Türkçü Turancı Otağ

TÜRKLÜK ve TÜRK DÜNYASI OTAĞI => TÜRK KÜLTÜR ve MEDENİYETİ => Konuyu başlatan: Kök-Börü - 02 Mart 2007

Başlık: TÜRKLERDE KADIN
Gönderen: Kök-Börü - 02 Mart 2007
Türklerde Kadın  


 "Dünün , bugünün ve yarının en değerli varlıklarına"

Eski Türk toplumlannda aile en önemli sosyal birlik olduğundan, ailenin temelini teşkil eden kadın, Türk destanlannda, Türk efsanelerinde öyle yüce bir mertebeye konulmuştur ki, kadını böylesine yüce bir varlık haline getiren töreye, kültüre hayran olmamanın imkanı yoktur. Kadın, erkeğin biricik yoldaşı ve çocuklannın anası olmak gibi önemli bir vazifeyle görevlendirilmiştir. Daha da önemlisi Türk ırkının tek bereket kaynağıdır Kendisine verilen bir takırn haklardan dolayı hanların, hakanların, cengaverlerin önünde saygı ile eğildikleri bir şeref abidesidir.

Türk destanlannda kadın ilahî bir varlık konumuna gelmiştir. Öyle ki, erişilip dokunulması, koklanması, kısaca beş duyu ile algılanmasının imkanı yoktur. Yaratılış Destanında, Tanrı'ya insanları ve dünyayı yaratması için Fıkir ve ilham veren "Ak Ana" adında bir kadındır. Oğuz Kağan'ın ilk karısı, karanlığı yararak gökten inen mavi bir ışıktan, ikinci karısı ise kutsal bir ağaçtan doğmuş insan üstü varlıklardır. Yakutlarda "Ak Oğlan" ağacın içinden çıkan nurlu bir kadın tarafından emzirilmiştir. İlk Türk yazıtlarından olan Bilge Kağan Kitabesi'nde Kağan: "Sizler anam hatun. büyük annelerim, ablalarım, hala ve teyzelerim, prenseslerim..." hitabıyla söze başlar.
En eski Türk inancına göre "han ile hatun" gök ile yerin evlatlarıdır. Kadın burada yedinci kat göktedir. Kadına, böylesine bir kutsallık veren törede kadının dövülmesinin, hor-anmasının, itilip kakılmasının imkanı yoktur. Zaten Türk kültüründe ve deslanlannda böyle bir durum göze çarpmamaktadır. Türk destanlannda kadın, erkeğin daima yanındadır. Onların güç ve ilham kaynağıdır.
Dede Korkut Hikayelerinden olan "Deli Dumrul"da, Dumrul canının yerine can bulma çabasına girince, bunu kadınından bulmuş, kadını ona hiç çekinmeden "canını vereceğini" söylemişlir.

Yine Türk kültüründe destan kahramanlan, iyi ata binen, iyi kılıç kullanan, iyi savaşan kadınlarla evlenmek istemektedir. Nitekim yine Dede Korkut'taki Bamsı Beyrek Hikayesinde yer alan "Banu Çiçek" bunun en güzel ömeğidir.
 
Kırgızlann Manas Destanında kadın, evin namusunun koruyucusudur. Kahramanlar, ahlak dışı bir iş yapacakları zaman kadın onlara mani olmaktadır. Kazaklarda kadına verilen değer şu atasözüyle ne güzel anlatılmıştır. "Birinci zenginlik sağlık, ikinci zenginlik kadındır."
Tüm Türk destanlannda, sarsılmaz bir saygı, sevgi ve sadakat vardır. Gerdeğe girdiği gün, murad alıp vermeden yalnız kalan kadın (gelin) kocası dönünceye kadar onu bekleyeceğine ve üzerine bir erkek sinek bile kondurmayacağına and içerdi.

Kadınların, savaşta düşmanın eline geçmesi büyük bir zillet sayılırdı. Destanların hiçbirinde şehveti andıran çirkin olayların olmayışı, üzerinde durulması gereken önem-i bir konudur. Oğuz Kağan Destanında, ırza tecavüz edenlerin öldürüldüğü veya gözlerine mil çekildiği ifade edilirken; İran'ın ünlü destanı "Şehname"de bu tür ahlaksızlıkların hikaye edildiği ortadadır. Ömeğin Şehname'nin kadın kahramanlarından olan "Südübe", Siyavuş'a aşıktır, ve ona çirkin tekliflerde bulunur: "Hadigel, kimsenin haberi olmadan beni bir kere sevindirde, gençligimin günlerini tazelendirip onlan bana yeniden bagışlayıver." Banu Çiçek ile buradaki kadın tipini karşılaştırmaya gerek bile yoktur.
 
İranlı bir tarihçi olan Gerdîzî de; "Malümdur ki Türk kadınları çok if fetlidirler." derken Türk kadının ahlakî temizliğini övmektedir. Bu övgü boşuna değildir. Nitekim kadın adları arasında, temiz, faziletli manasına gelen; "Hun, Sa-bir, Arig, Ank, Uygur Silig, Kazan Silu" gibi adların bulunması sebepsiz değildir. Aynı şekilde İbn Batu-ta, Seyahatnamesi'nde Kırım'daki hatıralannı anlatırken şöyle demek-tedir. "Burada tuhaf bir hale şahit oldum ki o da Türklerin kadınlara gösterdigi hürmetti. Burada kadınlann kıymet ve derecesi erkeklerinkinden çok üstündür."

İslamiyet öncesi Türk topumunda, kadınsız bir iş görülmezdi. Daha önce belirttiğimiz gibi, kadın erkeğinin tamamlayıcısıdır. O sürekli erkeğinin yanındadır. Hanların buyrukları yalnız "Hakan buyuruyorki ifadesiyle başlamamışsa geçerli kabul edilmezdi. Yabancı devlet elçilerinin kabülünde hatun da hakanla beraber olurdu. Törenlerde, şölenlerde kadın, hakanın soluna oturur, siyasî ve idarî konulardaki görüşlerini beyan ederdi. Kadınların savaş meclislerine katıldığı dahi olurdu. Örneğin; Büyük Hun İmparatorluğu adına Çin ile ilk banş antlaşmasını Mete Han'ın hatunu imzalamıştır.(2)

Ebul Gazi Bahadır Han. Şecere-i Terakime'de. Oğuz ilinde, yedi kızın uzun yıllar beylik yaplıklannı anlatmakta ve bu kızların isimlerini şöyle sıralamaktadır "Boyu Uzun Burla, Barçın, Salur, Şabatı Hatun, Künin Körkli, Kerçe Buladı, Kuğatlı Hanım "(3)

Türk kadını, diğer toplumlarda olduğu gibi baskı altında tutulmuyor, aşağılanmıyordu. Kadının yüceliği, Altay dağlarının en yüksek tepesine "Kadınbaşı" ismi verilerek, sanki çağlar sonrasına bir mesaj gibidir.
İslam öncesi Türk topluluklarında kadına böyle bir bakış açısı var iken, Türk toplumu dışında kalan milletlerde kadının durumu acınacak bir haldedir.

Cahiliye devri Araplannda, kadının kocası yanındaki değeri, alınıp satılan bir maldan farksızdır. Arap erkeği, adet zamanında kadınla bir arada oturmaz, onunla yiyip içmezdi. Aynı dönemde, yine burada kadının miras hakkı yoktur. Oysa, Türk kadını miras hakkına sahiptir. Mesela Yakutlarda kadının kendine ait mülkü mevcuttur. Buna "and " veya "semse" adı verilir. Kadının bunu, istediği gibi kullanmak hakkı vardır. Ölen bir kocanın karısı var ise bunun mirastan iki hali olur

1. Kocanın, oğlu veya kızı, oğlunun. oğlıınun oğlu veya bir kızı ile beraber bulunuyorsa sekizde bir.
2. Bunlardan hiçbiri kadının yanında değilse dörtte biri miras alınırdı.


Anı dönemlerde kadınların diğer toplumlardaki durumunu incelemeye devam edeiım. ingiltere de XI. asra kadar kocalar karılarını satabilirdi. Hristiyanlar ise kadına şeytan gözüyle bakmışlardır. Yine İngiltere'de kadın "murdar" bir varlık sayıldığı için İncil'e el süremiyordu. Kadınlar İncil'i okuma hakkına Hanry devrinde (1509-1547) sahip olmuşlardır. İngiliz Piskoposu Dour'un 1888 yılında Westminster Kilisesinde vaaz verirken söyledikleri tüyler ürperticidir.

"Bundan yüz sene öncesine kadar kadın, erkegin sofrasına oturma hakkma sahip olmadığı gibi, sorulmadan söze başlaması caiz değildi. Kocası başınm ucuna kocaman bir sopa asardı ki karısı ne zaman bir emrini tutmazsa onu kullanırdı. Kadının sözü kızlarına geçmezdi. Erkek çocuklar ise, analarına ev içinde bir hizmetçi kadından fazla paye vermezlerdi."(5) Çin 'de ise boşanma hakkı sadece erkeğe mahsustu. Kadının böyle bir hakkı yoktu. Oysa Türk kadını tüm bu haklara sahipti. "Koca, karısını,kadın kocasını boşayabilirdi." Koca karısının getirdigi çeyizin bedelini verirken, kadın da para vermek veya mihrinden vazgeçmek suretiyle kocasından boşanabilirdi."(6)

Budizm'in kurucusu Buda ise ilk başlarda kadınları dinine kabul etmemiştir. Eski Türk kadını, Roma kadınından da daha fazla haklara sahipti. Roma hukukunda kadın kendi malına hükmedemezdi. Vasiyet yapamazdı Roma hukuku, kadını, ergin kabul etmiyordu. Onu noksan akıllı sayıyordu. Romalı kadın Jüstinyen devrine kadar tam bir esir hayatı yaşamıştır. Roma'da dul kadının evlenmesi suç sayılıyordu. Yine Çin'de yeni doğan çocuk erkekse pahalı kumaşlara, kız ise bez parçalanna sarılırdı. İran'da kendilerine eş bulan kızlar günahkar sayılmıştır. İran'da kanları bozmamak için yakın akrabalarla evlilik uygun görülmüştür. Bu sebepten anaları ile kız kardeşleri ile evlenenler ortaya çıkmıştır. Aynı şekilde cahiliye Araplannın kız çocuklarını diri diri gömmeleri acı gerçeklerdir. Kız çocuğa sahip olmak şerefsizlik sayılmıştır.

Işte bu dönemlerde Türk kızları ve kadınları toplumun şerefli birer ferdidir. Türk milleti hariç, kadınları aşağılamayan, hor görmeyen bir millet yoktur. Türk kadınının, böyle ihtişam içinde ve saygı görerek yaşaması, Türk karakter ve kültürünün yüksek değerini ifade eder.
_________________

TAKI TALUY TAKI MORAN, KÜN TUG BOLGIL, KÖK KURIKAN! KÖK BÖRÜ BOLSINGIL URAN!!!  
Başlık: Ynt: TÜRKLERDE KADIN
Gönderen: Nihâl Atsız - 02 Mart 2007
Türklerde kadına şiddet uygulamak ve ikinci sınıf insan muamelesi yapmak Arap yasalarının kabulünden sonra başlamıştır. Kadınlara bir hayvan muamelesi yapan, başlık parası gibi ilkel şeyleri hâlâ yaşatan ve gücü sadece kadınlara yetenler Kürtlerdir. Bir de Araplar... Türklerde bu yoktu.
Başlık: Ynt: TÜRKLERDE KADIN
Gönderen: nil - 02 Mart 2007
Yüzyıllar önce kadınına,toprağına,vatanına ANA diyen bir milletin ,günümüzde kadını 2.sınıf olarak görmesini kabul etmek çok zor.Özellikle ulu kurtarıcımız Atatürk ,Kurtuluş Savaşımızda erkeği ile beraber savaşan Türk kadınını  kafeslerinin arkasından çıkarıp, şeriat zincirinden kurtarıp kadına sosyal haklarını sunmuştur.Birçok Avrupa ülkesinde, ABD 'de kadınların büyük mücadele vererek elde ettikleri bir çok hakka , Türk kadınları Atatürk sayesinde kolayca sahip olabilmişlerdir.
1925 yılında İnebolu gezisinde Atatürk, örtünen kadınlarla ilgili şunları söyledi:

"Onlar yüzlerini cihana göstersinler ve gözleri ile cihanı dikkatle görebilsinler. Bunda korkulacak hiçbir şey yoktur. Önemli olarak şunu ihtar edeyim ki, bu halin muhafazasında inat ve taassup, hepimizi en az kurbanlık koyun olmak istidadından kurtaramaz.."
 
Biz Türk  kadınları , Atatürk'ün bizlere verdiği hakların kıymetini bilemedik.Kadınlarımızı siyasete alet eden, din tacirlerine aldandık, aldanmaya devam da ediyoruz.

Ne mutlu bir Atatürk yetiştiren Türk kadınına, ne mutlu O'na sahip olan Türk milletine...
Başlık: Ynt: TÜRKLERDE KADIN
Gönderen: Bozoklu Bozkurt - 05 Mart 2007
Bu Toprağın Anaları

O analar ki bizim analarımız
   emeğin namusun güzelliğin timsalleri
     
cennet denilen diyarı ayaklarının altına
       alacak kadar üstün olan analarımızdır onlar
O analar ki bu toprağın anaları
     
nasırlı elleri çok güneş görmüş alınları ile
        gözlerinde uykusuz kalmış çok gecenin yorgunluğu ile
         
o ninnilerin masalların esrarından daha güzel esrarı ile
           yüreklerindeki güzelliği evlatlarına serpiştiren yiğit analar

O analar ki savaşların açlıkların
                            yıldıramadığı korkusuzluk kaleleridirler
O analar ki yokluğun yorgunluğun
              arasında yavrusunu herşeyden üstün tutan kutsallarımızdırlar

Cümlesinin ellerinden öperim.
Başlık: Ynt: TÜRKLERDE KADIN
Gönderen: YALNIZKURTKARAGÜLLE - 21 Nisan 2011
Türk Kızları Nasıl Yetiştirilmeli? © Hüseyin Nihâl Atsız
 
http://www.facebook.com/home.php#!/video/video.php?v=197444070295101&comments

Her şeyden önce yarının Türk anaları oldukları düşünülerek yetiştirilmelidir. Dünyadaki muhtelif milletler arasında Türkler, kadına gerçek değerini veren belli başlı milletlerden biridir. Eski Yunanlılar, Romalılar, Araplar, İranlılar ve Hintliler kadını kötü bir yaratık sayıyor ve ona esir muamelesi yapıyorlardı. Türklerde ise saygı görüyor, fakat hiçbir zaman da her işte erkekle eşit tutulmuyordu. Zaten fizyolojik ayrılıklar erkekle kadının tamamı ile müsavi olmasına engeldir.
Bugün memlekette kadına karşı yanlış bir hava esiyor: Ya onun hukuku hiç tanınmıyor, yahut da feminizm teranesi altında ona fevkalâde itibar ediliyor, âdeta imtiyazlı bir sınıf muamelesi gösteriliyor. Bunların ikisi de yanlıştır. İkisi de kadını manevî sukuta götürür. Birincisinin neticesinde kadın esarete, ikincisinin neticesinde de koketliğe düşer. Yalnız süs ve lüks düşünen kadın, kadına hakkı olmadan verilen fazla ve büyük değerin neticesidir.
Türk kızları, çok eski zamanlardaki Türk kızları gibi fazilet mümessili olarak yetiştirilmelidir. Soğukkanlı, vakur, sade ve vazifeşinas olmalıdırlar. Yalnız süs peşinde koşan bir kız, analık ve yurt duygularından uzaklaşmış müstakbel bir kokettir. Bu vatanın iyi dans eden, şu kadar elbisesi olan, güzel boyanan, hattâ kusursuz pasta yapan kızlara değil; "bu vatana şerefli oğullar ve faziletli kızlar yetiştirmek en büyük borcumdur" diyen kızlara ihtiyacı vardır.
Bu seciyeyi kız çocuklarımıza şimdilik ancak okullarda verebileceğiz. Fakat bunun için de kız çocuklarımız karşılarında örnek kadın öğretmenler görmelidir. Boyalı ve züppe kadın öğretmenlerden ders alan kız talebelere sadeliğin faziletinden bahsetmek biraz gülünç oluyor.
Kızlarımızın faziletli olmasını istiyoruz. Fakat bin türlü vasıtalarla onların zehirlenmesinin önüne geçecek tedbirleri hiç düşünmüyoruz. Filimler, romanlar, plâjlar ve sokaklar bin türlü ahlâksızlıkla dolup taşarken okullarda verilecek birkaç öğüdün ne tesiri olabilir?
Birçok kimse, sinemasız kalmaktansa gençliği zehirleyen filmlerin gösterilmesine taraftar bulunuyor. Bunlar fikirlerini "güzel sanat" ve "bediî ihtiyaç" maskesiyle yaldızlıyorlar. Hakikatte ise yalnız zevklerinin ve keyiflerinin tellâllığını yapıyorlar. Acaba gençlerimizin ve bilhassa kızlarımızın zehirlenmesine engel olmak için bütün memlekette sinemalar kapatılsa, erkek ve kadın plâjları ayrılsa, roman ve hikâyeler sansürden geçse ne olur? Demokrasi, hürriyet suya düşüp medeniyet yok mu olur? Yoksa "Abdullah Çavuş"un dediği gibi kıyamet mi kopar?..
Orhun, 1 Şubat 1943, Sayı: 13

Not: Video'da makâle adı, "Türk Kızları Nasıl Yetiştirilmelidir" yazıyor.
Gerçeği "Türk Kızları Nasıl Yetiştirilmeli"'dir....


Başlık: Ynt: TÜRKLERDE KADIN
Gönderen: Işbara Tarkan - 22 Nisan 2011
O Türk kızı ki Tomris Katunun, Nene Hatunun, Süyünbikenin, Fatma bacının ve en büyük Türk anası Zübeyde Ananın torunudur.Türk kızına, kadınına el kaldırmak başlıbaşına bu ululara hakarettir.Kadınımıza hakettiği değeri veriyoruz.Elbet acun durdukça daha nice kahraman Türk katunları çıkacaktır.
Tanrı Türk'ü korusun.

Işbara Tarkan
Başlık: Ynt: TÜRKLERDE KADIN
Gönderen: Çağrıbey - 30 Nisan 2011
Çöl bedevileri kız çocuklarını diri diri kuma gömerken; Türkler; kadını, ailenin ve toplumun yapı taşı ve baştacı olarak görmekteydi.
Çocukları yetiştiren, evin dirlik ve düzenini sağlayan kişi olması hasebiyle, Türk töresine göre, ailenin reisi kadındır.
Devlet protokolünde de kadın erkekle denk bir mevkidedir.
Devleti temsilde Katun, Hakanın sol tarafında oturmaktadır. Hatta diplomatik temsilde "Hakan ve Katun der ki, buyurdu ki" şeklinde ifadeler kullanılmaktadır.
Türk toplumunun dini hayatında da kadın önemli bir yere sahiptir.
Kadın kam, baksı ve şamanlar toplumun dinsel hizmetlerini, erkek; kam, baksı ve şamanlar gibi yapmaktadır.
Türk toplumunda tarihin, hiç bir döneminde, cinsiyete dayalı negatif ayrımcılık yapılmamıştır.
Türk toplumunda halihazırda görülen kadın ayrımcılığı; Arap adet, anlayış ve geleneklerinin din adıyla şırınga edildiği, sonradan bulaşmış, bir mikroptur.

Ne Mutlu Türk doğup, Türk gibi yaşayana...

Saygılarımla.

Çağrıbey
Başlık: Ynt: TÜRKLERDE KADIN
Gönderen: Almıla - 01 Mayıs 2011
Türkçülük Ülküsünün erişilmez ismi Ziya GÖKALP atamızın Türk Medeniyet Tarihi ve Türk Töresi adlı, erişilmez, eserleri okunduğunda Türk kadınının, Türk toplumunda, ne denli önemli bir yere sahip olduğu daha iyi anlaşılmış olacaktır.
Türk Milleti için kadın aileyi ve toplumu meydana getiren en önemli yapı taşıdır. Hatta sosyal hayattaki işlevleri nedeniyle kadın, erkekten daha etkin ve önemli bir konumdadır.
Ortadoğu halkları- ki millet vasfına haiz olmadıkları için halk diyorum- kadını; ev işçisi, erkeğin azgınlığını dindiren bir eşya gibi, üçüncü sınıf bir mevkide görürken ve hatta çoğu zaman kadını insan olarak bile kabul etmezken; Türk Milleti gerektiğinde kadını devletinin başında yönetici, ordusunun başına komutan yapmıştır.
Türk tarihi, Türk kadınının, sayısız başarı ve kahramanlıklarıyla doludur.

TTKvY.
Başlık: Ynt: TÜRKLERDE KADIN
Gönderen: YALNIZKURTKARAGÜLLE - 22 Aralık 2011
ANASININ DA BİR KADIN OLDUĞUNU BİLEMEYEN ULUMUDDİN'DEN İNCİLER  :evil:

Dışarı çıkması kesin gereken kadın ise kocasından izin aldıktan sonra dışarı çıkacak ve şu kurallara kesin uyacaktır:
1-Sıkı sıkıya örtünüp kötü giysilere bürüne,
2-Hiç çıkmamış gibi davrana,
3-Başını öne eğip kimsenin yüzüne bakmaya,
4-Kalabalığa karışmaya,
5-Erkeklerin bulunduğu yerlere yanaşmaya,
6-Herkesin dolaştığı sokaklardan uzak dura,
7-İşini bir an önce bitirip evine döne,
İmamı Gazali – İhyayı Ulumuddin – 2/290

Kadın sekiz sıfatlıdır:
1-Giyim kuşam hevesinden maymun.
2-Fakir düşmeye razı olmadığından köpek.
3-Kocasına ve diğer insanlara kibrinden yılan.
4-Gece gündüz koğuculuk yaptığından akrep.
5-Evden eşya sattığından fare.
6-Erkeklere hile kurduğundan tilki.
7-Kocasına itaat ettiğinden dolayı koyundur.
İmamı Gazali- İhyayı Ulumuddin
Başlık: Ynt: TÜRKLERDE KADIN
Gönderen: TÜRK-KAN - 22 Aralık 2011
http://www.youtube.com/watch?v=qOofbt-_N_U

Başlık: Ynt: TÜRKLERDE KADIN
Gönderen: Aybala-Kün - 04 Aralık 2013
Bütün bunlardan sonra Türk kadını erkeklere hizmet eder, Türk kadını evde oturur, konuşmaz, erkek ne derse onu yapar gibi söylemlerde bulunanlar var bir de. Elimin tersiyle bir güzel çarpmak istiyorum onların suratına. Cahillik öyle bir şey demek ki.
Başlık: Ynt: TÜRKLERDE KADIN
Gönderen: 4_hilal - 05 Aralık 2013
Bütün bunlardan sonra Türk kadını erkeklere hizmet eder

Erkeklere ifadesi evet doğru değil belki de, lakin Türk kadını erkeğine yani kocasına hizmet eder tabi ki, ne var bunda :)
Evlenmeden önce, babasına ve öz erkek kardeşlerine de eder.

Yani yeri gelir erkekte karısına hizmet eder, feministliğin alemi yok Aybala-Kün kardeşim  ;D
-------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

Milli Mücadele'de belli adlar var, onlardan başka nice kahraman Türk kadını varmış birkaç sene önce aldığım bir kitabı okuyana kadar,
bu kadar çok kadın kahramanlarımız olduğunu bilmiyordum.
Başlık: Ynt: TÜRKLERDE KADIN
Gönderen: KUTLUG - 05 Aralık 2013
Yaradılış destanında Tanrıya ilham veren Ak Anadır. Destanlarımızda evlenmek istenilen kadın ata iyi bilen , kılıç kuşanandır. Kadın her daim erkeğinin yanında ve aynı çizgidedir ne bir adım önde ne de bir adım arkadadır. Kamcıllıkta kadın yedinci kat göktedir ve gök ve yerin evladıdır. Oğuz Kaan'ın eşlerinden biri hayat ağacından diğeri ise mavi ışıktan doğmadır. Kadın günümüzde layık olduğu yeri maalesef bulamamakta ve horlanmaktadır.
Başlık: Ynt: TÜRKLERDE KADIN
Gönderen: Aybala-Kün - 06 Ocak 2014
Bütün bunlardan sonra Türk kadını erkeklere hizmet eder

Erkeklere ifadesi evet doğru değil belki de, lakin Türk kadını erkeğine yani kocasına hizmet eder tabi ki, ne var bunda :)
Evlenmeden önce, babasına ve öz erkek kardeşlerine de eder.

Yani yeri gelir erkekte karısına hizmet eder, feministliğin alemi yok Aybala-Kün kardeşim  ;D
-------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

Milli Mücadele'de belli adlar var, onlardan başka nice kahraman Türk kadını varmış birkaç sene önce aldığım bir kitabı okuyana kadar,
bu kadar çok kadın kahramanlarımız olduğunu bilmiyordum.


Yok ben onu demek istemedim zaten. Yani demek istedim ki sanki Türk kadınının Çerkeslerde olduğu gibi tek işi ve vasfı erkeklere hizmet etmektir. Erkeklerin hizmetçisi konumunda gibi. Yoksa tabi ki her şeyden önce yaşça büyük olan babasına hizmet eder, geri gelir yaşça küçük erkek kardeşleri de ona hizmet eder. (Yaşça büyükler zaten etmez de.) Yoksa ben de öyle demek istemedim, feministlik lüzumu olmayan bir şey zaten ;-)
Başlık: Ynt: TÜRKLERDE KADIN
Gönderen: alkanaga - 17 Eylül 2015
 Değerli kardaşlar, Kadınlar, eşlerimiz, annelerimiz, bacılarımız, arkadaşlarımız. İyi ki varlar. Biz erkeklerin minnet duymamız gerektiği kişiler onlar. Bizim toplumumuzda kime sorsanız “kadın başımızın tacı” , “cennet annelerin ayakları altında” vs gibi sözlerle kadını yüceltir ama gerçek hayatta acaba böyle mi? Kadına ne kadar değer veriyoruz?
Maalesef hemen her aman duyabileceğimiz kadına karşı şiddet haberleri, kadın istismarları, negatif ayrımcılık gibi pek çok kadına yönelik mesele var ülkemizde. “ Kızını dövmeyen dizini döver” veya “ kadının sırtından sopayı karnından sıpayı eksik bırakmayacaksın” gibi veciz deyişlerle tanımlanan dengesiz ve çarpık inançlar var. Özellikle de aile içi şiddet tam bir Tabu’dur. Örneğin ülkemizde bazı yapılan araştırmalarda görülmüş ki, erkeğin gerektiğinde karısı dövmesi benimsenmiş. Yine ülkemiz %58 oranıyla Bangladeş, Etiyopya gibi ülkeleri geride bırakabilmiştir.
İnsan insandır. Birbirini seven insan şiddet gösterebilir mi? İnsanlığın yarısı sevgi ise yarısı tahammül yani sabırdır. Şiddet, boyun eğildiği miktarda kader olur.
Tarihimize baktığımızda İslam öncesi dönemde Türk kadını o günün koşullarında özgür ve erkekle eşittir. Eski Türklerde ev yalnız kocanın malı olmayıp, kadın ve erkeğin ortak malıdır. Dinsel inançlar kadını kutsal kabul etmiştir. Türk kadını ata biner, ok atar, gerektiğinde savaşırdı.
İslamiyet’in kabulünden sonra, kadının toplumsal konumu koklu bir bicimde değişmiştir. İslami hukukun getirmiş olduğu hükümler, bazı yorumlamalar ile kadının kamusal yasamdaki alanını sınırlandırmıştır. Kadın aile ve ev hayatının içinde sıkışıp kalmıştır. İslami hükümlere göre, esin rızasına dayanan çok esle evlilik olgusu, erkeğin bu rızayı atlamasıyla pratik yasamın bir parçası haline gelmiştir. Dolaysıyla kadından beklenen en büyük erdem, itaat ve boyun eğme olmuştur. Osmanlıda kadın Latif’tir. Büyüklerin veya eşinin yanında yüksek sesle konuşamaz. Çocuk ve ev işleri ile ilgilenir, ev de bile yürürken ayak seslerinin duyulmaması için zarif ve sessiz hareket eder, mutluluğunu ve hüznünü oyalara, dantellere işler.
Osmanlı Sarayındaysa Harem’inin içindeki kadınlar, İmparatorluğun her devrinde sayıları yüzlerle anılacak kadar çoktur. Her ne kadar İslami şeriatta dört kadından fazlasına izin vermemişse de, köleler hakkındaki yorum ve hükümler sayesinde bir sürü cariyenin alınıp satılmasına kimse ses çıkarmamıştır. Haremde çoğunluğu oluşturanlar daima cariyelerdi. Bunlar padişahın kölesi sayılırlar ve malı olarak değerlendirilirlerdi. Duraklama ve gerileme devrinde savaş ganimetleri yetersiz olmaya başlayınca, cariye bulmakta da güçlük çekildiğinden, esir pazarlarından da satın alınmıştır. Osmanlı tarihçisi Âşık Paşazâde, İstanbul, Bursa ve Edirne'de çok büyük Esir haneler ve esir pazarları olduğundan bahsetmiştir.
Türk kadını Cumhuriyetle beraber seçme ve seçilme hakkını almıştır. Böylelikle kamusal alanda varolma bilincini taşıyan Türk kadını, modernleşen devletin hizmetinde çok daha rahat çalışmaya başlayabilmiştir. Yine de günümüzde kadınlarımızın 6’da 1’i okuma yazma bilmemektedir. Bazı yörelerimizde de hala ağırlıklı olarak kız çocukları okula gönderilmemektedir. Geçen kızılaydayım, yerlere bakmaktan ar duydum zira kadın istismarı sayılabilecek küçük afişler ve kartvizitler yerlere saçılmıştı. Kadın, hep cinsel obje olarak görüldü erkek tarafından, toplumsal kimliğinin üstü örtüldü, zira heva ve heveslerimizin simgesiydi, bu yüzden bu da sömürüldü.
Yazımın başında demiştim ya hani, “kadın başımızın tacı” diyorduk. Başımıza taç olan bu haldeyse, bizler ne haldeyiz? Gerçek Müslüman tüm damgalamalardan beridir. Şu cu bu cu diye tarafı olmaz zira o her taraftır. Kadını da erkeği de, aileyi de, insanı da, insanlığı da içine alır.
(http://img-2.onedio.com/img/719/bound/2r0/54b7855e15d626ba796cadf6.webp)
Başlık: Ynt: TÜRKLERDE KADIN
Gönderen: alkanaga - 17 Eylül 2015


(http://www.istanbulsanatevi.com/wp-content/uploads/2014/12/jean-leon-gerome-5116-esir-pazari-731x667.jpg)
Bugün kadının ne olduğunu tartışıyoruz. Hatta gazete haberlerine baktığımızda görüyoruz ki belli yer ve zamanlarda kadınlara sünnet töreni gibi reklamlı toplu örtünme törenleri yapılıyor (Taraf, 25Ekim 2014). Erkeklerle araya set ve sınır çekiliyor. Sorsanız; “bu gelenek olmuş’’ gibi cevaplar alırsınız. Gelenek, geçmişte sahiplenilmiş olan toplumsal alışkanlıklardır. Gelenekler toplumda karşılık buldukça devam ederler, değişirler veya karşılıksız olurlarsa bırakılabilirler.

Eski Türk geleneklerimize bakalım örneğin, acaba kadının yeri neydi?

Nikâh’a ve tek eşli evliliğe dayanan bir aile düzeni vardı. Nikâh, törenle gerçekleştir ve özellikle köy düğün geleneğinin tarihsel köklerini oluşturan, önemli bir olay, bir tür sözleşmedir. Nikâh için ana ve babanın onayı şarttır. Evlenen erkeğin, gelinin ana-babasına bir miktar mal vermesi gelenektir. Başlık adıyla günümüze dek süren bu gelenekte, verilen mala kalıng denirdi. Gelin, gittiği ailenin hak sahibi bir üyesi olur; kocasının ölmesi durumunda, malların ve çocukların velayeti ona kalırdı. Yaş ayrımı çok olan evliliklere izin verilmez ve yaşlı kuşaktan erkek, genç kuşaktan bir kadınla evlenemezdi (Çin Belgeleri, Sencer Divitçioğlu, “Kök Türkler” Yapı Kredi Yay.). Yine kadının miras hakkı vardı, kendi malını dilediği gibi kullanırdı, kocanın boşanma hakkı olduğu gibi kadının da boşanma hakkı vardı. Kadınlar at biner, kılıç kuşanır ve yay atarlardı. Savaş zamanları bağlı oldukları beylere tabi olurlar verilen görevleri erleriyle birlikte yerine getirirlerdi. Er leri savaşa gittiğinde otağı korumakta bacılara düşmüştür. Kadının toplumdaki yeri, özellikle Arap kültürüyle ilişkiye geçildikten sonra önemli oranda değişmesine rağmen bu geleneği devam ettiren Anadolu Türk beylikleri de olmuştur. Örneğin Dülkadir Beyliği’nin, “otuz bin erkek ve otuz bin kadından” oluşan bir ordusu bulunmaktadır. (akt. Prof. Fuat Köprülü, “Osmanlı İmparatorluğu’nun Kuruluşu, 1981). Yine 12.yüzyıl tarihçilerinden İbn Cübeyr, “Türk ülkelerinde kadına gösterilen saygıyı, başka hiçbir yerde” görmediğini belirtmiştir (Orta Asya-Tarih ve Uygarlık” J.Paul Roux, Kabalcı Yay., 2001).

Peki, ne oldu da Türk kadını eşitlik konusunda ayrı tutuldu?

Özellikle inanç ve toplumsal baskıların artması, İslam adı altında arap geleneklerinin Türk kültürüne enjekte edilmesi, kadının fıtratını sorgular hale getirmiştir. Örneğin Emeviler döneminde, fetihlerin sonucunda elde edilen cariyeler ile evlilik de yaygın idi. Cariye sahibi olan, isterse onunla evlenir, isterse satar, isterse bir başka şey karşılığında değişir idi. Ya da onu azat eder, mevlası olurdu. Yine, Özellikle erkek çocuklar, gelecekte kendilerinin halefleri sayılacakları için daha da önem arz etmektedir (Ali Aksu, Eskidergi, Emeviler döneminde kadın).

Ya Osmanlıda durum nasıldı?

Osmanlının kuruluş zamanıyla, yükselme, duraklama ve çöküş dönemleri arasında dahi pek çok farklar vardır. Kuruluş zamanında orta asya ve horasan gelenek ve göreneklerinin devam ettiğini görebiliriz. Örneğin bacıyanı Rum kadın Teşkilâtı, özellikle anadoluyu İslamlaştırma çalışmalarına aktif olarak katılmış ve asker Teşkilâtında da kilit roller üstlenmiştir. Bu durum, modern anlamda bir ''sivil inisiyatif örgütünün'' ilk örneklerindendir.
Yükselme devriyle ve sonrasında daha net görülen Harem ve saray hayatında türlü entrikaların baş aktörü kadın sultanlar olmuşlardır.
Kadını imparatorluk içerisinde esir pazarlarında da görebiliriz. Aşık Paşazadenin anlatımına göre; İstanbul'daki en işlek esir pazarı Kapalıçarşı'nın hemen dışında, Nur-u Osmaniye'den Çemberlitaş'a giden yol üstündeki tek katlı, ortası avlulu bir hanmış. 15. yüzyılda yaşamış Osmanlı tarihçisi Âşık Paşazâde'nin anlattıkları bazı çok ilginçtir: Bursa'da ve Edirne'de çok büyük Esirhaneler ve esir pazarları varmış. Her savaştan sonra, sefer dönüşü Osmanlı orduları en güzel kızları ve kadınları toplayıp buraya getirir, satarlarmış. Yazarın da katılmış olduğu 2. Murad'ın Macar seferinde o kadar çok Macar kızı esir alınmış ki, en güzeli bile 300 akçeden fazla etmez olmuş. 2. Murad'ın Belgrad seferinde ise, esir alınan kızların değeri daha da düşmüş ve bir cariye bir çizmeyle değiştirilir olmuş. 2. Murad, Âşık Paşazâde'ye de dokuz cariye ver­miş. Paşa bunları 200-300 akçeye zor satabilmiş (Aşık Paşazade, Tevârîh-i Âl-i Osman).
Harem yaşamının gizli ve kapaklı kalması, öncelikle saray kadınlarının dış dünya ile ilişki kurmama kuralına bağlıdır. Padişahlar, kendileri için seçilmiş bu kadınları kimseye göstermezlerdi. 2. Mahmud zamanına kadar çarşaf ve ferace de takmadıklarından, toplu olarak saray dışına çıkma özgürlükleri dahi olmamıştır.
Kadınların yabancı erkeklerden gizlenmesine bir örnek olarak, Fuad Carım "Kanuni Devrinde İstanbul" adlı eserinde, hastalanan bir sultanın hekimle karşılaşmasını şöyle anlatır:
Kanuni'nin kızı Mihrimah Sultan hastalanınca, esir bir İspanyol doktoru tedavi için getirmişler. Doktor, sultanın nabzını yoklamak için kocası Rüstem Paşa'yı güç bela ikna edebilmiş. Mihrimah Sultan'ın yatak odasına girmişler. Doktor yatağın kenarına gel­diğinde, çarşaf yığınının arasından çık­mış bir koldan başka bir şey görememiş. Doktor nabzı ölçüp diğer kolu da tut­mak isteyince, Rüstem Paşa'nın sabrı taşmış ve sinirlenip doktoru yakasından tuttuğu gibi kapı dışarı atmıştır.
Tanzimatla beraber yenilikler getirilmeye çalışıldı kadın konusunda ama, tepeden inme yenilikler toplumda sudan çıkmış balık misali bir durum yarattı ve çoğu kabül görmedi. Zira Avrupa kanunları direkt alınmış ve bir uyarlama yapılmamıştı. Yine de ilk Türk feminist hareketlerin tanzimatla başladığını söyleyebiliriz. Fatma Aliye Hanım, kadın sorunlarını romanında yayınlayan ilk Türk kadındır. 1908-1923 yılları arasında 40'dan fazla kadın örgütü kurulmuş, okuma yazma oranlarının azlığına ve dağıtım imkanlarının sınırlılığına rağmen, oldukça fazla sayıda okuyucuya ulaşan 27 adet kadın dergi ve gazetesi çıkartılmış, üniversite de dahil olmak üzere, kadınların eğitim görme ve çalışma oranları artmış, 1917'de çok eşliliğe sınırlama getiren kanun çıkartılmış ve kadınların seçme-seçilme haklarıyla ilgili istekler ilk olarak bu dönemde dile getirilmiştir.
Cumhuriyetle beraber kadınlar seçme ve seçilme hakkı elde etmiş, kadın toplumsal hayata tekrardan katılabilme fırsatını yakalayabilmiştir. Bununla beraber, maalesef kadını hala toplumsal hayatta göremeyen, geleneksel görüşler devam etmektedir…