GENEL KONULAR OTAĞI > GÜNCEL

Türk Oğlu, Türk Kızı Bunları Unutma, Unutturma! Dostunu ve Düşmanını İyi Belle!

(1/5) > >>

Çağrı Bey:
Türk Oğlu, Türk Kızı Bunları Unutma, Unutturma! Dostunu ve Düşmanını İyi Belle!

Kısmet olursa bu başlık altında; Türk Milletine, Türk Devletine, Türklüğün kutsal değerlerine ve Türk Budununa büyük hizmetler vermiş Ulularımıza karşı iç ve dış düşmanlarımızın yaptıkları ihanet, kahpelik, kalleşlik ve horlamaları ekleyerek tarih ve milli hafızamızı diri ve canlı tutup, bunları başta gençlerimiz olmak üzere, bütün milletimize anlatıp Türk'e kim dost, kim düşman öğretecek ve göstereceğiz.

Son sözü baştan söyleyeyim.
Bu başlıkla orataya çıkacak sonuç: "Türk'ün Türk'ten başka dostu yoktur" gerçeğidir.
Bu gerçeği; tarihe geçmiş olay ve belgelerle, bir daha ortaya koyarak, gözler önüne sereceğiz.
TTK.

Börü Kam

Çağrı Bey:
ABD, Atatürk ölünce ne yaptı?

Tarih: Şubat 1923
Yani; Kurtuluş Savaşından dört ay sonra,
Yani; Cumhuriyetin ilanından dokuz ay önce.

Mustafa Kemal, Amerikan milletine hitaben, Lozan Konferansının kesintiye uğramasının ardından, ABD Senatosuna aşağıdaki mektubu göndermiştir:


--- Alıntı ---“Büyük Amerikan Milletine,
Siz zulüm ve zorbalığı kendi vatanınızdan uzaklaştırdınız.
Siz, uzun ve kanlı bir mücadeleden sonra kendi özgürlük ve bağımsızlığınızı kazanarak halk egemenliğine dayanan demokratik bir devlet ve güçlü bir uygarlık kurdunuz.
Yer kürenin diğer tarafında diğer bir ulus var ki, o da aynı özgürlük, aynı bağımsızlık ve aynı demokrasi uğrunda mücadele ediyor, kan döküyor.
Bu ülkünün arılık ve yüceliğine karşı düşüncelerinizi yanıltmak istiyorlar.
Bu propagandayı yapanlar, ya birtakım cahil tutucular veya yeni kazandığımız özgürlüğü kaldırmak ve bizi ondan mahrum etmek isteyen gizli ve açık düşmanlarımıza alet oluyorlar.
Yalanlara ve iftiralara inanmayınız.
Özgürlük ve bağımsızlık uğrunda savaşan ve tıpkı sizler gibi dünyada ilerleme ve adaleti sağlamak için samimi bir surette mücadele eden Türk halkına kalbinizi açık bulundurunuz.”
Gazi Mustafa Kemal
--- Alıntı sonu ---
 

Bu mektup, Amerikan Senatosu'nun 26 Şubat 1923 günkü oturumunda, Senatör Mr. Oven'in önerisi üzerine, okunarak zapta geçirilmiştir.

Bundan dört hafta sonra, Mustafa Kemal, ünlü 'TIME' dergisine kapak olmuştu..

Bu 'Dostluk eline, en anlamlı cevap, tam onbeş buçuk yıl sonra geldi.

10 Kasım 1938'de, Türk Milleti, acıların en büyüğünü yaşıyordu, Atatürk ölmüştü.

Durum, bütün ülkelere resmen bildirildi.

Afganistan'dan Finlandiya'ya, Japonya'dan Letonya'ya kadar bütün ülkeler cenazeye en üst seviyede heyetlerle katılacaklarını bildirdiler.

Atatürk'ün en çok savaştığı ülke İngiltere, özel bir zırhlı ile gönderilen ve başında, onun Anafartalar'da denize döktüğü kıtaların komutanı Mareşal Lord Birdwood ve İngiltere'nin Akdeniz Filosu Başkomutanı Oramiral Dudley Pound olmak üzere kalabalık bir heyet ve12 subay 160 erlik bir tören kıtası ve 56 mevcutlu bir bando ile katılırken, düşman Yunanistan, başında Başbakan Metaxas olmak üzere, 12 kişilik yüksek bir heyetle cenaze töreninde bulunacağını açıkladı.

ABD'den ise, uzun süre cevap gelmedi.
Sonunda, Amerikan Dışişleri Bakanlığı Protokol Dairesi, 18 Kasım 1938'de, Ankara'daki Büyükelçiliği'ne gönderdiği yazıda, törende ABD'yi, sadece Büyükelçi'nin temsil edeceğini bildiriyordu.

Yazıda, asıl enteresan olan ifade, şöyle idi:
“ABD büyükelçiliğinden alınan bir telgrafta Amerikan hükümeti adına cenaze töreninde kullanılmak üzere, 300 dolarlık bir çelenk yaptırılması için büyükelçiliğe yetki verilmesi önerilmiş, ancak ABD dışişleri bakanlığı bu bedeli yüksek bulduğundan, büyükelçiliğe 200 dolar harcama yetkisi verilmiştir.”

Türk Oğlu, Türk Kızı Bunları Unutma, Unutturma! Dostunu ve Düşmanını İyi Belle!

ABD, Lozan Antlaşması'nı tanımayan ilk ve tek ülkedir...

Börü Kam

Çağrı Bey:
Ankara'nın Başkent Olma Mücadelesi.

Başbuğ Atatürk'ün Ankara'yı başkent yapma düşüncesinin altındaki sebepte haçlı batı emperyalizmini bir kez daha dize getirmek ve yeni kurulan devletin bütün uygulamalarını dost düşman herkese kabul ettirmektir.

Başbuğ Atatürk bu hususta:


--- Alıntı ---"Ben Türk'ün imkânsızı imkân haline getiren kudretini bütün dünyaya göstermek için Ankara’yı istedim.
Bir gün gelecek bu çorak tarlalar yerini ağaçların çevirdiği villalar arasından uzanan yeşil sahalar, asfaltlar ve binalarla bezenecek. Hem bunu hepimiz göreceğiz yakında olacak"
--- Alıntı sonu ---
 

sözleriyle asıl maksadını ortaya koymuştur.

13 Ekim 1923'te TBMM'de kabul edilen tek maddelik bir yasa ile Ankara, yeni devletin başkenti olmuş ve böylece devlet merkezinin İstanbul olacağı yolundaki çekişmelere son verildiği gibi, Cumhuriyetin ilanı için de bir adım atılmıştır. Bu, aynı zamanda Milli Mücadele'nin başından beri uygulanan Ankara'nın İstanbul'a hakim olacağı esasının bir sonucu idi.

Ankara başkent ilan edilir, ama yüzyıllardır İstanbul'da boğaza nazır köşklerde çöreklenmiş batılı devletlerin büyükelçilikleri bir türlü Ankara'ya taşınmak istemezler.

Başta İngiltere olmak üzere birçok Avrupa devleti yeni kurulan devlete taş çatlasa bir yıl ömür biçiyor, Atatürk ve kadrosunun bu işi başaramayacaklarını düşünerek İstanbul'da kalmakta ısrar ediyorlardı.

Ne yapılıp edildiyse batılı devletler büyükelçiliklerini Ankara'ya getirmeye yanaşmıyordu.

Bu bir bakıma yeni kurulan devleti tanımamak anlamına da geliyordu.

O günlerde Ankara kıraç, yolu, izi olmayan bir otel ve bir lokantadan başka bir şeyi bulunmayan perişan bir Türk yurduydu.

İngiliz büyükelçisi ülkesine yazdığı raporda "Ankara'nın başkent yapılması Mustafa Kemal'in kaprisidir" şeklinde ifadeler kullanıyordu.
Avrupa ülkeleri büyükelçiliklerini İstanbul'da tutmaya devam ediyor, bazıları da Ankara'da birer temsilcilik açmakla işi savsaklama yoluna gidiyordu.

Yeni Cumhuriyet bin türlü yokluk, sıkıntı ve dert arasında bir de bununla uğraşmak zorunda kalıyordu.

Atatürk ve arkadaşları ne yaptılarsa batılı devletlerin büyükelçiliklerini Ankara'ya taşınmalarını sağlayamamışlar, konu kriz halini almış ve kriz derinleştikçe derinleşmiştir.

İngiltere ve diğer Avrupa devletleri böyle davranmakla savaş yenilgisinin rövanşını almak istemektedir.

İlkönce, 1923 de, Afganistan, peşinden 1924 yılında Sovyetler Birliği ve Polonya büyükelçiliğini Ankara'ya taşır.
Ankara hükümeti bu ülkelere karşılıksız arsalar vererek katkıda bulunur.

Yıl 1925, batılı devletler hala direnmekte,

Yıl 1926 hala gelen yok,

Yıl 1927 Arnavutluk, Çekoslovakya ve Mısır Elçilikleri temelli olarak Ankara’ya yerleşirler

Bu arada diplomasi savaşı ve karşılıklı restleşmelerle sürüyor İngiltere, Fransa ve İtalya bunun için ortak hareket ediyor ve diğer batılı devletleri de kendilerine diplomatik destek için zorluyorlardı.

1927 yılı büyükelçiliklerin Ankara'ya taşınmasında bir dönüm noktasıdır.

Almanya da büyük elçiliğini Anakara'ya taşımıştır.

1928 yılında Ankara'nın başkent olmasını boykot edenler arasında görüş ayrılıkları baş gösterir ve çözülmeler olur.

1928 İtalya Ankara'nın yeni misafiridir.

Yıl 1929 İngiliz büyükelçisi devletine şu mesajı çeker:

“...Ankara artık kesinlikle Türkiye’nin başkentidir ve kordiplomatik gitgide buraya temelli olarak yerleşmektedir. İkametgâhların elektrik, yol, su, gaz gibi maddi şartları artık İstanbul’daki kadar iyidir, hatta daha da iyidir. Ama tiyatro, müzik, kitap, golf vb. gibi alanlar yazık ki pek kıttır.
Hayat pahalılığı İstanbul’dakinden daha yüksektir. Bununla birlikte, Ankara artık Türkiye’de görevli misyonların temelli evidir.” 

Ve nihayet takvimler 1930 gösterdiğinde çıbanbaşı İngiltere'de Atatürk'e karşı bir kez daha mağlup olup büyükelçiliğini Ankara'ya taşımak zorunda kalır.

Haçlı batı; Türk'ün çelik iradeli, tunç yürekli, bükülmez bilekli Bozkurt oğlu, Atatürk karşısında mağlubiyetini kabul ederek, TC Devletini büsbütün tanımak zorunda kalmıştır.

Türk Oğlu, Türk Kızı Bunları Unutma, Unutturma! Dostunu ve Düşmanını İyi Belle!

Börü Kam

Çağrı Bey:
Şeyhülislâm Mustafa Sabri:

Osmanlı'nın son Şeyhül İslamı olan Mustafa Sabri, Milli Mücadele ve Başbuğ Atatürk'e, en şiddetli düşmanlık yapmış kişilerin başına yer alır.

Teali İslam, İngiliz Muhipler Cemiyeti, Cemiyeti Müderrisin gibi hain kuruluşların içinde yer alan bu şahıs 25 Eylül 1919 tarihinde Kuva-i Milliye'ciler aleyhinde çok şiddetli ifadeler içeren bir bildiri yayınlandı.
Bu bildiride Atatürk ve Kuva-i Milliye'cilere "kudurmuş haydutlar " şeklinde hitap edilmiştir.

Bu bildiri Yunan zulmüne ve Fransız işgaline karşı direniş gösteren Anadolu halkını susturmak ve yatıştırmak için Şeyhül İslam Mustafa Sabri'nin iradesi ve imzasıyla, Yunan uçakları tarafından havadan atılarak dağıtılmıştır.

Boğazlıyan Kaymakamı Kemal Bey'in idam fetvasını veren Mustafa Sabri, Kuva-yı Milliyeciler ve Atatürk hakkında da idam fetvasına imza atmıştır.

Milli Mücadele zaferle sonuçlandıktan sonra İngilizlerin tahsis ettiği bir gemiyle Yunanistan’a kaçan bu şahıs, yurtdışında çıkarttığı gazetelerde, Türklere ağır hakaretler yapmaya devam etmiştir.

Hatta Türkleri "barbar müslümanlar" olarak tanımlamıştır.

Cumhuriyetin ilanından sonra ihaneti tescilli olan yüzelli kişilik hainler içerisinde yer alan Mustafa Sabri, kanunla Türk vatandaşlığından atılmıştır.

Bütün hayatı Türk Milletine ihanetle geçen Mustafa Sabri 1954 yılında yine İngilizlere hizmet ederek Mısır'da kızıl tamuyu boyladı.

Evet kısaca, son Şeyhül İslam Mustafa Sabri adlı hain ve alçağı, anlattık.

Şimdi asıl can yakıcı ve ürpertici olaya gelelim.

Atatürk'ün kurduğu cumhuriyetin milletvekilli olmuş olan AKP Tokat Milletvekili Resul TOSUN ve yine AKP Tokat milletvekili Ergün DAĞCIOĞLU önderliğinde Tokat merkezli bir vakıf kurulmuştur.

Bu vakfın adı: yukarıda ihanet ve fesatlıklarını sıraladığımız, "Şeyhül İslam Mustafa Sabri Efendi Vakfı" dır.

Düşmanlara karşı verdiğimiz savaşa; Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşuna ve kurulduktan sonra yaptığı tüm devrimlere karşı çıkan, bu uğurda büyük çabalar gösteren bir hainin adına vakıf kurulamaz.

Ama, tek görevleri laik cumhuriyeti yıkmak olan AKP'liler kuruyor ve bu hainin adıyla, sözüm ona, hayır işleri adı altında irticai faaliyetler yürütüyorlar.

Türk Oğlu, Türk Kızı Bunları Unutma, Unutturma! Dostunu ve Düşmanını İyi Belle!

Börü Kam

Çağrı Bey:
15.000 Mehmetçiğin, İngilizler tarafından, krizolle kör edilmesi.

Birinci Dünya Savaşı sonu.
Osmanlı İmparatorluğu büyük kayıplar vererek yenilgiyi kabul ediyor ve teslim oluyor.
Ama karşıdaki düşman çok gaddar ve katı.
Düşmana, zafer kazanmak, yetmiyor.
Dahasını, çok daha fazlasını, istiyor düşman.
Dünyayı Türklerden temizlemek(!) ancak tatmin edebilir, haçlı batıyı...

1. Dünya savaşında 150.000 askerimiz İngilizlerin elinde esir.
Savaş bitmiş olmasına rağmen Türk esirler, yeni bir savaş olasılığı nedeniyle, serbest bırakılmıyorlar.

Bu Türk esirlerin bir kısmı Mısır'da, İskenderiye şehri yakınında, Seydi Beşir Usare Kampında tutuluyordu.
Tam adı: "Seydi Beşir Kuvesyna Osmanlı Useray-ı Harbiye Kampı" olan bu cehennemde; 1918 yılında Filistinlilerin İngilizlerle işbirliği yaparak Osmanlıya ihaneti sonucu esir düşen 16. Tümen 48. alaya bağlı Türk askerleri tutuluyordu.

12 Haziran 1920 ye kadar, iki yıl boyunca, her türlü işkence, hakaret, eziyet, aşağılama ve insanlık dışı uygulamalara maruz kalmalarının tek sebebi haçlı kini değildi.
İngiliz haçlılığının kini yeterince şiddete dönüşüyordu ama daha şiddetli işkenceler, İngilizlerin himayesindeki ermeniler eliyle ve kışkırtmasıyla yapılıyordu.
Türkçe bilen ermeniler Türk esirlerin insani ve yaşamsal ihtiyaç taleplerini, Türklerin İngilizlere küfrettiği şeklinde, tercüme ediyor ve böylelikle İngiliz görevlileri daha bir azgınlaştırıp, kuduzlaştırıyorlardı.
Savaş tamamen bitmiş, karşılıklı esir değişimi aşamasına gelinmişti.
Zaten bu iki yıllık zaman diliminde, ağır koşullar nedeniyle, binlerce Türk esir ölmüş, kalanların tamamına yakını da ağır ve kalıcı hastalıklara yakalanmıştı.
Buna rağmen İngilizler bu askerleri işe yarar şekilde teslim etmemekte kararlıydı.
Çünkü Anadolu bozkırlarında Türklüğün özgürlük ateşi yakılmış, Türk Soyunun çelik iradeli, tunç yürekli, bükülmez bilekli Bozkurt oğlu Mustafa Kemal "ya istiklal, ya ölüm!" parolasıyla yedi cihana meydan okumaya başlamıştı.

İşte İngilizler Milli Mücadele direnişini göz önüne alarak Türk esirleri toptan imhaya karar verdi.

Çözüm bulunmuştu!

Esir Türkler, asit havuzlarında, yakılacaktı.

Bu hain ve insanlık dışı menfur plan, hemen uygulamaya konuldu.

Türk askerler, mikrop kırma bahanesiyle, dezenfekte havuzlarına sokuldu.
Dezenfekte havuzlarına aşırı ölçüde "krizol" katılmıştı.
Daha ayağını havuza sokan Türk esirler krizol maddesinin yakıcılığıyla feryat ve figanlar ediyor, başlarındaki İngiliz ve ermeni zebanilerin silahlı tehditleriyle vücutlarının tamamı asit havuzuna sokulmaya zorlanıyordu.

Bütün bedenleri bir anda asitle haşlanarak yanan Türk esirler için çile ve işkence henüz bitmemişti.

Ölüm tehditleriyle kafaları da asit havuzuna sokulan Türk askerler havuzdan çıktıktan sonra artık göremiyorlardı.

15.000 Mehmetçik krizolle kör edilmişti...

Vahşi haçlı İngiliz’in ve soysuz ermenin Mehmetçiklerimize yaptığı bu insanlık dışı uygulama 15 Mayıs 1921 tarihinde, Türkiye Büyük Millet Meclisinde, görüşüldü.
Milletvekilleri Faik ve Şeref Beyler bir önerge vererek; İngilizler tarafından 15.000 Mehmetçiğimizin krizolle kör edilmesinden sorumlu olan esir kampı komutanı, tabibi ve diğer faillerin cezalandırılması için teşebbüse geçilmesi, önerildi.

Öneri kabul edildi.

Lakin, yeni kurulan devletin önünde, dağlarca sorun vardı.

Bu hesap daha sonraya bırakıldı.
Bu hesabı sormaya, bir türlü sıra gelmedi.
Ve Türkün son Başbuğu'nun uçmağa varmasıyla, hepten unutuldu, gitti.

Ama onlar asla unutmuyor!
Unutmamakla da kalmayıp, kendi işledikleri insanlık suçlarını bile, soykırım ambalajıyla, Türklüğe yamamaya çalışıyorlar.

Türk Oğlu, Türk Kızı Bunları Unutma, Unutturma! Dostunu ve Düşmanını İyi Belle!

Kaynak:
Karamanlı yedek subay Ahmet Altınay'ın günlüğünün derlemesini yaparak "Katran Kazanınında Sterilize" adıyla kitaplaştıran, Ahmet Duru.

Börü Kam

Navigasyon

[0] Mesajlar

[#] Sonraki Sayfa

Tam sürüme git