25- 60’ı ölümcüldür.

Akciğer şarbonunun belirtileri spor solunum yoluyla alındıktan 7 gün içinde başlar soğuk algınlığına benzer, akciğer dokusu zamanla tahrip olur ve alveollar parçalanır, kanlı balgam sık görülmeye başladıktan bir süre sonra ölüm gelişir, olguların % 95’inden fazlası ölür. Bu olgu havalandırma sistemlerine Şarbon sporlarının bulaştırılması halinde binadaki binlerce kişinin bir kaç ay içnde ölebileceği anlamına gelir. ABD’liler bu nedenle panik içindeler. Ayrıca bu kalabalık bölgelere bir gökdelenin en üst katından veya helikopterden saçılan sporlar binlerce kişiyi bulaşırsa öldürebilir.

Fakat nihayetinde Bacillus anthracis bir bakteridir, bakteri duvarı parçalandığında ölür. Ama genetik mühendisliği ve moleküler biyoloji sayesinde çok daha güçlü frankeştayn virusler yaratılmıştır bunlar ise pek ölümlü değildirler, çünkü virüslerin canlı olup olmadığı bile tartışmalıdır; sadece belirli sıcaklıklarda veya kimyasal maddelerle yok edilebilirler. Bilindiği gibi viruslerin bakteriler gibi bir membranı yoktur ve DNA veya RNA genetik bilgisinden ibarettirler, bulaştıkları hücrelerin DNA bilgisini değiştirebildikleri gibi, hücrelere bir truva atı gibi yerleşip hücrelerin ana fonksiyonlarından çok farklı şeyleri hücrelere yaptırabilirler (kanser oluşturma, farklı proteinleri sentezletme gibi). AIDS virusu insanın immün sistemini çökertir ve kanser dahil, pek çok hastalığın gelişmesini sağlar. AIDS’ın de laboratuarda oluşturulmuş bir virus olduğu iddia edilmektedir. Bu doğruysa zaten global bir biyolojik savaş zaten sürmektedir.

EBOLA VİRUSU bulaştığı zaman 1 hafta içinde insanların % 95’ini öldürür. Konnektif doku (bağ dokusu) erir, vücuttaki her organ boşluğu kanamaya başlar ve sonuç kendi kanı içinde boğularak ölmektir. EBOLA virusunün laboratuarda biyolojik savaş için sentezlendiği konusunda güçlü kanıtlar olduğu iddia edilmiştir. EBOLA virüsünden daha güçlü virusler hakkındaki daha detaylı bilgiyi başka bir yazımızda vereceğiz. Ama şu unutulmamalıdır ki, artık Türkiye’de de aşısı dünyadan kalktığı için yapılmayan ÇİÇEK bile bile Amerikan halkı için çok tehlikeli bir virusdür ve ABD de çok uzun yıllardır çiçek aşısı yapılmamaktadır. Ayrıca Yersinia Pestis
İsimli bakterinin çok güçlü suşlarının elde edildiğini ve dünyaya yeni bir veba salgının (Bubonik Plague) çok hızla yayılabileceğini de değinmeden geçmeyelim.

Clostridia Botulinum isimli bir bakterinin ise çok zehirli bir toksini vardır, özellikle A tipi C. Botulinum en tehlikeli ve en öldürücü toksine sahiptir. Bu konudaki şampiyon tür Hall strain denen bir türdü, her mililitresinde 300 insanı öldürebilecek botulin toksinine sahipti. Botulin eğer en etkili türden elde edilmişse çok vurucu bir biyolojik silahtır hatta sarin ve sarindan 10 kez güçlü olan V-Gazından daha büyük bir etkiye sahip olabilir. Botulin toxini solunumla bile alındığında çok öldürücü ve etkilidir.

Sonuçta gerek kimyasal savaş gerekse biyolojik savaş daha detaylı işlenmeli ve halk bu konuda bilgilendirilmelidir. Gerçi kimyasal savaşta kullanılacak ajanlara karşı alınabilecek pek bir önlem yoktur ama halkın bu konuda bilinçlendirilmesi şarttır. Çünkü 21. yüzyıl kaybedecek fazla birşeyi kalmayanların ELİT’lere yönetici sınıflara karşı anarşist savaşlarına tanık olacaktır. Her iki tarafın da bu kimyasal ve biyolojik silahları kullanması olasıdır .

Kaynak:ALINTIDIR (https://www.hunturk.net/forum/sistem.php?islem=yonlendir&url=aHR0cDovL3d3dy5vbnNheWZhLmNvbS9mb3J1bS9iaXlvbG9qaS85NTY2LW9sdW11bi1zaW1nZXNpLWVib2xhLXZpcnVzdS12ZS1iaXlvbG9qaWstc2F2YXMuaHRtbA==)

Konu 2007 yılında yani bundan tam 13 yıl önce açılmış.
Geldiğimiz nokta; milli duyarlılıkları yüksek kişilerin, ne denli haklı olduğunu ortaya koyuyor!
Sözün doğrusunu, her zaman, Türk Milliyetçileri söylemektedir. Zira Türk Milliyetçileri olayları hiç bir makam, mevki, paye, çıkar ve alkış beklemeksizin ele almakta, yorumlamakta ve değerlendirmektedir.

İnkar edilemez gerçek şudur ki hali hazırda devam eden 3.dünya savaşında biyolojik silahlar kullanılmaktadır.
Krona virüs bilinen ve güncel biyolojik silahlardan sadece bir tanesidir. Bu virus zincirinin başka adlarla devam edeceği muhakkaktır. Ta ki dünya birilerinin tasarladığı kriterlere uygun hale gelene kadar.

TTK.
Başlık: Ynt: ABD'nin Ulusları yok etme silahı : GENOM
Gönderen: [Hun Türk] - 07 Ağustos 2020
Ellerinde ki bu ayrı gücün ne kadar tehlikeli olacağının farkındadırlar umarım demek istiyorum.

Çok sevdiğim film serilerinden biri olan Ölümcül Deney -"Resident Evil"- konu olarak benzer durumları konu alır -ki Covid-19 aklımıza gelince ne kadar da mantıklı geliyor bu durum.

Her ne kadar komplo teorileri bu konular üzerinden bitmese de ciddi kaygı verici bir durum.