Türkçü Turancı Otağ

GENEL KONULAR OTAĞI => GÜNCEL => Konuyu başlatan: Çağrıbey - 04 Aralık 2007

Başlık: MİSYONERLİK: HAÇLI BATI'NIN, TÜRKLÜĞE KARŞI, BİN YILLIK SİLAHI!!!
Gönderen: Çağrıbey - 04 Aralık 2007
Misyonerlik hakkında hemen herkesin, az ya da çok, bilgisi vardır. Ancak misyonerlik çoğu insanın bildiğinin aksine boyutları çok büyük ve çalışma sahaları tahminlerin ötesinde olan bir kuşatma hareketidir.
Bu sebeple misyonerlik konusunu bütün detaylarıyla ele alıp, Türk Milletinin ve özellikle de gençlerimizin dikkatini çekmenin gerekliliğine inanarak; bu alanla alakalı ilim adamlarının yazıları, basında çıkan haberler, makaleler ve diğer meteryaller derlenerek kapsamlı bir dosya haline getirilmiştir.
Bu dosyamızda:
Misyonerlik konusunda Batı ülkelerinin gerçekten Türk Milletini rahatsız edecek boyutta çalışmaları var mı? yoksa bu biraz evhamdan mı kaynaklanmaktadır? işte bu soruların yanıtlarını, ortaya koyacağız.

Otağımızda yazan soydaşlarımızın da ellerinde, misyonerlikle ilgili, materyaller var ise, bu başlık altına ekleyerek, konuya katkı sağlamalarını dilerim.

Ne Mutlu Türk doğup, Türk gibi yaşayana...

Saygılarımla.

Çağrıbey

https://www.hunturk.net/k-misyonerlik.html
Başlık: Ynt: MİSYONERLİK: HAÇLI BATI'NIN, TÜRKLÜĞE KARŞI, BİN YILLIK SİLAHI!!!
Gönderen: Çağrıbey - 04 Aralık 2007
Misyonerlik Haçlılarla başlayan Türk Milletini Anadolu’dan çıkarma uğraşında, daha sonra kurtuluş savaşında işgalcilerin emrinde, bugünde batı için batı adına Hıristiyanlaştırma ve ajanlık faaliyetlerinde araç olarak kullanılmaktadır.
Misyonerlik batılı güçlerin bir devlet politikası, stratejilerinin bir parçası bugün az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde kendilerine sadık topluluklar, milletler yaratma projesidir.


Misyonerlik tarih boyunca sömürgeleştirmeyle iç içe yürümüştür. Arkasında emperyalist devletlerin istihbarat örgütlerinden çok uluslu şirketlere kadar batının savaş aygıtları vardır.
Hıristiyanlaştırma topluma inanç özgürlüğü diye sunuluyor, oysa mesele özgürce dinsel tercihini yapma meselesi değildir. Dinini değiştiren sadakatini de değiştirip, bağlı olduğu topraktan, milletten, kültürden kopuyor; kökü dışarıda bir merkeze bağlanıyor.


Mesele tamamen siyasidir ve Türkiye'nin milli güvenliği ile doğrudan bağlantılıdır. Dolayısıyla misyoner örgütler ve faaliyetler için tıpkı çekiç güç, keşif güç gibi emperyalizm’in keşif gücü demek çok yanlış olmaz. ABD – AB desteğinde ve yönetiminde özellikle Protestan misyoner örgütler ev ve iş hanlarında kiliseler açarak Vatikan’ın çalışmalarıyla dinler arası diyalog projesini uygulamaya çalışmaktadırlar.

Sanıldığının aksine özellikle Protestan misyoner hareketi, Hıristiyanlaştırarak yeni azınlıklar yaratmaya değil, batıya bağlı Hıristiyan Türkler, bütün vatandaşlık haklarına sahip Protestan vatandaşlar yaratmaya çalışıyorlar. Yoğun bir Hıristiyan ve Hıristiyanlaşmış nüfus oluşturma çabası yerli misyonerlerin Türk olduklarını Türkiye vatandaşı olduklarını sık sık vurgulamaları hem bir siyaseti hem de bir stratejiyi açığa vuruyor. Ama işlerine geldiği zaman Lozan antlaşmasında azınlıklarla ilgili maddelere sığınmayı ve o maddeleri kendi çıkarları doğrultusunda yorumlamayı da ihmal etmiyorlar.

ABD ‘deki Protestan misyoner örgütlerin en kıdemlisi ve en büyüklerinden AMERİKAN BOARD örgütü 1820’lerden itibaren Anadolu topraklarına girince misyonerliğin yıkıcı faaliyeti çok daha çarpıcı biçimde ortaya çıktı. BOARD’ın 1880 tarihli ünlü Bartleft raporunun ilk cümlesi şöyledir. Misyoner faaliyetleri açısından Türkiye Asya’nın anahtarıdır. BOARD’ın Türkiye’ye gönderdiği misyonerlerden PARSONS “Bu günah imparatorluğunu tamamen yıkmak Ahdım olsun.” diye BOARD ‘ a yazı yazmıştır.


Yine BOARD 1 Aralık 1883 talimat mektubunda bu mukaddes ve vaat edilmiş topraklar silahsız bir haçlı seferiyle geri alınacaktır.” diye yazmıştır. Robert kolejinde okuyan Müfide Ferid romanında burada verilen eğitimi çok güzel özetliyor.”Buraya Türk girer fakat Türk çıkamazsınız.

3 Ocak 1921 ‘de Atatürk şöyle diyordu.

”Hiçbir Hükümet kendi tebasından olan on binlerce çocuğu kendi memleketi dahilinde bir yabancı heyeti tarafından her türlü teftişten azade olarak büyütülüp onlara istediği gibi telkinlerde bulunulmasına müsaade edemez. Buna müsaade etmek çocukları yaşayacakları muhite düşman veya hiç olmazsa yabancı olarak yetiştirmek ve dolayısıyla onunla çarpışmaya mahkum eylemektir.

Bu ise gerek o çocukların gerek içerisinde yaşayacakları halkın felaketini hazırlamaktadır. Bunu engellemek ise hükümetin vazifesidir. Bundan dolayıdır ki Amerikalılar tarafından numune çiftliği ve bir benzeri müesseseler husule getirilip buralarda kendi tebaamızdan olan binlerce çocuğun Türk Hükümeti ve milletine karşı dostane olmayan ve sadık hane olmayan hissiyatla donanmış olarak yetişmelerine müsaade edemeyiz."


Atatürk,”Çocuklarımıza her şeyden evvel Türkiye’ye düşman bütün uluslarla mücadele etmek öğretilmelidir.” demektedir. Mustafa Kemal Atatürk kökü dışarıda olan bütün kurumlara karşı net bir tavır almıştır. 1935 tarihinde mason localarını kapatmıştır. Dr. M. Kemal Öke Atatürk’ü masonların tabii reisi göstermek için gayret sarf etmiş Atatürk bu teklifi reddetmiş ve şöyle demiştir. ”Ben bu cemiyete girmem ben başkalarının yaptığı prensiplere değil, ancak kendi prensiplerime uyarım” demiştir.

Ne Mutlu Türk doğup, Türk gibi yaşayana...

Saygılarımla.

Çağrıbey


Başlık: Ynt: MİSYONERLİK: HAÇLI BATI'NIN, TÜRKLÜĞE KARŞI, BİN YILLIK SİLAHI!!!
Gönderen: Çağrıbey - 04 Aralık 2007
Dinin Toplumsal İşlevleri

Misyonerlik, temelde bir dinsel faaliyet olduğu için dinin toplumdaki fonksiyonları  ve sosyolojik açıdan dinin bir sosyal gerçeklik  olduğu üzerinde çok kısa durmak istiyorum.

Din, toplumu ayakta tutan aile, ahlak, hukuk, ekonomi, eğitim gibi sosyal kurumlardan birisidir. En ilkelinden en gelişmişine kadar bütün toplumlarda din kurumu bulunmaktadır. Dinin toplumda başlıca iki fonksiyonu vardır. Bunlardan birisi, toplumda birlik ve bütünlüğü sağlamak, ikincisi ise toplumsal kontrol görevi yapmaktır.

Batı'da sosyolojinin kurucusu Auguste Comte, sosyolojiyi kurarken "İnsanlık Dini" adı verilen yeni bir din de kurmak istemiştir. Hatta Osmanlı Devleti, Rusya ve İran'a birer mektup göndererek onları bu dine davet etmiştir(Meriç,1984). Çünkü ona göre din, bir concensus yaratarak  toplumda birliği ve bütünlüğü sağlar.Yine sosyolojinin kurucularından Durkheim ve Malinowski bireysel hayatlarında agnostik olmalarına rağmen toplumların dinsiz yaşayamayacağını söylemişlerdir(Kızılçelik I, 1994).

Ayrıca birey için doğal bir gereksinim olan din, eski Sovyetlerde bir süre yasaklandığında Rus köylüleri putlara tapmaya başlamıştır(Güngör, 1974).Onun için 1940’larda Hıristiyanlık serbest bırakılarak Rus vatanseverliğinin bir unsuru haline getirilmiştir(Dönmezer, 1978).

Görüldüğü gibi din, bir sosyal kurum ve bir sosyal gerçekliktir. Bireysel olarak dini kabul etsek de etmesek de o, kişisel olarak bizden bağımsız olarak  var olmayı sürdürecektir. O halde bize düşen görev, gerek Türkiye içinde ve dışında, dinlerin, ülke zararına ve bireysel çıkarlar için kullanılmasına engel olmaya çalışmaktır.

Kaynak: Prof. Dr. İbrahim Arslanoğlu

Ne Mutlu Türk doğup, Türk gibi yaşayana...

Saygılarımla.

Çağrıbey

Başlık: Ynt: MİSYONERLİK: HAÇLI BATI'NIN, TÜRKLÜĞE KARŞI, BİN YILLIK SİLAHI!!!
Gönderen: Çağrıbey - 04 Aralık 2007
Misyonerlik nedir?

Misyon, Latince “missio” sözcüğünden gelip Türkçe’de görev anlamındadır. Hıristiyanlıkta baba(Tanrı) tarafından gönderilen oğul İsa’nın ve kutsal ruhun görevinden söz edilmektedir(Aydın, 1996).

En yaygın anlamıyla misyon, İncil’i Hıristiyan olmayanlara yaymaktır. Bu sebeple  tarih boyunca kilise, rahipler ve Hıristiyan devletlerin hemen hepsi bu kutsal göreve kendilerini adamışlardır. Onun için  misyoner bazen bir asker bazen bir doktor bazen bir öğretmen bazen de bir barış gönüllüsü olabilir(Aydın,1996). 

Türkiye’de misyonerlik çalışmalarının amacı, önce Türk halkını kendi kültüründen ve inancından soğutmak sonra Hıristiyan yaparak sömürgeci Batılı güçlerin hizmetine sunmaktır(Aydın,2002). Kendi ulusunun inancını korumayan toplumlar, direnme gücünü kaybederek yok olmaya mahkumdur. Bunun acı örneği yine Türklerde görülmüştür. Avrupa’yı titreten Türk komutanı Atilla’nın torunları önce kültürlerini kaybetmiş daha sonra da Hıristiyanlaşarak Batı toplumları içinde eriyip gitmişlerdir. Ne acıdır ki Türkler, Çin’de Çinlileşmiş, İran’da Farslılaşmış, Arabistan’da Araplaşmış kısacası hangi toplum içine girerse orada benliğini kaybedip yok olup gitmişlerdir. Demek ki Türklerde kimliklerini koruyamama gibi bir zaaf  söz konusudur.

Ülkesindeki misyonerlik çalışmalarının sonuçlarını Afrikalı bir aydın şöyle anlatır: “Hıristiyanlar ülkemize geldiğinde bizim topraklarımız onların elinde İncil vardı. Bize gözlerinizi yumun dua edin dediler. Gözlerimizi açtığımızda  bizim topraklarımız onların olmuş bizim elimizde ise sadece İncil kalmıştı" (Baş, 2004).

J. Danielou’a göre misyonerliğin birinci amacı Hıristiyanlığı yaymak. İkincisi o ülkede kiliseler inşa etmek  ve onları  yaşatacak elemanlar bulmak. Üçüncüsü Hıristiyanlıkla gelişmiş olan Batı uygarlığını aynı göstermektir (Küçük, 1996).

Bana göre bugün misyonerlik, sadece Ortadoks, Katolik ve Protestanların Türkiye’de kiliseler açarak Hıristiyanlığı yaymaya çalışmaları değil Türkiye’nin aleyhine olan ve Batının çıkarlarını korumaya çalışan her türlü dinsel ve din dışı faaliyetleri içerir. Hatta Türk halkının istismardan uzak samimi dinsel inanç ve anlayışına yönelen her türlü saldırıları da bu kapsamda kabul ediyorum. Yalnız din sömürücülerinin çeşitli şekilde eleştirilmelerini bunun dışında tutuyorum.

Atilla İlhan(27.9.2005), 1950’li yıllarda  İzmir’de Demokrat İzmir Gazetesinde bir adamla karşılaşır. Adam, Atilla İlhan’a şunları söyler: “DP gericiliği hortlatmaktadır. Atatürk, bütün inkılapları cesaretle yapmıştır. Yalnız eksik bıraktığı bir inkılap vardır. O da minarelere çan taktırmaktır.” Yine Atilla İlhan, basında İslam düşmanlığı yapanların hemen hepsinin dönmeler olduğunu söylemiştir. Nitekim basında Türk halkının inancı olan  Müslümanlığa yerli-yersiz saldırmayı adet haline getiren sözde ilerici iki meşhur yazarın Soros vakfından para almış olduğu Mustafa Yıldırım “Sivil Örümceğin Ağında” adlı kitabında yer almaktadır. Bu iki yazardan birisi halen ABD’de yaşamaktadır ve her ikisi de dönmedir. Dönme olmaları problem değildir. Çünkü Yeniçeri ocağına alınan ve Osmanlıda büyük hizmetler yapmış olan gayri Müslim insanların çocukları halen bizimle birlikte bu ülkede yaşamaktadırlar.Türkiye’nin aleyhinde olmadıkları takdirde bunların diğer insanlarımızdan hiçbir farkı yoktur. Fakat İslam düşmanlığı altında Türk düşmanlığı yapanları ise hoş göremeyiz.

Bir de bunun karşıtı olarak Türkiye’de İslam severlik adı altında Türk düşmanlığı yapılmaktadır. Yani deniliyor ki, Müslüman olduğumuza göre Türklüğe gerek yoktur. Nitekim Sayın başbakan İstanbul belediye Başkanlığı sırasında yaptığı bir konuşmada şunları söylemiştir: “Ben dedeme sordum, Türk müyüz, Müslüman mıyız? diye.  O bana dedi ki: “Oğlum, yarın öldüğümüzde bize Türk olup olmadığımızı değil, Müslüman olup olmadığımızı soracaklar.”  Başbakan bu soruyu dedesine Türkçe sormuştur. Acaba Sayın Başbakan bu sözleri söylerken, Türklüğün bir ırk veya kana bağlı olmayıp bunun kültürle ilgisi bulunduğunu ve dilin de kültürün en temel unsuru olduğunun farkında değil midir? Kaldı ki, sosyolojik anlamda bugün dünyada homojen bir Müslümanlık olmayıp Türk’ün Arabın, Farsın Müslümanlığı anlayışları ve bunu  yaşamaları da birbirinden oldukça farklıdır. 

Aşağıdaki düşünce veya tutumların misyonerlik kapsamına girip girmediğini sizlerin takdirine bırakıyorum.
 
Başbakanlık İnsan Hakları Danışma Kurulu Ekim 2004’te “Azınlık Hakları ve Kültürel Haklar Çalışma Grubu Raporu” adı ile bir metin  hazırladı. Bu metinde yer alan görüşlerden bazıları şunlardır:  Lozan’da etnik – dinsel azınlık kabul etmemek hatadır. Türkiye’de yalnız gayrimüslim azınlık yoktur. Bir gün Türkiye’de herkes her dilde yayın yapabilecektir. 

Türkiye’de “Türkçe’nin bilim dili olmadığını ve gelecekte de olamayacağını” söyleyen YÖK başkanı ve “Bizim miladımız Cumhuriyettir”, diyen Milli Eğitim Bakanı. 2004 yılında Akbank  sponsorluğunda İstanbul’a bir konferans için çağrılan medeniyetler çatışması tezini ileri süren Huntington İstanbul’a iner inmez “Atatürk ilkeleri 70 yıl geride kalmıştır” demesi. AB yetkililerinin zaman zaman Türkiye’nin gelişmesinin önündeki engel olarak "Türk ordusu ile Atatürkçülük” demeleri. Yine bir AB yetkilisinin Atatürk’ün resimlerinin resmi dairelerden indirilmesini teklif etmesi.

Yine Kıbrıs’ta Rumlar haklı diyen işadamları topluluğu ve Batı’nın çıkarlarını Türkiye’ye karşı savunan mütareke medyası. Avrupa Birliği’nin yolu Diyarbakır’dan geçer diyen Mesut Yılmaz ve Büyük Ortadoğu Projesinde Diyarbakır’ın yıldızı parlayacaktır, diyen Başbakan Recep Tayip Erdoğan’ın tutumu. Bilgi Üniversitesinde yapılan Ermeni Soykırım Toplantısı’na katılarak ağzını açıp bu konuda tek söz söylemeyen Prof. Dr. Erdal İnönü’nün tutumu. Bilgi üniversitesinde yapılan soykırım toplantısını ayrıntıları ile veren fakat Gazi Üniversitesinde 2005 yılında yapılan taraftarı ve karşıtının yer aldığı “Ermeni Sorunu” Sempozyumu”na gazetelerinde yer vermeyen mütareke medyasının tutumu.

Bütün bunların ne anlama geldiğinin takdirini sizlere bırakıyorum.

Misyonerlerin Türkiye’deki çalışmalarına gelmeden önce Endülüs Emevi Devletinde yaptıklarından çok kısa söz etmek istiyorum. Endülüs’te 800 yıl süren İslam uygarlığından sonra misyonerlerin çalışmaları sonucunda camiler kiliseye döndürülmüş, bir tek Müslüman kalmamak koşuluyla ya katledilmiş ya da göçe zorlanmıştır. Öte yandan Gırnata’da Müslümanların elinde bulunan el yazması eserler şehrin en büyük meydanında yakıldı. Yalnızca Kurtuba’da yakılanlar, 1 milyon civarındadır. 1524 yılında çıkarılan bir fermanla İspanya’da kalan henüz Hıristiyanlığa girmemiş olan Müslümanlardan ya Hıristiyan olmaları ya da ülkeyi terk etmeleri istendi.Buna uymayanların köleleştirilecekleri söylendi. Arapça ve  Arap isimleri kullanma, Müslüman kıyafetleri giyilmesi yasaklandı. İspanya’nın her şehrinde, her kasabasında Müslüman aileler teker teker tutuklanarak Cezayir’e gönderilmek üzere gemilere istiflendiler. Bunların çoğu açlıktan, susuzluktan, bitkinlikten yolda öldü. Bu iş için  askeri filolar yetersiz kaldığından özel gemiler kiralandı. Kaptanlar Müslümanları taşımak için kişi başına ücret aldılar. Fakat İspanyol limanlarından uzaklaşıp gözle görünmez olunca onları denize atıp geri dönerek yeni yükleme yapmayı daha karlı buldular. Bleda isimli bir köy papazı, 140 bin Müslüman’ı Afrika’ya götürmek üzere olan gemide 100 bin Müslüman’ın bir defada öldüğünü yazar(Baş, 2000).

Kaynak: Prof. Dr. İbrahim Arslanoğlu

Ne Mutlu Türk doğup, Türk gibi yaşayana...

Saygılarımla.

Çağrıbey
Başlık: Ynt: MİSYONERLİK: HAÇLI BATI'NIN, TÜRKLÜĞE KARŞI, BİN YILLIK SİLAHI!!!
Gönderen: Çağrıbey - 04 Aralık 2007
Misyonerlik  Türkiye ve Türklerle Niçin İlgilenmektedir?

1071 yılında Alpaslan’ın Anadolu’nun kapılarını açması ve İznik başkent olmak üzere Anadolu Selçuklu Devleti’nin kurulmasını Batı hazmedememiş ve 1096-1270 yılları arasında  8 defa haçlı seferi düzenlemişlerdir. Artık Avrupa ile ilişkilerde Hıristiyanlık Batı’nın kendisini savunma ideoloji haline gelmiştir. Ayrıca İstanbul’un fethedilmesi ve Bizans’ın yıkılması Batı’da büyük yankılar uyandırmış ve böylece Türk düşmanlığı bütün Avrupa’ya yayılmıştır(Timur, 1994).

Prof. Bozkurt Güvenç’(1994)e göre Batı’da Müslüman ile Türk, Türk ile İslam eşanlamlı kabul edilir ve Hz. Muhammed’i “Türk” olarak bilinir. Aynı şekilde  Bernad Lewis de  Modern Türkiye’nin Doğuşu adlı kitabında Batı’da, Türk ile Müslüman’ın özdeş kabul edildiğini, yazar.

Hıristiyanlar için Doğu, Tanrı’nın hidayetinden yoksun bir dünyadır(Meriç,1996). Buna göre kiliseye ve Hıristiyanlara düşen görev de dünyadaki Müslümanları ve özellikle Türkleri Tanrı’nın hidayetine erdirmektir.

1699 yılında Sultan II. Mustafa ile Avusturya İmparatoru I. Leopold arasında imzalanan Karlofça Antlaşmasının dili Osmanlıca ve Almanca değil Latince idi. Fransa’da Katolik Kilisesi ayinlerini Latince yapar ve İncilin Dili de Latince’dir(Altındal, 1994).Burada Osmanlı’nın Batı’ya yenilmesinden sonra Batı’nın dinsel dili olan Latince’nin Osmanlı’ya dayatıldığını görüyoruz. Bu, benim dinimin senin dininden üstün olduğunu kabul edeceksin anlamına gelir. İşe tersinden bakarsak  bu, Osmanlı’nın yenmesi durumunda antlaşmanın Kur’an dili olan Arapça ile  yapılması demektir.

Bu olguya bundan 700 yıl önce yaşamış olan tarih filozofu ve sosyolojinin kurucusu İbn Haldun Mukaddime adlı eserinde şöyle açıklamaktadır: “Yenilmiş kavimler, yenmiş kavimlerin din, mezhep, örf, adet, gelenek, giyim ve kuşamlarını alırlar. Çünkü nefis ve kalp kendini yenenlerin üstünlüğüne inanır.

Batı’ya göre ne Anadolu tarihi ne Osmanlı tarihi ve ne de Cumhuriyet tarihi özgündür. Barbar Türkler ve çağdışı Müslümanlık Anadolu’nun özgün uygarlıklarını yok etmiştir(Altındal,1994).

1950’lerde başbakanlık yapmış olan Prof. Dr. Şemsettin Günaltay, 1915 yılında İsviçre’de öğrenci iken “Mekedonya’da Türk Mezalimi” adlı bir panele katıldığını ve konuşmacılardan birisinin aynen şunları söylediğini kaydeder:“Yeryüzünden hilal kalkmadıkça Hıristiyanlık bütün dünyayı yönetimi altına almadıkça insanlık mutlu olamaz. Hıristiyanlık, Arabistan’ın barbar dinini ortadan kaldırmalı, Türkler Altay dağlarının gerisine sürülmelidir”(Küçük, 1996). Aynı şekilde yazar Aytunç Altındal, 1990’larda ABD’de bilimsel bir toplantıya katılır. Avrupa’lı bilim adamlarından birisi, konuşma sırasında şu sözleri söyler: “Türkiye yok edilmesi gereken askeri, siyasi ve ekonomik güçtür”.

Raymond de Lule, “Türkleri kılıçla yenmek mümkün değil o halde İslam felsefesini, Arapça’yı öğrenerek, onların arasına girerek Müslümanlığın gelişmesini durdurmak  zorundayız” diyor(Küçük, 1996).

Kaynak: Prof. Dr. İbrahim Arslanoğlu

Ne Mutlu Türk doğup, Türk gibi yaşayana...

Saygılarımla.

Çağrıbey

Başlık: Ynt: MİSYONERLİK: HAÇLI BATI'NIN, TÜRKLÜĞE KARŞI, BİN YILLIK SİLAHI!!!
Gönderen: Çağrıbey - 04 Aralık 2007
1. İngilizlerin Misyonerlik Faaliyetleri

1806 yılında Osmanlı Devleti’ne gelen İngiliz elçisi Stranford Cannig II. Mahmud’a ve Tanzimat ileri gelenlerine Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılışını önleyecek telkinlerde bulunarak düşüncelerini 4 madde halinde toplamıştır(Atay, 1971):

   1. Osmanlı İmparatorluğu’nun Avrupalılaşması için İslamiyet’ten ayrılması gerekir.
   2. Türkler yenilik yapacak kabiliyette olmadığı için Orta Asya’ya dönmeye mahkumdurlar.
   3. Türkiye’nin tek çıkar yolu, Hıristiyanlık  anlamında medenileşmesidir.
   4. Osmanlı İmparatorluğu için baş muzır İslam dinidir. Bu, Türklerin boşa giden enerjisi üzerinde yatan gerçek bir canavardır.


Son günlerde Batı ülkelerindeki bazı  basın organlarının  Hz. Muhammed’i terörist olarak göstermeleri, Batı’nın yukarıdaki düşüncelerinden en ufak da olsa uzaklaşmadığını göstermektedir.

Prof. Hüseyin Atay’a göre yukarıdaki 4 madde geçmişte Türkiye’yi parçaladı, gelecekte de parçalamaya devam edecektir.  İster istemez Prof. Dr. Hüseyin Atay’ın düşüncelerine hak vermek zorunda kalıyoruz. Çünkü Avrupa Birliğine Uyum adı altında çıkarılan yasalar sonucu Türkiye’de binlerce  kilisenin açıldığı kitle iletişim araçlarında yer almaktadır.
 
İngilizler 19. yüzyılda Sömürgeler Bakanlığını ihdas ederek Suudi Arabistan’da Vahabilik mezhebini kurdurdular(M. Hadimi, 1996). Vahabilik, hem dinsel hem siyasal olarak  Hicaz bölgesinde Osmanlı Devleti’ne bir başkaldırı niteliği taşımaktadır. Vahabi isyanları Osmanlı Devleti’nin bütünlüğünü bozmakla kalmamış aynı zamanda imparatorluğun parçalanmasında katalizör rolü oynamıştır(Vurmay, 2005).

İngilizler, Türklerden bazı satılmış aileler bularak misyonerleri küçüklükten itibaren onların yanında bir Türk çocuğu gibi yetiştirmişler ve bunlardan bazıları cami imamlığı, medrese müderrisliği yapmışlar ve hatta Hariciye Nazırlığına kadar yükselebilmişlerdir. Bunlar arasında  Bektaşi tarikatına girip post sahibi olanlar  bulunmaktadır.

Fransız Elçisi Angelhard’ın aradaki dini engeli kaldırarak İslam toplumunu Hıristiyan toplumuna yaklaştırmak diye anladığı Tanzimat Fermanı ile bir takım misyonerler, Islahat Fermanı’nın verdiği izinden faydalanarak gayretlerini arttırmış, sokakta ve vapurlarda ve Müslümanlık aleyhine olan yazıları ve İncilleri Müslümanlara dağıtmaya başlamışlar ve birkaç Müslüman’ın Protestan olmalarını başarmışlardır. Bunlar İstanbul hanlarında vaaz ederek Müslümanlar aleyhinde açıklamalarda bulunup küfür ve saldırıda bulunacak derecede cüretlerini ileri götürmüşlerdir(Güngör,1999).

Tanzimat Dönemi sadrazamı Mustafa Reşit Paşa, papa ile görüşmüş ve kendisinin Hıristiyan olduğu iddiaları öne sürülmüştür. Bilinen bir şey var ki onun döneminde misyonerlik faaliyetleri artmış misyonerler, İstanbul’da Fincancı Yokuşunda bir kilise kurmuşlardır.Bu kilisede çok sayıda insan Protestanlaştırılarak İslam dininden uzaklaştırılmıştır(Baş, 1996).

1710 yılında İngiliz Sömürgeler Bakanlığı, İstanbul’a ajan olarak gönderdiği casus  Humpher’e bir kitap vermiş ve bu kitapta misyonerlerin ne yapması gerektiği şöyle anlatılmıştır(Baş, 1996):

   1- Sünni ve Şii Müslümanlar arasında birbirine karşı kötümserlik ve kuşku uyandırınız.
   2- Müslümanların cehaletini koruyun ve bilgi edinmelerini önleyin.
   3- Tembelliği teşvik edin ve çalışmalarını engelleyin. Cenneti rengarenk göstererek dünya için çalışmalarını, çaba sarf etmelerine mani olun.
   4- İçki, kumar, fesat ve fuhşu yayın. Domuz eti kullanmayı teşvik edin.
   5- Din bilginleri ile halk arasında karşılıklı saygı ve sevgiyi bozun. Bunu hiçbir İngiliz memuru unutmamalıdır. Bu yolda iki iş yapılmalı
        a) Din bilginlerine iftira etmek,
        b) Din bilginleri arasında sömürgeler bakanlığının memurlarını din alimi kisvesi altında yerleştirin.
   6- Baba oğul arasına nifak sokarak, birbirleriyle çatışmalarını sağlayın.
   7- Müslüman kadınların edepli giyinmelerine engel olun. Ajanlarımız gençleri gayri meşru ilişkilere teşvik etsin, Hıristiyan kadınlar çıplak giyinerek gezsinler ve böylece Müslüman kadınlar onları taklit edeceklerdir.
   8- Müslümanların elinde bulunan Kuran hakkında şüphe uyandırın. İçinde eksik veya fazla bulunan kuranlar basın. Kur’andaki bazı ayetlerin değiştiğini ve Kur’anın eksik olduğunu iddia edin. Ne yazık ki bu inanç, misyonerlerce Anadolu Alevilerinin bazılarına  benimsetilmiştir
   9- İslam ülkelerinde çok sayıda kilise açınız.
  10- İçki, kumar ve fuhşu öyle yaymalıyız ki genç nesil dinden tamamen uzaklaşsın. Devlet adamları, esnaf ve güçlü kişilerin peşine güzel Hıristiyan kadınlarını takmalıyız. Bu güzel yüzlü dilberleri onların toplantılarına sokmalı böylece siyasi ve dini güçlerini kaybetsinler, halk onlara kötü gözle baksın, haklarında kötü düşünsün, İslam dinine duydukları inanç azalsın.
  11- İslam ülkelerinin tarımlarını ve diğer gelir kaynaklarını ortadan kaldırmalıyız,             
  12- Halk arasında esrar ve diğer uyuşturucu madde alışkanlığını arttırmalıyız.
  13-Müslümanlarda ırkçı ve aşırı milliyetçi duyguları  kamçılayın. Onların kendi dil ve kültürlerine sıkı sıkıya bağlı olmalarını engelleyin. Nitekim Almanların Türkiye’deki bazı Türkçü derneklerle Almanya’da faaliyet gösteren Kaplancı gibi dinsel grupları destekledikleri bilinmektedir. Yine Türkiye’de bazı tabelaların İngilizce yazıldığını biliyoruz. Bu da bir çeşit kültür misyonerliği olsa gerektir.

Kaynak: Prof. Dr. İbrahim Arslanoğlu

Ne Mutlu Türk doğup, Türk gibi yaşayana...

Saygılarımla.

Çağrıbey
Başlık: Ynt: MİSYONERLİK: HAÇLI BATI'NIN, TÜRKLÜĞE KARŞI, BİN YILLIK SİLAHI!!!
Gönderen: Çağrıbey - 04 Aralık 2007
2. Yabancı Okulların Misyonerlikle İlişkisi
 
Osmanlı Devletinde Tanzimat döneminde 108’i Abdülhamit döneminde olmak üzere 392 yabancı okul açılmış ve bunlar yabancı dilde eğitim yapmışlardır(Akyüz, 1997).

1914’te Osmanlı Devletinde 600’den fazla Fransız, 500 ABD ve İngiliz okulu, 200 İtalyan, 60 Rus, 25 Alman okulu vardı. Fransızların dinsel ve laik okulları bütün Anadolu’yu sarmış durumdaydı. O dönemde Müslüman ailelerin çocukları bu misyoner okullarından yetişti. Bunlar arasında Hıristiyanlığa dönenler oldu. Halk İzmir’e “Gavur İzmir” demeye başladı(Altındal,1994). Çünkü Osmanlıların son döneminde bugün olduğu gibi yabancılara bina ve toprak satışı serbest olduğu için İzmir’de Hıristiyan sayısı Müslüman sayısını geçmişti.

Batılı devletler, Osmanlı ülkesinde açtıkları misyoner okulları vasıtasıyla Greyoryan mezhebinden olan Ermenileri Protestan mezhebine döndürmek için çalışmalar yapmışlardır. Bu konuda Osmanlı Ermenilerini eğiterek Hınçak ve Taşnak  Örgütlerinin kurulmasını  ve Osmanlı İmparatorluğu’na karşı isyan, baskın ve suikast yapmaları için maddi ve manevi olarak desteklemişlerdir (Özbay,2005). Şimdiki Ermeni sorununu yaratan bunlardır. Bugün hala bunun sıkıntısını çekiyoruz.

Bu okullarda okuyan bazı öğrenciler Hıristiyan olmuşlardır. Bunun üzerine  1924 yılında 40’a yakın İtalyan ve Fransız okulu kapatılmıştır. Yine Bursa Amerikan Kız Koleji, Hıristiyanlık propagandası yapıldığı gerekçesi ile 1928 yılında bizzat Atatürk tarafından kapatılmıştır(Sezer,1994).

Osmanlılar Yeniçeri Ocağına Hıristiyan çocuklarını alıyor, bunları eğitip Müslüman yaptıktan sonra tekrar Batı’ya atalarına karşı savaştırıyorlardı. İşte Batılılar da Misyonerlik faaliyetleri ile  bağlantılı olan yabancı okullarla bu misyonu yerine getirmeye çalışmışlardır. Nitekim Ermeni taraftarı toplantının Boğaziçi Üniversitesi gibi yabancı dille eğitim yapan bir devlet kurumunda yapılmak istenmesi tesadüfi olmasa gerektir. Ayrıca bu toplantıya katılanların neredeyse tamamına yakını yabancı dille eğitim yapan misyoner okullarından yetişmişlerdir. Ayrıca Türkiye’nin Batılar tarafından 2000 ve 2001 yıllarında ekonomik krize sokulmasının öncesindeki 3 başbakanın(Yılmaz, Çiller, Ecevit) da yabancı okul(Alman Lisesi ve Robert Kolej) mezunu olması acaba rastlantısal mıdır? bilmiyorum. Ben şahsen kötü niyetli olabileceklerini düşünmek istemem fakat aldıkları yabancı eğitim ve kültür  dolayısıyla en azından kafalarının karışık ve Türkiye’nin gerçeklerinden habersiz olabilecekleri aklıma geliyor.

Kaynak: Prof. Dr. İbrahim Arslanoğlu

Ne Mutlu Türk doğup, Türk gibi yaşayana...

Saygılarımla.

Çağrıbey
Başlık: Ynt: MİSYONERLİK: HAÇLI BATI'NIN, TÜRKLÜĞE KARŞI, BİN YILLIK SİLAHI!!!
Gönderen: Çağrıbey - 04 Aralık 2007
3. Fener Rum Patrikhanesinin Misyonerlik Çalışmaları

Trabzon’da 20-28 Eylül 1997 tarihleri arasında Fener Rum Patrikhanesi tarafından “Din-Bilim ve Çevre” konulu sempozyum düzenlenmiştir. Sempozyum komitesinin dağıttığı haritalarda Karadeniz Pontus Gölü olarak gösterilmekte, başta Doğu Karadeniz olmak üzere Karadeniz’deki yerleşim birimlerinin isimleri Rumca yazılmış ve Trabzon ise Trapezus olarak adlandırılmıştır (Baş, 2000).

Trabzon’a gelen  Yunan gemisinin adı Venizelos olup içinde yüzlerce papaz ve yerli işadamımızla birlikte Fener Rum Patriği Barthelemeos bulunmaktadır. Karadeniz sahilini tamamen Yunanistan toprağı olarak gösteren haritayı bizzat Patrik kendi elleri ile dağıtmıştır(Baş, 2000).

Son yıllarda Türkiye’ye gelen Batı’lı devlet başkanları Patrikhaneyi ziyaret etmeyi bir gelenek haline getirmişlerdir. Bunlar arasında Almanya Cumhurbaşkanı Yuhannes Rau, ABD başkanı Bill Clinton da bulunmaktadır (Baş, 2000).

Bundan bir iki sene önce Amerikan Elçisi Erich Edelman’ın  devleti adına bir  resepsiyon vermek istediğinde bastırdığı davetiyede İstanbul Rum Patrikliği’ni Ekümenlik olarak gösterdi. Türkiye Cumhuriyeti yetkilileri bu sebeple resmi görevlilerin bu resepsiyona katılmamalarını istedi. Bunun üzerine Edelman, “Canı isteyen gelir, canı istemeyen gelmez” gibi  küstahça bir açıklama yaptı.

Kaynak: Prof. Dr. İbrahim Arslanoğlu

Ne Mutlu Türk doğup, Türk gibi yaşayana...

Saygılarımla.

Çağrıbey
Başlık: Ynt: MİSYONERLİK: HAÇLI BATI'NIN, TÜRKLÜĞE KARŞI, BİN YILLIK SİLAHI!!!
Gönderen: Çağrıbey - 04 Aralık 2007
4. Katolik Kilisesinin Misyonerlik Çalışmaları

Katolik Kilisesi Ortaçağlarda çok sayıda haçlı seferi düzenlediği gibi Müslümanlığın önderi olarak kabul ettiği Türkleri yok etmek için Türk vergisi de toplamaya başlamıştır. Tuz vergisi diye anılan bu vergi, ekmek ve tuz gibi zorunlu ihtiyaçları gidermek için alış veriş yapıldığında bile alınmıştır. Bu da Batılılardaki Türk düşmanlığının korkunçluğunun boyutlarını bize anlatmaktadır.

1962-1965 yılları arasında yapılan II. Vatikan Konsilinin kararları arasında diyalog yer alıyor.  II. Vatikan Konsilinin kararında şöyle deniliyor: “ Kilise, misyonerlerini göndermeye devam edecektir. Yeryüzünde her taraf Hıristiyan olmadıkça bu görev sona ermeyecektir" (Küçük, 1996)

Katolik Kilisesi, Türkiye ve Avrupa’da İslamiyet’i araştırmak için 1978 yılında SRI diye bilinen “İslami İlişkiler Dairesi”ni kurmuştur(Altındal, 1994). Prof. Dr. Mehmet Kaplan(1960)’a göre Avrupa’da İslamiyet ve Türkoloji alanındaki çalışmaların sayısı, Türkiye’deki ve İslam dünyasındakinden fazladır. Oysa Batı ülkelerinde yüksek lisans ve doktora yapan Türk ve İslam Dünyası öğrencilerinin Hıristiyanlık üzerine tez yapmalarına dahi izin verilmemektedir(Yıldız, 1974).

Vatikan ve Kiliseler Birliği Örgütü Lideri ve Dinlerarası Diyalog Komitesi Üyesi  Louis Massignon misyonerler zirvesinde şu konuşmayı yapmıştır(Özfatura, 2003): “ Müslümanların her şeyini bozduk ve mahvettik. Onların milli ve manevi değerlerini Batı medeniyeti potasında eriterek kendimize benzettik. İslamiyet’ten uzaklaştırdık, İslamiyet’i öğrenmeyi, yaşamayı, Kur’an öğrenmeyi suç ve gericilik olarak göstermeyi başardık. Artık çoğu hiçbir şeye inanmıyor. Son yıllarda Müslüman görünen bazı ilahiyatçılara 14. asırlık dinlerini itikatlarını, ibadetlerini tartışır hale getirdik. Derin bir boşluğa düşürdük. Bundan sonra siz misyonerlerin işi daha da kolaylaştı. Maaş bağlayarak, vize vaadi, yurt dışında iş imkanı hatta cinselliği kullanarak Müslümanları Hıristiyan yapınız.” Nitekim bununla ilgili olarak  televole ilahiyatçılarının “horozdan kurban kesmek, cinsel ilişki ile oruç açmak” gibi Anadolu İslam anlayışı ile bağdaşmayacak konuları mütareke medyasında dile getirdiklerini biliyoruz.
 
Kendisi Lübnanlı  Hıristiyan Arap bilim adamı olan ve ABD’de yıllarca öğretim üyeliği yaptıktan sonra 2003 yılında vefat eden Edward Sait de misyoner Massignon’un konuşmasını “Kültür ve Emperyalizm” adlı eserinin giriş kısmına almıştır. Bunun Hıristiyan bir bilim adamı tarafından da dile getirilmiş olması inandırıcı olması açısından önemlidir.

Ayrıca 24 Aralık 1999’da Papa II. Paule bin yıl hedefini vermek üzere bir “milenyum mesajı” yayınlayarak şunları söyledi:
Birinci bin yılda Avrupa Hıristiyanlaştı. İkinci bin yılda  Amerika ve Afrika Hıristiyanlaştı. Üçüncü bin yılda hedefimiz Asya’dır"(Demir, 2005).

Kardinal Achilli Silvestrini, Abdullah Öcalan’a siyasi sığınma hakkı tanınması gerektiğini açıkladı. Vatikan’da Doğu Kiliselerinden sorumlu Kardinal, “ Kendi bağımsızlığı için mücadele veren herkese siyasal sığınma hakkı tanınmalıdır” dedi. Kardinal, Kürt sorununun yalnızca Türkiye ile İtalya arasında bir sorun olmayıp Avrupa’yı ilgilendiren uluslar arası bir konu olduğunu vurguladı (Baş, 2000).

Öcalan, Papa’ya bir mektup yazarak şunları söylemiştir: “Aziz Peder, Hıristiyanlığa çok yakınım. Sizin şahsınıza ve dininize duyduğum saygı benim savaşımın ve düşüncelerimin merkezindedir” (Baş, 1996)..

Katoliklerin “La Documantation Catholic” adlı resmi yayın organında Türkiye topraklarının gerçekte Hıristiyan, Arap ve Kürtler ait olduğu dile getirildi(Baş, 2000). Demek ki Katolik Kilisesine göre, Anadolu herkesin ülkesi fakat Türklerin ülkesi değil.

Papalığın Doğu Kiliseleri Birliği Komisyonu Başkanı Achille Silvestrine bir açıklama yaparak “ Vatikan’nın PKK’yı ve onun başını desteklediğini” açıkladı (Baş,1996)

Kaynak: Prof. Dr. İbrahim Arslanoğlu

Ne Mutlu Türk doğup, Türk gibi yaşayana...

Saygılarımla.

Çağrıbey
Başlık: Ynt: MİSYONERLİK: HAÇLI BATI'NIN, TÜRKLÜĞE KARŞI, BİN YILLIK SİLAHI!!!
Gönderen: Çağrıbey - 04 Aralık 2007
5. ABD’nin Misyonerlik Çalışmaları

Amerikan misyonerlerinin 1880 tarihli  raporlarında “misyoner faaliyetleri için Türkiye, Asya’nın anahtarıdır” denilmektedir(Küçük, 1996).

Öte yandan ABD’li  askeri stratejist Barry Rubin,  İslam’ın yükselen sesinin komünizme karşı yürütülecek strateji için kullanmanın yolları araştırmalıdır, demiştir(Başkaya, 1991). Soğuk savaş döneminde ABD’nin stratejisi yeşil kuşak projesi olmuştur. Bu proje gereğince ABD Türkiye’de İmam-Hatip liselerinin kasabalara kadar yayılmasını sağlamıştır. 1990’lardan sonra Sovyet blokunun çökmesinden sonra artık bu okullara ihtiyaç kalmadığı için ve hatta Batı kendisine yeni bir düşman arayıp da bunu İslam olarak tayin ettikten sonra 1998 yılında İmam-Hatip Liselerini sayıları bıçakla keser gibi azaltılmıştır. Bunun kanıtı, 1994 yılında yapılan  NATO toplantısında dönemin İngiliz Başbakanı Teacher’ın, “Sovyetler çöktü, bize bir düşman lazım, bundan sonraki düşmanımız İslam’dır”, demesidir. Türk delegesinin itirazı üzerine de “Bizim düşmanımız kökten dinci Müslümanlardır” diye tevil etmek istemiş fakat inandırıcı olamamıştır. Ayrıca ABD Başkanı Bush, ABD’nin Irak’ı işgal edeceği günlerde yaptığı bir konuşma sırasında “Haçlı seferleri başlamıştır demiştir. ABD’de yaşayan İslam topluluklarının tepkisini çekmemek için bundan sonra katıldığı bazı toplantılara Müslüman  imamları da götürmeye başlamıştır.

ABD Dışişleri Bakanlığı’nın Dinsel Özgürlük Raporu,  Türkiye’de İslam dışı bütün dinlere özgürlük verilmesini destekliyor. Bu rapora göre Türkiye’de yaklaşık 1110 misyonerin, Hıristiyanlığı yaymak için çalıştığı fakat  bunun engellediği söz konusu edilmekte ve bütün engellerin kaldırılması istenmektedir(Özkan,2005). Fakat ilginçtir, bundan birkaç ay önce Brüksel’de “Kültürlererası Diyalog Toplantısı” yapılır. Bu toplantıda konuşan Türk Yahudi Hahamı ve Ermeni Patriği Türkiye’de kendilerine dinsel herhangi bir baskı yapılmadığını söylemişlerdir. Yalnız Ermeni Patriği sadece vakıf mallarının kullanılması ile ilgili bir sorun olduğunu onun da görüşmeler yoluyla çözümlenebileceğini ifade etmiştir.

2003 kasım ayında bir ABD’li general ülkesindeki bir kiliseyi ziyaret edip bir açıklama yaparak şunları söyledi: “Müslümanlar, putperesttir.”  Daha sonra ABD’li yetkililer bu onun kendi görüşüdür, diye bir açıklama yaptılar.

Yeniçağ Gazetesi yazarlarından Osman Tığraklı(2005) şunları yazıyor: “ABD yönetimi Türkiye’yi uyararak Cuma hutbelerinde camilerde okunan “Hiç şüphesiz hak din İslam’dır”  ayetinin okunmamasını istemiştir.” Yine AB Daimi Komiseri Kretschmer, “Hak din İslam diyemezsiniz, İslam’ın en son ve en olgunlaşmış bir din olduğunu söyleyemezsiniz” demiştir(Sevinç, 2006).

 Sorbon Üniversitesinde felsefe doktorası yapan ve halen  Kahire Üniversitesinde Felsefe Bölüm Başkanı olan Hasan Hanefi(2004)’ye göre “ABD, hayattan elini eteğini çekmiş Amerikancı bir İslam istiyor.” Yazar İlhan Selçuk, Cumhuriyetteki bir yazısında şunları yazar: “ABD’nin anlayışına göre ılıman İslam olmak gerekir. Bir insan gerçek ve samimi bir Müslüman olursa o zaman kökten dincidir ve ABD için tehlikelidir.”   

Amerikan News Week dergisi 1993 Şubat ilk haftasında yayımlanan sayısında “İslamcı militanları ABD, İsrail ve Arap ülkelerinin desteklediğini ortaya çıkardı. Şimdi de “korkuyorlar” yorumunu yaptı. Hamas’ın ABD’den yönetildiğini, örgüt militanlarının Arap ve ABD’den emir ve  para aldıklarını ve İsrail’in de İslamcı gruplarla eskiden beri ilişki içinde olduğunu belirtti.

Türkiye’de de 1925 Şeyh Sait ayaklanması İngilizlerin kışkırtması ile gerçekleşmiştir. Ayrıca Bazı dinsel grupların Avrupa ülkeleri ve ABD tarafından  desteklendiğini Türkiye’de pek çok kişi bilmektedir. 

Yazar Arslan Bulut(27.4.2005)’a göre ABD yetkilileri özellikle Ilıman İslam adı altında Türkiye’de İslamiyet’i Protestanlaştırmak istemektedir. Nitekim ABD Büyükelçisi Adelman “21. yüzyılda ABD’nin en büyük girişimi, İslam’da reform stratejisidir” demiştir. Bunun Cuma namazını pazara almak, kadınlara imamlık yaptırmak gibi örneklerini ABD’deki Müslümanlar arasında sergilemeye başladılar. Yine 2005 yılı içinde “Amerikan Board” adlı Amerikan Misyoner Örgütü üyesi olan ve aralarında AKP’li Cüneyd Zapsu’nun karısının da bulunduğu bir grubun, İstanbul’da bir camide, Anadolu İslam anlayışına aykırı olarak kadınla erkek yan yana ve başı açık namaz kıldıkları basında yer aldı.

Kaynak: Prof. Dr. İbrahim Arslanoğlu

Ne Mutlu Türk doğup, Türk gibi yaşayana...

Saygılarımla.

Çağrıbey

Başlık: Ynt: MİSYONERLİK: HAÇLI BATI'NIN, TÜRKLÜĞE KARŞI, BİN YILLIK SİLAHI!!!
Gönderen: Çağrıbey - 04 Aralık 2007
6-Dinlerarası Diyalog
(Bu konuya aşağıki bölümlerde daha detaylı olarak yer verilecektir.)

Türkiye’de bazı dinsel gruplar ve hatta Türkiye’deki bazı İlahiyat Fakülteleri öğretim üyeleri de diyalog içinde yer almaktadırlar. Türkiye’de diyalogculuğun öncüsü, Fethullah Hoca diye anılan Fethullah Gülendir.Gülen Cemaatı, Abant Toplantılarını düzenlemektedirler. Bunu kimlerle ve nasıl yaptıklarını biraz sonra göreceğiz.

Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim üyesi  Prof. Dr. Suat Yıldırım, Kur’anı açıklamak için İncil’i referans gösteren bir kitap yazmıştır. Adı geçen öğretim üyesi yazılarını Gülen cemaatının yayın organı olan Zaman Gazetesinde yazmaktadır. Bir defa Kur’anın açıklanması için İncil’e ihtiyaç olmadığını, Müslümanlık hakkında biracık bilgiye sahip ve inancı bütün olan buluğ çağına ermiş  her Türk çocuğu bunu bilir ve kabul ederken bu İlahiyat hocası acaba ne yapmak istemektedir?
Bir diğer ilahiyatçı emekli öğretim üyesi Prof. Dr. Beyza Bilgin, TRI’deki bir programda cami ile kilise ile arasında diyalog yaptığını söylemiştir. Yüzyıllarca Türkiye’de Müslüman ve Hıristiyanlar bir arada dostluk içinde yaşamaktadırlar. Arada bir sorun yokken, emekli ilahiyat profesörünün cami ile kilise arasında diyalog yapmaya çalışması, eskilerin deyimiyle biraz abesle iştigal değil midir?  Böyle değilse bu hocanın amacı nedir?
Eğer diyalog ülke dışında yaşayan papazlarla ve kiliselerle yapılacak ise, diyalogun olabilmesi için diyalog kuracağınız kişi, grup veya kurumların sizin varlığınızı  kabul etmeleri gerekir.Müslümanlar, inançları gereği Hz. İsa’yı peygamber olarak kabul ederlerken Hıristiyanlar, Müslümanlığı bir din olarak bile tanımamaktadırlar. Örneğin meşhur filozof Hegel, İslamiyet’i yeni bir din değil de doğrudan doğruya Yahudiliğin bir devamı olarak görür. Onun bu görüşlerinde Hıristiyanlığın etkisi vardır(İzzetbegoviç,?). Yine meşhur sosyolog Weber, sosyologun çalışmalarında kendisini değer yargılarından kurtarması gerektiğini söylerken, kendisi buna uymayarak İslam dinini bir çöl dini olarak değerlendirmektedir(Freyer, 1968).

Şu halde sizin varlığını reddedenlerle nasıl diyalog kuracaksınız? Hıristiyanlar, aslında diyalog adı altında monolog istemekte, kısacası “ben konuşayım sen dinle, sen dininden vazgeç, benim dinimi benimse” demek istemektedirler.

Zaten Kur’an’da da Hz. Muhammet’e hitaben bir ayette de şöyle denilmektedir:  “Dinlerine uymadıkça Yahudiler ve Hıristiyanlar asla senden razı olmayacaklardır”(Bakara: 120).
Diğer bir ayette “Yahudiler ve Hıristiyanlar Müslümanlara, “Yahudi ve Hıristiyan olunuz ki doğru yolu bulasınız” dediler”(Bakara: 135). Bugünkü Hıristiyanlar da  aynı şeyleri söylemiyorlar mı ve bu maksatla Türkiye’de kiliseler açıp misyonerlik yapmıyorlar mı?

Prof. Dr. Haydar Baş(1996)’a göre Dinlerarası Diyalogla ilgili olarak 1998-1999’da yapılan Abant toplantılarına her ne kadar tıkanma noktasındaki Türkiye’nin önünün açılması şeklinde bir amaç konmuşsa da, alınan kararlar İslam dinin akli yorumlarla yeniden ele alınması ve diğer dinler karşısında yeni bir pozisyona sokulması şeklinde ortaya çıkmıştır.
Abant Toplantılarından bir diğeri 19-20 Nisan 2004 tarihinde Amerika’nın John Hopkins Üniversitesinde Başkan Bush’un himaye ve desteğinde yapıldı. Bu toplantının onur konuğu Fethullan Gülen’di. Yazar Ruşen Çakır 2004)’a göre ABD Dışişleri Bakanı da Toplantıya Çağrıldı. Toplantıya Çağrılan Bazı İsimler: Siyasetçiler ve Diplomatlar: Dışişleri Bakanı Abdullah Gül(Şimdi Cunhurbaşkanı!), ABD Dışişleri Bakanı Colin Powell, Adalet Bakanı Cemil Çiçek, Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik, Devlet Bakanları Mehmet Aydın ve Ali Babacan, ABD Savunma Bakan Yardımcısı Paul Wolfowitz, ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Marc Grossman, Diyanet İşleri Başkanı Ali Bardakoğlu, Washington Büyükelçisi Faruk Loğoğlu, Temsilciler Meclisi üyesi Robert Wexler, CHP Milletvekili Kemal Derviş, emekli büyükelçiler Morton Abramowitz, Gündüz Aktan, Nelson Ledsky, David Mack, Mark Parris, Özdem Sanberk. Öğretim Üyeleri: Fouad Ajami, John Esposito, John Voli, Augustus Richard Norton, Henri Barkey, Dale Eickelman, Cornell Fleischer, Hussain Haqqani, Mete Tuncay, Sabri Sayarı, İlber Ortaylı, Mithat Melen, Süleyman Seyfi Öğün. Araştırmacılar ve Gazeteciler: Graham Fuller, Bülent Alirıza, Ali Bulaç, Cengiz Çandar, Fehmi Koru, Alan Makovsky, Cüneyt Ülsever, Ruşen Çakır, Şahin Alpay, Zeyno Baran

Bu toplantıya İstanbul Fener Rum Patriği Bartholomeos(2004)’da bir mesaj göndererek şunları söylemiştir: “..Atatürk’ün çağdaş medeniyet düzeyine ulaştırma düşüncesi çok etkileyicidir. Türkiye’de  Hıristiyan, Müslüman ve Musevi  hoşgörü ve diyalog atmosferinde bir arada yaşamaktadır. Fethullah Gülen 10 yıldan fazladır, kendisine inananları, İslam ve bütün diğer dinler  arasında diyalogun gerekliliği konusunda eğitmiştir.
Bugüne kadar Fener Rum Patriği Bartelemeos, içeride ve dışarıda Türkiye’nin lehine hangi faaliyette bulunmuştur? bilen varsa söylesin, öğrenelim. Bartelemeos, Trabzon’da Karadeniz’i Yunanistan’da gösteren haritalar dağıtacak kadar cüret sahibidir. Acaba bu Fethullah Gülen aşkı, nereden kaynaklanmaktadır?

Aynı yıl Brüksel’de yapılan diğer Abant toplantısına katılanlar : Nilüfer Göle, Ahmet İnsel, Eser Karakaş, İlkay Sunar, İlter Turan, Mithat Melen, Niyazi Öktem, Kenan Gürsoy, Mehmet Altan, M. Ali Kılıçbay, Bekir Karlığa, Işıl Karakaş, Doğu Ergil, Ş. Ali Tekalan, Ömer Çaha, Ziya Öniş, Emin Köktaş; Dışişleri Bakanlığı’ndan Büyükelçi Murat Bilhan, emekli büyükelçi Gündüz Aktan; medya dünyasından Nazlı Ilıcak, Cengiz Çandar, Gülay Göktürk, Ali Bulaç, Fehmi Koru, Cüneyt Ülsever, Oral Çalışlar, Amberin Zaman, Hırant Dink, Murat Keskin, Erhan Başyurt, Güler Kömürcü; iş dünyasından İhsan Kalkavan, Ayhan Bermek, Rızanur Meral, Mehmet Demir, Tevfik Yamantürk, Eşref Ünsal, Mustafa Çıkrıkçıoğlu, Mustafa Günay, İlhan İşbilen. Toplantının onur konukları; Mehmet Sağlam, Ali Müfit Gürtuna, Lütfullah Kayalar. Organizasyonu yapan Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı Başkanı Harun Tokak ve yardımcıları Cemal Uşşak, Faruk Tuncer, E. Tufan Aytav, Salih Yaylacı ile İsmail Konuk(Gülerce, 2004).

Brüksel’deki Abant Toplantısı Avrupa Parlamentosu binasında yapılmıştır. Toplantıda  konuşma yapanlar arasında ilginç isimler var. Katolik Prof. Rik Torfs, Avrupa Parlamentosu Enformasyon Bürosu Direktörü P. Thomas, Yunan Ortodoks Kilisesi Fransız Metropolitanı E. Adamakis, Türk Ermeni Ortodoks Patrikhanesi temsilcisi S. Mashalian, Ermeni soykırımı yapıldığını açıkça savunan Eser Karakaş, Almanya Protestan Kiliseleri Birliği Brüksel Temsilcisi Sabina Zanthier, Firenze Üniversitesi’nden Katolik Prof. Margiotta Broglio, Fener Rum Ortodoks Patrikliğini temsilen Fransa Metropoliti Emmanuel Adamakis....Toplantıya bir mesaj gönderen, Fethullah Gülen, “Atatürk’ün gösterdiği muasır medeniyet hedefinin Avrupa Birliği vesilesiyle yeni bir noktaya geldiğini” söyledi(Bayraktar, 2004). Burada bir yoruma ihtiyaç yok diye düşünüyorum. Çünkü bu toplantıda kimlerle kimlerin bir araya geldiğini gördüğümüzde her şey  ortaya çıkmış olmaktadır.

Kaynak: Prof. Dr. İbrahim Arslanoğlu

Ne Mutlu Türk doğup, Türk gibi yaşayana...

Saygılarımla.

Çağrıbey

Başlık: Ynt: MİSYONERLİK: HAÇLI BATI'NIN, TÜRKLÜĞE KARŞI, BİN YILLIK SİLAHI!!!
Gönderen: Çağrıbey - 04 Aralık 2007
9. Abant Toplantısı Katılımcı Listesi (2005)

Dokuzuncusu bu yıl Erzurum'da düzenlenen Abant Platformu toplantısının seçkin katılımcıları şöyle sıralanıyordu:

 1.   A. Nuri Yurdusev, Prof. Dr.
 2.   Abdulkuddus Bingöl, Prof. Dr.
 3.   Ahmet İnam, Prof. Dr.
 4.   Ali Bulaç, Gazeteci-Yazar
 5.   Ali Erbaş, Prof. Dr.
 6.   Ali Murat Yel, Yrd. Doç. Dr.
 7.   Ali Osman Gündoğan, Prof. Dr.
 8.   Alpaslan Açıkgenç, Prof. Dr.
 9.   Asri Çubukçu, Prof. Dr.
10.   Bekir Karlıağa, Prof. Dr.
11.   Belkıs Gürsoy, Prof. Dr.
12.   Beşir Gözübenli, Prof. Dr.
13.   Bülent Aras, Doç. Dr.
14.   Elisabeth Özdalga, Prof. Dr.
15.   Emre Aköz, Gazeteci-Yazar
16.   Erol Battal
17.   Gülcan Bostancı
18.   Hakan Poyraz, Prof. Dr.
19.   Halil Cin, Prof. Dr.
20.   Hamza Aktan, Prof. Dr.
21.   Hasan Seçen, Prof. Dr.
22.   Hasan Tahsin Fendoğlu, Prof. Dr.
23.   İbrahim Canan, Prof. Dr.
24.   İbrahim Hakkı Aydın, Dr.
25.   İbrahim Özdemir, Prof. Dr.
26.   İlyas Üzüm, Dr. İSAM
27.   İsmail Doğan, Prof. Dr.
28.   İsmail Hakkı Aydın, Prof. Dr.
29.   Kenan Gürsoy, Prof. Dr.
30.   Korkut Tuna, Prof. Dr.
31.   Lütfullah Cebeci, Prof. DR.
32.   M. Ali Kılıçbay, Prof. Dr.
33.   Mahmut Erol Kılıç, Prof. Dr.
34.   Mahmut Tezcan, Prof. Dr.
35.   Mehmet Gündem
36.   Metin Bonsak, Dr.
37.   Muhammet Akar, Av.
38.   Mustafa Armağan
39.   Mustafa Yıldırım, Prof. Dr.
40.   Müberra Balcı, Öğr. Gör.
41.   Naci Bostancı, Prof. Dr.
42.   Naci Okçu, Prof. Dr.
43.   Nazlı Ilıcak
44.   Necdet Sakaoğlu, Prof. Dr.
45.   Necdet Subaşı, Yard. Doç. Dr.
46.   Necmettin Tozlu, Prof. Dr.
47.   Nşet Toku, Doç. Dr.
48.   Nil Sarı, Prof. Dr.
49.   Niyazi Öktem, Prof. Dr.
50.   Osman Senemoğlu, Prof. Dr.
51.   Ömer Şenol Dane, Prof. Dr.
52.   Recep Öztürk, Prof. Dr.
53.   Sadık Kılıç, Prof. Dr.
54.   Sadri Şen, Prof. Dr.
55.   Said Başer, Yard. Doç. Dr.
56.   Sırrı Akbaba, Prof. Dr.
57.   Sıtkı Aras, Prof. Dr.
58.   Sinan Yapıcı, Prof. Dr.
59.   Suat Yıldırım, Prof. Dr.
60.   Tahsin Görgün, Doç. Dr.
61.   Yasin Aktay, Doç. Dr.

Kaynak: Prof. Dr. İbrahim Arslanoğlu

Ne Mutlu Türk doğup, Türk gibi yaşayana...

Saygılarımla.

Çağrıbey


Başlık: Ynt: MİSYONERLİK: HAÇLI BATI'NIN, TÜRKLÜĞE KARŞI, BİN YILLIK SİLAHI!!!
Gönderen: Çağrıbey - 04 Aralık 2007
10. Abant Toplantısı (Paris) Katılımcı Listesi: Türkiye (2006)

10. Abant Toplantısı Paris'te toplanmasına rağmen Türkiye'den katılım oldukça fazlaydı. Toplantıya Türkiye'den katılan katılımcıların isimleri ve ünvanları ile birlikte halen görev yapmakta oldukları kurumları aşağıda alfabetik sıralı olarak bulacaksınız.

KATILIMCI LİSTESİ(Abant Platformu, 11 Nisan 2006)

 1.   Ahmet İnsel, Prof. Dr., Galatarasay Üniversitesi / Birikim Yayınları
 2.   Ahmet Sever, Başbakan Danışmanı / TRT
 3.   Ali Bayramoğlu, Gazeteci - Yazar, Yeni Şafak
 4.   Ali Bulaç, Gazeteci - Yazar, Zaman Gazetesi
 5.   Ali Erbaş, Prof. Dr., Sakarya Üniversitesi
 6.   Ali Yasar Sarıbay, Prof. Dr., Uludağ Üniversitesi
 7.   Alper Tan, Kanal A
 8.   Ariane Bonzon, Fransız Arte Televizyonu
 9.   Asaf Savaş Akat, Prof. Dr., Bilgi Üniversitesi
10.   Ayhan Kaya, Doç. Dr., Bilgi Üniversitesi
11.   Ayşe Kadıoğlu, Doç. Dr., Sabancı Üniversitesi
12.   Ayşe Sucu, Diyanet Vakfı Kadın Kolları Başkanı
13.   Ayşe Nur Arslan, Kanal D
14.   Bekir Karlığa, Prof. Dr., Marmara Üniversitesi
15.   Binnaz Toprak, Prof. Dr., Boğaziçi Üniversitesi
16.   Bülent Keneş, Bugün Gazetesi
17.   Cemal Uşak, Kültürlerarası Diyalog Platformu Genel Sekreteri
18.   Cemal Taşar, Milli Eğitim Bakanlığı
19.   Cengiz Çandar, Bugün Gazetesi
20.   Erkam Tufan Aytav, Diyalog Avrasya Platformu Genel Sekreteri
21.   Eser Karakaş, Prof. Dr., Bahçeşehir Üniversitesi/ Referans Gazetesi
22.   Etyen Mahçupyan, Gazeteci - Yazar, Zaman Gazetesi
23.   Faruk Tuncer, Dr., Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı
24.   Fehmi Koru, Gazeteci - Yazar, Yeni Şafak Gazetesi
25.   Ferda Keskin, Yrd. Doç. Dr., Bilgi Üniversitesi
26.   Ferhat Kentel, Yrd. Doç. Dr., Bilgi Üniversitesi
27.   Fuat Keyman, Prof. Dr., Koç Üniversitesi
28.   Füsun Üstel, Prof. Dr., Marmara Üniversitesi
29.   Gül Turan, Prof. Dr., Koç Üniversitesi
30.   Hadi Özışık, Gazeteci - Yazar, İnternet Haber
31.   Harun Tokak, Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı Başkanı
32.   Hasan Bülent Kahraman, Doç. Dr., Princeton Üniversitesi / Sabancı Üniversitesi
33.   Hasan Yavuz, Başbakan Danışmanı / Marc Bloch Üniversitesi
34.   Hırant Dink, Gazeteci - Yazar, Agos Gazetesi
35.   Hüseyin Gülerce, Gazeteci - Yazar, Zaman Gazetesi
36.   Işıl Karakaş, Prof. Dr., Galatasaray Üniversitesi
37.   İlker Taş, NTV
38.   Kenan Gürsoy, Prof. Dr., Galatasaray Üniversitesi
39.   Mehmet Ali Kılıçbay, Dr., Araştırmacı / Yazar
40.   Mahmut Akdoğan, Dr.
41.   Mahmut Övür, Gazeteci - Yazar, Sabah Gazetesi
42.   Mehtap Altınok, Kanal 1
43.   Mehmet Sağlam, Prof. Dr., Başbakanlık Kamu Etik Kurulu Başkanı/ Milli Eğitim eski Bakanı
44.   Mehmet Altan, Prof. Dr., İstanbul Üniversitesi
45.   Mehmet Gündem, Gazeteci - Yazar, Milliyet Gazetesi
46.   Mete Çubukçu, NTV Haber Müdürü
47.   Mithat Melen, Prof. Dr., İstanbul Üniversitesi
48.   Mustafa Akyol, Gazeteci - Yazar, Referans Gazetesi
49.   Mustafa Kirazlı, Zaman Gazetesi
50.   Mustafa Özgül, Milli Eğitim Bakanlığı
51.   Muzaffer Şahin, Anadolu Ajans Ankara Temsilcisi
52.   Mümtazer Türköne, Prof. Dr., Gazi Üniversitesi
53.   Nazlı Ilıcak, Gazeteci - Yazar, Bugün Gazetesi
54.   Nazmiye Yılmaz, Kanal 7
55.   Nilüfer Göle, Prof. Dr., I’EHESS Sosyal Bilimler Yüksek Okulu
56.   Niyazi Öktem, Prof. Dr., Bilgi Üniversitesi / Abant Paris Toplantısı Koordinatörü
57.   Orhan Güvenen, Prof. Dr., Bilkent Üniversitesi / Paris Pantheon Üniversitesi/ UNESCO Türkiye Temsilcisi
58.   Ömer Faruk Harman, Prof. Dr., Diyanet İşleri Başkanlığı- Paris Ateşesi
59.   Sabri Çelebioğlu, Kanal 7
60.   Salih Yaylacı, Abant Platformu Genel Sekreteri
61.   Sami Selçuk, Doç. Dr., Yargıtay Onursal Başkanı
62.   Sefa Kaplan, Hürriyet Gazetesi
63.   Selçuk Tepeli, Gazeteci - Yazar, Aktüel
64.   Selçuk Gültaşlı, Zaman Gazetesi Brüksel Temsilcisi
65.   Serap Atan, TÜSİAD Fransa Temsilcisi
66.   Serdar Okay, Kanal 7
67.   Suna Vidinli, Doğan Medya Grubu Dış İlişkiler Koordinatörü
68.   Süleyman Seyfi Öğün, Prof. Dr., Uludağ Üniversitesi
69.   Şerif Ali Tekalan, Prof. Dr., Fatih Üniversitesi
70.   Tülin Bumin, Prof. Dr., Galatasaray Üniversitesi
71.   Ümit Kardaş, Emekli Hakim Albay
72.   Yavuz Oğan, CNN TÜRK Ankara Temsilcisi
73.   Yusuf Kaplan, Gazeteci - Yazar, Yeni Şafak Gazetesi
74.   Zafer Ali Yavan, TUSIAD Ankara Temsilcisi
75.   Zafer Özcan, Gazeteci - Yazar, Zaman Gazetesi
76.   Zafer Toprak, Prof. Dr., Boğaziçi Üniversitesi
77.   Zeynel Lüle, Hürriyet Gazetesi Brüksel Temsilcisi

Kaynak: Prof. Dr. İbrahim Arslanoğlu

Ne Mutlu Türk doğup, Türk gibi yaşayana...

Saygılarımla.

Çağrıbey


Başlık: Ynt: MİSYONERLİK: HAÇLI BATI'NIN, TÜRKLÜĞE KARŞI, BİN YILLIK SİLAHI!!!
Gönderen: Çağrıbey - 04 Aralık 2007
Yazar Arslan Bulut, 25.10.2005 tarihinde Yeniçağ Gazetesinde özet olarak bu konuda   şunları yazar:“1997 yılında Türkiye’nin ekonomik, kültürel ve askeri bağımsızlığının zayıflatıldığını görerek Türk aydınlarına farklılıkları bir kenara bırakarak Atilla İlhan’la “Devrimci-Türkçü” diyalogunu başlattık. Bu hareketi kontrol altına almak isteyen iç ve dış güçler oldu. Hareketin bir merkezi olmadığı için kimi kontrol edeceğini bilemediler ve başarısız oldular. Bunu, sonunda Fethullah Gülen’e ihale ettiler. Fethullah Gülen ABD’den bu konuda şunları söyledi: “Ölseler bile bir araya gelemeyecek olanlar “ulusal cephe adı altında yapay bir dalga oluşturdular. Bu kemiksiz, kimliksiz ve hedefsiz bir dalga, ama bunlar aşılacaktır.” Ulusal dalgaya karşı çıkanlar, neredeyse dünyanın bütün papazları, hahamları, patrik ve zangoçları ile İstanbul, Vatikan ve ABD’de dinlerarası diyalogu kuran Fethullah Gülendir. Fethullah Gülen Roma’da papa tarafından kabul edildiğinde “Dinlerarası diyalog için papa misyonunun bir parçası olarak burada bulunuyorum” dedi.

Türkiye’de ulusalcı hareketlerin Türkiye için zararlı olduğunu iddia eden Fethullah Gülen, eğer vatansever ise ABD’ye kaçmak yerine  Türkiye’de kalıp hapse girerek davasının arkasında durması gerekmez miydi? Fethullah Gülen gerçek anlamda iyi niyetini gösterebilmesi için kanımca şu üç sorunun cevabını vermesi gerekir:

1-Fethullah Gülen eğer suçsuzsa niçin ABD’ye kaçmış ve kendisine 130 dönümlük arazide bir köşk verilmiştir? Oysa ABD’nin çıkarlarına uymayan ve onlarla birlikte çalışmayan Rum asıllı Cath Stevens(Yusuf İslam) ABD’ye turistik seyahat yapmak istediğinde ülkeye girişine bile izin verilmemiştir.

2- Dünya’nın çeşitli ülkelerinde açılan Fethullah Gülen okullarında eğitim dili neden Türkçe değil de İngilizce’dir. Bu bir çeşit kültür misyonerliği değil midir? Ayrıca basında  bu okullarda yeşil pasaportlu ABD’den maaş alan  ajanlarının görev yaptıkları iddia edilmektedir. Eğer bu haber doğru ise ABD., Saddamı Kuveyt’ten çıkarmak için yaptığı I. Körfez Savaşının masrafını bile Arap ülkelerine ödetirken bu ajanların maaşlarını Türklüğe hizmet olsun diye mi ödemektedir?

3- Cemaatin düzenlediği “Abant Toplantı”larına katılan bazı isimler(Oral Çalışlar, Hırant Dink ) aynı zamanda bundan 2005 yılında Bilgi Üniversitesi’nde toplanan “Ermeni soykırım toplantısına da katılmıştır. Bunlardan Hırant Dink Türklüğe hakaretten 6 ay hapis cezası almıştır. Bunlarla Fethullah Gülen ve cemaati arasındaki ortak nokta nedir?


Ayrıca Fethullah Gülen’in ikinci adamı durumundaki Nurettin Veren, ABD’ye giderek kendisinin Türkiye’ye dönmesini ve ABD çıkarlarına hizmet etmemesini söylediği için tekme tokat dövülerek köşkten kovulduğunu iddia etmektedir. Yine onun iddiasına göre Nurettin Veren’in eşi cemaatin zorlamasıyla kendisinden boşanmış ve kendisini terk eden çocuklarına Gülen Cemaatı maaş bağlamıştır. Veren’in Ulusal kanalda öne sürdüğü bu iddiaları bugüne kadar yalanlanmamıştır. O halde sükut ikrardan sayılmaz mı?

Üzücü  olan bir diğer konu da başta  Eski Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel olmak üzere Ecevit, Çiller, Türkeş, Recai Kutan, Muhsin Yazıcıoğlu gibi Türkiye’de başbakanlık, başbakan yardımcılığı, bakanlık ve parti liderliği yapmış kişiler de zaman zaman Fethullah Gülen ile görüşmüşler ve hakkında övücü sözler söylemişlerdir. Cumhuriyet yazarlarından Hikmet Çetinkaya Cumhuriyet Gazetesindeki bir yazısında CHP içinde bile Fethullahçı milletvekillerinin olduğunu iddia etmiştir. Yukarıda adı geçen şahsiyetlerden Türkeş vefat etmiştir. Yaşayanlar acaba bugün Fethullah Gülen hakkında ne düşünmektedirler? merak ediyorum.

Kaynak: Prof. Dr. İbrahim Arslanoğlu

Ne Mutlu Türk doğup, Türk gibi yaşayana...

Saygılarımla.

Çağrıbey


Başlık: Ynt: MİSYONERLİK: HAÇLI BATI'NIN, TÜRKLÜĞE KARŞI, BİN YILLIK SİLAHI!!!
Gönderen: Çağrıbey - 04 Aralık 2007
6-Türkiye’de Misyonerliğin Ulaştığı Boyutlar

ATO’nun Rapora göre misyonerlikle ilgili  İstanbul’da 126 kilise, 4 dergi, 1 kafe, 36 dernek, 7 gazete, 12 Internet sitesi, 1 müze, 1 otel, 6 radyo, 6 şirket, 44 vakıf ve 2 yayınevi bulunuyor.  İzmir’de ise misyoner faaliyetleri ile ilgili olarak toplam 8 cemaat veya topluluk bulunmaktadır.

Yine aynı rapora göre Türkiye’de Hıristiyan cemaati sayısının 50-55 bin olarak  tahmin edilmekte 3000 den fazla kilise çok sayıda kitabevi ı kütüphane, 6 dergi, onlarca vakıf. Yayınevleri, 5 radyo, çok sayıda manastır, 2 kafe,  1 acenta ı mahfil, 7 şirket  1otel, 1 tercüme bürosu 7 gazete 1 tarihi eser, 2 müze 4 harebe  1 kale onlarca dernek bulunduğu kaydedildi. Bu çalışmaların sonucu olarak, Batıkent Protestan Kilisesi’nde 37 öğrenci Hıristiyan yapıldı. Bundan başka Gazi Üniversitesi’nde 138 kişi, Hacettepe Üniversitesi’nden 6 kişi, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden 245 kişi, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nden 97 kişi din değiştirerek Hıristiyan olmuşlardır.

Yazar şair Atilla İlhan 1.12.2004 tarihli Cumhuriyet gazetesinde bir yazısında  misyonerlerin Türkiye’de ulaştıkları hedefleri şöyle  anlatmaktadır: “Ülkemizde misyoner cemaatlerinin sayısı 55 bin. Misyonerlik faaliyetlerini yürütenlerin büyük kısmı ABD, İngiltere, Yeni Zelanda, Avusturya, Almanya, İsveç, Romanya ve Güney Kore uyruklu kişilerdir. Misyoner faaliyetlerinin yoğunlaştığı illerin başında ise İstanbul, Ankara, Trabzon, Antalya, Adana, Hatay, Bursa Samsun ve Edirne gelmektedir. Kapadokya’da 2002’de yapılan toplantıda 1970 yılında Türkiye’de sadece 4 kişi Protestan iken bu sayı 2002 yılında 6000’e ulaşmıştır. Ayrıca bu sayının her yıl ikiye katlanması için her ilde kilise, her evde bir İncil ve her yerleşim biriminde bir önder ve bir topluluk sloganlarının benimsenmesi kararı alındı. Türkiye’de misyonerlik faaliyetini yürütenler 2004 yılında Alanya’da bir toplantı düzenlediler. Bu toplantının en çarpıcı noktalarından birisi “Türkiye’de hedefe adım adım yaklaşıldığı söylenirken, Doğu ve Güneydoğu bölgelerinde çalışmaların hızlandırılması gerektiği kararı alındı. Önünüzdeki dönemde Erzurum, Eskişehir, Malatya ve Çanakkale  hedef il olarak seçilirken Gaziantep, Kayseri ve Adana’da bazı kesimlerde misyonerlik faaliyetlerinin yoğunlaştırılmasına karar verildi.

Bir çeşit sömürgecilik olan misyonerliğin bu kadar yol almasında hiç şüphesiz AB’ye uyum yasalarının büyük rolü olmuştur. Ulus devleti tasfiye etmek amacı taşıyan Batı, bu yasaları Türkiye’ye karşı bir psikolojik savaş aracı  olarak kullanmaktadır.

Bana göre Türkiye’de bir de kültür misyonerliği söz konusudur. Türkiye’de bazı işyeri ve dükkan tabelaları ile gerek resmi ve gerekse özel bürokraside görev yapan kişilerin kartvizitleri İngilizce yazılmaktadır. Bu düpedüz sömürgeciliğin gönüllü kabulü olmalıdır. Acaba bunun örneğine bizim dışımızda hangi ülkede rastlanmaktadır? Avrupa’da böyle bir şey düşünülemez. Nitekim AB İşadamları Topluluğu Başkanı olan Fransız, İngilizce konuştuğu için  protesto etmek amacıyla Fransız Cumhurbaşkanı Jack Chirac toplantıyı terk etmiştir.

Prof. Manisalı(2004), “Bıçak Sırtında Cumhuriyet” adlı kitabında  misyonerlik hakkında şunları yazar: “Türkiye gibi Müslüman bir ülkede gazete ve televizyon haberlerinde kiliseler, papazlar ve hatta rahibeler ön plana çıkar. Sadece İngiliz papazları değil diğerleri de. Kısacası Müslüman mahallesinde salyangoz satışı artar.


Prof. Manisalı’nın bu açıklamaları bize  bir kanalda yer alan “Yabancı Damat” dizisini ve yine basında yer alan bir bayan mankenin bir Yunan vatandaşı ile evlenmek için Ortodoks Hıristiyan olduğunu hatırlatmaktadır. “Yabancı Damat” dizisinin Yunanistan tarafından finanse edildiği iddia edilmektedir. Bu konuların medyada günlerce yer alması bana göre bir çeşit misyonerlik olup  teşvik amacı taşımaktadır. Bu bir defa Türk geleneklerine aykırıdır. Çünkü bugüne kadar genellikle Hıristiyanlardan kız alınır fakat kız verilmezdi. Oysa, çokuluslu şirketlerin kanalları ile  mütareke basını, ısrarla bunun tersini işlemektedir. Özel kanalların çoğunluğunun görevi bu olduğu için bunda yadırganacak bir durum yoktur. Fakat devletin televizyonu olan TRT-1 ve TRT-INT Ramazan ayında “İftara Doğru” programlarından birisini, İspanya’da yaşayan ve bir Katolik Hıristiyan’la evlenen bir Türk kızının evinden yaparak, bunu sanki Türk geleneklerine ve İslam inançlarına uygun bir durummuş gibi takdim etmekle acaba neye hizmet etmektedir? Ayrıca İftara doğru programında yabancı birisine özellikle İngilizce ilahi söyletilmesi de bir çeşit kültürel misyonerlik  değil midir?

Misyonerlik faaliyetlerinin  İlahiyat Fakülteleri’ne kadar uzandığı görülmektedir. Şöyle ki, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde görev yapan bir profesör daha yardımcı doçentken  Redhouse Ansiklopedisinden gelen teklif üzerine yüklüce bir para karşılığı İslam ve tasavvuf üzerine bir çalışma hazırladı. Daha sonra ABD’de Moon Tarikatı’nın merkezinde bir yıl kaldı. Yine 1999 yılında  Türkiye’deki İlahiyat Fakültelerinden birisinde bir doktora öğrencisi “Hadisler Metinle mi, Lafızla mı Gelmişlerdir?” konulu bir doktora tezi hazırladı. Bu çalışma için Amerika’da bulunan “Oryantalist İslam Araştırmaları Enstitüsü”nden yüklü bir para desteği almıştır. Bu çalışmada amaç hadisleri reddetmektir. Aynı fakülteden iki öğrenci daha bu merkezden aldıkları  maddi destekle Oryantalistlerin iddialarını destekleyen çalışmalarını sürdürmektedirler(Baş, 1996).

Bu konu ile ilgili olarak kısaca son günlerde moda olan medyatik ilahiyatçılardan da kısaca söz edelim. Bunların bir kısmı İslam’ın temel kaynaklarından ikincisi olan hadisleri inkar ettikleri görülmektedir. Ayrıca “Horozdan kurban kesilmesi, cinsel ilişki ile oruç bozulması” gibi akla, mantığa ve bugüne kadar Anadolu İslam anlayışına uygun olmayan düşünceleri dile getirmekte ve mütareke medyası bunu, toplumun inancını rencide etmek bağlamında  zevkle ve alaycı bir tavırla ele almaktadır. Ayrıca medyatik ilahiyatçılardan birisi Moon tarikatı ile ilişkisi olduğunu bir programda itiraf etti. Yine büyük partilerden birisinin genel başkanının Moon tarikatı ile ilişkisi olduğunu eski genel sekreteri basına açıkladı.
 
Bazıları misyoner faaliyetlerini önemsiz buluyorlar. Oysa  saldırgan Evangelist misyonerler, bizim gibi sivil giyinip öğretmen, işadamı, öğrenci, tüccar, barış gönüllüsü, turist kimliğiyle yapacaklarını yapıyorlar. Para ile daire kiralayıp apartman kiliseleri kuruyorlar. Birkaç yıldan beri içinde hiçbir Hıristiyan vatandaşın yaşamadığı şehirlerde kilise binaları yapıldı, kuleleri var, çanlar çalıyor, Pazar ayinleri yapıyorlar. Diyarbakır’daki kilisede çalgılar çalınıyor, ilahiler okunuyor(Eygi,2005),

Gerçekten bazı kişiler, misyonerliği masum dinsel bir faaliyet sanıp “birkaç kişi Hıristiyan olsa ne olur, bunda korkulacak ne var?“ anlamında sözler söylemektedirler. Bunlardan birisi de Sayın Devlet bakanı Mehmet Aydın’dır. İktidarın yayın organı olan Yeni Şafak Gazetesi yazarlarından Akif Emre(2005),bile Türkiye’deki misyonerlik faaliyetlerinden oldukça rahatsız olmuş olmalı ki, bu konuda şunları yazmıştır: “Türkiye’de Kürtler ve Aleviler üzerinde misyonerlerin ilgisi artmıştır. Türkiye’de kendi kültüründen kopuk Batıcı seçkinlerin yetiştiği okulların neredeyse tamamı Türkiye’deki misyoner okullarıdır. Devlet Bakanı Mehmet Aydın, misyonerlik konusunu ne kadar hafife aldığını şu açıklaması göstermektedir:“Misyonerler Cumhuriyetin ilk yıllarında ülkemizde yoğun faaliyet gösterdiler. Son günlerde faaliyetlerinin arttığı görülüyor. Herkesin kendi dinini yayma ve anlatma özgürlüğü vardır. Buna engel olamazsınız.

Gerçi  İslamiyet’te misyonerlik yoktur, sadece tebliğ vardır. Hz. Muhammed, İslam dinini sadece anlatmıştır, inanıp inanmamayı kişinin kendisine bırakmıştır. Çünkü İslam dininde “dinde zorlama yoktur.”  Fakat Biz de Sayın Bakan Mehmet Aydın’a şunu soruyoruz: “Türkiye’den özel bir grup, Avrupa’da İslamiyet’i yaymak amacıyla bir örgüt oluşturup bunu iş edinse ve Paris, Berlin ve Londra gibi Batı kentlerinde İslamiyet’i yayma propagandası yapmaya başlasa, acaba Batılılar buna seyirci mi kalır yoksa engel mi olmaya çalışırlar. Ben şahsen bir hukuksal kılıf bulup engelleyeceklerini düşünüyorum. Çünkü İslam’a davet etme şöyle dursun Avrupa’da öğrenim gören Türk dünyası ve İslam  dünyası öğrencilerinin Hıristiyanlık üzerine lisanüstü tez yapmalarına bile izin verilmemektedir. Ayrıca Avrupa’daki camilerde, İslam’a davet amacı taşıyor diye  hopörlörle dışarıya ezan okunması bile yasaktır. Bunu 2003 yılı yazında Almanya’ya yaptığımız seyahatte bizzat şahit olduk. Oysa onlar Türkiye’de kurdukları kiliselerde çanlarını açıkça çalabilmektedirler.

Kaynak: Prof. Dr. İbrahim Arslanoğlu

Ne Mutlu Türk doğup, Türk gibi yaşayana...

Saygılarımla.

Çağrıbey


Başlık: Ynt: MİSYONERLİK: HAÇLI BATI'NIN, TÜRKLÜĞE KARŞI, BİN YILLIK SİLAHI!!!
Gönderen: Çağrıbey - 04 Aralık 2007
SONUÇ

Özet olarak misyonerlik, sadece dinsel bir faaliyet değil kültürel, siyasal ve ekonomik boyutları olan bir emperyalizmdir.

Misyonerliğin kültürel boyutu, ulusal dilin ve dolayısıyla kültürlerin eğitim öğretim yaşamından çıkarılarak yerine küresel dil safsatası ile yabancı dilin  konulmasıdır. Nitekim ülkemizde devlet kendi eliyle Türkçe yerine İngilizce eğitim yapan(Prof. Dr. Oktay Sinanoğlu’nun ifadesi ile misyoner okullarını) Anadolu liselerini  açmıştır. Öte yandan İngilizce eğitim yapan Ortadoğu, Boğaziçi üniversitesi yanında bir çok üniversitelerde İngilizce Tıp, İngilizce iktisat gibi bölüm ve fakülteler açmıştır. Özel üniversitelerin çoğu zaten İngilizce eğitim yapmaktadır.  Bu gidişle Türkçe bilim dili olmaktan çıkacak ve yerini İngilizce alacaktır. Bu gidişe  mutlaka dur demek gerekmektedir.

Misyonerliğin siyasal boyutu: Ulus devletlerin ortadan kaldırılarak küresel dünya imparatorluğunun kurulmasıdır. Nitekim çok uluslu şirketler, İstanbul başkent olmak üzere bir dünya devleti kurma projesi üzerinde çalışmaktadırlar.

Misyonerliğin ekonomik boyutu: Küreselleşme,  kapitalizmin yeni ve vahşi bir versiyonudur. Kapitalizmin temeli de  Protestanlıktır. Çünkü Protestanlıktaki rasyonel olma, tutumlu olma ve dünyevi işe dini ve ahlaki değer verme gibi prensipler günlük sosyal ve ekonomik hayata uygulanınca kapitalizm doğmuştur. Bu bağlamda ulusal ekonomilerin özelleştirme adı altında çökertilerek çok uluslu şirketlerin dünyanın kaynaklarına el koymaya başladıklarını görüyoruz.

Bir insan bireysel olarak dinsiz olabilir bu saygıyla karşılanmalıdır. Türkiye’de hem dinliler hem de dinsizler, eğer vatansever iseler karşılıklı olarak birbirlerinin inançlarına karşılıklı olarak  saygı göstermek zorundadırlar. Ancak kasıtlı olarak  veya bilmeyerek Türk halkının inancına saldıranlar, farkında olmasalar da misyonerliğe hizmet etmiş olurlar.Çünkü Türk halkının inancında  meydana gelebilecek bir inanç boşluğunu doldurulmasını Hıristiyan misyonerleri sabırsızlıkla beklemektedirler. Çünkü din inancı, toplum için doğal bir gereksinimdir. Bu sebeple  Eski Sovyetlerde din yasaklandığı için Rus köylülerinden bazıları putlara tapmaya başlamıştır.

Bugün Türkiye’de din konusunda iki  sorunla karşı karşıya olduğumuzu düşünüyorum. Bunlardan birincisi dinin istismar edilip kişisel çıkarlara alet edilmesi, diğeri ise hala Türk halkının kimliğinin bir unsuru olması dolayısıyla Müslümanlığın, Batı kültür emperyalizminin hedefi haline gelmiş olmasıdır. Bununla ilgili olarak medyadaki yerli işbirlikçiler, din istismarını bahane ederek, halkın inancına saldırmakta veya onunla alay etmektedirler. Ne yazık ki Batı emperyalizmi bu konuda hayli başarı sağlamıştır. Çünkü dinsel gruplardan bazılarını devletin dinsizliğine inandırarak onları emperyalizmin kucağına itmiştir. Bugün AB ve Amerikan mandacıları ile bazı dinsel grupların Türkiye’nin aleyhinde olan konularda işbirliği yaptıkları görülmektedir.

Aytunç Altındal(1994)’a göre Atatürk, 1925’te  tekke ve zaviyeleri kapatırken misyoner yuvalarını elimine etmiş ve bu okulların sayısını bugünkü durumuna indirmiş ve böylece gizli Hıristiyanlık propagandasının yapılmasını engellemiştir.T.C., laiklik sayesinde Batı’nın yoğun dinsel saldırısından kendisini kurtarabilmiş ve Anadolu’nun Hıristiyanlaştırılması engellenmiştir. T.C. 1920’den beri laikliği kullanmamış olsaydı bugün %99’u Müslüman bir ülkeden söz edemezdik.

Bugün Batı, Türkiye üzerindeki bu dinsel baskıyı, Fener Rum Patrikhanesinin ekümenliği, Heybeliada Ruhban Okulu’nun açılması ve Anadolu’da yoğun misyonerlik faaliyetleri ile sürdürmektedir.

Görüldüğü gibi Hıristiyan misyonerleri, ülkede yaratılan manevi boşluktan yararlanarak  faaliyetlerini yoğun bir şekilde yürüterek büyük başarılar sağlamışlardır. Bazıları “ne olacak sanki  bir grup insan da varsın Hıristiyan olsun, kime ne zararı var” diye düşünebilirler ve bu düşünce, görünüşte hepimize akla uygun da gelebilir. Fakat bir süre sonra Hıristiyan olanların sayıları milyonlarla ifade edilmeye başladığında Batılılar, Türkiye’de Müslüman-Hıristiyan çatışmasını başlatacaklardır. Kişisel olarak benim bundan hiç kuşkum yoktur.

Ayrıca Türkiye’nin önünde işsizlik, sağlık, eğitim, savunma, güvenlik, AB ve ABD ile ilişkiler gibi çok ciddi sorunlar dağ gibi dururken, dıştan güdümlü mütareke medyası, başörtüsü, imam-hatip gibi yapay gündemler yaratarak bunların kamuoyunda sürekli tartışılmasını sağlamaktadırlar. Toplum olarak bilinçlenip bu oyunlara gelmemek ve gerçek sorunlarımız üzerinde kafa yorarak bunların çözümünü sağlayarak gelişmiş güçlü bir ülke olmak zorundayız. Aksi halde İstanbul’un işgali sırasında Bizans halkının "meleklerin cinsiyet"ini tartıştıkları gibi incir çekirdeğini doldurmayacak konularla enerjimizi boşa harcayarak emperyalizmin sistemli saldırısı karşısında yok olmak tehlikesi ile karşı karşıya kalabiliriz.

Kaynak: Prof. Dr. İbrahim Arslanoğlu

Ne Mutlu Türk doğup, Türk gibi yaşayana...

Saygılarımla.

Çağrıbey


Başlık: Ynt: MİSYONERLİK: HAÇLI BATI'NIN, TÜRKLÜĞE KARŞI, BİN YILLIK SİLAHI!!!
Gönderen: Çağrıbey - 04 Aralık 2007
Prof. Dr. İbrahim Arslanoğlu'nun yukarıdaki yazısının KAYNAKÇASI

Prof. Dr. İbrahim Arslanoğlu  http://w3.gazi.edu.tr/~iarslan/misyonerlik.doc
Akyüz, Yahya. Türk Eğitim Tarihi, İstanbul, Kültür Üniversitesi Yayını, 1997.
Altundal, Aytunç. Laiklik: Enigmaya Dönüşen Paradigma, İstanbul, Anahtar Kitaplar,1994.
Atay, Hüseyin. Memleketimizde İlim ve Din Anlayışı Üzerine, A.Ü. İ. F. Dergisi,
     XVII,1971,91
Ankara Ticaret Odası. Misyonerlik Raporu, 2003.
Aydın, Mehmet. “ Misyonerlik Faaliyetleri ve Türkiye”, Türkiye’de Misyonerlik
     Faaliyetleri”, Ankara, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, 1996.
Aydın, Mahmut. Çağdaş Misyonerlik Faaliyetleri ve Türkiye’de Misyonerlik Faaliyetleri, Kaktüs Yayınları, 2002.
Baş, Haydar İle AKP Hakkında Görüşme. Görüşen: Haber Merkezi, Cumhuriyet Gazetesi,
     2.7.2004.
__________  Dini ve Milli Bütünlüğümüze Yönelik Tehditler, İstanbul, İcmal Yayınları, 2000.
Bartholomeos, …..” Türkiye Müslüman Değerler ve Laik Değerler Arasında Uyum Sağlayan
     Eşsiz Bir Örnek”, Zaman Gazetesi, 21.4.2004.
Başkaya, Fikret. Paradigmanın İflası, İstanbul, Doz Yayınları, 1991.
Bayraktar, Muharrem. “Abant’tan Brüksele-2”, Yeni Mesaj Gazetesi, 07.12.2004.
Bulut, Arslan. “Dinlerarası Diyalog, Ilımlı İslam ve BOP”, Yeniçağ Gazetesi, 27.04.2005.
___________  “Sınıksız Misyoner”, Yeniçağ Gazetesi, 25.10.2005.   
Çakır, Ruşen. “Abant toplantıları ABD'ye taşınıyor”, Vatan Gazetesi, 19.03.2004
Demir, Hasan. “Türkiye’yi Hıristiyan Yapamadan Öldü”, Yeniçağ Gazetesi, 7.4.2005.
Dönmezer, Sulhi. İstanbul, İ.İ.T.İ.A., Nihat Sayar Vakfı Yayını, 1978.
Emre, Akif. “ Türkiye’de Her Misyoner Eşit Olabilir mi?” Yenişafak Gazetesi, 11.1.2005.
Gündüz, Şinasi. Misyonerlik ve Hıristiyan Misyonerleri, İstanbul, Kaktüs Yayınları, 2002.   
Lewis, Bernard. Modern Türkiye’nin Doğuşu, Çev: Metin Kıratlı, Ankara, T.T.K. Yayını,
                       1984.
Gülerce, Hüseyin. “Abant Brüksel”, Zaman Gazetesi, 09.12.2004.
Güngör, Erol. “Türk Milli Karakterinin Kaynakları”, Töre Dergisi, 6(42),11.74,16
___________ Türkiye’de Misyonerlik Faaliyetleri, İstanbul, Ötüken Yayınevi, 1999.
Güvenç, Bozkurt. Türk Kimliği, Ankara, Kültür Bakanlığı, 1994.
Hasan Hanefi ile İslam Dünyası Hakkında Görüşme. Görüşen: Turan Kışlakçı, Yenişafak
     Gazetesi, 6.12.2004.
İbn Haldun, Mukaddime, Çev: Halil Kendir, Ankara, Yenişafak Gazetesi Yayınları,2004.
İlhan, Atilla. “Hıristiyanlığı Seçmek, Emperyalizmi Seçmektir.”, Cumhuriyet Gazetesi,
     27.9.2004.
__________ “Hal-i Pür-Mela’imiz”, Cumhuriyet Gazetesi, 1.12.2004.
İzzetbegoviç, Aliya. Doğu-Batı Arasında İslam, Nehir Yayınları, İstanbul, 2003.
Kaplan, Mehmet. “Şark-Garp Medeniyeti Karşısında Türkiye” Türk Yurdu, 11(281),2.60,12.
Küçük, Abdurrahman. “Misyonerlik ve Türkiye”, Türkiye’de Misyonerlik Faaliyetleri”,
     Ankara, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, 1996.
Meriç, Cemil. Bir Dünyanın Eşiğinde Bütün Eserleri 4, İstanbul, İletişim Yayınlar, 1996.
Muhammed Hadimi, Ali Bin Emrullah. İslam Ahlakı, İstanbul, Hakikat Yayıncılık Sanayi
     LTD. Şirketi, 1996.
Özbay, Turgut ile “Atatürk Çizgisi” Konulu Görüşme. Görüşen: Metin Genç, Ekin Radyo, 30.09.2005.
Özfatura, M. Necati. “Misyonerlerin İtirafı” Türkiye Gazetesi, 26.11.2003.
Özkan, Abdulkadir. “Hıristiyanlaşın Diyorlar”, Milli Gazete, 11.11.2005.
     Türkiye’de Misyonerlik  Faaliyetleri”, Ankara, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, 1996.
Sezer, Ayten. Atatürk Döneminde Yabancı Okullar 1933-1938 (Yayımlanmamış Doktora Tezi), Ankara, H.Ü. Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü, 1994.
Sezer, Baykan. Toplum Farklılaşması ve Din Olayı, İstanbul, İ.Ü. Edeb. Fak. Yayını, 1981.
Sevinç, Necdet. “Yeni Bir Din Teklifi”, Tercüman Gazetesi, 28.02.2006.
Tığraklı, Osman. “Oldu Olacak Hutbeyi de ABD Yazsın”, Yeniçağ Gazetesi, 10.6.2005.
Timur, Taner. Osmanlı Toplum Düzeni, Ankara, İmge Yayınları, 1994.
Vurmay, H. Miray. “İslam’ın En Katı Yorumu: Vehhabilik”, Cumhuriyet Strateji Eki,
     12.10.2005.
Yıldız, Sakıp. “Giriş”, Tevrat, İncil ve Kur’an, Yazan: Jacques Jomiers, İstanbul, Hareket
     Yayınları, 1974.

Kaynak: Prof. Dr. İbrahim Arslanoğlu

Ne Mutlu Türk doğup, Türk gibi yaşayana...

Saygılarımla.

Çağrıbey


Başlık: Ynt: MİSYONERLİK: HAÇLI BATI'NIN, TÜRKLÜĞE KARŞI, BİN YILLIK SİLAHI!!!
Gönderen: Mete Saltuk - 04 Aralık 2007
Değerli Çağrıbey Kardeşim;

Yapmış olduğunuz çalışma ve vermiş olduğunuz bilgiler için teşekkür ediyorum.


Prof. Bozkurt Güvenç’(1994)e göre Batı’da Müslüman ile Türk, Türk ile İslam eşanlamlı kabul edilir ve Hz. Muhammed’i “Türk” olarak bilinir. Aynı şekilde  Bernad Lewis de  Modern Türkiye’nin Doğuşu adlı kitabında Batı’da, Türk ile Müslüman’ın özdeş kabul edildiğini, yazar.


(Farklı dinlere mensup kardeşlerimizin beni yanlış anlamamaları dileğimle. Çünkü bu asil ırkın üzerine bu kadar gelmelerinin başlıca sebeplerinden biri de bu dinin gelişmesinde baş rol oynamasıdır kanımca)

Yukarıda vermiş olduğunuz bilgiyi keşke, otağımıza girerek bize yeniden islamiyeti öğretmeye çalışan, otağımızdaki laik yapıyı anlayamayan kişiler dikkatlice okusa. Yalnızca onlarla sınırlı kalmayıp, keşke, müslümanlığı savunuyorum diye, aslında tam tersi istikamete yönelen, dinini sömürenlere aşk ile bağlanan, uyanıyorum diye aslında koma haline girenler de okuyup anlayabilse. Anlayabilse ki; yeryüzünde Türk olmadığı zaman onlara bu dini yaşayabilecekleri fırsat verilmeyeceğini görebilseler. Saygılarımla
Başlık: Ynt: MİSYONERLİK: HAÇLI BATI'NIN, TÜRKLÜĞE KARŞI, BİN YILLIK SİLAHI!!!
Gönderen: topuz - 05 Aralık 2007
Çağrıbey'in yaptığı değerli çalışma takdire değerdir...

Tabii bu çalışmada kafama takılan bir noktaya da değinmek istiyorum:

 

Misyonerlik nedir?

Avrupa’yı titreten Türk komutanı Atilla’nın torunları önce kültürlerini kaybetmiş daha sonra da Hıristiyanlaşarak Batı toplumları içinde eriyip gitmişlerdir. Ne acıdır ki Türkler, Çin’de Çinlileşmiş, İran’da Farslılaşmış, Arabistan’da Araplaşmış kısacası hangi toplum içine girerse orada benliğini kaybedip yok olup gitmişlerdir. Demek ki Türklerde kimliklerini koruyamama gibi bir zaaf  söz konusudur.

Çağrıbey



Hayır!.. İşte buna katılamam; Türkler'de kimliklerini koruyamama gibi bir zaaf söz konusu değildir. Eğer böyle olsaydı, bin yıllık araplaşma siyasetine karşın Türkler, hâlâ ayakta duruyor olabilirler miydi? Atilla'nın torunlarının avrupada islavlaşması, farsta farslılaşmak gibi hususlar doğrudur. fakat bu durum, o bölgeye giden Türkler'in sayısal olarak küçük bir azınlıkta kalmalarından kaynaklanmaktadır. Eğer bu gün dünya üzerinde yüz milyonlarca Türk varsa, bu durum Türkler'in benliklerini korumada, ne kadar başarılı olduğunun bir göstergesidir sadece...
Başlık: Ynt: MİSYONERLİK: HAÇLI BATI'NIN, TÜRKLÜĞE KARŞI, BİN YILLIK SİLAHI!!!
Gönderen: TiginNoyan - 05 Aralık 2007
Paylaşımlarını için sağolun kandaşım.

Hristiyan misyonerler örneğin Çin ve Kore'de de kendi dinlerini yayarak taraftar toplamaktadırlar. 2002'de Güney Kore'nin %45'i Hristiyan olmuş idi. Aradan geçen beş yılda durum nasıl oldu bilmiyorum.

Yalnız şu görüşe katılamayacağım: Hristiyan olan herkesin kendi benliğinden kopması. Macaristan'daki Kumanlar (Kıpçaklar) ve Eski Boğdan'daki (bugünkü Romanya'nın Moldavya bölgesi ile Moldova) Gagauzlar Hristiyan olmalarına karşılık kökenlerini ve kültürlerini unutmamışlardır; her ne kadar Macaristan Kumanları artık dillerini de unutmuş olsalar da ne olduklarının bilincindedirler; Gagauzlar ise dillerini de korumuşlardır. Litvanya, Polonya ve Finlandiya'da yaşayan Tatarlar dillerini unuttukları halde dinleri sâyesinde kimliklerini korumuşlardır ve bugün dillerini yeniden öğrenmeye çalışmaktadırlar. Ama gelin görün ki Afganistan'daki Kalaç (Halac) Türkleri Müslüman oldukları halde dillerini unutup Peştunlaşmışlar ve Türk olduklarını unutmuşlardır.

Bu ne anlama geliyor? Genelleme yapmamalıyız ;)
Başlık: Ynt: MİSYONERLİK: HAÇLI BATI'NIN, TÜRKLÜĞE KARŞI, BİN YILLIK SİLAHI!!!
Gönderen: Çağrıbey - 05 Aralık 2007
Atatürk`ün bakışıyla Türkiye`de misyonerlik..!

Araştırmacı Gazeteci – Yazar Hasan Taşkın, Karadeniz bölgesinde meydana gelen Rahip cinayeti ve yaralama olaylarıyla gündeme oturmasını değerlendirdi.
Önce Trabzon’da işlenen rahip cinayeti ve ardından Samsun’da meydana gelen bir Rahib’e yapılan saldırı olayını Vakıf Rize Dergisi’ne yorumlayan Taşkın, olayların arkasına ışık tuttu.

‘’İstihbarat Raporlarına Göre, İsrail’in Gap Senaryosu, Şu Derin Devlet ve Kıskaç’’ isimli kitaplarla gündem oluşturan Rize Vakfı üyesi Gazeteci-Yazar Hasan Taşkın, Vakıf Rize Dergisi aracılığı ile Karadeniz’de oynanmak istenen oyuna dikkat çekiyor.

Misyonerliğin, tarihin hiçbir döneminde tek başına bir din meselesi olmadığını belirten Taşkın, ‘’Misyonerlik hep siyasi bir mesele oldu. Tarih boyunca sömürgeleştirmeyle iç içe yürüdü. Arkasında emperyalist devletlerin istihbarat örgütlerinden çokuluslu şirketlere kadar Batı`nın savaş aygıtları var.’’ Şeklinde misyonerliği yorumladı.

‘’Sanıldığının aksine özellikle Protestan misyoner hareketi, Hıristiyanlaştırarak "yeni azınlıklar" yaratmaya değil, Batı`ya bağlı Hıristiyan "Türkler", "bütün vatandaşlık haklarına sahip Protestan vatandaşlar" yaratmaya çalışıyor.’’ Diyor Taşkın ve ‘’Yoğun bir Hıristiyan ve Hıristiyanlaşmış nüfus oluşturma çabası var. Yerli misyonerlerin (Türk olduklarını, Türkiye vatandaşı) olduklarını sık sık vurgulamaları hem bir siyaseti, hem bir stratejiyi açığa vuruyor.’’ Şeklinde sözlerini sürdürüyor.

Karadeniz insanının sağcısı da solcusu da vatanına, milletine ve bayrağına düşkün olduğunun altını çizen Taşkın, şunları söylüyor:
‘’işte bu nedenle Karadeniz’de misyonerlik faaliyetleri yürütmek, terör faaliyetleri yürütmek çok zordur. Bir dönem Gemi ile Trabzon’a gelmek isteyen bir kafileye tepki gösterildi ve bu kafile Trabzon’a sokulmadı. İşte bu nedenle Trabzon’da basın açıklaması yapmak isteyen TAYAD’lı üyelere linç girişiminde bulunuldu. Ben 2.5 yıl Trabzon Anadolu Ajansı’nda gazeteci olarak çalıştım. Benim bulunduğum dönemde Trabzon’un Uzungöl İlçesi’ne bölücü terör örgütü PKK’lı grubun saldırısı olmuştu. Bu olayda bir kişi hayatını kaybetmişti. Bu gelişme üzerine o bölgenin insanı ellerine ruhsatlı av tüfeklerini alıp dağlarda PKK’lı avlamak için gezindi.
Karadenizli’nin bu hareketi vatanına karşı gelebilecek saldırılara karşı ne kadar duyarlı olduğunu gösteriyor. İşte o nedenle siyasiler diyor ki, Karadenizli Türkiye’nin çimentosudur. Bu noktadan şunu söylemek istiyorum. Trabzon’daki rahip cinayeti tamamiyle dış istihbarat kaynaklarının organizesiyle daralan misyonerlik faaliyetlerini rahatlatmak amacıyla gerçekleştirilmiştir. Yani burada görev yapan misyonerlere rahat çalışma ortamı sağlamak için, bir papaz feda edilmiştir. Suç da 16 yaşındaki bir çocuğun üstünde kalmıştır. ‘’

Hasan Taşkın, Karadeniz’de oynanmak isteyen oyunu iyi anlamak için tarihe bakmak gerektiğini vurgulayarak Atatürk’ten ilginç bir örnek veriyor. Taşkın’ın çok dikkat çekici örneğine bakalım:

‘’Atatürk, ABD Deniz Kuvvetlerinden istihbaratçı Teğmen Robert S. Dunn`la yaptığı görüşmede Amerikalı misyonerlerin yıkıcı faaliyetlerini vurguluyor. Teğmen Dunn`ın Washington`a gönderdiği rapora göre, görüşme 1 Temmuz 1921`de yapılıyor. Teğmen Dunn`ın yazdığı raporun konumuzla ilgili bölümü ise bugün yaşanan olaylara ışık tutuyor. Bakın Dunn’un raporunda neler var:

"Konu: Anadolu`daki Vaziyet -Monografik Rapor-
Nereden: İstanbul (Milliyetçi Türkiye)
No:1308
Tarih: 09 Ağustos 1921
(20) Milli Siyasetler
(60) Dahili Siyasetler
(61) Harici Siyasetler

Aşağıdaki sorular Mustafa Kemal Paşa`ya Teğmen Robert S. Dunn (ABD Deniz Kuvvetleri) tarafından soruldu ve cevaplar kendisi tarafından aşağıda belirtildiği gibi verildi:

(...) S: Yakındoğu Yardım Şirketleri ve Amerikan Tütün Şirketlerinin Rum ve Ermeni memurlarının, şimdilerde Karadeniz sahillerinden sınırdışı edilmesinde teferruat ve pren- sipte hangi makam karar veriyor? Sürgün emirlerinin hakkı ile tatbikinden kim mesul tutulmuştur? Siyasi sebeplerle sürülme emri alanlar aleyhinde hangi müessese delil sahibidir?

C: Karadeniz sahilindeki Rumlar -bilhassa Samsun`dakiler- Pontus devleti adını vermek istedikleri bir Rum hükümeti kurmaya çalışıyorlar. Bu gizli teşkilat Atina`dan ve Atina tarafından yönetiliyor. Bu gizli teşkilat Türkiye`nin mahvına yol açmaya ve İzmir bölgesini işgal etmiş olan Yunan ordusuna yardım etmeye çalışıyor. İnebolu`yu bombardıman etmek suretiyle Yunan hükümeti bu hain insanlara yardım ediyor ve onları cesaretlendiriyor. Yunan hükümeti zaman zaman Samsun`a asker çıkarıyor ve Rumların kendileri ile işbirliği yapmaları için propaganda yapıyor. Hükümet Rumların bu faaliyetini ve Türkleri öldürmek ve Türk köylerini yakmak gibi yaptıkları mezalimi ispatlayacak kâfi belgeye sahiptir. Bu belgelerin bazıları hâlâ mahkeme önündedir. Komisyon tarafından silahlandırılan Rumlar, Yunan Kızıl Haçı adı altında kendilerini gizleyerek, bugüne kadar Türklere karşı, dağlarda vahşiyane suçlar işlemektedirler. Pontus Komitesi, hainane emellerini güven altına alma çalışmalarında kuvvet kazanmak için Rusya`dan ve Kafkasya`dan binlerce Rum getirmeye gayret etmektedir. Osmanlı tebaası Rumlar kendi oğullarını Yunan ordusuna gönderdiler. İzmir cephesinde karşılaştıklarımız bunlardır. Aldığımız esirler arasında bu tür kişiler var. Türkiye Büyük Millet Meclisi mevcudiyetini korumak için gerekli bütün tedbirleri tereddütsüz almaktadır. Zararlı siyasetler izledikleri tespit edilen Ermeniler cezalandırılmaktadır. Aynısını yapan Türkler de tamamen aynı şekilde cezalandırılmaktadır. Bu bağımsızlık endişesi ile yanlış bir yola sapan Müslümanlara karşı en sert tedbirler alınmaktadır. Fakat Yunanlıların vahşet ve mezalimi uzun süredir devam etmektedir ve hiç kimse zavallı Müslümanları kurtarmayı düşünmemektedir. Rumlar, Müslümanlara karşı bu suçları Avrupalıların ve Amerikalıların gözleri önünde işlemektedir.

S: Hükümet, Anadolu`daki Amerikan yardım ve hayır müesseselerini kabul ettikten, onlardan vergi aldıktan ve Ankara`da bir temsilci bulundurmalarına müsaade ettikten sonra, mevcut basının bu müesseselere ve onlarla alakalı Amerikalılara karşı propagandasına neden müsaade etmektedir?

C: Yasalarımızla uyum halinde bulunması kaydı ile biz ACRNE`nin insani ve yardım amaçlı faaliyetlerini memnuniyetle karşılamaktayız. Fakat esefle söylemeliyim ki, Merzifon ve Kayseri`deki gibi bu müesseselerden bazılarının bu hainane amaçlara vasıta oldukları araştırmalarla ispatlanmıştır. Basın; tarafından yapılan şikâyetler, bu gerçeklerin yayımlanmasından fazla bir şey değildir. Unutulmamalıdır ki, bizdeki basın her yerde olduğu gibi serbesttir.

(...)S: Ankara Hükümeti kapitülasyonların kaldırılmasını istemeyen ABD ile diplomatik bir münasebet kurulmasına müsaade edecek midir?

C: TBMM Hükümeti, Amerika ile münasebete memnuniyetle girmek ister. Ancak milli hükümet, Amerikan Hükümeti`nin Türkiye`yi tam bağımsızlığından mahrum bırakan kapitülasyonların devamı için ısrar etmeyeceğini ümit eder. Kapitülasyonların kaldırılmasını zorunlu kılan tam bağımsızlık, Büyük Millet Meclisi`nin hâkim olan prensibidir."

Hasan Taşkın bu belgenin Karadeniz’de neler yaşandığını tam olarak açıkladığını da ifade ederek, sözlerini şöyle bitiriyor.

’Karadeniz insanı vatanına canı pahasına bağlıdır. Türkiye’nin birçok yerinde oynanmak istenen oyunun bir başka boyutu Karadeniz’de oynanmak isteniyor. Ama Karadenizli’nin bu yapısı nedeniyle bu oyunlar tutmuyor. Tutmayacaktır da.’’
 
Ne Mutlu Türk doğup, Türk gibi yaşayana...

Saygılarımla.

Çağrıbey
Başlık: Ynt: MİSYONERLİK: HAÇLI BATI'NIN, TÜRKLÜĞE KARŞI, BİN YILLIK SİLAHI!!!
Gönderen: Çağrıbey - 05 Aralık 2007
LAİKLİK, MİSYONERLİK VE ATATÜRK
 
Batılılar Misyonerliği "Hıristiyanlığı yaymak ve insanları huzura kavuşturmak" için değil, ülkeleri sömürgeleştirmek ve yerli ajanlar üretmek için kullanmaktadır. Türkiye için asıl hedefleri ise; ülkemizi parçalamak ve Müslüman Türkleri Anadolu'dan çıkarmaktır.

Vatikan, PKK'nın Arkasında ne Arıyor?

Türkiye'nin baskıları sonunda Suriye'den çıkmak zorunda kalan Apo, İtalya'ya gittiğinde Vatikan, PKK'ya ve Apo'ya sahip çıkmıştı...
 
Hürriyet'in 22-Kasım-1998 tarihli haberinde Vatikan'ın tutumunu "Vatikan'dan teröre destek" başlığı ile duyuruyordu:

"Katolik dünyasının ruhani merkezi olan Vatikan, Apo'ya sığınma hakkı verilmesine taraftar olduğunu bildirdi."

Vatikan bunun da ötesinde Kürtçü ayrılıkçılığı sürekli kışkırtacak bir tavır sergilemektedir: Doğu Kiliseleri Topluluğu sorumlusu Kardinal Achille Silvestrini, "Kilise'nin Kürt toplumunun ulusal kimlik kazanmasına sempatiyle baktığını" söylemiş ve Kürtlerin sorunlarına sahip çıkıldığını eklemiştir.

Kaynak: Osman ERAYDIN
 
Ne Mutlu Türk doğup, Türk gibi yaşayana...

Saygılarımla.

Çağrıbey
Başlık: Ynt: MİSYONERLİK: HAÇLI BATI'NIN, TÜRKLÜĞE KARŞI, BİN YILLIK SİLAHI!!!
Gönderen: Çağrıbey - 05 Aralık 2007
Apo'nun Papa'ya Mektubu

Apo, Hrıstiyanlığı yücelten ve Papa'ya, Mekke'den daha yakın olduğunu vurgulayan mesajlar yayınlamıştı:

"PKK'nın İtalya'daki yayın organı haline gelen, La Republica gazetesi, bölücübaşı APO'nun Katolik dünyasının ruhani lideri Papa 2'inci Jean Paul'e bir mektup yazarak "kendisini kabul etmesini istediğini ve Kürdistan mücadelesine verilen kutsal desteğin sürdürülmesini temenni ettiğini" vurgulamıştı.

Aynı Papa'ya Fetullah Gülen de mektup gönderip, hatta bizzat ziyaret edip arzı hürmetlerini bildirmiş ve "Papalık Konseyinin gönüllü bir hizmetkarı olduğunu" açıklamıştı!?

Vatikan'dan PKK'ya Armağan: C TV

Vatikan Apo'nun bu taleplerini karşılıksız bırakmadı ve Türkiye'nin büyük baskıları sonucu kapatılan PKK'nın yayın organı Med TV'nin yerine, Hristiyanlık propagandasını da yapan C TV'yi yayına soktu...
Eylül 2000: Kültür Bakanı Talay, Papa'nın aziz ilan edildiği törende:
Katolik mezhebinin lideri Papa 2. Jean Paul, düzenlenen büyük bir törende, 1935-1944 yılları arasında Türkiye'de görev yapmış ve "Katoliklerin en çok sevdiği Papa" olan 23. Jean ile Katolik Kilisesinin en nefret edilen papalarından 9. Pius'a, "ermişlik payesi" verdi. Vatikan'da düzenlenen törene 100 bin kişinin katıldığı belirtildi.

Törene Türkiye'den, beraberindeki heyetle dönemin Kültür Bakanı İstemihan Talay ve Türk Katolik Cemaatinden yaklaşık 70 kişilik bir grup ta katıldı. Talay, Vatikan Haber Ajansı Fides'e verdiği demeçte, "Böyle üstün bir kişiye ermişlik rütbesi verilmesinden ötürü, Hrıstiyan Alemine en iyi dileklerimizi sunuyoruz ve Papa 23. Jean'u sevgi ve saygıyla anıyoruz." dedi. Talay, böyle bir dini törene Türkiye'den katılan ilk resmi kişiydi. (4 -Eylül 2000, Hürriyet )

Kaynak: Osman ERAYDIN
 
Ne Mutlu Türk doğup, Türk gibi yaşayana...

Saygılarımla.

Çağrıbey


Başlık: Ynt: MİSYONERLİK: HAÇLI BATI'NIN, TÜRKLÜĞE KARŞI, BİN YILLIK SİLAHI!!!
Gönderen: Çağrıbey - 05 Aralık 2007
Fetullahcı Müftü'nün gafleti!

PKK destekçisi Piskopos Bernardini'nin İzmir'de tertiplediği Noel Baba misyoner Toplantısındaki gecenin baş konuğu Konak Müftüsü Mehmet Kızılkaya'ydı. Müfti Kızılkaya, Bernardini ve Fierliy'i, tebrik etti. Uzun yıllar Almanya'da ataşelik yapan müftü, Yunus Emre'yi piskoposlardan dinlemekten çok mutlu olduğunu dile getirdi.

Ayin sonunda iki Hrıstiyan din adamı, kutlamaya gelen tüm Hrıstiyan ve Müslümanlar'a teşekkür etti. 

Zaman Gazetesinde Kızılkaya'nın daha ayrıntılı bir mesajı yer almıştı: "Konak Müftülüğü'ne yeni atanan Mehmet Kızılkaya, Almanya ve İstanbul'da görev yaptığı sıralarda da, kiliselerde düzenlenen ayinlerine katıldığını ve dinler arası diyaloğu çok önemsediğini" söyledi.

Kızılkaya, "Tüm dünya dinlerinde; din görevlilerinin diyaloğu insanlık alemi için, dostluk ve kardeşlik adına çok önemlidir... Barış ve sevgi dolu bir dünya için tüm din adamlarının önemli misyonları vardır..." dedi.

Başpiskopos Ghiuseppe de "Hrıstiyan âleminin bayramı olan Noel Ayinine katılan Türk-Müslüman kardeşlerimize ve ayrıca Konak Müftüsü Mehmet Kızılkaya'ya kalpten hoş geldiniz?" diyorum şeklinde konuştu...

MİLLİYET Gazetesi ise söz konusu ayini, "İzmir'de dinler üstü Noel ayini" diye propagandist bir üslupla sunuyordu.

Ama bu din istismarcısı sahtekarların Deccal-Süfyan dedikleri Atatürk; Misyonerlere fırsat vermemişti..!

Nitekim Mustafa Kemal, 4-Mayıs-1924 tarihinde, New York Herald gazetesinin muhabirine verdiği demeçte, Hrıstiyan misyoner örgütlerce kurulan okullar hakkında şunları açıklıyordu...

"...İmparatorluk hududu dâhilinde her millet kendi lisanını ve dinini talim ederdi. Fakat bu okullar ihanet projelerine hizmet ettiler... Ermeniler, Türk hâkimiyeti altında, açıkça müstakil bir kraliyet lehinde çalışıyor, ecnebi unsurların fiili muavenetiyle hayallerini hızla gerçekleştirmek için mütemadiyen entrikalarda bulunuyorlardı... Türkiye'deki okullar ve kiliseler, tahrik ve hıyanet ocağı idi."

Atatürk, TBMM'de yaptığı bir konuşmada "misyonerler tarafından açılan ve finansmanları karşılanan bu okullar, Milli Mücadele sırasında işgalcilere karargâh olmuştur." diyordu. Atatürk, misyoner okulları için "Bunlar mektep değil, memleketimizde düşmanın işgali altındaki kaleleri"dir ifadesini kullanıyordu...

Ezcümle Atatürk, Hrıstiyan misyoner örgütlere ait okulların ve kiliselerin Osmanlı döneminde vatana hıyanet ettiklerini, devlete karşı komplolar peşinde koştuklarını ve provokasyona başvurduklarını vurguluyordu.

Kaynak: Osman ERAYDIN
 
Ne Mutlu Türk doğup, Türk gibi yaşayana...

Saygılarımla.

Çağrıbey
Başlık: Ynt: MİSYONERLİK: HAÇLI BATI'NIN, TÜRKLÜĞE KARŞI, BİN YILLIK SİLAHI!!!
Gönderen: Çağrıbey - 05 Aralık 2007
Bursa Amerikan Kız Koleji Olayı

1928 yılında Bursa Amerikan Kız Koleji'nde üç Müslüman kızın Hrıstiyanlaştırıldığına dair rivayetler çıkması üzerine Atatürk bizzat olaya el koymuştur.

Bu gelişmeler karşısında Amerika'nın gösterdiği tavır da önemlidir. Amerikan Büyükelçisi Mr. Grew bizzat devreye girer ve Amerikan yönetimi, Washington büyükelçimizi çağırarak Amerika'daki: "Türk düşmanlarını harekete geçirerek kışkırtacaklarını ve Türklerin İslam'a hala taassup düzeyinde bağlı oldukları propagandasını yapacaklarını" bildirir. Bunun üzerine Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras, Mr. Grew ile görüşür ve iki tarafı da memnun eden yol bulunmuş ve üstü kapatılmıştır.

Ancak Atatürk, Amerika'nın baskılarına rağmen, yine de Bursa Amerikan Kız Koleji'ni kapattırmış ve misyonerlerin propaganda koşullarını oldukça zorlaştırmıştır.

Bu olayda üç öğretmen de misyonerlik suçundan hapse tıkılmıştır.

Kaynak: Osman ERAYDIN
 
Ne Mutlu Türk doğup, Türk gibi yaşayana...

Saygılarımla.

Çağrıbey

Başlık: Ynt: MİSYONERLİK: HAÇLI BATI'NIN, TÜRKLÜĞE KARŞI, BİN YILLIK SİLAHI!!!
Gönderen: Çağrıbey - 05 Aralık 2007
Yehova Şahitleri ve Atatürk

Atatürk'ün misyonerlik karşısında izlediği politika açısından Yehova Şahitleri'nin taleplerine verdiği cevap da oldukça öğreticidir. Yehova Şahitleri'nin ikinci başkanı olan J. F. Rutherford, 1934'de hareketin Amerika'da tanındığını, Türkiye'de de gerekli müracaatın yapılmasını istemiştir. Başvuru yapılmışsa da, Atatürk, Yehova Şahitleri'nin Türkiye'de faaliyet yapmasına izin vermemiştir.

Yabancı okullar, Cumhuriyet döneminde "Doğrudan Hrıstiyanlaştırmak"tan çok "isimsiz Hristiyanlık, Hrıstiyangibileştirmek" işlevini benimsemiştir. Misyonerlerin bu geri adım atışında Atatürk'ün misyonerlik karşısındaki kesin tavrı belirleyici olmuştur.

Kaynak: Osman ERAYDIN
 
Ne Mutlu Türk doğup, Türk gibi yaşayana...

Saygılarımla.

Çağrıbey
Başlık: Ynt: MİSYONERLİK: HAÇLI BATI'NIN, TÜRKLÜĞE KARŞI, BİN YILLIK SİLAHI!!!
Gönderen: Çağrıbey - 05 Aralık 2007
Misyoner Örgütlerin Yeni Misyonu: Hrıstiyangibileştirmek

"İsimsiz Hristiyanlık" kavramı 1906'dan itibaren Misyoner Örgütlerin kongrelerinde tartışılmaya başlanmıştır."İsimsiz Hristiyanlık" kavramı ilk olarak 1906 Kahire Misyonerlik Kongresi'nde gündem alınmıştır. Ardından 1911 Laknaw, 1913 Edinburg Misyonerlik Kongrelerinde geliştirilmiş, 1922 Kudüs Misyonerlik Kongresi kararları ile İslam ülkelerinde uygulanmasına resmen başlanmıştır.

"İsimsiz Hrıstiyanlar" ya da "Vaftiz edilmemiş Hristiyanlar" kavramı: Hrıstiyan olmayan dinlerdeki ve kültürlerdeki, Mesihi öğeleri benimseyen kimselere verilen isimdir.

Adı Müslüman kalsa da Hrıstiyan gibi düşünen, Hrıstiyan gibi yaşayan insanları çoğaltmak içindir... ve maalesef çok üzücü ve düşündürücü mesafeler kat edilmiştir.

Kaynak: Osman ERAYDIN
 
Ne Mutlu Türk doğup, Türk gibi yaşayana...

Saygılarımla.

Çağrıbey

Başlık: Ynt: MİSYONERLİK: HAÇLI BATI'NIN, TÜRKLÜĞE KARŞI, BİN YILLIK SİLAHI!!!
Gönderen: Çağrıbey - 05 Aralık 2007
Batılılara göre Müslüman iki kısımdır!?

ABD Müslümanları kabaca ikiye ayırmaktadır.

1-Amerikan projelerini açık seçik bir biçimde sorgulayanlar, "fundamentalist / radikal Müslümanlar" olarak

2- Amerikan projeleri ile uyum içinde olan Müslümanlar ise; "liberal / ılımlı Müslümanlar" olarak tanımlanmaktadır.


Ve işte bu maksatla Fetullah Gülen gibi ılımlı ve Batıyla uyumlu İslamcılara sahip çıkılmaktadır.

Bu çerçeveye göre sömürgeciliğe ve misyonerliğe direniş bile Batılılar tarafından "politik ve dinsel fanatizm" olarak algılanmaktadır. CIA bağlantılı düşünce kuruluşlarından RAND'ın ünlü yazarlarından Graham E. Fuller, Ian O. Lesser'in belirttiğine göre "Bir kültür olarak İslam, sömürgeciliğin, içine nüfuz etmesine nispeten daha fazla direnmiş; sömürge döneminde, Hrıstiyan misyonerler Müslüman topraklarında pek etkili olamamışlardı." itirafında bulunmaktadır.

Ali Rıza Bayza'nın "Küresel Vaftiz" kitabı bu konularda çok önemli bilgi ve belgeleri içinde taşımaktadır.

Kaynak: Osman ERAYDIN
 
Ne Mutlu Türk doğup, Türk gibi yaşayana...

Saygılarımla.

Çağrıbe
y
Başlık: Ynt: MİSYONERLİK: HAÇLI BATI'NIN, TÜRKLÜĞE KARŞI, BİN YILLIK SİLAHI!!!
Gönderen: Afsar Beyi - 06 Aralık 2007
Batı basını dalgasını geçiyor: 'Pinokyo İslam'a geçti!' Prens Charles'tan sonraki ikinci büyük transferimiz Pinokyo olmalı. Prens Charles'ın gizli bir Müslüman olduğu, hatta gizlice sünnet olduğu bile yazılmıştı!
Ama transferlerimiz Pinokyo'dan ibaret değil kuşkusuz. Üç Silahşörler'in, Heidi'nin ve dedesinin aslında Müslüman ve Türk olduğunu bu vesileyle öğrenmiş olduk.
Batılı kahramanlar sadece bizde değiştirilmiyor. Amerikalıların sevilen çizgi film dizisi 'The Simpsons'ın bazı Arap ülkelerinde din değiştirme koşuluyla gösterilmesine izin verildi. Kabul edilen formüle göre çizgi filmdeki karakterlerin adları değiştirilecek, durmadan bira içmeyi bırakıp meyve suyuna talim edeceklerdi.
Burada sorulması gereken iki soru var. Birincisi İslam Dünyası neden bu karakterleri orijinal hali ile korumuyor. Diğeri de neden batılılar The Simpson’sun adını ve dininin değiştirilmesine kendi elleri ile yardımcı olup izin veriyorlar?
Gerçekten burada yapılmak istenen nedir dersiniz? Bir romandaki veya filmdeki karakterlerin adlarını değiştirip Ahmet veya Ayşe yapmakla o kitabı veya filmi Türkleştirdiğimiz veya İslamlaştırdığımız söylenebilir mi? Bu kitaplar 'Judeo Hıristiyan' kültürün ürünleridir. Bu kültürel öğeler salt adları değiştirerek silinemeyecek kadar derindedir. İnsanların toplumsal ilişkileri, kadınların toplumsal statüsü, çocuğun ailedeki yeri, iş ve çalışma ahlakı, bireyselcilik ve dayanışma anlayışı, mizah anlayışı...
Bir toplumun kültürü binlerce ayrıntıdan oluşur ve kendisini bireylerin davranışında gösterir. Kültür, birbirinden kopuk gibi gözüken bu binlerce öğeyi görünmez iplerle birbirine bağlayan ve anlamlı bir bütüne dönüştüren davranış ve düşünüş kalıplarıdır.

İnsanların adlarını değiştirerek temeli çok derinlere giden bu davranış ve düşünüş kalıplarını değiştiremezsiniz. Üç Silahşörler romanındaki Aramis'in Müslüman olduğunu veya Heidi'nin dedesinin 'Alp' olduğunu kitaplara sokuşturmakla olsa olsa gülünç duruma düşersiniz.

Ve bunu yapmakla, Batı kültürünün ürünü olan bu yapıtların Doğu ve İslam kültüründen çok daha üstün olduğunu, bu nedenle Batı kültürünün temel ürünlerini pek de ahlaki sayılamayacak yollarla kendi kültürümüz gibi göstermenin doğru ve mubah olduğunu kabul etmiş oluruz.

Bu tavır, hem Batı kültürüne hem yüksek bir mevki tanımak; hem de kendi kültürümüzü hak etmediği bir mevkie düşürmek anlamına gelmektedir.

Ayrıca da aslında kendi iç kültürlerinden koparamadığımız bu kahramanlar aracılığı ile hedef kitlelere çaktırmadan kültür misyonerliği yapılmaktadır.
Kısaca bu batının satılmış İslamcılar ve arap emperyalistleri eliyle uygulanan yoğun ve bilinçli bir misyonerlik faaliyetidir ve din misyonerliğinden daha büyük bir tahrip gücü vardır.

Uygulanan politikaya bakarsak sıralama şu şekildedir;

•   Önce batının kahramanlarını ve kültürlerini tanıt. Adının ne olduğu önemli değil. Önemli olan tavır, hareket ve davranışların benimsetilmesi.
•   Sonra bununla bir alt kimlik yarat. Özentili gençler ve çocuklar oluşsun. Kendi kahramanları gibi görsünler bunları ve asıl kahramanlarını ve kültürlerini ötelesinler. Bu yalancı kahramanları gibi şato hayalleri kursunlar, makarna ve burger sevsinler, kendi özlerinden uzaklaşsınlar.
•   Özünden uzaklaşmış bu insanlara kendi ülkende ürettiğin ve artık onlarında sevdiği ürünleri pazarla. Uzaktan maddi sömürgeler yarat. Bu insanlar televizyon reytinglerini belirlesinler. Bu insanlar gazetelerin eklerini belirlesinler. Bu insanlar belediye başkanlarını, devlet yöneticilerini seçsinler.
•   Bu hale gelmiş insanların üstüne de din misyonerlerini yolla. Artık hazırlar.

SON SÖZ: Uzun zamandır kapalı gözler bu misyonerliğin son bölümüne bakıyorlar. Kendilerini oraya getiren kültür misyonerliğinden habersiz yaşıyorlar ya da görmezden geliyorlar. Otağdaki RAP tartışması bile bizim ne hale getirildiğimizin bir göstergesi değil mi?
Bu batının kirli ama başarılı olmuş oyunudur. İslamcılar da o hikayeleri ve kahramanları bizim kültürümüzün ve saf halkımızın içine enjekte ederek bu oyuna ya alet olmakta ya da bile bile yardım etmektedirler. Fethullah gurubu gibi gurupların ABD tarafından oluşturulduğunu ve yönetildiğini-yönlendirildiğini hatırlatmama bile gerek yok sizlere. Ya da bu pinokyoların bilmemnelerin dinci muhafazakar bir parti olan AKP döneminde ortaya çıkmasını yine hatırlatmama gerek yok.
Kısaca; Ya özümüze döneceğiz, ya özümüzü yitireceğiz. Ya kendi kahramanlarımızla ve kendi kültürümüzle çocuklarımızı büyüteceğiz, ya da dünya önünde gülünç düşmeye devam edeceğiz.
(Yazının bir bölümünde Türker Alkan’dan alıntı yapılmıştır)

Esenlikler Dilerim

Afşar Beyi
Başlık: Ynt: MİSYONERLİK: HAÇLI BATI'NIN, TÜRKLÜĞE KARŞI, BİN YILLIK SİLAHI!!!
Gönderen: topuz - 06 Aralık 2007
Çağrı Bey kandaşımızın açtığı bu tartışma, giderek daha değerli fikirlerle dolduruluyor. Son olarak Afşar Beyi, bir bölümünü Türker Alkan'dan aldığı değerli bir yazı göndermiş tartışma adresine...

Müsaadenizle, kendi fikirlerimi de aktarayım;

ABD'nin güdümünde bulunan Batı medeniyeti, dünyayı, tamamıyla kendisine bağlı bir tüketim toplumu hâline getirmeye çalışıyor. Bir dönemin fetihlere dayalı emperyalizmi artık kabuk değiştirdi. Çünkü askeri harcamaların giderek büyümesi, bir ülkenin işgal edilmesini ve işgal altında tutulmasını giderek zorlaştırıyor. Bu seçenek, yani işgal etme ve zor kullanma seçeneği, artık son çare olarak başvurulan bir yöntem.

Ancak batının bir ülkeyi hegemonyası altına alması için, çok daha ucuz ve kolay yollar da var. Mesela sömürge hâline getirilecek ülkeyi borçlandırmak, ve böylece yönetmek gibi. Ne acıdır ki, Türkiye giderek böyle bir ülke olma yolundadır. Atalarımızın da dediği gibi, "Borç alan, talimat alır."
Tıpkı, AKP hükümetinin talimat aldığı gibi…

Ancak, borçla yönetmenin, kendine göre zorlukları da var. Çünkü o ülkenin halkının, her an, "Borcum ne kadar olursa olsun, yeter ki başım dik olsun" diyerek, iktidardaki iş birlikçi hükümeti devirme riski bulunur. Ayrıca, o ülkenin insanlarının, amerikan, ya da batı mallarına fazla ilgi göstermemesi gibi bir risk de vardır. İşte bu noktada, misyonerlik ve Afşar Beyi'nin de belirttiği gibi misyonerliğin ikiz kardeşi olan kültürel emperyalizm devreye girer.

Devam edelim;

Şimdi elimde ATO (Ankara Ticaret Odası)'nın yaptığı bir çalışma var. ATO'nun çalışmaları her zaman güvenilir olmuyor. Ancak bu çalışmanın güvenilir olduğuna ilişkin değerli bilim adamlarının yorumları var. Çalışmaya göre tüketim mallarına ilişkin her 6 bin 500 us&'lık ithalat rakamı, Türkiye'de bir kişiyi işsiz bırakıyor.

Peki, bu durum kimin çıkarınadır?

1) Batılı emperyalistlerin çıkarınadır: Çünkü Türkiye'nin ithal edeceği tüketim mallarının ancak 100 – 200 dolarlık kısmı Çin gibi (Yine emperyalist olan) ancak batı medeniyetinin parçası olmayan ülkelere gidiyor. Geri kalanı ABD ve yandaşı Batı ülkelerinin kasasına gidiyor.

2) Batılı emperyalistlerin çıkarınadır: Çünkü Türkiye'de işsizliğin artması, ülkedeki iş gücünün ucuzlamasına ve iş güvenliğine ilişkin sosyal hakların (Sendikal haklar gibi) azalmasına neden olur. Böylece kendi ülkelerinde pahalı olan üretimi, sömürgelerinde rahatlıkla yapabilirler. Türkiye'de üretilecek bir otomobil lastiği, elbette ki Almanya'da üretilenden daha ucuza gelir. Çünkü Türkiye’de çok sayıda işsiz dolaşmaktadır.

BATI’NIN İKİYÜZLÜLÜĞÜ

Dikkatinizi çekti mi bilmiyorum; AB ülkeleri, devamlı Türkiye’nin etnik bölünmesi, fikir hürriyeti adı altında bölücülüğün teşvik edilmesi gibi konularla ilgileniyor. Ancak;

1)   Türkiye, Avrupa’nın en yüksek iş kazası oranına sahip olan ülkesidir. Ancak başta sosyalistler olmak üzere, kimse Türkiye ile yürütülen müzakerelerde, bu konuyu dile getirmiyor. Çünkü iş güvenliğini artırmak için bir takım yatırımlar yapmak gerekir ki, bu durum üretilen mamulün, fiyatını artırır. Varsın bir Türk işçisinin kolu kopsun!..

2)   Türkiye Avrupa’nın en çok çocuk işçi çalıştıran ülkesidir. Ancak AB ülkelerinden bu durumun düzeltilmesine ilişkin tek bir baskı, Türk tarafına gelmemektedir. Varsın Türk çocukları, okuyacakları, oyun oynayacakları yerde, köle gibi çalıştırılsınlar!.. Bu durum batılı yatırımcıların işine gelmektedir.

Bu örnekleri uzatmak, sayfalar dolusu örnek vermek mümkün. Konuyu uzatmamak için, daha fazla örnek vermiyorum. Ancak aynı sosyalistler, ne bileyim; mesela Leyla Zana’nın tırnağı kırıldığı zaman ortalığı birbirine katabiliyorlar; neden bu kadına tırnak cilası vermiyorsunuz diye…

Şimdi bir ülke halkının, her an isyan ederek, bu ve benzeri durumları değiştirme riski bulunur. Bu riski en aza indirmek için, yapılacak şeyler basittir:

1)   Sömürge ülkenin halkını, Batı hayranı yapalım; Böylece o halk, Batı mallarını kullansın, hem para kazanalım, hem de o ülkedeki işsizliği artırarak, yine para kazanalım.
2)   Sömürge ülkenin halkını cahil bırakalım; Çünkü cahil halkı yönetmek çok kolaydır. Sömüreceğimiz ülkedeki iktidar sahipleri, bir yandan yetim hakkı yerken bir yandan da “Allah, peygamber” edebiyatı yaparak halkı kandırsınlar. Yöneticiler bir yandan ülkeyi parçalarken, bir yandan da zaten güvenli bölgelere çekilen teröristlerin kullanmadıkları sığınakları bombalayarak. (ABD’nin uygun gördüğü hedeflere) oy toplasınlar. Aklı başında seçmen bu oyunlara gelmez. Cahil halk ise kolay kandırılır.
3)   Kültürel emperyalizm uygulayalım, misyonerlik yapalım: Böylece yöre halkını, iyice köklerinden ayıralım. Kökü zayıflamış bir ağacı sökmek, daha kolaydır.

İşte değerli kandaşlarım, Türkiye’de yapılan aynen budur. Hepinize saygılar sunarım…

Tanrı Türk’ü korusun!..
Başlık: Ynt: MİSYONERLİK: HAÇLI BATI'NIN, TÜRKLÜĞE KARŞI, BİN YILLIK SİLAHI!!!
Gönderen: Çağrıbey - 06 Aralık 2007
Sayın Afşar Beyi ve Topuz andalar, misyonerliğin diğer cephelerine de, dikkat çekerek konuya daha farklı bir boyut kazandırmışlardır.
Katkılarından dolayı kendilerine teşekkür ederim.

Sayın Afşar Bey'i andamızın işaret ettiği "Kültür Misyonerliği" misyonerliğin etki alanlarını ve takip ettiği diğer metotları ortaya koyarak, misyonerliğin yalnızca din ve inanç telkin etmek metodundan ibaret olmadığını açığa çıkartmıştır.
Haçlı Batının bin yıldır Türklüğe karşı uyguladığı misyonerlik çalışmalarının benzerlerini, bir çoğunuza çok enteresan gelecektir ama, atalarımız Anadolunun Türkleştirilmesinde- tabir ne kadar yerinde olacak bilemiyorum - adına Türk Misyonerliği deyebileceğimiz bir dizi faaliyetlerle göstermişlerdir. Özellikle Horasan Erenleri denen Yesevi Ocağı mensubu Gazi Alperen Dervişlerin bu Türkleştirme misyonerliğindeki katkısı çok büyüktür. Bu konuyla ilgili Prof.Dr. Ömer Lütfi BARKAN'ın "Kolonizatör Türk Dervişleri" adıyla hazırladığı küçük hacimli bir kitabı da vardır.
Günümüz gençliğinde, hastalık derecesine varan batı hayranlığı, "Kültür Yoluyla Misyonerliğin" katettiği mesafenin boyutunu görmemiz bakımından dikkate alınması gereken bir gerçektir.
Bu başlık altında "Kültür Misyonerliği"nin de ele alınması gerektiğine inanıyorum.
 
Ne Mutlu Türk doğup, Türk gibi yaşayana...

Saygılarımla.

Çağrıbey

Başlık: Ynt: MİSYONERLİK: HAÇLI BATI'NIN, TÜRKLÜĞE KARŞI, BİN YILLIK SİLAHI!!!
Gönderen: Çağrıbey - 06 Aralık 2007
Tarihten Bugüne Türkiye'de Misyonerlik

    Misyonerlik tarihin hiçbir döneminde tek başına bir din meselesi değil, hep siyasi bir mesele oldu. Tarih boyunca sömürgeleştirmeyle iç içe yürüdü. Arkasında emperyalist devletlerin istihbarat örgütlerinden çokuluslu şirketlere kadar Batı'nın savaş aygıtları var.

    Sanıldığının aksine özellikle Protestan misyoner hareketi, Hıristiyanlaştırarak "yeni azınlıklar" yaratmaya değil, Batı'ya bağlı Hıristiyan "Türkler", "bütün vatandaşlık haklarına sahip Protestan vatandaşlar" yaratmaya çalışıyor. Yoğun bir Hıristiyan ve Hıristiyanlaşmış nüfus oluşturma çabası. Yerli misyonerlerin "Türk olduklarını, Türkiye vatandaşı" olduklarını sık sık vurgulamaları hem bir siyaseti, hem bir stratejiyi açığa vuruyor.

    "Aşağıdan" yürütülen faaliyet sonucu Türkiye'nin hiç Hıristiyan yurttaş yaşamayan bölgelerinde ev ve işhanlarında "kiliseler" açıldı. Örneğin, İstanbul'da 40, İzmir'de 40, Ankara'da 10 "kilise" açıldı. Ancak kesin bir rakam tespit etmek pek mümkün değil. Çünkü kapısına "kilise" yazanların dışında ev kilisesi olarak kullanılan daireler mevcut ve tespit etmek pek kolay değil.

    Rakamların yanı sıra gözden kaçırılmaması gereken çok önemli bir olgu var. Tehlikeyi gündeme getirenlere karşı, misyoner örgütlerin dünyanın her yerinde çalışma yaptığı Afrika vb örnekler verilerek karşı çıkılır. "Evhama" kapılmamak gerektiği söylenir durur.

    Oysa Afrika ya da dünyanın herhangi bir bölgesine gönderilen misyonerle Türkiye'ye gönderilen aynı anlamı ifade etmiyor. Örneğin, Güney Kore, Hıristiyanlık açısından özel bir anlam taşımıyor. Türkiye ise Afrika gibi sadece yer altı-yerüstü kaynaklarının zenginliği veya sadece jeopolitik önemi nedeniyle değil, emperyalizm için mutlaka ele geçirilmesi gereken "kutsal toprakları" ifade ediyor. Sadece iktisadi, askeri, siyasi yanı değil, işin bir de Hıristiyanlık-Yahudilik açısından dinî yanı var. Bu yüzden ısrarla yüz yıllardır Türk toprağını hedef alıyorlar.

    Amaç sadece "Türk Hıristiyanlar" değil, aynı zamanda merkezi otoriteye karşı harekete geçirmek üzere Hıristiyanlaşmış topluluklar yaratmak. Sözde etnik farklılıklar yaratılarak Güneydoğu bölgemizde yürütülen faaliyetin özeti budur. Batı, hedefini sadece siyasi, iktisadi ve askeri operasyonlarla teslim almıyor. Ruhen ve ırken de hedef kitleyi kendisine bağlamak için bir dizi çalışma yapıyor. Somut örneği Güneydoğu'da bölgemizde yaşayanlar üzerinde oynanan oyundur.
Bölge belediyelerine AB'den aktarılan paralar, ABD, İngiliz elçiliklerinin hummalı sondaj çalışmaları bölge insanına Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığından ayrı yeni bir kimlik yaratmak hedeflendi, belli ölçüde başarı sağlandı. Ancak bunlar yeterli olmadığı için 'Kürtler Aryen Irktır' tezini yeniden ısıtıp piyasaya sürdüler.
Kamuoyunda yaygın kanı, bu tezin son 20 yılda Alman İstihbaratı tarafından geliştirildiği, propaganda ve örgütlenme faaliyetinde kullanıldığı yönünde. Oysa bu iddiayı ilk ortaya atan 1918 yılında İngiliz İstihbaratından Binbaşı Edward Novill'dir.
Novill'den 80 yıl sonra Almanların yaptığı AB süreciyle birlikte ellerindeki 'sivil toplum kuruluşları' aracılığıyla bu tezi geliştirip yaygınlaştırmaya çalışmak oldu. Amaç irken, ruhen ve dini açıdan bölgedeki vatandaşlarımızı Batı'ya bağlamak. Çünkü İslâm sadece bir inanç sistemi değil, aynı zamanda kültürümüzün temelindeki çok önemli bir yapıtaşı. ABD, İngiltere ve AB'yle birlikte İsrail'e bağlı kuruluşların da bu konuda bütün gücüyle yüklenmesi ve Kürt kökenli insanların aslında Yahudi olduklarını iddia etmesi boşa değil. İsrail ve uluslararası Yahudi Lobisi, propaganda aracı olarak, yeniden 'Hz. İbrahim de Kürttü' safsatasını yayıyor.
    Dolayısıyla mesele, Türkiye'nin ulusal güvenliğiyle doğrudan bağlantılıdır.

Kaynak : Uğur YILDIRIM - Gazeteci-yazar

Ne Mutlu Türk doğup, Türk gibi yaşayana...

Saygılarımla.

Çağrıbey



Başlık: Ynt: MİSYONERLİK: HAÇLI BATI'NIN, TÜRKLÜĞE KARŞI, BİN YILLIK SİLAHI!!!
Gönderen: topuz - 07 Aralık 2007
Haçlı Batının bin yıldır Türklüğe karşı uyguladığı misyonerlik çalışmalarının benzerlerini, bir çoğunuza çok enteresan gelecektir ama, atalarımız Anadolunun Türkleştirilmesinde- tabir ne kadar yerinde olacak bilemiyorum - adına Türk Misyonerliği deyebileceğimiz bir dizi faaliyetlerle göstermişlerdir. Özellikle Horasan Erenleri denen Yesevi Ocağı mensubu Gazi Alperen Dervişlerin bu Türkleştirme misyonerliğindeki katkısı çok büyüktür. Bu konuyla ilgili Prof.Dr. Ömer Lütfi BARKAN'ın "Kolonizatör Türk Dervişleri" adıyla hazırladığı küçük hacimli bir kitabı da vardır.

Aslında bu konuyu, tartışmaya açmak için, yanıp tutuşuyordum. Ancak biraz bekleyerek, andalarımın, misyonerlik hakkındaki fikirlerini yazmalarını beklemeyi uygun buldum. İşin aslı ben de bir "misyoner çocuğuyum"...

Aile içinde bana anlatılan hikayeye göre, atalarımın bir kolu, Selçuklu zamanındaki "Babai" isyanına katılmışlar. Bilindiği gibi isyan başarısızlıkla sonuçlanmış. Atam "Derviş Maluş", daha sonra bugünkü Arnavutluk'a göç ederek, orada bir tarikat kurmuş. Söz konusu tarikat, Maluş Dede öldükten sonra da varlığını sürdürmüş ve misyonerlik faaliyetlerinde bulunmuş. Ta ki, Osmanlı İmparatorluğu gelip, Arnavutluğu ele geçirinceye kadar. Türkler Arnavutluk'a geldikleri zaman, oraya kendilerinden yaklaşık 300 yıl önce gelen Türklerle karşılaşmışlar. Maluş dede'nin müridleri, işgalden 300 yıl öncesinden itibaren, bölgeyi bir Türk iskanına karşı hazırlayan isimsiz kahramanlardanmış...

Demek ki, üç kıtaya yayılan bir cihan imparatorluğu, sadece kahramanlıkla ve savaş gücüyle ulaşılabilecek bir başarı değildir. Yüz yıllar süren planlı çalışmalar, başarıya giden yolda zaruridir...

Tanrı Türk'ü korusun!..
Başlık: Ynt: MİSYONERLİK: HAÇLI BATI'NIN, TÜRKLÜĞE KARŞI, BİN YILLIK SİLAHI!!!
Gönderen: Çağrıbey - 07 Aralık 2007
BOARD RAPORU VE BATININ HEDEFLERİ

    Batılı Hıristiyanlar, 1071 sonrası Türk ilerleyişini durdurmak, Kudüs ve Hıristiyanların diğer kutsal saydıkları yerleri geri almak için 1096-1270 yılları arasında toplam sekiz Haçlı Seferi ve bir dizi küçük sefer düzenlediler. Papalar, Haçlı Seferleri boyunca ve sonra "Anadolu ve Rumeli'yi istila etmekte olan Türklere karşı Avrupa milletlerini ayaklandırmak için bütün teşkilatiyle harekete geçmişlerdi". Haçlı Seferleri bitince 1208 yılında misyonerliğe başladılar. Bu tarih Türklere karşı verilen savaşta bir strateji değişikliğini ifade ediyor.

    Haçlı seferleri sırasında Cluny papazı Peter, birçok kaynakta adı Robert Keton olarak geçen "Ketton'lu Robert'ten Kurân-ı Kerim'i Latince'ye çevirmesini istedi. "Ketton'lunun tercümesinde Kur'ân-ı Kerîm 'Zındıkların kaynağı, Hıristiyan kilisesinin varlığını tehdit eden yıkıcı hareketlerin sebebi' olarak gösteriliyordu. 'Eğer Kur'an'ın verdiği zararlar bertaraf edilmek isteniyorsa, onu öğrenmek gerekir'" deniliyordu. 1311'de Papa'nın emriyle "Şark Dilleri Kürsüsü" kuruldu. 1312'de Viyana Konsili'nde, Avrupa'nın Oksford, Paris, Roma gibi ünlü üniversitelerinde Arapçanın da okutulması kararlaştırıldı. Anadolu'da "teçhizatlı misyonerlerin" faaliyeti esas olarak bundan sonra başladı. Önce Katolikler, daha sonra Protestan misyonerler Osmanlı İmparatorluğu'ndaki gayrimüslimleri bölerek merkezi otoriteye karşı kışkırttılar.

    Osmanlı'nın, 1535'te Fransızlara tanıdığı kapitülasyonla, ilk kez bir Hıristiyan kral, padişaha eşit bir taraf muamelesi gördü. 1583'te Fransız elçisi ve Papa'nın temsilcisinin isteğini kabul ederek, egemenlik haklarını ortadan kaldıran bir karar daha aldı: Kendi halkının bir başka devletin göndereceği öğretmenler tarafından eğitilmesini kabul etti. Bu tarihten sonra Osmanlı coğrafyasında yüzlerce misyoner okulu, kilisesi, yetimhane vb. merkez açıldı.

    Ermeni araştırmacı Levon Panos Dabağyan, misyonerlerin verdiği zararı şöyle ifade ediyor: "Ermeniler'in 'Millî Kilisesi' ile birlikte, millî bütünlüğü bölünmüş ve böylece Türkiye Ermenileri, Emperyalist Devletler'in âdeta oyuncağı durumuna gelerek çok büyük kayıplara uğramışlardır".

Kaynak : Uğur YILDIRIM - Gazeteci-Yazar

Ne Mutlu Türk doğup, Türk gibi yaşayana...

Saygılarımla.

Çağrıbey
Başlık: Ynt: MİSYONERLİK: HAÇLI BATI'NIN, TÜRKLÜĞE KARŞI, BİN YILLIK SİLAHI!!!
Gönderen: Çağrıbey - 07 Aralık 2007
ASYA'NIN ANAHTARI TÜRKİYE

    Katoliklerin ardından ABD'deki Protestan misyoner örgütlerinin en kıdemlisi ve en büyüklerinden, "American Board of Commissioners for Foreign Missions", kısaca ABCFM ya da Board diye anılan örgüt 1820'lerden itibaren Anadolu topraklarına girince, misyonerliğin yıkıcı faaliyeti çok daha çarpıcı biçimde öğrenildi.

    1823 yılı sonunda William Goodell ve Isaac Bird, Beyrut'ta iki Ermeni din adamını Diyonisos Karabet ve Kirkor Vartabet'i Protestan yapmayı başardılar. Onlar da tıpkı Katolik misyonerler gibi öncelikli olarak Osmanlı'daki gayrimüslim tebaayı hedef aldılar. En önemli araçları okul, yetimhane, hastane gibi son derece güçlü çekim merkezleriydi. Osmanlı İmparatorluğu'ndaki ilk Protestan Amerikan misyoner okulu 28 Temmuz 1824 tarihinde, Bey rut'ta Hıristiyan Arap, Tannus el Haddad'ın başöğretmenliği ve yedi öğrenciyle öğrenime baş ladı. Sadece bir yıl sonra, okuldaki öğrenci sayısı 90'a çıktı. Okulun ardından ilk Amerikan konsolosluğu da Beyrut'ta faaliyete geçti.

    1829'da Board üst yönetimi Ermenilere yönelik bir misyon kurdu. Bu faaliyetin başlamasından sonra, yaklaşık 70 yıl içinde, Anadolu'da 25 bin Ermeni Protestanlaştırıldı. 1895 yılına kadar Osmanlı İmparatorluğu'nun sınırları içinde faaliyet yürüten Board'a bağlı misyonerlerin sayısı 540. Bunların 427'si Anadolu'da çalıştı.

Kaynak : Uğur YILDIRIM - Gazeteci-Yazar

Ne Mutlu Türk doğup, Türk gibi yaşayana...

Saygılarımla.

Çağrıbey
Başlık: Ynt: MİSYONERLİK: HAÇLI BATI'NIN, TÜRKLÜĞE KARŞI, BİN YILLIK SİLAHI!!!
Gönderen: Çağrıbey - 07 Aralık 2007
KİM NERDE NE İÇİN ÇALIŞTI?

    Misyonerlerin daha sonraki dönemde amaçları Protestanlaştırdıkları küçük grubu, Osmanlı'da "millet" statüsüne çıkarmaya çalışmak oldu. Bunun için Amerikalı misyoner William Goodell ve İngiliz Büyükelçi Lord Redcliffe canla başla çalıştı. 1839 Tanzimat Fermanı'yla, herkesin yasa önünde din, mezhep farkı gözetilmeksizin eşit sayılması misyonerlere yetmedi.

    1870'lerde ABD hükümetinin desteğiyle faaliyetlerini olağanüstü büyüttüler.

    Board, 1871'de Anadolu'daki faaliyet alanını üç bölgeye ayırarak çalışmalarını yürütüyordu.

Batı Türkiye Misyonu. Merkez İstanbul olmak üzere İzmit, Bursa, Manisa, Kayseri, Sivas ve Merzifon.
Merkezî Türkiye Misyonu. Merkezi Antep olmak üzere Halep, Adana, Antakya, Maraş.
Doğu Türkiye Misyonu. Merkezi Harput olmak üzere Bitlis, Erzurum ve Mardin'i kapsıyordu.

    ABD'li misyonerler başlangıçta "dinsizleri" Hıristiyanlaştırmak için gelmişlerdi ancak daha sonra Anadolu'da pek dinsiz bulamadıklarından Müslüman ve Musevileri Protestanlaştırma yolunu seçtiler. Ancak iki din mensuplarında da bunun imkânsız denecek kadar zor olduğunu görünce Ermenilere yöneldiler. Ermeni ruhban sınıfının bütün direnmesine karşın Protestanlaştırdıkları Ermenilerle 1 Temmuz 1846'da İstanbul'da ilk Protestan Kilisesi'ni açtılar.

    Örgütlenme çığ gibi büyüdü.

    Amerikan konsolosları azınlıkları, özellikle Osmanlı Ermenilerini kışkırtma faaliyetinin bizzat içinde bulundular. Amerikalı misyonerlerle birlikte bölücü faaliyetin içinde de yer aldılar. Örneğin, Halep, Elazığ ve Kayseri konsolosları misyonerlerle birlikte Ermenilere para yardımı yaptı. Konsoloslarla misyonerlerin birlikte çalışması Bab-ı Âli'nin dikkatini çekti ve ABD'nin konsolosluk açma isteklerine sınırlama getirildi. Ancak yürürlükteki 1830 Ticaret Antlaşması buna engel oldu.

    Amerika, merkezi İngiltere'de (Londra) bulunan Hıristiyanlığı Dünyaya Yayma Cemiyeti, Fransa, Roma Kilisesi ve diğer Batılı devletlerin misyoner örgütleri Harput'tan İstanbul'a kadar Osmanlı coğrafyasında hummalı bir faaliyetin içindedir. Misyoner örgütler Osmanlı'daki Müslüman olmayan vatandaşları bölüp parçaladı ve ayaklandırdı. Beyrut ve Suriye bölgesindeki Amerikan okulları da Arapları ayaklandırmak için açılmıştı.

    Osmanlı'nın parçalanmasında misyoner okulları büyük rol oynadı. Dinini değiştiren aynı zamanda, bağlı oldukları toprağı da reddediyor, sadakatle bağlı olduğu devleti ve parçası olduğu milleti de değişiyordu. Örneğin, Batı'nın casus okullarında "beyni yıkanarak katolikliği seçen Ermeniler, sadrazamın huzurunda bile 'biz millet-i Ermeniyana tabî olamayız' diyorlardı."

    Bulgar, Rum, Ermeni, Arap ve Arnavut milliyetçilerin kurdukları çetelerin lider kadrosunun çoğu bu okullarda yetişti. Örneğin Bulgaristan'ın "kurtarılması" davasını başlatan Robert Kolej'in kurucusu, misyoner Cyrus Hamlin. 1863 yılında ABD dışında denizaşırı bir ülkede açılan ilk Amerikan koleji, İstanbul'da açılan Robert Kolej'dir.

    Gerek Osmanlı, gerek 1908 Devrimi'nden sonra İttihat ve Terakki hükümetleri misyonerlik hareketlerine karşı sert tedbirler almaya çalıştılar. Ama hem iş işten geçmişti, hem de tedbirler yürürlüğe konamadan 1. Dünya Savaşı'na girildi. Batılı misyoner örgütlerin faaliyet alanında işgalci ülkelerin göz diktiği bölgeler karşılaştırıldığında sonuç çarpıcı;

    a. \..İngiliz dini faaliyetleri, bugünkü İsrail bölgesi ile Mezopotamya ve Ege yörelerinde yoğunlaşmıştı; İngiltere'nin nihai paylaşımdan elde etmeyi tasarladığı bölgeler de burasıydı..."

    b. \..bu yerler harita üzerinde işaret edilirse, görülecektir ki Fransa'nın, resmi temsilciliklerinin yoğun bulunduğu bölge Suriye ve Lübnan'dır. Bu bölgenin gelecekteki paylaşımda Fransa'ya düştüğünü hepimiz biliyoruz...'

    c. \..ABD sürekli olarak Doğu Anadolu Bölgesi üzerine eğilmiştir. Yüzyıl sonundaki Ermeni sorunu (Bugün de Kürt meselesi) ve onunla ilgili mücadeleler, bir ölçüde Amerikan misyonlarının sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Böylece ABD, Osmanlı İmparatorluğu'nun paylaşımında ağırlığını Doğu Anadolu'ya koymuştu..."

Kaynak : Uğur YILDIRIM - Gazeteci-Yazar

Ne Mutlu Türk doğup, Türk gibi yaşayana...

Saygılarımla.

Çağrıbey
Başlık: Ynt: MİSYONERLİK: HAÇLI BATI'NIN, TÜRKLÜĞE KARŞI, BİN YILLIK SİLAHI!!!
Gönderen: Çağrıbey - 07 Aralık 2007
LOZAN VE TEVHİDİ TEDRİSAT KANUNU

    Kurtuluş Savaşı'ndan sonra azınlık ve yabancı okulları en çok tartışılan meselelerden biri oldu. 3 Mart 1924'te TBMM'de kabul edilen Tevhidi Tedrisat (Öğretim Birliği) Kanunu'na göre, "Türkiye içindeki bütün bilimsel kurumlarla, öğretim kurumları Eğitim Bakanlığı'na bağlanmıştır."

    Kanun'la eğitim devletin tekeline alındı. Devlet bu konuda rakip istemiyor, ikiliğe izin vermiyordu. Cumhuriyet yönetimi, gençliğini hem gericiliğin hem de misyonerliğin elinden kurtardı. Gericilik de, misyonerlik de aynı merkezden Batı'dan yönetiliyordu. Yasaya göre, "Seriye ve Evkaf Vekâleti veyahut özel vakıflar tarafından yönetilen bütün medrese ve okullar, Eğitim Bakanlığı'na devredilmiş ve bağlanmıştır." Bakanlığın, "ulusun duygu ve düşünce birliğini sağlayacak, bilimsel, pozitif ve birleşik bir eğitim-öğretim siyaseti izleyeceği" belirtiliyordu. Kanun yürürlüğe girdikten sadece bir ay sonra İstanbul'da 40'a yakın Fransız okulu ve 4 İtalyan okulu kapatıldı.

    Cumhuriyetin ve Türk devrimlerinin misyonerliğin önünü açtığı yönünde kamuoyuna özellikle muhafazakâr kesimin yayınları dolayısıyla yanlış aksettirilen bir propaganda var. Oysa en azından Atatürk'ün sağlığında durum pek böyle değil.

    1928 yılı Ocak ayında Bursa'da Amerikan Kız Koleji'nde, Madelet, Nemika ve Seniha Kamran adlı üç kız çocuğunun Hıristiyan yapıldığı ortaya çıktı. Açılan davada üç kız öğrencinin, okul müdiresi Jeannie Jillson ve öğretmenlerden Edith Sanderson ve Lucille Day'in çabasıyla Hıristiyan oldukları ortaya çıktı. İlk duruşma, 13 Şubat 1928 Pazartesi günü yapıldı. Üç Amerikalı öğretmen 30 Nisan 1928 tarihinde üçer gün hapis cezası ve üç lira da para cezasına çarptırıldılar. Amerikalılar temyize gittiler. Temyiz mahkemesi 5 Mart 1929 Salı günü bayan Sanderson ve bayan Day'in üçer gün hapis ve üçer gün para cezasını onadı. İki Amerikalı da dava açıldıktan sonra Türkiye'yi terk ettiği için hapis yatmadılar. Okul, Amerikan Yabancı Misyon Komiserleri Heyeti'nin kontrolünde bulunuyordu, o tarihte 144 kız öğrencisi vardı.

    Milli Eğitim Bakanlığı, bu gelişme üzerine okulu kapattı.

    Atatürk'ün misyoner okulları ve faaliyeti konusundaki kesin tavrını ve Bursa'daki olayı ABD'nin ilk Türkiye Büyükelçisi Joseph C. Grew, anılarında uzun uzun anlatıyor. Olayın hemen ardından Genelkurmay ABD Büyükelçisi'nin golf sahasına el koyuyor!

    Grew, anılarında Bursa'daki olayı ve Golf sahasına el konulmasını şöyle değerlendiriyor: "Talihsizlikler, nadiren tek başlarına gelirler. Bugün kötü bir gündü. Sabah gazeteleri, Maarif Vekâletfnin Bursa'daki Amerikan okulunu kapatmaya niyetlendiği ve dini propagandadan sorumlu olanların mahkemeye verileceği haberini resmi bir bildiri halinde geçiyorlardı. Bu hadise, tüm misyon okullarının neticede kapanışına doğru bir adım daha atıldığı manasına geliyordu. Bundan sonraki önemli husus, bu dalganın kolejlere sıçramasını önlemekti.

    "Bu hadiselerden sonra Belin ile golf oynarken bir Türk süvari zabiti gelerek hükümetin golf sahamızın yarısına el koyarak eğitim çalışmaları için süvarilere verdiğini ve bundan böyle bu kısımda golf oynayamayacağımızı söyledi."

Kaynak : Uğur YILDIRIM - Gazeteci-Yazar

Ne Mutlu Türk doğup, Türk gibi yaşayana...

Saygılarımla.

Çağrıbey
Başlık: Ynt: MİSYONERLİK: HAÇLI BATI'NIN, TÜRKLÜĞE KARŞI, BİN YILLIK SİLAHI!!!
Gönderen: Çağrıbey - 07 Aralık 2007
AMERİKAN EĞİTİM KOMİSYONLARI

    1939'dan itibaren adım adım özellikle İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra Türkiye önce İngiltere'nin ardından her alanda ABD'nin hâkimiyeti altına giriyordu. Türkiye ve ABD hükümetleri arasında 27 Aralık 1949'da imzalanan anlaşma gereği Türkiye'de Amerikan Eğitim Komisyonu kuruldu.

    Anlaşma gereği Amerikan Eğitim Komisyonu, "Türkiye'de Türk parası ile Türk hükümetinin himayesinde, her türlü Türk denetiminin dışında, Türk eğitimi hakkında araştırma yapması, bilgi toplaması, gerekli Amerikan memurlarının uzman ve araştırmacı olarak okul, üniversite ve bakanlıklara yerleştirmesi ve benzeri faaliyetlerini" dilediği gibi yaptı. Türkiye'nin başkentinde Türk eğitimiyle ilgili bir Amerikan Komisyonu kuruldu ve Türk hükümetine bu komisyonun çalışmalarını kontrol ve denetleme hakkı bile verilmedi.

Kaynak : Uğur YILDIRIM - Gazeteci-Yazar

Ne Mutlu Türk doğup, Türk gibi yaşayana...

Saygılarımla.

Çağrıbey
Başlık: Ynt: MİSYONERLİK: HAÇLI BATI'NIN, TÜRKLÜĞE KARŞI, BİN YILLIK SİLAHI!!!
Gönderen: Çağrıbey - 07 Aralık 2007
YERDE YÜRÜYEN U-2'LER

    1961'de ABD Başkanı J.F. Kennedy'nin girişimiyle "az gelişmiş ülkelerde" çalışmak üzere yüzlerce gönüllü kadın ve erkekten oluşan bir örgüt kuruldu. Kennedy yetkisini kullanarak örgütün kurulması için 1 Mart 1961'de bir kararname çıkarttı. Projeyi kayınbiraderi Sargent Shriver Jr.'ın başkanlığında kurdurduğu bir araştırma komitesine hazırlattı.

    Barış Gönüllüleri, gittikleri ülkenin insanları ile yakın ilişki kurmak, aile yapısının içine girerek sosyal araştırma yapmak ve Amerikan ideolojisi için altyapı oluşturmakla görevlendirilmişlerdi. "Barış Gönüllüleri'nden istenen, Amerikan ideolojisinin propagandasını yaparak Amerika'ya sadık toplumsal ortam oluşturmak olmalıydı. Saturday Review dergisindeki, 'Barış gönüllüleri bu işi başarabilecekler mi?' başlıklı yazıda belirtildiği gibi amaç; 'Bir Müslümanın Mekke'ye yönelmesi gibi, bir insanın Washington'a bakmasını sağlayacak ideali bulmak' olarak" belirlenmişti.

    Ancak Barış Gönüllüleri'nin bir ajan gibi çalıştıkları saptanınca ülkelerine geri döndüler. Barış Gönüllüleri, Amerikalıların o dönem icat ettikleri casus uçağına benzetilerek, "yerde yürüyen U-2'ler" olarak adlandırılıyordu.

    1962-1972 yılları arasında Türkiye'de 1585 Amerikalı misyoner "Barış Gönüllüleri" adı altında faaliyet yürüttü. Bazı araştırmalarda, "Güneydoğu bölgemizde PKK'nın temelleri bu dönemde atılmıştır" deniliyor.

Kaynak : Uğur YILDIRIM - Gazeteci-Yazar

Ne Mutlu Türk doğup, Türk gibi yaşayana...

Saygılarımla.

Çağrıbey
Başlık: Ynt: MİSYONERLİK: HAÇLI BATI'NIN, TÜRKLÜĞE KARŞI, BİN YILLIK SİLAHI!!!
Gönderen: Çağrıbey - 07 Aralık 2007
SIR CATHERWOOD'UN MÜDAHALESİ

    Soğuk Savaş sona erdikten sonra Yeni Dünya Düzeni gereği, Hıristiyanlaştırma faaliyeti hem "aşağıdan", hem "yukarıdan" devasa boyutlara ulaştı. Özellikle Turgut Özal'lı yıllarda önü iyice açıldı.

    1989 yılında İstanbul polisi ev ve işhanlarında açılan "korsan kiliselere" yönelik operasyonlar yaptı. Bazı yabancı gruplar otellerde toplanıp ayin yapıyorlardı. Bunlardan biri, İstanbul'daki "Güngören Protestan Kilisesi". 1987'de Ataköy Demirköy Oteli'nde yabancıların önderliğinde toplanan küçük bir grup, Ekim 1989'da polis tarafından durduruldu. Bunun üzerine ne oldu dersiniz? "Güngören Bağımsız Protestan Kilisesi Önderi" Nigel Prior'un ağzından, kendi kaynaklarından öğrenelim: "Şubat 1990 tarihinde, bir İngiliz hükümet görevlisi olan Sir Fred Catherwood'un Türkiye'ye yaptığı ziyaret sırasında dönemin başbakan yardımcısı olan Ali Bozer ile yaptığı görüşmede bu konular ele alınmıştı. Görüşme sonunda, işyerlerinde ve müstakil yerlerde ibadet amacıyla bir araya gelinmesine sözlü olarak izin verilmiştir. Bu gelişmelerden sonra kilise cemaati, Nisan 1990'da, Bakırköy İncirli Caddesi'nde bir iş yeri kiralamış ve burada toplanmaya başlamıştır."

    "Bostancı Protestan Kilisesi önderlerinden" Ali Şimşek de İngiltere'nin müdahalesini ve ANAP'ın izin vermesini şöyle anlatıyor: "İngiliz hükümet görevlisi Sir Catherwood'un Türkiye Cumhuriyeti yetkilileriyle görüşmeleri sonucunda, Protestanların bir yer kiralayarak, serbest bir şekilde ibadet etmelerine izin verilmişti. Bu gelişmelerden sonra yeni Protestan kiliseleri kuruldu."

    Bu müdahaleyi AB aday üyeliği, ABD, İngiltere ve İsrail'in bölgedeki politikalarıyla birleştirdiğinizde 2005 itibariyle karşımıza çıkan tablo şudur: 'Kilise' olarak kullanılan adresleri tespit edilemeyenlerle birlikte sadece İstanbul'da 40, İzmir'de 40, Ankara'da 10 merkez var."

Kaynak : Uğur YILDIRIM - Gazeteci-Yazar

Ne Mutlu Türk doğup, Türk gibi yaşayana...

Saygılarımla.

Çağrıbey
Başlık: Ynt: MİSYONERLİK: HAÇLI BATI'NIN, TÜRKLÜĞE KARŞI, BİN YILLIK SİLAHI!!!
Gönderen: Çağrıbey - 07 Aralık 2007
17 AĞUSTOS DEPREMİ

    17 Ağustos 1999'da meydana gelen Marmara depreminden sonra Adapazarı merkezli olarak San Maritas Kampı, Cap Anamur Köyü ve açılan ev kiliselerinin yanısıra Vatikan'ın Caritas adlı örgütü de faaliyet yürüttü. Caritas, depremden sonra Sakarya Üniversitesi ve Körler Derneği'de dahil olmak üzere kitle örgütleriyle temas kurdu.

    Caritas, Sakarya Üniversitesiyle yakın işbirliği içindeydi. Caritas, 1 Mart 2002 tarihinde Sakarya Üniversitesi'ne gönderdiği bir yazıyla, "sosyal rehabilitasyon" amaçlı bir eğitim projesiyle öğretmenleri eğitmek istediğini bildirdi. Projenin adı, "Okul Aile İşbirliği". Proje, daha önce Yugoslavya'da da uygulandı. Vatikan Büyükelçiliği Caritas Üniteleri Müdürü Adriano Franchini imzalı yazıda, öğretmen eğitiminde yer alması istenen öğretim görevlilerinin listesi de verildi. Ve Caritas'ın talebi, üniversite yöneticilerinin 29 Mart 2002 tarihinde yaptığı toplantıda aynen kabul edildi...

Kaynak : Uğur YILDIRIM - Gazeteci-Yazar

Ne Mutlu Türk doğup, Türk gibi yaşayana...

Saygılarımla.

Çağrıbey
Başlık: Ynt: MİSYONERLİK: HAÇLI BATI'NIN, TÜRKLÜĞE KARŞI, BİN YILLIK SİLAHI!!!
Gönderen: Çağrıbey - 07 Aralık 2007
WASHİNGTON VE LONDRA'DA KAMPANYA: TÜRKİYE'YE TURİST GELMEZ!!!
   
    Bir de "inanç turizmi" var. Emniyet'in İzmir ve İstanbul'da yaptığı operasyonlardan sonra ortaya çarpıcı bir gerçek çıktı. İzmir'de Hıristiyanlığı yayma faaliyeti yürüten 16 ABD'li misyoner, 29 Temmuz 1999 günü gözaltına alındı. Amerikalı misyonerlerin 15'i, 30 Temmuz 1999 sabahı Adnan Menderes Havalimanı'ndan İstanbul aktarmalı bir uçakla ülkelerine gönderildiler.

    ABD Büyükelçiliği, misyonerleri Türkiye'ye getiren Mattheus Hendrikus adlı kişi için İzmir Emniyet Müdürlüğü'ne başvurdu ve hemen serbest bırakılmasını istedi. Güney Afrikalı olan Hendrikus, Trabzon'da oturuyor ve bir turizm acentasında çalışır gözüküyordu. ABD Büyükelçiliği'nin isteği ve Hendrikus'un ikamet adresi göstermesi üzerine savcılığa çıkarılmadan serbest bırakıldı.

    İzmir Emniyet Müdürlüğü ekipleri, 12 Eylül 1999 Pazar günü ise "İzmir İsa Mesih Topluluğu Kilisesi" adı altında faaliyet yürüten 40 kişi, kilise haline getirdikleri apartman dairesinde ayin sırasında gözaltına alındı. Daha önce kilise için İzmir Valiliği'ne başvuran ancak "evraklarını tamamlamadıkları" gerekçesiyle başvuruları kabul edilmeyen iki Amerikalı, üç Güney Koreli, bir Avustralyalı ile birlikte ayine katılan 34 Türkün de ifadeleri alındı. Kilise mühürlendi, gözaltındakiler "izinsiz ibadet yeri açmak ve izinsiz toplantı düzenlemek" suçundan savcılığa sevk edildi. Ancak "Takibata mahal olmadığı" kararıyla serbest bırakıldılar.

    Polis, 3 Ekim 1999 tarihinde ise İstanbul Zeytinburnu' ndaki misyoner kilisesine operasyon yaptı.

    Misyonerlere yönelik operasyonların ardından ABD ve İngiltere'de büyükelçiliklerimize protesto mesajları yağmaya başladı. Mesajlarda, operasyonlar protesto ediliyor ve "Türkiye'nin Hıristiyanlar için güvenle gidilecek bir ülke olup olmadığı" soruluyordu! ABD ve AB'nin desteğiyle misyonerliğe karşı operasyonların devam etmesi durumunda, Türkiye'ye turist gelmeyeceği tehdidini öne sürdüler.

    Üstelik İzmir'de korsan kiliseleri açan "yerli" misyonerlerin "inanç turizmi" yapan rehberler olduğu da itiraf edildi. Londra Büyükelçiliği Tanıtma Müşaviri Sivas Küce imzalı, 22 Eylül 1999 tarih ve "İvedi" uyarısıyla Turizm Bakanlığı'na gönderilen yazıda şöyle deniyor:

    "Müşavirliğimize son günlerde ulaşan ve ülkemizde din ve inanç hürriyeti ile ilgili soruları içeren yazılar ilişikte sunulmaktadır. Yazıların incelenmesinden de görüleceği üzere geçtiğimiz günlerde İzmir'de ayin yapan bazı Hıristiyanların polis tarafından tutuklandığı konusunda basında yer alan haber çeşitli tepkilere yol açmış bulunmaktadır.

    Müşavirliğimize yapılan konu ile ilgili başvurularda turist olarak Türkiye'ye gitmeyi planlayan kişilerin yanı sıra ülkemizde tur düzenleyen bir tur operatörü de bulunmaktadır."
Yazılarda dile getirilen konular aşağıda özetlenmektedir.

    Yazıların hepsinde Türkiye'nin Hıristiyanlar için güvenle gidilecek bir ülke olup olmadığı sorulmaktadır. Bunun yanı sıra kilisede dini inançlarına uygun olarak ibadet eden kişilerin silahlı polislerce tutuklanması ve orada bulunan çocukların binada yalnız bırakılmasının tepki ile karşılandığı, bu davranışın insan haklarına aykırı görüldüğü belirtilmektedir. 'Hugh Annand' imzalı yazıda inanç hürriyetinin Anayasa garantisi altında olduğu belirtilerek, hükümetin güvenlik güçleri üzerindeki kontrolü ve bu teşkilatın anayasaya bağlılığı sorulmaktadır. 'Mastersur' adlı tur operatörünün yöneticisi Bob Fleming'den alınan yazıda ise tutuklanan kişilerden bazılarını tanıdıkları, bu kişilerin Efes ve Yedi Kiliseler gibi Hıristiyanlarca kutsal sayılan yerlere düzenlenen turlarda büyük ölçüde yardımcı oldukları belirtilerek yetkililerin bu davranışları insafsızlık olarak nitelendirilmektedir. Deprem sonrasında tüm dünya kamuoyunda oluşan olumlu yaklaşımların bu tür olaylardan olumsuz olarak etkileneceği, Türkiye üzerine kurulan tatil planlarının da gelecek açıklamalar çerçevesinde gözden geçirileceği bazı mektuplarda belirtilmektedir.

    Söz konusu yazıları gönderen kişilere Müşavirliğimizce ilk etapta Türkiye'nin din ve inanç hürriyetinin yasalarla güvence altına alındığı, tüm büyük dinlere kucak açan bir ülke olduğunu vurgulayan birer mektup gönderilecek, bahse konu olayla ilgili olarak gerekli bilgiler alındığında daha açıklayıcı cevaplar da verilecektir. Bu tür yayınların ve tepkilerin sürmesi halinde gerek ülkemiz imajının ve gerekse turizmimizin bundan büyük zarar göreceği dikkate alınarak, söz konusu başvuruların en etkin şekilde cevaplanabilmesi için olayla ilgili detaylı bilgilerin Müşavirliğimize iletilmesine ihtiyaç duyulmaktadır."

    Aynı kampanya ABD'de de yapıldı. 25 Ekim 1999 tarihli, Washington Büyükelçiliği Tanıtma Ataşesi Sami Orçun imzalı, Turizm Bakanlığı'na gönderilen yazıda şöyle deniyor: "Son günlerde, Müşavirliğimize gelen çok sayıda telefonda, 12 Eylül ve 3 Ekim 1999 tarihlerinde İzmir ve İstanbul-Zeytinburnu'nda bulunan Protestan kiliselerine polis tarafından girildiği, Türkler, ülkemizde yaşayan yabancılar ve turistlerin gözaltına alındığı belirtilerek bu husus kınanmaktadır.

    Müşavirliğimize telefonla başvuranlara, gözaltına alınanların ve kiliselerin isimleri gibi hususlarda bilgileri olup olmadığı sorulmuş ancak başka bir bilgi edinilememiştir.

    Bilgilerinize ve konunun incelenerek böyle bir olayın olup olmadığı, olmuş ise nedeni ve ilgililere bilgi verilmek üzere sonucun Müşavirliğimize bildirilmesi hususunda gereğini talimatlarınıza arz ederim.
"

    Londra ve Washington büyükelçiliklerine gönderilen protestolarda önemli bir itiraf var: Misyonerlik faaliyetini yürütenler aynı zamanda "inanç turizmi" yapıyor! Bob Fleming adlı tur operatörünün gönderdiği protesto yazısında bu açıkça belirtiliyor. ABD ve İngiltere'de büyükelçiliklerimize ulaşan kampanyanın nedeni İzmir ve Zeytinburnu'nda polisin yaptığı operasyondu.

    Peki Türkiye'nin muhataplarına operasyonların apartman ve işhanlarında kurulan misyoner kiliselerine yönelik olduğu, bu bölgelerde hiç Hıristiyan yurttaşın yaşamadığı halde korsan kiliseler açıldığı, meselenin inanç özgürlüğü olmadığı, acaba söylendi mi?

    Ancak daha önemlisi, hiç kimse, mahallelerde, apartman dairelerinde, işhanlarında kurulan "kiliselerin" turistler için ne gibi bir "çekim merkezi" olduğunu sorgulamadı!

Kaynak : Uğur YILDIRIM - Gazeteci-Yazar

Ne Mutlu Türk doğup, Türk gibi yaşayana...

Saygılarımla.

Çağrıbey
Başlık: Ynt: MİSYONERLİK: HAÇLI BATI'NIN, TÜRKLÜĞE KARŞI, BİN YILLIK SİLAHI!!!
Gönderen: Çağrıbey - 07 Aralık 2007
DİYARBAKIR'DA MİSYONER KİLİSESİ

    ABD'de basılan ve Protestanların el kitaplarından sayılan "Operations World-Hedef Tüm Dünya"nın 1993 yılı baskısına göre, misyonerler Güneydoğu ve Doğu Anadolu bölgelerinde 200 vatandaşımızı Hıristiyan yapmayı başardılar. Kuzey Irak'ta ise sayının binlerle ifade edildiği belirtiliyor. 1991 Körfez Savaşı'ndan bu yana ABD ve Batı'dan gelen NGO'ların (hükümet dışı kuruluşlar) ve birlikte çalıştıkları Çekiç Güç'ün bu faaliyetin merkezinde oldukları ise bizzat TBMM'de defalarca dile getirildi.

    Diyarbakır'da 1999-2000 yıllarında bölgeye giden yabancı misyonerler yaklaşık 30 aileyi Protestan yaptı. Diyarbakır'ın göbeğinde Sur beldesi Lalepaşa mahallesinde 2001 Haziran'ın da kilise inşaatının temeli atıldı. İnşaatın ruhsat tarihi 5 Haziran 2001. Ruhsat, Ahmet Güvener adına kayıtlı. Güvener, son yıllarda Diyarbakır'da faaliyet yürüten Batılı misyonerlerin Hıristiyanlaştırdığı kişilerden biri. Sur Beldesi'nin Belediye Başkanı o dönem HADEP'li Cezair Serin'di.

    "Kilisenin önderi", Ahmet Güvener, kendisi gibi misyonerlerin Hıristiyanlaştırdığı Kemal Teymür'le birlikte daha önce Diyarbakır'da izinsiz İncil dağıttıkları için gözaltına alındı. Sonra da şikâyet üzerine haklarında dava açıldı ve Diyarbakır 4. Asliye Ceza Mahkemesi'nde İslamiyete ve Hz. Muhammed'e hakaret ettikleri gerekçesiyle yargılanmaya başladılar.

    Davanın dosya numarası: 2002/788.

    Bu iki misyonerin savunma avukatı ise meşhur Şeyh Sait'in kardeşi Şeyh Tahir'in torunu Muhammed Akar'dı! Misyonerlerin Diyarbakır'da 5 Şubat 2002 tarihinde görülen duruşması için iki Amerikalı ve iki Alman gazeteci geldi. Av. Bakar da, misyonerlerin avukatı olarak duruşma salonunda yerini almıştı.

    9 Ekim 2002 tarihinde Brüksel'de açıklanan AB İlerleme Raporu, Türkiye'deki misyoner faaliyetine AB desteğini gözler önüne serdi. Raporun 38. sayfasında "Din Özgürlüğü" bölümünde aynen şöyle deniyor: "Protestan topluluğu, kilise açmak için kiralık yer bulma ve yeni kiliselerin inşa edilmesi konusunda dikkat çekici idari problemlerle karşılaşmaktadır. Fakat Diyarbakır'da yeni bir Protestan Kilisesi inşa edilmesine 2002 Temmuz'unda yetkililer tarafından izin verilmiştir."

    "Yetkililer" göz göre göre konut olması gereken, "toplantı salonu yapmak için" alınan inşaat ruhsatıyla üç katlı kilise yapılmasına göz yumdu.

    Diyarbakır'daki kilise inşaatı durdurulunca ABD Dışişleri hemen devreye girdi. ABD Dışişleri 2001'in son günlerinde yayımladığı "Dünyada Din Özgürlüğü" başlıklı yıllık raporun Türkiye bölümünde "Sonradan Hıristiyan olanlara baskı yapıldığı" iddiası yer aldı. Raporda, Hıristiyan ve Musevilerin Türkiye'de ibadetlerini özgürce gerçekleştirdikleri, ancak sonradan Hıristiyan olanların baskı gördüğü öne sürüldü.

    Bu tartışmalardan iki yıl sonra Avrupa Parlamentosu Türkiye Raportörü Aria Oostlander, PKK'ya yakınlığıyla bilinen Özgür Politika gazetesine yaptığı açıklamada, aynen şu sözleri söyledi: "Diyarbakır'da küçük bir Protestan cemaatiyle de tanıştım. Çok barışık bir gruptu ve yetkililer kendi imkânlarıyla bir kilise salonu inşa etmelerini engellemiş. Türkiye'nin AB nezdindeki büyükelçisine de bu tatsız olaylar ve azınlıkların korunmasıyla ilgili bir liste verdim. Türkiye'nin gerçekten iyi niyetli olduğunu kanıtlamak istiyorsanız, lütfen bu sorunu iki haftada çözün dedim."

Kaynak : Uğur YILDIRIM - Gazeteci-Yazar

Ne Mutlu Türk doğup, Türk gibi yaşayana...

Saygılarımla.

Çağrıbey
Başlık: Ynt: MİSYONERLİK: HAÇLI BATI'NIN, TÜRKLÜĞE KARŞI, BİN YILLIK SİLAHI!!!
Gönderen: Çağrıbey - 07 Aralık 2007
ERIC EDELMAN'IN MÜDAHALESİ

    "Güneydoğu'da misyonerlik faaliyeti ABD'nin Pirinçlik Askeri Üssü'nün kurulmasıyla başladı. Ardından 1962'den itibaren yüzlerce Amerikalı misyoner 'Barış Gönüllüleri' adıyla Türkiye'de faaliyette bulundular. Kürt ayrılıkçılığının temelleri de bu dönemde atıldı."

    ABD Ankara Büyükelçisi Eric Edelman, Güneydoğu Anadolu bölgesinde görevli bir Türk istihbarat subayının yaptığı bu değerlendirmeyi doğrularcasına, 20 Nisan 2004 tarihinde Diyarbakır'daki misyoner kilisesi ile ilgili müdahalede bulundu. 2004 Nisan ayının ikinci haftasında Diyarbakır Valililği'nin suç duyurusu üzerine Cumhuriyet Savcılığı, Ahmet Güvener hakkında "dini tesis alanı olarak tescil edilmeyip, ev olarak tescil edilen yerde izinsiz olarak Diyarbakır Kilisesi adlı Protestan kilisesi açmak ve buraya gelen kişilere müzikli ayin vermek" suçundan dava açtı. Diyarbakır 3. Asliye Ceza Mahkemesi'nde görülen davada Güvener hakkında TCK'nın 261/1 maddesi uyarınca 6 ay ile 2 yıl arasında hapis cezası isteniyordu.

    Diyarbakır'da misyoner kilisesi hakkında dava açılması ABD Ankara Büyükelçiliği'ni harekete geçirdi. 20 Nisan 2004'te ABD Adana Konsolosu W. Scott Rold ve Ankara Büyükelçiliği Ekonomik İşler Müsteşarı Scot Marciel, 28 Mart 2004 yerel seçimlerinde altı partinin ittifakıyla SHP'den aday olup seçilen Bağımsız Diyarbakır Belediye Başkanı Osman Baydemir'i ziyaret ettiler. Belediyeden yapılan açıklamada, Rold ve Marciel'in "kentin sorunlarının çözümü için üzerlerine düşeni yapacaklarını söyledikleri" bildirildi.

    Müsteşar Marciel, Diyarbakır ziyareti sırasında yetkililerden misyoner kilisesi hakkında açılan davanın son durumu hakkında bilgi aldı!

    Önemli bir ayrıntı: belediye başkanı Osman Baydemir, ABD'de yaklaşık bir yıl 'kent yönetimi, şehircilik' konusunda eğitim gördükten sonra gelip belediye başkanı 'seçildi.'
12 Mayıs 2004'te Diyarbakır 3. Asliye Ceza Mahkemesi'nde görülen ilk duruşmada, Savcı, Ahmet Güvener'in beraatini istedi ve AB uyum yasaları çerçevesinde Güvener beraat etti. Duruşmayı, ABD Adana 2. Konsolosu Deborah Harf ile Uluslararası Af Örgütü ve Güney Afrika Kilise Örgütü üyelerinden oluşan 10 kişilik yabancı heyet de izledi.

    Duruşmada Savcı Vahdettin Taşkıran mütalâsında şunları söyledi: "Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin düşünce, din ve vicdan özgürlüğünü düzenleyen 9. maddesine göre, bireyler dini inançlarını tek başına veya toplu olarak, öğretme, uygulama ve ayin yoluyla açıklayabilirler. Ayrıca Anayasa'nın 90. maddesinde, 'milletlerarası antlaşmaların İç hukukun üzerinde olduğu" son Anayasa değişikliğiyle TBMM'de kabul edilmiştir. Bu nedenle sanığın beraatine karar verilmesi kamu adına talep olunur.'"

    Daha sonra Diyarbakır 3. Asliye Ceza Mahkemesi'nin Ahmet Güvener'le ilgili gerekçeli kararı, örnek bir karar olarak AB Komisyonu'na sunulmak üzere Adalet Bakanlığı'na gönderildi.

    3 Kasım 2002 genel seçimlerinin ardından hükümet olan AKP, Batı'nın istediği yasaları bir bir çıkararak ve gösterdiği uygulamayla misyonerlerin önünü açtı.

Kaynak : Uğur YILDIRIM - Gazeteci-Yazar

Ne Mutlu Türk doğup, Türk gibi yaşayana...

Saygılarımla.

Çağrıbey
Başlık: Ynt: MİSYONERLİK: HAÇLI BATI'NIN, TÜRKLÜĞE KARŞI, BİN YILLIK SİLAHI!!!
Gönderen: Çağrıbey - 07 Aralık 2007
DEĞERLENDİRME

    "Aşağıdan" yürütülen faaliyet ve Batı'nın bakışı özetle böyle. Her ilçede, mahallede açılan "kiliseleri" yabancı misyon şefliği veya "istasyon" olarak algılayabilirsiniz. Zira Amerikan Merkezi Haberalma Örgütü CIA'da 1957-1969 tarihleri arasında 12 yıl kritik görevlerde bulunan, ABD'nin "az gelişmiş" ülkelerde yaptıklarını bizzat yaşayan ünlü CIA ajanı Philip Agee, misyoner örgütlerin ne işe yaradığını, nasıl ajan devşirdiklerini anılarında açıkça yazdı.

    Ancak Hıristiyanlaşmayı veya bugünkü toplum-insan yapısı hızla çürüyen "Batı"lılaşmanın etkisinin Türk insanındaki sonuçları daha yıkıcı.

    Türkiye'nin insan malzemesi çürümektedir. İktisadi, siyasi, askeri, kültürel hemen her açıdan değerlendirelim.

    Ekonomisi çökertiliyor. IMF talimatları doğrultusunda örneğin Karadeniz'e "çay ekmeyin" dendi. Konan kotalarla fındık üreticileri perişan edildi. Üniversite mezunları işsizler ordusu kahvehaneleri doldurdu.

    Eğitim sisteminin "millîlik" vasfı tartışılır hale geldi. Bir özel üniversitenin öğretmenine göre "Türk Kurtuluş Savaşı Küçük Asya'da bir Rum katliamına yol açmış". Dolayısıyla Kuvayı Milliye hareketinin gayrı meşru olduğunu savunan 'öğretmenler' var. Bir devlet okulunda tarih öğretmeni ise öğrencilerine tam tersini anlatıyor. Kendi tarihine yabancılaşmış birkaç nesil yetişti. Böyle eğitim sistemi olur mu?

    Mezun olan öğrenciler de başta ABD olmak üzere Batılı ülkelere gitmek, orada okumak, çalışmak ve o ülkeye hizmet etme düşüncesi hızla yaygınlaştı.

    Çocukların televizyonu izlediği saatlerde cinsel kimliği belirsiz kişiler ekranı doldurdu. Medya her alanda düzeyi düşüren ve insanı maymunlaştıran Batılı televizyon kanallarının kopyası haline geldi.

    Eşcinsellik moda oldu.

    Uyuşturucu kullanımı ilköğretim seviyesine indi.

    Askerden kaçmak olağan hale geldi ve hızla yaygınlaşıyor. Aileler, "Tabi evladım önce okulunu bitir, önce işini kur, nasılsa bedelli askerlik çıkacak" görüşünü hızla benimsiyor ve telkin ediyor. Geçmişte ise askerden kaçmak en hafif deyişle ayıp addedilirdi. Sadece askerden değil, ülkelerinden, kendilerinden kaçıyorlar.

    Türk milletinin inancı da ağır ateş altında. 2005 yılının Şubat ayında Hollanda'da başkent Amsterdam yakınlarındaki Hoofddorp kasabasında bulunan Al-Rahman Camii bir camii, namaza çağrıyı minareden ezan yerine ışıkla yapma kararı aldı. Ezan okunması gerekirken örneğin öğle namazında camide ışık yanacak, Müslümanlar da ışığa bakıp gidip namaz kılacaklar! Ve bu gelişme, hiçbir muhafazakâr çevrede tartışma konusu yapılmadı.

    18 Mart 2005 Cuma günü, Virginia Universitesi'nden bayan Prof. Amina Vadud, New York'ta yaklaşık 100 kişilik "cemaate" Cuma namazı kıldırdı. Gösteriyi örgütleyen Wall Street Journal yazarı, Asra Q. Numani. Ve bu gösteri, dünyada belki de en çok Türkiye'de tartışma konusu yapıldı. Numani, "En büyük hayalinin Sultanahmet Camii'nde namaz kıldırmak olduğunu" açıkladı.

    Ve son 10 yıldır her kurban bayramında yürütülen psikolojik harekât sonucu, neredeyse kurban kesmek yerine "marketten tavuk alın" demeye varan değerlendirmeler...İslâm sadece bir inanç sistemi değil. Türkün kültür yapısının önemli köşe taşı, geleneği, yapının harçlarından biri. Bu ülkede dini, insanların gönlünden çıkarın ertesi gün anladığımız anlamda Türkiye diye bir ülkenin olup olmayacağı şüphelidir. Bu yüzden milletin dini de Batılı merkezler tarafından "Hıristiyanlaştırılıyor." "Evanjelist İslâmı" yaratılıyor. Bu yüzden Soros'un fonladığı TESEV, "Şehitlik, gazilik kavramı kalksın" diye raporlar hazırlıyor.

    Türkiye'deki hakim yönetimin entegre olmaya çalıştığı "sistem"in doğal sonuçları böyle. Ulus ve bağımsız devlet olarak, direnç unsuru olabilecek her alan, kurum büyük dönüşümün tehdidi altında.

    Bütün bunları yaşadıktan sonra insanların nüfus cüzdanında din hanesinde ne yazdığı aslında önemini yitiriyor. İşte siz Hıristiyanlaştınız! Batılılaştınız. Gönlü, beyni bu topraklardan kopmuş insanlar ve sayıları hızla artıyor.

    Yarın öbürgün bu ülke bir sel, deprem, içsavaş ya da bir açık savaş tehlikesiyle karşı karşıya kalırsa, seferberlik ilan edeceğiniz insan malzemeniz, hızla anılan hale gelmektedir.

    Kuşkusuz ille de bir felaketle karşı karşıya kalmak gerekmez. Soru şudur: Türkiye, merkezi, bağımsız, güçlü bir ulus-devlet mi olacak, yoksa beyliklere mi bölünecek?

    Bu topraklarda millet mi olacak, yoksa dinlere, cemaatlere, mezheplere, tarikatlara, emperyalist strateji gereği "alt kimliklere" bölünmüş bir yığın mı olacak?


Kaynak : Uğur YILDIRIM - Gazeteci-Yazar

Ne Mutlu Türk doğup, Türk gibi yaşayana...

Saygılarımla.

Çağrıbey
Başlık: Ynt: MİSYONERLİK: HAÇLI BATI'NIN, TÜRKLÜĞE KARŞI, BİN YILLIK SİLAHI!!!
Gönderen: Çağrıbey - 07 Aralık 2007
KAYNAKLAR
Uğur YILDIRIM - Gazeteci-Yazar

Ord. Prof. İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, Cilt: 1, Türk Tarih Kurumu Yayınları, 7. Basım.
Dr. Hidayet M. Vahapoğlu, Osmanlıdan Günümüze Azınlık ve Yabancı Okulları, Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, İstanbul, 1997.
Prof. Abdurrahman Küçük, "Türk Kültürünü Yok Etmek İstiyorlar", Yeniçağ, 24 Ağustos 2004.
Necdet Sevinç, Osmanlıdan Günümüze Misyoner Faaliyetleri, Milenyum Yayınları, 3. Basım: Şubat 2002.
Yrd. Doç. Dr. Şerife Yorulmaz, "Osmanlı-Fransız İlişkileri Çerçevesinde Osmanlı Toprakların- da Açılan Fransız Kültür Kurumları ve Bunların Meşruiyet Kazanması", Ankara Üniversitesi Osmanlı Tarihi Araştırma ve Uygulama Merkezi OTAM, Ankara 2000, sayı: 11, Ankara Üniv. Basımevi.
Atilâ İlhan, Batı'nın Deli Gömleği, Bilgi Yayınevi, 2. basım: 1995.
Levon Panos Dabağyan, Türkiye Ermenileri Tarihi, IQ Kültür Sanat Yayıncılık, Birinci Basım: Ağustos 2003
Prof. Dr. Fahir Armaoğlu, Belgelerle Türk-Amerikan Münasebetleri, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Birinci Basım: 1991, Ankara.
Dr. Uygur Kocabaşoğlu, Kendi Belgeleriyle Anadolu'daki Amerika, Arba Yayınları, Birinci Basım: 1989
İlber Ortaylı, Osmanlı İmparatorluğunda Alman Nüfuzu, Kaynak Yayınları, Birinci Basım: Mart 1983.
Bilâl N. Şimşir, Dış Basında Laik Cumhuriyetin Doğuşu, Bilgi Yayınevi, Ankara 1999.
Nurdan Şafak, Osmanlı-Amerikan İlişkileri, Osmanlı Araştırmaları Vakfı Yayınları, Birinci Basım: Mart 2003.
Uğur Yıldırım, Dünden Bugüne Patrikhane, Kaynak Yayınları, İkinci Basım: Temmuz 2004
Attilâ İlhan, Cumhuriyet, 22 ve 24 Mart 2000.
Erdal Açıkses, Amerikalıların Harput'taki Misyonerlik Faaliyetleri, Türk Tarih Kurumu Yayınları, 1.Basım 2003, Ankara.
Atatürk'ün Bütün Eserleri , Cilt: 1-2-3-4-5-6-7-8-9-10-11-12-13, Kaynak Yayınları.
Pontus Meselesi, Yayına Hazırlayan: Dr. Yılmaz Kurt, TBMM Basımevi, Ankara, 1995.
Nuri Yazıcı, Millî Mücadelede Canik Sancağı'nda Pontosçu Faaliyetler, Çizgi Kitabevi, İkinci Basım: Mart 2003, Konya.
Ali Saip Ursavaş, Kilikya Dramı ve Urfa'nın Kurtuluş Savaşları, Çeviren: Korgeneral (E) Hüseyin Işık, Genelkurmay Askerî Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı Yayınları, Genelkurmay Basımevi, Ankara, 2000.
Joseph C. Grew, Amerika'nın İlk Türkiye Büyükelçisi'nin Anıları, Yeni Türkiye, Türkçesi: Dr. Mustafa Kadri Orağlı, Multilingual Yayınları, İstanbul, 1999.
Ali Rıza Bayzan, Küresel Vaftiz, IQ Kültür-Sanat Yayıncılık, Birinci Basım: Mayıs 2004.
Haydar Tunçkanat, İkili Anlaşmaların İçyüzü, Kaynak Yayınları, Üçüncü Basım: Mayıs 2001.
Oktay Sinanoğlu, Bye-Bye Türkçe, Otopsi Yayınları, Birinci Basım: Temmuz 2000.
Müslim Özbalkan, Gizli Belgelerle Barış Gönüllüleri, Ant Yayınları, Birinci Basım: Şubat 1970.
M. Emin Değer, Oltadaki Balık Türkiye, Otopsi Yayınları, 7. Basım: 2004.
David Wise-B. Ross, Görünmeyen Hükümet CIA, Çeviren: Alaattin Bilgi, Onur Yayınları, İkinci Basım: Haziran 1976.
Bayram Küçükoğlu, Türk Dünyasında Misyoner Faaliyetleri, IQ Kültür Sanat Yayıncılık, Birinci Basım: Aralık 2003.
M. Numan Malkoç, İstanbul'da Protestan Kiliseler, Kaya Basım Yayın Dağıtım Ltd. Şti., Birinci Basım: İstanbul-1999.
Uğur Mumcu, Kürt-İslam Ayaklanması, Tekin Yayınevi, 12. Basım, 1994.
Philip AGEE, "CİA Günlüğü", E Yayınları, Türkçesi: Mine Üner, cilt:l, Birinci Baskı: Eylül 1975.
Uğur Yıldırım, Türkiye'de Misyonerlik, Otopsi Yayınları, 1. Basım: Ocak 2005.

Ne Mutlu Türk doğup, Türk gibi yaşayana...

Saygılarımla.

Çağrıbey


Başlık: Ynt: MİSYONERLİK: HAÇLI BATI'NIN, TÜRKLÜĞE KARŞI, BİN YILLIK SİLAHI!!!
Gönderen: Çağrıbey - 08 Aralık 2007
Haçlı Seferleri Papalığın teşvikiyle, Hıristiyan Avrupalıların, Müslüman Türklere karşı tertip ettikleri seferlerin umumî adıdır. En önemlisi dînî olmak üzere, siyasî, sosyal ve iktisadî sebeplere dayanan Haçlı seferlerini, Papa İkinci Urbanus, 1095 yılında toplanan Clermont Konsili’nde yaptığı konuşmayla başlatmıştır. Haçlı Seferleri asırlarca devam edip, milyonlarca Türk'ün can kaybına, devletlerin yıkılıp, ülkelerin tahrip olunmasına sebep olmuştur.


(https://www.hunturk.net/forum/rsm/3190-tayyip-ve-gul-papa-heykeli-onunde-1427924003.jpg)


Başbakan ERDOĞAN ve zamanın dışişleri bakanı A. GÜL Avrupa Birliğiyle (AB) adaylık sürecinin başlatıldığı antlaşmayı, çok manidardır ki, haçlı seferlerinin mimarı Papa İkinci Urbanus'un heykeli önünde imzalıyorlardı!!!

Ne Mutlu Türk doğup, Türk gibi yaşayana...

Saygılarımla.

Çağrıbey

Başlık: Ynt: MİSYONERLİK: HAÇLI BATI'NIN, TÜRKLÜĞE KARŞI, BİN YILLIK SİLAHI!!!
Gönderen: Çağrıbey - 08 Aralık 2007
Osmanlı Devleti'nde Misyonerlik

1820 yılında başlayan ve Kurtuluş Savaşı'na sonuna kadar süren zaman içerisinde Osmanlı Devleti'nde misyonerlik faaliyetleri çok hızlı bir şekilde gelişmiştir.
Misyonerlik faaliyetlerini bu denli başarılı olmasında şüphesiz Osmanlı Devleti'nin Islahat Fermanı ile verdiği ayrıcalıklar, kapitülasyon anlaşmaları ile verilen ayrıcalıklar ve Osmanlı Devleti'nin bölgelerine ilgi göstermemesi etkili olmuştur. Başlangıçta kendilerine Anadolu'da hedef bulamayan misyonerler daha sonra Ermenilere odaklanıp çalışmalarında başarılı olmuşlardır. Açtıkları okullardan mezun olanların başarılı olmaları bu okulların etkilerini artırmıştır.
Hatta zamanla Müslüman Türkler dahi çocuklarını bu okullara göndermişlerdir.
Misyonerlerin genel hedef kitleleri, İslamiyet'in yaygın olduğu bölgeler olmuştur.Bu çalışma Osmanlı Devleti ile sınırlı kalmayıp Afrika Kıtası, Arap Yarımadası, İran ve Orta Asya halklarına yönelik bir çalışmadır.
Osmanlı Devleti'nin çok milletli ve etnik kökenli yapısı ise bu yönteme çok müsaitti. Çünkü Osmanlı yönetimi altında Rum, Ermeni, Yahudi, Maruni ve Dürzi etnik kimliklerine mensup gruplar yaşamaktaydı.
Osmanlı yönetimindeki Lübnan’da Marunileri Fransızlar, Dürzileri İngilizler, Anadolu’daki Ermenileri ise Amerika Birleşik Devletleri kullanmıştır.

Ne Mutlu Türk doğup, Türk gibi yaşayana...

Saygılarımla.

Çağrıbey

Başlık: Ynt: MİSYONERLİK: HAÇLI BATI'NIN, TÜRKLÜĞE KARŞI, BİN YILLIK SİLAHI!!!
Gönderen: Çağrıbey - 08 Aralık 2007
Osmanlı Devleti'nde Misyonerlik

Matbaanın rolü

İlk matbaa 1822 yılında Malta’da faaliyete geçmişti. Matbaa Temmuz 1822’de faaliyete geçtikten sonra Aralık 1826'ya kadar geçen sürede yaklaşık sekiz milyon baskı işi yapmıştır.
Anadolu'da Rumca, Ermenice, Arapça ve Türkçe ders kitabının eksikliği, misyonerleri bu ders kitaplarını basmaya yönlendirdi.
1830'da Türk-Amerikan ilişkileri resmi olarak başladı ve hemen arkasından İstanbul’da ABD diplomatik temsilciliği faaliyete geçti. Bu da matbaanın artık yasal olmasının önünde engel kalmadığı anlamına geliyordu, çünkü matbaa bir Amerikan matbaasıydı. Osmanlı’nın sürekli müdahalesi ve gözetimi altında İstanbul'da rahat çalışılamayacağı anlaşıldığı için matbaanın İzmir'e taşınmasına karar verildi.
Matbaa 1833 yılından 1953 yılına kadar faaliyetlerini İzmir’de sürdürdü. Daha sonra ise ihtiyaçlar doğrultusunda Mersin, Antep ve Beyrut’ta yeni birer matbaa açıldı. Aşağıda incelenen Batı Türkiye Misyonu’nun gider bütçesinin %15–25 gibi bir kısmı matbaaya ait olacaktı.
Elde mevcut bir kataloğa göre, başlangıcından 1881 yılına kadar Malta, İzmir ve İstanbul matbaalarından toplam 725 adet kitap, broşür, risale vb. yayın yapılmıştır.
Matbaanın basın yayım işleri bazen engellemelerle karşılaşsa da Birinci Dünya Savaşına kadar hızında hiçbir şey kaybetmeden çalışmışdır. İkinci Meşrutiyetin ilan edildiği yıl (1908), ilk günden beri yapılan baskı işi toplam 900.000.000 (dokuz yüz milyon) sayfayı aşmıştı.


Ne Mutlu Türk doğup, Türk gibi yaşayana...

Saygılarımla.

Çağrıbey

Başlık: Ynt: MİSYONERLİK: HAÇLI BATI'NIN, TÜRKLÜĞE KARŞI, BİN YILLIK SİLAHI!!!
Gönderen: Çağrıbey - 08 Aralık 2007
Osmanlı Devleti'nde Misyonerlik

19. yüzyılda Osmanlı Devleti’nin misyonerler açısından genel durumu


Gerek Kanuni Sultan Süleyman’dan bu yana sürekli ve genişleyerek devam eden kapitülasyon anlaşmaları, gerek azınlıklara önce Tanzimat Fermanı sonra Islahat Fermanı ile tanınan haklar, gerekse Osmanlı Devleti’nin bir türlü eğitim ve sağlık gibi sosyal yönlü alanlarda başta Anadolu olmak üzere toprakları üzerinde isteklerini yapamaması Osmanlı Devleti’ni misyonerlerin adeta merkezi haline getirmişti.
Osmanlı Devleti'nin verdiği kapitülasyonlar o seviyeye gelmişti ki Osmanlı ülkesinde yaşayan Müslüman halkın yabancılar kadar hakları yoktu. Osmanlı Devleti bu yabancıları hiçbir şekilde sorgulayamaz, yargılayamaz ve onlara kötü muamele yapamazdı. Bazen ya çok düşük bir vergi ödüyorlar, bazende vergilerden dahi muaf hale geliyorlardı.
Devletin herhangi bir mülki amirinin müdahalesi sırasında ise derhal konsolosluğa başvuruluyor ve devlet ya kat kat bedelini ödüyor ya da daha fazla ayrıcalıklar veriyordu. Örneğin; "1895 yılındaki olaylar okulu geniş ölçüde etkilemiş, daha yerinde bir deyişle, Fırat Koleji bu olayların içinde çalkalanmış, okul binalarından sekizi yangın ya da yağmadan zarar görmüş ve o tarihte 88.000 dolar olarak tahmin edilen zarar 1901 yılında 100.000 dolar Osmanlı Devleti'nce ABD'ye ödenmiştir."

3 Kasım 1839'da, yabancılara önemli haklar tanıyan Tanzimat Fermanı'ndan sonra bir de 27 Şubat 1856'da ilan edinen Islahat Fermanı da devlet içindeki yabancılara önemli haklar veriyordu. Islahat Fermanı'nın özellikle bütün toplumlara okul açma yetkisi vermesi, serbest ve eşit şartlar altında ticari ve ekonomik faaliyetlerde bulunmalarını sağlaması ve yabancı devletler ile yapılacak anlaşmalar çerçevesinde yabancıların Osmanlı sınırları içerisinde mülk edinmelerine olanak sağlaması, Osmanlı Devleti'nde misyonerlik faaliyetleri yürüten, başta ABCFM gibi örgütlerin ve misyonerlerin işini kolaylaştırıyordu.
Tüm bunlara bir de Osmanlı Devleti’nin ve aydınlarının yüzyıllar boyunca Anadolu ile ilgilenmemeleri, bölgenin kültür ve eğitimle beslenmemesi misyonerlerin işini kolaylaştırıyordu. "İkinci Meşrutiyetin ilan edildiği yıl (1908), ilk günden beri yapılan baskı işi toplam dokuz yüz milyon sayfayı aşmıştı."  Bu rakam misyonerlerin işlerini ne kadar ciddiye aldıklarını ve matbaayı bu işte nasıl kullandıklarını gözler önüne seriyor. Geri kalmış bir Anadolu'da bu yayınlara önce hitap edilen kesim olarak Ermeniler göze çarpsa da daha sonraları bir takım yararlarından dolayı müslüman halkda bu yayınlara rağbet etmiştir. Hatta bununla kalmayıp ilerleyen süreçte çocuklarını misyonerlerin yönetimi altındaki misyoner Amerikan okullarına dahi gönderiyorlardı.

Ne Mutlu Türk doğup, Türk gibi yaşayana...

Saygılarımla.

Çağrıbey


Başlık: Ynt: MİSYONERLİK: HAÇLI BATI'NIN, TÜRKLÜĞE KARŞI, BİN YILLIK SİLAHI!!!
Gönderen: Çağrıbey - 08 Aralık 2007
Osmanlı Devleti'nde Misyonerlik

Cizvit misyonerler


Cizvit Mezunlar Dünya Birliği ("Antiqui Societatis Iesus Alumni") derneğinin arması.

(http://www.hunturk.net/forum/rsm/cizvit-arrmasi-1197128739.JPG) (http://www.hunturk.net)

Bu birliğin amacı tüm Cizvit eğitim kuruluş mezunlarını ortak bir havarilik gücü halinde toplamaktır.
Cizvit misyonerler genelde Fransa'nın amaçlarına yönelik hareket etmişlerdir. Siyaset olarak Fransa’ya, mezhep olarak koyu bir şekilde Papa'ya bağlı idiler. Osmanlı Devleti’nde misyonerlik yapma faaliyetini yakalayan ilk grup Cizvitler'dir. Bunun en önemli nedeni ise 1536 yılında başlayarak verilmeye devam edilen ayrıcalıklar olmuştu ki bunlarada ne fazla ve ilk olarak yararlananlar Cizvitler'di.

Cizvitler'in başlıca faaliyet gösterdikleri alanlar başta Mersin, olmak üzere İstanbul, İzmir, Halep, Suriye, Filistin, Mısır, Irak, Kıbrıs ve Orta Yunanistan'dı.
İstanbul'da 1362 Yılında, aslında mahalle çocuklarının öğrenim görmeleri için yapılmış olan basit bir okul manastıra bağlanmış, 1607’de ise Kral Henri IV tarafından gönderilen cizvit rahipleri tarafından geliştirilmiştir. 1783 yılında Kral Louis XVI’nın emriyle cizvit rahipleri okulu şimdiki Saint-Benoit kolejini açan Lazaristler’e devretmişlerdir. İstanbul'daki Saint-Benoit Fransız Lisesi cizvitler tarafından kurulmamış olmasına karşın, gelişiminde cizvitlerin etkileri görülmektedir.
Cizvitlerle birlikte Katolikliğin diğer tarikatları olan Fransisken, Dominiken, Kapuçin ve Frerler de Osmanlı Devletine ayrıcalıkların sağladığı yararlarla gelmeye başladılar.
Çoğu kendi isimleriyle anılan St. Joseph, St. Michel, St. Louis, Sankt Georg, Mersin, Aya gergeos rum okulu ve Notre Dame de Sion gibi okullar açtılar.
Salname ve Misyon Raporlarından yapılan derlemelere göre Birinci Dünya Savaşı öncesinde Fransız Katoliklerinin Osmanlı Devletinde dağılımı şu şekilde olmuştur:

(http://www.hunturk.net/forum/rsm/resim-1-1197129118.JPG) (http://www.hunturk.net)


Rakamlardan da anlaşıldığı gibi Cizvitler ağırlıklarını kilikya (Mersin çevresi), Suriye ve Lübnan toprakları üzerlerine vermişler. Burdaki Maruniler ve Arap Alevileri olarak bilinen Nusayriler üzerine yoğunlaşmışlardır. Her ne kadar Nusayriler üzerinde pek etkili olamasalar da Maruniler üzerinde öyle bir etkiye ulaşmışlardır ki onları silahlandırıp İngiliz yanlısı Dürziler ile savaştırmışlardır.
1914 yılına gelindiğinde Osmanlı Devleti'ndeki Fransız okullarının sayısı yaklaşık olarak 500 civarındaydı ve bu okullarda 59.414 öğrenci eğitim görüyordu
Katolik misyonerlerin açtıkları okulların yanı sıra ülkenin her yanına dağılmış olarak kurdukları hastene ve yetimhaneleri de vardı.
Başlıca Fransız sağlık kuruluşları şunlardı:
İstanbul Fransız Hatanesi, İzmir’de Saint Antoine Katolik hastanesi,Mersin`de Champ de sion, Yafa’da Saint Louis Hastanesi, Kudus’te Soeurs Saint Joseph Hastanesi, Beyrut’ta Fransız Hastanesi, Şam’da Soeurs Saint Vincent Hastanesi, Bursa’da Les Soeurs Saint-Vincent de Paul Hastanesi, ayrıca İzmir’de dispanser, altı eczane ve bir kreş; Bursa, Tripoli, Kudüs’te çok sayıda sağlık ocakları; Yafa, Ramallah, Betlehem, Nazaret, Fenerburnu, İzmit, Musul ve Cizre’de birer dispanser vardı. Ayrıca, 1240 çocuğun kaldığı çok sayıda yetimhanede bunların yönetimi altındaydı.
Ancak misyonerlikte Cizvitleri Amerikalı ve İngilizlerden ayrı tutan en önemli yönleri bölge halkına değil, Fransa'ya hizmet etmeleriydi. ABCFM çalışma alanındaki halka onların diliyle kültürüyle hitap ederken, Cizvitler Fransa'yı ön plana çıkarmışlardır. Eğitim verilen çocukları birer Fransız çocuğu gibi yetiştirmişler, öyle ki bu okullarda eğitim alan öğrencilerin Fransız tarihi, dili ve coğrafyasını kendilerininkinden daha iyi biliyorlardı.
Cizvitler tüm bunları Fransa’nın daha iyi sömürgeler kurabilmesi için yapıyorlardı. Nitekim Fransız mandası gelince bunu kendileri de dile getirmişlerdi. Yüzüncü kitaplarında diyorlar ki: "Evet biz başarılı Fransa’nın yardımına güveniyorduk, işte o Fransa şimdi buradadır."
Fransiskenlerin okul dağılımı şöyledir:

(http://www.hunturk.net/forum/rsm/resim-2-1197129512.JPG) (http://www.hunturk.net)

Bu okullardan başka Fransiskenlerin Mersin, Tarsus, Samsun, Trabzon, Harput, Malatya, Diyarbekir, ve Mardin yörelerinde toplam 670 öğrencinin okuduğu hemşire okulları vardı.
Kapuçinlerin okul dağılımı ise şöyledir:

(http://www.hunturk.net/forum/rsm/misyonerlik-3-1197129671.JPG) (http://www.hunturk.net)

Ne Mutlu Türk doğup, Türk gibi yaşayana...

Saygılarımla.

Çağrıbey


Başlık: Ynt: MİSYONERLİK: HAÇLI BATI'NIN, TÜRKLÜĞE KARŞI, BİN YILLIK SİLAHI!!!
Gönderen: Çağrıbey - 08 Aralık 2007
Osmanlı Devleti'nde Misyonerlik

Osmanlı Devletine gelen ilk Amerikalı misyonerler ve ABCFM


Osmanlı Devletine gelen ilk protestan misyoner, 1815 yılında Mısır'a ayak basan İngiliz Church of Missionary Society’e bağlı bir papazdı. Onu 1820 yılının Ocak ayında İzmir’e gelen Pliny Fisk ve Levi Parsons adı Amerikalı misyonerler izlemişlerdir. Bu iki misyoner Anadolu da en kapsamlı faaliyeti gösteren American Board of Commissioners for Foreign Missions (ABCFM) adlı Amerikan misyoner örgütünün elemanlarıdır. Bu örgüt ABD'deki Protestan misyoner örgütlerinin içindeki en kıdemlisi ve en büyüklerinden biridir. ABCFM Kalvinci geleneği temsil eden, 16. yüzyıl sonları ile 17. yy’da İngiltere ve Amerikan’nın doğusunda filizlenen Puritan akımın belli başlı üç temsilcisinden birisi olan Congregationalist'lerce 1810’da Boston'da kurulmuştur. ABCFM 1868 yılında ABD’deki 16 protestan misyoner örgütünden yalnızca birisidir ama bu 16 örgütün yaptığı harcamaların %30'unu tek başına yapmakta ve istihdam edilen misyonerlerin yine %30'unu bünyesinde barındırmaktadır.
1886 yılında dünya üzerinde 80'in üzerinde misyoner örgütü vardır ve bunların 32'si ABD, 24'ü İngiltere, 25'i Avrupa kıtası kökenlidir. 1896 yılına gelindiğinde ise dünyadaki misyoner örgütlerinin sayısı 150'leri bulmakta, buralarda toplan 11.574 misyoner faaliyet göstermekte, 15 milyon dolara yakın harcama yapılmaktadır.
Protestan misyoner örgütlerinin dünyayı aralarında paylaşmalarında Osmanlı Devleti esas itibariyle ABD'nin payına düşmüştür.
ABCFM Osmanlı Devletindeki faaliyetlerine 1870 yılına kadar tek başına, o yıldan sonra ise Board of Foreign Missions of the Presbyterian Church'le (BFMPC) birlikte çalışmıştır. Bu arada başka bazı yan ve yardımcı kuruluşlar devreye girmiştir.
ABCFM misyonerleri, misyonerlik faaliyetlerine başlamadan önce hareket alanında halkın demografik, sosyal, kültürel ve etnik dağılımını halkın moral durumunu belirliyorlar. Hangi konularda ne gibi eksikleri bulunduğunu ölçüyorlardır. Tüm bunlara sondaj çalışmaları deniliyordu. Bu sondaj çalışmaları şu başlıklar altında yürütülüyordu.

Dinsel açıdan halkın durumu nedir?
Ruhbanın durumu nedir?
Ülkede eğitim ve öğretime ilişkin durum nedir?
Halkın moral durumu nasıldır?

Yukarıdaki sorularla Anadolu’nun bütün yapısı ortaya çıkarılmış buna göre hareket edilmiştir. Tüm bunlara bir de devletin Anadolu üzerinde pasif olması, halkla gerektiği gibi ilgilenmemesi ve Islahat Fermanı’nın verdiği ayrıcalıklar eklenince Anadolu çok rahat bir ortam oluyordu.
Misyonerler Anadolu’ya doğru yola çıkarken amaçları dinsizleri Hristiyan yapmaktı ama Anadolu’da dinsiz olmayınca Müslümanlara ve diğer etnik gruplara yöneldiler. Ancak bu çabaları sonuç vermedi, ne Rumların ne de Müslümanların üzerinde başarılı oldular, sadece Ermeniler üzerinde etkili olayı başardırlar.
Misyonerlik faaliyetlerini yeni başladığı zamanlarda eşleriyle birlikte Beyrut’a yerleşen William Goodell ve Isaac Bird, çok hızlı bir şekilde çalışmaya başlamışlar ve bölge dillerini çok iyi çözmüşlerdi. Onları başarılı kılansa bir okul açmaları ve iki Ermeni din adamını Protestanlaştırmaları oldu. Diyanisos Karabet ve Kirkor Vartabet, Amerikalı misyonerlere Ermenice dersleri verirken Protestanlığın cazibesinden kurtulamamışlardı.
19. yüzyılda da Osmanlı Devletinde bulunan misyonerlerin pek çoğu iyi yetişmiş, bilgili insanlardır. William Goodel (1792–1867), William G. Schauffler (1789–1883) ve Elias Riggs (1810-1901) Osmanlı Devleti'nde faaliyet göstermiş en önemli Amerikalı misyonerler arasındadır.

Ne Mutlu Türk doğup, Türk gibi yaşayana...

Saygılarımla.

Çağrıbey


Başlık: Ynt: MİSYONERLİK: HAÇLI BATI'NIN, TÜRKLÜĞE KARŞI, BİN YILLIK SİLAHI!!!
Gönderen: Çağrıbey - 08 Aralık 2007
Osmanlı Devleti'nde Misyonerlik

Osmanlı Devleti'nde ilk örgütlenme


Amerikalı misyonerler Osmanlı topraklarında faaliyetlere başlamak için Osmanlı–İngiliz ilişkilerini düzelmelerini bekliyorlardı. Çünkü ortada henüz resmi bir Osmanlı-ABD ilişkisi yoktu. 2 Mart 1831'de Amerikan diplomatik temsilciliğini açtıktan sonra Willam Goodel, 26 Nisan 1831’de İstanbul'a hareket emri aldı ve 9 Haziran 1831'de İstanbul’a vardı. Ondan yaklaşık bir yıl sonra William Schauffler 31 Temmuz 1832’de İstanbul’a geldi ve birlikte ilk misyonerlik faaliyetlerine başladılar. Bu hareketin adı İstanbul Misyonu olarak geçecekti.
İlk çalışmaları dil, kitap hazırlıkları, öğretim çalışmaları ve halkla ilişkiler üzerine olmuştur.Ve Amerika İstanbul'daki diplomatik temsilciliğinden sonra ilk konsolosluğunu Mersin, ve Tarsus,ta açmıştır..
İstanbul Misyonunun adı zamanla Ermeni Misyonu olarak değişecektir. Bundaki en önemli neden ise sadece Ermenilerin bu çalışmalara olumlu cevap vermeleri olmuştur. Bu nedenle misyonu alanını sürekli olarak doğuya doğru genişletiştir. Çünkü doğu illerinde yaşayan Ermeni halkın üstünlüğü gözden kaçmamıştır. Bu amaçlarına ulaşmada ise en çok Amerikan misyoner okulları ön plana çıkmıştır.
Misyonlar istasyonlara, istasyonlar ise uç istasyonlara ayrılıyorlardı. Bir misyonun en üst düzey yöneticisi sekreteridir. Aynı şekilde istasyonlarında sekreteleri vardır. Uç istasyonlar ise kasaba ve köylerde, yerli Hristiyan ahaliden bir yardımcının yönetimindeki birimlere verilen addı. Uç istasyonlar alınan kararları uygulamak durumundaydı. Her istasyonun denetimindeki uç istasyon sayısı farklı olabilmekteydi. Örneğin: Mersin`de olduğu gibi, belirli dönemlerde, 70 kadar uç istasyona sahip sahip istasyonlarda bulunabiliyordu.
1834 yılına kadar sadece Mersin, İzmir ve İstanbul istasyon olarak varlıklarını sürdürürken, bunlara bu tarihten itibaren Bursa ve Tarsus ta eklendi. Bu şekilde 1835 yılında Osmanlı Devleti sınırları içerisinde iki misyon, beş istasyon, iki uç istasyon , on bir misyoner, bir matbaa ustası, altı misyoner yardımcısı ve altı yerli misyoner yardımcıdan oluşan, küçük ama imanlı bir misyoner örgütlenmesi vardı.
1836 yılında bu şekilde başlayan örgütlenme çığ gibi büyümüş ve 1900’lü yıllarda 16 istasyon, 247 uç istasyon, 37 misyoner, 97 kadın yardımcı, 112 kilise, 12.109 kilise üyesi ve 44.959 kayıtlı Protestan ile sayısı çok büyük bir örgütlenme örneği göstermişti.
Bu büyük örgütlenme zamanla daha kolay yönetim esası açısından Batı Türkiye, Merkezi Türkiye Misyonu ve Doğu Türkiye Misyonu olarak üç bölüme ayrılacaktır.
Bunlara ek olarak Bulgar halkı için ABCFM ile birlikte hareket eden BFMPC Avrupa Türkiye'si Misyonu çalışmıştır.

Ne Mutlu Türk doğup, Türk gibi yaşayana...

Saygılarımla.

Çağrıbey

Başlık: Ynt: MİSYONERLİK: HAÇLI BATI'NIN, TÜRKLÜĞE KARŞI, BİN YILLIK SİLAHI!!!
Gönderen: Çağrıbey - 08 Aralık 2007
Osmanlı Devleti'nde Misyonerlik

Batı Türkiye Misyonu


Batı Türkiye Misyonu çeşitli istasyonlara ayrılmıştı. 1831'de İstanbul, 1834'de Mersin, 1835'de İzmir, 1848'de Bursa, 1852'de Sivas-Merzifon, 1854'de Kayseri misyoner istasyonları kurulmuştu. Ayrıca bir ara İzmit'te ayrı bir istasyon örgütlenmesi göze çarpsa da daha sonra bu düşünceden vazgeçilmiştir.
Batı Türkiye Misyonu'nun en önemli iki istasyonu İstanbul ve Mersin'dir. İstanbul'un önemi bütün misyonerlik ihtiyaclarının burdan karşılanması ve gerekli düzenlemelerin burdan yönetilmesi olmuştur. Mersin'in önemi ise tüm eğitim kurumları ile her türlü çalışmayı yapmalarından kaynaklanmıştır.

Merkezî Türkiye Misyonu

Merkezî (Orta) Türkiye Misyonu, Torosların güneyinden Fırat nehri vadisine kadar olan bölgeyi kapsıyordu, özellikle Maraş ve Antep illerine ağırlık veriliyordu. Belirtilen bu yerlerin dışında Halep, Antakya, Tarsus ve Urfa’yı da kapsayan bu misyonda, ilkokuldan yüksek okula kadar bütün eğitim kurumlarının olması, İstanbul'dan sonraki ikinci matbaanın bazı nedenlerden dolayı burda kurulması ve en büyük protestan cemaatin bu bölge sınırları içerisinde Merkezî Türkiye Misyonu’nu önemli bir hale getiriyordu.
Ayrıca, ihtiyaç içinde olanlar için bir tür kendine yardım ilkesine göre çalışan atölyeler açılmıştı. Merkezî Türkiye Misyonu’nunda Antep ve Maraş’ta bulunan yetimhanelerde, 1900 yılında sırasıyla 132 ve 420 yetim çocuk barınıyordu.

Doğu Türkiye Misyonu

Doğu Türkiye Misyonu ise Harput, Erzurum, Van, Mardin ve Bitlis’ten başlıca Rus ve İran sınırına kadar olan bütün Doğu Anadolu topraklarını içine alıyordu.
1900 yılında bu beş istasyona bağlı 97 uç istasyon bulunuyordu. Tüm bu kurumlarda 36'sı Amerikalı, 266'sı yerli 302 görevlinin gözetimi altında faaaliyetler sürüyordu.
Yine misyonerlerin yönetimdeki yetimhanelerde 2000 çocuk kalıyordu, ki bunların yaklaşık 1100'ü Harput'tadır.

Ne Mutlu Türk doğup, Türk gibi yaşayana...

Saygılarımla.

Çağrıbey

Başlık: Ynt: MİSYONERLİK: HAÇLI BATI'NIN, TÜRKLÜĞE KARŞI, BİN YILLIK SİLAHI!!!
Gönderen: Çağrıbey - 08 Aralık 2007
Osmanlı Devleti'nde Misyonerlik

Misyonerlerin eğitim alanındaki çalışmaları


Şüphesiz misyonerliğin başlangıçtaki amacı hedef alınan bölgelerdeki kitlelere iyi bir dini eğitim vermekti. Bu amaçla ilk gelen papazlar hemen İncil’i anlatmaya başladılar. İlerleyen süreçte İncil'i Türkçe'ye ve Osmanlı Devleti'nde hedef aldıkları toplumların dillerine çevirmeye başladılar. Öncelikli hedef olan Ermeni nufus bölgeleri ilk ve en önemli hedefti. Tüm bu faaliyetler ABCFM tarafında yollanan misyonerlerce planlanıyor ve yürütülüyordu.
ABCFM nin bu derece etkili olmasının şüphesiz ki en büyük payı maddi desteklemelerinden kaynaklanmıyordu. Zaten ABCFM’nin stratejisi buna uygundu. Başlangıçta yardım ediyor, giderlerini karşılıyor, yönetimini üstleniyordu. Ama zamanla başka örgütlerin, kişilerin, fonların devreye girmesi, eğitimin bir kısmın paralı bir hal alması, bazı yan gelirlerin elde edilmesi ABCFM'yi rahatlatıyordu.
Okulların açılmasından yaklaşık 50 yıl sonra yerel yöneticilere devredilmesi planlanmıştı.
Her ne kadar gelen ilk misyonerler kutsal kitabı tanıtmak için okullar açdılarsa da bu zamanla yerini laik okullara veya kolejlere bırakmak zorunda kalmıştır. Bu konuda ABCFM genel sekreteri ile Robert Kolej kurucusu Hamlin defalarca ters düşmüş ve sonunda Hamlin’in isteği kabul edilmişti. Bundan sonra misyoner okulları sadece ilahiyat okulları olarak değil aynı zamanda çağın gerektirdiği bütün alanlarda 8–10 yıl arasında değişen eğitim programları uygulayacaklardı. Öyleki paralı olduğu halde dahi halk bu okulların açılması için baskı uygulayacaktı.
Zaman için ilkokullar, ortaokulla, yatılı kız ve erkek okulları, kolejler ve ilhahiyat okulları ülkenin her yanında faaliyet göteriyorlar. Öyleki bu okulların hemen hemen ülkedeki okulların 1/3 üne tekabül ettiği söyleniyordu. ABCFM'nin yanısıra özellikle kız okullarını WBM ve WBMI gibi kadın misyoner okulları da destekliyordu.

Ne Mutlu Türk doğup, Türk gibi yaşayana...

Saygılarımla.

Çağrıbey
Başlık: Ynt: MİSYONERLİK: HAÇLI BATI'NIN, TÜRKLÜĞE KARŞI, BİN YILLIK SİLAHI!!!
Gönderen: Çağrıbey - 08 Aralık 2007
Osmanlı Devleti'nde Misyonerlik

Osmanlı Devletinde göze çarpan belli başlı okullar

İstanbul Robert Koleji

Robert Kolej İstanbul Bebek'te küçük bir evde eğitim ve öğretime başlamıştır. Bu işi başlatan ise ABD'de kuyumculuk yapan ve daha sonra misyoner olmayı seçen Cyrus Hamlin adında bir misyonerdi. Bu okula ilerde Robert Kolej denmesinin nedeni ise Rothschild ailesinden New York'lu iş adamlarında Christopher Rinlender Robert'in bu okula çok büyük miktarda yardım yapmasından kaynaklanmıştır. Robert 1878'de ölene dek kolejin bütün harcamalarını üzerine almış ve servetini beşte birinin koleje verilmesini vasiyet etmiştir. Öldüğünde koleje kalan dört yüz bin dolarla okula yeni ve mükemmel binalar yapılmış, bu iyiliklerinden dolayı sonra da okula Robert Kolej adı verilmiştir. Robert Kolej öğrencileri ilerki tarihlerde Bulgaristan'ın siyasal yaşamında aktif rol oynamışlar, hatta ilk 5 Bulgar başbakanı bu okuldan mezun olmuştu.

Tarsus Robert Koleji: Mersin – 1876
Merkezi Türkiye Misyonu'na bağlı olarak açılan Tarsus Robert Koleji 1878 Ekim'inde küçük bir binada eğitime başladı ve 15 Ocak 1878'de Osmanlı Devleti okulu bir idadiye olarak tescil etti. Okulda öğretilen dersler dünya edebiyatı, retorik, ekonomi politik, dünya tarihi, uygarlık tarihi, kimya, analitik kimya, minereloji, fiziki coğrafya, ahlak felsefesi, muhasbe, anatomi, fizyoloji, geometri, cebir, Osmanlı tarihi, Amerikan tarihi, Türkçe, yüksek cebir, doğa tarihi, vokal müzik, Ermeni dili ve edebiyatı, Ermenice ve İngilizce güzel yazı yazma sanatıydı. Okulda başlangıçta üç bölümden oluşuyordu; Hazırlık Bölümü, Bilimler Bölümü ve Tıp Bölümü.

Fırat Koleji: Harput – 1878
13 Mayıs 1875 tarihinde kurulan bu okulun özgün adı Ermenistan Koleji’di, ancak Osmanlı Devleti’nin baskıları sonucunda 16 Şubat 1888’den itibaren adı Fırat Koleji olarak değiştirildi. Kolejin öğrenim dili Ermenice'ydi ama bu okulda çok iyi derecede İngilizce ve Türkçe dilleri de öğretilmekte idi. Okul 1915 yılındaki olaylar nedeniyler okul müdürünün sınır dışı edilmesi ile beraber kapatılmıştır.

Anadolu Koleji: Merzifon – 1886
Anadolu Kolejini İstanbul'dan Merzifon'a taşınmasının en büyük nedeni gözlerden uzak ve hedef kitleye daha yakın olma amacıydı. Anadolu Koleji'nin en büyük özelliği hem azınlıklara hem de Müslüman-Türk öğrencilere açık olmasıydı. Kuruluşundan iki yıl sonra hazırlık sınıfları dahil okuyan öğrenci sayısı 130'du. Kolejin 10.000 cildi aşkın bir kütüphanesi ve 7.000'den fazla türü içeren bir botanik müzesi vardı. Okulun Müslüman öğretim elemanlarından Zeki Ketani'nin öldürülmesi sonucu okul karışmış, yönetim suçlanmıştır. Olaylar dinmeyince okul kapatılmış ve Selanik'te aynı isimle eğitim vermeye devam etmiştir.

Bu okullara ek olarak 1878'de Mersinde st.Antuan Katolik Koleji 1882'de Maraş'ta Merkesi Kız Koleji, 1888’de Tarsus'da Aziz Pavlus Enstitüsü, 1890’da İstanbul'da İstanbul Kız Koleji ve 1903’de İzmir'de Uluslararası Kolej kurulmuştur

Ne Mutlu Türk doğup, Türk gibi yaşayana...

Saygılarımla.

Çağrıbey
Başlık: Ynt: MİSYONERLİK: HAÇLI BATI'NIN, TÜRKLÜĞE KARŞI, BİN YILLIK SİLAHI!!!
Gönderen: Çağrıbey - 08 Aralık 2007
Osmanlı Devleti'nde Misyonerlik

Okulların ve misyonerlerin maddî kaynakları


Anadolu’daki misyoner faaliyetleri ve misyoner okulları açıldıktan belli bir süre sonraya kadar doğrudan ABD merkezli ABCFM misyoner örgütü tarafından desteklenmiştir. Bilhassa okulların açılması sırasında ABD’nin çeşitli eyaletlerinde yürütülen kampanyalarda çok yüksek miktarlarda bağışlar toplanmış ve bunlar Anadolu'daki çalışmalar için harcanmıştır.
Bazen okulların kurulmarında özel kişi ve fonların da büyük desteği oluyordu. Buna en güzel örnek Robert Kolej’e adı verilen Christopher Rinlender Robert’tir. Öldüğünde okula bıraktığı 400.000 dolar maddî kaynak okula yeni binalar yapılmasını sağlamıştır.
Zamanla okullardaki sistemlerin ve matbaa sistemin oturması sonucu yerli halk da bu kaynakları belli oranda desteklemişlerdir. Bu destek okulların başarıları ile orantılı şekilde artmıştır. Bunlara ilave olarak bazı yan misyoner kuruluşların da bu maddi kaynaklarda payları bulunmaktadır.
WBM ve WBMI gibi kadın misyoner örgütleri de zamanla bazı okulları bilhassa kız kolejlerini desteklemişlerdir. Yerli Protestan cemaatlar da okullara maddî desteklerde bulunmuş, okullara kayıt olan öğrencilerden belli oranda harçlar alınmış, çeşitli aktiviteler okullara gelir getirmiştir.
ABCFM Osmanlı Devletinde 1819-1914 arasında yaptığı toplam harcama 13.345.785 dolar tutarındadır.


Ne Mutlu Türk doğup, Türk gibi yaşayana...

Saygılarımla.

Çağrıbey


Başlık: Ynt: MİSYONERLİK: HAÇLI BATI'NIN, TÜRKLÜĞE KARŞI, BİN YILLIK SİLAHI!!!
Gönderen: Çağrıbey - 08 Aralık 2007
Osmanlı Devleti'nde Misyonerlik
Kaynakça


Kitaplar
1. Uygur KOCABAŞOĞLU, Anadolu’daki Amerika, İmge Kitabevi, Ağustos – 2000
2. E.W.HOPKİNS, G.F.MOORE, M.HALİDİ, Ö.FERRUH, Tarihte ve Günümüzde Misyonerlik, Örgün Yayınevi – 2006
3. Barış KERİMOĞLU, Zehirli Sarmaşık Misyonerler, Ulus Yayınları, Aralık – 2004
4. Erol GÜNGOR, Türkiye’ de Misyoner Faaliyetleri, Ötüken Yayınları, 1999
5. Turgay TÜFEKÇİOĞLU, Türkiye ve Şeytan Üçgeni, Birharf Yayıncılık 2004

Makaleler
1. Uğur YILDIRIM, Tarihten Bugüne Kadar Türkiye’de Misyonerlik, Jeopolitik, Mayıs 2005, Sayı 16, Sayfa 73 – 83
2. Ayten SEZER, Osmanlı Döneminde Misyonerlik Faaliyetleri,
3. Islahat Fermanı
4. Fikret KARAMAN, Misyoner Hareketlerinin Dünü ve Bugünü,
5. Fatma ÜREKLİ, Tanzimat Dönemi Osmanlı Eğitim Sistemi ve Kurumları
6. Sabri AKDENİZ, Misyonerlik

Dış bağlantılar
• Bilkent Universitesi ABCFM projesi
• Dr. Ayten Sezer. Osmanlı'dan Cumhuriyet'e; Misyonerlerin Türkiye'deki Eğitim ve Öğretim Faaliyetleri

Ne Mutlu Türk doğup, Türk gibi yaşayana...

Saygılarımla.

Çağrıbey

Başlık: Ynt: MİSYONERLİK: HAÇLI BATI'NIN, TÜRKLÜĞE KARŞI, BİN YILLIK SİLAHI!!!
Gönderen: Böri - 24 Aralık 2011
Osmanlı Devleti'nde açılmış olan Amerikan okulları gerçekte Anadolu'yu parçalamak için açılmıştır.

Merzifon Amerikan K.  > Pontus için

Harput Amerikan K. >  Bağımsız Ermenistan için

Tarsus Amerikan K.  > Ermeni-Kilikyası için

İzmir Amerikan K. > Yunanistan'ın (ele geçireceği) İyonya Eyaleti için açılmıştır!!!

Robert K. mezunları Bulgaristan'ı kurmuştur.

_______________________________________

Ayrıca misyonerlerin getirdiği Hristiyanlık,  tamamen "Masonların kontrolü altındaki" bir Hristiyanlıktır!


Batı'da Hz.İsa'nın yaydığı Hristiyanlık geçerli olmamıştır. Paulus bir "Yahudi ajanıydı". Paulus'tan itibaren Eski Yunan-Roma inançlarından alıntılar, Hz.İsa'nın Tanrı olduğu (!?), Baba-Oğul-Kutsal Ruh gibi inançlar Hristiyanlığa yerleşmiştir. Hz. Meryem neredeyse Tanrıçalaştırılmıştır. Güneş Tanrısı Mitra'nın doğum günü olarak kutlanan gün "Noel" olarak Hristiyanlarca benimsenmiştir. Rönesans ve Reform'dan sonra Hristiyanlık "kapitalistleşmiştir"! Protestanlık, "Masonik" Gül-Haç Cemiyeti'nin bir ürünüdür. Masonluğun yaygınlık kazanmasıyla Kilise, Masonluğun ve Batılı İstihbaratçıların kontrolüne girmiştir. (Katolik Kilisesi, başlangıçta Masonluğa ve Protestanlığa karşı çıksa da sonunda onlar da masonların kontrolüne girmiştir.)

Sonuç olarak, misyonerlerin yaydığı Hristiyanlığın, dine benzer bir tarafı yoktur! Amaç Türkiye'nin (ve geçmişte Osmanlı Devleti'nin) parçalanmasıdır!
Başlık: Ynt: MİSYONERLİK: HAÇLI BATI'NIN, TÜRKLÜĞE KARŞI, BİN YILLIK SİLAHI!!!
Gönderen: Çağrıbey - 31 Ocak 2012
MARAŞ’TA MİSYONERLİK FAALİYETLERİ :
(XIX. Yüzyılın İkinci Yarısı ve XX.Yüzyılın Başlarında)

Osmanlı İmparatorluğu coğrafyasının misyonerlik faaliyetleri bakımından önemi; üç büyük dinin kutsal mekanlarının bulunduğu Anadolu ve Ortadoğu’nun, bu devletin egemenlik sahası dahilinde yer almasından kaynaklanmaktadır. Nitekim bu bölge Hristiyanlık literatüründe “İncil Ülkesi” manasına gelen “Bible land” olarak isimlendirilmektedir.
Maraş da Osmanlı ülkesinde çok stratejik bir konuma sahip olup, Ortadoğu’ya açılan güzergâh üzerinde tarihi bir şehirdi. Bu şehirde XIX. yüzyılın ikinci yarısından itibaren, ekseriyetini Ermenilerin oluşturduğu bir çok azınlık yaşamaktaydı. Bu etnik çeşitlilik misyonerlerin özellikle ilgi ve alakasını celbetmiştir.
Bilindiği üzere Hristiyan dünyası, çoğu zaman birbirleriyle menfaat çatışmasına girmelerine rağmen, Osmanlı Devleti’nin ortadan kaldırılması hususunda ittifak ediyorlardı. Bu emellerine ulaşabilmek için, hayata geçirmeyi düşündükleri vasıtalardan biri de misyonerlik ve misyoner faaliyetleri idi. Bu düşünceden hareketle, özellikle XIX. yüzyılın ikinci yarısından itibaren muhtelif Avrupa devletlerinden gelen misyonerler, Osmanlı topraklarının hemen her tarafında, özellikle de azınlıkların yoğun oldukları bölgelerde teşkilâtlanmışlardır. Açtıkları okullar, kurdukları hastaneler ve yetimhaneler ile faaliyetlerini yürütmeye başlamışlardır.
Bu çerçevede misyoner faaliyetleri içerisinde Maraş’ın ehemmiyeti, diğer bazı Anadolu şehirlerinde olduğu ve yukarıda zikredildiği gibi misyonerlik için, demografik açıdan uygun bir dokuya sahip olmasından kaynaklanıyordu. Bu nedenle de Maraş’a bir misyoner istasyonu tesis etmekte geç kalınılmamıştı (1855). Misyonerlerin hedefleri açısından bu adım o kadar önemliydi ki kendi deyimleriyle artık Maraş “işgal edilmiş” kabul edilebilirdi...

Kaynak : Yrd. Doç. Dr. Ayhan DOĞAN (Niğde Üniversitesi Eğitim Fakültesi Öğretim Görevlisi)
Başlık: Ynt: MİSYONERLİK: HAÇLI BATI'NIN, TÜRKLÜĞE KARŞI, BİN YILLIK SİLAHI!!!
Gönderen: Çağrıbey - 31 Ocak 2012
MARAŞ’TA MİSYONERLİK FAALİYETLERİ :
(XIX. Yüzyılın İkinci Yarısı ve XX.Yüzyılın Başlarında)

Giriş :
"Misyon” kelimesi Latince “Mittere”den gelir. Anlamı “göndermek”tir. Fransızca’ya “Misyon” olarak geçmiş, “ bir kimseye, bir şey yapmak için verilen özel görev” anlamını kazanmıştır. Misyon kelimesinden gelen “Misyonerlik” ise; "bir dini teşkilat kurarak, din propagandası yapmak, insanları o dinin mensubu haline getirmektir".1
Genel olarak misyonerlik; “Başka dinden olanları kendi dinine kazandırmak için kurulan dernekler,” özel de ise; “Hıristiyan olmayan ülkelerde Hıristiyanlığı yayma amacını güden kurumlar2 olarak tanımlanmıştır. Bu yolda görev alan rahip, papaz ve din adamlarına da misyoner denir. Kısacası misyonerlik; Hıristiyanlığı yaymaya yönelik örgütlü çalışma birimidir3.
Misyonerlik faaliyetlerinin başlangıçtaki yegâne amacı, Hıristiyan olmayanları, Hz. İsa’nın Havarileri’ne; “Gidiniz! Gerçeği (Kutsal Kitabı) onlara anlatınız” buyruğuna istinâden, Hıristiyanlığa davet ederek bu dini geniş kitlelere yaymak ve İncil’i öğretmekten ibaretti.
Fakat, daha sonraki dönemlerde, özellikle XIX. yüzyılın başlarından itibaren misyonerler, politik güç merkezi olan bazı ülkelerin emperyalist amaçları doğrultusunda az gelişmiş ülkelerde kendi çıkarlarını koruyacak taraftarlar oluşturmak, kültürel olarak etki yapmak ve ekonomik çıkarlar elde etmek amacıyla kullanmışlardır. Bir başka ifadeyle, misyonerliğin esas amacı dini propaganda iken, XIX. yüzyıldan itibaren kültürel, siyasi ve ekonomik çıkar elde etmeye yönelmiştir.
Osmanlı topraklarında misyonerlik faaliyetlerinin sistemli ve yoğun olarak gerçekleştiği dönem kuşkusuz XIX. yüzyılın ortalarına doğru başlayan dönemdir. Başta İngiltere, Fransa ve daha sonra da Amerika gibi ülkeler Osmanlı topraklarına sistemli ve yoğun bir şekilde “ileri karakolları” gözüyle baktıkları çok sayıda misyoner göndermişlerdir4.
Amerikalı misyonerler içerisinde, önde gelen misyonerlerden biri olan Tillman C.Trowbridge, 1857 yılında, Anadolu’da yaptığı gezinin notlarında, tipik misyoner görüşünü, özetle şöyle dile getiriyordu: “Türklerin, gerek insan olarak kendileri, gerekse tüm toplumsal kurumları ilkeldir. Bunun bir nedeni ırksal ise, bir nedeni de dinseldir (İslâm). Türkler Hıristiyanlaştırılmadıkça ve tüm kurumları batılılaştırılmadıkça kurtuluş yoktur. Kurtuluşun yolu ise Osmanlı İmparatorluğundaki Hıristiyan halkları bir bir Protestanlaştırmak (evangelization) ve özgürleştirmektir.5 Bu düşünceleri sadece Trowbridge’ye ait fikirler olarak görmemek lazımdır. Misyonerlerin büyük çoğunluğunun düşüncelerini yansıtması açısından önemlidir.
Öte yandan, 1880 tarihli Barlett Raporu, ABD’deki Protestan misyoner örgütlerinin en kıdemlisi ve de en büyüklerinden birisi olan ABCFM (American Board of Commissioners for Foreign Missions) ya da BOARD’ın Osmanlı topraklarındaki faaliyet ve hedeflerini şöyle özetler; “Misyoner faaliyetleri açısından Türkiye, Asya’nın anahtarıdır6.
Osmanlı İmparatorluğu coğrafyasının misyonerlik faaliyetleri bakımından önemi; üç büyük dinin kutsal mekanlarının bulunduğu Anadolu ve Ortadoğu’nun, bu devletin egemenlik sahası dahilinde yer almasından kaynaklanmaktadır. Nitekim bu bölge Hıristiyanlık literatüründe “İncil Ülkesi” manasına gelen “Bible land” olarak isimlendirilmektedir7.
1897’de Türkiye’de toplam 624 adet misyoner okulu ve bu okullarda toplam 27400 civarında öğrenci bulunuyordu8. Bu sayıya Osmanlı Devletindeki gayr-i müslimlerin açmış olduğu okullar dahil olmalıdır. Yine 1897 itibariyle Osmanlı İmparatorluğu’nda; Fransa 127, İngiltere 60, Almanya 22, İtalya 22, Avusturya 11, Rusya 7 ve A.B.D. 131 okula sahiptiler9

1 Uygur Kocabaşoğlu, Kendi Belgeleriyle Anadolu’daki Amerika, Misyoner Okulları, İstanbul, 1989, s. 14.
2 Meydan Larousse, “Misyonerlik”, C. 8., s. 843.
3 A. Mehmet Kocaoğlu, “Misyonerlik Faaliyetlerinden Pontus Rum Devletine Uzanan Süreç”, Gresun Tarihi Sempozyumu, 24-25 Mayıs 1996, Bildiriler, İstanbul, 1977, s. 236.
4 Adnan Mahiroğulları, “XIX. Yüzyılda Sivas ve Yöresinde Misyonerlik Faaliyetleri”, Türk Yurdu, Aralık 1999-Ocak 2000, C. 19-20, S. 148-149, Ankara 2000, s. 526.
5 Kocabaşoğlu, A. g.e., s. 74.
6 H. Tahsin Fendoğlu, “Amerika Birleşik Devletleri’nin Misyonerleri ve Osmanlı Devleti”, Türkler, C. 14, Ankara 2002, s. 190. Ayrıca bkz. Musa Şaşmaz, Kürt Musa Bey Olayı, İstanbul, 2004, s. 23-24.
7 Ömer Turan, “19. Yüzyıl Osmanlı Tarihinin Kaynaklarından İngiliz ve Amerikan Protestan Misyonerlik Cemiyetleri Arşivleri”, XIII. Türk Tarih Kongresi, 4-8 Ekim 1999, Kongreye Sunulan Bildiriler, C.3- III.Kısım, T.T.K, Ankara, 2002, s. 1547.
8 Bilal Şimşir, “Ermeni Propagandasının Amerika Boyutu Üzerine”, Tarih Boyunca Türklerin Ermenilerle İlişkileri Sempozyumu, (8-12 Ekim 1984), Ankara, 1985, s. 98. 1885 yılı verileri için bakınız, Şaşmaz, a.g.e., s. 45-46.
9 George E. White, Bir Amerikan Misyonerinin Merzifon Amerikan Koleji Hatraları, Terc. Cem Tarık Yüksel, İstanbul, 1995, s. 35-36.
Başlık: Ynt: MİSYONERLİK: HAÇLI BATI'NIN, TÜRKLÜĞE KARŞI, BİN YILLIK SİLAHI!!!
Gönderen: Çağrıbey - 31 Ocak 2012
MARAŞ’TA MİSYONERLİK FAALİYETLERİ :
(XIX. Yüzyılın İkinci Yarısı ve XX.Yüzyılın Başlarında)

A- MİSYONERLERİN MARAŞ’TAKİ FAALİYETLERİ :

1- Misyonerler Açısından Maraş’ın Yeri ve Önemi:

Maraş, Osmanlı ülkesinde çok stratejik bir konuma sahip olup, Ortadoğu’ya açılan güzergâh üzerinde tarihi bir şehirdi. Bu şehirde XIX. yüzyılın ikinci yarısından itibaren, ekseriyetini Ermenilerin oluşturduğu bir çok azınlık yaşamaktaydı. Bu etnik çeşitlilik misyonerlerin özellikle ilgi ve alakasını çekmiştir.
Bilindiği üzere Hıristiyan dünyası, çoğu zaman birbirleriyle menfaat çatışmasına girmelerine rağmen, Osmanlı Devleti’nin ortadan kaldırılması hususunda ittifak ediyorlardı. Bu emellerine ulaşabilmek için, hayata geçirmeyi düşündükleri vasıtalardan biri de misyonerlik ve misyoner faaliyetleri idi. Bu düşünceden hareketle, özellikle XIX. yüzyılın ikinci yarısından10 itibaren muhtelif Avrupa devletlerinden gelen misyonerler, Osmanlı topraklarının hemen her tarafında, özellikle de azınlıkların yoğun oldukları bölgelerde teşkilâtlanmışlardır. Açtıkları okullar, kurdukları hastaneler ve yetimhaneler ile faaliyetlerini yürütmeye başlamışlardır.
Bu çerçevede misyoner faaliyetleri içerisinde Maraş’ın ehemmiyeti, diğer bazı Anadolu şehirlerinde olduğu ve yukarıda zikredildiği gibi misyonerlik için, demografik açıdan uygun bir dokuya sahip olmasından kaynaklanıyordu. Bu nedenle de Maraş’a bir misyoner istasyonu tesis etmekte geç kalınılmamıştı (1855)11. Misyonerlerin hedefleri açısından bu adım o kadar önemliydi ki kendi deyimleriyle artık Maraş “işgal edilmiş” kabul edilebilirdi...

10 İlknur Polat Haydaroğlu, Osmanlı İmparatoluğu’nda Yabanc Okullar, Ankara-1993, s. 15.
11 Kocabaşoğlu, A.g.e.,, s. 92-93.
Başlık: Ynt: MİSYONERLİK: HAÇLI BATI'NIN, TÜRKLÜĞE KARŞI, BİN YILLIK SİLAHI!!!
Gönderen: Çağrıbey - 31 Ocak 2012
MARAŞ’TA MİSYONERLİK FAALİYETLERİ :
(XIX. Yüzyılın İkinci Yarısı ve XX.Yüzyılın Başlarında)

A- MİSYONERLERİN MARAŞ’TAKİ FAALİYETLERİ :

2- Misyonerlerin Maraş’a İlgi Duymalarının Sebepleri:

Anadolu'yu muhtelif misyon bölgelerine ayıran Amerikalı misyonerler, Anadolu'daki faaliyetin esas olarak Ermenileri kapsayacağı kesinlik kazanınca, daha önce Batı Türkiye misyonu olan misyonun adını Ermeni misyonuna dönüştürmüşler, 1856 yılında da Ermeni misyonunu Kuzey ve Güney olmak üzere ikiye ayırmışlardı. İşte, Maraş, Güney Ermenistan misyonu içerisinde yer alıyordu. Maraş’tan başka bu misyon dairesinde Antep ve Antakya da bulunuyordu12. Öte yandan Batı Anadolu misyon grubunun, Güneydeki bu Ermeni misyon grubuyla irtibat halinde olduğunu belirten Necmettin Tozlu, bunların ileri karakollarının Kilikya, önemli çalışma bölgelerinin ise, Adana, Tarsus, Maraş ve Antep gibi merkezler olduğunu belirtir13.
1860 yılından sonra, Ermenilere yönelik misyonerlik faaliyetlerinin üç misyon çerçevesinde yürütülmesi kararlaştırılmıştır. Bunlar; Batı Türkiye Misyonu, Doğu Türkiye Misyonu ve Merkezî Türkiye Misyonu’dur. Maraş, Antep, Halep, Adana ve Antakya; Merkezî Türkiye Misyonu’nun 1870 yılındaki istasyonlarıydı. Bu istasyonların pâ-yi tahtı (merkezi) ise Antep kentiydi14.
XIX. yüzyılın ortalarından itibaren Amerikan misyoner faaliyetlerinin "Merkezî Türkiye Misyonu" dairesinde yer alan kentlerde, oldukça hızlı bir gelişme gösterdiği bilinmektedir. Üç misyon içerisinde, Protestan Cemaati en yüksek olan bu misyonun, adı geçen merkezlerde, ilkokuldan yüksekokula kadar eğitim kurumları açarak ciddî bir eğitim faaliyeti içine girdikleri anlaşılmaktadır15. Zira, misyonerlerin hedeflerine ulaşabilmeleri için kullanmayı düşündükleri araçlardan biri din, diğeri de eğitimdi16. Nitekim misyonerlerin bu kanallardan hareketle amaçlarına ulaşmaya çalıştıkları görülmektedir.
İnceleme dönemimiz içerisinde Maraş’ta %25-30 nispetinde gayr-i Müslim nüfus yaşıyordu. Örneğin, aşağıda Grafik I’de de görüleceği üzere; 1320/1904-1905 tarihli Halep Vilâyeti Salnâmesine göre Maraş’ta %27 gayr-i Müslim yaşarken, bu nüfusun %26’sı Hıristiyanlardan teşekkül etmiş olup, büyük çoğunluğu da Ermeni idi17.

12 Kocabaşoğlu, A.g.e.,, s. 94-95.
13 Necmettin Tozlu, Kültü ve Eğitim Tarihimizde Yabancı Okullar, Ankara, 1991, s. 37.
14 Kocabaşoğlu, A.g.e., s. 95. Ayrıca bkz. Necdet Sevinç, Ajan Okulları, 2. Baskı, İstanbul, (t.y), s. 32.
15 Kocabaşoğlu, A.g.e., 96-97
16 Sevinç, A.g.e., s. 29.
17 1320 Tarihli Haleb Vilâyeti Salnâmesi, s. 370
Başlık: Ynt: MİSYONERLİK: HAÇLI BATI'NIN, TÜRKLÜĞE KARŞI, BİN YILLIK SİLAHI!!!
Gönderen: Çağrıbey - 31 Ocak 2012
MARAŞ’TA MİSYONERLİK FAALİYETLERİ :
(XIX. Yüzyılın İkinci Yarısı ve XX.Yüzyılın Başlarında)

A- MİSYONERLERİN MARAŞ’TAKİ FAALİYETLERİ :

Grafik 1. 1904-1905 Yıllarında Maraş Kazası’nda Nüfusun Dinî Açıdan Dağılımı

                   (1)Müslümanlar   (2)Hıristiyanlar   (3)Museviler   Toplam Sayıları
                          43728                  16352               212           60292
Yüzdeleri              %73                     %26                %1           %100
Başlık: Ynt: MİSYONERLİK: HAÇLI BATI'NIN, TÜRKLÜĞE KARŞI, BİN YILLIK SİLAHI!!!
Gönderen: Çağrıbey - 31 Ocak 2012
MARAŞ’TA MİSYONERLİK FAALİYETLERİ :
(XIX. Yüzyılın İkinci Yarısı ve XX.Yüzyılın Başlarında)

A- MİSYONERLERİN MARAŞ’TAKİ FAALİYETLERİ :

3- Misyonerlerin Maraş’taki Faaliyetleri:

Yukarıdaki açıklamalardan da anlaşıldığı gibi Maraş’taki bu Hıristiyan-Ermeni nüfusun misyonerlerin cazibesini çektiği görülmektedir. Bu nüfusun, kaynaklarda “Mekâtib-i Gayr-i Müslim” olarak adlandırılan okullar kurarak, Maraş’ta, öteden beri, eğitim-öğretim faaliyeti içerisinde bulundukları bilinmektedir. Hatta, I. Dünya Savaşı öncesinde Maraş, en fazla Ermeni okulunun (19) bulunduğu kentler arasında zikredilmektedir18. Bünyesinde bir çok gayr-i müslim nüfusu barındıran bir kentte, azınlıkların okul kurması kaçınılmaz bir durumdu. Bununla beraber, Fransa ve Amerika’ya mensup olduğu görülen yabancılar (Ecnebi) da muhtelif derecelerde okullar kurmuşlardır (Bkz. Tablo 1.). Bu okullar kaynaklarda "Mekâtib-i Ecnebiyye" olarak geçmektedir.

Tablo 1. 1317/1901 Yılında Maraş’ta Faaliyet Gösteren “Mekâtib-İ Ecnebiyye19

(https://www.hunturk.net/forum/rsm/3190-tablo1-1328017683.JPG)

Yabancıların kurdukları bu okulların o dönemlerde yoğunluk kazanan misyoner faaliyetleriyle ilgili olduğu anlaşılmaktadır20. Öte yandan, 1892 yılında Maraş’ta ecnebilerin sayısı toplam 15 iken21, 1896-97 yıllarında bu rakamın 98122, 1908 yılında ise 1441’e23 yükselmesi bu meseleyi teyit eden bir başka husustur.

18 Sevinç, A.g.e., s. 130.
19 1317 Tarhli Maarif Salnâmesi, s. 1130-1132. Ayrıca bkz. 1319 Tarihli Maarif Salnâmesi, s. 544.
20 Şemseddin Sâmi, Kâmusü’l-Â’lam, C. 6., İstanbul, 1316., s. 4262.
21 1308 Tarihli Haleb Vilayeti Salnâmesi, s. 214.
22 1310 Tarihli Haleb Vilayeti Salnâmesi, s. 238. Her ne kadar, diğer salnâmelerde yabancı nüfus düşük de gösterilse, biz o devrin şartlarında, bu nüfusun yüksek olabileceği kanaatiyle “Ecnebi”nüfus açısından, 1310 Tarhli Salnâme verilerini almayı daha uygun gördük.
23 1324 Tarihli Halep Vilayeti Salnâmesi, s. 474.

Başlık: Ynt: MİSYONERLİK: HAÇLI BATI'NIN, TÜRKLÜĞE KARŞI, BİN YILLIK SİLAHI!!!
Gönderen: Çağrıbey - 31 Ocak 2012
Konuya, ilerleyen zamanlarda, kaldığı yerden, devam edilecektir.

Ne mutlu Türk doğup, Türk gibi yaşayana!
Saygılarımla..
Çağrıbey
Başlık: Ynt: MİSYONERLİK: HAÇLI BATI'NIN, TÜRKLÜĞE KARŞI, BİN YILLIK SİLAHI!!!
Gönderen: Çağrıbey - 03 Şubat 2012
Ecnebi nüfusunda bu artış gözlenirken, 1908 yılına gelindiğinde (Bkz. Grafik 3.) Hıristiyan-Ermeni nüfusunda da 1904-1905 yılı verilerine göre belirgin bir artışın (%5) olması dikkat çekicidir. Bu durum Grafik I ve Grafik 3’deki veriler karşılaştırıldığında daha net bir şekilde görülmektedir.

Grafik 3. 1908 Yılında Maraş Kazası’nda Nüfusun Dînî Açıdan Dağılımı:

(1) Müslüman   (2) Hıristiyan    (3) Yahudi    Toplam
46636                      21174           213          68023
%68                          %31            %1           %100

1904-1908 yılları arasında Hıristiyan-Ermeni nüfusunda gözlemlenen bu hareketliliğin ve artışın (4823 kişi); Maraş da dahil olmak üzere, Çukurova bölgesinde kurulması planlanan Ermenistan Devleti düşüncesinden kaynaklandığı kanaatindeyiz. Nitekim bu tarihlerde, Şark Meselesi çerçevesinde, Ermeni olaylarının özellikle tahrik ve teşvik edilerek artış gösterdiği bilinmektedir.
Fransızların açtığı okullara Katolik, Amerika ve İngiltere’nin açtığı okullara ise Protestan okulları denmekteydi24. Katolik Misyonerlerin faaliyetleri bu mezhebin tarikatları olan Cizvit, Fransisken, Kapusen ve Lazarist örgütleri tarafından yürütülmüştür. Osmanlı Devleti’nde Fransa’nın himayesinde faaliyete başlayan bu tarikatlar:
1- Fransa’nın nüfuzunu kuvvetlendirmek,
2- Katolik ve Ortodoksluğu birleştirmek,
3- Osmanlı ülkesindeki Ortodoks Rum ve Ermenileri Katolik yapmak,
4- Müslümanları Hıristiyanlaştırmak, gibi gayelerle hareket etmekteydiler25.

24 Akyüz, Yahya, Türk Eğitim Tarihi, Ankara, 1982, s. 121.
25 Süleyman Kocabaş, Misyonerlik ve Misyonerler, İstanbul, 2002, s. 77-78.
Başlık: Ynt: MİSYONERLİK: HAÇLI BATI'NIN, TÜRKLÜĞE KARŞI, BİN YILLIK SİLAHI!!!
Gönderen: Çağrıbey - 03 Şubat 2012
Bilindiği üzere öteden beri, Türkiye’deki Katoliklerin himayesini Fransızlar deruhte etmişlerdi. Hatta Fransızların bu hususu, kısmen muahedelerle tescil ettikleri bilinmektedir26. Nitekim 1604, 1673 ve 1740 tarihli Kapitülasyon fermanlarına ticari imtiyazlar çerçevesinde himayeye dair maddeler konmuştu27.
1317/1901 tarihli Maarif Salnâmesi'ne göre; Fransa’nın Maraş’ta, biri Fransız, diğerleri Fransız Katolik isimlerinde altı tane okul açtığı görülmektedir. Bu okullarda kız ve erkek olmak üzere toplam 350 öğrenci öğrenim görüyordu (Bkz. Tablo 1).
1319/1903-190428 ve 1321/1905-190629 tarihli Maarif Salnâmeleri'nde ise, Fransa’nın Terasanta isimli bir okula daha sahip olduğu görülmektedir. İdadî dereceli olan bu okulda, 1903-1904 yılında 60 erkek, 50 kız olmak üzere 110 öğrenci vardı. 1905-1906 yılında da 55 erkek, 47 kız öğrenci olduğu kaydedilmektedir.
Fransa’nın Maraş’ta kurduğu bu okullar ruhsatsız olup, ne zaman açıldığı hususunda her hangi bir bilgiye rastlamadık. Ancak, bu okulların, Cizvit, Kapusen ve Lazarist vs. denen dinî örgütler, misyonerler ve kişiler tarafından açıldığı anlaşılmaktadır30. Hepsine birden Latin Okulları da denen31 sözde bu eğitim kurumlarından, 1324/1908 tarihi32 itibariyle Maraş’ta üç tane bulunuyordu. İkisi iptidaî, biri de rüşdî olan bu okullarda kız-erkek olmak üzere toplam 200 öğrenci eğitiliyordu33.
1317/1901 tarihli Maarif Salnâmesi'nde "mekâtib-i ecnebiyye” olarak sınıflandırılan okullar için “mensup olduğu cemaat” yerine “mensup olduğu millet” tabiri kullanılmaktadır. Fransa ve Amerika milletine mensup olduğu belirtilen “mekâtib-i ecnebiyye”’nin Fransız, Fransız Katolik ve Amerika mektepleri şeklinde isimlendirildiği görülmektedir.
İbtidaî, rüşdî, idadî ve alî dereceli olan bu okullarda; 246’sı erkek, 224’ü kız olmak üzere, toplam 470 öğrenci mevcuttu. Bu öğrencilerden 255’i ibtidaîlerde, 45’i rüşdîyede, 164’ü idadîlerde ve 6’sı da alîde öğrenim görüyordu.
Mekâtib-i ecnebiyye”ye ait diğer okulların açılış tarihlerinin meçhul olduğu ve ruhsatlarının bulunmadığı görülmektedir. Maraş’ta, 1899 yılında, Amerika’ya ait iki idadî, birde alî dereceli okul olduğu kaydedilmektedir. 1863 ve 1882 tarihlerinde açıldığı görülen İdadîlerin, sırasıyla 5 Teşrin-i Evvel (Ekim) 1893 ve 6 Ağustos 1893 tarihinde ruhsat almışlardır. Ancak, ruhsatı bulunmayan alî dereceli okulun kuruluş tarihi için “kadimdir” ibaresi yer almakta olup, çok önceleri kurulduğu anlaşılmaktadır. Âlî’de sadece altı erkek öğrenci mevcutken, idâdîlerde erkek ve kız olmak üzere toplam 114 öğrenci öğrenim görüyordu.

26 Sevinç, A.g.e., s. 35-36.
27 Haydaroğlu, A.g.e., s.13-14.
28 1319 Tarhli Maarif Salnâmesi, s. 544.
29 1321 Tarihli Maarif Salnâmesi, s. 467.
30 Akyüz, A.g.e., s. 121.
31 Akyüz, A.g.e., s. 121.
32 1324 Tarihli Haleb Vilâyeti Salnâmesi, s. 460.
33 Ayhan Doğan, XIX. Yüzyılın İkinci Yarısında Maraş, (Yayımlanmamış Doktora Tezi), Konya, 1999. s. 248.
Başlık: Ynt: MİSYONERLİK: HAÇLI BATI'NIN, TÜRKLÜĞE KARŞI, BİN YILLIK SİLAHI!!!
Gönderen: Çağrıbey - 03 Şubat 2012
Faaliyetleri hakkında bilgi sahibi olduğumuz, Maraş’taki bazı misyoner müesseseleri ise şunlardır:

a) Maraş İlahiyât Okulu:
Misyonerlerin hedeflerine ulaşabilmek için kullandıkları araçlardan bir diğerinin de din olduğunu daha evvel belirtmiştik. Nitekim, Maraş ve havâlisine 1845’lerde gelen Amerikan misyonerleri ilk olarak kilise açmakla meşgul olmuşlardır. Daha sonra da açılan kiliseler yoluyla bölgedeki azınlıkları organize faaliyeti içine girmişlerdir. Diğer Amerikan misyoner okullarında olduğu gibi, burada da esas felsefe, Protestanlaştırma temeline dayalıdır. Maraş İlâhiyat Okulu'nun ise bu işe en müsait eğitim kurumlarından biri olduğu düşünülüyordu. Zira, ilâhiyat okulları, Amerikan misyoner eğitiminin “dinsel” kanadını oluşturuyordu34. Bunun için okul, çok tecrübeli ve önemli bir misyoner olan Mr. Trowbridge’in idaresine verilmişti(1868).
Maraş İlâhiyat Okulu’na, daha sonraları pozitif araştırmalara dayalı ilmî bir bölüm daha ilâve edilmişse de, 1875’de bu bölümün kapatıldığı belirtilmektedir35.
Resmî adı Tarsus Amerikan Koleji olan Saint Paul Enstitüsü'nün, 1914-15 yıllarındaki kataloğunda; “insanları Maraş İlahiyat Okulu’na gitmeye yönlendirmek” şeklinde özel bir amacının bulunması da, Maraş İlahiyat Okulu’nun, Saint Paul Enstitüsü'nün bir ünitesi olduğunu göstermektedir. Ayrıca bu okulun, I. Dünya Harbi esnasında bile faal halde olduğu anlaşılmaktadır36. Amerikan misyoner eğitiminin, “dinsel” kanadını, ilahiyat okullarının oluşturduğunu söylemiştik. Mezkur anlayışın “laik” kanadını ise kolejler taçlandırıyordu.

34 Kocabaşoğlu, A.g.e., s. 172.
35 Tozlu, A.g.e., s. 110-111.
36 Tozlu, A.g.e., s. 99.
Başlık: Ynt: MİSYONERLİK: HAÇLI BATI'NIN, TÜRKLÜĞE KARŞI, BİN YILLIK SİLAHI!!!
Gönderen: Çağrıbey - 03 Şubat 2012
b) Merkezî Türkiye Maraş Kız Koleji:

1880 yılına gelindiğinde ise, Maraş’ta bir Kız Koleji’nin açıldığı görülmektedir. Resmî adı, "Merkezî Türkiye Maraş Kız Koleji" olan bu okul, 1880 yılında misyoner idaresi tarafından açılmıştır37.Maraş’taki kız okulunun menşeinin biraz daha eskiye dayandığı anlaşılmaktadır. Nitekim 1860’lı yıllarda Amerikalı misyonerlerin gözetiminde Maraş’ta bir kız okulunun açıldığı bilinmektedir. Maraş’tan başka aynı tarihlerde Merzifon, Antep, Bitlis, Erzincan, Harput ve Mardin’e de kız okulları açılmıştır. Kızların eğitimini artırmak, bayan öğretmenlerin yetişmesine katkıda bulunmak, en azından yerli misyoner yardımcılarına ve yerli öğretmenlere “okumuş eşler” yetiştirmek gibi, genel ve özel amaçları olan bu okulların, o yöre hanımlarına faydalı oldukları düşünülmüştür. Mesela 1862 yılında Maraş’ta bulunan kız okulunda okuyan öğrenciler, okul saatleri dışında, ders başına alınan çok cüz’î bir ücret karşılığında 200 kadar yetişkin kadına okuma-yazma eğitimi vermişlerdir38.
Uygur Kocabaşoğlu, bu okulun, Adana, Antep, Maraş, Haçin vb. kentlerdeki orta dereceli okullardan gelen kız öğrencilere daha ileri düzeyde eğitim imkânı sağlamak ve bu arada adı geçen bölgelerdeki okulların öğretmen ihtiyacını karşılamak amacıyla tesis edildiğini belirtirken39, Necmettin Tozlu, kolejin amacının, Güneydoğu Anadolu’da Hıristiyanlığı yayabilecek ve azınlıkları aydınlatabilecek yerel kız liderler yetiştirmek olduğunu ifade eder ve Kocabaşoğlu’nun aksine adı geçen okulun bir yüksekokul olmadığını, bu okuldan mezun olanların, eğitimlerini İstanbul Kız Koleji’nde tamamladıklarını belirtmektedir40.
Amerikan kadın misyonerleri ve yerli Protestanların desteği ile kurulan bu okul, Amerikalıların egemen olduğu bir mütevelli heyeti ve bölgedeki misyonerlerle yerli halkın eşit ağırlıkta oluşturduğu bir kurul tarafından yönetiliyordu. Öğrenim süresi iki yılı hazırlık sınıfı olmak üzere, altı yıl olan41 bu okula, Adana, Antep ve Saimbeyli’den öğrenci gelmekteydi42. Bu okuldan mezun olan öğrenciler ülkenin her yerinde öğretmenlik yapabilecekti43.
Amerikan misyoner okulları esas itibariyle, Ermenilerin ve özellikle Protestan Ermenilerin devam ettikleri okullardı. Bununla birlikte öteki Hıristiyan cemaatlere mensup çocuklarla, Museviler ve 1880’li yılların sonlarına doğru da Müslüman ailelerin çocuklar bu okullara gönderilmeye başlanmıştır. Meselâ, 1886 yılında Maraş’ta, tanınmış bir Müslüman ailenin iki kızı, 1890 yılında ise önemli bir devlet memurunun kızı Merkezî Maraş Kız Koleji’nde öğrenim görüyordu. 1891-92 ders yılında bu okulun 61 öğrencisinden 58’i Ermeni, biri Rus, biri Amerikalı, biri de Müslümandı.44. 1893-94 öğretim yılında ise ikisi Müslüman-Türk kızı olmak üzere, okulda 29 öğrenci bulunuyordu. Aynı yıl, ikisi Amerikalı olmak üzere, bu okulda dört öğretmenin görev yaptığı belirtilmektedir45.

37 Tozlu, A.g.e., s. 111., Uyğur Kocabaşoğluna göre bu okul, 1882’de kurulmuştur. Kocabaşoğlu, A.g.e., s. 199.
38 Kocabaşoğlu, A.g.e., s. 85-86.
39 Kocabaşoğlu, A.g.e., s. 199.
40 Tozlu, A.g.e., s. 111.
41 Kocabaşoğlu, A.g.e., s. 199.
42 Tozlu, A.g.e., s. 111.
43 Kocabaşoğlu, A.g.e., s. 111.
44 Kocabaşoğlu, A.g.e., s. 171.
45 Kocabaşoğlu, A.g.e., s. 200.
Başlık: Ynt: MİSYONERLİK: HAÇLI BATI'NIN, TÜRKLÜĞE KARŞI, BİN YILLIK SİLAHI!!!
Gönderen: Çağrıbey - 03 Şubat 2012
c) Diğer Kurumlar:

Misyonerler, sadece okul açmakla kalmamışlar, daha başka sosyal aktivitelerde de bulunmuşlardır. Nitekim, Maraş’lı bir Ermeni olan Harutune Stafanos Cenanyan, Ermeni cemaatini çabucak teşkilâtlandırmak için harekete geçerek 11 ayrı cemiyet kurmuştur (1892). Cenanyan, İki Maraş, bir Tarsus, birde Sivas’ta olmak üzere dört tane yetimhane açmıştır. Ayrıca kimsesiz ve yoksullar için de çalışma enstitüleri kuran Cenanyan, azınlıkların çocuklarına genel eğitim veren, okullardan seçtiği öğrencileri, 1892 yılında Konya’da kurduğu Apostolik Enstitüsü’ne almıştır. Bu okullardan iki tane de Maraş’a kuran Cenanyan, Saint Paul Enstitüsü (Tarsus Koleji) eski öğretim üyesi olup, Ermenilerin de bir devlet olarak tarih sahnesine çıkarılması için mücadele etmiştir46.
Maraş’ta, İngiliz ve Alman misyonerlerinin de faaliyette bulundukları görülmektedir. Almanlar; Beitshalom ve Bethel adlarında iki yetimhane ile bir hastane, İngilizler de; Ebenezer ve Beulah adlarında iki yetimhane kurmuşlardır47. Misyonerlerin Maraş’ta kurdukları yetimhanelerde toplam 420 kadar çocuğun barındığı da ifade edilmektedir48. Ancak Besim Atalay, Maraş Tarihi ve Coğrafyası adlı eserinde, 1912-1913 yıllarına dair verdiği bilgilerle İngilizlerin kurduğu yetimhanenin daha sonra maarif nezaretinin emri ile işgal edilerek, beş yüz yataklı bir İslam yetimhanesi haline dönüştürüldüğünü belirtmektedir Ayrıca Atalay söz konusu eserinde, Almanların bir de eczane kurmuş olduklarından bahsetmektedir.49
Özellikle XIX. yüzyılın ikinci yarısından itibaren, ülke genelinde varlığını hissettirmeye başlayan azınlık ve yabancı okullar, maddi destek olmadan yaşayamazlardı. Fransız müşteşrik Cuinet’e göre50, Hıristiyan ilkokulları saygın toplulukların desteği altında ve kiliselerin bağışları doğrultusunda hizmet ve eğitim veriyordu. Tozlu ise, yurt içinden ve dışından kendilerini Hıristiyanlığa adamış bütün şahıs ve kuruluşların, misyoner idare merkezlerinin bu okulları sürekli olarak desteklediğini belirtmektedir51.

46 Tozlu, A.g.e., s. 97, 101-102.
47 Stanley E. Kerr, The Lions O Marash, State University of New York Press, Albany, 1973, s. 74-75; Maraş’ta misyonerler tarafından kurulan bu yetimhanelerle ilgili çalışmamız sürmekte olup yakında yayınlanacaktır.
48 Kocabaşoğlu, A.g.e., s. 151.
49 Atalay, Besim, Maraş Tarihi ve Coğrafyası, İstanbul, 1339, s. 155, Atalay, Besim, MaraşTarihi ve Coğrafyası, Günümüz Türkçesine Çev. Mehmet Yusuf Özbaş, İstanbul, 1973, s. 167.
50 Cuinet, Vital, D’Asie La Turquie, C. 2.Paris, 1892. s. 238.
51 Tozlu, A.g.e., s. 111.
Başlık: Ynt: MİSYONERLİK: HAÇLI BATI'NIN, TÜRKLÜĞE KARŞI, BİN YILLIK SİLAHI!!!
Gönderen: Çağrıbey - 03 Şubat 2012
Sonuç :

Netice itibariyle, maddi ve manevi bir çok imkan ve desteğe sahip olduğu anlaşılan bu okullar, misyoner faaliyetleri açısından fevkalade önemli vasıtalardı. Eğitim açısından faydalı olduğunu zannettiğimiz bu okulların, siyasî açıdan, Osmanlı Devleti’nin birlik ve bütünlüğünü hedef aldığı muhakkaktı.
Nitekim, Sultan II. Abdulhamid, özellikle Tanzimat ve Islahat Fermanları neticesinde, denetimsiz bir şekilde yaygınlaşan bu okulların Türk-İslam aleyhtarı çalışmalarını tespit ederek, ruhsatsız faaliyet gösteren yüzlercesini kapatmıştır. Ancak, Amerika’nın baskısı ve Ermenileri tahrik ederek yeni bir isyan çıkartması ihtimali karşısında, bunu önlemek için “şimdilik” kaydıyla 10 tanesinin açılmasına müsaade edilmiştir. Bu 10 müesseseden birisi de Maraş’taki Kız Koleji ile İlahiyat Okulu ve misyoner ikâmet haneleri idi52. 1908’de II. Meşrutiyet’in ilanı hadisesinden sonra hızla arttığı görülen53 bu okulların azınlık okullarıyla bütünleşerek, Osmanlı Devleti’nin dağılışında ve yıkılışında üzerinde durulması gereken bir başka önemli sebebi oluşturduğu kanaatindeyiz.
İstisnaî de olsa Müslümanlar, çocuklarını bu okullara göndermeye başlamışlardı. Maraş’ta, 1921 yılına kadar mevcut olan Amerikan Koleji’nin Elazığ’daki kadar etkili olamadığını belirten Hilmi Ziya Ülken, bunun sebebini, şehir halkının muhafazakâr olmasına bağlamaktadır54.
Her ne kadar bu okullar, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kuruluşuyla birlikte denetim altına alınmış olsalar bile, günümüze kadar yansıyan bir çok problemin kaynağını teşkil etmiş olmaları göz önünde bulundurulması gereken bir husustur.

52 Sevinç, A.g.e.,33-34., Salih Özkan, “Kayseri ve Yöresinde Azınlık ve Yabancı Okulları”, II. Kayseri ve Yöresi Tarih Sempozyumu Tebliği”, 16-17 Nisan 1998, Kayseri, 1998.
53 Sevinç, A.g.e., s. 37-38.
54 Ülken, H. Ziya, “Anadolu’da Şehirlerin Gelişimi”, Terc. Abdülkadir Yuvalı, Milli Kültür, S.77, Ankara, 1999, s. 12.
Başlık: Ynt: MİSYONERLİK: HAÇLI BATI'NIN, TÜRKLÜĞE KARŞI, BİN YILLIK SİLAHI!!!
Gönderen: Çağrıbey - 03 Şubat 2012
(XIX. Yüzyılın İkinci Yarısı ve XX.Yüzyılın Başlarında)
MARAŞ’TA MİSYONERLİK FAALİYETLERİ
adlı çalışmanın kaynakçası :

1310 Tarihli Haleb Vilayeti Salnâmesi.

1317 Tarihli Maarif Salnâmesi.

1319 Tarihli Maarif Salnâmesi.

1320 Tarihli Haleb Vilayeti Salnâmesi.

1321 Tarihli Maarif Salnâmesi.

1324 Tarihli Haleb Vilâyeti Salnâmesi.

AKYÜZ, Yahya, Türk Eğitim Tarhi, Ankara, 1982.

ATALAY, Besim, Maraş Tarihi ve Coğrafyası, Günümüz Türkçesine Çev. Mehmet Yusuf Özbaş, İstanbul, 1973.

ATALAY, Besim, Maraş Tarihi ve Coğrafyası, İstanbul, 1339.

CUİNET, Vital, D’Asie La Turquie, C. 2.Paris, 1892.

DOĞAN, Ayhan, XIX Yüzyılın İkinci Yarsnda Maraş, (Yayınlanmamış Doktora Tezi), Konya, 1999.

FENDOĞLU, Tahsin, “Amerika Birleşik Devletleri’nin Misyonerleri ve Osmanlı Devleti”, Türkler, C.14, Ankara 2002.

HAYDAROĞLU, İlknur Polat, Osmanlıİmparatorluğu’nda YabancOkullar, Ankara-1993.

KERR, Stanley E.; The Lons of Marash, State University of New York Press, Albany, 1973.

KOCABAŞ, Süleyman, Misyonerlik ve Misyonerler, İstanbul, 2002.

KOCABAŞOĞLU, Uygur, Kendi Belgeleriyle Anadolu’daki Amerika, Misyoner Okulları, İstanbul, 1989.

KOCAOĞLU, A. Mehmet, “Misyonerlik Faaliyetlerinden Pontus Rum Devletine Uzanan Süreç”, Giresun Tarihi Sempozyumu, 24-25 Mayıs 1996, Bildiriler, İstanbul, 1977.

MAHİROĞULLARI, Adnan, “XIX. Yüzyılda Sivas ve Yöresinde Misyonerlik Faaliyetleri”, Türk Yurdu, Aralık 1999-Ocak 2000, C. 19-20, S. 148-149, Ankara 2000.

Meydan Larousse, “Misyonerlik”, C. 8.

ÖZKAN, Salih, “Kayseri ve Yöresinde Azınlık ve Yabancı Okulları”, II. Kayseri ve Yöresi Tarih Sempozyumu Tebliği”, 16-17 Nisan 1998, Kayseri, 1998.

SEVİNÇ, Necdet, Ajan Okullar, İstanbul, (t.y.)***

ŞAŞMAZ, Musa, Kürt Musa Bey Olay 1883-1890, İstanbul, 2004.

ŞEMSEDDİN SÂMİ, Kâmusü’l-Â’lam, C. 6., İstanbul, 1316.

ŞİMŞİR, Bilal, “Ermeni Propagandasının Amerika Boyutu Üzerine”, Tarih Boyunca Türklerin Ermenilerle İlişkleri
Sempozyumu, (8-12 Ekim 1984), Ankara, 1985.

TOZLU, Necmettin, Kültür ve Eğitim Tarhimizde Yabanc Okullar, Ankara, 1991.

TURAN, Ömer, “19. Yüzyıl Osmanlı Tarihinin Kaynaklarından İngiliz ve Amerikan Protestan Misyonerlik Cemiyetleri Arşivleri”, XIII. Türk Tarih Kongresi, 4-8 Ekim 1999, Kongreye Sunulan Bildiriler, C.3- III.Kısım, T.T.K, Ankara, 2002.

ÜLKEN, H. Ziya, “Anadolu’da Şehirlerin Gelişimi”, Terc. Abdülkadir Yuvalı, Milli Kültür,S.77, Ankara, 1999.

WHITE, George E., Bir Amerikan Misyonerinn Merzifon Amerikan Koleji Hatraları, Terc. Cem Tarık Yüksel, İstanbul, 1995.

*** Bu kitabı bütün Türkçülerin okuması gerekmektedir
Başlık: Ynt: MİSYONERLİK: HAÇLI BATI'NIN, TÜRKLÜĞE KARŞI, BİN YILLIK SİLAHI!!!
Gönderen: Böri - 03 Şubat 2012
Maraş Olayları'nın (1978) bu bölgede gerçekleşmesi tesadüf değildir!

Olayda Ermeni-Yunan parmağı olduğu biliniyor...
Başlık: Ynt: MİSYONERLİK: HAÇLI BATI'NIN, TÜRKLÜĞE KARŞI, BİN YILLIK SİLAHI!!!
Gönderen: Çağrıbey - 03 Şubat 2012
Türk Milli bilincinin uyanmasına yaptığı katkılar ve meydana getirdiği "MARAŞ’TA MİSYONERLİK FAALİYETLERİ" adlı bu değerli çalışmasından ötürü Niğde Üniversitesi Eğitim Fakültesi Öğretim Görevlisi Yrd. Doç. Dr. Ayhan DOĞAN Bey'e teşekkür eder, başarılarının devamını dileriz.
Sağolsun, varolsun!

Ne mutlu Türk doğup, Türk gibi yaşayana!
Saygılarımla..
Çağrıbey

Başlık: Ynt: MİSYONERLİK: HAÇLI BATI'NIN, TÜRKLÜĞE KARŞI, BİN YILLIK SİLAHI!!!
Gönderen: Çağrıbey - 03 Şubat 2012
Maraş Olayları'nın (1978) bu bölgede gerçekleşmesi tesadüf değildir!

Olayda Ermeni-Yunan parmağı olduğu biliniyor...
Çok doğru söylüyorsunuz Sayın Böri Bey.
Lafı ağzımdan almışsınız.
Maraş'lı bir çok arkadaşım, ta olayların olduğu zamanlarda, işin içinde yabancı parmağının olduğunu söylemişti lakin dediklerine kimse kulak asmamıştı.
Aynı durum Çorum içinde geçerlidir.

Ne mutlu Türk doğup, Türk gibi yaşayana!
Saygılarımla..
Çağrıbey
Başlık: Ynt: MİSYONERLİK: HAÇLI BATI'NIN, TÜRKLÜĞE KARŞI, BİN YILLIK SİLAHI!!!
Gönderen: Böri - 13 Şubat 2012
Maraş olaylarına Suriye istihbaratı da karışmıştır!

(O dönemde Suriye'yi H.Esed yönetiyordu...)

______________________________________

Demek ki Suriye, "Büyük Devletlerin" taşeronluğunu yapıyordu!

(Suriye, SSCB'nin müttefikiydi...)


Olaya Ermeni, Yunanlı, Suriyeli, Rus, Amerikalı herkes karışmış!
Başlık: Ynt: MİSYONERLİK: HAÇLI BATI'NIN, TÜRKLÜĞE KARŞI, BİN YILLIK SİLAHI!!!
Gönderen: Böri - 04 Mart 2012
Başlangıçta 360 kadar İncil vardı. Daha sonra sayıları 4'e indirilmiştir.

Arkeolojik kazılarla diğer 360 İncilin bazı parçaları bulunmuştur.

Bu İnciller üzerine:

http://www.earlychristianwritings.com/ (https://www.hunturk.net/forum/sistem.php?islem=yonlendir&url=aHR0cDovL3d3dy5lYXJseWNocmlzdGlhbndyaXRpbmdzLmNvbS8=)
Başlık: Ynt: MİSYONERLİK: HAÇLI BATI'NIN, TÜRKLÜĞE KARŞI, BİN YILLIK SİLAHI!!!
Gönderen: Çağrıbey - 04 Mart 2012
Geçtiğimiz günlerde bir televizyon kanalında yapılan proğramda özetle:
"12 Eylül döneminde Hakkari Uludere'de elli kilogram ağırlığında bir kitap bulunduğunu, bu kitabın yapılan incelemeler sonucu Süryani alfabesiyle yazılmış Aramice olan kayıp Barnabas İncili olduğunun anlaşıldığı, bu kitaba jandarma tarafından el konulup Genel Kurmay Başkanlığına teslim edildiği ve hala Genel Kurmay'ın kasasında saklı olduğu" şeklinde konuşmalar geçti.
Yine sözünü ettiğim proğramın katılımcıları:
"Barnabas İncilinden Vatikan'ın bilgisinin olduğunu, bu İncilin İsa'yı Tanrılaştırmadığı, şu andaki Hıristiyan inanç sistemini temelinden sarsacağı, İslam Peygamberi Hz. Muhammed'den de söz ettiği" anlamına gelen sözler söylediler.

Alıntı
Başlangıçta 360 kadar İncil vardı. Daha sonra sayıları 4'e indirilmiştir.
MS.325 yılında toplanan ünlü İznik konsülünde yapılan seçimlerle İncil sayısı dörde düşürülmüştü. Bu bile Hıristiyan inanç sisteminin ne denli tartışmalı olduğunun en büyük göstergesidir. Herkes kafasına göre bir İncil yazıyor ve hiçbirinin dediği diğerini tutmuyor.
Neticede İmparator Konstantin Roma İmparatorluğu'nda resmi din olacak Hıristiyanlığın içerisinde tartışılan bazı konuları netleştirmek amacı ile MS. 325 de İznik Konsülünü topluyorda yapılan tartışmalar sonucunda Baba-Oğul-Kutsal Ruh (Tanrı-Tanrının oğlu İsa-İsanın ruhunun yaşadığı Kilise) merkezli bir inanç sistemi kabul edilip durum bir parça netleştiriliyor.

Ne mutlu Türk doğup, Türk gibi yaşayana!
Saygılarımla..
Çağrıbey
Başlık: Ynt: MİSYONERLİK: HAÇLI BATI'NIN, TÜRKLÜĞE KARŞI, BİN YILLIK SİLAHI!!!
Gönderen: Böri - 04 Mart 2012
Kilise; Matta, Markos, Luka, Yuhanna İncillerini kabuletmiş ve diğerlerini yasaklamıştır.

linkte,

Thomas İncili, Q Belgesi, Didakhe (Havarilerin Öğretisi), Petrus İncili, Mısırlıların İncili, İbranilerin İncili, Mecdelli Meryem'in İncili, Filip İncili, Ebionitlerin İncili, Hermas'ın Çobanı, Nasıralıların İncili, Yahuda İncili, Yakub'un İncili gözüküyor...

Parçaları bulunan bu İnciller, Dünya dillerine çevrilmiştir.

Türkçeye çevrilenler (bildiğim kadarıyla) : Thomas İncili, Didakhe, Filip İncili, Petrus İncili, Mecdelli Meryem'in İncili, Hermas'ın Çobanı, Barnabas İncili

_________________________________________

Alıntı
Geçtiğimiz günlerde bir televizyon kanalında yapılan proğramda özetle:
"12 Eylül döneminde Hakkari Uludere'de elli kilogram ağırlığında bir kitap bulunduğunu, bu kitabın yapılan incelemeler sonucu Süryani alfabesiyle yazılmış Aramice olan kayıp Barnabas İncili olduğunun anlaşıldığı, bu kitaba jandarma tarafından el konulup Genel Kurmay Başkanlığına teslim edildiği ve hala Genel Kurmay'ın kasasında saklı olduğu" şeklinde konuşmalar geçti.

İlginç bir konudur.

MS.400'lerde halen Barnabas İncili okunuyordu ve Kilise bu kitaba sahip olanları cezalandırıyordu!

_____________________________________

Piyasada çevirisi olan Barnabas İncili ise 1585 yılında yazılmıştır ve çelişkilerle doludur.
Başlık: Ynt: MİSYONERLİK: HAÇLI BATI'NIN, TÜRKLÜĞE KARŞI, BİN YILLIK SİLAHI!!!
Gönderen: Böri - 04 Mart 2012
Alıntı
Herkes kafasına göre bir İncil yazıyor ve hiçbirinin dediği diğerini tutmuyor.
_____________________________________

Paulus öğretisi baskın çıkmış, Hz.İsa adeta dışlanmıştır!

Kabuledilen 4 İncil, Paulus öğretisiyle uyumludur. (Bir tek Markos İncili, Hz.İsa'yı "insan" olarak gösterir. Fakat bu İncil de "tahrif edilerek" / eklemeler-çıkarmalar yapılarak, Paulus öğretisine uygun bir hale getirilmiştir.)


Alıntı
Batı'da Hz.İsa'nın yaydığı Hristiyanlık geçerli olmamıştır. Paulus bir "Yahudi ajanıydı". Paulus'tan itibaren Eski Yunan-Roma inançlarından alıntılar, Hz.İsa'nın Tanrı olduğu (!?), Baba-Oğul-Kutsal Ruh gibi inançlar Hristiyanlığa yerleşmiştir. Hz. Meryem neredeyse Tanrıçalaştırılmıştır. Güneş Tanrısı Mitra'nın doğum günü olarak kutlanan gün "Noel" olarak Hristiyanlarca benimsenmiştir.

Kilise MS 325 yılından itibaren baskı uygulamıştır!

____________________________________

"Sahte İncil" denilerek diğer İnciller kötülenmemelidir! (Geçmişte, Paulus öğretisinin dışında da Hristiyanların varolduğunun bir kanıtıdır bu İnciller.)
Başlık: Ynt: MİSYONERLİK: HAÇLI BATI'NIN, TÜRKLÜĞE KARŞI, BİN YILLIK SİLAHI!!!
Gönderen: Böri - 04 Mart 2012
Kaybolan (sadece  adları bilinen) İncillerin de dahil edildiği diğer bir liste:

http://en.wikipedia.org/wiki/List_of_gospels (https://www.hunturk.net/forum/sistem.php?islem=yonlendir&url=aHR0cDovL2VuLndpa2lwZWRpYS5vcmcvd2lraS9MaXN0X29mX2dvc3BlbHM=)
Başlık: Ynt: MİSYONERLİK: HAÇLI BATI'NIN, TÜRKLÜĞE KARŞI, BİN YILLIK SİLAHI!!!
Gönderen: Üçoklu Börü Kam - 04 Mart 2012

Paulus öğretisi baskın çıkmış, Hz.İsa adeta dışlanmıştır!

Prof. Dr. Yaşar Nuri ÖZTÜRK'den dinlemiştim. ÖZTÜRK şunları diyordu:
"Bu günkü Hıristiyanlıkta ne İsa vardır, ne de Tanrı'nın İsa'ya gönderdikleri vardır. Bu gün adına Hıristiyanlık denilen inanç; Yahudi Pavlus'un Hiristiyanlığı Yahudi inanışlarının esasını teşkil eden Kabbala, Talmut, Zebur ve Tevrat'a göre yorumlayarak Hıristiyanlık adıyla piyasa sürümünden ibarettir. Hiristiyanlık sanılan inanç Pavlusçu neoyahudilikten başka bir şey değildir."

ÖZTÜRK'ün bu tespitlerini; batılı filozofların batıyı, yani Avrupayı, tarif ederken batıyı meydana getiren kültür temellerine Yahudilik ve Hıristiyanlığı koymaları doğrulamaktadır.
Hatta AB'nin dayandığı temeller de, AB kurmayları ve siyasetçilerce, aynı şekilde tanımlanmıştır.
George W. Bush yönetimleri eliyle ABD'de en popüler inanç-mehzep haline gelen Evangelistlik kendisini doğrudan doğruya hristoyahudi olarak tanımlamaktadır.

TTK.
Başlık: Ynt: MİSYONERLİK: HAÇLI BATI'NIN, TÜRKLÜĞE KARŞI, BİN YILLIK SİLAHI!!!
Gönderen: Türkistan Ordusu - 04 Mart 2012
Hristiyanlık, Müslülmanlık ve Yahudilikten farklı olarak ikon, resim, heykel kullanıyor.
Bu sayede, güçlü bir sembolizm geliştiriyorlar. Bu ise, Uzak Asya'da dinsiz (veya Budist, Konfüsianist, ..) toplumlarda ilgi çekiyor. Onun için çin, japonya, kore gibi ülkelerde hâlâ bugün bile hristiyanlık ilgi uyandırıyor ve milyonlarcası hristiyan oluyor.  Geçenlerde hava atıyorlardı youtube'da bir video izledim; 'çin'de 70 milyon dinsiz son 20 sende Hristiyan oldu' diyorlardı.

Mesih ve Meryem ana heykelleri, hatta bazen Tanrı resimleri var. Bu insanlarda ilgi uyandırıyor.

Bu bakımdan Hristiyanlık bir Materyalist bir din aynı zamanda.

Sembolizm yönü Komünizm'e benziyor.

Başlık: Ynt: MİSYONERLİK: HAÇLI BATI'NIN, TÜRKLÜĞE KARŞI, BİN YILLIK SİLAHI!!!
Gönderen: Çağrıbey - 04 Mart 2012
Hristiyanlık, Müslülmanlık ve Yahudilikten farklı olarak ikon, resim, heykel kullanıyor.
Bu sayede, güçlü bir sembolizm geliştiriyorlar. Bu ise, Uzak Asya'da dinsiz (veya Budist, Konfüsianist, ..) toplumlarda ilgi çekiyor. Onun için çin, japonya, kore gibi ülkelerde hâlâ bugün bile hristiyanlık ilgi uyandırıyor ve milyonlarcası hristiyan oluyor.  Geçenlerde hava atıyorlardı youtube'da bir video izledim; 'çin'de 70 milyon dinsiz son 20 sende Hristiyan oldu' diyorlardı.

Mesih ve Meryem ana heykelleri, hatta bazen Tanrı resimleri var. Bu insanlarda ilgi uyandırıyor.

Bu bakımdan Hristiyanlık bir Materyalist bir din aynı zamanda.

Sembolizm yönü Komünizm'e benziyor.
Uzakdoğu ülkelerinde Hristiyanlığın kabul görmesinin gerçek nedeni: Hristiyan dünyasının; bilimde, sanatta, kültürde, sanayide, teknolojide ileri olmaları ve bunların doğal sonucu olarak da ekonomik güçlerinin zirvesinde bulunmalarından kaynaklanmaktadır.
Hristiyan alemdeki reform ve rönesans yüzyıllar boyu batılıların Türklerce kabuklarına sıkıştırılmaları ve kıtalarına hapsetmelerinin sonucudur. Haçlı alemi bu sıkışıklığı aşmak ve hapsedildiği kabuğundan çıkabilmek için deniz aşırı ülkelere yönelmiş bu yöneliş hem misyonerlik faaliyetlerini yürütme ve hemde zengin ve bâkir sömürgeler bulmalarını sağlamıştır. Yani sonuç dönüp dolaşıp ekonomik güce dayanmaktadır ki batı sahip olduğu sömürgelerle ekonomik olarak varabileceği son noktaya varmıştır. Öte yandan Vatikan, yani Hristiyan aleminin kalbi olan papalık, geçtiğimiz yıllarda birinci bin yılın Avrupa'nın, ikinci bin yılın Afrika'nın üçüncü bin yılın ise Asya'nın Hristiyanlaştırılması için programlandığını açıklamıştı.
Sanırım Vatikan belirlenmiş olan programı elindeki büyük imkanları kullanarak uyguluyor, ve bu uygulama batı dünyasına yeni pazarlar ve sömürgeler sağlayarak haçlılığın gücüne güç katıyor.

Ne mutlu Türk doğup, Türk gibi yaşayana!
Saygılarımla..
Çağrıbey
Başlık: Ynt: MİSYONERLİK: HAÇLI BATI'NIN, TÜRKLÜĞE KARŞI, BİN YILLIK SİLAHI!!!
Gönderen: Böri - 05 Mart 2012
ABD 1945 yılında Japonya ve Güney Kore'yi işgal etmiştir. Filipinler de geçmişte bir Amerikan sömürgesiydi (Bundan önce de İspanyol sömürgesiydi).

Vietnam, Laos ve Kamboçya geçmişte Fransız sömürgeleriydi. Amerikan askerleri de Güney Vietnam'a yerleşmişti.

Hindistan (o dönemde Pakistan, Bangladeş ve Burma'yı da kapsıyordu!) , Sri Lanka (< Seylan), Hong Kong, Brunei ve Malezya geçmişte İngiliz sömürgeleriydi.

İndonezya Hollanda sömürgesiydi. Makao Portekiz sömürgesiydi.

Hristiyanlık aslında buralarda yayılmıştır.
Başlık: Ynt: MİSYONERLİK: HAÇLI BATI'NIN, TÜRKLÜĞE KARŞI, BİN YILLIK SİLAHI!!!
Gönderen: Bozkurt42 - 15 Kasım 2016
DİNLERARASI DİYALOG MASALI

ALIN SİZE EN BÜYÜK MİSYONERLİK FAALİYETİ
ADAMLAR BELKİDE YÜZYILLARIN NOKTA ATIŞINI YAPTILAR


KİM YAPTI ? -FETTULLAHÇILAR..
KİMİN SAYESİNDE? -BUNLARA BU ÖZGÜRLÜĞÜ SAĞLAYANLAR..............
Başlık: Ynt: MİSYONERLİK: HAÇLI BATI'NIN, TÜRKLÜĞE KARŞI, BİN YILLIK SİLAHI!!!
Gönderen: Üçoklu Börü Kam - 30 Ağustos 2020
9. Abant Toplantısı Katılımcı Listesi (2005)

Dokuzuncusu bu yıl Erzurum'da düzenlenen Abant Platformu toplantısının seçkin katılımcıları şöyle sıralanıyordu:

 1.   A. Nuri Yurdusev, Prof. Dr.
 2.   Abdulkuddus Bingöl, Prof. Dr.
 3.   Ahmet İnam, Prof. Dr.
 4.   Ali Bulaç, Gazeteci-Yazar
 5.   Ali Erbaş, Prof. Dr.
 6.   Ali Murat Yel, Yrd. Doç. Dr.
 7.   Ali Osman Gündoğan, Prof. Dr.
 8.   Alpaslan Açıkgenç, Prof. Dr.
 9.   Asri Çubukçu, Prof. Dr.
10.   Bekir Karlıağa, Prof. Dr.
11.   Belkıs Gürsoy, Prof. Dr.
12.   Beşir Gözübenli, Prof. Dr.
13.   Bülent Aras, Doç. Dr.
14.   Elisabeth Özdalga, Prof. Dr.
15.   Emre Aköz, Gazeteci-Yazar
16.   Erol Battal
17.   Gülcan Bostancı
18.   Hakan Poyraz, Prof. Dr.
19.   Halil Cin, Prof. Dr.
20.   Hamza Aktan, Prof. Dr.
21.   Hasan Seçen, Prof. Dr.
22.   Hasan Tahsin Fendoğlu, Prof. Dr.
23.   İbrahim Canan, Prof. Dr.
24.   İbrahim Hakkı Aydın, Dr.
25.   İbrahim Özdemir, Prof. Dr.
26.   İlyas Üzüm, Dr. İSAM
27.   İsmail Doğan, Prof. Dr.
28.   İsmail Hakkı Aydın, Prof. Dr.
29.   Kenan Gürsoy, Prof. Dr.
30.   Korkut Tuna, Prof. Dr.
31.   Lütfullah Cebeci, Prof. DR.
32.   M. Ali Kılıçbay, Prof. Dr.
33.   Mahmut Erol Kılıç, Prof. Dr.
34.   Mahmut Tezcan, Prof. Dr.
35.   Mehmet Gündem
36.   Metin Bonsak, Dr.
37.   Muhammet Akar, Av.
38.   Mustafa Armağan
39.   Mustafa Yıldırım, Prof. Dr.
40.   Müberra Balcı, Öğr. Gör.
41.   Naci Bostancı, Prof. Dr.
42.   Naci Okçu, Prof. Dr.
43.   Nazlı Ilıcak
44.   Necdet Sakaoğlu, Prof. Dr.
45.   Necdet Subaşı, Yard. Doç. Dr.
46.   Necmettin Tozlu, Prof. Dr.
47.   Nşet Toku, Doç. Dr.
48.   Nil Sarı, Prof. Dr.
49.   Niyazi Öktem, Prof. Dr.
50.   Osman Senemoğlu, Prof. Dr.
51.   Ömer Şenol Dane, Prof. Dr.
52.   Recep Öztürk, Prof. Dr.
53.   Sadık Kılıç, Prof. Dr.
54.   Sadri Şen, Prof. Dr.
55.   Said Başer, Yard. Doç. Dr.
56.   Sırrı Akbaba, Prof. Dr.
57.   Sıtkı Aras, Prof. Dr.
58.   Sinan Yapıcı, Prof. Dr.
59.   Suat Yıldırım, Prof. Dr.
60.   Tahsin Görgün, Doç. Dr.
61.   Yasin Aktay, Doç. Dr.

Kaynak: Prof. Dr. İbrahim Arslanoğlu

Ne Mutlu Türk doğup, Türk gibi yaşayana...

Saygılarımla.

Çağrıbey


10. Abant Toplantısı (Paris) Katılımcı Listesi: Türkiye (2006)

10. Abant Toplantısı Paris'te toplanmasına rağmen Türkiye'den katılım oldukça fazlaydı. Toplantıya Türkiye'den katılan katılımcıların isimleri ve ünvanları ile birlikte halen görev yapmakta oldukları kurumları aşağıda alfabetik sıralı olarak bulacaksınız.

KATILIMCI LİSTESİ
(Abant Platformu, 11 Nisan 2006)

 1.   Ahmet İnsel, Prof. Dr., Galatarasay Üniversitesi / Birikim Yayınları
 2.   Ahmet Sever, Başbakan Danışmanı / TRT
 3.   Ali Bayramoğlu, Gazeteci - Yazar, Yeni Şafak
 4.   Ali Bulaç, Gazeteci - Yazar, Zaman Gazetesi
 5.   Ali Erbaş, Prof. Dr., Sakarya Üniversitesi
 6.   Ali Yasar Sarıbay, Prof. Dr., Uludağ Üniversitesi
 7.   Alper Tan, Kanal A
 8.   Ariane Bonzon, Fransız Arte Televizyonu
 9.   Asaf Savaş Akat, Prof. Dr., Bilgi Üniversitesi
10.   Ayhan Kaya, Doç. Dr., Bilgi Üniversitesi
11.   Ayşe Kadıoğlu, Doç. Dr., Sabancı Üniversitesi
12.   Ayşe Sucu, Diyanet Vakfı Kadın Kolları Başkanı
13.   Ayşe Nur Arslan, Kanal D
14.   Bekir Karlığa, Prof. Dr., Marmara Üniversitesi
15.   Binnaz Toprak, Prof. Dr., Boğaziçi Üniversitesi
16.   Bülent Keneş, Bugün Gazetesi
17.   Cemal Uşak, Kültürlerarası Diyalog Platformu Genel Sekreteri
18.   Cemal Taşar, Milli Eğitim Bakanlığı
19.   Cengiz Çandar, Bugün Gazetesi
20.   Erkam Tufan Aytav, Diyalog Avrasya Platformu Genel Sekreteri
21.   Eser Karakaş, Prof. Dr., Bahçeşehir Üniversitesi/ Referans Gazetesi
22.   Etyen Mahçupyan, Gazeteci - Yazar, Zaman Gazetesi
23.   Faruk Tuncer, Dr., Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı
24.   Fehmi Koru, Gazeteci - Yazar, Yeni Şafak Gazetesi
25.   Ferda Keskin, Yrd. Doç. Dr., Bilgi Üniversitesi
26.   Ferhat Kentel, Yrd. Doç. Dr., Bilgi Üniversitesi
27.   Fuat Keyman, Prof. Dr., Koç Üniversitesi
28.   Füsun Üstel, Prof. Dr., Marmara Üniversitesi
29.   Gül Turan, Prof. Dr., Koç Üniversitesi
30.   Hadi Özışık, Gazeteci - Yazar, İnternet Haber
31.   Harun Tokak, Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı Başkanı
32.   Hasan Bülent Kahraman, Doç. Dr., Princeton Üniversitesi / Sabancı Üniversitesi
33.   Hasan Yavuz, Başbakan Danışmanı / Marc Bloch Üniversitesi
34.   Hırant Dink, Gazeteci - Yazar, Agos Gazetesi
35.   Hüseyin Gülerce, Gazeteci - Yazar, Zaman Gazetesi
36.   Işıl Karakaş, Prof. Dr., Galatasaray Üniversitesi
37.   İlker Taş, NTV
38.   Kenan Gürsoy, Prof. Dr., Galatasaray Üniversitesi
39.   Mehmet Ali Kılıçbay, Dr., Araştırmacı / Yazar
40.   Mahmut Akdoğan, Dr.
41.   Mahmut Övür, Gazeteci - Yazar, Sabah Gazetesi
42.   Mehtap Altınok, Kanal 1
43.   Mehmet Sağlam, Prof. Dr., Başbakanlık Kamu Etik Kurulu Başkanı/ Milli Eğitim eski Bakanı
44.   Mehmet Altan, Prof. Dr., İstanbul Üniversitesi
45.   Mehmet Gündem, Gazeteci - Yazar, Milliyet Gazetesi
46.   Mete Çubukçu, NTV Haber Müdürü
47.   Mithat Melen, Prof. Dr., İstanbul Üniversitesi
48.   Mustafa Akyol, Gazeteci - Yazar, Referans Gazetesi
49.   Mustafa Kirazlı, Zaman Gazetesi
50.   Mustafa Özgül, Milli Eğitim Bakanlığı
51.   Muzaffer Şahin, Anadolu Ajans Ankara Temsilcisi
52.   Mümtazer Türköne, Prof. Dr., Gazi Üniversitesi
53.   Nazlı Ilıcak, Gazeteci - Yazar, Bugün Gazetesi
54.   Nazmiye Yılmaz, Kanal 7
55.   Nilüfer Göle, Prof. Dr., I’EHESS Sosyal Bilimler Yüksek Okulu
56.   Niyazi Öktem, Prof. Dr., Bilgi Üniversitesi / Abant Paris Toplantısı Koordinatörü
57.   Orhan Güvenen, Prof. Dr., Bilkent Üniversitesi / Paris Pantheon Üniversitesi/ UNESCO Türkiye Temsilcisi
58.   Ömer Faruk Harman, Prof. Dr., Diyanet İşleri Başkanlığı- Paris Ateşesi
59.   Sabri Çelebioğlu, Kanal 7
60.   Salih Yaylacı, Abant Platformu Genel Sekreteri
61.   Sami Selçuk, Doç. Dr., Yargıtay Onursal Başkanı
62.   Sefa Kaplan, Hürriyet Gazetesi
63.   Selçuk Tepeli, Gazeteci - Yazar, Aktüel
64.   Selçuk Gültaşlı, Zaman Gazetesi Brüksel Temsilcisi
65.   Serap Atan, TÜSİAD Fransa Temsilcisi
66.   Serdar Okay, Kanal 7
67.   Suna Vidinli, Doğan Medya Grubu Dış İlişkiler Koordinatörü
68.   Süleyman Seyfi Öğün, Prof. Dr., Uludağ Üniversitesi
69.   Şerif Ali Tekalan, Prof. Dr., Fatih Üniversitesi
70.   Tülin Bumin, Prof. Dr., Galatasaray Üniversitesi
71.   Ümit Kardaş, Emekli Hakim Albay
72.   Yavuz Oğan, CNN TÜRK Ankara Temsilcisi
73.   Yusuf Kaplan, Gazeteci - Yazar, Yeni Şafak Gazetesi
74.   Zafer Ali Yavan, TUSIAD Ankara Temsilcisi
75.   Zafer Özcan, Gazeteci - Yazar, Zaman Gazetesi
76.   Zafer Toprak, Prof. Dr., Boğaziçi Üniversitesi
77.   Zeynel Lüle, Hürriyet Gazetesi Brüksel Temsilcisi

Kaynak: Prof. Dr. İbrahim Arslanoğlu

Ne Mutlu Türk doğup, Türk gibi yaşayana...

Saygılarımla.

Çağrıbey


Diyanet işleri başkanlığı makamını işgal eden, Türk düşmanı, Ali Erbaş adlı tescilli fetöcü, fetö davasından tutuklanıp, mahkum edilmedikçe akp iktidarının fetöyle, kararlılıkla, mücadele ettiği soylemleri kocaman bir palavradan ibaret kalacaktır.
Adam(!) bırakın tutuklanmayı, yargılanmayı üstüne üstlük bir de Diyanet İşleri başkanı yapılıyor?
Yoksa bu zerzavatın, Atatürk'e sövme ve Türk Milletine hakaret etmek kaydıyla mı, fetöcülüğü görmezden gelinip, Diyanetin başına getiriliyor?

Size soruyorum eyyy iktidar!
Fetö üyeliği tescilli Ali Erbaş ne zaman tutuklanıp, mahkum edilecek?

TTK.