Türkçü Turancı Otağ

GENEL KONULAR OTAĞI => GÜNCEL => Konuyu başlatan: EFE - 24 Eylül 2006

Başlık: TÜRKİYEYİ SOYKIRIMLA SUÇLAYANLAR! SİZ Mİ SOYKIRIMDAN BAHSEDİYORSUNUZ?
Gönderen: EFE - 24 Eylül 2006
İSPANYOL VE AMERiKALILARIN KIZILDERİLİLERE UYGULADIĞI SOYKIRIM  

1492`de, Kristof Kolomb`un ayak bastığında nüfusu 8 milyon olan Arawaks yerlilerinin sayısı 22 yıl içerisinde 28 bine indi.


NORVEÇLİLERİN TATERLERE UYGULADIĞI SOYKIRIM  

Norveçliler, 1920-30`larda çıkardıkları yasalarla Nordik ırkın ariliğini korumak için etnik grup Tater (Göçerler) kızlarını zorla kısırlaştırdılar. Kısırlaştırma yoluyla ehlileştirilemeyen Taterler üzerinde insülin ve elektroşok yöntemleri uygulanıldı.


İNGİLİZLERİN AVUSTRALYALI YERLİLERE UYGULADIĞI SOYKIRIM

İngiltere Krallığı 1788-1938 tarihleri arasında sömürge amacıyla gittikleri Avustralya`da yerleşik halk Aborjinleri sistematik olarak yok ettiler. İngilizlerin aralarına salgın hastalık yaydığı, bununla da yetinmeyip yemeklerine zehir katarak yok etmeye çalıştığı 750 bin siyah derili Aborjinden geriye sadece 31 bin kişi sağ kalabildi.


ALMANLARIN BATI AFRİKA`DA NAMİBYALILARA UYGULADIĞI SOYKIRIM

Almanlar 1891 yılında hammadde ve işgücü ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla Güney Batı Afrika (Namibya)`ya sömürge kurmak amacıyla çıktılar. Bölgedeki çok zengin altın ve zümrüt madenlerini ele geçirmenin yolunun yerel Herero ve Nama halklarını yok etmek olduğuna karar veren Almanlar harekete geçti. Alman askerleri yaşlı, kadın, çocuk dinlemeden herkesi katlettiler. Katliamdan kurtulanlar işkenceyle öldürüldü. Yaklaşık 132 bin yerliden geriye 15 bini sağ kalabildi.


DANİMARKALILARIN ALMAN MÜLTECİLERE UYGULADIĞI SOYKIRIM

İkinci Dünya Savaşı`nın bitiminde Sovyet Ordusu`nun Alman topraklarına doğru ilerlemesinden kaçan 250 bin Alman mülteci Danimarka`ya sığındı. Üçte birini 15 yaşından küçük çocukların oluşturduğu Almanlar tel örgülerle çevrili toplama kamplarına alındılar. Binlerce çocuk ve yetişkin tifüs, barsak iltihabı, ishal sonucu yaşamlarını kaybettiler.


YAHUDİ VE ÇİNGENELER KATLİAMA UĞRATILDI

Almanlar 1933-45 yılları arasında Büyük Alman İmparatorluğu`nu kurmak ve mükemmel Alman ırkını yaratmak hedefiyle diğer milletlerden 21 milyon insanı topluca kurşuna dizerek, toplama kamplarında fırınlarda yakarak, gaz odalarında zehirleyerek soykırıma uğrattılar. Alman yönetimi öncelikle kendilerinden olmadığına inandığı bütün ırkları tespit edip harflerle sınıflandırdı. Bu kampanya uyarınca Çingenelerin yüzde 94`ü kısırlaştırdı. ikinci hedef grup olarak Yahudiler seçildi. Milyonlarca Yahudi sistematik bir biçimde öldürüldü.

DRESDEN`DE AMERİKAN VE İNGİLİZ VAHŞETİ

Amerikalılar ve İngilizler, Almanlar`ın savaşı kaybetmelerinin ardından, Dresden kentine sığınan Alman göçmenlerin üzerine 3 gün süreyle havadan bomba yağdırdılar. Savunmasız insanların sığındığı Dresden kentine intikam amacıyla uygulanan bombardıman sırasında 3 bin 900 ton tahrip gücü yüksek bomba ve 200 bin napalm bombası atıldı. Bu yok etme harekatında çoğunluğu çocuk ve kadınların oluşturduğu 200 bin kişi öldü. Japonya`nın Hiroşima ve Nagazaki kentlerine atılan atom bombaları sonucu 135 bin kişinin öldüğü gerçeği Dresden`e uygulanan soykırımın büyüklüğünü gözler önüne serdi.


KIBRIS`TA TÜRKLERE UYGULANAN SOYKIRIM

İngilizler 1912-1974 döneminde Kıbrıs Adası üzerindeki egemenliklerini sağlamak amacıyla Rumlar`ın ENOSİS`i gerçekleştirmelerine göz yumup Türkler`e karşı saldırı başlattırdılar. 1912`de adada yasayan Rumlar Kıbrıs`ın 35 ayrı noktasında Türkler`e ait işyerleri, camii ve evleri yakıp yıkmaya insanları katletmeye başladılar. 1952 yılında kurulan EOKA terör örgütü sistematik bir biçimde başlattığı saldırılarda 100 Türk`ü, 100 İngiliz vatandaşını öldürerek 30 Türk köyünü yaktı. 1963 yılında EOKA`cılar yeni bir etnik temizleme planını devreye soktular, bu saldırılarda 500 Türk öldürüldü, 130 Türk köyü yakıldı, 25 bin Türk evlerini terk etmek zorunda kaldı.


Tarih bu katliamları unutmayacak
Postmodern soykırım- ABD önderliğindeki koalisyon güçlerinin işgali altındaki Irak`ın Felluce kentinde 1 milyon 500 sivilin sokaklarda öldürülüp çürümeye terk edildiği, cesetlerin köpeklerce yenilmeye başlandığı ve 250 bin kişinin bölgeden sürüldüğü iddia ediliyor. Yeni dünyada, Felluce katliamı `post modern` soykırım olarak nitelendirilmeye başlandı.
Başlık: Ynt: TÜRKİYEYİ SOYKIRIMLA SUÇLAYANLAR! SİZ Mİ SOYKIRIMDAN BAHSEDİYORSUNUZ?
Gönderen: irfan - 27 Eylül 2006
Adi arapların dediği gibi;

Güç kimde ise söz ondadır...

 köpek kendi pisliğine pislik dermi??

bilgi için teşekkürler KANDAŞIM..
Başlık: Ynt: TÜRKİYEYİ SOYKIRIMLA SUÇLAYANLAR! SİZ Mİ SOYKIRIMDAN BAHSEDİYORSUNUZ?
Gönderen: acun_34 - 01 Ekim 2006

Ya Fransızların 1 milyon silahsız Cezayirliyi katletmeleri soykırım değil midir ?

Yine bir  fransız züppesi chirac :

Türkiye nin AB ye girebilmesinin şartı soykırımı tanımak olduğunu ifade ediyor.

http://www.sabah.com.tr/gnd125.htm   

Yani Tarih zorla değişecek , AB ine katılmak bizim için çok önemli ya !
Diz çöküp avrupalı ne isterse kabul edeceğiz !

Avrupalı Dostlarımız !! hayal görüyorlar.

Nasıl olsa gün gelecek AB ne girelim mi ? girmeyelim mi diye bize referandum yolu ile sorulacak.

OY ' um her bir Türk gibi şimdiden HAYIR.....

Tanrı Türk' ü Korusun
Başlık: KOMÜNİZM DÖNEMİNDE RUSYADAKİ ESİR KAMPLARI VE TÜRKLER-II
Gönderen: Kök-Börü - 09 Şubat 2007
   

Sovyetler döneminde devreye konulan ölüm kampları konusunun Türkler bağlamında ele alınışının nedeni bu konunun, zamanında birçok kişinin canını yakmış olmasına karşın eskiden olduğu gibi günümüzde de ele pek alınmadığından kaynaklanmaktadır. Bu konunun Türkiye'deki en önemli araştırmacılarının başında ulu Türk bilginlerinden Necip Hablemitoğlu (1954-2002)'nun adı gelmektedir. Hablemitoğlu tarafından (Yeni Hayat dergisi Genel Yayın Yönetmeni Av. Hanifi Altaş’ın (2004: 7-10) verdiği bilgiye göre henüz 19 yaşındayken kaleme alınan) neredeyse bir tez kadar düzenli bir biçimde hazırlanan "Sovyet Rusya'da Devlet Terörü" adlı çalışması bu bağlamda son derece titiz bir araştırmanın sonucu elde edilen bilgi hazinesi olması nedeniyle bir baş kaynak olarak gösterilebilir. Bunun yanı sıra, zamanında bu korkunç kıyım makinesinin dişlilerine düşen insanların hatıratları da bu konuda ışık tutucu olmaktadır. Özellikle Türk halklarının içerisinde eski adıyla Rusya Türkleri - ki bu ad eskiden; Rusya, Orta Asya ve Kafkasya Türklerini kapsamaktaydı - ile Anadolu Türkleri açısından yukarıda anılan konunun tarihin tozlanmış raflarına konulup unutulmasına izin vermeyip belleklerde saklanmasına yönelik işlenmesinde büyük bir yarar vardır. Çünkü, dünü bilmemek ya da unutmak gelecekte aynı gelişmelerle yüz yüze gelme olasılığını ortadan kaldırmaz. Oysa ki, geçmiş bilgisi gelecekte benzer durumların ortaya çıkmaması için ya za benzer durumların ortaya çıktığında gerekli önlemlerin çok daha etkili alınmasına yarayabilir. Bunun yanı sıra geçmişteki acı sayfaları bilmek, kanı ve zihni itibariyle kendini Türk hisseden, kabul eden ve en önemlisi de Türk olan bütün Türklerin en önemli görevlerindendir.

Burada ek bilgi olarak Sovyet Rusya’da insanların Komünistler tarafından SSCB’nin içerisinde köle, daha doğrusu evcil hayvan gibi ölümüne sömürüldüğü ölüm kampları düzeni konusundaki gerçeklerin, dünya çapında tanınan Rus yazar Aleksandr Soljenitsın’ın “Arhipelag GULAG” (GULAG* Takımadaları) adlı kitabından  bütün çıplaklığıyla öğrenilebileceğini belirtmek gerekir (Altaş 2004: 7-11). Soljenitsin’den çok önce, sözde eşit ve hür yaşanacağı kardeş bir dünya kurma iddiasıyla ülke yönetimini ele alan Rusya Komünist Partisi tarafından uygulanan kıyım sistemi konusunda bir çalışma yürütüp 1938’de yayımlayan ve bu yüzden İspanya’nın Katalonya bölgesi başkenti Barcelona şehrinde Sovyet ajanlarınca öldürülen Mark Rhein’in adının da burada anılması lazım (Habemitoğlu 1973: 11-14). Burada, önce Sibirya’da Yenisey Nehrinin orta havzasında bulunan Krasnoyarsk (Hakas Türkçesinde Hızıl Çar, yani, Kızıl Yar/Kıyı - TBD), ardından da Kazakistan’daki Semipalatinsk (Kazak Türkçesinde Semey - TBD)’taki esir kamplarında 1915’ten 1920’ye dek altı yıl süren esirlik hayatıyla ilgili anılarını paylaşan ve Sibirya ile Orta Asya bölgelerinde bulunan esir kampları konusunda oldukça ayrıntılı bilgiler veren Tuğgeneral Ziya Yergök’ün (Önal 2005: 5-10) adının da anılması gerek. Z. Yergök’ün yaşadıkları aslında Anadolu’dan bile Türklerin Sibirya’nın derinliklerine kadar sürüldüğünü ve oralarda esir hayatı sürdürdüklerini en iyi biçimde anlatmaktadır. Ayrıca, bu Komünist sistemin suçsuz kurbanlarının ad olarak tespit edilmesine yönelik olarak devlet arşivlerde bütün Rusya çapında çalışmalar, bu doğrultudaki bütün bilgileriyle kitle iletişim araçları ve internet aracılığıyla kamuoyuyla paylaşan “Memorial” adlı sivil toplum kuruluşu tarafından yürütülmektedir.

Yukarıda sayılan nedenlerden ötürü Sovyet Birliğinin tarihinde yer alan acı olayları tanımak Sovyetler döneminde ulaşılan başarılarının karşılığında ödenen insan hayatı türünden bedelin ne denli ağır ve korkunç olduğunu idrak edebilmenin yolunda olmazsa olmazlardandır. Bunlar bilindikçe Sovyetlerdeki sanayi ve alt yapı alanındaki "sözde mucizelerin" altında yatan sistemin de bilinmesi ve farkında olunması kaçınılmazdır. Aksi halde, komünist ya da sosyalist görüşlü insanlar o sözde mucizeleri överken, bunların bedelinin ne olduğu konusunda bir fikir sahibi olmadan söylev sahibi kimseler oldukları veya olacakları tartışılmaz bir biçimde açıktır. Bu doğruları yansız bir biçimde araştırıp çözümledikten sonra cesurca açıklayan ve Türk okurlarını Sovyet Komünist Rusya’nın pek bilinmeyen ve gizli tutulması için propaganda bağlamında olağanüstü bir biçimde gayret ve mali kaynağın sarf edildiği karanlık yüzüne doğru gerçekçi bir yolculuğa çıkaran Dr. Hablemitoğlu insanlığa ve genç Türk kuşaklarına çok büyük hizmet götürmüştür. 

Yukarıda sözü edilen korkunç sistemin adı da Necip Hablemitoğlu'nun çok doğru tabiriyle "ölüm kampları" idi. Bu sistemden yüzlerce, binlerce, yüz binlerce ve hatta milyonlarca değil, on milyonlarca insan geçmiştir. Bu insanların içerisinde çok sayıda Türk yer alarak Sovyetlerdeki Komünist ölüm makinesinin zulmüne maruz kalmıştır. Ölüm kamplarına dayalı Sovyet ekonomisi ve bu düzeninin  her türlü yoldan sürmesini sağlamaya çalışan Sovyet Birliği Komünist Partisi münhasır bir biçiminde yönetimi elinde bulunduran rejimde (Hablemitoğlu 2004: 17) yaşanan bu yıkım ve soykırım Rusya Türklerini ve Rusya topraklarına tutsak olarak düşen Anadolu Türklerinin hayatlarına bir ateş olarak düşmüş ve yakmıştır.

Bu ölüm-kalım cehenneminden geçip hayatta kalabilen Türklerin maruz kaldıkları insanlık dışı zulümleri anlatmaları, bu konuda araştırma yapanların gizli kalmış ya da geniş kitlelere ulaştırılamamış bilgileri su yüzüne çıkarmaları Türk tarihinin geçmişteki gerçeklerle yüzleşebilmesi bakımından çok büyük önem taşımaktadır.

Sonuç olarak bu bilgiler doğrultusunda günümüzdeki Türk dünyası gençliği ataları ve atalarının yaşamak durumunda olduğu sistemle ilgili bütün gerçekleri öğrenebilmekte, öğrenebilmelidir.

Yine bu bilgiler doğrultusunda, ülkeyi ve bu ülkenin içinde yaşayan halkları ölüm kampları ağıyla sarmalamış bulunan Sovyet Komünizminin bir antitezi olan Çarlık Rusya'dakine benzer bir biçimde "halkların sürgün yeri" olarak kullandığı Sibirya bölgesinde yer alan ölüm kamplarıyla, buralara düşen Türklerin anıları bağlamında, öğrenebileceğimiz ve öğrenmemiz gereken çok şeyin olduğu inancındayım.

Özelde Sibirya ve Genelde Rusya’daki Ölüm Kamplarıyla Hapishanelerin Kısa Tarihçesi

Sovyetler coğrafyasının iklim açısından en sert, yüzölçümü bakımından en geniş ve nüfus yoğunluğu yönünden en düşük orana sahip bir bölgesi olan Sibirya'da dönemin rejimince çok sayıda hapishane ve kampın kurulmuş olması aslında çok da şaşılacak bir durum değildir. Neden mi? Çünkü az önce sayılan bütün etkenlerin, sözde enternasyonalizm fikrini her fırsatta hem ulusal hem de dünya düzleminde savunmasına karşın resmi dili Rusça olan (ve çeşitli etnisitelere mensup insanların Çarlık tarihi dahil olmak üzere "Ata yurdu tarihi" adı altında büyük oranda Rus tarihinden ibaret bulunan resmi bir tarih okumak zorunda olduğu) Sovyet devletin hapishaneler ağının ağırlığının Sibirya'ya doğru kaydırılmasına yol açan kararların alınmasında etkili olduğu söylenebilir.

Bununla birlikte bu konuda Hablemitoğlu’nun görüşü de çok önemli bilgi niteliğindedir. Ona (Hablemitoğlu 2004: 17) göre, 1552’de Kazan şehrini işgal eden Rürik soyundan gelen Rusya Çarı Korkunç İvan (1531-1584) döneminden itibaren sürgün yeri olarak kullanılmaya başlanan Sibirya bölgesinin ölüm kampları için seçilmesinin altında yatan nedenlerin arasında bu bölgede bulunan zengin yer altı ve üstü kaynaklarını kapitalizmin gelişebilmesi adına işleme gayretinin ve bunun gerçekleşebilmesinin de doğrudan ölüm kamplarının kurulması ve zaman içerisinde artış göstermesine ilişkin ciddi bir gereksinimin yattığını yadsımak olanaksızdır. Ayrıca, Sibirya’ya bu sistem dahilinde çalıştırılmak üzere sürülen Rus insanları aynı zamanda Sibirya yerlisi olan halkların karşısında Rusya devletine etnik olarak Rus asıllı beşeri unsurların artması ve kim yerlerde üstünlük sağlaması yönünden de ciddi bir kolaylık sağlamaktaydı (Hablemitoğlu 2004: 17).

Biri sürgün öbürü ise devlet lehine köle gibi ağır işlerde çalıştırılmak (katorga sistemi) için sürülme gibi iki ana çeşide ayrılan sürgün yeri olan ve en korkunç hapishaneler diyarı Sibirya bu yöndeki gelişmeyi Deli Petro döneminde kazanmıştır (Hablemitoğlu 2004: 18).

1917’de ihtilalin gerçekleştiği ve Komünizmin ta 1930’lara kadar uygulanmadığını savunan Hablemitoğlu’na (2004: 22-27) göre Rusya’da bu dönemde, Lenin’in 1920’lerin başında uygulamaya koyduğu köylülerin mahsulleri konusunda ciddi serbestiler getiren NEP (Yeni Ekonomi Politikası) siyaseti dahil olmak üzere 1928’e dek “liberalizm karışımı Komünizm” uygulanmıştır.

Avrupa’da modern anlamda Hitler’den çok önce toplama kampların kurucusu olarak kabul edilen Vladimir İlyiç Ulyanov (Lenin)*’un başkanlığındaki ülke yönetimiyle kan dönme konusunda Hitler’i bile geride gölgede bırakan İyosif Vissarionoviç Stalin (gerçek soyadı Djugaşvili/Cugaşvili - TBD)’in iktidarının bir dönemini kapsayan 1917-1928 yılları dönemi içerisinde genç Sovyet devleti ne sanayi ne de tarım alanında ciddi başarı performansını sergileyemediği gibi ülkenin içindeki sosyo-ekonomik sorunları çözebilmiş değildi. En önemlisi de, böylece, Sovyetlerdeki Komünistler dünyadaki başka devrimci güçlere örnek teşkil edebilecek bir şey sunamamış oldu.

Komünist Rusya’da ilk mecburi çalışma kampları 1917 Sosyalist Devriminin ardından bir-iki yıl içerisinde Arhangelsk bölgesinde yer alan Holmogorı’da kurulmuştur. Çarlık rejiminden Rus Komünistleri tarafından bir toplumsal miras olarak devir alınan katorga sisteminin tatbik edilişine başlandığı tarih ise 1923 yılıdır. Hatta Komünist Rusya’da kampların artış dinamiğini göstermek gerekirse şöyle sayılar örnek olarak gösterilebilir: 1922’de inşası süren yalnızca 2 kamp varken, 1927’de bu sayı 50, üç yıl sonra da 1930’da Komünistlerce inşa edilen kamp sayısına 90 yeni kamp eklenmiş ve “Sovyet proletaryasının hizmetine sunulmuştur” (Hablemitoğlu 2004: 35).

Islah kurumları konusundaki istatistik üzerine daha farklı görüşler de mevcuttur. Sovyet iktidarına karşı olan ya da karşı oldukları düşünülen gerçek ve hayali (ki yüzde doksan dokuzu herhalde hayali idi) düşmanlarının emek kavramının uygulanışı yoluyla değiştirilmesini ve hızlı bir biçimde kurulması planlanan Sosyalizm’in lehine tutum ve tavırlar kazanmalarına baskı boyutunda ağırlık veren SSCB ülkesinde 1923 yılının ortasında; toplama kampı, ıslah evi, hapishane, tarımda çalıştırılmak üzere zorla ikamet edilmesini öngören köyler, mahkum evleri gibi ıslah kurumlarının toplam sayısı 700’ü geçmişti. Buralarda yaklaşık 140 bin kişi bulunmaktaydı. 1936’da STON

[1] (ston, Rusçada “çığlık” demektir - TBD) adını alan meşhur SLON
[2] (slon, Rusçada “fil” demektir - TBD) Temmuz 1923’te kurulmuştur (İstoriya Oteçestva 1994: 110).
Esasen, Komünist Rusya’da kampların mantar gibi çoğalmasını tetikleyen neden ise, 1926 yılının son baharında VTsİK
[3]’in suçluların artık konvoy bulundurulmadan cezalarının çekmesi gerektiğini öngören bir kanun hükmünde kararnamesinin kabul edilmesidir. Daha önceki dönemlerden farklı olarak o yıllarda sömürgeci rejimin kötü bir mirası olan hapishanelerin tamamen ortadan kaldırılıp yerine, suçluların serbestçe çalışabileceği ve böylece Sovyet Sosyalist toplumuna yeniden tam yetkin ve sağlıklı birer üye olarak geri kazandırılabileceği kamplar sisteminin kurulması düşüncesi yaygınlık kazanmıştır. Yani, bütün suçluların bu kamplarda çalıştırıldığında kişiliklerinde olumlu yöne doğru değişimler meydana geleceğinden bunların Sovyet Rusya’nın birer dürüst yurttaşı olabileceği düşüncesi, mecburi çalışma kamplar ağının ülke çapında hızlı bir biçimde yayılmasına ciddi bir ivme kazandırmıştır (Zemskov 1997: 54).
Oysa ki, Ekim 1917’de meydana gelen Sosyalist Devrim amaçlarının baş köşesine şiddet ve zulmü ortadan kaldırılmayı koymuştu. Örneğin V.Lenin (PSS: 122) “... ülkümüzde insanlara karşı yönelik zulme yer yoktur...”, “...Bütün gelişme toplumun belirli kesiminin öteki kesimi üzerindeki zorbalığa dayalı hakimiyetinin ortadan kaldırılmasına götürmekte”. Bu güzel niyet ifadesi olan sözler, ne yazık ki, uygulamada kendi yansımasını bulamamış, milyonlarca suçsuz insanın hayatının yakılmasına yol açmıştır. Nitekim, Sosyalist Devrim’in hemen ardından 05 Eylül 1918’de Halk Komiserleri Konseyi (SovNarKom/SNK)’nin meşhur “Kızıl Terör” kanun hükmünde kararnamesi yayınlanmıştır. Bu ararnameye göre Beyaz Ordu örgütlerine, darbe girişimi ve ayaklanmalara karışan herkesin kurşuna dizilmesine izin verilmekte ve Sovyet Cumhuriyeti’nin toplama kamplarına tıkanması suretiyle sınıf düşmanlarından temizlenmesini emretmekteydi (Soljenitsın 1991: 13). Yani, az önce sözü edilen insanlıkdışı uygulamaların hayata geçirilmesine başlanması ve Sovyet toplumunun her kesimini de alacak şekilde genişletilmesine uygun hukuksal alt yapının ne olduğu konusunda böylece fikir sahibi olunabilir.

Peki hızla sayısı artırılan bu ölüm kamplarının içine sokulan nüfusun artış dinamiği nasıldır acaba? Bu alanda da çok iyi bir araştırma yapan Hablemitoğlu (2004: 35), elde ettiği bilgilere dayanarak şu rakamları vermiştir: 1928-1930 yılları arasında yaklaşık 663 bin mahkumun bulunduğu bu sistemde 1931-1932 yılları arasındaki dönemde mahkum sayısı 2 milyon olmuş, ardından 1933-1935 yıllarında da bu sayı 5 milyona yükselmiştir.

Mecburi Çalışma ve Islah Etme Kampları olan GULAG cehennemine mahkumlar bütün SSCB coğrafyasından sevk edilmektedir. Bu sevkıyatın yoğunluğuna ilişkin bir fikir edinmek için toplam 88917 kişinin kamplara çalıştırılmak üzere gönderildiği Ekim-Aralık 1934 tarihinin yalnızca verilmesinin yeterli olacağı (Zemskov 1997: 58) kanısındayım. Bütün bunların doğal sonucu olarak ülke çapında çok derin korku duygusunun yayılması vuku bulmuş; insanlar aile içerisinde bile artık konuşmak, görüşlerini paylaşmaktan çekinir duruma gelmiştir. “Opyat dvadtsat pyat” (yine yirmi beş), “Kak dal bı yemu dvadtsat pyat, budet znat kak dedu derzat” (dedeye karşı karkılşmanın ne demek olduğunu bilmesi için ders vermek niyetinde ona yirmi beş çakardım) gibi deyimlerin Sovyetlerin içinde insanların konuşmalarında yaygınlık kazanması Lenin ve Stalin dönemlerine rast gelmekte ve günümüz Rusçasında bu deyimlerin varlığının devam etmesi o korkunç günlerin bir anısı ve mirasıdır. Neden mi? Çünkü o dönemlerde hüküm giymek ve ölüm kapmlarına düşmek o kadar kolaydır ki insanların suçsuz oldukları halde uydurma suçlamalarla 10, 20, 25 yıllığına mahkum edilmesi çok yaygın bir uygulamaydı (Svanizde 2006).

Bu rakamlar aslında, ölüm kampları sürecinin daha başlangıcındaki sayısal dinamikleri yansıtan göstergeler olmasına rağmen bizlere, sürekli Batı’da işçinin sömürüldüğü edebiyatına başvuran Komünistlerin aslında kendilerinin de işçi ve köylüyü yaşam hakkı dahil olmak üzere bütün haklardan mahrum edilen birer köle konumuna getirerek hiç bir karşılık vermeden ölümüne dek sömürdüğünü gösterebilme konusunda ikna edici ve dehşet verici bilgilerdir.

İşte sanayide büyük atılımlar öngören Birinci Beş Yıllık Plan’ın uygulanışına böyle bir ortamda girilmiştir. Doğal olarak ciddi yatırımlar isteyen bu atılımların gerçekleştirilebilmesi için büyük insan gücüne gereksinim duyulması kaçınılmazdı. Ortaya çıkacağı kaçınılmaz olan bu sorunun çözümü konusunda parlak Rus Komünist zekalar, onlarca milyon insanın hayatına paha olacak Ölüm Kampları olarak tanımlanabilecek Mecburi Çalışma Kampları sistemini, Çarlık dönemindeki eski adıyla Katorga sistemini devreye konulmasına ön ayak oldular.

Bu arada kırsal kesimlerde zorla yapılan Kolektifleştirme sonucu yaygın kıtlıklar patlak vermiş, bunun sonucunda milyonlarca insan ölmüştür. Sözgelimi, 1926’da 31 milyonluk bir nüfusa sahip Ukrayna 1939’a gelindiğinde nüfusunun artacağı yerde beş milyon kişi azalmıştır. Kazak Türklerinden bu dönemdeki uygulamalar yüzünden 1,5 milyon kişi ölmüştür. Türkistan bölgesinde ise toplam 3 milyon hayat sönmüştür bu dönemde (Hablemitoğlu 2004: 29-30).

Sovyet Komünist Rejimince Sibirya’da Kurulan Ölüm Kampları ve Kurbanları
Sibirya’da kurulan ve tam hız çalışan ölüm kamplarına sevkıyat Sovyet zamanında II. Dünya Savaşı öncesi dönemde olduğu gibi savaş yıllarında ve savaşın bittiği yıllarda da devam etmiştir. Özellikle II. Dünya Savaşı sonunda bu bölgedeki zorla çalıştırılma kamplarına milyonlarca yeni mahkumla doldurulmuştur. Sevk olunan bu mahkumların içinde hem Sovyetlerin içinde yaşayanlar hem de yurtdışında yaşayan Rus ya da Sovyet yurttaşları yer almıştır. Çeşitli yollardan kandırılarak ve zor kullanılarak bu insanlar hayvan nakliyatı için kullanılan katır vagonlarda insanlık dışı koşullarda Sibirya’nın derinliklerine ölümüne gönderilmekteydi. Kızıl Ordu saflarında Nazi Almanlara karşı cephede savaşıp tutsak düştükten sonra Alman toplama kamplarına düştükten sonra oralardan kurtulan ve ülkesine sevinçle dönen milyonlarca Sovyet askeri de az önce anlatılan akıbete maruz kalmış, sınırlarda karşılanıp doğrudan ölüm kamplarına yollanmaktaydı.

1917 devriminden ve daha sonraki Sovyet yıllarındaki uygulamalardan kaçan ya da sınır dışı edilen yüz binlerce insan Batıya yerleşmişti. 1945’te Sovyetlerin II. Dünya Savaşından galip çıkması, Sovyet Komünist rejimini nefretle izleyen bu insanlar üzerinde büyük çapta etki yaratmış, bu insanlar aileleriyle birlikte Sovyet propagandalarına kanarak SSCB’ye yönelmiştir. Ancak, bunların da neredeyse tümü Komünist yönetimce ezilerek ölüm kamplarına sürülmüştür. Bu sürülen insanların içinde eşleri konumunda Batı Avrupa kökenli olan bir çok insan da kocalarının ya da hanımlarının yanında bilerek ya da farkında olmadan bu ölüm yolculuğuna gitmiştir (Svanidze 2006).


Başlık: KOMÜNİZM DÖNEMİNDE RUSYADAKİ ESİR KAMPLARI VE TÜRKLER-I
Gönderen: Kök-Börü - 09 Şubat 2007
Almanlar tarafından kurulan lejyon birliklerinde Komünist Rusya’ya karşı savaşan bir çok Türk vardı. Bunlar da ya gönüllü olarak ya da 28 Mayıs 1945 tarihinde Güney Avusturya’da yer alan Spittal-Drau kasabasında bulunan 7000 Kuzey Kafkasya Türkü aile ve çocuklarıyla birlikte Amerikan ve İngiliz askerlerince Sovyet ordularına teslim edildiği örneğinde olduğu gibi zor kullanılarak SSCB’ye sevk olunmuştur (Hablemitoğlu 2004: 55-57).

Sovyet Komünistleri SSCB’nın geniş topraklarında yayılan ölüm kampları ağına yollanmak üzere Türk halkların içerisinde Kırım Tatarları, Karaçay, Balkar, Ahıska Türklerini topyekün bir biçimde sürgüne göndermiş, bu halklara karşı soykırım uygulamış, yurtlarından koparmış ve yurtlarına dönmelerini de yasaklamıştır. Bunlar Orta Asya, Sibirya ve Rusya’nın Uzak Doğusu bölgelerindeki mecburi çalışma kamplarına yerleştirilmiştir (Hablemitoğlu 2004: 64-65).

Hemen burada başka bir davranış örneğini vermekte yarar vardır. Yukarıda sözü geçen Ziya Yergök’ün, Dünya Savaşına 83. Alay Komutanı olarak katılıp ve Sarıkamış faciasından sonra Ruslarca esir alınıp Sibirya ve Orta Asya’daki savaş esirleri kamplarında hayatının altı yılını geçiren ve oralardan kaçıp 1920’de yurduna dönebildikten sonra bir yıl bile geçmeden Şubat 1921 tarihinde Kazım Karabekir Paşa tarafından askeri rütbesi albaylığa yükseltilmiş, askeri hizmet içerisinde ise Z. Yergök 1930’da tuğgeneralliğe kadar terfi etmiştir (Önal 2005: 5-10). Oysa, binlerce Sovyet askerinin Alman esaretinden bin bir güçlükle kurtulduktan sonra döndüğü yurdunda sevinç bile yaşayamadan doğrudan Sibirya ve Orta Asya’daki ölüm kamplarına sürülmüştür. Dolayısıyla, burada örneği verilen iki durum, iki farklı yaklaşımı ve insana verilen değeri de yansıtır niteliktedir. 

Topyekün sürgün uygulaması Sovyetler tarihinde ilk kez Baltık ülkelerine (Letonya, Litvanya ve Estonya) karşı uygulanmıştır. Buralardan koparılan sayıları bir milyonu aşkın insan da Ural dağları, Orta Asya ve Uzak Doğu bölgelerine sürülmüştür (Hablemitoğlu 2004: 65-72).

Yukarıda değinilenlerin dışında mecburi çalışma sistemi savaşta Kızıl Ordu tarafından esir alınan yabancı askerlerle de büyük ölçüde takviye olunmaktaydı. Kimi tahminlere göre sayısı 3-4 milyonu bulan Alman savaş esirlerinin yanı sıra Romanya, İtalya, Finlandiya ve Yugoslavya asıllı savaş tutsaklar Sovyetlere getirilmiş ve bunların büyük kısmı da çalışma kamp zindanlarında ölmüştür (Hablemitoğlu 2004: 49-50).

Anadolu Türklerinden olup “sabıkalı komünist” olan ve hem Orta Asya hem de Sibirya mecburi çalışma kamplarına sürülen Yusuf Yıldırım’ın verdiği bilgiye göre Kızıl Ordu’nun Uzak Doğu’da Mançurya bölgesinde tutsak ettiği bir milyon civarındaki Japon askerlerinden Karaganda’daki kampa düşenlerin arasında açlıktan ölüm oranı yüksekti (Hablemitoğlu 2004: 49).     

Sovyet Rusya’da toplam 30 yıl yaşayan ve bu sürenin 6 yılını (1949-1955) Orta Asya (Karaganda) ve Sibirya (Norilsk ve Vorkuta) mecburi çalışma kamplarında mahkum olarak geçiren Yusuf Yıldırım (1972: 230-231; Hablemitoğlu’nda 2004: 98-99) Sibirya’ya sürgün edilişini şöyle anlatmıştır:

“Vapurlar, hayvan nakli için kullanılan vapurlardı. Ahırdan farksızdı. Vapur yolculuğu da 3-4 gün sürdü. Vapurdan çıktığımız zaman müthiş bir soğukla karşılaştık. Kar tipisi vardı. Dişlerimiz birbirine vuruyordu soğuktan. Birkaç gün yaya olarak gündüzle gecenin farkını anlamadan yürüdük. Kar tipi hiç dinmiyordu. Bizi kutup dolayındaki Narilsk [Krasnoyark Eyaletinin kuzeyinde bulunan ve günümüzde Alüminyum başta olmak üzere demir dışı piyasasındaki dev işletmelerin ve ağır sanayinin merkezi olan Norilsk şehri - TBD]’e getirmişlerdi. Kampa yaklaştığımızda, tipi biraz dinmişti. Geçtiğimiz yolun sağında solunda uzaklardan kuleler görünüyordu. Ateş sesleri işitiliyordu. Yürümeyen mahkumları yolda kurşunluyorlardı. Ellibin kişi kadar vardık. Bir kampın önünde durdurulduk. Tahminen on kafileye ayrılmıştık. Bir kafile burada kaldı. Kafileleri her milletten karışık olarak teşkil etmişlerdi. Epey ilerledikten sonra yine bir kampın önünde durdurulduk. Burada beş kafile bırakıldı. Yine kafileler hareket etti. Kimsede yürümeye takat kalmamıştı. Canımızı dişimize takarak, yürüyorduk. Geride kalanların üzerinde köpekleri saldırtıyorlardı. Ben en son kafiledeydim. Kurşunlananların, takatsizlikten düşüp donanların, can çekişenlerin, yaralananların, sıradan ayrıldı diye öldürülme tehlikesi olduğunu bildiğimizden üzerlerine basarak yürüyorduk. Bunların sayısı herhalde iki yüzden fazlaydı”.

Bu kısa anlatımdan da anlaşılabileceği üzere en az 150 arama ve 500’den çok bekçilik için özel yetiştirilmiş köpeklerin bulundurulduğu ölüm kamplarına (Hablemitoğlu 2004: 112) mahkumların ulaşması bile ölümle sonuçlanabiliyor, bu yolda insanlar korkunç insanlık dışı zulme maruz kalıyordu.

Kampa ulaşabilen mahkumların ne gibi koşullarda yaşadıklarını yine Y. Yıldırım’ın (1972: 220; Hablemitoğlu’nda 2004: 126-127) hatıralarından öğrenmek mümkündür: “Sabahın beşinde kalkıp, akşamın sekizine kadar çalışıyorduk. Hergün gıdasızlık ve aşırı çalışmadan dolayı hastalanarak; en az yüz kişi ölüyordu. İş yerine gidiş gelişte yürüyemeyen, kafilenin gerisinde kalanları da ya kurşunluyor, ya da köpeklere parçalatıyorlardı. Sebebi gayet basitti, yürümekten aciz bu insanların kaçacakları ileri sürülüyordu”. Sibirya’da Norilsk mecburi çalışma kampındaki mahkumiyet hayatı Y. Yıldırım (1972: 231-232; Hablemitoğlu’nda 2004: 127) tarafından şu şekilde tasvir edilmiştir: “Taş kariyerinde çalışıyorduk. Vagonları doldurup, boşaltıyorduk. Hergün karyerde (maden ocağında - TBD), yalnız kazanlarda 50-60 kişi ölüyordu. Tipisiz gün yoktu. Kampa üstümüz buz bağlamış halde dönüyorduk”.

Çarlık zamanında da esir kampında Rusların tutsaklara karşı davranışlarına konu açısından ve bütüncül algılama bakımından yararlı olabilir. O nedenle burada Ocak 1915’te Krasnoyarsk civarında bulunan bir esir kampına düşen Osmanlı Türk askerlerinden Ziya Yergök’ün (2005: 156-157) hatıratlarına başvuracağız: Ruslar “sabahları eksi 40 derece soğukta dışarıda ayakta tutar, yoklama yapar, kimlik yazarlardı. İnce bir kaput ve bize uygun giyimlerimiz şiddetli soğukta titrememize sebep olur, burnumuzu üşütmemek için onları ellerimizle kapatmak zorunda kalırdık. Soğuk ciğerlerimize işlediği için hastalanıp ölenler çok oldu. Birçoğumuzun basuru depreşti… Rus subay ve erlerine birazcık itiraz büyük bir hakaretle karşılık görür, dipçik ve kırbaç dayağı zerrece itiraz etmemize, soğukta çektirilen azaplara katlanmamıza sebep olurdu..”.

Kamplardaki beslenme koşularına da bakmakta yarar vardır. Mecburi çalışma kampında mahkumlar günlük ortalama (tamamlaması gereken normu yüzde yüze yakın bir oranda yaptığı durumda) olarak 400-600 gram arası ekmek ve 22 gram et yiyebilme imkanına sahipti. Bir kıyaslama yapmak için, söz konusu kampta bekçilik ya da arama görevlerinde kullanılan köpeklere günde 250-400 gram arası et ve 20 gram hayvani yağ verilmekteydi (Hablemitoğlu 2004: 132-133). Bu kıyaslama bizlere dehşet verici bir tabloyu sunmaktadır. Bu tablonun ressamı ise bütün dünya işçilerine özgür, eşit ve kardeş bir dünya vaat eden Sovyet Komünist devletiydi. Bu arada, normları tamamlayamayan mahkumların her geçen gün beslenme normlarında kısıtlamaya gidildiğini ve bu duruma düşen insanların sonunda büyük çoğunlukla açlıktan öldüğünü de burada eklememiz gerek.

Ölüm kamplarında yaşam koşullarının ne denli ağır ve hatta ölümcül olduğunu belki de bir Polonyalı esirin sözleri en açık bir biçimde açıklamaktaydı: Ona göre bu ortamda “işten ölmeyenler hastalıktan, hastalıktan ölmeyenler, keder ve üzüntüden dolayı intihar ederek ölürler” (Hablemitoğlu 2004: 147).

Mecburi çalışma kamplarında bulunan mahkumların üzerinde Sovyet Komünist sistemi dayattığı bu insanlık dışı koşullarda bile propaganda faaliyetlerini aksatmadan tüm gücüyle sürdürdüğünü unutmamak lazım. Nitekim, bu tür kurumların her uygun yerinde; “Hürriyetine kavuşman elinde!”, “Namuslu çalış!”, “Leke ancak alın teriyle silinir!”, “Zaferi Komünist Partisine borçluyuz!”, “Komünistler yolunu şaşıranların elinden tutar!”, “Komünistlere inan ve güven!”, “Seni düşünen kampın idarecilerine yardım et!”, “Komünizmin baş düşmanı milliyetçiliktir!” gibi sloganlar yazılıydı. Ancak bu tür çabalar mahkumlar üzerinde ne denli etkiliydi? Etkisi mutlaka vardı, ancak o koşullarda bu tür propagandanın mahkumlar açısından nasıl algılanabileceğini tahmin etmek hiç de güç değildir, aslında. Yusuf Yıldırım (1972: 216; Hablemitoğlu’nda 2004: 155) da anılarında bu tür sloganları okuyan herkesin bunların karşısında güldüğünü anlatmaktadır.

Eşit, kardeş ve enternasyonal anlamda proleter kitlesini birleştirici olmanın aksine her ferdin kendi milliyeti etrafında kenetlenmesine ve etnik mensubiyete göre dayanışmanın gelişmesine uygun bir zemin sağlayan ölüm kampları düzeninin aslında “anti-Sovyet eğitimi veren ve hür, demokratik fikirli bir okul (!) haline gelmiş” (Hablemitoğlu 2004: 158) bir mekan olduğunu bile söylemek mümkündür.

Böyle bir ortamda Türkçülük akımının da cereyan ettiğine ilişkin bilgiler mevcuttur. Bu konuda hatıralarını paylaşan Kırım Türklerinden Osman Karabiber (1954: 84; Hablemitoğlu’nda 2004: 170) Türkistan, Kırım, İdil-Ural ve Azerbaycan bölgelerinden sürülen ve mahkumiyet yerlerinde Sovyet karşıtı ve Türkçü propaganda çalışmalarını sürdüren Türk aydınların arasında; meşhur Solovki Kampında esir tutulmuş bulunan Kırım Türklerinden Ethem Feyzi Gözaydın ile Osman Derenayırlı ve Kazan Türklerinden Hadi Atlasi’nin adını vermektedir.

Her türlü insanlık duygusunun köreltilmesine ve yok edilmesine yönelik uygun bir ortamın yaratılmasına çalışılan ölüm kampları ortamında Türklerin arasında bir çeşit dayanışma varken Rusların arasında da bu sosyal olgudan söz etmek mümkündür. Kamptaki görevlilerin çoğu etnik olarak Rus olduğu için bunların Rus mahkümlere çok daha müsamahalı bir biçimde davrandıkları da bilinmektedir. Norilsk kampında bu bağlamdaki durum şöyle aktarılmaktadır: “... yerli [yani, Sovyetler’deki - TBD] Ruslar, Mançuryalı [yani, Çin’in kuzey doğusu - TBD] Rusların kendi kanından olduklarını, Baltıklılar tarafından öldürülen arkadaşlarının intikamını almaya teşvik ediyorlardı. Bu amaçla grup başkanları yeni listeler yaptılar. Mançuryalı Rusları sekiz on grup halinde bir araya topladılar. Ruslara hafif işler veriliyor, durmadan yedirip içiriyorlardı. İşin ağırlığı Doğu Avrupalıların, diğer yabancı milletlerin, Baltıklıların ve Müslümanların omuzlarında yükleniyordu. Biz Türk Müslümanlar, çok iyi örgütlenmiştik. Milletlerin münasebetlerine göre tutumumuzu ayarlıyorduk. Aklımız sıra siyaset yapıyorduk. Bunun için bize, pek o kadar diş geçiremiyorlardı. Burası bir dağbaşı idi... Herkes kendi canının derdinde idi. Bileği kuvvetli olanlar yaşıyor, zayıf olanlar yaşama hakkı bulamıyorlardı”(Yıldırım 1972: 217-234; Hablemitoğlu’nda 2004: 176-177).

II. Dünya Savaşından çok önce I. Dünya Savaşı yıllarında Ruslar tarafından tutsak düşürülüp Sibirya’ya sürülen Osmanlı Türk askerleri örneğinde de grup dayanışması davranışlarını gözlemlemek mümkündür. Nitekim, Ziya Yergök (2005: 160) hatıratlarında Türklerin Krasnoyarsk civarındaki esir kampına ulaştırıldığında, orada bulunan esir Macar askerlerinin kendilerine ilk günlerden itibaren “soydaş diye” sahip çıktığını ve birçok konuda yardımcı olduğunu ve kolaylık sağlamaya çalıştığını anlatmıştır. Osmanlı Türk askerlerinin esarette kaldıkları Sibirya’da kendilerine Rusya Türklerinden Sibirya Tatarlarının çok büyük yardımının dokunduğunu yine Z. Yergök’ün (2005: 167, 175-177) anılarından öğrenebilmekteyiz. 

Hablemitoğlu (2004: 205-217) kendi araştırmasına 1945-1947 yıllarına ait veriler ışığında Rusya’daki toplam 125 mecburi çalıştırılma kampının adını, ana görevini, bulunduğu bölgeyi ve özellikleriyle kamp yaşantısının karakterini vermektedir. Rusya’nın Batısından Ural dağlarına kadarki toprakları kapsayan Avrupa ve Urallardan Uzak Doğusuna kadar uzanan Asya bölgesinde yer alan bu 125 ölüm kampı Kuzey Batı Rusya, Kuzey Doğu Rusya, Doğu Avrupa Rusyası, Ural Bölgesi (bu kümedeki kamplar aslında Sibirya kamplarına dahil edilebilir), Batı Sibirya, Orta Asya, Kuzey Orta Sibirya (Krasnoyarsk bölgesi), Doğu Sibirya ve Uzak Doğu bölgesi gibi ana bölge taksimatına göre ayrılmaktaydı. 125 kampın içerisinde neredeyse 60’i Sibirya’da bulunmaktaydı.

Burada Sibirya’da yer alan kamp adlarının bazılarının verilmesinin yararlı olacağı düşüncesindeyim. Bunlar; Omsk Bölgesinde bulunan Omsk, Asir, Tobloysk kampları, Kemerova Bölgesindeki Kemerova kampı, Novosibirsk Bölgesindeki Narım, Novosibirsk, Siblag kampları, merkezi Tomsk’ta bulunan Tomsk-Asino kampları, Altay Eyaletindeki Barnaul kampı, Krasnoyarsk Eyaletindeki Norilsk, İgarka, Yenisey nehri ağzında bulunan Yenisey kampları, İngaş, Absagaçev, merkezi Kansk’ta bulunan Karslag kampları, Turuhansk, BAM (Baykal-Amur Demiryolu İnşaatı) kampları, Tayşet kampı, İrkutsk Bölgesindeki Yukarı Lena kampları, Saha Cumhuriyeti’ndeki Aşağı Lena, Olekminsk, Verkoyansk ve Aldan kampları, Çita Bölgesindeki Zado, Gubarevo, Dermidonovka, Magdagaçi, Zagamensk, Yerofey Pavloviç kamplarıdır. İnsanlık dışı koşullarıyla dünya çapında nam salan Kolıma kampları da yine Sibirya bölgesinin kuzeyinde bulunmaktaydı (Hablemitoğlu 2004: 210-214).

Ölüm kamplarıyla hapishanelerin çokluğu ve bunlarda mahkumların maruz bırakıldığı yaşam ve çalışma koşullarının korkunçluğu aslında Sovyet Komünist sistemin iç yüzünü bütün çıplaklığıyla ortaya koymaktadır. Bu sistemin iç yüzü ise Sovyet yurttaşı olan on milyonlarca kişi için ölüm anlamını taşımaktaydı.

Nitekim, 1917-1947 yılları arasında, yani 30 yıl içerisinde Sovyet Komünist devletinde ölüm kampları olarak tanınan mecburi çalışma kamplar sisteminde yaklaşık 21 milyon kişi hayatını yitirmiş, yine aynı dönemde baskılar döneminde öldürülenlerin sayısı 42 milyon olarak belirtilmektedir (Hablemitoğlu 2004: 223). Bu ise, Rusya Komünistlerinin aslında aydın ve mutlu hayatın yaşanacağı Komünizmin kurulmasına ilişkin vaatlerinin tam aksine nehirler dolusu insan kanını akıtarak bu dönemde 60 milyon kişiyi hayattan kopardığı anlamına gelmektedir. 60 milyon kişinin hayatının, Rus Komünist sisteminin işlemesi için yakıt olarak kullanılmış olduğunu bilmeli, o geçmiş günlere özlem duyanlarla o korkunç tarihi bilmeyip konuşanlara bunlar anlatılmalıdır. Ayrıca, bu insanlık ayıbı ve cehennemin içinden çok sayıda Türkün geçtiği unutulmamalı, Rusya Komünist düzeninin gizli tutulmaya çalışılan bu korkunç karanlık iç yüzünü genç Türk kuşaklarına aktarılmalıdır. Kendi atalarından şu ya da bu biçimde Sovyet Sosyalist Rusya’daki ölüm kampları ya da esir kamplarına düşüp oralarda ölen ya da o cehennemden canlı çıkabilen yakınları olanların da bu yazıda dile getirilmeye çalışılan gerçekleri çok iyi bildiği, bilmedikleri takdirde de insanlık tarihinin bu karanlık sayfalarından haberdar olabilmeleri için bu yazıyı küçük bir ışık olarak değerlendirebilecekleri umudundayım. 

Kaynakça:

1.       Altaş, Hanefi (2004) “On Dokuz Yaşında Bir İdealist ve Onun Bir Eseri Üzerine: Necip Hablemitoğlu ve Sovyet Rusya’da Ölüm Kampları” Sovyet Rusya’da Devlet Terörü. (Necip Hablemitoğlu), 2. baskı, Toplumsal Dönüşüm Yayınları, Ankara, ss.: 7-11;

2.       Hablemitoğlu, Necip (2004) Sovyet Rusya’da Devlet Terörü, 2. baskı, Toplumsal Dönüşüm Yayınları, Ankara;

3.       Hablemitoğlu, Necip (1973) Giriş. (Varlık dergisi. 07.11.1973), Sovyet Rusya’da Devlet Terörü. (Necip Hablemitoğlu, 2004), 2. baskı, Toplumsal Dönüşüm Yayınları, Ankara, ss.: 11-14;

4.       İstoriya Oteçestva [Atayurt Tarihi], 1994, Pskov;

5.       Karabiber, Osman (1954) Kırımlı Bir Türkün Rusya’daki Maceraları. Ankara;

6.       Lenin, Vladimir. Polnoye Sobraniye Soçineniy (PSS) [Çalışmalarının Tam Külliyatı], 30. cilt;

7.       Morozov, Nikolay (2006) К вопросу о национальном составе сталинских лагерей. [Stalin Kamplarının Etnik Oluşumu Sorunu Üzerine] Karta, Rusya Bağımsız Tarih ve Hukuk Savunma Dergisi, Sayı: 22-23, [http://www.hro.org/editions/karta/nr22-23/moroz.htm];

8.       Önal, Sami (2005) Tuğgeneral Ziya (Yergök) ve Anıları Üzerine. Tuğgeneral Ziya Yergök’ün Anıları. Sarıkamış’tan Esarete (1915-1920). (Yayına Hazırlayan: Sami Önal). 3. Basım, Remzi Kitabevi, İstanbul, ss.: 5-10;

9.       Soljenitsın, Aleksandr (1991) Архипелаг ГУЛАГ [GULAG Takımadası], 2. cilt, Moskova;

10.   Svanidze, Nikolay (2006) İstoriçeskiye hroniki [Tarihi vakayinameler], 25.10.2006 tarihinde Türkiye saati itibariyle 22.05’te Rusya Radyo Televizyon kanalı RTR’de N. Svanidze yapımcılığı ve sunuculuğunda yayınlanan program.

11.   Yergök, Ziya (2005) Tuğgeneral Ziya Yergök’ün Anıları. Sarıkamış’tan Esarete (1915-1920). (Yayına Hazırlayan: Önal, Sami) 3. Basım, Remzi Kitabevi, İstanbul;

12.   Yıldırım, Yusuf (1972) İnanmıştım! Ankara;

13.   Zemskov, V.N. (1997). Заключенные в 1930-е годы: социально-демографические проблемы [1930’lu Yıllarda Mahkumlar: Sosyal-Demografik Sorunlar], Oteçestvennaya İstoriya dergisi, Sayı: 4, s.: 54

* Glavnoye upravleniye ispravitelno-trudovıh lagerey i koloniy (Islah Etme ve Çalışma Kamp ve Koloniler Genel İdaresi) - TBD.
* bu arada Lenin’in annesi Maria’nın babasının adı Aleksandr, ancak gerçek adı Moşe idi. Babası İlya’nın kanında da Moğolların Kuzey Kafkasya’ya bitişik bölgede yerleşik bir boyu olan Kalmukların (Kalmık) kanı vardı - TBD.
[1] Solovetskaya Türma Osobogo Naznaçeniya (Solovetskiy Özel Amaçlı Cezaevi) - TBD.
[2] Solovetskiy Lager Osobogo Naznaçeniya (Solovetskiy Özel Amaçlı Kampı) - TBD.
[3] Vsesoyuznıy Tsentralnıy İspolnitelnıy Komitet (Tüm Sovyetler Birliği Merkezi Yürütme Komitesi) - TBD.
Başlık: TUZHURMATU'DA TÜRKMENLERE SALDIRI
Gönderen: TÜRK-KAN - 08 Temmuz 2007
Türkmen kentinde bir pazar yerinde TNT yüklü TIR’ı havaya uçurdular. Saldırıda kadın ve çocuklar hayatını kaybederken, evler yıkıldı, işyerleri yandı

Türkmenleri hedef alan saldırı Tuz Hurmatu’daki pazar yerini kan gölüne çevirdi. İlk belirlemelere göre 105 Türkmen öldü, 250 yaralı var.

Saldırının, Kerkük’ün Kürtlere devredilmesini amaçlayan referandum öncesi Türkmenler’i sindirmeye yönelik olduğu bildiriliyor.

105 ÖLÜ 250 YARALI

Kerkük’te Türkmenler hedef alındı. Türkmen kentinin Tuz Hurmatu beldesinde bir pazar yerinde düzenlenen intihar saldırısında aralarında kadın ve çocukların da bulunduğu 105 Türkmen hayatını kaybetti, 250 Türkmen ise yaralandı. Polis kaynakları saldırıda TNT yüklü bir TIR’ın kullanıldığını bildirdi. Patlamanın etkisiyle çok sayıda evin yıkıldığı ve 20 kadar işyerinin de yandığı belirtildi. Saldırının kentte yapılması planlanan referandum öncesi Türkmenler’i sindirmeye yönelik olduğu bildiriliyor. Kasım ayında Kerkük’te referundum yapılarak Türkmen kentinin peşmergelere teslimi öngörülüyor. Bunun için de buna tepki gösteren Türkmenler bastırılmaya çalışılıyor.

Baskı ve zulüm
Bir yandan ABD askerleri kentte terör estirirken, peşmergeler de Türkmenleri topraklarını terketmeye zorluyor. Sadece birkaç ay içinde bölgede yüzlerce Türkmen’in düzenlenen saldırılarla katledildiği, binlercesinin de sorgusuz sualsiz tutuklandığı bildiriliyor. Tutuklanan Türkmenler, Erbil’e götürülürken, bu güne kadar bunlardan bir haber alınamadı. Bağımsız kurumlar da çeşitli raporlarında konuya yer ayırarak, tutuklu Türkmenler’in ağır işkencelerden geçirildiğini belirtiyor.


http://www.yenicaggazetesi.com.tr/haberler/kerkukte-turkmen-katliami.html

 Dünkü mitingde kürt piçlerini savunan soysuz, haysiyet öksüzü asalak ! işte savunduğun kürt kardeşlerin !. Gerçi sana anladığın lisanda cevabını verdik. Seni elimizden kurtaran Candan Aziz Şehit Ailelerimize; Yat, Kalk, Şükret; aşağılık yaratık!

 kürdü savunan herkes vatan hainidir, TÜRK IRKINA düşman olan asalak soysuzlardır. kürtleri savunan herkese  terörist muamelesi yapılmalıdır, toplum içinde bunlar aşağılanmalıdır, tecrit edilmelidir. Her kürt(barzanicisi, talabanicisi, pkklısı, ülkücüsü, alperencisi, sosyal demokratı, solcusu, korucusu, devlet yanlısı-karşıtı, kapkaççısı, uyuşturucu satıcısı, pavyoncusu), kürt melezi ve kürdofil(kürt aşığı enikler)  düşmandır, kökleri kazınıncaya kadar da mücadelemiz sürtecektir. Ülkemizi bu parazitlerden temizlemek, ilk başta YÜCE TÜRK MİLLETİNE, EBEDİ BAŞBUĞUMUZ ATATÜRK'ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti Devletine ve bu vatanı onlardan temizlemek için savaşarak TANRIDAĞINA varan 8000 AZİZ ŞEHİDİMİZE karşı  bir görevdir. 



 

 

 
Başlık: Ynt: TUZHURMATU'DA TÜRKMENLERE SALDIRI
Gönderen: Teoman Yabgu - 08 Temmuz 2007
Devletimiz bu olanları izlemesi gerçekten üzücü
Oraya girip oradaki Türkmen kardeşlerimizi sahiplenmeli koruyup silahlandırmalıyız...
Tabi ki iş işten geçmeden...
Başlık: Ynt: TUZHURMATU'DA TÜRKMENLERE SALDIRI
Gönderen: TATARTÜRK - 08 Temmuz 2007
Şu anda devleti yöneten kapıkulu zihniyeti olduğu sürece bu söylediğinizin olması zor gözüküyor...Irak'taki Türkmenlerin kurtuluşu ve pkk ile destekçilerinden kurtuluşumuz bizim öncelikle Arap Kürt Partisinden kurtulmamıza bağlıdır...
Başlık: Ynt: TUZHURMATU'DA TÜRKMENLERE SALDIRI
Gönderen: Kök-Börü - 08 Temmuz 2007

Ne diyebilirim,ne yazabilirim...Artık söyleyecek laf bulamıyorum.Dilimizde adeta tüy bitti!!

TÜRKE UZANAN EL KIRILIR..KIRILMAMAYA DEVAM EDİLECEKSE;BIRAKIN BİZ KIRALIM!!!


YETER ARTIK!!!
Başlık: Ynt: TUZHURMATU'DA TÜRKMENLERE SALDIRI
Gönderen: İgdirhan - 08 Temmuz 2007
Kerkük bir öbek kar, çöl ortasında;
Ah anamız ağlar ,el ortasında.
Sağır mısın, sağır mısın Ankara ?
Öldük güpegündüz ,yol ortasında”
 

Kara haber tez ulaşırmış...

Maalesef ;şu an itibariyle, şehit sayımız 150 civarında, yaralılar 250 ve yirmi kişide kayıp...
Şehit sayısının artacağından endişe ediliyor.

Bu bir soykırımdır...

Yüreklerimiz yanıyor...
Hümanizma hastalığına tutulup kürtleri kardeş görenler bu durum karşısında ne diyecekler acaba...?
Bu Türkmen katliamını da mı ;kürtler arasına sızmış ,ermeniler yaptı ?
Yazık çoook yazık....
Türklüğün oluk oluk  mübarek kanı toprakları suluyor...
Birileri hala kardeşlik edebiyatlarıyla Türk gençlerinin kafalarını iğfal etmeye devam ediyor...
Bu kürdofiller ;şu olanlar karşısında  ,birazcık olsun düşünmez mi ?

Can çekişen yaralı Türkmen soydaşımız ,Türkiyeden giden Askeri ambulans helikopterindeki subaylarımızın yakalarında ay-yıldızı görünce ,bütün acılarını unutup gülümsüyorlar...

Türkmenler ölürken bile ay-yıldıza bakarak gülümsüyor....
Çünkü Türkmenler Türk olmak şerefinin kıymetini çok iyi biliyorlar...

Birileri artık bu manzara karşısında bari aklını başına devşirip Türk gibi düşünüp ,Türk gibi yaşasın...

Manzaranın ibretlik yanına bakın !!!
Bir Türkmen yerleşkesi coğrafyadan siliniyor ve orada ne Irak merkezi yönetimi var ne de işgalci abd var ?
Türkmenler çaresiz ve yardımsız tek başınalar ,sadece Tanrıları var yanlarında ,birde gönüllerinde Türklük ateşi...

Çok pis kokular geliyor Irağın kuzeyinden...
Katiller ,zorbalar cellatlar iş başında...
Birileri delüx makamlarında purolarını keyifle tüttürürken ,Türklüğün geleceğine fermanlar biçiliyor...

Bölgeye acilen intikal ederek duruma el koyan Türk Silahlı Kuvvetlerimizin tabiplerine ve diğer sağlık personeline Büyük Türk Milleti adına minnet ve şükranlarımı sunarım...
Şehitlerimizin mekanları uçmak olsun...


TÜRK IRKI SAĞOLSUN !!!

TTK
Başlık: Ynt: TUZHURMATU'DA TÜRKMENLERE SALDIRI
Gönderen: BASKURT - 08 Temmuz 2007
Bunu yapanların Allah belasını versin;

Şeref yoksunu insanlar;Bir Gün gelicek Bütün şehitlerimizin, Bütün kandaşlarımızın İntikamını ALACAĞIZ!!!

YA KAN KUSTURACAK YA TAM SUSTURACAĞIZ.!!
Başlık: Ynt: TUZHURMATU'DA TÜRKMENLERE SALDIRI
Gönderen: Teoman Yabgu - 08 Temmuz 2007
Orada binlerce aptal arap var CIA nasıl bunları kullanarak bomba patlatıyorsa aynısını bizde kürt bölgelerinde yapmalıyız.
MİT bunları kullanmalı,muhakkak kullanıyordur ama artık gözle görülür eylemler yaptırmalı bunlara.
Böylece bir Türk'ün bile burnu kanamadan onlarca fare temizlenebilir.
Başlık: Ynt: TUZHURMATU'DA TÜRKMENLERE SALDIRI
Gönderen: gokturkhan - 08 Temmuz 2007
Bir ermeni gazetecinin ardından ağıtlar yakan medyamızın şimdi alacağı tavır ne olacak acaba?
Başlık: Ynt: TUZHURMATU'DA TÜRKMENLERE SALDIRI
Gönderen: tungaturan - 09 Temmuz 2007
Türk vicdanına sahip olmayan, Türk olmayan, Türk'e kötü gözle bakan herkez teröristtir.Her kürdo eşkıya doğar, abd'ye uşak yetişir, lağım yolunda ölür.
Katledilen Türkmen kandaşlarımıza Allah'tan rahmet diliyorum.Sağ kalanları korumak Türkiye Cumhuriyeti'nin boynunun borcudur.Her Türk Türkmen kardeşine destek olmak zorundadır.Umarım ordumuz bu konuda ısrarcı ve kararlı bir tutum ortaya koyar.Sözde siyasi iradeden birşey yapmasını beklemek artık ordumuz için zaman kaybı olur.Müslüman kardeşlerine acıyan ülkücülerin Türkmen kandaşlarımıza ne kadar sahip çıktıklarını görüyoruz.Bunu bile seçim propagandası yapmaktan öteye gidemiyorlar.Allah Türkmen kandaşlarımızı korusun.
Başlık: Ynt: TUZHURMATU'DA TÜRKMENLERE SALDIRI
Gönderen: berke tigin - 09 Temmuz 2007
          Yokki şöyle milletin gözünün içine baka baka yayın yapan bir televizyon kanalımız.Alın kardeşlik martavalı okuduğunuz kürt köpekleri bunlar diye...
Başlık: Ynt: TUZHURMATU'DA TÜRKMENLERE SALDIRI
Gönderen: İgdirhan - 09 Temmuz 2007
Biz Onları; Onların bizi, sevdiği gibi sevemedik, düşünemedik.
Türkmeneli’ne karşı hep mahcup kaldık.
Aşağıda nakledeceğim yazı; gözlerimi yaşarttı, gönlümü burktu, utandırdı....
Onların kıblesi Türkiye’ydi ..!
Ya Türkiye’nin ki...?
Türkmen soydaşlarımız bizi  affeder mi, acaba ?

TTK.


--------------------------------------------------------------

İdam sehpasında “Çırpınırdı Karadeniz”i söylemek..

Saddam yönetimi, Türk liderlerini, aydınlarını idam ettiriyor veya ömür boyu hapse mahkûm ediyordu.
O dönemde cezaevinde 7 yıl yatmış Necmettin Kasaboğlu anlatıyor:
“Bir gün Bağdat’a ‘Sezercik’ adlı bir film geldi. ‘Molla Emmi’ dediğimiz bir büyüğümüz vardı.
Ona göre, televizyon seyretmek, sinemaya gitmek günahtı. Bir baktık ki o da sinemaya Sezercik’i seyretmeye gelmiş. ‘Hani, sinema günahtı?’ diye sorduk.
- ‘Türk filmi günah değil’ cevabını verdi...

****************
Cezaevinde Enver Şükrü adlı bir arkadaşımız vardı.
Türkiye’yi konuşurken söz Ankara’dan açıldı. Enver Şükrü, daha önce Ankara’yı görmüştü. Biz hiç gitmemiştik.
Enver Şükrü, ‘Ankara dağlık bir yerdir’ dedi.
Hepimiz dehşete kapıldık. Biz, Ankara’yı cennet gibi bir yer olarak hayal ediyorduk.
Bazı arkadaşlar, ‘Vay şerefsiz vay! Ankara’ya nasıl hakaret edersin!’ diye Enver Şükrü’nün üzerine yürüdüler.
1 ay boyunca cezaevindeki hiçbir Türkmen, Enver Şükrü ile konuşmadı.
Enver Şükrü, bir gün gelip, ‘Yahu arkadaşlar ben şaka yaptım. Ankara’nın yolları mermerdendir. Muz, portakal ağaçları ile süslenmiş bir şehirdir’ dedi. Hepimizden özür diledi.
Özrünü kabul etmedik. Dedik ki, ‘Bizden değil, Ankara’dan özür dileyeceksin.’ Bunun üzerine Enver Şükrü, ellerini kaldırıp:
- ‘Ankara, senden özür diliyorum’ dedi ve kendisini yeniden aramıza aldık.

*******************
Zaman zaman Habur’a kadar gider, Türkiye’nin havasını teneffüs etmek isterdik.
Belki bir Türk bayrağı görürüz diye umutlanırdık.
Ancak, bayrak görünmezdi.
Sınırdaki nöbetçiler bize sertçe çıkışır, biz de fark ettirmeden, Türkiye’nin havasını ciğerlerimize çekmeye çalışırdık. Sanki hava farklıymış gibi hissederdik.

*********************
Selahaddin Tenekeci adlı bir arkadaşımız vardı.
1980’de idam edildi. İdam edilirken, ‘Çırpınırdı Karadeniz’i söyledi...
‘Bakıp Türk’ün bayrağına’ derken sandalyeyi kendi ayağıyla itti ve ruhunu teslim etti.

*******************
Bir başka arkadaşımıza işkence yapıldı. Mahkemede Saddam’a hakaret etti diye gözlerini çıkardılar.
Anası gelip ağladı...
‘Ağlama anne’ dedi; ‘Ölürsem, beni davul zurnayla gömün, yalnız Türkiye’nin ilgisizliği beni kahrediyor.

*******************
20 senedir Bağdat Cezaevi’nde yatan bir arkadaşımız vardı. Cezaevindeyken Türkiye’den gelen yiyecekler, bizim için en büyük hediyeydi.
Arkadaşımız, taze olmayan peyniri yemezdi. Bir gün Türkiye’den peynir geldi. Peynir, cezaevinde bekletilmiş, sıcakta kokmuş.
Kimse yemedi, peynir çöpe atıldı. Bu arkadaşımız, gitti peyniri çöpten aldı ve:
 ‘Türk peyniri kokmaz’ dedi...

**********************
Bir başka arkadaşımız, Türkiye’den gelmiş vişnelerin çekirdeği ile yaptığı tespihi koklar ve bize:
- ‘ Koklayın, Allah her dilediğinizi kabul eder ’ derdi.

**********************
Saddam yönetimi, her zaman yaptığı gibi bir Türkmen’in tarlasını elinden aldı.
Türkmen, ilgili makama başvurdu ve tarlanın niçin elinden alındığını sordu. Aldığı cevap şuydu:
‘700 yıl siz ektiniz, biçtiniz. 100 yıl da, Araplar eksin, biçsin.’
Bir arkadaşımıza isnat edilen suçu itiraf etmesi için işkence yapılıyordu.
İşkence yapan Arap polis, ‘Sadece ak de, seni serbest bırakacağım’ dedi.
Arkadaşımız, ‘Ben bir Türk’üm. Bir Arap istedi diye ak demem. Bu bir Türk’e yakışmaz’ diye cevap verdi.
İşkence devam etti.

**************** 
Ve Ankara’nın Kerkük’teki katliamlara ilgisizliği üzerine bir dörtlük:

“Kerkük bir öbek kar çöl ortasında
Ah anamız ağlar el ortasında
Sağır mısın, sağır mısın Ankara
Öldük güpegündüz yol ortasında”

Kerkük Türkmenleri, bugün de yol ortasında, evlerinde öldürülüyor...


(Bu yazı bir gazetenin köşe yazarına aittir.Alıntıdır)
Başlık: Ynt: TUZHURMATU'DA TÜRKMENLERE SALDIRI
Gönderen: Teoman Yabgu - 09 Temmuz 2007
Ellerine sağlık igdirhan abicim okurken tüylerim diken diken oldu.
Başlık: Ynt: TUZHURMATU'DA TÜRKMENLERE SALDIRI
Gönderen: TATARTÜRK - 10 Temmuz 2007
Ellerinize sağlık.Naklettiğiniz bu yazı Türkmen kardeşlerimizin bize nasıl baktıklarını gösteriyor.Bu bakışa bizim (bizim derken elbetteki içimizde yüreği; dünyanın neresinde olursa olsun acı çeken,zor duruma düşen Türk kardeşlerimizle beraber atan nice Türkçü kardeşimiz vardır.Zaten bunun akside düşünülemez.) gerekli duyarlılığı gösteremeyişimiz utanılacak durumdur.
Başlık: Ynt: TUZHURMATU'DA TÜRKMENLERE SALDIRI
Gönderen: Bozkurt Yarbay - 10 Temmuz 2007
Ulu Gök Tanrı Büyük Türk Irkına bir an evvel intikamını almayı nasip etsin.İçte ve dışta Büyük Türk Irkına yapılan sinsice,hain saldırıların sahada en ağır şekilde mutlaka hesabı sorulacaktır.
TTK.
TÜRK IRKI SAĞOLSUN!!!
Başlık: Ynt: TUZHURMATU'DA TÜRKMENLERE SALDIRI
Gönderen: yedikule - 10 Temmuz 2007
Acı bir durum..

Devamıda var..
Özel Kuvvetler Komutanlığımızın Erbil'deki iletişim bürosunun kapatılması.. Yakında basına yansır..
Yada iktidarın 1 milyar dolar karşılığında ıraka girmeme sözü..
Yada Kerkük'ü boşaltacak TÜRK ve araplar için verilen aile başına 15.000 USD..

Dahada acı olanı..
Elimizden birşey gelmiyor olması.. Evet elimizden birşey gelmiyor.. Birşeyler yapacak olanlarıda engellemeleri..
Tipik bir kürtçü-şeriatçı ittifakının Ükkemize nelere maal olduğu..

Belkide hiç düzeltilemeyecek bir olayları yaşıyoruz.. Ya şimdi yada hiç türünden olaylar..
Kukla devlet malesef kuruluyor.. Irakın kuzeyinde.. Yada federasyon adı altınde tam bağımsızlık gününe kadar uykuda kalacak..

Ama bu iktidarın ülkeye çok şeylere maal olduğu bence kesin..
Başlık: Ynt: TUZHURMATU'DA TÜRKMENLERE SALDIRI
Gönderen: tungatonyukuk - 10 Temmuz 2007
Çok hüzünlü elimiz kolumuz bağlı kalan bir konu;


İnsan okuyunca gerçekten inanamıyor,malesef oluyor eskiden olsa ayaklanırdı birşeyler olurdu.Ama artık millet kendi keyfinin peşinde.Zamanında biz onlara destek vermedik yine vermiyoruz.

Şahsen Türk birliğini kurmak için adımlar atılsa bu milletler katılmaz.

Nedeni ise çok ama çok basit,Zamanında kolundan tutup yardım ettikmi.Birileri yüzünden hep seyrettik.

TANRI TÜRK Ü KORUSUN VE YÜCELTSİN!

TANRI NIN KIRBACIYIZ AMA ATTİLA LAZIM BİZE!!
Başlık: Ynt: TUZHURMATU'DA TÜRKMENLERE SALDIRI
Gönderen: yedikule - 11 Temmuz 2007
Belkide ABD müdahalesine katılsaydık daha iyi olabilirdi Ülkemiz çıkarları yönünden..

Tamam belki ABD kara ordusu Ülkemiz sınırlarından geçecekti.. Belki Lojistik Destek Tesisleri Ülkemizde korulacaktı..

Ama en azından şu anda bizde Irak topraklarında olacaktık..
ABD Barzani ve Talabani'ye muhtaç kalmayacaktı.. Direk bizimle temasta olacaktı.. Hiç birşey olmasa bile Irak topraklarında bulunabilecektik..

Şimdi ise bakınız daha MEŞRU MÜDAFA hakkımızı bile kullanamıyoruz..
Dünkü kıçıboklu barzani bile kafa tutuyor Ülkemize.. Müdahil olupta orada Askeri Birliklerimiz bulunsaydı belki yanılıyorum ama..

Daha iyi olurdu diye düşünüyorum..
Başlık: Ynt: TUZHURMATU'DA TÜRKMENLERE SALDIRI
Gönderen: karatonn - 11 Temmuz 2007
Politikası bu kadar zengin bir ülkenin, "sefil bir saadeti" vardır ve dillerden düşmeyen şarkıları.
"Birlikte yürüdük biz bu yollarda!"
Hangi yollarda?
İşçisinin "Böbreğimi satıyorum" çığlığına, "Burası sakatatçı mı?" diyenlerle, aynı yollarda yürüyorsak, bizim yüzümüz neden gülmez?
Bizim çocuklarımız neden aç, neden işsiz, neden umutsuzdur?
Ve neden Kerkük'e asılan bayraklar, bizim canımızı yakar? hain bombalarda ölen kandaşlarımız için sadece iki uçak o da zar zor bin bir rica minnet   
Başlık: Ynt: TUZHURMATU'DA TÜRKMENLERE SALDIRI
Gönderen: İgdirhan - 11 Temmuz 2007
Belkide ABD müdahalesine katılsaydık daha iyi olabilirdi Ülkemiz çıkarları yönünden..

Tamam belki ABD kara ordusu Ülkemiz sınırlarından geçecekti.. Belki Lojistik Destek Tesisleri Ülkemizde korulacaktı..

Ama en azından şu anda bizde Irak topraklarında olacaktık..

Sayın yedikule ;

O meşhur tezkere çıkmış olsaydı Türkiye toprakları üzerinde (doğu ve güneydoğu) 100.000 ila 120.000 arasıında abd ve müttefiklerinin askeri konuşlanacaktı.

Bu düpedüz Türkiyenin işgal edilmesi demektir.

Zaten abd ve müttefiklerinin amacı da tek kurşun atmadan bu işgali gerçekleştirmekti.

Allah Türk milletinin yüzüne baktı da tezkere çıkmadı.

Yoksa...

Yoksasını ;söylemeye dilim varmıyor...

TTK.


Önemli Not:
Hulki Cevizoğlu'nun " İŞGAL ve DİRENİŞ  " adlı kitabını okumalarını bütün kandaşlarıma öneririm...
Anılan kitapta ,belgeleriyle ,bir çok şeyin gerçek yüzü ,ortaya konulmaktadır.
Başlık: Ynt: TUZHURMATU'DA TÜRKMENLERE SALDIRI
Gönderen: yedikule - 11 Temmuz 2007
500.000 ila 700.000 arasıında abd ve müttefiklerinin askeri konuşlanacaktı.


Verdiğiniz asker sayısını abartılı buldum.. Benim bilgim 65.000 askerin Irakın Kuzey (Bizim Güney) sınırımızdan Irak'a gireceği.. Tabiki Lojistik Destek Tesislerinin kurulacağı..

Türk Ordusununda yaklaşık 100 km Irak içine girip İhtiyat Hattı oluşturacağı yönünde..
Yani devamlı yabancı asker bulunmayacak.. Devamlı bulunacak olanlar Lojistik Destek Tesislerindeki Depo ve Ulaştırma birimleri olacaktı ( Galiba )

Yoksa bugün bile ırak işgalinde 100-120 binli rakkamlar yok..


Bu düpedüz Türkiyenin işgal edilmesi demektir.



Ülkemiz topraklarında bulunacak Lojistik ve Ulaştırma birimlerinin ne gibi işgal hereketi olabilir..?

Oysa işgal edilen KERKÜK oldu..

Belkide bir kukla olarak kurulmasına çalışılan bir devletciğin.. Gelir kapısı olarak peşkeş çekilecek.. Belkide işgale yardımcı olduklarından dolayı kukla olarak kurulmasına çalışılan devletciğe teşekkür nişanı olarak verilecek..

3-5 arap gücenecek diye olaya girişilmedi.. Bence meşhur Özal Politikası olan 1 koyup 3 almak asıl şimdi mümkün olabilirdi.. IRAK'da bizde pastadan dilim alabilirdik..

Şimdi ise daha zor durumdayız..
Girilseydi bir Kolordumuz bulunacaktı Irakda..

Yani benim düşüncem bunlar..
Tanruya Emanet Olunuz..
Başlık: Ynt: TUZHURMATU'DA TÜRKMENLERE SALDIRI
Gönderen: İgdirhan - 11 Temmuz 2007
Verdiğim bilgilerin tamamı belgelere dayalıdır.

İşin görünen yüzü başka ,gerçek ise çok daha başkadır.

Tezkere çıkmış olsaydı bakın Türkiye ne hale gelecekti.

Tezkerenin çıkmaması abd nin bütün hesaplarını ters yüz etmiştir.

ABD ve müttefiklerinin 1.Dünya savaşı sonrası yarım kalmış projelerinin tamamı hayata geçirilecekti.

Tezkere konusunda Türkiyenin tavrı abd yi bölgede güç duruma düşürmüş ,hem operasyon maliyeti trilyon doları aşmış ,hem asker ve ekipman kaybı artmış ve hem de sonuç alabilme süresi uzamıştır ki ,bu onlarca yıl devam edebilecektir.Büyük olasılıkla da sonuç alınamayacaktır

Sayet tezkere çıkmış olsaydı BOP (büyük ortadoğu projesi) başarıyla hayata geçirilebilecekti.

BOP içerisinde nelerin ve hangi ülkelerin olduğunu sanırım anlatmaya gerek yoktur.

BOP aynı zamanda ,verimliliği düşmüş ,tabiri caizse posası çıkmış Ortadoğu (mezopotamya) enerji havzası üzerinden ,bakir ve paylaşım çekişmeleri soğuk savaş taktikleriyle yürütülen Avrasya (Turan Havzası) enerji havzasının anahtarı ve bekrauntu olacaktı.

Anlaşılacağı üzerine BOP un amacı Ortadoğudan ziyade Turan enerji havzasıdır.

Ortadoğu enerji havzası için iki büyük dünya savaşının yapılmış olduğunu hesaba kattığımızda ,Turan Havzası gibi ,Ortadoğu havzasının onlarca kat büyüklüğünde ,enerjiye sahip olan bir yer için neler yapılabileceğini ,varın siz hesap edin.

100.000 -120.000 rakamlarının ne anlama geldiğinide böylece anlayabilmekteyiz.

Bunları söyleyen ben değilim .Bunlar işgalci devletlerin ve bölge ülkelerinin gizli belgeleridir.

Şimdilik bildiklerimiz bunlar..
Bilmediğimiz daha neler var neler .

Dün Türk Milliyetçisi aydınların söyledikleri paronoya olarak değerlendirilirken ,bu gün bir çoğunun ortaya çıktığını görmekteyiz.
Paronoya suçlaması ,düşünmeyi ve bu düşünmenin getireceği tebdir almayı ,peşinen ortadan kaldıran oldukça etkili bir psikolojik savaş taktiğidir.

TTK
Başlık: Ynt: TUZHURMATU'DA TÜRKMENLERE SALDIRI
Gönderen: TATARTÜRK - 11 Temmuz 2007
Türk Silahlı Kuvvetlerinin yabancı ülkelere gönderilmesi ve yabancı silahlı kuvvetlerin Türkiye'de bulunması için Hükümet'e yetki verilmesine ilişkin Başbakanlık Tezkeresi

TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ BAŞKANLIĞI'NA

Irak konusundaki endişe verici gelişmeler çok hızlı bir seyir izlemekte ve kriz ortamı giderek ağırlaşmaktadır. Sorunun barışçı yollarla çözümü yönündeki çabalar bugüne kadar ümit edilen sonuçları vermemiştir.

58 inci Cumhuriyet Hükümeti gelişmeleri başından beri yakından ve hassasiyetle izlemiş, barışçı çözüme katkıda bulunmak amacıyla yoğun çaba harcamıştır. Bu amaçla başta bölge ülkeleri olmak üzere ilgili tüm ülkelerle ve uluslararası kuruluşlarla temas ve istişarelerde bulunmuştur.

Irak'a ilişkin gelişmeler 6 Şubat 2003 tarihli kapalı oturumda,TBMM tarafından değerlendirilmiş ve her ihtimale karşı gerekli güvenlik tedbirlerinin alınması ve hazırlıkların yapılması amacıyla Hükümete yetki verilmiştir. TBMM, bu çercevede, Türkiye'deki askeri üs ve tesisler ile limanlarda gerekli yenileştirme, geliştirme, inşaat ve tevsi çalışmaları ile alt yapı faaliyetlerinde bulunmak amacıyla ABD'ye mensup teknik ve askeri personelin 3 ay süreyle Türkiye'de bulunmasına, bununla ilgili düzenlemelerin Hükümet tarafından yapılmasına Anayasa'nın 92 nci maddesi uyarınca izin verilmesini kararlaştırmıştır.

Hükümet gerekli hazırlıkları buna uygun olarak sürdürmüş ve bu faaliyetlerin hukuki ve teknik çerçevesini belirleyen Mutabakat Muhtırası, ABD ile 8 Şubat 2003 tarihinde sonuçlandırılarak alt yapı çalışmaları başlatılmıştır.

Öte yandan, Türkiye için güvenlik riski oluşturan olumsuz gelişmelerin yoğunluk kazanması üzerine NATO Andlaşmasının 4 üncü maddesi çerçevesinde gerekli iştişareler başlatılmış ve NATO Savunma Planlama Komitesi 19 Şubat tarihinde Türkiye'ye NATO desteği verilmesini kararlaştırmıştır.

Bu kapsamda, Türk hava sahasının bütünlüğünün korunması ve gözetimi için savunma amaçlı olarak NATO havadan erken ihbar uçakları ile NATO harekat alanı füze savunma sistemlerinin Türkiye'de konuşlandırılması ve kimyasal ve biyolojik silahlara karşı koruma desteği sağlanması kararlaştırılmıştır.

Bugün gelinen noktada, bölgede hüküm süren krizin bir çatışmaya dönüşmesi ihtimali giderek güçlenmektedir. Ağırlaşan ortam ve şartlar karşısında Türkiye'nin güvenliğine yönelik tehdit ve risklerin ciddi boyutlar kazandığı bir sürece girilmektedir.

Türkiye'nin milli birliğini ve toprak bütünlüğünü hedef alan terör unsurlarının bölgede yuvalanmaları Irak'taki durumun Türkiye için teşkil ettiği güvenlik tehdidinin çok önemli bir boyutunu oluşturmaktadır.

Aynı şekilde Irak'ta etnik, din ve mezhep temelinde bir parçalanmaya yol açabilecek gelişmeler de çok ciddi bir endişe kaynağıdır.

Bunun yanı sıra geçmişte yaşanan müessif tecrübeler Kuzey Irak'tan ülkemize toplu göç hareketi ihtimaline karşı da hassas ve hazırlıklı olunmasını gerekli kılmaktadır. Bu amaçla sınır bölgelerimizde muhtemel yığılmaları önlemek ve insani mülahazaları dikkate alarak bu göçün sınırlarımızın mümkün olduğunca ilerisinde uygun bir bölgede durdurulmasını sağlamak için gereken tedbirlerin alınması kaçınılmaz olacaktır. Bu konuda başlatılan hazırlıklar sürdürülmektedir.

Türkiye, Irak'ın toprak bütünlüğünün ve milli birliğinin korunmasına ve sorunun barışçı yollardan çözüme kavuşturulmasına büyük önem vermektedir. Kuvvet kullanımı son çare olarak görülmelidir. Giderek tırmanan krizin bir savaşa dönüşmeden çözümü için zaman giderek azalmaktadır. Savaşın önlenebilmesi için Irak yönetiminin tam ve etkin silahsızlanma konusunda Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararlarında yer alan yükümlülüklerini tam icaplarıyla yerine getirmesi kaçınılmaz hale gelmiştir.

Irak'ın, durumun vahametini idrak etmesi ve sorunun barış ortamı korunarak çözümünün önünü açması için uluslararası toplumun kararlı tutumunu sürdürmesi büyük önem taşımaktadır.

Avrupa Birliği üyesi ülkeler ile aday ülkelerin 17-18 Şubat 2003 tarihlerinde Brüksel'de yaptığı ve Türkiye'nin de katıldığı zirve toplantısı ortak bildirisinde de vurgulandığı üzere, bu konuda sergilenecek kararlılık ve dayanışmanın yanı sıra somut ve fiili askeri caydırıcılık tedbirlerinin alınması, Irak'ın bu konuda ikna edilebilmesinde çok etkili bir vasıta olacaktır.

58 inci Cumhuriyet Hükümeti bu olumsuz gelişmelerin karşımıza çıkarabileceği bütün risklere ve ihtimallere karşı Türkiye'nin temel hak ve menfaatlerini korumak amacıyla gereken bütün güvenlik tedbirlerini almakta ve uygulamaya koymaktadır.

Irak'a karşı askeri caydırıcılık tedbirleri kapsamında yabancı silahlı kuvvetler unsurlarının Türkiye'de geçici olarak konuşlandırılması için TBMM'nin izin ve yetki vermesi; bugünkü kriz ortamında muazzam bir baskı unsuru olarak çok önemli ve etkili bir fonksiyon icra edecektir.

Aynı şekilde, Türkiye Cumhuriyeti'nin en kötü ihtimale karşı hazırlıklı olarak zamanında ve süratle hareket etmesini ve gerekli tedbirleri almasını sağlamak bakımından Türk Silahlı Kuvvetleri'nin yabancı ülkelere gönderilmesi konusunda TBMM'nin izninin alınması hükümetin etkili bir siyaset izlemesini sağlamak açısından büyük önem taşıyacaktır.

Bu kuvvetlerin, gelişmelerin seyrine göre gerektiğinde kullanılmaları hükümetin belirleyeceği esaslara ve bu konuda yapılacak düzenlemelere bağlı olacaktır.

Bu mülahazalarla; gereği, kapsamı, sınırı ve zamanı Hükümetçe belirlenecek şekilde,

1- Türk Silahlı Kuvvetlerinin yabancı ülkelere gönderilmesine ve bu kuvvetlerin gerektiğinde belirlenecek esaslar dairesinde kullanılmasına,

2- Uluslararası meşruiyet kuralları çerçevesinde en fazla 62.000 askeri personelin ve hava unsurları olarak 255 uçak ve 65 helikopteri aşmamak kaydıyla yabancı silahlı kuvvetler unsurlarının Hükümetin tespit edeceği mücavir bölgelerde geçici olarak konuşlandırılmak üzere 6 ay süreyle Türkiye'de bulunmasına; bu amaçla Türkiye'ye gelecek yabancı kara kuvvetlerinden destek unsurları dışındaki muharip unsurların geçici olarak konuşlandırıldıkları bölgelerden Türkiye dışına intikallerinin en kısa sürede tamamlanması ve yabancı hava ve deniz kuvvetleri ile özel kuvvetler unsurlarının muhtemel bir harekatta kullanılmalarını sağlayacak şekilde konuşlanmaları ve yabancı silahlı kuvvetlere mensup hava unsurlarının Türk hava sahasınını üst uçuş amacıyla kullanmaları için gerekli düzenlemelerin yapılmasına; bu yabancı silahlı kuvvetlerin Türkiye'ye gelişiyle ilgili hazırlıkların yürütülmesine, Türkiye ülkesinde tabi olacakları statü ve Türk Silahlı Kuvvetleriyle işbirliği esas ve usullerine ilişkin düzenlemelerin Hükümetin belirleyeceği esaslar çerçevesinde yapılmasına,
Anayasa'nın 92'inci maddesi uyarınca Türkiye Büyük Millet Meclisi'nden izin istenilmesi Bakanlar Kurulu'nun 24/2/2003 tarihli toplantısında kararlaştırılmıştır.

İzne dayanak olan Anayasa maddesi şöyle:

Madde 92

Savaş hali ilanı ve silahlı kuvvet kullanılmasına izin verme

Milletlerarası hukukun meşru saydığı hallerde savaş hali ilanına ve Türkiye'nin taraf olduğu milletlerarası andlaşmaların veya milletlerarası nezaket kurallarının gerektirdiği haller dışında, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin yabancı ülkelere gönderilmesine veya yabancı silahlı kuvvetlerin Türkiye'de bulunmasına izin verme yetkisi Türkiye Büyük Millet Meclisi'nindir.

Türkiye Büyük Millet Meclisi tatilde veya ara vermede iken ülkenin ani bir silahlı saldırıya uğraması ve bu sebeple silahlı kuvvet kullanılmasına karar verilmenin kaçınılmaz olması halinde Cumhurbaşkanı da Türk Silahlı Kuvvetleri'nin kullanılmasına karar verebilir.

25 Şubat 2003
Başlık: Ynt: TUZHURMATU'DA TÜRKMENLERE SALDIRI
Gönderen: yedikule - 11 Temmuz 2007
[ en fazla 62.000 askeri personelin ve hava unsurları olarak 255 uçak ve 65 helikopteri aşmamak kaydıyla


Birtek gözümüzden kaçan unsuruda Kandaşımız belirtmiş alıntısında..

255 Uçak ve 65 Helikopter..

Ama zaten İncirlik Üssünde bu hefirlerin muharip filoları yokmu..?
Çekiç Güç anlaşmalarına göre yıllarca Irak İncirlikten kalkan ABD Hava Unsurları tarafından vurulmadımı..?
Yada Batman Askeri alanında bile ABD Hava unsurları bulunmakta değilmi..?
Veya 2. harekatta (Bizim Meclisten Dönen karar ile ilgili)
Zaten limanlardan Irak'a sevkiyat yapılmadımı..?
ABD Tomahawk Criuse Füzeleri Türk Hava Sahasını kullanılarak Irak'ı vurmadımı..?
Hava sahamız tamamen açılmadımı..?

Sonuçta biz kağıt üzerinde olmasa bile bu operasyona veya İşgale yardımcı olduk..?
Olduk yani bu zaten bilinmekte.. Sadece kağıt üzerinde olmadık gözüküyot..

Anlatmak istediğim..
Mademki ucundan tuttuk bu işgalin.. Tam tutsaydıkta biraz çıkarımız kazanımlarımız olsa idi..


Tezkere konusunda Türkiyenin tavrı abd yi bölgede güç duruma düşürmüş ,hem operasyon maliyeti trilyon doları aşmış ,hem asker ve ekipman kaybı artmış ve hem de sonuç alabilme süresi uzamıştır ki ,bu onlarca yıl devam edebilecektir.Büyük olasılıkla da sonuç alınamayacaktır



Evet burada size katılmamak mantıksızlık veya inatçılık olur..
Yazınızın her harfine aynen katılıyorum..


İşin görünen yüzü başka ,gerçek ise çok daha başkadır.



Tabiki buradada haklısınız..
Ben bir sivil Vatandaş gözü ve resmi yayımlanan bilgiler ışığında konulara yaklaşıyor ve görüş bildiriyorum..
Ama işin gerçeği ve aslı Gazetelerde yayınlananlar gibi veya Hükumet sözcülerinin resmi beyanatları gibi değilse..
Tabiki gerçek bilgiler ışığında görüşler değişebilir..


Sayet tezkere çıkmış olsaydı BOP (büyük ortadoğu projesi) başarıyla hayata geçirilebilecekti.
BOP içerisinde nelerin ve hangi ülkelerin olduğunu sanırım anlatmaya gerek yoktur.



Ben bu projenin ABD'nin hayal aleminde kalacak fantastik bir proje olduğunu düşünüyorum..
Türkiyenin Tezkere'deki tavrı bu hayali projeyi etkiledimi etkilemedimi hiç bir fikrim yok..

Tezkereyi çıkartmayarak..

Belkide bölge Ülkelerine büyük bir iyilik.. Ama kendimize kötülük ettik..
Belkide hem Ülkemize hemde bölgeye büyük bir iyilik ettik..

Bunu Ortadoğudaki yeni şekillenme doğrulayabilecek ancak.. Veya yakın tarih..

Her ne ettiysek ettik.. Sonuçta  ABD'nin Emperyalist emellerine büyük bir darbe vurduğumuz kesin..
Tanrıya Emanet Olunuz..
Başlık: Bir Türkmen kezzap dolu kovaya sokuldu!
Gönderen: ildeniz ilbey - 15 Eylül 2007
Bir Türkmen kezzap dolu kovaya sokuldu!

Kürt Yönetimi'nin kontrolü altındaki bölgede, Türkmenlerin işlemedikleri suçlar için inanılmaz işkencelerden geçirildikleri ortaya çıktı.

 K. Irak'ta işkence vahşeti Irak'ta Kürt Yönetimi'nin kontrolü altındaki bölgede, Türkmenlerin işlemedikleri suçlar için inanılmaz işkencelerden geçirildikleri ortaya çıktı.

Iraklı Türkmen Ömer suçu olmamasına sadece Türk olduğı için inanılmaz işkencelere maruz kaldı. Kezzap kovasına kolları sokulan Türkmen GATA'ya getirilerek tedavi altına alındı.

Alıntıdır...
Başlık: Ynt: Bir Türkmen kezzap dolu kovaya sokuldu!
Gönderen: nur_80 - 15 Eylül 2007
Ve biz ne yazık ki onları bu işkencelerden kurtaramıyoruz. Irakta işkence gören soydaşlarımız onlara sahip çıkamayışımızın sonucudur. Kerkük

kanayan bir yaradır ve bu yarayı onları görmezden gelen bir başbakan değil ancak ırkının değerini bilen bir lider sarabilecektir.
Başlık: Ynt: Bir Türkmen kezzap dolu kovaya sokuldu!
Gönderen: tungatonyukuk - 15 Eylül 2007
Türkmen Lerin ve bizim Devletiiizn ayakalanması lazım..
Başlık: Ynt: Bir Türkmen kezzap dolu kovaya sokuldu!
Gönderen: Almıla - 15 Eylül 2007
“Kerkük bir öbek kar çöl ortasında
ah anamız ağlar el ortasında
sağır mısın, sağır mısın Ankara
öldük güpegündüz yol ortasında”

Türkmen hep ağlamakta, kanı akıtılmakta, işkenceye ve zulme maruz kalmaktadır.
Ankara kör ve sağır bir şekilde susmakta, görmemekte, duymamakta.

Hain ve kahpe kürt kanının ve kişiliğinin gereğini yapmaktan geri durmamakta..
Türkmenlere karşı yapılan bu işkenceler insanın kanını dondurmakta, kin ve nefrettten gözlerimizi kan bürümektedir.

Türk ordusunun Türkmeneline girip , bu soysuzların hesaplarını görmesi ve sorunu kökünden çözmesi kaçınılmazdır.
Aksi halde kürt azğınlı daha da şiddetlenerek devam edecektir.

Tanrı Türk'ü Korusun ve Yüceltsin.

Başlık: Ynt: Bir Türkmen kezzap dolu kovaya sokuldu!
Gönderen: gurturk - 15 Eylül 2007
Askerlerimiz gidiyor,alıyor ve gene askeri hastanede tedavi ediyorlar,hükümet nerede, ne yapar,ne düşünür  bilinmez.Bir terörist leşide  devletin anbulansıyla alınıyor.
Başlık: Ynt: Bir Türkmen kezzap dolu kovaya sokuldu!
Gönderen: Üçoklu Börü Kam - 15 Eylül 2007
Her türlü vahşilik, düşüklük ve şerefsizliklerin kaynağı olan kürt sürüngenlerinden her şey beklenir.

Dilerim Türk Silahlı Kuvvetlerimizin Kerkük ve bütün Türkmeneli'nin hasretle beklediği sınırötesi operasyonu, tez günde başlar da hem bu hainler ve soysuzlar sürüsünün defteri dürülmüş olur ve hemde yüz yıla yakın zamandır, sürekli işkence ve zulüm altında inleyen Türkmen soydaşlarımızın çileleri, artık son bulur.
TTK.
Başlık: Ynt: Bir Türkmen kezzap dolu kovaya sokuldu!
Gönderen: ÇEPNİ_TÜRKÜ - 15 Eylül 2007
Yüreğimiz sızlıyor... Bu nereye kadar böyle devam edecek... Bu akan Türk kanı durmayacak mı artık... Beklenen gün gelmeyecek mi... Daha ne bekleniyor anlamıyorum...
Başlık: Ynt: Bir Türkmen kezzap dolu kovaya sokuldu!
Gönderen: metehan135 - 15 Eylül 2007
Türkmen kardeşlerimize karşı yapılan işkencelerin hesabı elbet birgün sorulacaktır.Ancak bu ilgisizlik ve  vurdumduymazlık her Türk gencinin yüreğini parçalamaktadır.kansızlar korktuğu ırkımızdan gereken cezyı görecek
Başlık: Ynt: Bir Türkmen kezzap dolu kovaya sokuldu!
Gönderen: TÜRK-KAN - 16 Eylül 2007
 Bir kürt terörist  ya da hrant dink adlı Türk düşmanı öldürüldüğünde ortalığı velveleye ve çıfıt yaygarasına boğan insan hakları ve demokrasi havarileri neredesiniz?.  Bağırsanıza Hepimiz Ömeriz, Hepimiz Türkmeniz diye...
Başlık: Ynt: Bir Türkmen kezzap dolu kovaya sokuldu!
Gönderen: tungaturan - 16 Eylül 2007
Türkmen kardeşlerimize karşı yapılan işkencelerin hesabı elbet birgün sorulacaktır.Ancak bu ilgisizlik ve  vurdumduymazlık her Türk gencinin yüreğini parçalamaktadır.kansızlar korktuğu ırkımızdan gereken cezyı görecek
 
Meydanlarda hepimiz ermeniyiz hepimiz hrantız diyenlerin gerçekten ermeni olduklarını zaten Yusuf Halaçoğlu açıkladı.Adamlar boşuna bağırmazlarmış biz ermeniyiz diye. :) Hakikaten ermeniymiş vatansızlar.
Başlık: Ynt: Bir Türkmen kezzap dolu kovaya sokuldu!
Gönderen: TiginNoyan - 16 Eylül 2007
Bir kürt terörist  ya da hrant dink adlı Türk düşmanı öldürüldüğünde ortalığı velveleye ve çıfıt yaygarasına boğan insan hakları ve demokrasi havarileri neredesiniz?.  Bağırsanıza Hepimiz Ömeriz, Hepimiz Türkmeniz diye...
Yemez abi.
Başlık: Ynt: TÜRKİYEYİ SOYKIRIMLA SUÇLAYANLAR! SİZ Mİ SOYKIRIMDAN BAHSEDİYORSUNUZ?
Gönderen: Üçoklu Börü Kam - 01 Ekim 2007
TÜRKİYEYİ SOYKIRIMLA SUÇLAYANLAR! SİZ Mİ “SOYKIRIMDAN” BAHSEDİYORSUNUZ?

“Ermeni” meselesinin bu kadar uzun süre gündemde tutulmasının ve ısıtılıp, ısıtılıp önümüze konmasının, büyütülmesinin asıl amacını hepimiz biliyoruz. aleyhimizdeki çalışmalar; bir ırkın taleplerini aşarak, “kürt” veya “ermeni” olmayan ülkelerin parlamentolarına yansıtmış, anıtlar dikmeye, kanunlar çıkarmaya kadar vardırmıştır.

Amerikalıların ve Avrupalıların bu “kürt” ve “ermeni” hassasiyetleri uzun yıllardır devam ediyor. “ermeni” meselesinde “asala”yı çıkardıkları gibi kürt meselesinde de “pkk” yı çıkardılar. Türkiye uzun yıllar ve büyük harcamalarla bu sorunları çözmeye çalıştı, binlerce şehit verdi. bunu yaparken siyasi ve ekonomik sıkıntıları da göğüslemek zorunda kaldı.

Bize insan haklarını, demokrasiyi, soykırımı dayatanların ve geçmişimizle hesaplaşma yapmamızı isteyenlerin geçmişlerinde nice soykırımları, katliamları ve zulümleri görüyoruz. bu konuda Almanya dışında hangisi geçmişi ile hesaplaştı ?

O zaman o’nlara şöyle haykırmak istiyoruz:

Siz mi “soykırımdan” bahsediyorsunuz ?
Siz önce;
• topraklarına yerleşerek kovduğunuz, nesillerini tükettiğiniz 15 milyon Kızılderili ve milyonlarca Meksikalıyı,
• soykırım ve ayırımcılığın mazlumu zencileri,
• ABD terörüyle ölen milyonlarca Latin Amerikalıyı
• dinlerine olan düşmanlığınızı katliamlarla gösterdiğiniz Bosnalıları, ıraklıları, Cezayirlileri,
bize anlatın da, ondan sonra Ermenileri hatırlayın...

Siz önce;

• Saint barthelemy’de bir gecede katlettiğiniz 50.000 protestanı,
• Hiroşima ve negasaki’de birkaç dakika içinde yok ettiğiniz 1,5 milyon masumu,
• Bask’ta ayrılıkçı diye yıllarca öldürdüğünüz yüz binlerce genci,
• daha sonra kol-kola girdiğiniz komünistleri sokmayacağız diye, dünyayı ayağa kaldırarak Kore’de çıkardığınız savaşda ölen binlerce asker ve sivili,
• Vietnam’ı, laos'u, Kamboçya’yı, Kore’yi, Haiti ve Küba’yı..
bize anlatın da, ondan sonra Ermenileri hatırlayın...

Siz önce;

• arenalarda aç aslanlara attığınız, yağlı kazıklara geçirdiğiniz, ateşlerde yaktığınız Hıristiyanları,
• din adına engizisyonda kestiğiniz, yaktığınız on binlerce dindarı,
• Kudüs te ki Müslüman katliamını,
• haçlı seferlerinde gaddarca katlettiğiniz masunları,
• körfez savaşında öldürdüğünüz binlerce insanı,
• işgal altındaki Filistin’de yapılanları,
bize anlatın da, ondan sonra Ermenileri hatırlayın...

Siz önce;

• Manhattan ın,
• nitron bombasının,
• diğer ülkeleri mahvedetmek için hazırlamakta olduğunuz virüslerin,
• biyo-terörünüzün yapacağı tahriplerin
• Müslüman ülkeleri işgal niyetinizin,
• yaptırdığınız sobatajların, ihtilallerin, katliamların,
• guantanamo, Abu garib, Nikaragua, Arjantin, Şili ve daha nice yerlerde savunmasız masum insanlara yaptığınız işkencelerin,
hesabını verin de, ondan sonra Ermenileri hatırlayın...

Ey Amerika,
eğer sen soykırıma karşı isen, her ülkede demokrasi ve insan haklarının bulunmasını istiyorsan; neden 1 temmuz 2002 günü hayata geçen uluslararası ceza mahkemesinde soykırım, insanlığa karşı işlenen suçlar ve savaş suçlarından dolayı ABD vatandaşlarının muhakeme edilmesini engellemek için çeşitli ülkelerle “cezasızlık anlaşması” yapmaya çalışıyorsun ?

eğer sen soykırıma karşı isen; 1 milyondan fazla insanın ölümüne sebep olabileceği uyarısı yapılan “küçük nükleer silahların” geliştirilmesini neden durdurmuyorsun ?
ellerinde atom silahları olduğu için değil; bu silahları üretebilirler (!) diye; ırak’a, İran’a, Suriye’ye saldırılar düzenlemek istiyorsun da; şu anda ellerinde atom silahları olan İsrail’e, Fransa’ya, İngiltere’ye ve diğer bir çok ülkelere karşı sesin çıkmıyor..

“terörle mücadele”, “ikna diplomasisi” ya da “hür dünyanın korunması” diyerek dünyanın dört bir yanında gizli veya açıktan yaptırdığın darbeleri, işkenceleri, katliamları, operasyonları, bombardımanları “terör” tanımının dışında tutup; başkalarını “terörist” ilan ederek, kendi terörünü neden gözden kaçırmak istiyorsun

Başlık: Ynt: TÜRKİYEYİ SOYKIRIMLA SUÇLAYANLAR! SİZ Mİ SOYKIRIMDAN BAHSEDİYORSUNUZ?
Gönderen: Üçoklu Börü Kam - 01 Ekim 2007
GERÇEK SOYKIRIMCILAR KİM ? 

Soykırım  bir Avrupa icadıdır. Soykırım  batılı beyaz adama yeni topraklar ve dolayısıyla büyük zenginlikler kazandırmıştır. Temel dayanağı da  ırkçılıktır.
İnsanlık tarihinin en iğrenç dönemleri  Avrupalılar yüzünden yaşanmıştır.Avrupalı çağımızda bile kendi soykırımlarını görmek özeleştiri yapmak yerine soykırım suçunu siyasal bir silah olarak görüp kullanmakta, tarihinin hiçbir döneminde soykırım yapmamış Türkiye ye , Türk insanına soykırımcı lekesini atabilmektedir.
 
Avrupalılar göçmen olarak gittikleri bölgelerin yerli halklarını köle yaptılar,  Avrupa da köle pazarlarında sattılar yada topraklarına madenlerine hayvanlarına sahip olabilmek için işkencelerle öldürdüler.
 
Tüm Amerika kıtasında ,Avustralya da , Cezayir’den   Vietnam’a,  Anadolu topraklarından  Güney Afrika’ya ,  Iraktan  Afganistan’a   Filistin’e  kadar ,İngiliz, İspanyol, Portekiz, Hollanda ,Belçika ,Almanya, kötü taklitçi ve beceriksiz Yunanistan , İtalya  kısacası  Avrupa  kıtasında  kendini medeni sayan  ne  kadar devlet varsa  hepsi ve  bunların Amerika’ya,  Filistin’e  göç eden çocukları, akrabaları  dünyanın  her yerinde  sayısız soykırımlara imza attılar. Sömürgecilik ve sömürgeciliğin ırkçı tabiatından dolayı da  hep aynı şekilde davrandılar.
 
Tarihin bazı dönemlerinde de  kendi vatandaşlarına  yada  Avrupalı  ülkeler olarak  birbirlerine  dahi  soykırım yaptılar.Tüm zenginliklerini sömürdükleri altın ,elmas  madenlerine  el koydukları, atalarını  köle yapıp Avrupa pazarlarına  getirip sattıkları Afrika da ki ülkelerin insanları bugün ya  açlıktan ölüyor  yada  gene  BM ve  Avrupalı askerlerin korumasında birbirlerine kırdırılıyor.Avrupa ve  Amerika Birleşik Devletlerinde yaşayanları ise ikinci üçüncü beşinci sınıf insan muamelesi görüyorlar. Avrupalı bugün uluslararası şartlardan dolayı  saldıramadığı Türkiye gibi ülkelerde teröristlere silah dahil  maddi  ve  manevi her türlü desteği  vererek  kan dökmeye  devam  ediyor.
 
Kendilerini üstün ırk olarak gören , gelişmekte olan yada gelişmemiş olarak nitelendirdikleri ülkelerin insanlarını  alt ırklar olarak niteleyip onlara  her türlü  soykırımı ve eziyeti layık bulan Avrupalının unuttuğu ve unutturmak istediği soykırımları bu sayfalarda bulabileceksiniz. Sayfalar hazır oldukça bu sayfadan linkler vereceğim. Aşağıdaki  soykırım listesi Ankara Ticaret Odası tarafından  2004  yılında hazırlanmıştır.
 
 
20. Yüzyıldaki Etnik ve Kültürel Soykırımlar ve Soykırım Bilançosu

Jozef Stalin (RUSYA, 1934-39) 13,000,000 mülteci-100 binlerce ölü.

Adolf Hitler (Almanya, 1939-1945) 12,000,000 mülteci / kamplarda 2 milyon ölü-kayıp

Mao Tze Dong (Çin, 1966-1969) 11,000,000 kişiye kültürel asimilasyon / toplama kamplarında sayısı
belli olmayan ölü ve kayıplar

İspanyol ve Amerikalı Kaşifler 1492-1800 7,972,000 ölü / kayıp,.

Hideki Tojo (Japonya, 1941-1944) 5,000,000 ölü/ kayıp

Pol Pot (Kamboçya, 1975-1979) 1,700,000 ölü

Kim Il Sung (Kuzey Kore, 1948-1994) 1.600,000 mülteci ve toplama kamplarında ölü / kayıp

Menghitsu (Etopya, 1975-1978) 1,500,000 ölü / kayıp

Charles DeGaulle (Cezayir, 1954-1962) 1,000,000 ölü / kayıp

Yakubu Gowon (Biafra, 1967-1970) 1,000,000 ölü / kayıp

Leonid Brezhnev (Afganistan, 1979-1982) 900,000 ölü / kayıp

Jean Kambanda (Ruanda, 1994) 800,000 ölü / kayıp

İngiliz Krallığı (Avustralya, 1849-1938) 719,000 ölü / kayıp , 100 bin mülteci

Suharto (Doğu Timor, 1976-98) 600,000 ölü /kayıp

Saddam Hüseyin (Iran ve Kuzey Irak 1980-1990 600,000 ölü / kayıp

Yahya Khan (Pakistan, 1971 ve Bangladeş,1990) 500,000 ölü / kayıp

Savimbi (Angola, 1975-2002) 400,000 ölü / kayıp

Molla Ömer - Taliban (Afganistan, 1986-2001) 400,000 ölü / kayıp

Idi Amin (Uganda, 1969-1979) 300,000 ölü / kayıp

B.Mussolini (Etopya,Yugoslavya 1936) 300,000 ölü / kayıp

Danimarka (Danimarka 1945) 250,000 Alman Mülteci ölüme terk edildi.

Mobutu Sese Seko (Zaire, 1965-1997) 250,000 ölü / kayıp, 200 bin mülteci

Charles Taylor (Liberya, 1989-1996) 220,000 ölü / kayıp

Foday Sankoh (Sierra Leone, 1991-2000) 200,000 ölü / kayıp

Amerika (Almanya Dresden,1943-1945) 200,000 sivil ölü (Dresden’e sığınan siviller)

S. Milosevic (Yugoslavya,1992-96) 180,000 ölü / kayıp

Michel Micombero (Burundi, 1972) 150,000 ölü / kayıp

Amerika (Hiroşima-Nagazaki 1944) 135,000 ölü atom bombası ile bu şehirler yok edildi

Almanya (Namibya 1891) 117,000 ölü / kayıp, 15 bin mülteci

Hassan Turabi (Sudan, 1989-1999) 100,000 ölü / kayıp

Richard Nixon (Vietnam, 1969-1974) 70,000 ölü / kayıp

Papa Doc Duvalier (Haiti, 1957-1971) 60,000 ölü / kayıp

Marcos (Filipinler) 50,000 ölü / kayıp

Hissene Habre (Çad, 1982-1990) 40,000 ölü / kayıp

Vladimir Ilich Lenin (Rusya, 1917-1920) 30,000 muhalif infaz edildi

Francisco Franco (İspanya) 30,000 muhalif infaz edildi

Lyndon Johnson (Vietnam, 1963-1968) 30,000 ölü / kayıp

Hafız Esad (Suriye 1980-2000) 25,000 ölü / kayıp

Khomeini (Iran, 1979-1989) 20,000 ölü / kayıp

Eski Yugoslavya (1995 Bosna-Hersek) 15 ölü, 7500 kayıp, 45 bin mülteci

Paul Koroma (Sierra Leone, 1997) 6,000 ölü / kayıp

Usama bin Ladin(Dünya çapında,1991-2001) 4,000 ölü / kayıp

Augusto Pinoşe (Chile, 1973) 3,000 ölü / kayıp

Efrain Rios Montt (Guatemala) 2,000 ölü / kayıp

Sierra Leone 80,000 mülteci, kayıp rakamı belli değil.

Kıbrıs Cumhuriyeti (1912-1974) 25,000 sivil mülteci,1000’ni aşkın ölü,100 İngiliz ölü

Yunanistan (Batı Trakya,1923-1990) 400,000 mülteci evlerin terk etti.

Bulgaristan (1970-1989) 360,000 mülteci kültürel asimilasyon sonucu evlerin terk etti, 1000 kişi toplama
kamplarına alındı

Norveç 1920-1930 Tatar göçmenleri kısırlaştırma ve toplama kamplarında izole etme

Amerika 2004–Irak  850,000 ölü ve yüz binlerce kayıp (Devam ediyor.)
Başlık: Ynt: TÜRKİYEYİ SOYKIRIMLA SUÇLAYANLAR! SİZ Mİ SOYKIRIMDAN BAHSEDİYORSUNUZ?
Gönderen: Üçoklu Börü Kam - 01 Ekim 2007
ABD SUÇ KRONOLOJİSİ

1898'de Meksika'yı işgal etti.
+ Aynı yıl Küba'ya girdi.
+ 1921 yılında Nikaragua'yı işgal etti. Ulusal Muhafızlar adlı ve başını Somoza'nın çektiği terör örgütünü kurdu. Anti-emperyalist direnişin başını çeken Sandino ve 300 kişiyi katletti. 40 yıldan fazla sürecek bir terör devrini başlattı. Sabotaj ve suikastlar düzenledi.
+ 1945'te Japonya'nın Hiroşima ve Nagazaki kentlerine atom bombası atarak bir anda 250 bin kişiyi vahşice öldürdü.
+ 1950-53 yılları arasında yüz binlerce yurtsever Koreliyi katletti.
+ 1954'te binlerce Guetamalal’yı öldürdü.
+ 1955'te Endonezya, Laos ve Kamboçya'da çok sayıda CIA operasyonu
düzenledi.
+ 1956-59 yılları arasında Küba’da 60.000 kişiyi, ABD'li
danışmanların ve Batista'nın birlikte yürüttüğü operasyonlarda katletti.
+ 1961'de Küba'ya karşı Domuzlar Körfezi çıkartmasını örgütledi.
+ 1965'te işbirlikçi Suharto, 1 milyon komünist ve ilerici
Endonezyalıyı katletti.
+ Aynı yıl Dominik'e paraşütçülerini indirdi ve 10 bin Dominikliyi
katletti.
+ 1975'te Vietnam'dan kovulduğunda arkasında milyonlarca ölü ve
sakat bıraktı. ABD'nin Vietnam'da halkın üzerine attığı 638 bin ton bomba,
II. Dünya Savaşı sırasında Avrupa ve Afrika'ya atılan toplam bombaların
yarısıdır. Kişi başına aşağı yukarı 5 bomba atıldığı söylenmektedir. Milyonlarca insan stratejik köylere sürülmüş, on binlerce kadının ırzına geçilmiş, yüz binlerce insan sakat bırakılmıştır, Milyonlarca insan işkenceden geçirilmiştir.
+ 1970-75 yılları arasında Kamboçya ve Laos'ta 1 milyon insanı katlettiler.
+ 1973'te Şili'de CIA' nın düzenlediği darbe ile 30 bin kişi
katledildi.
+ Arjantin'de faşist generallerle yaptığı işbirliği sonucu 30 bin
kişi kaybedildi.
+ 1983'te Lübnan'a müdahale etti. 14 bin Deniz Piyadesinin katıldığı operasyonda binlerce ilerici yurtsever Lübnanlı katledildi.
+ Aynı yıl Lübnan'a ikinci bir müdahalede bulundu. Akdeniz de eşkıyalık yapan Amerikan 6, Filosuna ait savaş gemileri Lübnan'a günlerce bomba yağdırdı.
+ Yine aynı yıl Grenada'yı işgal etti. Yüzlerce ilerici ve yurtsever
katledildi.
+ 1986'da uluslararası haydutluk örneği sergileyerek Libya'yı bombaladı, bine yakın sivili katletti. Ülkeye ambargo uygulayarak deniz ablukasına başvurdu.
+ 1989'da Panama'ya asker çıkarttı ve 5 bin Panamalıyı öldürdü.
+ 1991'de Irak'ın Kuveyt'e girişini bahane ederek diğer emperyalist güçleri de ardına takarak Irak halkına karşı bomba yağdırdı. 100 binin üzerinde insanı katlettiği bu vahşeti iletişim kanallarıyla tüm dünyaya resmen izlettirdi. ABD uçakları Irak halkının üzerinde 12 bin sorti yaptılar.
+ Somali'deki durumu bahane ederek yine diğer emperyalist güçleri de peşine takarak ülkeyi işgale girişti.
+ İran'a karşı başlattığı ambargoyu yıllardır sürdürüyor.
+ Latin Amerika'da ABD'nin bulaşmadığı savaş, katliam, insan hakları ihlali yok gibidir. Nikaragua'dan kaçan işkenceci, halk düşmanı
kontraları Özgürlük Savaşçıları adı altında Honduras'ta üslendirdi ve silahlandırarak Nikaragua halkının üstüne saldırttı. Birçok Latin Amerika ülkesinde de Ulusal Muhafızlar adı altında Ölüm Mangaları'nı örgütledi, eğitti, finanse etti, silahlandırdı ve halkın üzerine
saldırttı.
+ ABD, sadece 1946-1975 yılları arasında amaçlarına ulaşmak için tam 215 kez askeri gücüne başvurmuştur. Aynı yıllarda insanlığa 19 kez nükleer
silah kullanma tehdidini savurmuştur. NOT:son 20 yıl buna dahil değildir
Başlık: Ynt: TÜRKİYEYİ SOYKIRIMLA SUÇLAYANLAR! SİZ Mİ SOYKIRIMDAN BAHSEDİYORSUNUZ?
Gönderen: Üçoklu Börü Kam - 01 Ekim 2007
İNGİLTERE SUÇ KRONOLOJİSİ

İngilizler yakın tarihlerinde  26 soykırımın  lekesini  taşıyor.
 
İngilizler Amerika kıtasının keşfinden sonra  İspanyollar ve Hollandalılar ile birlikte pek çok kıyıma imza attılar. Göçmen olarak gittikleri ülkelerde  200  yılda 400 e  yakın anlaşma yaptılar. Ama canları istediğinde yada yeni kaynaklara ihtiyaç duyduklarında bu anlaşmaları tek taraflı bozdular.Yaşlı genç ,kadın çocuk demeden arazilerine yada hayvanlarına el koyabilmek için göçmen yada işgalci olarak gittikleri bölgelerin insanlarını acımasızca katlettiler.
 
AMERİKA`DA
 Riogrande-Virginia bölgesinde  Powhatans  kabilesinin nüfusu 1600  yılında  50 bin iken sadece 7 yıl sonra 1607 de  5 bin kalmıştı.
Ohio ırmagı kıyısında ve çevre şehirlerde yaşayan 100 bin yerli çiçek hastalıgı taşıyan battaniyelerle hastalık bulaştırılarak öldürüldü.Bu yöntem daha sonra diğer soykırımcı Avrupalılarca pek çok yerde uygulandı.
 İngilizlerin katliamları sonucunda 1900 lerin başında
Tonkavasların sayısı     1800 den   56 ya
Caddoların sayısı          8500 den  500e
Wichitaların sayısı         3500 den  350 ye
Kichailerin sayısı           1000 den  66 ya
Apache lerin sayısı          500 den   60 a
Comanche lerin sayısı    7000 den  1600 e düşmüştü.
 
AVUSTRALYA`da
1788-1938 yılları arasında İngiltere Avustralya`da soykırım yapıyordu.
 
Avustralyanın yerli halkı  Aborjinleri (aborginal)  siyah,zayıf,enalttaki hayvani ırk diye tanımlayarak büyük bir nefretle katllettiler. Hayvan avına çıkar gibi yerli avına çıkıp avlandılar.  Yerlilerin kafalarını kesip herkesin görebileceği meydanlarda sergilediler.Bununlada büyük övünç duydular.
1824 yılında bölge sömürge yönetimi tarafından çıkarılan izinle görüldükleri yerde yerliler öldürülmeye başlandı.
Korkutup topraklarını ellerinden alabilmek amacıyla kadınlarını öldürüp yaktılar.
İngilizler avlayarak, çiçek, tifo, dizanteri mikroplarını kullanarak yada yiyeceklerine zehir katarak aborjinlere soykırımı yaptı.
İngilizler avustralyaya ayak bastıgında  750 bin olan yerli nüfusu 1911 de  30 bine düşmüştü.
 
2 Mayıs 1857’de Delhi yakınlarındaki  Meerut’ta  başlayan ve buradan Hindistan’a yayılan ayaklanma  kanlı şekilde bastırıldı. İngiltere ayaklanmayı bir ırk savaşına dönüştürdü. İşgalci İngilizler girdikleri bütün köylerdeki insanları imha ettiler.
Aynı yıl İngilizler Delhi’yi ele geçirdiler. İşgale karşı ayaklanma Şubat 1859’a kadar sürdü. Yüzbinlerce Hintli katledildi.

İngiltere'nin 1876'dada  Hindistan'da 25 milyon insanı katletti
1890’da Kenya ve Uganda’yı işgal etti. İngiliz terörü aralıksız onyıllarca sürdü. 1950’li yıllarda Kenya tam bir toplama kampına dönüşmüştü. Ekim 1953’te İngilizler 138 bin Afrikalıyı gözaltına aldı. Aynı yıl   1300  Kenyalı katledildi.İngiliz işgali boyunca köyler yakıldı, 39 toplama kampında 70 bin Kenyalı tutsak edildi ve bu süreç zarfında 30 bin Kenyalı vahşice öldürüldü.

1900’de Güney Afrika’da Boer’lere saldırıldı. İngilizlerin yakaladıkları ve toplama kamplarına koydukları çoğu kadın ve çocuklardan oluşan 20 binden fazla Boer öldürüldü.
1902’de Vereeniging anlaşması sonunda Boerler bağımsızlıklarını yitirdi.

1915 te hiç sebepsiz Anadolu topraklarına saldırdı .Çanakkale`de beş yüz binden fazla insanın ölümüne sebep oldu.

13 Nisan 1919’da barışçıl bir gösteriye ateş açan İngilizler 379 Hintliyi öldürdü, 1200 kişiyi yaraladı.

1 Nisan-14 Temmuz 1931 arasında Hindistan`da 103 kişi katledildi, 420 kişi yaralandı.

İngiliz işgali altındaki İrlanda’da 1922-23 arasındaki iç savaş boyunca İngiltere hükümeti pek çok insanı yargılamaksızın idam etti yada kurşuna dizdi.
1927’de Shanghay’da on binlerce Çinli  katledildi.
 
1929’da İngiltere işgali yıllarında Siyonist zulme isyan eden Filistinlilerden  200ü  katledildi. Birçok Arap köylü idam edildi, birçoğu hapsedildi.
1931 Temmuzu’nda İngiliz Kraliyet Hava Kuvvetleri Hindistan’a  500 ton bomba attı.
1936 yılı içinde 1000 Filistinli yine İngiliz emperyalistler tarafından katledildi.İngiltere, Siyonizmin silahlandırılması ve Ortadoğu’ya yerleştirilmesinde önemli rol oynadı. Bu destek nedeniyle İngiliz güçlerinin 1939 yılında Ortadoğu’dan çekilmesiyle binlerce  Arap katledildi. Onbinlercesi yaralandı.
İngiltere, Ekim 1944’te Yunanistan’ı işgal etti. Larissa ve Makranissos toplama kamplarında binlerce  Yunanlı vahşi işkencelerden geçirildi ve katledildi.
Amerikalılar ve İngilizler,  Almanların savaşı kaybetmelerinin ardından, Almanyanın  Dresden kentine sığınan Alman göçmenlerin üzerine 3 gün boyunca  havadan bomba yağdırdılar. Savunmasız  insanların sığındığı Almanyanın kültür merkezi  Dresden kentine intikam amacıyla düzenlenen  bombardımanlar sırasında 3 bin 900 ton tahrip gücü yüksek bomba ve 200 bin  napalm (yangın)  bombası atıldı. Sokaklar yanmış insan cesetleriyle doldu. Bu yok etme harekatı sonucunda çoğunluğunu  çocuk ve kadınların oluşturduğu 200 bin kişi öldü. Japonya’nın  Hiroşima  ve  Nagazaki kentlerine atılan atom bombaları sonucu 135 bin kişinin öldüğü gerçeği Dresden’e uygulanan soykırımın büyüklüğünü gözler önüne seriyor.
1952 de  İngilizler Kenyada`ki  ayaklanma girişimini 2 milyon Kenyalıyı öldürerek bastırdılar.
İrlanda’nın işgalinin 25 yılı boyunca çoğu sivil, katledilen İrlandalı sayısı 3 bin civarındadır.

1969-80 yılları arasında İngiltere’de gözaltında ölen insan sayısı 696 kişidir.

Başlık: Ynt: TÜRKİYEYİ SOYKIRIMLA SUÇLAYANLAR! SİZ Mİ SOYKIRIMDAN BAHSEDİYORSUNUZ?
Gönderen: Üçoklu Börü Kam - 01 Ekim 2007
İşte İngiliz vahşetine bir örnek!..

Birinci dünya savaşı'nda İngilizlere, 150 bin askerimiz esir düştü. bu askerlerden bir kısmi da mısır'ın İskenderiye şehri yakınlarında bulunan seydibeşir usare kampı'na hapsedildi.

Kampın tam adı, 'seydibesir kuveysna Osmanlı useray-i harbiye kampı' idi.
bu kampta, 1918'de Filistin cephesinde esir düşen 16. tümen’in 48. alayı'na bağlı Osmanlı askerleri tutuluyordu.

12 haziran 1920'ye kadar iki yıl boyunca her türlü işkence, eziyet, ağır hakaret ve aşağılamaya maruz kaldılar.
Bu insanlık dışı muamelenin nedeni ise Ermeniler idi...

Kamptaki, Türkçe bilen ermeni tercümanların yalan, yanlış çevirileri ve kışkırtmaları nedeniyle, kampların İngiliz komutanları, azılı Türk düşmanı kesilmişlerdi.
Savaş bitmişti. ancak, kamptaki ağır koşullar nedeniyle ölenler dışındaki askerleri teslim etmek, İngilizlerdin işine gelmiyordu.
çünkü, olası yeni bir savaşta, bu askerlerin yeniden karşılarına çıkabilecekleri, Ermeniler tarafından, İngilizlerin beyinlerine işlenmişti.

Çözüm toplu katliamdı...
Askerlerimiz, mikrop kırma bahanesiyle, süngü zoruyla dezenfekte havuzlarına sokuldu.
Ancak suya normalin çok üzerinde krizol maddesi katılmıştı.
Mehmetçik, daha ayağını soktuğunda, aşırı krizol maddesi nedeniyle haşlanıyorlardı.
Ancak İngiliz askerleri dipçik darbeleri ile askerlerimizin havuzdan çıkmalarına izin vermiyorlardı.
Mehmetçikler, bele kadar gelen suya başlarını sokmak istemedi. ancak bu kez İngilizler havaya ateş etmeye başladı. Askerlerimiz, ölmemek için çömelerek başlarını suya soktular.
ancak başını sudan kaldıran artık göremiyordu.
Çünkü gözler yanmıştı...


Dışarı çıkanların halini gören sıradaki askerlerimizin direnişleri de fayda etmedi ve 15 bin askerimiz kör oldu.

Bu vahşet, 25 mayıs 1921 tarihinde TBMM’de görüşüldü.
Milletvekilleri faik ve şeref beyler bir önerge vererek, mısır'da esirlerin krizol banyosuna sokularak 15 bin vatan evladının gözlerinin kör edildiğini, bunun faili olan İngiliz tabip, garnizon komutanı ve askerlerinin cezalandırılması için TBMM’nin teşebbüse gedmesini istediler.

Tabii ki yeni kurulan devletin bin türlü sorunu vardı, hesap sormayı çok istedi ama, soramadı...
Sonraki gelenler, bu hesap sorma işini unuttu gitti.

Ama onlar unutmuyorlar...

Kendi ihanetlerini bile soykırım ambalajına sarıp, dünya kamuoyuna sunuyorlar.

Ermeniler soykırım yapıldı diye dünyayı ayağa kaldırıyor, bizim mankurt ve kürdofillerin tarihimizden haberleri bile yok.

Bu unutulur mu ?
Elbetteki unutulmamalı.
Ama maalesef unutuldu...
Nice unutulanlar gibi bunlar da unutuldu...
Ve hatta unutmakla da kalmayıp adaletsiz medeniyetin babası Avrupa’nın kucağına oturmak için can atılmakta, milli onur ayaklar altına alınmaktadır.

Biz bunları ve Türk milletine yapılan hiç bir kötülük, düşmanlık ve ihaneti unutmadık, unutmayacağız, unutturmayacağız...
Günü geldiğinde hesabını sormak üzere unutmuyoruz, unutanlardan olmuyoruz...

Vatan şehitlerimizi rahmet ve şükranla yad ederim.

Mekanları Türk Uçmağı olsun.

TÜRK IRKI SAĞOLSUN!!!

TTK.
Başlık: Ynt: TÜRKİYEYİ SOYKIRIMLA SUÇLAYANLAR! SİZ Mİ SOYKIRIMDAN BAHSEDİYORSUNUZ?
Gönderen: Üçoklu Börü Kam - 01 Ekim 2007
ALMANYA  SUÇ KRONOLOJİSİ

Almanya'da sözde Ermeni soykırımı  2002 yılından itibaren bazı eyaletlerde ders kitaplarına girdi.
24 Nisan 2005 te  Bremende sözde Ermeni soykırım anıtı açıldı.
15 haziran 2005 te sözde Ermeni  soykırımını tanıyan bir yasa çıkardı.
Almanların o dönemde Ermenilere soykırım  yapılması  baskılarına Osmanlı devleti karşı çıkmıştı.Eğer Almanların önerisiyle  Osmanlı devleti  böyle bir soykırım yapmış olsaydı  bugün bizim topraklarımızda ki  toplama kamplarından, gaz odalarından, insan  yakma fırınlarından sözediliyor  olacaktı.
 
 1904-1905  tarihleri arasında batı  Afrika Namibya`da  Herero ve Nama soykırımı
Batı Afrika`daki  Namibya`ya altın ve elmas madenleri için 1904 ten itibaren Almanlar   gelmeye başladı. Kısa sürede buradaki Alman sayısı 14.000 i buldu.Verimli toprakların bulunduğu bölgelerdeki çiftliklere el koymaya başlayıp işkence tecavüz ve cinayetlerine  Herero lar  karşı çıkınca bu insanlar tehlikeli sayıldı. 4.000 Alman askeri modern silahları ve toplarıyla bölgede katliama başladı. Sadece birkaç yıl sonra 1911 de bölgenin yerlisi olan  100 bin  Herero`dan 15 bin, 20 bin Nama`dan ise 9 bini hayatta kalabilmişti. Daha sonra Nazilerin   kuracağı  toplama kamplarının temeli burada atıldı.
Almanya  2. dünya savaşında  ölen 30 milyon insanın ölümünden, 35 milyon insanın sakat kalmasından birinci derecede suçludur.
 
Almanlar mükemmel Alman ırkı hedefiyle diğer milletlerden ve etnik gruplardan saf Alman saymadıkları 21 milyon insanı toplu kurşuna dizerek ,top yekun savaş şeklinde sivil asker ayrımı gözetmeksizin yaptıkları saldırılarla, toplama kamplarında özel insan yakmak için yaptıkları  fırınlarda yakarak (holocaust), yada gaz odalarında zehirleyerek  soykırıma uğrattılar.
Bu soykırımların ana hedefi kültürleri Avrupa kültüründen farklı Çingeneler, ve din bazında farklı tanımlanan Yahudilerdi.
 
Çingenelere yapılan ayrımcılığın temeli 1880 de başbakan Bismarck tarafından çıkarılan bir kanuna dayanır.1942 yılında Avrupa nın çeşitli yerlerinden getirilen 30.000 Çingene çalışma kamplarına kapatılmıştı.Bu yıldan itibaren Çingeneler toplu katliamlara uğratılmaya ve deneylerde kullanılmaya başlandı. Toplu insan öldürme yeteneklerini Çingeneler üzerinde yaptıkları deneylerle geliştirdiler. Bu deneylerde Dr. Jozef Mengele tarafından  6.432 Çingene katledildi. Ayrıca çalışma kamplarındaki 30 bin çingeneden hiçbiri bu kamplardan sağ çıkamadı. Almanya'da yaşayan diğer çingenelerin ise  %94ü  kısırlaştırıldı.
 
Hitler'e  göre Yahudiler hem doğuda hem batıda çok güçlüydü ve dünyayı kontrol ediyorlardı.Bu nedenle de 17 milyon Yahudi mutlaka yok edilmeliydi. Nazi partisinin 1933 yılında iktidara gelmesiyle birlikte SS`ler Yahudilerin elit kesimini tutuklamaya ve işkence etmeye başladılar.1935 de  Yahudilere ait işyerlerine saldırılar başladı. Aynı yıl çıkarılan bir kanunla kan analizleriyle insanlar saf Alman olanlar ve olmayanlar diye sınıflandırılmaya başlandı.
1938 yılında Almanya ile birlikte Avusturya`da  Yahudiler toplama kamplarına yollanmaya başlandı.Yahudilere ait evler işyerleri sinagoglar yerli halkında katılımıyla yıkılmaya başlandı.Daha sonra işgal ettikleri Sovyet topraklarında da büyük katliamlar yaptılar.Sovyet topraklarında katledilen Yahudi sayısı 70 bindir.
Artık 1941 yılında neredeyse bütün Avrupa`dan getirilen Yahudiler Almanya ve Polonya?daki  Yahudi katliam merkezlerinde toplanmaya başlamıştı.Bu kamplarda kurşuna dizerek,yakarak yada gaz odalarında zehirleyerek büyük çoğunluğu  Yahudi 6 milyon insanı katlettiler.
1944 yılı haziran ayında her gün 10 bin kişi gaz odalarında zehirlenmekte  20 bin kişi  ise yakılarak  katledilmekteydi .Bu kıyım günün  24 saati devam ediyordu.
 
2. Dünya savaşından sonra  Almanya Yahudi soykırım mağdurlarına tazminat ödemeye mahkum edildi.Bu tazminat sadece Almaya tarafından değil Yahudilere yardım etmemekle suçlanan İsviçre ve bazı doğu Avrupa ülkelerince de ödeniyor.Bu tazminatların tutarı 4.5 milyar doları çoktan  aştı . Taksitler halinde ödenmekte olan tazminatlara ek olarak, yeni açılan birçok davada Yahudiler, yeni tazminatlar kazanmayı sürdürüyor.
Ancak Yahudi tarihçi  Norman G. Finkelstein, Holocaust Endüstrisi  adlı kitabında, bütün bu tazminatların kullanılmasında çok önemli yolsuzlukların  yapıldığını da ispatlayarak, Nazi mağduru Yahudilere verilmek üzere Almanya ve diğer hükümetlerden çok büyük paralar alındığını, ancak, bu paraların gerçek sahiplerine değil, Siyonist örgütlerin finansmanında kullanıldığını belirtiyor. Buna Yahudi örgütlerinin geçtiğimiz yıllarda  Nazi kamplarında köle işçi olarak çalıştırılan Yahudilerin emeklerinin tazminatı nı örnek olarak gösteriyor...
Bu konuda Yahudiler, Almanya'dan yeni bir ödeme istemişlerdi. Bu ödemeden yararlanacak Yahudilerin sayısı olarak verilen rakam 135 bin iken, Nazi kamplarında işçi olarak çalıştırılmış olup, halen hayatta bulunan Yahudilerin sayısının 14-18 bin civarında olduğu ortaya çıkmıştı. Yani sayının astronomik düzeylerde abartılması suretiyle muhatabı bulunmayan paralar, bu kuruluşlarca  Siyonist Yahudilerin hedefleri için kullanılmaktaydı.
 
     
Başlık: Ynt: TÜRKİYEYİ SOYKIRIMLA SUÇLAYANLAR! SİZ Mİ SOYKIRIMDAN BAHSEDİYORSUNUZ?
Gönderen: Üçoklu Börü Kam - 01 Ekim 2007
FRANSA SUÇ KRONOLOJİSİ

Fransa  Nisan 1971 de  Marsilya  kentine  Ermeni anıtı dikti.
Fransa 28 mayıs 1998 de meclisinde  18 ocak 2001 yılında senatosunda  kabul ederek sözde Ermeni soykırımını tanıdı.
Fransa sözde Ermeni soykırımı olmadı diyenlere 45 bin euro para cezası verilmesini öngören bir yasa tasarısı çıkarmaya çalışıyor.
Paris Mahkemesi, geçtiğimiz temmuz ayında sözde Ermeni soykırımı konusunda Türkiye’nin tezlerine`de  yer verdiği için Fransa’nın ünlü genel kültür ansiklopedisi Quid’i mahkum etti. Aynı mahkeme daha önce de ünlü tarihçi Bernard
Lewis’i  Le Monde gazetesinde konu hakkında yayınladığı bir makaleden dolayı 1 euro sembolik tazminat ödemeye mahkum etmişti. Fransa’daki bir çok tarihçi Ermeni soykırımı iddialarına inanmamasına rağmen ceza baskısı yüzünden bu konuda görüş beyan etmekten çekiniyor.
Fransa  geçtiğimiz yıl okullarda sömürge döneminin olumlu yönlerinin anlatılmasını öngören bir yasa çıkardı.
Cezayir Başkanı Abdülaziz Buteflika’nın Fransa’nın 1830 ve 1962 yılları arasında Cezayir kimliğini soykırıma tabi tuttuğu ve Cezayir bağımsızlık savaşında  1.500.000  kişiye uyguladığı soykırımı tanıması yönündeki çağrısı üzerine Fransa Dışişleri Bakanı Phlippe Douste-Blazy  bir açıklama yaptı.  Hafıza çalışması tarihçiler ve araştırmacılar  tarafından yapılır. Soykırım bize filozofların ve entelektüellerin öğrettiği bir kelime. Bu tür ifadeleri asla küçültmemek (rezil etmemek) lazım.
Fransa kendisini hep en demokratik ülke olarak göstermeye çalışmıştır. Dünyada tarafsızlığın, adaletin, insan hakları`nın sembolü olduğunu iddia eder.Ancak Fransa’nın tarihi  Fransa'nın  hiçte böyle olmadığını açıkça gösteriyor.
Anadolu’da  Gaziantep-Maraş bölgesini işgal ederek yüzlerce köyü yakıp, binlerce kişiyi öldürdü.
1946-1955 yılları arasında Fransızlar Vietnamlıların  bağımsızlık hareketini bastırmak için soykırıma girişti. Bir milyondan fazla Vietnamlıyı katletti.
Benin, Burkina-Faso, Cibuti, Çad, Gabon, Gine , Kamerun , Komor Adaları, Moritanya, Nijer, Senegal, Tunus  ve Fas  Fransa’nın  Afrika’daki  sömürgeleriydi . Zaman zaman meydana gelen ayaklanmaları  kan dökerek bastırdı. Ancak bunların en kanlısı Cezayir’de olandı.
Fransızlar 1800 lü yılların başlarından itibaren Cezayir’e  yerleşmeye başladılar.Önce asimilasyon uyguladılar.Cezayir halkının diline, kültürüne müdahale ettiler. Cezayirliler bağımsızlık  isteyince  işkence ve katliamlara başladılar.En belirgin işkenceler 65 derece sıcaklıktaki suya sokmak ve vücuda elektrik vermekti.Fransa devletinin onayıyla 500 bin Fransız askeri yaygın ve kurumsallaşmış bir işkence yürüttü.
Bugün Fransa’da  hala sahnede olan Le Pen`inde  zaman zaman  bizzat işkenceci olarak bulunduğu  bu dönem 7.5 yıl sürdü.
Acımasızca sivil halk katledildi. Artık Cezayir de  300 kişilik toplu mezarlar vardı. 1960 ta ölü sayısı bir milyonu aşmış 8 bin köy  yangın  bombalarıyla  yok edilmişti. 2 milyona yakın Cezayirli  verimsizleşen topraklarını terk etmek  zorunda kaldı. 2.5 milyon Cezayirli  Fransız  askerleri  kontrolündeki  toplama kampı şeklindeki bölgelere konuldu.
Cezayir’deki  soykırım okadar vahimdi ki  BM kan dökülmesinin önüne geçilmesi için bir karar aldığında  Fransa’nın Cezayir’deki ordusunun komutanı şöyle demişti: Kan dökülmemesinin tek yolu dökecek kanın olmamasıdır.
Yaşları 90'a dayanan son şahitler, Fransız sömürge yönetiminin, Setif,  Guelma ve Kherrata şehirlerinde binlerce Cezayirli`yi  nasıl kireç fırınlarında yaktığını ve kamyonlarla  nehirlere döktüğünü anlatıyor.
1945  Setif katliamı: Cezayir Halk Ordusu'nun, liderleri Messali Hac'ın serbest bırakılmasını istemesiyle başladı. 10 bin kişinin yaptıgı gösteride Fransız ordusu, deniz kuvvetleri ve uçaklarla saldırı başlattı. Olaylar 22 Mayıs'ta sona erdiğinde on binlerce kişi hayatını kaybetmişti.
Nazi Almanyası tarafından işgal edilen Fransa’nın özgürlüğü için gençlerini Avrupa’ya savaşa gönderen Cezayir’e  bunun karşılığında bağımsızlık sözü verildi. Cezayir halkı, Fransa’nın Nazi işgalinden kurtulmasıyla kendilerinin de özgürlüğe kavuşacağına inanmıştı. Bu yüzden Almanya’nın yenilmesi, Avrupa gibi Cezayir’de de  bayram havasıyla karşılandı. Bu zaferi kutlamak ve kendilerine verilen sözü hatırlatmak için 8 Mayıs günü yürüyüşler düzenleyen Cezayirliler, bağımsızlığın hiç de kolay olmayacağını anlayacaktı. Ülkenin doğusunda bulunan Setif, Guelma ve Kherrata şehirlerinde düzenlenen gösteriler, bir hafta içerisinde Cezayir ve Amerikalılara göre 40-45 bin, Fransızlara göre ise 20 bin Cezayirlinin katledildiği soykırıma  dönüştü..
Fransa  Cezayir Ulusal Kurtuluş hareketinin üzerine bütün vahşetiyle gitti. Savaş sonunda 1.5 milyon Cezayirli  katledildi. Yüzlerce köy ve kasaba yerle bir edildi. İnsanlar mağaralara doldurulup sonra dumanla boğuldu.
Irak’a yönelik 1991 yılında gerçekleştirilen “Çöl Fırtınası” harekatına ABD’nin peşinde katıldı ve 100 bin Iraklının katledilmesinde suç ortağı oldu.
Ruanda’nın 1885’te Almanya ile başlayan sömürge tarihi I. Dünya Savaşı sonuna kadar Belçika ile devam etti. Sömürgeciler çekildikten sonra da 1959–65, 1973 yıllarındaki çatışmalarda on binlerce Ruandalı katledildi. Kıyım 1994 Nisan başında inanılmaz saldırılarla devam etti. Belki de tarihin en hunhar soykırımlarından biri  Ruanda’da gerçekleştirildi. Bölgede etkin olan Fransa, Belçika ve ABD’nin olaylara seyirci kalmaları hatta önayak olmaları nedeniyle sadece ilk 100 gün içerisinde 800 bin Tutsi ve ılımlı Hutu  palalarla doğrandı. Sonrasında 1,5 sene süren iç savaşta katledilen insan sayısı 1,5 milyona vardı. Batılıların soykırım öncesi ve sonrası ve soykırım esnasındaki  rolü  Ruanda’daki soykırımın  başlıca sebebidir.

Başlık: Ynt: TÜRKİYEYİ SOYKIRIMLA SUÇLAYANLAR! SİZ Mİ SOYKIRIMDAN BAHSEDİYORSUNUZ?
Gönderen: tungatonyukuk - 01 Ekim 2007
Bu Engin Paylaşımınız İçin Teşekkürler Kutlu kaldım...

Tanrı Türk ü  Korusun!
Başlık: Ynt: TÜRKİYEYİ SOYKIRIMLA SUÇLAYANLAR! SİZ Mİ SOYKIRIMDAN BAHSEDİYORSUNUZ?
Gönderen: Üçoklu Börü Kam - 01 Ekim 2007
İSRAİL SUÇ KRONOLOJİSİ

ORTADOĞUDA TERÖRİST KİM?
İSRAİL  SOYKIRIMLARINDAN  BAZILARI
 İsrailde dogup büyümüş şu anda Southampton Üniversitesi'nde görev yapan  Dr. Oren Ben-dor geçenlerde  İndepent gazetesinde son derece doğru bir tesbitte bulunuyordu:
"İsrail terörle oluşturuldu ve özündeki ahlaksızlığı gizlemek için teröre ihtiyaç duyuyor. 1948'de, İsrail'e dönüşen Filistin'in bir bölümünde, Yahudi olmayanların çoğu etnik temizliğe maruz kaldı. Bu eylemler dikkatle planlanmıştı. O olmadan, Yahudilerin çoğunlukta olduğu bir devletin kurulması ve devletin Yahudi niteliğinin korunması mümkün olmazdı. 1948'den bu yana "İsrailli Araplar" olarak adlandırılan Filistinlilerden topraklarından atılmamayı başaranlar sürekli ayrımcılığa maruz kaldılar. Gerçekte çoğundan evlerini görünürde "güvenlik gerekçeleriyle" terk etmeleri istendi. Ancak gerçek amaç, onların topraklarına Yahudiler için el koymaktı."
 
Birde tarihe bakalım:
 
1914 e kadar Filistin’e göç eden Yahudiler burada koloniler oluşturmuşlar  ve nüfusları 12 bini bulmuştu.1918 de ingilizlerin Filistin topraklarını işgal etmesiyle dünyanın her yerinden bu topraklara akın etmeye başlayan siyonist yahudiler ,1920 de Haganah adlı örgütü kurdular.Haganah ibranicede savunma anlamına gelir.Haganah hakkında pekte bilinmeyen bir şey var. Örgüt, Araplara karşı kullandığı silahların bir kısmını Nazilerden temin ediyordu. Gene Filistin’deki Araplarla ve ilerleyen yıllarda  İngilizlerle savaşmak için  Irgun Zvei Leumi,  kısaca irgun adlı bir örgüt  kuruldu.1940 yılında irgun`dan ayrılan Avraham Stern’in kurdugu  Lahome Herut kısaca  Lehi`de Araplar’a  karşı kanlı terör eylemleri gerçekleştirdi. İrgun ve Lehi ’nin iki aktif teröristi, yillar sonra tüm dünyanın tanıdıgı isimler haline geldi: Menahem Begin ve Yitzhak Shamir. İkisi de, sırasıyla, Başbakan oldular. Bu örgütler hem Müslümanlara hemde kendilerine Filistin kapılarını açmış olan İngilizlere karşı  terör eylemleri düzenliyorlardı.
 
Teröristler, Israil’in kurulmasıyla eylemlerini bitirmedi, azaltmadı da. Aksine, daha da çok kan dökmeye basladılar. Kana katliamını Şimon Peres, Sayda katliamını ise Netanyahu gerçekleştirdi. 14 Ocak 1994’de Şimon Peres`e Nobel barış ödülü verildi.Ama bu teröristlerin efendisi olarak tarihteki yerini almasına engel olamadı.Ariel Şaron ise Sabra ve Şatila kamplarındaki katliamın baş aktörüdür. Sabra ve Şatila katliamlarının birinci dereceden sorumlusu Şaron ise Abd tarafından barış adamı ilan edildi.
BM Filistin topraklarının bölünmesine dair karar aldığında yahudilerin eğitim görmüş silahlı yetmiş beş bin militanı bulunuyordu. Bu silahlı militanların mevcut yahudi terör örgütlerine göre dağılımı şöyleydi: Hagana: 60 bin, Balamah: 5 bin, irgun: 5 bin, Şatiron: Bin. Diğer dört bin terörist de diğer terör örgütlerine mensuptu. İşte İsrail bu terörist militanlar tarafından kurulmuş ve yöneticileri de onların arasından çıkmıştır.
1948 Mayısı’nda kurulan Siyonist İsrail devleti Ortadoğu`da  ABD’nin vurucu gücü ve önemli  bir üssü oldu.Bunun karşılığı olarak da emperyalist devletlerden en büyük askeri ve ekonomik yardımı aldı.
                                   
İSRAİL’İN YAPTIĞI BAŞLICA KATLİAMLAR:

Kral Davut Katliamı (22 Temmuz 1946):
 
 İsrail terör örgütü irgun’un Kral Davud Oteli’ne düzenlediği saldırıda, aralarında İngilizler, Araplar ve Yahudilerin bulunduğu 96 kişi öldü 58 kişide yaralandı.Katliam İsrail`in  ilk başbakanı  Ben-Gurion’un emriyle gerçekleştirildi.
 
Baldat Al-Şeyh Katliamı (30-31. Ocak 1947):
60 ölü, birçok yaralı
Yehida Katliamı (13 aralık 1947):
31 ölü, 63 yaralı
Hisas Katliamı (18.Aralık 1947):
10 ölü, çok sayıda yaralı
Kazaza Katliamı (19 aralık 1947):
 5 ölü, çok sayıda yaralı
Semiramis Oteli Katliamı  (05 Ocak 1948):
20 ölü, 16 yaralı
 
Deir Yasin Katliamı(9 Nisan 1948):
İrgun terör örgütüne bağlı militanlar tarafından Deir Yasin Köyü’nde gerçekleştirilen katliamda 254 Filistinli sivil hayatını kaybetti.Öldürülenlerin çoğu kadın ve çocuktu. Yahudi teröristler hamile bir kadının karnını yararak karnındaki çocuğu da öldürmüşlerdi. Teröre şahit olanların anlattıklarına göre yahudi teröristler bu baskında kadınların kulaklarını kesiyor, kulaklarındaki küpeleri alıyor sonra öldürüyorlardı.Örgütün lideri Begin yaptıgı açıklamada  Bu önemli bir stratejik eylemdi. Bu eylemi gerçekleştirme şerefi sadece İrgun örgütüne ait değildir. Bu eylem Şatiron'un ve Balamah örgütündeki topçu birliğin katkılarıyla gerçekleştirilmiştir demişti.
 
Naser Al-Din Katliamı (13 Nisan 1948):
40 ölü, 40 yaralı
 
Tantura Katliamı (15 mayıs 1948):
200 ölü, çok sayıda yaralı
 
Beyt Daras Katliamı  (21 Mayıs 1948):
Köyde yaşayanların tamamı katledildi
 
Lida Katliamı (9-18 Temmuz 1948):
İzak Rabin’in açık emirleriyle gerçekleştirilen Lida Katliamı’nda, 10 gün içerinde 60.000 kişi evlerinden atılırken, bunu takip eden El Tira, Tantoura ve Hayfa katliamları ile yüzlerce Filistinli sivil katledildi.
 
Dahmaş Camisi Katliamı (11 Temmuz 1948):
450 ölü, çok sayıda yaralı
 
Davayima Köyü Katliamı (29 Ekim 1948):
İsrail işgal ordusuna bağlı üç ayrı bölük El-Halil’deki Davayima Köyü’ne girdi ve hiçbir karşıkoyma olmamasına rağmen rasgele açılan ateşle kadın ve çocuklar da dahil olmak üzere 80 Filistinliyi öldürdü.
 
Safsaf Köyü Katliamı (29 Ekim 1948):
İsrail ordusunun Safsaf Köyü’ne düzenlediği saldırı sırasında köylülerin üzerine rastgele açılan ateş 70 kişinin ölümüne neden oldu.
 
Houla Katliamı (31 Ekim 1948):
82 ölü, birçok yaralı
 
1948-1949 yılları arasında  İsrail işgali altında kalan bölgelerde kalan 500 köy ve kasabadaki Arap nüfusu 950 binden  138 bine  indirildi. Arapların evleri ve malları yok edildi. Bu şekilde enaz  400 köy ve kasaba haritadan silindi.
 
İarafat Katliamı,( 07 Şubat 1951);
10 ölü, 8 yaralı
 
Gazze Kenti Katliamı (05 Nisan 1956):
60 ölü, 103 yaralı
 
Kufr Kasem Katliamı (29 Ekim 1956):
İsrail’in Mısır’ı işgali arifesinde, bölgedeki bir Filistin köyüne saldıran işgal askerleri, aralarında kadın ve çocukların da bulunduğu 49 Filistinli sivili acımasızca katletti.Çok sayıdada insan yaralandı.
 
2 Kasım 1956:
 Mısır Devlet Başkanı Nasır’ın Süveyş Kanalı’nı millileştirmesi üzerine, İsrail, Fransa ve İngiltere ile birlikte, Mısır’a saldırdı.
 
Samu Katliamı (Kasım 1956):
Batı Şeria’ya bağlı Samu köyüne saldıran işgalci askerler, köyü yerle bir ederken, imha operasyonunda 18 Filistinli hayatını kaybetti. Onlarcası yaralandı.
 
Kibya Köyü Katliamı (12 Ekim 1958):
Ariel Şaron liderliğindeki bir grup İsrail askeri tarafından, Batı Şeria’da bulunan Kibya Köyü’ne düzenlenen saldırıda 45 ev havaya uçuruldu. 69 kişi hayatını kaybetti, 75 kişi de yaralandı. Ariel Şaron bu evlerde kimsenin yaşadıgını bilmiyorduk dedi. Aynı gece iki Filistin köyüde ateşe verildi.
 
5 Haziran 1967:
İsrail, Mısır, Suriye ve Ürdün’e saldırdı.  Sina Yarımadası, Golan Tepeleri, Batı Şeria, Gazze ve Doğu Kudüs’ü işgal etti.Bu güne kadar meydana gelen 4 Arap-İsrail savaşında 300 bin insan öldü , milyonlarca insan yaralandı.
 
Ürdün Katliamı (15 Şubat 1968):
İsrail uçakları Ürdün nehri boyunca 15’ ten fazla Filistin köyüne havadan napalm bombası yağdırdı. Saldırıda resmi rakamlarla 56 kişi feci şekilde yanarak can verdi.
 
İrbid Katliamı (4 Haziran 1968):
İrbid şehrini bombalayan İsrail uçakları 30 Filistinlinin ölümüne neden oldu.
 
Abu Za’abel Katliamı (12 Şubat 1970):
İsrail uçakları Mısır sınırındaki Abu Za’abel’i havadan bombaladılar. Saldırıda hedef seçilen bir fabrikadaki 70 işçi öldü.
 
Sha’a Katliamı (8 Nisan 1970):
Mısır’ın başkenti Kahire’ye 80 kilometre mesafedeki Sha’a eyaletinde bir okulu bombalayan İsrail uçakları 46 çocuğu katletti.

 Suriye Katliamı (8 Eylül 1972):
Suriye hava sahasını ihlal eden İsrail jetleri yedi köyü bombaladı. Saldırıda en az 200 kişi hayatını kaybetti.
 
Libya Katliamı (19 Şubat 1973):
Libya Havayolları’na ait bir yolcu uçağı İsrail tarafından düşürüldü. İçindeki 107 yolcu ve mürettebat hayatını kaybetti.
 
Güney Lübnan Katliamı (1979):
İsrail bölgeye 113 gün boyunca aralıksız saldırdı.Sadece mülteci kamplarını değil köyleri ve kasabaları da bombaladı. 200.000'den fazla Filistinli ve Lübnanlı Beyrut'la Sidon'daki mülteci kamplarına kaçmak zorunda kaldı. 300 kişi hayatını kaybetti  800 kişi yaralandı ve  7.000'den fazla ev tahrip edildi.
 
Beyrut Katliamı (20 Temmuz 1981):
İsrail jetleriLübnan’ın başkenti Beyrut’a hava saldırısı düzenledi. 45 dakikadan az süren bombalamada İsrail jetleri, 300 sivili öldürdü. Yüzlerce sivil aynı saldırıda yaralandı ya da sakat kaldı.
 
Batı Beyrut Katliamı (4 Haziran 1982-3 aya yakın sürdü)
Ölü sayısı 18.000 yaralı sayısı 30.000 olarak açıklandı.
 
Sabra ve Şatilla Katliamları (15-18 Eylül 1982):
 
1982'de Lübnan'ı işgal eden İsrail kuvvetlerinin başkomutanı Ariel Şaron'un gözetimi ve koruması altında Lübnanlı Hıristiyan Falanjist milisler tarafından gerçekleştirilen katliamda binlerce kişi öldürüldü. Sadece 328 kişinin kimliği tespit edilebildi. Saldırganlar öldürdükleri kişilerin cesetlerini tanınmaz hale getirdiklerinden çoğunun kimliği tespit edilemedi.Sabra ve Şatila  bir kan gölüne dönmüştü. Her taraftan oluk oluk kan akıyor, Filistinlilerin cesetleri birbiri üzerinde duruyordu…Sabra Şatila katliamından sonra hazırlanan soruşturma dosyasında yer aldığı üzere; bu katliama katılan falanjist bir milisin 50 kadar Filistinli hakkında ne yapacağını İsrailli bir subaya sorduğunda aldığı cevap şu olmuştu: “Tanrının emrini yerine getir!” Sabra`da Kurbanlardan biride üç aylık Ziyauddin et-Tumeyzi idi. Üç aylık bebek Ziyauddin gerçekten tam "nokta vuruşu"yla, yakın mesafeden atılan tabanca mermileriyle alnından vurularak öldürülmüştü.
Şaron bu katliamdan sonra Beyrut kasabı olarak anılmaya başlandı.
 
Olay nasıl gerçekleşti:
 
Filistin kurtuluş örgütüne ABD`nin yazılı olarak verdiği garantiye ragmen İsrail 15 Eylül 1982 de Batı Beyrut`u işgal etti.Antlaşmaya göre FKÖ Beyrutu terkedecek, İsrailde Beyruta girmeyecektir.FKÖ kenti terkedince İsrail şehirde cinayet yağma ve tutuklamalara başladı.
Asıl akıl almaz vahşet ise Sabra ve Şatila mülteci kamplarında yaşandı.16 Eylül 1982 Perşembe günü İsrail ordusu Sabra ve Şatila`yı tamamen kuşattı.Kamp çevresine keskin nişancılar yerleştirildi.1500 kişiden oluşan bir grup ise daha önce İsrail ordusu tarafından çizilen  oklarla yönünü bularak İsrail ajanı Said Haddad`ında yardımıyla  batı Beyrut yönünde harekete geçti. Şatila kampının girişinde bekleyen askerler ise gece ile birlikte Falanjistler’in kampa girmelerine izin vermeleri emrini aldı.İlk katliamlar güneşin batmasından önce, İsrail karargahının önündeki Arsal ismindeki bölgede başladı. Katil sürüleri, İsrail ordusu tarafından kendilerine verilen jiplerle kampın her yanına yayıldılar. İnsan kıyımı  hiç aralıksız 40 saat sürdü. İsrailliler, katliamı işgal altında tuttukları  binanın 7. kat damından izlediler. Gece karanlık tamamen inince İsrail ordusu dört bir taraftan kampların üzerine aydınlatma fişekleri atmaya başladı. Kampların, geceleyin bu kadar güçlü ve sürekli aydınlatıldığını gören basın mensupları, Batı-Beyrut’taki İsrail askeri sözcüsünden açıklama istedi. Fakat askeri sözcü susmaktaydı.
16 Eylül Perşembe akşamından 18 Eylül Cumartesi sabahına kadar süren akıl almaz katliamdan sağ kurtulanlar, tanık oldukları tüyler ürpertici katliamı şöyle anlattılar:
“İlk saatlerde Falanjist milisler yüzlerce insanı öldürdüler. Dar sokaklarda hareket eden herşeyin üzerine ateş ettiler. Evlerin kapılarını kırarak, akşam yemeklerinin tam ortasında aileleri son ferdine kadar öldürdüler. Kamp sakinleri yataklarında, pijamaları üstlerinde öldürüldü. Birçok evde pijamalarıyla öldürülüp, kanlı bezlere sarmalanmış 3 ya da 4 yaşında çocuk cesetleri vardı. Fakat çoğu katiller salt öldürmekle yetinmedi. Birçok olayda, saldırganlar kurbanlarını öldürmeden önce organlarını kesti. Çocukların ve bebeklerin kafalarını duvarlara vura vura parçaladı. Kadınlar ve kızlar balta darbeleriyle öldürülmeden önce tecavüze uğradı. Bazen insanlar, sokakta toplu halde kestirmeden öldürülmek için evlerinden zorla dışarı çıkartıldı. Milisler baltayla, bıçakla, erkek, kadın, bebek,çocuk ve yaşlı ayırtetmeden öldürerek etrafa terör saçtı. Kimi kez, kurban gördüklerini ve yaşadıklarını sonradan anlatabilsin diye, ailenin bir ferdini sağ bırakıp diğer tüm fertlerini sağ kalanın gözleri önünde öldürdüler... Birçok kadının önce ırzına geçilip, ondan sonra öldürüldü. Öldürülen kadınlar sonradan çırılçıplak soyuldu ve vücutlar bir haç oluşturacak şekilde dizildi. Tecavüze uğrayan kızlardan biri sadece 7 yaşındaydı.”
 
Babası, annesi, büyükbabası ve tüm kardeşleri öldürülen 13 yaşındaki Filistinli bir kız çocuğu şunları anlatır: “... Yanımda sürekli ağlayan 9 aylık yeğenim vardı. Yeğenimin ağlaması askerden birini sinirlendiriyordu. Bu asker sonunda, ‘bu çığlıklardan bıktım usandım’ dedi ve bebeğin omuzuna bir el ateş etti. Bunun üzerine ağlamaya başladım ve ona, bu çocuğun ailemden sağ kalan tek çocuk olduğunu söyledim. Bu söz askeri daha da sinirlendirdi, bebeği yakaladı ve bıçakla keserek vücudunu ikiye ayırdı.”
(Sabra ve Şatila Katliamları sf. 38, Amnon Kapeliouk)
 
Bu tüyler ürpertici vahşetin yüzlerce örneği yaşanır Sabra ve Şatila’da. Kesin sayı hiçbir zaman bilinemedi, ancak binlerce ölü ve kayıp olduğu kesin. Ayrıca 3500 kişinin`de kamyonlarla götürüldüğü daha sonra hiçbirinden haber alınamadıgı biliniyor.
 
Eretz Kontrol Noktası Katliamı, 17 Temmuz 1984
11 ölü, 200 yaralı
 
Tunus Katliamı (1 Ekim 1985):
İsrail Tunus’taki FKÖ karargahına hava saldırısı düzenledi. Saldırıda 70 kişi hayatını kaybetti.
 
Oyon Kara Katliamı (20 Mayıs 1990):
13 ölü, çok sayıda yaralı
 
Kudüs Katliamı (8 Ekim 1990):
Mescid-i Aksa’yı yıkarak yerine Süleyman Mabedi yapmak isteyen Yahudilerle Filistinliler arasında çıkan çatışmada, İsrail askerlerinin açtığı ateş sonucu 30 Filistinli hayatını kaybetti, 850 kişi de yaralandı.

Hz. İbrahim Camii Katliamı (25 Şubat 1994) :Batı Şeria’nın El Halil kentinde bulunan Hz. İbrahim Camii’ne sabah namazı esnasında bir Yahudi tarafından gerçekleştirilen saldırıda, aralarında çocukların da bulunduğu 50’nin üzerinde kişi hayatını kaybetti, yaklaşık 300 kişi de yaralandı.
 
Kana Katliamı (18 Nisan 1996):
Bu katliam İsrailin verdiği ismle gazap üzümleri olarakta bilinir.Başbakan Şimon Peres`in emriyle İsrail  Lübnan’da bulunan BM korumasındaki Kana mülteci kampına saldırdı. Çoğu kadın ve çocuklardan oluşan 109 Filistinli hayatını kaybetti. Katliam, kafaları kopan çocukların oluşturduğu acı manzaralarla zihinlere kazınırken, BM saldırının bilinçli olarak gerçekleştirildiğini açıkladı.
 
Kudüs Katliamı (27 Eylül 1996):
Kudüs belediye başkanının kendiliğinden yıkılması için Kubbet’üs-Sahra’nın altına tüneller açtırması sonucu patlak veren olaylarda üç günde 76 kişi öldü.İsrail askerleri cuma namazı esnasında 4000 askerle Mescidi Aksayı kuşatıp namaz kılan müslümanların kafalarına kurşun  sıkarak öldürdü.
 
Ellinci Yıl Katliamı (14 Mayıs 1998):
İsrailin kuruluşunun 50. yıldönümünde, Filistinlilerin protesto gösterileri sırasında çıkan çatışmalarda dokuz Filistinli hayatını kaybetti, 1.200 Filistinli yaralandı.
 
Cenin Katliamı (3-15 Nisan 2002):
Batı Şeria’daki Cenin Mülteci Kampı’na zırhlı birliklerle saldıran İsrail ordusu yaklaşık 1.300 sivili katletti. Yani 13.000 mültecinin yaşadıgı kampta her 10 kişiden biri öldürüldü.Birleşmiş Milletler ise yayınladığı raporda İsraili çatışmalardan sonra kampa insani yardım ve doktor girmesini engellemekle suçladı.
 
Nuseyrat Katliamı (7  Mart 2004):
Gazze’deki Nuseyrat ve Bureyc mülteci kamplarına giren İsrail askerleri araslarında dört çocuğun da bulunduğu 14 sivili öldürdü.
 
Şeyh Ahmet Yasin Katliamı(22 Mart 2004):
Filistin’in manevi önderi Şeyh Ahmet Yasin sabah namazı çıkışında bizzat Şaron tarafından yönetilen bir askeri operasyon sonucu sekiz Filistinli ile birlikte hunharca katledildi. Yasin katliamı sonrası İsrail terörünün sınırlarının artık kalmadığı anlaşılırken BM’ nin katliamı kınamasının önünde yine ABD vetosu yer aldı.
 
Gökkuşagı operasyonu (Mayıs 2004):
Gazze şeridindeki Refah`ta İsrail askerleri Filistinlilere ait evleri yıkmaya devam etti.Enaz 40 filistinli öldürüldü.2000 yılında bölgede başlayan yıkımlarla yıkılan ev sayısıda 2.000 i aşmış oldu.
 
Refah katliamı (mayıs 2004):
İsrail, gökkuşağı  operasyonunu protesto eden Filistinli kadın ve çocuklara helikopterden 4 roket fırlattı.İsrail askerlerinin ve tanklarınında  otomatik silahlarla katıldıgı katliamda kadın ve çocukların 22 si öldü 50 si yaralandı.
 
Kana katliamı (Agustos 2006):
37’si  çocuk olmak üzere 60’tan  fazla sivil öldürüldü. Kana kasabası yerle bir edildi.BM`nin İsral`i 
kınayamadı bile.Çünkü önünde gene ABD engeli vardı.
 
 Lübnan katliamı (12 Temmuz-14Agustos 2006):
1152 ölü 3500 den fazla yaralı. Ölenlerin 400 den fazlası çocuk.
 
İsrail bu katliam esnasında ise modern dünyanın kendilerinden istediğini yaptıklarını söylüyordu.İsrail Lübnan`a  saldırısında bir savaş suçu daha işledi.Kimyasal silahlar ve misket bombaları kullandı.Savaş sonrası İsrailli subayların İsrail gazetelerine yaptıkları açıklamalara göre  Lübnan`a katliamın son on gününde 1800 misket bombası atıldı. İsraiin bölgeden çekilmesine ragmen sivil ölümleri bu bombalar yüzünden hala devam ediyor.
BM bırakın İsrailin bu katliamlarını  kınamayı kendi askerlerinin kasıtlı olarak hedef alınıp öldürülmelerini bile ABD engelinden dolayı kınayamadı.34 gün boyunca savaşı Tv lerden izledi, İsrail katliam yaparken sessizliğini sürdürdü.
İsrail saldırıları esnasında Beyrutta bulunan Amerikan Üniversitesi’nde Uluslararası İlişkiler ve İslam Tarihi uzmanı olarak görev yapan 44 yaşındaki Dr. Karen Pinto  bakın  İsrail`in Lübnan`a saldırısını nasıl anlatıyor.
 
“Daha önce de savaş görmüştüm. Ama bu çok farklı ve kötüydü. Önce uzaktan sesi duyuluyor, sonra bombaları görüyorsunuz. Tüyleri diken diken eden gürültü ve görüntüleri yaşıyorsunuz. Parkta çocuklar oynarken, sivillerin bulunduğu yerleşim alanına bombalar atılıyordu. İsrail, Lübnan saldırısında özel tip bombalar kullandı. Bu bombalar atıldığı bölgede mantar tipinde göğe doğru yükselen dev bulutlar oluşturuyordu. Orada gece ve gündüz duyduğunuz tek ses, uçak ve bomba sesleriydi. Sonra da bağırtılar. İsrail, Lübnan’a kimyasal bombalar attı. Misket, fosfor, napalm bombası ile yangına yol açan bombalar attı. Bu bombalar, Beyrut’un, Lübnan’ın birçok sivil yerleşim alanlarına atıldı. Binlerce insan bu bombalardan yandı, yaralandı.”
 
Hepsi bu kadar değil , Bu sayfalarda bulunmayan yüzlerce binlerce katliamı, insanlık suçu var İsrail’in.
 
Ramallah, Nablus, Beytlaham, Tulkerem; Kalkiliya, Rafah, Han Yunus defalarca katliamlara sahne oldu.
İsrail’in katliamları saymakla bitmez.Gazze’de her gün öldürülen birkaç Filistinli haberlere bile konu olamıyor artık.Halbuki oradaki soykırım dünyanın gözleri önünde devam ediyor.

Başlık: Ynt: TÜRKİYEYİ SOYKIRIMLA SUÇLAYANLAR! SİZ Mİ SOYKIRIMDAN BAHSEDİYORSUNUZ?
Gönderen: Üçoklu Börü Kam - 01 Ekim 2007
TÜRKİYEYİ SOYKIRIMLA SUÇLAYANLARIN SOYKIRIM SUÇLARI

ermeni hadisesinin olduğu tarihinin 50 yıl öncesi ile bu tarihin 50 yıl sonrası arasında yapılan soykırım, insanlığa karşı işlenen suçlar ve savaş suçlarından bir kısmını aşağıya alıyoruz. aslında bu liste çok uzayıp gider de, biz bir kısmını yazabiliyoruz. acaba bunlar size bir vicdan muhasebesi yaptırabilir mi bilmiyoruz..

1915 yılları sırasında diğer ülkelerde yapılmış soykırımlar, toplu katliamlar. savaş kayıpları:

Rusya:
Rus ihtilalinde 15 milyon insanın katlettiği ileri sürülmektedir. sadece Stalin döneminde kolektifleşme karşıtı oldukları için 20 milyon insan katledildi.. komünizmin yerleşmesi sürecinde de, milyonlarca insan telef oldu. bunların birçoğu Türk’tü. (1917-1991)

1.dünya harbi
1. dünya savaşı’nın neticesi, 10 milyon ölü, 20 milyon sakattır. bu savaşın sadece Avrupa’daki mali bilançosu ise 350 milyar dolarlık yıkımdır. silah sanayisinin patlama yaptığı ama milyonlarca çocuğun açlıktan can verdiği bu büyük katliam en ağır suçlardan biri olarak tarihte durmaktadır. (1914)

ABD
zencilerin, en fazla ezilen ve sömürülen ırk olduğu iyi bilinir. çok az bilinen bir şey var ki; o da zencilerin 1861-65 ABD iç savaşının ardından yasal planda kölelikten kurtuluşundan 65 yıl sonra 1889-1919 yıllarında hala, en zalim ve en dehşet verici linç geleneğine katlanmak zorunda kalmalarıdır. bu süre içinde aralarında 51 kadın ve kızın ve birinci dünya savaşına katılmış olan 10 askerin de bulunduğu 2,600 zenci linç edilmiştir. 1919'da linç edilen 78 zenciden 11'i diri diri yakılmış, 3'ü öldürüldükten sonra yakılmış, 31'i vurulmuş, 3'ü işkenceyle öldürülmüş, 1'i parçalanmış, 1'i boğulmuş ve 11'i değişik biçimlerde öldürülmüştür. listenin başını 22 kurbanla Georgia çekmekte, onu Missisippi 12 kurbanla izlemektedir. her ikisi de 3'er asker linç etmiş olmakla övünmektedirler. canlı olarak yakılan 11 kurbandan 4'ü ilk eyalete ve 2'si ikinci eyalete aittir. sistemli, önceden tasarlanmış ve örgütlenmiş 34 linç olayında birinci yeri gene 5 kurbanla Georgia işgal etmekte, onu 3 kurbanla Mississippi izlemektedir. 1920'de 50 linç olayı ve 1923'de 28 linç olayı yaşanmıştır
26 haziran 1919'da New Orleans states gazetesi, ilk sayfasını boydan boya kaplayan ve 13 cm. yüksekliğinde harflerden oluşan bir manşetinde şöyle diyordu: "bugün bir zenci 3,000 yurttaş tarafından yakılacak." aynı gün yayımlanan jackson daily news gazetesinin ilk sayfasının ilk iki sütununda büyük harflerle şunlar yazılmıştı: "zenci j. h. bugün öğleden sonra saat 5'te kitle tarafından yakılacak."
"bu akşam saat 7:40'ta j. h. kızgın demir çubukla işkence gördükten sonra yakıldı... 2,000'den fazla insan... çok sayıda kadın ve çocuk yakma eylemi sırasında oradaydılar.... zenci, elleri arkadan bağlandıktan sonra tutuşturuldu.
(chattanooga times, 13şubat1918)
"...bütün toplumsal sınıflardan erkekler, kadınlar ve çocuklar oradaydı. yüksek sosyeteden bir çok hanımefendi kalabalığı cezaevinin dışından izliyordu. diğer bir çok kişi ise olup bitenleri bitişikteki terastan... zencinin cesedi düştüğünde çok sayıda insan, onun asıldığı ipin parçalarını almak için hırsla birbiriyle çekişti.(vicksburg evening post, 4 mayıs 1919)
yalnızca zenciler değil, "tom amcanın kulübesi" adlı kitabın yazarı bn. harriet beecher stowe gibi onları savunmaya cüret eden beyazlar da kötü davranışlara hedef oldular. elijah lovejoy bu yüzden öldürülürken, john brown asıldı. thomas beach ve stephen foster baskı gördüler, saldırıya uğradılar ve cezaevine kondular. içlerinde 11 kadının da bulunduğu 708 beyaz da zencileri savunduğu için linç edildi.

İngiltere
sömürgeciliğin büyük örneği şimdilerde eski gücünü yitirmiş gibi görünse de Hindistan’dan güney Afrika’ya dünyanın dört bir yanında sayısız katliama ve soyguna imza atmıştır. yüz yıldır İngiltere’nin işgali altında olan İrlanda’nın işgaline karşı 1916’da mücadele etmeye başlayan ira kurucusu James conolly ve 12 arkadaşının kurşuna dizilmesinden sonra yüzlerce İrlandalı katledilmiştir. ölüm oruçlarında yaşamını yitiren bobby sands ve dokuz arkadaşının da dahil olduğu 3 binden fazla kişi öldürüldü.

Güney Amerika
Kızılderili uygarlıklarının yok edilmesi, dünya tarihinin en trajik olayıdır. açgözlü İspanyol ve Portekiz sömürgeciliğinin güney Amerika’daki katliamlarının kesin rakamlarını tahmin edebilmek bile mümkün değildir. sayıları milyonlarla ifade edilen Az-tek ve İnka halklarının korkunç katliamlarla yok edilmesinin ötesinde sömürgecilerin yerlilerden gasp ettiği maden ve altın stoklarının da miktarı tam olarak bilinmemektedir.
dikkat edilirse görüleceği üzere; yapılan bu zulüm, işkence ve soykırımlar; ermeni olaylarının olduğu (1915) yılları ile ayni zamana rastlamaktadır. niçin bu olayları nazara almıyorlar ?
ABD ve Avrupa devletleri bizdeki olaylarla ilgili karar alma hakkını kendilerinde görebiliyorlarsa; müzeler, anıtlar açabiliyorlarsa, bizim parlamentomuzun da bu masumları hatırlatacak ve o ülkeleri kınayacak kararlar alması gerekmez mi ? bizim bir profesörümüz hakkında dava açabilenlere karşı bizim de “zenci müzesi”, “Kızılderili heykeli” kurmamız gerekmez mi ?
biz bundan çekindikçe onlar üzerimize daha çok geleceklerdir.
aşağıya, bazı soykırım, insanlığa karşı işlenen suçlar ve savaş suçlarından örnekleri alıyoruz. görüleceği üzere, Avrupa’nın da ABD den aşağı tarafı yoktur.
Başlık: Ynt: TÜRKİYEYİ SOYKIRIMLA SUÇLAYANLAR! SİZ Mİ SOYKIRIMDAN BAHSEDİYORSUNUZ?
Gönderen: Üçoklu Börü Kam - 01 Ekim 2007
1915 den önceki 50 yıl içinde yapılmış soykırımlar : (1865-1915)

Rusya
1877–78 Osmanlı–Rus savaşından sonra 500.000’den fazla insan Rus ve Bulgarlar tarafından katledilmiş idi. 1.250.000 kadarı da yerinden yurdundan ayrılarak göç etmek zorunda kaldı. aynı yıllarda Bosna’da da büyük katliamlar yapıldı

Kızılderililer

ABD, keşfinden sonra (1492) kuzey Amerika topraklarında yaşayan bütün yerli Kızılderililerin % 95’ı yok edilmiştir. 24 eylül 1863 yılında winona dayly republican gazetesindeki ilanda: “getirilen her ölü Kızılderili için 200 $ ödül” vaat edilmekteydi.
ABD’lin keşfi esnasında 27 milyon olan Kızılderili nüfusu, 1892’de ancak 1,5 milyona düşmüştü. Theodore Roosevelt şöyle diyordu: “en iyi Kızılderilicin ölü Kızılderili olduğunu söyleyecek kadar ileri gitmeyeceğim. ama onda dokuzunun ölü olması gerektiğine inanıyorum. bunların sebebini de soruşturma niyetinde pek değilim.”
amerikan demokrasisi denilen şey, böylece yaklaşık 25 milyon yerlinin katledilmesi üzerine kuruldu. İngilizlerin Hindistan’dan çekilmesine kadar 1 milyon’dan fazla Hindu’yu ve Müslümanı öldürdüğünü herkes biliyor. (1857-1906)

Nikaragua
1885’te Amerikalı korsan Walker’in bölgeyi işgal girişimi oldu.1894’ten sonra ise artık Nikaragua bir ABD eyaleti gibi oldu. bütün zenginlikleri ABD tarafından denetleniyor ve oradan yönetiliyordu. 1926’da sandino’nun önderliğinde başlayan direniş, sandino’nun kamplarının basılarak 300 kişinin kurşuna dizilmesi ve kendisinin katledilmesine kadar sürdü. daha sonra somoza’nın diktatörlüğü başladı. somoza, ülkeyi 1979’da iktidardan alınana kadar kan ve dehşetle yönetti. bu süreçte kurulan sandinist ulusal kurtuluş cephesi (fsln)’ye karşı yapılan operasyonlarda binlerce yoksul köylü öldürüldü. 1985’e kadar geçen sürede miami’de örgütlenen kontra çetelerinin saldırılarında 11.000 Nikaragualı yaşamını yitirdi, ülke ekonomisi de sabotajlarla mahvedildi

Cezayir

1830’da Fransa işgaliyle başlayan acılar Cezayir halkının yakasını hiç bırakmadı. petrol ve maden yataklarıyla bütün emperyalistlerin iştahını kabartan Cezayir, 1832-39 arasında Abdülkadir Cezayiri önderliğinde ilk direnişine başladı. yedi yıl içersinde binlerce ölü, sömürgeciliğin Cezayir’e armağanıydı. daha sonra, sadece 1945’teki sedif ayaklanmasında 45.000 ölü sayılabildi. 1954’te bağımsızlık hareketi yeniden başladığında bu kez sahnede Fransız istihbarat örgütü oas’ın işkence haneleri ve suikastları vardı. 1954-1962 arasındaki tablo korkunçtu: 1.5 milyon ölü, 2 milyon 800 bin tutsak... bağımsızlıktan sonra ise kontra örgütler arasındaki iç savaş 100.000 Cezayirlinin canına mal oldu.

Başlık: Ynt: TÜRKİYEYİ SOYKIRIMLA SUÇLAYANLAR! SİZ Mİ SOYKIRIMDAN BAHSEDİYORSUNUZ?
Gönderen: Üçoklu Börü Kam - 01 Ekim 2007
1915 den sonraki 50 yıl içinde yapılmış soykırımlar: (1915-1965)

2.dünya harbi
2. dünya savaşı esnasında "Almanlarla işbirliği yaptılar" uydurmasıyla birçok Azerbaycan Türkü, ya öldürdüler ya da yerlerinden alınarak Sibirya’ya sürgüne gönderildiler. kırım’daki 6 – 7 milyon Türk tamamen yok edildi.. şu anda da Çeçenistan’da ki taş üstünde taş bırakılmamaktadır. 5 – 6 milyonluk Çeçenistan’ın 7 – 8 yıl önceki savaşlarda yarısı yok edildi. ikinci yarısı da şimdi yok edilmektedir. dünyanın gıkı bile çıkmıyor..

2. dünya savaşı ise birincisinin çok çok üzerinde bir kanlı katliamdır. can kaybı olarak bilançosu tahminen 66 milyon insanın ölümüdür. yalnız Sovyetler 11 milyonu asker olmak üzere toplam 27 milyon insan kaybetti. (1945) bu savaşta Polonya’nın insan kaybı, 5 milyon 800 bin, Almanya’nınki ise 4 milyon civarındadır. Japonya’nın kaybı ise 2 milyon insandır, ki bu katliamın önemli bölümü atom bombasının atıldığı Hiroşima ve Nagasaki’de gerçekleşmiştir.

Rusya
2. dünya savaşı esnasında "Almanlarla işbirliği yaptılar" uydurmasıyla birçok Azerbaycan Türkü, ya öldürdüler ya da yerlerinden alınarak Sibirya’ya sürgüne gönderildiler. kırım’daki 6 – 7 milyon Türk tamamen yok edildi.. şu anda da Çeçenistan’daki taş üstünde taş bırakılmamaktadır. 5 – 6 milyonluk Çeçenistan’ın 7 – 8 yıl önceki savaşlarda yarısı yok edildi. ikinci yarısı da şimdi yok edilmektedir. dünyanın gıkı bile çıkmıyor..

İspanya

alman ve İtalyan’nın desteğiyle 1936’da ayaklanan general franko 1939’ mart ayında Madrid’i ele geçirdiğinde bir milyondan fazla insanın kanına girmişti bile. guernica katliamı gibi onlarca katliama imza atarak iktidara gelen franko’nun en büyük desteği ise ABD’ydi.

İtalya

1943 yılında devrilene kadar mussolinin Afrika’daki katliamları ile tarihe geçmiştir. mussolinin gladio’su Avrupa’nın en kanlı devlet terörü örgütlerinden biri oldu. bu örgüt, yüzlerce cinayete imza atmış, birçok ülkede neo-nazi çetelerin kurulmasına yardım etmiştir.

Yunanistan
Yunanistan’da 1947’de “ABD yardım etmezse Yunanistan komünistlerin eline geçenek” diyerek başlayan büyük katliam süresince 50 binden fazla komünist öldürüldü. iç savaşın tamamında ise 185 bin partizan ölürken, açlıktan ölenlerin sayısı 260 bindi. böylece, Yunanistan’ın nüfusunun % 10 katledilmişti; 1960’larda albaylar cuntası da katliam konusunu devam ettirmiştir. daha sonra, Kıbrıs da yapılmak istenen katliam ise, “Kıbrıs barış harekatı” ile Türk ordusu tarafından engellendi.

Fransa
sömürgelerinde uyguladığı katliamlarda ölen milyonlarca insanın yanında, Vietnam’a kan kusturan, Cezayir’i kana bulayan Fransa, 1968’lerdeki gösterilerde kendi halkına karşı da acımasız davranmış, Paris sokaklarında kendi vatandaşının kanını akıtmıştır. Fransa bugün hâlâ Afrika ve Uzakdoğu’dan elini çekmiş değildir.

El Salvador

Latin Amerika’nın cinayetler ülkesi olarak ün yaptığı El Salvador 1931-1944 yerli ayaklanmaları sırasında 15.000 binden fazla insanı katletmiş 70’li yıllarda tam bir kıyım makinesi olarak iş görmüşlerdir. özellikle 1979 yılından sonra cia tarafından arena partisiyle birlikte oluşturulan ölüm mangaları, toplam 70.000 kişiyi katletmiştir. öyle ki, sadece 1981’de ölüm mangaları içlerinde rahiplerin de bulunduğu 12.000 kişiyi öldürdüler.

Guatemala

1931’de köylü katliamlarıyla (30.000 ölü) tarihe geçen Guatemala’nın ABD tekellerinin desteğiyle toparlanan paralı askerler ve ABD li yeşil berelilerinin yaptığı müdahaleden bu yana toplam 200.000 den fazla insan katledildi. sadece 1986 yılı içersinde öldürülen işçi, köylü sayısı 18.000 dir.

Kore
1950’de başlatılan abd-güney kore harekâtı sona erdiğinde savaştan önce 100 bin ölü veren kore 200 bin insanını daha kaybetmişti. üstelik ülkeye ordularını gönderen ülkeler de birçok kayıplar verdiler.

Filistin
1947’de kurulan israil devletinde filistinliler sürgün edilirken, israil abd toplam dış yardımının neredeyse yarısını alıyordu. böylece israil, 58 yılı aşkın bir süredir onlarca katliama imza atmış bir “terör devleti” olarak varlığını sürdürmektedir. ama aslında filistinli katliamları israil’den de önce başlamıştır. bunun en büyüğü 1936 yılında ingiliz yönetimi sırasındaki genel grevde olmuştu. 1939 yılında ayaklanma bastırıldığında binlerce filistinli öldü. ürdün kralı’nın 19 eylül 1970’de yaptığı katliam ise “kara eylül” diye bilinir. filistin kamplarını yoğun top ateşine tutan ürdün, bu kıyımda binlerce filistinliyi öldürmüştü. israil katliamlarının en büyüklerinden birkaçı, ocak 1976, haziran 1976’daki tel zaatar karantina göçmen kampları katliamı ve 17 eylül 1981’deki sabra ve şatila "göçmen kampları"ndaki katliamlardır. israil’in 1982’deki lübnan işgalinin bilançosu ise 17 bin 500 ölüdür.

İran
1953’te petrolleri ulusallaştırmak isteyen musaddık’ı askeri darbeyle deviren cia, iran halkının başına şah rıza’yı getirdiğinde bir katliamlar döneminin de kapısı açılmıştı. yaklaşık 10 bin abd’li danışmanın ve cia nın ortadoğo merkezinin bulunduğu iran, şah döneminde onbinlerce kişi öldürüldü. bölge petrolünü elinde tutmak isteyen abd, şah’ın işkence hanelerine en büyük desteği verdi. 1979’da şah, 20 milyar dolarlık varlığıyla abd’ye kaçtığında geride bir harabe kalmıştı

Vietnam

yüzyılın başından beri devam eden ve önce fransızları, sonra da dünyanın en büyük ordusuyla üstlerine gelen abd yı hezimete uğratan vietnam, bütün bu savaşlar boyunca akıl almaz kıyımlara uğradı. 500 binlik abd ordusu ve birbuçuk milyonluk güney vietnam ordusu, bütün teknolojik olanaklarına karşın vietnam halkını yenemeyince büyük bir soykırıma başvurdular yıllarca süren tarihin en büyük hava bombardımanında vietnam’ın vurulmadık tek bir metrekare alanı bırakılmadı. 1963-1973 arasında öldürülen sivil sayısı 1.500.000 in üstündedir

Güney Afrika
bölgedeki en kanlı diktatörlük olan ırkçı güney afrika’nın işlediği suçların hesabı bile tutulamaz. nüfusun %90’ı olan afrikalı-siyahlar yıllar boyunca neredeyse kölelik koşullarında elmas madenlerinde çalıştırıldı. siyahlar her ayaklanma girişimlerinde vahşi katliamlarla karşılaştılar. mücadele boyunca yüzlerce kişiyi katleden ırkçı rejim, nelson mandela’yı da 27 yıl hapiste tuttu. başlıcaları soweto ve sharpeville’de gerçekleşen onlarca katliamda sayısız çocuk, kadın ve sivilin kanına giren ırkçı rejim, yönetiminin son anına dek abd ve nato’dan tam destek aldı.

Japonya

japonya’da 1920–1945 arasında çeşitli soykırımlar yapılmış, çinli, koreli, filistinli, endonezyalı ve dirmanyalı olan insanlar katliamlara tâbi tutulmuşlar. anbao tepesi olayı–kara güneş 731 projesi. meşhur soykırımlardır..


Ayrıca, yakın tarihimizde yapılmakta olan soykırımlar, savaş suçları ortaya konulmuyor. ırak’ta Türkmenlere karşı yapılanlar; Bosna’da 250.000 kişinin kanına giren Sırplar, Cezayir’deki katliamlar ve diğer ülkelerdeki zulümler hep abd veya Avrupalıların destek ve teşviki ile, onların işbirlikçileri tarafından yapılmaktadır.

Başlık: Ynt: TÜRKİYEYİ SOYKIRIMLA SUÇLAYANLAR! SİZ Mİ SOYKIRIMDAN BAHSEDİYORSUNUZ?
Gönderen: Üçoklu Börü Kam - 01 Ekim 2007
TARİHTE TÜRKLERE KARŞI YAPILAN SOYKIRIMLAR

Tarih Türklere karşı yapılan soykırımlarla doludur.
Biz Türkler ağıt yakmayı bilmediğimiz (veya bunu yapmadığımız için) hiçbir zaman bize karsı yapılan soykırımları, zulümleri pek tarih hafızamıza kazımamış, çabuk unutmuşuz.
Oysa Türklerin batı’da Viyana’dan doğuda ise Kafkaslardan çekilmeye başlamaları onların hep soykırıma uğradıkları hadiselerle doludur.
Viyana’da, Bosna’da, Mora'da, Tri Police'de Balkanların diğer bölgelerinde; yakın tarihimizde Bosna’da soykırıma uğrayan hep biz Türkler olmuşuzdur.
Diğer taraftan Kafkaslara baktığımızda yine son iki yüzyılın tarih sayfasının hep Türklere karsı yapılan soykırımlarla dolu olduğunu göstermektedir.
Bunun en yakını ve hala hafızalardaki yerini koruyanı ise Hocalı  soykırımıdır.

Kör dünya bunları görmedi, görmek istemedi. Çünkü bu vahşetin kurbanları Türk'tü...
Şehit olmuş bütün soydaşlarıma Tanrı'dan rahmet dilerim.
Mekanları uçmak olsun!

TÜRK IRKI SAĞOLSUN!!!

TTK.

Başlık: Ynt: TÜRKİYEYİ SOYKIRIMLA SUÇLAYANLAR! SİZ Mİ SOYKIRIMDAN BAHSEDİYORSUNUZ?
Gönderen: Üçoklu Börü Kam - 01 Ekim 2007
Ermeni çetelerin 1906-1922 yılları arasında yaptıkları baskın ve taarruzlar.

İl il, ilçe ilçe, köy köy liste

Başbakanlık devlet arşivleri genel müdürlüğü'ndeki belgeler, ermeni çetelerin 1906-1922 yılları arasında yaptıkları baskın ve taarruzlarla çok sayıda kadın ve çocuğun da aralarında bulunduğu binlerce Türk'ü katlettiğini ortaya koyuyor. belgeler, çetelerin bazı katliamlarda birden fazla köy halkını tamamen yok ettiğini de kanıtlıyor.

1906-1922 yılları arasında Anadolu’da ermeniler tarafından Türklere uygulanan ve kesin ölü sayısı belirlenemeyen katliamlar şunlar:

11 şubat 1906 revan (25 köyde yangın ve katliam sonucu öldürülenler)

17 aralık 1914 Eleşkirt (köylerde yapılan saldırıda öldürülenler)

1915 Elazığ (köylere yapılan saldırıda öldürülenler)

1915 hizan (Hizan’a bağlı köylerde katliamlarda öldürülenler)

1915 Van (köylerde yapılan katliamda öldürülenler, 5 bin 200 kişiden fazla)

ocak 1915 Muş (köylerde yapılan katliamda öldürülenler, 2 köy halkı)

şubat 1915 şatak (9 köyün tamamen yok edilmesi)
9 mayıs 1915 Bitlis (hot köyü ahalisinin tamamen imhası)

9 mayıs 1915 Bitlis (muhacirlerin kılıçtan geçirilmesi sırasında ölenler)

haziran 1915 Bitlis (köylere yapılan saldırıda öldürülenler, 100 hane)

mayıs 1915 Van (köylere yapılan saldırıda öldürülenler)

11 mayıs 1915 Trabzon (sürmene, of, yomra civar köylerinde öldürülenler)

11 haziran 1915 Van (iki köyde 180 hane halkının katledilmesi)

ağustos 1915 Gevaş (köylerdeki ahaliden öldürülenler)

aralık 1915 muş (köylerde kadınlara yapılan katliamda öldürülenler)

10 haziran 1915 Maçka (çetelerin Maçka’yı istilası sırasında öldürülenler)

22 mayıs 1916 Van (tahliye esnasında katledilenler)

23 mayıs 1916 Van (erçek ve havasor nahiyelerinin yüzde 70'i)

11 haziran 1916 Bitlis (işgal sırasındaki olaylarda ölenler)
11 haziran 1916 Van (tımar nahiyesi köylerindeki olaylarda ölenler)

11 haziran 1916 Başkale (ahaliye karşı yapılan katliamda öldürülenler)

23 mayıs 1916 Hınıs (köylerde yapılan katliamda öldürülenler)

3 haziran 1916 Diyarbakır (haber alınamayan memurlar, 55 kişi)

mayıs 1916 Tercan (köylerde yapılan katliamda öldürülenler, 30 köy)

1918 Tekman (iki köy ahalisinin katledilmesi)

1919 Kars-Sarıkamış (baskınla katliam sırasında öldürülenler)

1919 Kars-Sarıkamış (baskınla katliam sırasında öldürülenler, 1 köy)

1919 Kars-Sarıkamış (gençlerin kaybolması)

1919 Kars civarı (süngü ve kurşunla öldürülenler ile yakılarak öldürülenler, birkaç çadır)

25 ocak 1919 Ardahan (çullu köyünde genç erkeklerin öldürülmesi)

şubat 1919 Iğdır (görüllü'de işkenceyle öldürülenler, yüzlerce)
mart 1919 Kars civarı (muhtelif işkencelerle öldürülenler, 85 hane)

mart 1919 Sarıkamış (koçak'ta bir köyün tamamen yok edilmesi)

temmuz 1919 Artvin (taarruz ve tecavüzle öldürülenler)

temmuz 1919 Bayezid (kadın ve çocukların katli)

ağustos 1919 Nahçıvan (cesetleri Aras'a atılanlar, 3 köy ahalisi)

8 temmuz 1919 gülantab (2 köye saldırıda öldürülenler)

12 temmuz 1919 Kars (yoldaki bir ailenin katli)

16 temmuz 1919 büyük vedi (ahalinin katledilmesi)

25 temmuz 1919 gümrü (karakilise köyünün yağmasında öldürülenler)

15 ağustos 1919 Erzurum (katliam sonucu öldürülen 30 hane)

12 temmuz 1919 Kars (işkenceyle öldürülen iki aile)

12 ağustos 1919 Kars (aşağıkoturlu köyünün tamamının katledilmesi)
12 ağustos 1919 Kars (karakoyu'nda erkeklerin tamamının öldürülmesi)

12 ağustos 1919 Kars (top ve makineli tüfekli saldırıda öldürülenler)

18 ağustos 1922 Kars (tavus gölü’nde bütün erkeklerin öldürülmesi)

31 ağustos 1919 Sarıkamış (karahamza'ya taarruzda öldürülenler)

31 ağustos 1919 Kağızman (kasaba eşrafının kaçırılması)

18 ağustos 1919 Kağızman (camiye kapatılarak katledilenler)

eylül 1919 karaurgan (köylere taarruz sırasında öldürülenler)

14 eylül 1919 Kars, Sarıkamış (köylere yapılan taarruz ve çatışmada öldürülenler)

1920 şuragel (25 köy ahalisinin öldürülmesi)

1920 Kars civarı (muhtelif köylerde öldürülenler)

3 mart 1920 kozan (tecavüz edilerek ve boğazlanarak öldürülenler)

9 mart 1920 zaruşad (köylerde baskın ve işkence sırasında öldürülenler)
16 mart 1920 Kağızman (top ve makineli tüfekle öldürülenler)

24 mayıs 1920 Kars civarı (köylerde baskın ve işkence sırasında öldürülenler)

24 mayıs 1920 Kars civarı (çeçal köyüne saldırı sırasında öldürülenler)

27 temmuz 1920 Oltu-göle (altı köye saldırı sırasında öldürülenler, tüm erkekler)

3 aralık 1920 Kars (zorla göç sırasında öldürülenler)

kasım 1920 Erivan-Kars (köylere yapılan taarruzda

Başlık: Ynt: TÜRKİYEYİ SOYKIRIMLA SUÇLAYANLAR! SİZ Mİ SOYKIRIMDAN BAHSEDİYORSUNUZ?
Gönderen: Üçoklu Börü Kam - 01 Ekim 2007
1910-1922 yılları arasında ermeni çetelerin yaptığı katliamlar:

Tarih ve yerleri ile katledilen Türk sayısı şöyle:

1910 muş (10 ölü),
21 şubat 1914 Kars-Ardahan (30 bin ölü),
915 Van (44 ölü),
1915 Van (150 ölü),
1915 Bitlis (16 bin ölü),
1915 muş (80 ölü),
1915 Bitlis-hizan (113 ölü),
1915 Van (5 bin 200 ölü),
şubat 1915 has kay (200 ölü),
şubat 1915 dudak (3 ölü),
nisan 1915 Bitlis (29 ölü),
nisan 1915 Muradiye (10 bin ölü),
nisan 1915 Van (120 ölü),
mayıs 1915 Van (20 bin ölü),
temmuz 1915 muş-akçan (19 ölü),
ağustos 1915 Müküs (126 ölü),
9 mayıs 1915 Bitlis (40 bin ölü),
9 mayıs 1915 Bitlis (123 ölü),
15 ocak 1916 terme (9 ölü),
1 nisan 1916 Van-Reşadiye (15 ölü),
mayıs 1916 muş (500 ölü),
8 mayıs 1916 Van-Tatvan (bin 600 ölü),
8 mayıs 1916 Bitlis (10 bin ölü),
8 mayıs 1916 Pasinler (2 bin ölü),
8 mayıs 1916 Tercan (563 ölü),
11 mayıs 1916 Van (44 bin 233 ölü),
11 mayıs 1916 Malazgirt (20 bin ölü),
11 mayıs 1916 Bitlis (12 ölü),
22 mayıs 1916 Van (bin ölü),
22 mayıs 1916 köprü köy-Van (200 ölü),
22 mayıs 1916 Van (15 bin ölü),
22 mayıs 1916 Van (8 ölü),
22 mayıs 1916 Van (8 bin ölü),
22 mayıs 1916 Van (80 bin ölü),
22 mayıs 1916 Van (15 bin ölü),
23 mayıs 1916 of (5 ölü),
23 mayıs 1916 Trabzon (2 bin 86 ölü),
23 mayıs 1916 Van (3 yüz ölü),
25 mayıs 1916 Bayezid (14 bin ölü),
haziran 1916 Van-Abbasağa (14 ölü),
haziran 1916 Edremit-vastan (15 bin ölü),
6 haziran 1916 şatak-şerir (45 ölü),
6 haziran 1916 Şatak (bin 150 ölü),
7 haziran 1916 Müküs-Serhan (121 ölü),
14 ağustos 1916 Bitlis (311 ölü),
1919 Sarıkamış (9 ölü),
1919 tiksin-Ağadeve (5 ölü),
1919 Nahçivan (4 bin ölü),
6 ocak 1919 Zaruşat (86 ölü),
21 ocak 1919 Kilis (2 ölü),
22 ocak 1919 Antep (1 ölü),
25 ocak 1919 Kars (9 ölü),
26 şubat 1919 Adana - Pozantı (4 ölü),
18 mayıs 1919 Osmaniye (1 ölü),
13 haziran 1919 Pasinler (3 ölü),
3 haziran 1919 Iğdır (8 ölü),
temmuz 1919 Sarıkamış (803 ölü),
temmuz 1919 kuru dere (8 ölü),
temmuz 1919 Sarıkamış (695 ölü),
4 temmuz 1919 Akçakale (180 ölü),
5 temmuz 1919 Kağızman (4 ölü),
1 nisan 1916 Van-Reşadiye (15 ölü),
mayıs 1916 muş (500 ölü),
8 mayıs 1916 Van-Tatvan (bin 600 ölü),
8 mayıs 1916 Bitlis (10 bin ölü),
8 mayıs 1916 Pasinler (2 bin ölü),
8 mayıs 1916 Tercan (563 ölü),
11 mayıs 1916 Van (44 bin 233 ölü),
11 mayıs 1916 Malazgirt (20 bin ölü),
11 mayıs 1916 Bitlis (12 ölü),
22 mayıs 1916 Van (bin ölü),
22 mayıs 1916 köprü köy-Van (200 ölü),
22 mayıs 1916 Van (15 bin ölü),
22 mayıs 1916 Van (8 ölü),
22 mayıs 1916 Van (8 bin ölü),
22 mayıs 1916 Van (80 bin ölü),
22 mayıs 1916 Van (15 bin ölü),
23 mayıs 1916 Of (5 ölü),
23 mayıs 1916 Trabzon (2 bin 86 ölü),
23 mayıs 1916 Van (3 yüz ölü),
25 mayıs 1916 Bayezid (14 bin ölü),
haziran 1916 Van-Abbasağa (14 ölü),
haziran 1916 Edremit-Vastan (15 bin ölü),
6 haziran 1916 Şatak-Serir (45 ölü),
6 haziran 1916 şatak (bin 150 ölü),
7 haziran 1916 müküs-Serhan (121 ölü),
14 ağustos 1916 Bitlis (311 ölü),
1919 Sarıkamış (9 ölü),
1919 tiksin-ağa deve (5 ölü),
1919 Nahçivan (4 bin ölü),
6 ocak 1919 Zaruşat (86 ölü),
21 ocak 1919 Kilis (2 ölü),
22 ocak 1919 Anten (1 ölü),
25 ocak 1919 Kars (9 ölü),
26 şubat 1919 Adana - Pozantı (4 ölü),
18 mayıs 1919 Osmaniye (1 ölü),
13 haziran 1919 Pasinler (3 ölü),
3 haziran 1919 Iğdır (8 ölü),
temmuz 1919 Sarıkamış (803 ölü),
temmuz 1919 Kurudere (8 ölü),
temmuz 1919 Sarıkamış (695 ölü),
4 temmuz 1919 Akçakale (180 ölü),
5 temmuz 1919 Kağızman (4 ölü),
1 şubat 1920 zaruşat (2 bin 150 ölü),
2 şubat 1920 şuregel (bin 150 ölü),
10 şubat 1920 çıldır (100 ölü),
28 şubat 1920 Pozantı (40 ölü),
9 mart 1920 zaruşat (400 ölü),
9 mart 1920 zaruşat (120 ölü),
16 mart 1920 Kağızman (720 ölü),
22 mart 1920 şuregel-zaruşat (2 bin ölü),
6 nisan 1920 gümrü (500 ölü),
28 nisan 1920 Kars (2 ölü),
5 mayıs 1920 Kars (bin 774 ölü),
22 mayıs 1920 Kars (10 ölü),
2 temmuz 1920 Kars-Erzurum (408 ölü),
2 temmuz 1920 zengebasar (bin 500 ölü),
27 temmuz 1920 Erzurum (69 ölü),
mayıs 1920 Kars-Erzurum (27 ölü),
ağustos 1920 Oltu (650 ölü),
ağustos 1920 Kars-Erzurum (18 ölü),
15 ekim 1920 Bayburt (bin 387 ölü),
20 ekim 1920 göle (100 ölü),
17 ekim 1920 Pasinler (9 bin 287 ölü),
18 ekim 1920 tortum (3 bin 700 ölü),
19 ekim 1920 Erzurum (8 bin 439 ölü),
26 ekim 1920 Kars civarı (10 bin 693),
ekim 1920 Aşkale (889 ölü),
1 aralık 1920 kosor (69 ölü),
3 aralık 1920 göle (508 ölü),
4 aralık 1920 kosor (122 ölü),
4 aralık 1920 Kars-zeytun (28 ölü),
4 aralık 1920 Sarıkamış (bin 975 ölü),
6 aralık 1920 göle (194 ölü),
7 aralık 1920 Kars-digor (14 bin 620 ölü),
14 aralık 1920 Sarıkamış (5 bin 337 ölü),
29 kasım 1920 zaruşat (bin 26 ölü),
aralık 1920 Erivan (192 ölü),
1921 Nahçivan (12 ölü),
1921 Bayburt (580 ölü),
1921 Arpaçay (148 ölü),
1921 Kara kilise (6 bin ölü),
1921 Karakilise ( 6 bin ölü),
şubat 1921 zenibasar (18 ölü),
21 kasım 1921 Pasinler (53 ölü),
21 kasım 1921 Erzurum (bin 215 ölü),
1918 Hınıs (870 ölü),
1918 Tercan (580 ölü),
mart 1922 Maraş (4 ölü).

Başlık: Ynt: TÜRKİYEYİ SOYKIRIMLA SUÇLAYANLAR! SİZ Mİ SOYKIRIMDAN BAHSEDİYORSUNUZ?
Gönderen: Üçoklu Börü Kam - 01 Ekim 2007
Hocalı soykırımı

Ermenistan silahlı kuvvetleri 1992 yılının 25 şubatı 26 şubata bağlayan gecede bölgedeki 366. alayın da desteği ile önce giriş ve çıkısını kapadığı hocalı köyünde sivil, kadın, çocuk, yaslı ayırımı yapmadan resmi rakamlara göre 613 kişiyi katletmişlerdir.
katledilenlerin 83'u çocuk, 106'si kadın ve 7'ten fazlası ise yaslıydı.
normalde en şiddetli savaşlarda dahi savaş dışında tutulan, dokunulmayan bu kesime Ermeniler yaslı, kadın ve çocuk demeden çok acımasız işkenceler yaparak katletmiştir.
bu katliamdan toplam 487 kişi ağır yaralı olarak kurtulmuştur.
1275 kişi ise rehin alinmiş ve 150 kişi ise kaybolmuştur.
cesetler üzerinde yapılan incelemelerde cesetlerin birçoğunun yakıldığı, gözlerinin oyulduğu, kulakları, burunları ve kafaları ile vücutlarının çeşitli uzuvlarının kesildiği görülmüştür.
ayni vahşetten hamile kadınlar ve çocuklar bile nasibini almıştır.


İşte ermeninin vahşet tablosu ve soykırımın belgesi!..

Hocalı soykırımı sonrası cesetler üzerinden yapılan incelemelerden, doktor raporlarına (otopsi) gecen, bazı ölüm vakaları:

*orucov telinan enveroglu: kafa derisi yüzülmüş,

*abdulov yelmar enveroglu: kafa derisi yüzülmüş,

*aliekberov tevekkul iskenderoglu: nahcivanik yolunda kursun
yarası ile olmuş, cesedi üstünde 10 bıçak darbesi var.

*hasanova fitat ehedkizi: tecavüz edilmiş, gözleri çıkarılmış.

*hasanova gulcohre yakupkizi: göğüs kafesinden ve karnından kursun yarası almıştır. sol eli bilekten kesilmiştir.

*hasanov sohlet usuboglu: göğüs kafesinden kursun yarası, üst tarafının kesilmiş olduğu görülmüştür.

*selimov bahadir mikayiloglu: nahcivanik yolunda yakılmış, cinsi uzvu kesilmiş, gözleri çıkarılmıştır.

*abisov ali abduloglu: ezici aletle vurulmuş, kemiklerinin çoğu kırılmış.

*aslanov ikbal kuluoglu: cinsi uzuvları kesilmiş, yakılmış.

*sahip: cesedi üstünden tank geçmiş

*nuraliyeva dilara orucgizi: gözleri ve göğüsleri kesilerek götürülmüş.

*abbasov taleh umidvaroglu: öldürüldükten sonra kulağı kesilmiş.

*abisova meruze muhammedkizi: gözleri çıkarılmış, göğüs uçları ve burnu kesilmiştir.

*kerimov sarman sultanoglu: katledildikten sonra gözleri çıkarılmış, sise ile işkence edilmiştir.

*kerimova firengul muhammedkizi: bedeni tam doğranmış, gözleri çıkarılmış, kulakları ve göğüsleri kesilmiştir.

*kerimov frunz salmanoglu: diri diri yakılmıştır.

*selimov araz bahaduroglu: yaralı halde yakalanmış, küçük çocuğunun gözleri önünde dövülerek öldürülmüştür

*huseyinov allahverdi kuluoglu: 88 yakılarak öldürülmüştür.

*imam agyar salmanoglu: üç yasındaki bu çocuk Ermenilerce yakılarak oldurulmuştur.

*bedelov tevfik: cesedi üzerinde vahşi uygulamalar yapan Ermeniler, kulaklarını kesmiş ve gözlerini çıkarmışlardır.

*ferzeliyev canan binnetoglu: yakılmıştır.

*mehmedova tamara selimkizi: gözleri çıkarılıp, göğüsleri kesilerek öldürülmüştür.

*nuriyev hafiz yusufoglu: elleri telle bağlanarak kafası kesilmiştir.

*bilinmeyen kisi: ,başı ve üst dudağı kesilmiştir.

*bilinmeyen kişi: kafa derisi yüzülmüştür.


Gerçek soykırımcılar kim ?
Başlık: Ynt: TÜRKİYEYİ SOYKIRIMLA SUÇLAYANLAR! SİZ Mİ SOYKIRIMDAN BAHSEDİYORSUNUZ?
Gönderen: Üçoklu Börü Kam - 01 Ekim 2007
ŞEHİT DİPLOMATLARIMIZ

Tarih       Şehir / Görev    Adı-Soyadı
27.01.1973   Santa Barbara / Başkonsolos    Mehmet BAYDAR

   Konsolos    Bahadır DEMİR

22.10.1975   Viyana / Wien / Büyükelçi    Daniş TUNALIGİL

24.10.1975   Paris / Büyükelçi    İsmail EREZ

   Şoför / Driver                   Talip YENER

16.02.1976   Beyrut / Başkatip    Oktar CİRİT

09.06.1977   Vatican City / Büyükelçi    Taha CARIM

02.06.1978   Madrid / Büyükelçi / Elçi    Necla KUNERALP

   Em.Büyükelçi / Retired Ambassador   Beşir BALCIOĞLU

12.10.1979   Lahey / Büyükelçi Oğlu / Ambassador's Son   Ahmet BENLER

22.12.1979   Paris / Turizm Müşaviri / Tourism Counsellor   Yılmaz ÇOLPAN

31.07.1980   Atina / Athens İdari Ataşe    Galip ÖZMEN

   Athens / İdari Ataşe Kızı    Neslihan ÖZMEN

17.12.1980   Sydney / Başkonsolos    Şarık ARIYAK

   Güvenlik Ataşesi    Engin SEVER

04.03.1981    Paris / Çalışma Ataşesi    Reşat MORALI

   Din Görevlisi    Tecelli ARI

09.06.1981   Cenevre/ Sözleşmeli Sek.   M. Savaş YERGÜZ

24.09.1981   Paris/ Güvenlik Ataşesi    Cemal ÖZEN

28.01.1982   Los Angeles / Başkonsolos    Kemal ARIKAN

08.04.1982   Ottava / Ottawa / Ticaret Müşaviri / Counsellor for Commercial Affairs   Kani GÜNGÖR

04.05.1982   Boston / Fahri Başkonsolos / Honorary Consul General       Orhan GÜNDÜZ

07.06.1982   Lizbon / Lisbon / İdari Ataşe/ Administrative Officer   Erkut AKBAY

27.08.1982   Ottawa / Askeri Ataşe Albay / Military Attache Colonel   Atilla ALTIKAT

09.09.1982   Burgaz / İdari Ataşe / Administrative Attache   Bora SÜELKAN

08.01.1983   Lisbon / İdari Ataşe Eşi / Nadide AKBAY,Administrative Officer's Wife   eşi merhum Erkut AKBAY'ın yaşamını yitirdiği 07.06.1982 tarihli saldırıda yaralanmış ve 08.01.1983 tarihinde yaşamını yitirmiştir.   Nadide AKBAY

09.03.1983   Belgrad / Büyükelçi / Ambassador    Galip BALKAR

14.07.1983   BrükseI / Brussels / İdari Ataşe / Administrative Attache   Dursun AKSOY

27.07.1983   Lisbon / Müsteşar Elçi / Wife of the Counsellor    Cahide MIHÇIOĞLU

28.04.1984   Tahran / Sözleş.Sek. Elçi / Wife of Secre.   Işık YÖNDER

20.06.1984   Viyana / Çalışma Ataşesi   Erdoğan ÖZEN

19.11.1984   Viyana / Uluslararası Memur   Evner ERGUN

07.10.1991   Atina / Basın Ataşesi   Çetin GÖRGÜ
11.12.1993   Bağdat / İdari Ataşe   Çağlar YÜCEL
04.07.1994   Atina / Müsteşar   Haluk SİPAHİOĞLU

Başlık: Ynt: TÜRKİYEYİ SOYKIRIMLA SUÇLAYANLAR! SİZ Mİ SOYKIRIMDAN BAHSEDİYORSUNUZ?
Gönderen: Üçoklu Börü Kam - 01 Ekim 2007
Rumların Kıbrıs’ta Türklere uyguladığı soykırım

İngilizler 1912-1974 döneminde Kıbrıs adası üzerindeki egemenliklerini sağlamak amacıyla rumlar'In enosis'i gerçekleştirmelerine göz yumup Türklere karsı saldırı başlattırdılar.
1912'de adada yasayan Rumlar Kıbrıs’ın 35 ayrı noktasında Türklere ait işyerleri, camii ve evleri yakıp yıkmaya insanları katletmeye başladılar.
1952 yılında eoka adli terör örgütü kuruldu.
eoka sistematik bir biçimde başlattığı saldırılarda 100 Türk’ü, 100 İngiliz vatandaşını öldürerek 30 Türk köyünü yaktı. 1963 yılında eoka'cilar yeni bir etnik temizleme planını devreye soktular, bu saldırılarda 500 Türk öldürüldü, 130 Türk köyü yakıldı, 25 bin Türk evlerini terk etmek zorunda kaldı.
Başlık: Ynt: TÜRKİYEYİ SOYKIRIMLA SUÇLAYANLAR! SİZ Mİ SOYKIRIMDAN BAHSEDİYORSUNUZ?
Gönderen: Üçoklu Börü Kam - 01 Ekim 2007
Yunanlıların Batı Trakya’da Türklere karşı asimilasyon yoluyla uyguladığı etnik ve kültürel soykırım .

1923 yılında Lozan’da imzalanan Türk ve yunan azınlıkların karşılıklı mübadelesine ilişkin anlaşmanın ardından yunan hükümeti bati Trakya bölgesinde yasayan Türkler üzerinde sistemli olarak etnik ve kültürel soykırım başlattı.
bölgenin büyük bir bölümünü askeri bölge haline getirip sıkıyönetim ilan edildi.
köyler arasında geliş gidisler izne bağlandı, Türk azınlığın pasaportlarına el konuldu.
Türklerin hukuki, siyasi, kültürel ve dini haklarının kısıtlanması ibadetlerine izin verilmemesi gibi yoğun baskılar sonucu 400 bin Türk bölgeyi terk etmek zorunda kaldı.
Başlık: Ynt: TÜRKİYEYİ SOYKIRIMLA SUÇLAYANLAR! SİZ Mİ SOYKIRIMDAN BAHSEDİYORSUNUZ?
Gönderen: Üçoklu Börü Kam - 01 Ekim 2007
Bulgarların Türklere karsı uyguladıkları etnik ve kültürel soykırım

1970-89 yılları arasında Bulgar hükümeti Bulgarlaştırma adi altında ülkede yasayan 1,5 milyon Türk, Pomak ve çingeneye karsı bir asimilasyon kampanyası başlattı.

ülkede yasayan 310 bin Türk’ün isimleri polis zoruyla Bulgar ve Hıristiyan isimleriyle değiştirildi.
Türkçe eğitim veren okullar, üniversitedeki Türk filolojisi bölümleri, Türkçe gazeteler ve camiler devlet emriyle kapatıldı.

çocukların sünnet ettirilmesi yasaklandı. çocukların bu yasağa rağmen sünnet ettirilip ettirilmediğini kontrol edilmek için zorla sağlık merkezlerine gönderildi.

mezar taslarının üzerindeki Türkçe isimler yüzünden mezarlar yıkıldı, talan edildi.

Türklerin Türk motifli giysiler giymeleri yasaklandı.

bu baskılara dayanamayıp protesto gösterileri yapan Türklerin üzerine askeri birliklerce ateş acildi.

1.000 Türk belenendeki toplama kampına gönderildi.

baskıların giderek artması sonucu 360 bin Türk zorunlu olarak Türkiye’ye göç etmek zorunda kaldı.
Başlık: Ynt: TÜRKİYEYİ SOYKIRIMLA SUÇLAYANLAR! SİZ Mİ SOYKIRIMDAN BAHSEDİYORSUNUZ?
Gönderen: DENKTAŞ - 01 Ekim 2007
Üçoklu Börü Irkdaşım,
Bu bilimsel uğraşından ve ortaya çıkarmış olduğun sonuçtan dolayı kutlarım...
Başlık: Ynt: TÜRKİYEYİ SOYKIRIMLA SUÇLAYANLAR! SİZ Mİ SOYKIRIMDAN BAHSEDİYORSUNUZ?
Gönderen: Üçoklu Börü Kam - 01 Ekim 2007
SOYKIRIM RESİMLERİ

Bu bölüme Türklüğe karşı yapılmış vahşetlerin resimleri eklenecektir.

Elinde Türklüğe karşı yapılmış soykırımlara ait resimler olan kandaşlarımızın, resimleri, bu bölüme eklemelerini dilerim.



AZİZ ŞEHİTLERİMİZİN MEKANI UÇMAK OLSUN...

TÜK IRKI SAĞOLSUN!!!


TTK
Başlık: Ynt: TÜRKİYEYİ SOYKIRIMLA SUÇLAYANLAR! SİZ Mİ SOYKIRIMDAN BAHSEDİYORSUNUZ?
Gönderen: Üçoklu Börü Kam - 01 Ekim 2007
Kaynaklar:
Türk Tarih Kurumu arşivleri
www.igdirli.com
www.ermenisorunu.gen.tr
Ankara Ticaret Odası Yayınları
Irak Türkmen Cephesi Kaynakları
Türkçü siteler

Başlık: Ynt: TÜRKİYEYİ SOYKIRIMLA SUÇLAYANLAR! SİZ Mİ SOYKIRIMDAN BAHSEDİYORSUNUZ?
Gönderen: TÜRK-KAN - 02 Ekim 2007
(http://www.enfal.de/d-t1.jpg)

(http://www.enfal.de/d-t5.jpg)

(http://www.enfal.de/d-t6.jpg)

(http://www.enfal.de/d-t7.jpg)

(http://www.dallog.com/images/dt.jpg)

kızıl çin itleri , Masum Doğu Türkistanlı Soydaşlarımızı idam ederken
(http://www.uygur.org/images/zulum/hokumelankilixyegin.jpg)

Doğu Türkistan'Da Nükleer Denemeler ve Sonuçları
(http://www.uygur.org/doguturkistan/ih/part3-07.jpg)
(http://www.uygur.org/doguturkistan/ih/part1-10.jpg)
(http://www.uygur.org/doguturkistan/ih/part3-13.jpg)

Kızıl Çin, Kuzey Irak'ta Türkmenleri katleden soykırımcı kürtleri de desteklemekte ve Türkiye'nin harekat düzenlemesine karşı çıkmaktadır. Aşağıda talabani maymunu ve çin cumhurbaşkanı jintao adlı sarı sıçan !  İki Türk katili bir arada... talabani maymunu 1959'da Kerkük'teki Türkmen katliamında bizzat Türkmen öldüren militanlar arasında yer almıştır.
(http://www.gokbayrak.com/dernekresim/talabani.jpg)


Başlık: Ynt: TÜRKİYEYİ SOYKIRIMLA SUÇLAYANLAR! SİZ Mİ SOYKIRIMDAN BAHSEDİYORSUNUZ?
Gönderen: Üçoklu Börü Kam - 02 Ekim 2007
    
KOMÜNİZM DÖNEMİNDE RUSYADAKİ ESİR KAMPLARI VE TÜRKLER-I
http://www.hunturk.net/forum/index.php?topic=1600.0

    
KOMÜNİZM DÖNEMİNDE RUSYADAKİ ESİR KAMPLARI VE TÜRKLER-II
http://www.hunturk.net/forum/index.php?topic=1599.0
Başlık: Ynt: TÜRKİYEYİ SOYKIRIMLA SUÇLAYANLAR! SİZ Mİ SOYKIRIMDAN BAHSEDİYORSUNUZ?
Gönderen: Üçoklu Börü Kam - 02 Ekim 2007
KARAÇAY-MALKAR / Yalta Antlaşması Kurbanları (28 Mayıs 1945 Drau Katliamı)

Ölüm Fermanları sözde “İnsan Hakları” Savunucuları tarafından imzalandı.

Rusların “Sıcak denizlere inme” siyasetlerine, ihtişamlı Kafkas Dağları gibi set çeken ve hürriyet aşkının bedelini nesillerden  esillere ödeyerek yaşamak zorunda kalan Kafkas halklarının birisi de Kuzey Kafkasya’da yaşayan kahraman Karaçay-Malkar Türkleri olmuştur.

İkinci Dünya Savaşında kanlı Stalin ve kızıl askerlerinin Kuzey Kafkasya’da yaşayan Karaçay ve Malkar Türklerine uyguladığı tehcirler ve soykırımları 1943 yılının Kasım ayı ile 1944 yılının Şubat ve Mart aylarında top yekûn bir gecede sürgün edilmeyle sınırlı kalmamıştır.

Alman Ordusunun Rusya’yı Kafkasya cephesinden işgali sırasında bazı Kafkasyalıları sabotaj ve casusluk konularında eğitmeleri ve Kuzey Kafkasya’ya sızma girişimleri karşısında Ruslar Kızıl Ordu cephesinde bulunan Karaçay - Malkar Türkü subayları "güvenilmeyecek düşman unsuru” sayarak, Ural bölgesindeki kömür ocaklarına sürmüştür. Rusların bu hareketi bir Karaçay Süvari Birliği’nin dağlara bağımsız olarak çıkmasını tetiklemiş ve Alman Ordusu için müttefik kazanmasına sebebiyet vermiştir. Almanların Kafkasya’ya yerleşmelerinden sonra halka din özgürlüklerini geri vermesi yıllarca baskıcı Rus rejiminin kurduğu nefrete karşılık Almanlara candan yakınlık gösterilmesine ve güvenilmesine sebep oldu.

İşgal Almanların umduğu gibi gerçekleşemedi ve 1942 yılının sonlarında Almanya tüm cephelerinde yenilgiyi kabul ederek, çekilmeye başladı. Bu çekilme sırasında 15 bin civarında Kafkasyalı da mülteci kafileleri halinde onlarla birlikte Avrupa’ya doğru yola çıktı. 22 ay süren yolculuk boyunca peşlerinden gelen Rus askerleriyle zaman zaman savaşarak ilerleyen Karaçay-Malkarlar, Kabardey ve diğer Çerkes kavimleri Alp Dağları’nın eteklerine ulaştılar.

İşte bu azap yolunun sona erdiği düşünülürken yeniden başladığı yeri ise Avusturya ve İtalya sınırında bulunan Oberdrauburg bölgesine bağlı Dellah kasabası ve Irschen köyü arasındaki büyük vadi yani Drau nehrinin boyuydu.

İngiliz Ordusu 8. Askeri Birlikler Komutanı Feldgeneral H.Aleksander’in emriyle mülteci göçü durduruldu ve mülteci Kafkasyalılar özgürlüklerinin Avrupa’da olduğunu düşündükleri son bölgeye kendi yaptıkları derme çatma baraka ve kulübelere yerleştiler.

Kampta çoğunluğu kadın ve çocuk olmak üzere 7500–8000 civarında mülteci vardı. Bunlarda, bazıları, yaşananlardan sonra Kızıl Ordudan ayrılmış ve daha sonra Ruslara karşı oluşturulan Kafkas ordusuna katılmış ailesiz Dağıstanlı 33 kavimdi.

O kavimlerden birisi yine Karaçay-Malkarlılar gibi Kıpçak olan Kumuk Türkleri’dir.           

Karaçay-Malkar ve diğer Kafkasyalı halkların başlarında lider ve komutanlık eden subaylar vardı. Sultan Kılıç Geriy İngiliz birliklerince kampın lider komutanı ilan edilmişti. Karaçay-Malkarlıların başında ise Kafkasya Ordusunda görev yapmış Dobay Toturkul adında bir subay vardı.

 Kampta zor şartlar altında yaşam mücadelesi veren ve olacaklardan habersiz ümitlerini   kaybetmemeye çalışan savaş eğitimi olmayan çoğu çocuk ve kadından ibaret masum

 Karaçay-Malkar, Kabardey, Dağıstanlı ve diğer halkların, Stalin’e iadesi ile ilgili pazarlıklar  yapılıyordu.           

 General Giray ve beraberindeki Kafkasyalı liderler, İngilizlere Türk ve Müslüman ülke olan  Türkiye’ye geçmelerine izin verilmesi veya Avrupa’da kalmalarının sağlanması konusunda  resmi talep ve başvurular yapmışlardı.           

 Bu arada İngiltere başbakanı Churchill, ABD Başkanı Rousweld ve SSCB Devlet Başkanı  Stalin Yalta Antlaşması üzerinde görüşmelerini sürdürmekteydi. Savaş sonrası sınır ve  yetkilerin paylaşımı içerikli bu uzun anlaşmayı Stalin bir şartla imzalamayı kabul etti. O da  “Rus topraklarından kaçıp Avrupa’ya iltica talep eden Rus mültecilerin iadesi” başlıklı  maddenin eklenmesiydi.

 Yalta Antlaşması’na Stalin’in istediği gibi bir madde eklenmiş ve soydaşlarının yaşadığı Müslüman, dost ve kardeş ülke olan Türkiye’ye gelebilmenin ümidiyle yaşayan binlerce Karaçay-Malkarlı, Kabadey, Adige, Osetler ile diğer Çerkes halklarının ölüm fermanları imzalanmıştı.

Londra’dan Churchill imzalı 28 Mayıs 1945 tarihinde kamp İngiliz Askeri Birliği’ne gelen “Yatla Antlaşması hükümlerine uyularak, Sovyetler Birliği’nden kaçan Rus mültecileri Sovyet otoriterlerine teslim edilecektir!..” emri, Kafkasyalı Müslümanların yüreklerine hançer gibi saplandı.

Mayıs ayının ortasında İngiliz 8.Birlik Komutanı Feldgeneral H. Aleksander’in emriyle 350 civarında kamp lider ve komutanı başta olmak üzere Kafkasyalıların tüm silah ve savunma gereçleri toplatıldı. Bu durum liderler için belirgin bir satılmışlık göstergesiydi.

İngiliz ve Amerikalılar kamp komutanı Sultan Giray’ın ileride kendilerine faydalı olabileceğini düşünerek kamp başkanı Giray’a şöyle bir teklif sundular:

“Her ne kadar Nazilerle işbirliği yaptınız ise de, eğer affedilmeniz için yalvarır ve demokrasilere sadakat yemini ederseniz, Sovyetler Birliği’ne teslim edilmeyecek ve serbest bırakılacaksınız”

Kutsal Kafkas onurunu önde tutan General Sultan Kılıç-Giray bu teklife hiddetlenerek:

“Benim adamlarım cesur askerlerdir. Hür bir Kafkasya için canlarını vermeye hazırdırlar. Benim ecdadım, şeref ve namus uğrunda Rus boyunduruğuna karşı savaşırken şehit oldular. Bu arkadaşlarım ise gece gündüz benimle aynı mefkûre için dövüştüler. Onların kanı benim kanımdır. Savaştığımız anlar o şerefi paylaştık. Şimdi de aynı akıbeti onlarla paylaşacağım. Milletime ihanet edip, onlar Sovyet NKVD’ sinin ölüm mangaları tarafından idam edilirken, ben burada bir korkak gibi yaşayamam. Bir gün gelecek, sizler de anlayacaksınız ki, Sovyetler sizin hakiki dostlarınız değillerdir. Belki o gün iş işten geçmiş olacak. Bu aldığınız kararlarla en az Sovyetler kadar sizler de suçlusunuz. Bolşevizm’e karşı muzaffer günlerde, adamlarımla hep bir arada idik. Şimdi onlar ölüme giderken, onları asla yalnız bırakamam. Başlarında yine ben Kızıl cellâtlara doğru yürüyeceğiz. Bu şerefi kimseye bağışlayamam” cevabını verdi.

Sultan Kılıç Giray ve her halktan liderlerin bulunduğu bir gurup Kafkasyalı komutan Sovyet otoritelerine teslim edildi. Aynı günlerde yargılanarak idam edildikleri haberi geldi.

Kampın etrafı tanklı askeri birlik tarafından kuşatılarak bir İngiliz subayı kamptakileri şu açıklamayı yaptı: “Kafkasyalılar! Liderleriniz Sovyet Otoritelerine teslim edildiler. Düzeni bozmayın. Etrafınızın nasıl kuşatıldığını görüyorsunuz. Kaçmaya kalkışanlar derhal vurulacaklar. Biz Sovyetler Birliği’yle artık müttefikiz. Siz yurdunuza dönmek mecburiyetindesiniz. Sizi göndermek de bizim görevimiz.” Kamp meydanında toplanan ihtiyar, kadın, erkek ve çocuklar toplu halde namaz ve dualar ederek sonlarını korku içinde beklemeye başladılar. İngiliz ordusunun ihanetini protesto etmek için kampın her yerine siyah bayraklar dikildi.

28 Mayıs 1945 günü sabah saat 10’dan itibaren 1 Haziran’a kadar 7000 den fazla insanın iadeleri sürdü. İngiliz Askeri Birlikleri’ne ait tanklar ve kamyonlar kampa yaban arıları gibi üşüştüler. Kuzey Kafkasyalı Müslüman ve Türk asıllı Kafkasyalıların bölgede güç kullanılarak iadeleri başladı. 

Drau nehri yanında yapılan iadeler sırasında mülteci Kafkasyalıların kanları ve çığlıkları Alpleri kapladı. Ruslar nehre atlayıp intihar edenler dışındakileri teslim aldıkları sınırdan 200 metre içeride kazdıkları çukurlarda katletmekteydiler.

Bazıları Ruslar tarafından öldürülmektense ailesiyle birlikte kendini Drau’nun azgın sularına bırakarak intihar etti. Alp dağlarına doğru kaçabilenlerin sayısı çok azdı ve ailesi olmayan Kafkasyalılardı.

O korkunç katliamın şahitlerinden Dellah kasabasının yerlisi çiftçi Martin Nagale: “… Hemen hemen tamamı kadın ve çocuklardı. Çok korkunçtu. Kadınlar teslim edilmemeleri için yalvarırlarken, her yeri gözyaşları ile yıkıyorlardı. Bu yalvarmaların boşuna olduğunu görenler ise bir biri ardına çocuklarıyla Drau’nun azgın sularına kendilerini bırakıyorlardı. ” şeklinde gördüklerini anlatırken, başka bir şahidi olan Mrs. Maria Tiffling “Bir ailenin bütün fertlerinin Drau’da yok oluşlarını hiç unutamam. Anne bir yavruyu sırtına bindirmiş diğer ikisinin de ellerinden tutuyordu. Üçüncüsü ve en küçük çocuk da babasının kollarındaydı. Hepsi de kendilerini Drau’nun hırçın sularına korkunç çığlıklarla attılar” diyerek bu korkunç katliamın belgesi olacak tanıklıklarını yaptılar.

Katliamın yapıldığı Drau’dan ailesiz bazı Kafkasyalılar kaçmayı başardılar. “Haram Tala” (Haram Topraklar) adlı romanında orada yaşananları kaleme alan Karaçay Türkü rahmetli Hamit Botaşev, Malkar Türklerinden Mustafa Aday Paşa, Malkarlı İbrahim ve Baksanlı Yusuf Baksan Efendioğlu’na ait, mülteci kampından yazılmış mektuplar, günlükler ve şiirlerde Drau katillerinin gerçek yüzleri apaçık ortaya koyulmaktadır.

“Drau” katliamının ortağı olan ve sözde “Ermeni soykırımı” senaryolarıyla Türk Milletini günümüzde hedef almış Avrupa ülkelerine karşı bir an önce kendi Karaçay-Malkar Türklerinin 1943 – 1957 Kafkasya sürgün ve soykırımı ile 28 Mayıs 1945 Drau soykırımını acilen tasarı olarak meclisten geçirerek, sorumlularına bunun hesabını sormalıdır.

 Bir gün Avusturya’nın Oberdrauburg bölgesine bağlı Irschen köyüne yolunuz düşerse, katledilen o zavallı Müslüman mültecilerin anısına Mayıs 1960 yılında Avrupa İslam Cemiyeti tarafından dikilen anıtı ziyaret ve dua ediniz. O mütevazı anıtta Almanca olarak: “Burada 1945 yılının 28 Mayısında 7000 Kuzey Kafkasyalı, kadınları ve çocuklarıyla Sovyet otoritelerine teslim edildiler ve İslamiyet’e olan sadakatleri ile Kafkasya’nın İstiklali idealine kurban gittiler” yazısını göreceksiniz.

Bu dikilen taş binlerce isimsiz Kuzey Kafkasyalı kurbanın dünyadaki 7000 kişilik tek mezar taşıdır.

 
Kaynak: Ufuk TUZMAN-Filolog, Araştırmacı
Başlık: Ynt: TÜRKİYEYİ SOYKIRIMLA SUÇLAYANLAR! SİZ Mİ SOYKIRIMDAN BAHSEDİYORSUNUZ?
Gönderen: Üçoklu Börü Kam - 02 Ekim 2007
KARAÇAY-MALKAR / Karaçay-Malkar Türklerine Uygulanan İşkenceler ve Mülteci Kampları - I -

Yaşadığımız yüzyılın başında sürgüne mahkûm edilen ve mülteci kamplarındaki hayatları hakkında detaylı bilgiye pek rastlayamadığımız Türk Milletinin Kafkasya’daki kahraman ve gözü pek bir boyu olan Karaçay-Malkar Türkleri’nin Avrupa’daki toplama kamplarında yaşadıkları çileli hayatı ele aldık. Bugün Karaçay-Çerkes ve Kabardin-Malkar olarak iki ayrı ülke statüsünde yaşayan ikiye bölünen Karaçay-Malkar ulusu Türk’tür ve hiçbir etnik ve estetik ayrılığa sahip değildir. Bu yüzden yazımızda kendilerini ifade ettiği şekilde bu halkı Karaçay-Malkar Türkleri olarak ifade ediyoruz.

II. Dünya harbi yıllarında bir tarafta Hitler, diğer tarafta Mussolini ve Stalin gibi insanlığın yüz karası liderlerinin pençeleri arasında yıllarca ezilen ve sürülen Türk milletinin (Karaçay-Malkar, Kırım Tatarları, Ahıska Türkleri, Kumuklar v.b.) ıstırapları bugünde sürmektedir.

Komünist Rus zulmünden kaçabilen daha sonra mülteci kamplarında şahsiyetleri ve milli gururları ezilen insanların kurtuluş ve vatan olarak gördükleri Türkiye’ye geçebilen akraba ve arkadaşlarından olan Yusuf Baksan Efendioğlu’na yazılan mektuplar kampta yaşayanların çektiği dehşet verici ıstırapların boyutunu apaçık ortaya koymaktadır.

Yazılan bu mektupların 22 tanesi 1992 senesinde Konya’da Doç. Dr. İsmail Doğan’ın doktora tezi döneminde elde ettiği ve yayımladığı eserin içinde, bir kısmı Ankara Karaçay-Malkar Türkleri Yardımlaşma Derneği arşivlerinde günlükler ve şiirler halinde 150 civarında mektubun ise yine Sayın Doğan tarafından Türkiye’den götürülerek Karaçay-Çerkes Özerk Cumhuriyeti Karaçay Milli Müzesine teslim edildiğini biliyoruz.

Karaçay-Malkar Türklerinin ıstıraplarını mektuplarda yazılanlar ve bazı tarihi kaynaklardan anlayabiliyoruz. SSCB’nin gizli polisi olarak bilinen kan emici NKVD teşkilatı 1936 yılında savaş başlamadan önce Kuzey Kafkasya’da Karaçay-Malkar Türklerini asi halk olarak ilan ederek hapislerde işkenceler ettiğini ve savaş sonrası topluca sürülerek kimi zaman da katlederek kıyımlarını yürütmüştür.

Savaştan önce 1936–1937 yıllarında Karaçay-Malkar Türklerine yönelik etnik soykırımları başlatan Rusya gençleri hedef almıştı. Önce göstermelik bir mahkeme kuruluyor sonra NKVD polisleri tarafından işkenceler yapılarak suçlarını kabul etmeleri isteniyordu. Suçunu kabul etmeyenler ise akıl almaz işkencelere maruz kalıyordu. Ama mahkemelerde suçlanan Karaçaylıların büyük bir çoğunluğu itham edildikleri suçları kabul etmiyorlar ve feci şekilde hayatlarını kaybediyorlardı.

Stalin tutuklu gençlere işkence yapması için SSCB İçişleri Halk Komiseri olan Ezhov’u suçluların sorgulanması ve suçlarının kabul ettirilmesi için görevlendirdi. Hapiste işkencelere maruz kalarak hayatını kaybedenlerin eş, dost ve akrabalarının yanı sıra o işkenceleri çekenlerin verdiği bilgiler doğrultusunda Stalin hapishanelerinde şu işkencelerin uygulanıyordu:

-      Mahkûm tamamen tükeninceye kadar, 10–15 saat süreyle bir sandalyenin kenarında oturtulurdu. Sorgular gece gündüz sürer sorgulayanlar ise belirli aralıklarla değiştirilir ve her bir sorgucu kendi yöntemiyle bitap düşen mahkûmun sözde suçlarını itiraf etmesi için ikna etmeye çalışırdı;

-      Mahkûm bir duvara karşı 18–20 saat süreyle ayakta durmaya zorlanır özel olarak eğitilen köpekler mahkûmun en küçük bir hareketinde ya da oturmaya teşebbüsünde uzuvlarının birini saldırarak parçalaması için hazır bekletilirdi;

-      Mahkûma eski model bir deli gömleği giydirilir saatlerce onun içinde bırakılarak psikolojik baskı yapılırdı;

-      Mahkûmun kol ve bacakları bükülür, tırnaklarının altına sivri aletler batırılı, dayanılmaz acılar vererek mahkûmun gururunu kırmak için makatına katı maddeler sokulur ve tazyikli sıvı verilirdi;

-      Mahkûm çırılçıplak soyularak, elleri bağlanır ve farelere yemesi için işkencelerde ölenlerin cesetleri atılmış bir zindana atılırdı. Uzun zaman doyurulmayan farelerin çıplak olarak zindana atılan mahkûma saldırmaları beklenirdi;

-      Mahkûmun başına kan kaybederek şuurunu yitirinceye kadar başını sıkıştıracağı bir miğfer takılarak işkence uygulanırdı;

-      Mahkûmun içinde oturamayacağı, ayakta duramayacağı ya da uzanamayacağı, betondan yapılmış çivili bir fıçıya konulur ve fıçı ağzına kadar buzlu suyla doldurulurdu;

Yukarıda sıralanan işkencelerden her hangi birinden çıkan mahkûm yarı ölü bir halde sürünerek hücresine götürülür. Daha sonraki günlerde itham edildiği suçu kabul etmezse tekrar çağırılırdı.
 
Yine en kötü işkencelerden biri de işkencelere dayanamayıp ölen veya intihar eden akraba veya arkadaşlarının cesetleri sorgulanan mahkûmların önünde teşhir için dizilirdi.

NKVD’nin insanın akıl mantığına sığmayan tüyler ürpertici vahşiliği çok uzun zaman sürdü. Halk içinde korku ve dehşet yaratan bu olaylar karşısında kimsenin kimseye güveni kalmamıştı. Her köy meclisi veya halk toplantılarında bir NKVD köstebeği yer alır oldu.

Komünizmin bu gerçek yüzü yıllarca anlatılamadı ve yazılamadı. 1944 Alman-Rus harbi patlak verdikten sonra Stalin Karaçay-Malkar Türklerini savaşın gerekçeleri içine dâhil ederek topluca 1 gecede evlerinden toplanarak hayvan vagonlarıyla SSCB’nin diğer bölgelerine ki çoğunlukla Orta Asya bozkırları olan Kazakistan’a, Kırgızistan’a ve Sibirya’ya çoluk-çocuk, ihtiyar-kadın demeden sürüldüler.

SSCB tarihte Stalin’in toplu sürgünlerinin uygulandığı ilk halk Karaçay Türkleri olmuştur. Daha sonra sırasıyla Malkar, Kırım ve Ahıska Türkleri de topyekûn sürgüne maruz kalmışlardır.

Stalin rejimi 2 Kasım 1943 yılında 60 bin civarında Karaçay, 8 Mart 1944’te 40 bin civarında Malkar Türkünü bir gecede evsiz ve yurtsuz bıraktı. Sürgünün gerçekleştirilmesi için 20 bin civarında Rus askeri ve gizli polis görev aldı.

1957 yılında dönüş izni verilen ve hakları iade edilen Karaçay-Malkar Türklerinin ata yurtlarına dönmesi 1958 -1960’lı yıllara kadar sürdü.  Sürgünden dönenlerin bir kısmı bıraktığı evleri ya yerlerinde bulamadı ya da Türklerin evlerine Gürcü veya Ruslar yerleştirilmişti. Bu durum bazıları için sürüldükleri topraklara dönerek kıt kanaatte olsa kurulu düzenlerinde yaşamaya mahkûm etti. Bugün hale Kazakistan, Kırgızistan ve Özbekistan bozkırlarında binlerce Karaçay-Malkar Türkü hayatlarını yenidünya düzenine uyum sağlamaya çalışmakla yoksulluk içinde geçmektedir.

Bugün bile sürülenlerden kimlerin ve kaç kişinin yollarda ölerek vagonlardan atıldığı veya kaybolduğu bilenememektedir.

Bilinen tek gerçek bu sürgün ve katliamlar Rusların hainlikle suçladığı Karaçay-Malkarların nüfusunu ve toplumsal yapısını bozmaya yetmiştir.

Birde bunlar yaşanırken yukarıda da bahsettiğimiz Karaçay-Malkar Türklerinden Avrupa’ya NKVD’dan kaçarak mülteci durumuna düşen uzun bir süre kamplarda yaşayarak “anavatanım” dedikleri Türkiye’ye ulaşabilme ümidiyle acı ve sefaleti göğüsleyenlerin dramı vardır. Bu mültecilerin dramını gelecek sayımızda ayrı bir açıdan değerlendireceğiz

Ufuk TUZMAN-Filolog, Araştırmacı
Başlık: Ynt: TÜRKİYEYİ SOYKIRIMLA SUÇLAYANLAR! SİZ Mİ SOYKIRIMDAN BAHSEDİYORSUNUZ?
Gönderen: Üçoklu Börü Kam - 02 Ekim 2007
KARAÇAY-MALKAR / Karaçay-Malkar Türklerine Uygulanan İşkenceler ve Mülteci Kampları -II-

Komünist Rus zulmünden kaçabilen daha sonra mülteci kamplarında şahsiyetleri ve milli gururları ezilen insanların kurtuluş ve vatan olarak gördükleri Türkiye’ye geçebilen akraba ve arkadaşlarından olan Yusuf Baksan Efendioğlu’na yazılan mektuplar kampta yaşayanların çektiği dehşet verici ıstırapların boyutunu apaçık ortaya koymak olduğunu makalemizin ilkinde bahsetmiştik.

Genel olarak mektuplar incelendiğinde İtalya, Almanya, Avusturya, Romanya’da açılan SSCB’nin zulmünden Avrupa’ya oradan da “anavatanımız” dedikleri Türkiye’ye geçmek için sığınan Karaçay-Malkar Türklerinin kamplarının varlığı ortaya çıkmaktadır.

Şunu belirtmeliyiz ki kamplarda mektupları yazanların bir çoğunun 1936-1937 yıllarında senaryolarla tutuklanarak Stalin’in hapishanelerinden kaçan veya çıktıktan sonra Avrupa’ya geçmeyi başaranlardır.

Ayrıca 28 Mayıs 1945 yılında 22 aylık zorlu bir yolculuğun ardından en büyük katliamın yapıldığı İtalya ve Avusturya sınırındaki Drau nehrindeki İngiliz kampında bulunup ta SSCB gizli polisine (NKVD) teslim edilirken kaçan ailesiz şahıslarda yukarıda adı geçen kamplara sığınmışlardır.

Mülteci mektupları Karaçay-Malkar Türklerinin tutulduğu İtalya’da Reggio Emillio (ABD kampı), Yuanov Aliksandr, Bognoli Napoli (D-Blok tutsakları), Almanya’da Signal Depot ve Kranzegg Kreis kampları ve adını tespit edemediğimiz Romanya’da tek bir kamptan Malatya Tekel Sigara Fabrikasında çalışan Yusuf Baksan Efendioğlu’na yazılmıştır.

Mektupların genel karakteristik özelliklerine bakıldığında tüm tutsak Karaçay-Malkar Türklerinin NKVD’nın kendilerine ulaşmasından korktuklarını ve bu yüzden kendi adları yerine başka adlarla hayatlarını idame ettirdiklerini yazılan mektuplar açıkça göstermektedir.

Yazılan tüm mektuplar anavatan Türkiye özlemiyle vurgulanan paragrafları içermektedir. Ayrıca mektup sahipleri arasında Rus ordusunda önemli askeri eğitim ve yetenekleri alan şahıslarında olduğu ve bu konuda Türkiye askerine bilgi ve yetenekleriyle katılarak hizmet etmek isteyenlerinde olduğu görülmektedir.

Mektuplardaki en önemli ayrıntı ise kaçış sırasında veya kamptan nakil sırasında kimlerin nereye ve ne şekilde nakledildiği ayrıca bazı ihanetlerin yaşandığı ve NKVD askerlerinin bazı hilelerle kamplardan mülteci Türkleri “Türkiye’ye götüreceğiz” diye Yunan işbirlikçileri ve istihbaratıyla Sovyetlere teslim ettikleri ve birçoğunu kurşuna dizildiğinden de bahsediliyor.

Bu acı manzara ve hayatın içinde yıllarca süren açlık ve sefalet mektuplarda görülebilen en önemli noktalardan biri olarak fark edilebilir.

Kamplarda mektuplar başta Aşağı Çegem bölgesinden kaçan Mustafa Aday Paşa olarak imza kullanan Musa Efendioğlu’nun oğlu olan Ulubaşların İbrahim, Kerim Muhammet lakaplı Batayoğlu Aslan, Bayda Muhammed Bünyamin, Hamit Etezoğlu, İbrahim Musa, M.Korkapov ve bu şahısların mektupları içinde birkaç paragraf mesaj yazarak hemşerilerini arayan Alman ordusuna alınmış Kumuk Türk’ü bir subay ve Azerbaycanlı bir sığınmacının da olduğu dikkat çekiyor.

Mücadelelerinde özellikle Türkiye, Mısır, Arabistan için vize verilerek gitmelerine müsaade edilen bazı mülteci Karaçay-Malkarlıların Roma kamp üst komisyonunda görevli 1 Koban Çerkezi, 1 Ahıskalı ve 1 Azerbaycanlı tarafından hazırlanan göç evraklarında sahtekarlık yapılarak pasaportlarının adıyla başka kişilerin el altından gönderildiğinden de bahsedilmektedir.

Yine ilginç olan bir diğer husus ise kamplarda NKVD’nın operasyonlarında yer alan çok iyi Türkçe, Rusça ve İngilizce eğitimli bir ajanın “…bende Türkiye’ye gitmek istiyorum. Türk’üm. Yunanistan üzerinden çok pratik bir şekilde sizin gitmeniz için gerekli vize parasını sağlarsanız birkaç ay içerisinde sizi oraya götürürüm” diyerek aldığı paralarla mültecileri NKVD ajanlarına satan bir Yunan ajanından da bahsedilmektedir.

Bunları yaşayan Karaçay-Malkar halkının durumlarını anlatacak kimse kalmamıştır. Mustafa Aday Paşa (Ulubaşların İbrahim) 1947 yılının Ağustos ayında esaret ve tehdit altındaki kamptaki soydaşlarının artık tükenen onurlarının baskısı altında yardım istemek amacıyla Birleşmiş Milletler (BM) kamp temsilcisine çok detaylı ve analizlerinin yapıldığı sürgünlerle ilgili bir rapor sunar.

Diplomatik bir çıkış arayan Mülteci Karaçay-Malkarların bir kısmı Bükreş Türk Büyükelçisi Hamdullah Suphi Tanrıöverle temasa geçerek Türkiye’ye gitmek için hazırlık yaparken, Mustafa Aday Paşa’da dönemin cumhurbaşkanı İsmet İnönü’ye açık bir mektup hazırlamaktadır.

Türkiye’nin Bükreş’ten Büyükelçi Tanrıöver’i çekmesiyle Anavatan Türkiye hayallerinin bir kısmı yitirilir. Fakat Mustafa Aday Paşa açık mektubu 22.01.1948 tarihinde büyük bir kararlılıkla Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’ye gönderir.

Hamit Etezoğlu ve İbrahim Musa’nın Türkiye’ye kabul edilerek Konya’ya yerleştikleri anlaşılmaktadır. Mustafa Aday Paşa’nın eldeki mektuplardan nerede ve ne şekilde kaldığı anlaşılmasa da askeri subaylık yapan bazı Karaçay-Malkarların Türk ordusuna katıldığı bilinmektedir.

Şunu da belirtelim ki bazı mülteciler 1948 yılında Türkiye’nin Konya Sarayönü’ne bağlı Başhüyük köyüne, Eskişehir’in Çifteler kasabasına bağlı Belpınar köyü ile Afyon’un Gökçeyayla ve Doğlat köylerine gelip yerleştikleri bilinmektedir.

ABD’nin 1948 yılı sonunda yayımladığı Kafkasya doğumlu vatansızlar statüsüyle 1.derece ABD vatandaşlık verileceği köy köy ilan edilmiş, Türkiye’yi vatan diyerek gelen Kafkasyalıların hangi mecburiyetle ABD’ye gitmek zorunda bırakıldıkları da meçhul kalmıştır.

Bu hususta aklımıza 1945 yılında imzalanan yatla anlaşmasıyla Stalin’e vererek katledilmesine veya vatansız kalmasına sebep oldukları Karaçay Malkar, Kumuk, Azeri Türkleri ve diğer Kafkasyalı Kabardey, Adige, Dağıstan halklarının geride kalan avuç kadar mevcudiyetlerini himayelerine alarak soykırım ortağı olmasından duyduğu rahatsızlığı gidermek ve sindirmek istemesi ihtimali gelmektedir.

Kaynak: Ufuk TUZMAN-Filolog, Araştırmacı
Başlık: Ynt: TÜRKİYEYİ SOYKIRIMLA SUÇLAYANLAR! SİZ Mİ SOYKIRIMDAN BAHSEDİYORSUNUZ?
Gönderen: Üçoklu Börü Kam - 02 Ekim 2007
KAZAKİSTAN / Turan Kurbanları -I-

Geçtiğimiz yüzyılda emperyalist güçlerin etkisi altında bulunan Türk Devlet ve Toplulukları üzerinde ağır ve çıkmazlarla dolu sayısız trajedinin yanı sıra kayıpların da meydana geldiği aşikârdır.

Bugün 10 milyon km² lik bir coğrafyadan daha geniş bir sahada yaşayan neredeyse 250 milyon civarındaki Kıpçak, Oğuz, Karluk, Sibir ve Avrupa Türkü bu yüzyılda dili, edebiyatı, tarihi ve milli kültürlerine yapılan tahrip ve saldırılardan az veya çok darbe alarak çıkmıştır.

Bu trajik darbelerin etkisinde defalarca kalmış olanların biri de Orta Asya’nın merkezi konumundaki Kazakistan’dır. SSCB sınırları içerisinde milli mücadelesini her fırsatta Turan’ın odağı Türkistan yaşayan Kazak Türklerinin 1930’lu yıllardaki “Kızıl Kırgın Kurbanlarına” değineceğiz.

Emperyalist SSCB rejiminin 1930’lu yıllarda tüm Türk Devlet ve Topluluklarında yaşayan Türk soydaşlarımızın nüfusunu eritmeye yönelik yürüttüğü acımasızca infaz ve oluşturulan suni açlıklarda birçok soydaşımızın hayatlarını kaybettiği bilinmektedir. Bilinemeyen ise ölümlerdeki sayının korkunç boyutlarda olmasıdır.

Kazaklar barış içerisinde yaşadıkları geniş bozkırlara 1723 yılında Çin’den gelen 70 bin atlı Jongar (Cungar) askerinin işgaliyle savaşa girdi. Müslüman Kazak Türkleri kendi hâkimiyetleri altındaki bozkırları 1 milyondan fazla Kazak Türkünü savaş ve ardından gelen açlıkla şehit vererek toprakların asıl sahipleri olduklarını dünyaya bir kez daha gösterdi.

Kayıplar açlık ve savaş yılları nüfus ve savunmalarını azalttı. 2. Çin istilasına dayanamayacak durumda olan Kazak Türkleri kendi istekleriyle Rus Çarlığının himayesini kabul etti.

Çarlık rejimi Orta Asya’da yaşayan tüm göçebe Türkleri yerleşik şehir düzenine geçmeye mecbur bıraktı. Tarihte ilk kez 1897 yılında Kazak Türkleri ve diğer Türk boylarının nüfus sayımı yapıldı. Sayımların sonuçları arşivlere Kırgızlar 250.000, Türkmenler 250.000, Tacikler 250.000, Özbekler sınırları içinde 750.000-sınırları dışında 750.000 olmak üzere 1,5 milyon iken Kazakların nüfusu 4.300.000 kişi olarak geçirildi. Kazakların nüfusu neredeyse Orta Asya’da yaşayan halkların toplamının iki katıydı.

Son yüzyıl içerisinde SSCB’nin yaşattığı “Kızıl Kırgınlar” neticesinde Kazak Türklerinin nüfusunun 8 ile 9 kat arası artışı engellenmiştir. Günümüzde Özbeklerin 25 milyonu aşan nüfusları ile kıyaslandığında Kazakların bugün 40 milyondan fazla nüfusları olması gerekirken maalesef Kazakistan nüfusu içerisindeki Kazak Türklerinin sayısı 9 milyonu geçmemektedir. Kazakistan Cumhurbaşkanı Nursultan Nazarbayev geçmişte yaşananların unutulmaması için 1997 yılını ülkede “Milli Barış ve Siyasi Göç ve Sürgün Kurbanlarını Anma Yılı” olarak ilan etmiştir. Elbette bu anma yılının en büyük amacı bugün tarihte düşündürücü ve endişe verici olan bu olaylardan ders çıkarılarak geleceğe emin adımların atılmasıdır.

Peki, bu yüzyıl içerisinde neler yaşandı? Kazak Türklerine ne oldu da nüfusları azaldı?

1991 yılında Kazak Türklerinin bağımsızlıklarını ilan etmelerine kadar olan yüz yıllık dönem içerisinde 1920 yılındaki ezici rejimin baskı ve getirdiği kaçınılmaz sonlar, 1929–1933 yıllarında SSCB’de bolluk varken yapılan suni açlık, 1937–1938 yıllarında tüm Kazak aydınları ve halk öncülerinin toplu yada gizli idamları, 1939–1945 yılları arasındaki II.dünya savaşı, 1950’li yıllardaki doktorların halk üzerinde yürüttüğü genetik ve kimyasal denemeler,  1960 yılındaki Moskova’daki Kazak gençlerinin sürülmeleri, 1970 yılındaki Akmola eyaletinde yaşanan meşhur Tselinograd olayı ve son olarak Kazakistan başta olmak üzere bugünkü Türk Cumhuriyetlerinin bağımsızlık yolunu açan Jeltoksan (Aralık) ayaklanması Kazak Türklerinin nüfuslarının azalmasında büyük rol oynamıştır. Bu arada 40 yılı aşkın süredir Kazak bozkırlarının en verimli topraklarından olan Semey Eyaletine nükleer poligonlar kurularak eyalet ve çevresinde yapılan 468 nükleer ve atom bombası denemeleriyle ölüme mahkûm edilenlerin sayısı ise tam bilinememektedir.

Yapılan bir araştırmaya göre, 20. yüzyılda tüm dünyada 170 milyon insan katledilmiş veya yok olmaya terk edilmiştir. Yok edilen bu insan nüfusunun sadece 110 milyonu yani üçte ikisi Komünist rejimin kurbanları olarak tespit edilmiştir. Bu yok edilen 110 milyon insanın üçte ikisi yani 60 milyondan fazlası da Türk soyludur. Bu rakamlar dehşet vericidir. Bugün Kazakistan’da hemen hemen her evde birinci derece bir yakınını bu yüzyıl içerisindeki trajedilere kurban verene rastlamak mümkündür.

Bu konuda ciddi bir araştırma yapıldığında bir zamanlar SSCB halklarının tarihinde insanlığın koruyucusu ve kutsal liderleri olarak isimleri insanların beyinlerine korku ve vahşetin gücüyle kazıyan V.Lenin ve İ.Stalin döneminde 46,6 milyon insanın çeşitli senaryo ve yollardan öldürüldüğü görülecektir. Bu katliamların 4 milyonunun V.Lenin, 42,6 milyonun ise “Kızıl Kırgın’ın” mimarı İ.Stalin zamanında gerçekleştirildiğini söylemek istiyoruz.

1954 yılının SSCB hükümetine sunulan bazı raporlarında sadece Kazakistan’dan 58.maddenin ihlali gerekçesiyle rejim karşıtı ilan edilen 3 milyon 770 bin kişinin tutuklandığı belirtilmiştir. 642 bin 980 kişinin idam edildiği, 2 milyon 369 bin kişinin ise 25 yıl ağırlaştırılmış hapis cezalarına çarptırıldığı da Moskova yönetimine aynı raporlarla bildirilmiştir. Fakat 25 yılın sonunu hiç biri göremediği herkesçe malumdur. Bu tutuklananların büyük bir çoğunluğunun da eski SSCB sınırları içerisinde sürgün edildiği de gizlenmemektedir.

Kazak bozkırlarında yaşanan ve tarihe “Aktaban Şuburundu” olarak geçen doğal kıtlık döneminin üzerinden geçen 210 yılda çoğalan Kazak Türklerinin nüfusu ise yine geçtiğimiz yüzyılda Kazakistan’da yaratılan suni açlık ve kıtlıklarda 2 milyon 220 bin kişinin ölümüyle büyük bir kayba uğratılmıştır. Bu rakamlar devlet arşiv kayıtlarınca da doğrulanmaktadır. Bu ölümler kadar feci olan başka bir etken ise binlerce Kazak Türkünün kıtlık döneminde topraklarını terk etmesidir. 616 bin kişi Orta Asya bozkırlarının çöle dönüşmesiyle ata vatanlarını geri dönmemek üzere terk etmek zorunda kaldığı da bilinmektedir.

1927–1953 yılları arasında ise SSCB hükümet karşıtı denilerek suçlu bulunan 103 bin kişi siyasi sürgüne gönderildi. Bu siyasi suçluların 25 bini daha sonra idam edildi.

Bu süreçte Stalin’in tam desteğini almış olan dönemin SSCB Kazakistan Komünist Partisi sekreteri F.Goloşegin açlık ve katliamlar sürecinin en büyük aktörü oldu. Goloşegin’in yaptırımlarıyla kuzeyindeki bereketli toprakların üretimlerini engelledi. 1920’lerde nüfusun neredeyse 5 katı fazla olan büyük baş hayvanları toplu olarak kesildi veya yok edildi. Bunların temelinde ise kör siyaset uygulayarak Kazakistan’da küçük bir ihtilal planı vardı. Bu ihtilal maksatları arasında Orta Asya’nın güçlü ve zengin Kazak Türkü beyliklerini ortadan kaldırarak zenginleri halk düşmanı ilan edilmesine ve sürülmesine sebep olacak sürecin başlatılması yatıyordu.

Nihayetinde 700 e yakın beyin malları ve hayvanları ve toprakları ellerinden sorgusuz sualsiz alındı. Göçebe bozkır hayatına sahip Kazak halkı güç kullanılarak yerleşik düzene geçirildi.

Bu durum elinden meraları ve hayvanları alınmış göçebe halkı kırıp yok etmeye başladı. Korkunç bir sonun kurbanı 40 milyondan fazla dağlarda ve yaylalarda aç susuz ve yemsiz bırakılan büyük ve küçükbaş hayvanlar sahipsizlik ve bakımsızlıktan telef oldu. 1927–1932 yılları arasında halk hayvanlarının telef olması ve ölüme terk edilmesi sonucu halkın besin kaynağı hayvanların tüm ülkedeki sayısının 4 milyona düşmesiyle açlık süreci başlamış oldu.

Tarihi kaynaklar ve canlı şahitleri anlattıkları ise tam bir vahşet ve korkuyu ortaya koymaktadır. Geçimini hayvancılık ve topraklarının mahsulüyle sağlayan zengin Kazak Türkleri 1927–1932 yılları arasındaki 5 yıllık bir süre zarfında önce mal, mülk ve hayvanları ellerinden alınarak yoksul bırakıldılar daha sonrasında ülke genelinde başlayan açlık sonucu büyük çoğunluğu çocuk ve kadınlardan oluşan binlerce kişi toplu ölümlere maruz kaldı. Köy ve kasabalarda yaşayan 50 ile 100 bin kişilik nüfusların günde 30–80 kişiye kadar ölü verdikleri artık ölüleri gömmenin imkânsız hale geldiği ve sonunda halkın başka ülke topraklarına göçtüğü bilinmektedir.

1932 yılından sonra onlarca köy haritadan silinmiştir. Ülkede kalan Kazak halkı bu kıtlık sonrasında SSCB rejiminin gereğini yerine getirmek zorunda bırakıldı.

1933 yılına açlıktan ölen Kazak Türkünün sayısının 2 milyon 300 bin kişiydi. Bu tarihi trajedi Kazak halkı tarafından “Kızıl Kırgın Kurbanları” olarak anıldı. Bu ölüm oranı o yıllarda Kazakistan nüfusunun %54’üne denkti.

Ülke çapında bu yıllar zarfında yaklaşık 80 bin kişinin katıldığı büyük ayaklanmalar yaşandı. Bu olaylarda 5551 kişi Stalin’in gizli polis servisi tarafından tutuklandı ve 883’ü anında idam edildi. Kalanlar ise sonu bilinmeyen bir hayata kurban gitti.

1936–1937 yıllara gelindiğinde Kazak milli şahsiyetleri ve aydınlarının halk üzerinde bağımsızlık, Turancılık ve Pan-Türkist düşünceleri önem kazanmaya ve sahiplenilmeye başlandı.

Milli ruhu doğuran yazar ve şairlerin güçlü kalem darbeleriydi. Adeta kılıçtan etkili olan bu kalemler halkın korkularla sindirilmiş ruhlarını canlandırarak kendine getiriyordu. Ana dil, Turan egemenliği, bağımsızlık konuları tüm ülkeyi etkisi altına almaya başladı.

Bu kalemlerin başında İstiklal savaşında kendi ülkesi işgal altındayken Mustafa Kemal ve Türkiyeli kardeşlerine hitaben “Alıstagı Bavırıma” (Uzaktaki Kardeşime) adlı şiirini yazan Mağcan Cumabayev, Ana dil ve Kazak Halk pedagojisinin temellerini atan Ahmet Baytursunov, İlyas Cansugirov, Beyimbet Maylin, Mırjakıp Dulatov ve Saken Seyfullin gelmekteydi.

Halkının gözünü açarak karanlık bir dünyada yaşamasını istemeyen ve milli duyguları perçinleyen bu kalemler SSCB hükümetince Türkçülük ve Turancılık hareketiyle halk düşmanı ilan edilerek kurşuna dizildiler.

Sonuç olarak geçtiğimiz yüzyılda emperyalistlerin pençelerinde bu ağır azabını çekmeye mahkûm edilen Kazak Türkü ve diğer Türk Cumhuriyetlerindeki kardeşlerimiz o acı günleri geride bırakmıştır.

SSCB’nin “Kızıl Kırgını Kurbanları” yerini, ABD ve AB’nin “Ortadoğu Kırgını Kurbanları”na bırakmıştır. Maalesef dün olduğu kadar bugünde milletimiz acı çekmektedir. Geçmişte milletimizin kucaklaşarak birbirlerinin yaralarına merhem olamaması, bugünün yaralarına merhem olmayacağı anlamına gelmemelidir.


Kaynak: Ufuk TUZMAN – Filolog, Araştırmacı
Başlık: Ynt: TÜRKİYEYİ SOYKIRIMLA SUÇLAYANLAR! SİZ Mİ SOYKIRIMDAN BAHSEDİYORSUNUZ?
Gönderen: Üçoklu Börü Kam - 02 Ekim 2007
KAZAKİSTAN / Semey Ölüm Poligonu Kurbanları -II-

İnsanlık, tarihi boyunca yeryüzünde her zaman güç ve kontrolü elinde bulundurmanın mücadelesi içinde olmuştur. Türk milletinin tek başına asırlardır dünyayı ürküten gücü ve iktidarı her zaman karşısındaki rakiplerini daha güçlü olmaya sürüklemiştir. Bu mücadelenin 21. yüzyıldaki görünüşü ise kendini küresel ısınma ve tabi felaketler sürecine taşımıştır. Yani, dünyanın sonunu hazırlayan nükleer radioaktiv yüklerin yanlış ve kontrolsüz kullanılması günümüz felaketlerine bir davetiye çıkarmıştır.

Dünyanın farkında olduğu fakat Türkiye’de az bilinen SSCB tarafından Orta Asya’daki topraklarında Türklerin evlatları üzerinde denen nükleer denemelerden bahsedeceğiz. Yani Kazakistan Cumhuriyetinin Semey (Semipalatinskiy) Poligonunda denenen yüzlerce nükleer atom bombasının insanlar ve doğal çevre üzerindeki olumsuz etkilerinin yakın zaman tarihçesine ineceğiz.

Semey (Semipalatinskiy), Kazakistan Cumhuriyeti’nin kuzey doğusunda bulunan ve Orta Asya tarihinin önemli şahsiyetlerinin yetiştiği kahramanların ise harman olduğu bir bölgesiydi.

Dünyada kendine süper güç adı veren devletlerin nükleer poligonlarının en acımasızca kullanılanlarının hedefinde her zaman Türkler ve toprakları olmuştur. ABD’nin Nevada (Kızılderililerin ata toprakları), Çin’in Lob-Nor (Doğu Türkistan toprakları) ve SSCB’nin 40 yıl boyunca 468 atom bombasını denediği bugün Kazakistan Cumhuriyeti sınırları içerisinde 304000 km²’lik alanda 1,7 milyon insanı ve doğal çevreyi ölüme terk eden Semey nükleer deneme poligonu (SİYAP) (Orta Asya toprakları) bunlardan başlıcalarıdır.

SSCB ve ABD 20.yüzyılın başından itibaren silah sanayinde nükleer silah ve keşiflere yöneldi. Uluslararası silah teknolojisi casusluklarının en üst safhada yaşandığı bu yüzyılda Sovyetler Birliği’nin (SSCB) Devlet Güvenlik Komitesi Stalin’in imzasını taşıyan 28 Eylül 1942 tarih ve 2352 nolu kararıyla uranyum üzerinde çalışmasına başladı.

11 Şubat 1943 yılında ise nükleer teknolojisi ve atom enerjisinin geliştirilmesi için 2 nolu Atom Enerji Bilim Akademisi laboratuarını kurdu. Laboratuar dünyanın en zeki matematik, kimya ve fizik bilim adamlarıyla istihdam edildi. Kısa süre sonrada SSCB Atom Enerjisi Kurumu olarak resmi statüsünü aldı. Başkanlık görevini bugün Sovyet tarihinde yerini alan İ.V. Kurçatov getirildi. Bu dönemde Sovyet ajanlarının dünyadaki nükleer silah teknolojisi hakkındaki istihbaratı hızlandı.

1943–1945 yılları arasında Sovyet Haber Alma İstihbarat Teşkilatı (KGB) kurulan bu kurum için başta ABD olmak üzere birçok ülkedeki nükleer silah ve uranyum çalışmalarını 10000 sayfalık bir doküman olarak toplamıştı. SSCB tarafından denenen ilk atom bombaları bu bilgiler ışığında başarıya ulaştı.

1941–1945 yılları arasında SSCB büyük bir eğitim ağı kurarak ülke çapında seçilmiş kişilerin 3 yılda sadece atom ve nükleer bomba teknolojisinde eğitilmesi için bir sistemi başarıyla hayata geçirdi.

1946 yılında ABD’nin Hirosima ve Nagasaki’ye attığı atom bombaları tüm dünyanın ilk nükleer korkularının da başlangıcı oldu. Artık er meydanı savaşları havada, deniz de ve karada sona erdiği teknoloji ve nükleer denilen bir gücün devranı başlamış oldu. 1946 yılına kadar Almanya ve Çekoslovakya’dan zenginleştirilmiş uranyum alan SSCB kendi nükleer tesislerini kurma yolunda hızlı bir süreci başlattı.

Bu süreç ayrıca Orta Asya’da yaşayan halkların kaderindeki sona yaklaşılan bir süreci oluşturdu. 29.08.1948 yılında SSCB ilk atom bombasını başarıyla ve dünyadaki atom bombalarından çok daha güçlü olarak denedi.

Artık durdurulamaz nükleer silah yarışı başlamıştı. SSCB yeni nükleer deneme üstlerini kurmak üzere geniş bozkırlara sahip olan Kazakistan’ın Semey vilayeti topraklarını seçti. İnsanlar ve köyler üzerinde gizli kameralarla radyoaktif fırtına ve maddelerin etkilerini incelenmeye alındı. Halkın bilgisi ve haberi olmadan onları canlı denekler olarak kullandı. Kimi zaman denek şehirler kurarak patlamaların bu şehirdeki bina, köprü, tünel, metro ve tesisler üzerindeki etkilerini gözlemledi.

Dünyanın ve Kazakistan’ın bilgisi dışında SSCB devleti hiçbir kaideye bağlı kalmadan Semey nükleer poligonunda 40 yıl içerisinde toplam 468 nükleer deneme gerçekleştirdi. Bu rakamlar akıllara durgunluk veren bir sonun göstergesi oldu. Bugün resmi olarak 18500 km²’lik bir saha olarak poligon alanı gösterilmiştir. Fakat yapılan denemelerin etkisi incelendiğinde radyoaktif maddeler ve bulutların 304000 km²’ye yayıldığı görülmüştür.

Bölge insanından ve dünyadan 1993 yılına kadar poligonun ne derecede nükleer denemelerle etkilendiği hakkında yazılı bilgiye rastlanılmamıştır. Semey nükleer poligonu hakkında bugünkü eldeki verilere bir göz atalım.

Poligonun kısa adı SİYAP olarak adlandırılıyordu. Orada SSCB bugünkü nükleer gücünün temelini yaptığı denemelerle attı. İstatistik verileri SSCB’de bugüne kadar gerçekleştirilen genel nükleer denemelerin üçte ikisinin Semey’de yapıldığını ortaya çıkarmıştır.

Bu oran dünyadaki yapılan denemelerin dörtte birine denktir. Yapılan nükleer denemeler 2 etapta gerçekleştirildi.

1.       Etap: 1949–1962 yılları arasında atmosferde ve yerüstünde gerçekleştirilen nükleer denemeler: Bu denemelerde patlama sonrası poligon sahasına yağan radyoaktif maddelerin davranışlarının ölçümü yapılıyordu. İklimsel yağışların ne şekilde etkilendiği ve gaz bulutlarının oluşturduğu dalgaların sınırların çok fazla dışına kadar yayılışı ile nitelendirilmekteydi.

2.       Etap: 1961–1989 yılları arasında yeraltında gerçekleştirilen nükleer denemeler: Yeraltında meydana gelen merkezi çukurlar ve bu çukurlarda toplanan radyoaktif yükünün etkileriyle nitelendiriliyordu. Bu denemelerde istisna oluşturan bir durum vardı ki o da denemelerin tahminin kat kat üstünde yapıldığında yeryüzünde oluşturduğu radyoaktif kirlenmelerdi.

SSCB yeraltı ve atmosferde yaptığı denemeler için bölgesel hedefler ve bazı kodlar kullanmıştır. Bu hedefler yerleşim yerlerinin adlarıyla kısaca şöyle gruplandırılmıştır:

Hedefin adı     :                                              Hedef kodu     :

Aktan-Berlik                                                     “A”

Balapan                                                           “B”

Balapan Köyü                                                   “B2”

Gornaya (Dağ) Üssü                                         “G”

(Degelen, Mırjık, Sarı Özen)

Degelen                                                           “D”

Mırjık                                                               “M”

Sarı Özen                                                         “S”

Bilinmeyen hedef                                              “N”

Opıtnoye Pole (Pavladar-Karaganda arası)          “P-1,2,3”

300 km’lik bir saha

Baykal (2 deneme reaktörü vardı)                      “10”

İlmi Araştırma ve Işınlama kompleksi                 “RBŞ”

Telkem (Barışçı deneme sahası)                         “T”

“O.P.”, “N”, “RBŞ”, IGR reaktör yçnetimi             “Ş”

Sotka                                                              “100”
           

Semey Nükleer Deneme Poligonunun (SİYAP) tarihine baktığımızda dünyanın en büyük bombalarının ilk kez burada geliştirilerek denendiğini görmekteyiz.

SSCB özellikle 1950 yılından buyana 2 çeşit nükleer teknolojinin geliştirilmesine önem vermekle kalmamış bu bombaları ilk kez Semey’de denemiştir. Bunlar termonükleer bombası ve hidrojen bombalarıdır.

Tek ve iki basamaklı bu bombaların icadı ve denemesi ABD’nin Hiroşima ve Nagasaki de kullandığı atom bombalarının tecrübesinden çok daha korkunç ve tehlikeli olmuştur.

 SSCB’nin ilk nükleer zafer olarak ABD’nin önüne geçtiği RDS-6s ve RDS–37 adlı bu bombalar bugün Semey ve bölgesinde 304000 km’lik alanda yaşayan 1,7 milyon kişinin hala kurban olarak yaşamak zorunda bırakan ilk denemeleriydi.

RDS-6s tek basamaklı bir termonükleer modeli olarak 1950–1953 yılları arasında hazırlanarak ilk kez 12 Ağustos 1953 tarihinde Semey’de 400 kilotonluk bir patlama şiddetiyle denendi. Bu denemede başarılı olan SSCB cesaretlenerek iki basamaklı RDS–37 adlı hidrojen bombasını 1954–1955 yılları arasında hazırlayarak 22 Kasım 1955 tarihinde yine Semey Poligonunda gerçekleştirdi. RDS-37’nin 1,6 megatonluk patlaması akıllara sığacak gibi değildi. Her iki bombayı da hava taşıtı yoluyla atan SSCB bombaların ortak özelliği olarak taşınabilirlik kabiliyetlerini geliştirdi.

1955 yılından sonra Semey Poligonu sınırlarını genişleten SSCB 1989 yılına kadar bu nükleer gelişmeleri bu poligonda sürdürdü.

40 yıllık bu süre zarfında Sovyetler Birliği Cernobil Nükleer silah fabrikasında ürettiği 468 bombanın denemesini Kazakistan’ın Semey Poligonunda gerçekleştirmiştir. Bu denemelerin 125’i atmosferde (26’sı yerüstünde, 91’i havada ve 8’i yüksek irtifalarda) 343’ü ise yeraltında (215’i dağlara kurulan galeri gediklerde, 128 tanesi de dikey deliklerde) değişik çap ve patlama şiddetlerinde gerçekleştirildi.

Bu denemeler gerçekleştirilirken halk nükleer tepkilerin kendi üzerlerinde denenmesine çoğu zaman isyan ediyordu. Fakat SSCB ajanlarının tehditleriyle korkutulan halk sindiriliyordu.

Bu denemelere şahit olan Abay kasabasına bağlı Kunduzlu köyü sakini ve emekli gazeteci Irıshan Musaoğlu bu durumu: “Bu olay sözle anlatılamaz. Bir taraftan yapılan denemeleri ve halkın kaygılarını anlatmak istiyorduk, diğer taraftan da çevreye verdiği akıl almaz zararlara ve insanlar üzerindeki olumsuz etkilerine şahit oluyorduk.

1953’te öğrencilik yıllarımdaki bir atom bombası denemesi aklımdan çıkmıyor. Herkes akıl sağlığını hemen hemen kaybetmişti. Bir gecede tüm köyü oradan göçe zorladılar.
     1945 yılından itibaren değişik ölçeklerde yüzlercesi denendi. Köyler uyarılmadan kurulan gizli kameralarla yapılan deneylerin sonuçları incelendi. Tepkilerimiz ortaya çıkmaya başlayınca bize gelip SSCB ve burada olanlar hakkında olumsuz konuşanlar ölümle tehdit edildi” şeklinde itiraf etmiştir.

1963 yılında Moskova’da SSCB, ABD ve İngiltere arasında imzalanan ilk nükleer silahsızlanma anlaşmasıyla denemelerin atmosferde yapılmaması kararı uygulamaya girdi. Daha sonra Fransa ve Çin bu anlaşmaya dâhil oldu. Bugün 117 ülkenin kapsamında olan anlaşmaya 1991’de Bağımsız Kazakistan Cumhuriyeti de katıldı.

Kazakistan’ın, Semey Poligonunu kendi isteğiyle kapatması Birleşmiş Milletler (BM) ve dünyanın önde gelen sivil toplum örgütlerince takdirle karşılandı.

Semey poligonunun kapanması uluslararası sivil toplum örgütlerinin ümit ve cesaretini meydanlara taşıyarak nükleer silah karşıtı gösterilerin artmasına da sebep oldu. Bu gösteri ve mitingler karşısında 1991’de sırasıyla Rusya’nın “Yeni Dünya nükleer deneme poligonu”, ABD’nin Kızılderililerin ana yurdu olan Nevada’da 40 yılı aşkın süredir kullandığı “Nevada nükleer deneme poligonu”, Fransa’nın “Atoll Mururod nükleer deneme poligonu” ve Çin’in Doğu Türkistan yakınlarındaki “Lob-Nor nükleer deneme poligonu” birbiri ardına kapandı.

Kazakistan’da kapatılan Semey nükleer deneme poligonunda kapatılan 181 tünel ve 13 kuyunun sonuncusu olan 160’nolu Degelen dağındaki deneme tüneli ise ABD ile yapılan anlaşmayla Kazakistan bütçesinden 172 milyon dolarlık bir harcama ile son nükleer yüklerin imhasıyla kapatılmış oldu.

 Kazakistan Bilimler Akademisi Enerji Enstitüsü yaptığı açıklamada Semey nükleer poligonunda (SİYAP) SSCB tarafından 40 yıl içinde gerçekleştirilen nükleer atom bombalarının etkisinin 1945 yılında Hiroşima ve Nagasaki’de patlayan atom bombalarından 2500 kat daha güçlü ve radyoaktif bir etki yarattığını belirtti.

1949–1989 yılları arasında aktif olarak kullanılan Semey nükleer deneme poligonu (SİYAP) SSCB’nin dağılmasıyla ünlü Kazak Türkü aydını ve parlamenteri Olcas Süleymanov’un girişimleri sonuç verdi ve Bağımsız Kazakistan Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Nursultan NAZARBAYEV’in kararnamesiyle 29.08.1991 tarihinde sonsuza kadar kapatıldı.

Semey’de sorunlar poligonun kapatılmasıyla bitmedi. Resmi olarak 18500 km²’lik bir alan olarak belirtilen poligonun etki alanının BM araştırma heyetinin 1993 yılında yaptığı bir tespit sonucu 304000 km²’yi aştığını ortaya çıkarmıştır. Bu alanda 1,7 milyon insanın Semey Kurbanları başlığı altında reabilite edilmesi ile ilgili sorunlar bugün hala çözümlenebilmiş değildir.

Sağlık Örgütleri bu bölgede yılda 380 bin kişinin düzenli olarak sağlık taramasının yapılması gerektiğini ortaya koymuştur. Buna rağmen şartların elverişsizliğinden sadece yılda 20 bin kişi bu taramalardan geçirilebilmektedir.

Semey’de hükümet ve devlet yardımları aralıksız yürütülmeye çalışılsa da 01.06.2005 tarihi itibariye Semey kurbanlarına bütçeden ödenmesi gereken 12,8 milyar tenge borcun ödenemediği görülmektedir.

Bölgenin % 80 oranda genetik bozuklukları ve onkolojik rahatsızlığı günden güne artmakta olduğu da bir acı gerçektir. Bu bölgede sakat doğum ve nüfus azalması ülke genelinin tam 1,5 katıdır. Yine verilere göre bu bölgede yaşayan insanlar maalesef radyoaktif ışınların etkisiyle azami yaşam süresi 45 – 50 yıla düşmüştür. Bölge insanında tansiyon, alerjik deri hastalıkları, ciltte erken yaşlanma ve psikolojik bozukluklar nüfusun %82 sini etkisi altına almıştır.

1990 yılı ile karşılaştırıldığında 2004 yılında ölüm oranı %66,4 artmıştır. Yani 1990 yılında 47026 radyoaktif ölüm vakası varken bu rakam 2004’te 70800’e çıkmıştır. Doğumlarda ise % 44 gibi bir oranda ürkütücü bir düşüş vardır. Onkolojik hastalıklarda ise %50 ye varan bir artış söz konusudur.

Bölge insanının %73’ü işsizdir ki bu oran ülke genelinde gösterilen işsizlik oranından fazladır.

Kazakistan Cumhuriyeti yasaları ve hükümet kararnameleri bu bölgeyi Ekolojik Felaket bölgesi olarak adlandırmış halkın ve doğal çevrenin korunması ve iyileştirilmesi hakkında her yıl düzenleme ve kanun maddeleri çıkarmıştır. Fakat çıkarılan yasa ve kararlar sağlıklı bir şekilde uygulanamamaktadır.

Devlet istatistik ajansının resmi verilerine göre Semey eyaletinin sınırları içerisindeki toprakların %65’i radyoaktif maddelerce kirlenmiş ve felaketlerin yaşanmasına sebep olmuştur. Bu yerleşim bölgelerinin başlıcaları Eski Semey Bölgesi; Glukof, Şemonoih, Ulan, Zaysan, Zıriyanov, Tarbakatay, Öskemen, Ridder, ve Doğu Kazakistan sınırlarında; Tavriçeskiy, Samara, Serebranskiy ilçeleri ile Pavladar eyaletinde; Bayanavul, Maylı, Lebyajinskiy Karagandı Bölgesinde; Karkaralı, Abay, Bes Karagay, Sarapan-İsa (Yeni adı Semey ilçesi) adlı kasaba ve şehirleridir.

Kazakistan Cumhuriyeti 1992 yılında çıkardığı bir yasayla poligon sınırları olarak gösterilen toprakların ekonomiye kazandırılması ve iyileştirilebilmesi için üç eyaletin sınırları arasında paylaştırmıştır.

Kazakistan ile 2000–2005 yılları arasında Birleşmiş Milletlerin imzaladığı doğal çevreyi, halk sağlığını ve ekonominin iyileştirilmesi başlıklı anlaşmalara rağmen bölgede yapılan kayda değer bir iyileştirme görülememiştir.

1993 yılında BM heyeti incelemeleri sonucu dünya korkutucu nükleer ölümün ve kurbanlarının gerçekleriyle tanışmıştır.

Ata topraklarımızda yüz binlerce insanımızın gözden çıkarılarak kurban edildiği Kazakistan’ın “Semey”, Çin’in “Lob-Nor”, ABD’nin “Nevada” ve İran’da gerçekleştirilen ve hala 50 milyona yakın Güney Azeri, Horasan ve Kaşgay Türkü’nü tehdit etmiş ve eden tüm çalışmaları lanetliyoruz.

Yüzyıla yakın süre zarfında nükleer denemelerin insanlık için hiçbir fayda getirilmediği malumdur. Yüz binlerce hektarlık topraklar yüz yıl boyunca tarım ve hayvancılık endüstrisi desteklenip geliştirilseydi hem insan hayatının kutsallığı ihlal edilmezdi hem de üzerinde yaşayan halklar ve dünyamız nükleer maddelerin yol açtığı küresel ısınma ve tabi felaketlerle karşı karşıya kalmazdı.

Yıllarca gizli bir yok ediş planıyla yok edilen aziz milletimizin masum şehitlerini dua ile anıyoruz.

Kaynak: Ufuk TUZMAN – Filolog, Araştırmacı
Başlık: Ynt: TÜRKİYEYİ SOYKIRIMLA SUÇLAYANLAR! SİZ Mİ SOYKIRIMDAN BAHSEDİYORSUNUZ?
Gönderen: Üçoklu Börü Kam - 02 Ekim 2007
KIRGIZİSTAN / “Ata-Beyit” Kurbanları -I-

SSCB dönemi Tüm Türk Dünyasında önemli bir tarihi trajedi zinciridir. Günümüzde Dünya Türklüğünde özelliklede Türkiye’de o dönemin ayrıntıları halkımızın belleğine taşınmamaktadır.

Bir yerlerde Stalin rejiminin Türk ve Müslüman soydaşlarımızın kurban edildiği trajik sonları yaşanırken milletimize yapılan bu katliam ve haksızlıkların öğrenilmesine bir şekilde imkân sağlanmamış kimi zaman ise engellenmiştir.

Bizler bu noktada ecdadımız ve soydaşlarımızın çektiği acıları tanımalı ve yaşatmalıyız. Aksi takdir de milletimize sadece siyasi çıkarlar için bazı emperyalist güçler tarafından yalan ve pusularla dolu sözde Ermeni katliamı dayatmaları karşısında tamamen tarihi gerçeklere dayalı Türklere uygulanan katliamların varlığını önlerine koyarak duramayız.

Drau’da katledilen 7000 Müslüman ve Türk soydaşımızın kaderleri, Azerbaycan’da Hocalı katliamı, Nisan 2007’de bulunan ve açılan 1918 yılında silahlı Ermeni çeteleri tarafından yine Azerbaycan’ın kuzeydoğusundaki Guma bölgesinde katledilen Azeri Türkü soydaşlarımıza ait toplu mezarın dile getirmesinin zamanı ve önemi çok büyüktür.

Türklere yapılan katliamlar elbette bunlarla sınırlı değildir. Bunlar sadece son yüzyılımızda yaşanılan acıların bir kısmıdır. Bugün yine adından ve varlığından az bahsedilen bir katliamı sizinle paylaşacağız. Bu 1936–1937 Kırgızistan’da yaşanan Stalin rejimi tarafından yapılan “Ata-Beyit” (Baba mezarı) katliamı.

Bu katliamın varlığı ne yazık ki 1993’te ortaya çıkarıldı ve sadece Orta Asya’da her yıl düzenlenmeye çalışılan anma günü ve Türkiye’de birkaç sayfalık makale dışında hakkında fazla bir bilgiye rastlamak mümkün değildir. Yazılamamasının sebebi elbette yeterli bilgiye ulaşılamaması veya gizliliğin devam etmekte olduğu değil tamamen orada ve buradaki araştırmacıların yeterli ilgiyi gösterememelerinden kaynaklanmaktadır.

Oralardaki yeni ve gündemde tutulması gereken bu soykırımlar için kimsenin çıkarlarına karşı gelerek gidip araştırmalar yapmıyor olmasının bir zararı ise yeni ve önemli bu konudaki bilgi ve belgelerin gerektiği şekilde koruma altına alınmayarak misyoner ve bazı yerli vatandaşlarca emperyalist ülkelere taşınıyor olması ki bu da emperyalistlerin ekmeklerine yağ sürmektedir.

Kırgızistan Cumhuriyetinde 1936–1938 yıllarında yaşananlara imkânlarımız doğrultusunda değinmeye çalışacağız.

Bilindiği gibi Stalin rejimi Türklük ve Turancılık fikrine ve Türk coğrafyalarının bir çatı altında toplanmasına tüm SSCB cumhuriyetlerinde izin vermemiş bu davayı savunan ve yakınlık duyan tüm aydınları, dini ve milli liderleri topluca meşhur 58. maddeye istinaden toplu olarak katletmiştir. Daha önceki yayınladığımız araştırmalar bu konudaki düşünce ve kanıtları desteklemektedir.

Tüm Sovyetlerde yapılan bu katliamlar 1936–1945 yılları arasında değişik periyotlarla değişik ülkelerde uygulanmıştı. Bu katliamların ve cezalandırmaların başlıca aktörlüğünü Stalin adına NKVD daha sonrada KGB istihbarat servisleri takip etmiş ve uygulamışlardır. Bunlardan yine günümüz de 1993 yılına kadar saklanabilen ve Kırgızistan başkenti Frunze yani bugünkü adıyla Bişkek yakınlarında bulunan “Ata-Beyt” toplu mezarlığıdır.

Ata-Beyt mezarlığında ortaya çıkarılan 138 kişiye ait toplu mezarda içinde DNA testiyle doğrulanan Türk Dünyasının güçlü yazarı Cengiz Aytmatov’un 9 yaşındayken son kez gördüğü 1937 de KGB ajanlarınca götürülen 38 yaşında öldürülen babası Törekul Aytmatov’a ait olduğu öğrenilmiştir. Yine ayrıca Kırgızistan Milli alfabesinin mimarı ve doğu bilimleri âlimi Kasım Tınıstanov ve Orta Asya’nın yetiştirdiği en büyük âlim ve Turan Birliği’nin savunucularından olan Bayalı İsakeyev, A.Jienbayev, Abdıkadır Orazbekov, Erinbek Esenamanov ve niceleri de bulunmaktaydı.

1938 yılında 138 kişinin kurşuna dizilerek üzerleri toprakla kapatılan kurbanların çoğu Kırgız Türklerine ait 19 ayrı milliyete sahip oldukları da tespit edildi. Katliam bugünkü Bişkek şehrinin yaklaşık 30km dışında bulunan Ala Dağların eteğindeki tuğla ocağında gerçekleştirildi ve 1938’deki bu katliamın birde tanığı vardı. Tuğla ocağı bekçisi Hıdır Aliyev. Aliyev, gizlendiği yerde şahit olduğu ve yıllarca yüzlerce askerin gerçekleştirdiği bu katliamı, orada inleyerek can verenlerin çığlıklarını mezara kadar götürmek istemediğinden ölmeden önce bugün 80 yaşlarına gelmiş, “Issık Göl”de yaşayan kızına şu sözlerle dile getirmiş: “Eğer zaman ve şartlar uygun olursa herkes bilsin. Kireç ocağında çok büyük olaylar oldu. Zamanı gelince herkes öğrenmeli!” ölüm öncesi bir vasiyet gibi kızına verdiği bu sır 1991 yılında tam bağımsızlığını kazanan Kırgızistan Cumhuriyetinin ilan edilmesinden sonra 1993 yılında kızı tarafından kurulan ilk Kırgız hükümetine iletildi.

Kırgızistan’ın ilk Cumhurbaşkanı, devrik lider Askar Akayev bu durumu bizzat görev edinerek 1993 yılında bir kazı başlatılması için gerekli izni ve kararı çıkardı. Kazılar sonucunda bulunan toplu mezar sadece Kırgızistan’ı değil tüm Orta Asya cumhuriyetlerinin kanını dondurdu. Toplu mezarda 138 ceset ve binlerce mermi kovanı bulundu.

Bu durum karşısında devrik lider Akayev, 1936–1938 yıllarına ait tüm KGB arşivlerinin taranmasını emretti. Yapılan arşiv araştırmaları ve DNA testleri sonucunda iki kadın cesedi dışında herkesin isimleri belirlendi.

Uzmanlar tarafından mezarda çoğunluğu Kırgız Türkü olmak üzere, Uygur, Tatar, Kazak, İranlı, Alman ve Çinli asıllı dönemin Sovyet vatandaşları olduğunu rapor ettiler. Hükümet komisyonu KGB arşivlerinden burada yatanların bazılarının neden, ne şekilde cezalandırılarak öldürüldüğü ile kimlik tanımı yapılamayan bazılarının ismiyle iki kadın cesedinin isimlerine ulaşılamadı.

Buna rağmen mezarda bulunan elbiselerin ceplerinden çıkan bir sararmış kâğıtta Sovyetlerin ünlü 58. maddesine istinaden yani basmacılık, Turancılık, ırkçılık, Troçkistlik (ajanlık) ve Pan-Türkizm suçlamalarıyla ölüm emirleri ve isim listelerinin bulunması birçok cesedin sahiplerini ortaya çıkardı.

İlginç olan ise bu toplu mezarın 50 metre uzaklığında SSCB tarafından inşa edilerek bugünlere kadar kullanıla gelen Polis binasının ve lojmanlarının bulunmasıdır. Katliamın karşı tepkisinde korkan KGB, bir gece içerisinde orada katliamı gerçekleştirdi ve gömdü. Halkın uzak kalmasını sağlayacak tek unsuru Polis binasını da yanına inşa etmişlerdi.

Bu acı olayın tamamlanan araştırmasının ardından devrik lider Akayev’in emriyle toplu mezarından çıkarılanlar ayrı tabutlarda isimlerinin yazılı olduğu yeni anıt mezarlığa defnedildiler. Dikilen büyük anıtta her kurbanın adı tek tek sıralandı. İçlerinde gayri Müslimlerinde olması dolayısıyla anıtın yanında birde çan konuldu.

Anıtın adı bölgenin adını aldı. “Ata-Beyt Kurbanları Anıtı”. Bunca azaba maruz kalan ve orada yatan ecdadımıza Allah’tan rahmet diliyoruz.

Gelecek yazımızda Kırgızistan’da yaşanan 1936–1938 yılları arasındaki cereyan eden olayları sebepleri ve Türkçülük hareketleri karşısında SSCB’nin tutumu ve insanlık dışı katliamlarının senaryolarına değineceğiz.

Tanrı Türk’ü ve Ülküsünü Korusun!..

Kaynak: Ufuk TUZMAN – Filolog, Araştırmacı
 
Başlık: Ynt: TÜRKİYEYİ SOYKIRIMLA SUÇLAYANLAR! SİZ Mİ SOYKIRIMDAN BAHSEDİYORSUNUZ?
Gönderen: Üçoklu Börü Kam - 02 Ekim 2007
KIRGIZİSTAN / “Ata-Beyit” Kurbanları -II-


Bir önceki yazımızda 1936–1938 yılları arasında Kanlı Stalin katliamlarına maruz kalan aziz şehitlerimiz arasında Kırgızistan’ın başkenti Bişkek yakınlarındaki kireç ocağında katledilen 138 kişilik “Ata-beyit Kurbanları” hakkında söz etmiştik.

Bulunan cesetlerde rastlanan Kırgızistan’ın 1937’de KGB ajanlarınca 38 yaşında infaz edilen değerli Türk aydını Cengiz Aytmatov’un 9 yaşındayken son kez gördüğü babası Törekul Aytmatov, Kırgızistan milli alfabesinin mimarı ve doğu bilimleri âlimlerden Kasım Tınıstanov ile Orta Asya’nın yetiştirdiği âlim ve Turan Birliği’nin savunucularından Bayalı İsakeyev, A.Jienbayev, Abdıkadır Orazbekov, Erinbek Esenamanov Orta Asya’da siyasi dengelerin de temel taşlarındandı.

Kırgızistan Cumhuriyeti ilk kez SSCB’ye 5 Aralık 1936 yılında Frunze (Bişkek) de düzenlenen Komünist Partinin 8. Olağan Genel Toplantısıyla katıldı. Bu toplantı gündemi Kırgızistan SSCB Devletinin yeni yasalarının oluşturulması ve birleşme şartlarının görüşülmesi olmasına rağmen gündem konuşulmadan Stalin’in gövde gösterisiyle iptal edilerek 20–23 Mart 1937 tarihine ertelenmesine karar verildi.

Bu SSCB’nin diktasının açıkça görünüşü olarak kabul edilebilir. Ayrıca Stalin bu süre içerisinde ülkede yetkili mercilerde görev yapan Bolşevik yönetimin bıraktığı yöneticilerle Turancı kesimin tavsiyesi için zaman kazanmış oldu.

20–23 Mart 1937 de gerçekleştirilen ertelenmiş toplantının birinci oturumunda Stalin’in yardımcıları oturum süresince Stalin’e methiyeler ve övgülerle dolu konuşmalar yaptı. İkinci oturum ise tam tersi bir tutumla soğuk ve suçlamaların yer aldığı bir oturum oldu.

Orada delege olarak bulunanlar içerisinde askeri, istihbarat, hükümet ve yerel yöneticilerin büyük bir kısmı Bolşevik ajanı veya Turancı suçlamalarıyla usulsüzce ve acımasızca tutuklandı. Birçoğu ise tutuklama sonrası vatan hainliğinden idam edildi.

Genel toplantıyı büyük bir soğuk kanlılıkla takip eden M.K.Ammasov, Kırgızistan SSCB devletinin yeni Komünist Parti Sekreteri olarak Törekul Aytmatov’un yerine ülkenin başına getirildi.

Ammasov bu görevden önce kendi ülkesi olan Yakutistan’da görevliydi ve oradaki katliamlarda bulunmuştu.

Toplantı ile ilgili kararlar ve konuşmaların bir kısmı Stalin tarafından 29 Mart ve 1 Nisan 1937 tarihlerinde “Pravda” ve “Sovyetskaya Kirgizya” gazetelerinde, 1 ve 3 Nisan 1937 tarihleri arasında “Sotsolistiçeskaya Yakutya” gazetelerinde yayınlandı. Bu yayınlanan haberler halka üstü kapalı bir tehdidinde savrulduğu husunda bir delil olarak görülmelidir. Çünkü, parti tarafından bu gazetelerde yayınlattırılan haberlerde toplantıda Japon, Alman ve Lenin ajanları (Troçkistlik)Turancı, ırkçı ve Pan-Türkist gerekçeleriyle birçok devlet yöneticisi, rütbeli asker ve hatta sıradan vasıfsız görevlilerin bile tutuklanarak çıkarıldıkları mahkemelerde de suçlu bulunarak idam edildikleri de yazmaktaydı. Buda Stalin rejiminin Kırgız halkı üzerinde baskı ve korku oluşturmanın ilk adımıydı. Denildiği gibi Kırgızistan SSCB Devletinin ilk Genel Kurul Toplantısına katılanların maalesef %90’ı çeşitli gerekçelerle katledildi.

Toplantıda Stalin’in söylediği “Bu insanlar acımasızca ortadan kaldırılarak, etkisiz hale getirilmelidir. Zira onlar işçi sınıfına tehdit oluşturmaktadır” sözü korkunun artık hakim olduğu ülkede sloganlaştı. Beklide en kötüsü de ilkokul kitaplarından kurumların duvarlarına kadar yıllarca yazılı kalmasıydı. İşte bu sözler aile içerisinde bile baba ile oğul arasındaki sevgi ve güveni namlunun ucuna koymuşçasına yok etti. Artık her tarafa kan sıçrıyordu. Elbette bu kaçınılmaz sonlar Kırgız Türkü aydın ve halk liderlerinin de üzerlerine çöktü.

Sovyetlerin önde gelen tecrübeli katillerinden ve bir çok Türk halkına işgenceleriyle tanınan Merkez Askeri Polis İstihbaratı (NKVD) Başkanı Ejov Moskova’dan atadığı Kırgız NKVD başkanı Çetvertakov üzerinden aydın ve halk liderlerine yaptığı suçlamalarla bir bir canlarına kıydı.

NKVD’nin en önemli kilit tutuklusu olan Yusuf Abdrahmanov’un gördüğü işkenceler sonucu kendisine zorla imzalatılan ifadelerle Sosyal Turan Milli Hareketi üyesi ve yöneticisi olduğu gerekçesiyle 40 kişi NKVD askerlerince yakalanarak Yüksek Mahkemeye çıkarıldı. Yalancı şahitler ve sahte evraklarla suçlu bulunarak 1938 Kasım ayında öldürüldüler:

Yusuf Abddrahmanov, Kırgızistan’ın milli eğitime geçmesi talebi hoş karşılanmadı. Kazakistan ve Sibirya’da başlatılan suni açlıklardan dolayı Kırgızistan’a sığınanlara yaptığı tahıl ve gıda yardımlarından dolayı Moskova tarafından Burjuvalık Milliyetçilik suçlamasıyla tutuklanarak Smara ve Orenburg şehirlerine sürüldü. 1937 yazında Milli akıcılık olan Alaş-Ordu üyesi olmak, anti-sosyalist Sosyal Turan hareketine katılmak, SSCB’yi yıkmaya teşebbüs, Pan-Türkistler Partisi merkez yöneticiliği yapmak ve yalancı şahitlerle vatan haini ilan edilebilmesi için İngiliz ajanlığı yapmak suçlamalarından dolayı 58.maddeye istinaden 5 Kasım 1938 günü katledildi. Cesedi Ata-Beyit toplu mezarından çıktı. Kısa bir süre sonra yalancı şahitler esrarengiz biçimde öldüler.

Törekul Aytmatov, NKVD başkanı Çetvertakov’un Abdrahmanov’un yakın arkadaşı ve Pan-Türkist düşünceyi savunması dolayısıyla tutuklandı. 1938 yılından beri kayıptı. Cesedi 1993 yılında açılan Ata-Beyit Kurbanları toplu mezarında bulundu. Kimliği oğlu Cengiz Aytmatov’un yaptırdığı DNA testiyle tespit edilerek bulundu. Baba Aytmatov, hunharca kurşuna dizilerek öldürüldü.

Kasım Tınıstanov, Abdrahmanov’un yakın arkadaşı olmak, Sosyal-Turan Partisi düşüncesini desteklemek ve görev almak suçlamalarından tutuklanarak 1938 yılında katledildi. Cesedi Ata-beyit Kurbanları toplu mezarında bulundu.

Katledilen diğer Turan Partisi üyesi Kırgız aydınlarından: Osmankul Aliyev (KRSSR Milli Eğitim Komite Başkanı), C.Şarukov (KRSSR Milli Sağlık Komitesi Başkanı), Temirbayev (KRSSR Milli ekonomi ve işletmeler Başkanı), Erdineyev (Eski Devlet Milli Komiteler Başkanı), Bayalı İsakeyev (Dönemin KRSSR Devlet Milli Komiteler Başkanı), Abdıkadir Orazbekov (KRSSR Merkez Uygulama Komite Başkanı), Erinbek Esenamanov (KRSSR Milli Tarım Komitesi Başkanı), K.Yoldaşov, Saldayev, Çantakiyev (KRSSR Hükümet üyeleri) v.b. bir çok aydın yukarıdaki suçlardan Temmuz ve Ağustos 1938 tarihleri arasında tutuklanarak 58. madde gereği suçlu bulundu. Yıllarca hiç birinin akrabalarınca bilinmeyen bu şahısların cesetleri de eski kireç ocağında yine “Ata-Beyit” toplu mezarından çıkarıldı.

İlginç olanı ise o mezarın 50 metre yanına SSCB polis evlerinin konuşlandırılmasıdır. Halk ve akrabalarının aramalarını engellemek için eskiden bir polis devleti olan Kırgızistan’da polis evleri bir nevi kamuflaj olarak kullanılmıştır.

Var oldukça sizleri unutmayacak ve unutturmayacağız…


Kaynak:  Ufuk TUZMAN – Filolog, Araştırmacı
 
 
Başlık: Ynt: TÜRKİYEYİ SOYKIRIMLA SUÇLAYANLAR! SİZ Mİ SOYKIRIMDAN BAHSEDİYORSUNUZ?
Gönderen: Üçoklu Börü Kam - 02 Ekim 2007
Komünist Rusya Döneminde Sibirya'daki Ölüm Kampları Düzeni ve Türkler

Sovyetler döneminde devreye konulan ölüm kampları konusunun Türkler bağlamında ele alınışının nedeni bu konunun, zamanında birçok kişinin canını yakmış olmasına karşın eskiden olduğu gibi günümüzde de ele pek alınmadığından kaynaklanmaktadı r. Bu konunun Türkiye'deki en önemli araştırmacılarının başında ulu Türk bilginlerinden Necip Hablemitoğlu (1954-2002)'nun adı gelmektedir. Hablemitoğlu tarafından (Yeni Hayat dergisi Genel Yayın Yönetmeni Av. Hanifi Altaş'ın (2004: 7-10) verdiği bilgiye göre henüz 19 yaşındayken kaleme alınan) neredeyse bir tez kadar düzenli bir biçimde hazırlanan "Sovyet Rusya'da Devlet Terörü" adlı çalışması bu bağlamda son derece titiz bir araştırmanın sonucu elde edilen bilgi hazinesi olması nedeniyle bir baş kaynak olarak gösterilebilir. Bunun yanı sıra, zamanında bu korkunç kıyım makinesinin dişlilerine düşen insanların hatıratları da bu konuda ışık tutucu olmaktadır. Özellikle Türk halklarının içerisinde eski adıyla Rusya Türkleri - ki bu ad eskiden; Rusya, Orta Asya ve Kafkasya Türklerini kapsamaktaydı - ile Anadolu Türkleri açısından yukarıda anılan konunun tarihin tozlanmış raflarına konulup unutulmasına izin vermeyip belleklerde saklanmasına yönelik işlenmesinde büyük bir yarar vardır. Çünkü, dünü bilmemek ya da unutmak gelecekte aynı gelişmelerle yüz yüze gelme olasılığını ortadan kaldırmaz. Oysa ki, geçmiş bilgisi gelecekte benzer durumların ortaya çıkmaması için ya za benzer durumların ortaya çıktığında gerekli önlemlerin çok daha etkili alınmasına yarayabilir. Bunun yanı sıra geçmişteki acı sayfaları bilmek, kanı ve zihni itibariyle kendini Türk hisseden, kabul eden ve en önemlisi de Türk olan bütün Türklerin en önemli görevlerindendir.

Burada ek bilgi olarak Sovyet Rusya'da insanların Komünistler tarafından SSCB'nin içerisinde köle, daha doğrusu evcil hayvan gibi ölümüne sömürüldüğü ölüm kampları düzeni konusundaki gerçeklerin, dünya çapında tanınan Rus yazar Aleksandr Soljenitsın'ın "Arhipelag GULAG" ( GULAG * Takımadaları ) adlı kitabından  bütün çıplaklığıyla öğrenilebileceğini belirtmek gerekir (Altaş 2004: 7-11). Soljenitsin' den çok önce, sözde eşit ve hür yaşanacağı kardeş bir dünya kurma iddiasıyla ülke yönetimini ele alan Rusya Komünist Partisi tarafından uygulanan kıyım sistemi konusunda bir çalışma yürütüp 1938'de yayımlayan ve bu yüzden İspanya'nın Katalonya bölgesi başkenti Barcelona şehrinde Sovyet ajanlarınca öldürülen Mark Rhein'in adının da burada anılması lazım (Habemitoğlu 1973: 11-14). Burada, önce Sibirya'da Yenisey Nehrinin orta havzasında bulunan Krasnoyarsk (Hakas Türkçesinde Hızıl Çar, yani, Kızıl Yar/Kıyı - TBD), ardından da Kazakistan'daki Semipalatinsk (Kazak Türkçesinde Semey - TBD)'taki esir kamplarında 1915'ten 1920'ye dek altı yıl süren esirlik hayatıyla ilgili anılarını paylaşan ve Sibirya ile Orta Asya bölgelerinde bulunan esir kampları konusunda oldukça ayrıntılı bilgiler veren Tuğgeneral Ziya Yergök'ün (Önal 2005: 5-10) adının da anılması gerek. Z. Yergök'ün yaşadıkları aslında Anadolu'dan bile Türklerin Sibirya'nın derinliklerine kadar sürüldüğünü ve oralarda esir hayatı sürdürdüklerini en iyi biçimde anlatmaktadır. Ayrıca, bu Komünist sistemin suçsuz kurbanlarının ad olarak tespit edilmesine yönelik olarak devlet arşivlerde bütün Rusya çapında çalışmalar, bu doğrultudaki bütün bilgileriyle kitle iletişim araçları ve internet aracılığıyla kamuoyuyla paylaşan "Memorial" adlı sivil toplum kuruluşu tarafından yürütülmektedir.

Yukarıda sayılan nedenlerden ötürü Sovyet Birliğinin tarihinde yer alan acı olayları tanımak Sovyetler döneminde ulaşılan başarılarının karşılığında ödenen insan hayatı türünden bedelin ne denli ağır ve korkunç olduğunu idrak edebilmenin yolunda olmazsa olmazlardandı r. Bunlar bilindikçe Sovyetlerdeki sanayi ve alt yapı alanındaki "sözde mucizelerin" altında yatan sistemin de bilinmesi ve farkında olunması kaçınılmazdır. Aksi halde, komünist ya da sosyalist görüşlü insanlar o sözde mucizeleri överken, bunların bedelinin ne olduğu konusunda bir fikir sahibi olmadan söylev sahibi kimseler oldukları veya olacakları tartışılmaz bir biçimde açıktır. Bu doğruları yansız bir biçimde araştırıp çözümledikten sonra cesurca açıklayan ve Türk okurlarını Sovyet Komünist Rusya'nın pek bilinmeyen ve gizli tutulması için propaganda bağlamında olağanüstü bir biçimde gayret ve mali kaynağın sarf edildiği karanlık yüzüne doğru gerçekçi bir yolculuğa çıkaran Dr. Hablemitoğlu insanlığa ve genç Türk kuşaklarına çok büyük hizmet götürmüştür.   

Yukarıda sözü edilen korkunç sistemin adı da Necip Hablemitoğlu'nun çok doğru tabiriyle "ölüm kampları" idi. Bu sistemden yüzlerce, binlerce, yüz binlerce ve hatta milyonlarca değil, on milyonlarca insan geçmiştir. Bu insanların içerisinde çok sayıda Türk yer alarak Sovyetlerdeki Komünist ölüm makinesinin zulmüne maruz kalmıştır. Ölüm kamplarına dayalı Sovyet ekonomisi ve bu düzeninin  her türlü yoldan sürmesini sağlamaya çalışan Sovyet Birliği Komünist Partisi münhasır bir biçiminde yönetimi elinde bulunduran rejimde (Hablemitoğlu 2004: 17) yaşanan bu yıkım ve soykırım Rusya Türklerini ve Rusya topraklarına tutsak olarak düşen Anadolu Türklerinin hayatlarına bir ateş olarak düşmüş ve yakmıştır.

Bu ölüm-kalım cehenneminden geçip hayatta kalabilen Türklerin maruz kaldıkları insanlık dışı zulümleri anlatmaları, bu konuda araştırma yapanların gizli kalmış ya da geniş kitlelere ulaştırılamamış bilgileri su yüzüne çıkarmaları Türk tarihinin geçmişteki gerçeklerle yüzleşebilmesi bakımından çok büyük önem taşımaktadır.

Sonuç olarak bu bilgiler doğrultusunda günümüzdeki Türk dünyası gençliği ataları ve atalarının yaşamak durumunda olduğu sistemle ilgili bütün gerçekleri öğrenebilmekte, öğrenebilmelidir.

Yine bu bilgiler doğrultusunda, ülkeyi ve bu ülkenin içinde yaşayan halkları ölüm kampları ağıyla sarmalamış bulunan Sovyet Komünizminin bir antitezi olan Çarlık Rusya'dakine benzer bir biçimde "halkların sürgün yeri" olarak kullandığı Sibirya bölgesinde yer alan ölüm kamplarıyla, buralara düşen Türklerin anıları bağlamında, öğrenebileceğimiz ve öğrenmemiz gereken çok şeyin olduğu inancındayım.

Özelde Sibirya ve Genelde Rusya'daki Ölüm Kamplarıyla Hapishanelerin Kısa Tarihçesi

Sovyetler coğrafyasının iklim açısından en sert, yüzölçümü bakımından en geniş ve nüfus yoğunluğu yönünden en düşük orana sahip bir bölgesi olan Sibirya'da dönemin rejimince çok sayıda hapishane ve kampın kurulmuş olması aslında çok da şaşılacak bir durum değildir. Neden mi? Çünkü az önce sayılan bütün etkenlerin, sözde enternasyonalizm fikrini her fırsatta hem ulusal hem de dünya düzleminde savunmasına karşın resmi dili Rusça olan (ve çeşitli etnisitelere mensup insanların Çarlık tarihi dahil olmak üzere "Ata yurdu tarihi" adı altında büyük oranda Rus tarihinden ibaret bulunan resmi bir tarih okumak zorunda olduğu) Sovyet devletin hapishaneler ağının ağırlığının Sibirya'ya doğru kaydırılmasına yol açan kararların alınmasında etkili olduğu söylenebilir.

Bununla birlikte bu konuda Hablemitoğlu'nun görüşü de çok önemli bilgi niteliğindedir. Ona (Hablemitoğlu 2004: 17) göre, 1552'de Kazan şehrini işgal eden Rürik soyundan gelen Rusya Çarı Korkunç İvan (1531-1584) döneminden itibaren sürgün yeri olarak kullanılmaya başlanan Sibirya bölgesinin ölüm kampları için seçilmesinin altında yatan nedenlerin arasında bu bölgede bulunan zengin yer altı ve üstü kaynaklarını kapitalizmin gelişebilmesi adına işleme gayretinin ve bunun gerçekleşebilmesinin de doğrudan ölüm kamplarının kurulması ve zaman içerisinde artış göstermesine ilişkin ciddi bir gereksinimin yattığını yadsımak olanaksızdır. Ayrıca, Sibirya'ya bu sistem dahilinde çalıştırılmak üzere sürülen Rus insanları aynı zamanda Sibirya yerlisi olan halkların karşısında Rusya devletine etnik olarak Rus asıllı beşeri unsurların artması ve kim yerlerde üstünlük sağlaması yönünden de ciddi bir kolaylık sağlamaktaydı (Hablemitoğlu 2004: 17).

Biri sürgün öbürü ise devlet lehine köle gibi ağır işlerde çalıştırılmak (katorga sistemi) için sürülme gibi iki ana çeşide ayrılan sürgün yeri olan ve en korkunç hapishaneler diyarı Sibirya bu yöndeki gelişmeyi Deli Petro döneminde kazanmıştır (Hablemitoğlu 2004: 18).

1917'de ihtilalin gerçekleştiği ve Komünizmin ta 1930'lara kadar uygulanmadığını savunan Hablemitoğlu'na (2004: 22-27) göre Rusya'da bu dönemde, Lenin'in 1920'lerin başında uygulamaya koyduğu köylülerin mahsulleri konusunda ciddi serbestiler getiren NEP (Yeni Ekonomi Politikası) siyaseti dahil olmak üzere 1928'e dek "liberalizm karışımı Komünizm" uygulanmıştır.

Avrupa'da modern anlamda Hitler'den çok önce toplama kampların kurucusu olarak kabul edilen Vladimir İlyiç Ulyanov (Lenin) *'un başkanlığındaki ülke yönetimiyle kan dönme konusunda Hitler'i bile geride gölgede bırakan İyosif Vissarionoviç Stalin (gerçek soyadı Djugaşvili/Cugaşvili - TBD)'in iktidarının bir dönemini kapsayan 1917-1928 yılları dönemi içerisinde genç Sovyet devleti ne sanayi ne de tarım alanında ciddi başarı performansını sergileyemediği gibi ülkenin içindeki sosyo-ekonomik sorunları çözebilmiş değildi. En önemlisi de, böylece, Sovyetlerdeki Komünistler dünyadaki başka devrimci güçlere örnek teşkil edebilecek bir şey sunamamış oldu.

Komünist Rusya'da ilk mecburi çalışma kampları 1917 Sosyalist Devriminin ardından bir-iki yıl içerisinde Arhangelsk bölgesinde yer alan Holmogorı'da kurulmuştur. Çarlık rejiminden Rus Komünistleri tarafından bir toplumsal miras olarak devir alınan katorga sisteminin tatbik edilişine başlandığı tarih ise 1923 yılıdır. Hatta Komünist Rusya'da kampların artış dinamiğini göstermek gerekirse şöyle sayılar örnek olarak gösterilebilir: 1922'de inşası süren yalnızca 2 kamp varken, 1927'de bu sayı 50, üç yıl sonra da 1930'da Komünistlerce inşa edilen kamp sayısına 90 yeni kamp eklenmiş ve "Sovyet proletaryasını n hizmetine sunulmuştur" (Hablemitoğlu 2004: 35).

Islah kurumları konusundaki istatistik üzerine daha farklı görüşler de mevcuttur. Sovyet iktidarına karşı olan ya da karşı oldukları düşünülen gerçek ve hayali (ki yüzde doksan dokuzu herhalde hayali idi) düşmanlarının emek kavramının uygulanışı yoluyla değiştirilmesini ve hızlı bir biçimde kurulması planlanan Sosyalizm'in lehine tutum ve tavırlar kazanmalarına baskı boyutunda ağırlık veren SSCB ülkesinde 1923 yılının ortasında; toplama kampı, ıslah evi, hapishane, tarımda çalıştırılmak üzere zorla ikamet edilmesini öngören köyler, mahkum evleri gibi ıslah kurumlarının toplam sayısı 700'ü geçmişti. Buralarda yaklaşık 140 bin kişi bulunmaktaydı . 1936'da STON

[1] (ston, Rusçada "çığlık" demektir - TBD) adını alan meşhur SLON
[2] (slon, Rusçada "fil" demektir - TBD) Temmuz 1923'te kurulmuştur (İstoriya Oteçestva 1994: 110). Esasen, Komünist Rusya'da kampların mantar gibi çoğalmasını tetikleyen neden ise, 1926 yılının son baharında VTsİK [3]'in suçluların artık konvoy bulundurulmadan cezalarının çekmesi gerektiğini öngören bir kanun hükmünde kararnamesinin kabul edilmesidir. Daha önceki dönemlerden farklı olarak o yıllarda sömürgeci rejimin kötü bir mirası olan hapishanelerin tamamen ortadan kaldırılıp yerine, suçluların serbestçe çalışabileceği ve böylece Sovyet Sosyalist toplumuna yeniden tam yetkin ve sağlıklı birer üye olarak geri kazandırılabileceği kamplar sisteminin kurulması düşüncesi yaygınlık kazanmıştır. Yani, bütün suçluların bu kamplarda çalıştırıldığında kişiliklerinde olumlu yöne doğru değişimler meydana geleceğinden bunların Sovyet Rusya'nın birer dürüst yurttaşı olabileceği düşüncesi, mecburi çalışma kamplar ağının ülke çapında hızlı bir biçimde yayılmasına ciddi bir ivme kazandırmıştır (Zemskov 1997: 54).
Oysa ki, Ekim 1917'de meydana gelen Sosyalist Devrim amaçlarının baş köşesine şiddet ve zulmü ortadan kaldırılmayı koymuştu. Örneğin V.Lenin (PSS: 122) "... ülkümüzde insanlara karşı yönelik zulme yer yoktur...", "...Bütün gelişme toplumun belirli kesiminin öteki kesimi üzerindeki zorbalığa dayalı hakimiyetinin ortadan kaldırılmasına götürmekte". Bu güzel niyet ifadesi olan sözler, ne yazık ki, uygulamada kendi yansımasını bulamamış, milyonlarca suçsuz insanın hayatının yakılmasına yol açmıştır. Nitekim, Sosyalist Devrim'in hemen ardından 05 Eylül 1918'de Halk Komiserleri Konseyi (SovNarKom/SNK) 'nin meşhur "Kızıl Terör" kanun hükmünde kararnamesi yayınlanmıştır. Bu ararnameye göre Beyaz Ordu örgütlerine, darbe girişimi ve ayaklanmalara karışan herkesin kurşuna dizilmesine izin verilmekte ve Sovyet Cumhuriyeti' nin toplama kamplarına tıkanması suretiyle sınıf düşmanlarından temizlenmesini emretmekteydi (Soljenitsın 1991: 13). Yani, az önce sözü edilen insanlıkdışı uygulamaların hayata geçirilmesine başlanması ve Sovyet toplumunun her kesimini de alacak şekilde genişletilmesine uygun hukuksal alt yapının ne olduğu konusunda böylece fikir sahibi olunabilir.

Peki hızla sayısı artırılan bu ölüm kamplarının içine sokulan nüfusun artış dinamiği nasıldır acaba? Bu alanda da çok iyi bir araştırma yapan Hablemitoğlu (2004: 35), elde ettiği bilgilere dayanarak şu rakamları vermiştir: 1928-1930 yılları arasında yaklaşık 663 bin mahkumun bulunduğu bu sistemde 1931-1932 yılları arasındaki dönemde mahkum sayısı 2 milyon olmuş, ardından 1933-1935 yıllarında da bu sayı 5 milyona yükselmiştir.

Mecburi Çalışma ve Islah Etme Kampları olan GULAG cehennemine mahkumlar bütün SSCB coğrafyasından sevk edilmektedir. Bu sevkıyatın yoğunluğuna ilişkin bir fikir edinmek için toplam 88917 kişinin kamplara çalıştırılmak üzere gönderildiği Ekim-Aralık 1934 tarihinin yalnızca verilmesinin yeterli olacağı (Zemskov 1997: 58) kanısındayım. Bütün bunların doğal sonucu olarak ülke çapında çok derin korku duygusunun yayılması vuku bulmuş; insanlar aile içerisinde bile artık konuşmak, görüşlerini paylaşmaktan çekinir duruma gelmiştir. "Opyat dvadtsat pyat" ( yine yirmi beş), "Kak dal bı yemu dvadtsat pyat, budet znat kak dedu derzat" (dedeye karşı karkılşmanın ne demek olduğunu bilmesi için ders vermek niyetinde ona yirmi beş çakardım) gibi deyimlerin Sovyetlerin içinde insanların konuşmalarında yaygınlık kazanması Lenin ve Stalin dönemlerine rast gelmekte ve günümüz Rusçasında bu deyimlerin varlığının devam etmesi o korkunç günlerin bir anısı ve mirasıdır. Neden mi? Çünkü o dönemlerde hüküm giymek ve ölüm kapmlarına düşmek o kadar kolaydır ki insanların suçsuz oldukları halde uydurma suçlamalarla 10, 20, 25 yıllığına mahkum edilmesi çok yaygın bir uygulamaydı (Svanizde 2006).

Bu rakamlar aslında, ölüm kampları sürecinin daha başlangıcındaki sayısal dinamikleri yansıtan göstergeler olmasına rağmen bizlere, sürekli Batı'da işçinin sömürüldüğü edebiyatına başvuran Komünistlerin aslında kendilerinin de işçi ve köylüyü yaşam hakkı dahil olmak üzere bütün haklardan mahrum edilen birer köle konumuna getirerek hiç bir karşılık vermeden ölümüne dek sömürdüğünü gösterebilme konusunda ikna edici ve dehşet verici bilgilerdir.

İşte sanayide büyük atılımlar öngören Birinci Beş Yıllık Plan'ın uygulanışına böyle bir ortamda girilmiştir. Doğal olarak ciddi yatırımlar isteyen bu atılımların gerçekleştirilebilmesi için büyük insan gücüne gereksinim duyulması kaçınılmazdı. Ortaya çıkacağı kaçınılmaz olan bu sorunun çözümü konusunda parlak Rus Komünist zekalar, onlarca milyon insanın hayatına paha olacak Ölüm Kampları olarak tanımlanabilecek Mecburi Çalışma Kampları sistemini, Çarlık dönemindeki eski adıyla Katorga sistemini devreye konulmasına ön ayak oldular.

Bu arada kırsal kesimlerde zorla yapılan Kolektifleştirme sonucu yaygın kıtlıklar patlak vermiş, bunun sonucunda milyonlarca insan ölmüştür. Sözgelimi, 1926'da 31 milyonluk bir nüfusa sahip Ukrayna 1939'a gelindiğinde nüfusunun artacağı yerde beş milyon kişi azalmıştır. Kazak Türklerinden bu dönemdeki uygulamalar yüzünden 1,5 milyon kişi ölmüştür. Türkistan bölgesinde ise toplam 3 milyon hayat sönmüştür bu dönemde (Hablemitoğlu 2004: 29-30)

(Devamı sonraki iletidedir)

Kaynak: Ufuk TUZMAN – Filolog, Araştırmacı

Başlık: Ynt: TÜRKİYEYİ SOYKIRIMLA SUÇLAYANLAR! SİZ Mİ SOYKIRIMDAN BAHSEDİYORSUNUZ?
Gönderen: Üçoklu Börü Kam - 02 Ekim 2007
(Önceki iletinin devamıdır)

Sovyet Komünist Rejimince Sibirya'da Kurulan Ölüm Kampları ve Kurbanları

Sibirya'da kurulan ve tam hız çalışan ölüm kamplarına sevkıyat Sovyet zamanında II. Dünya Savaşı öncesi dönemde olduğu gibi savaş yıllarında ve savaşın bittiği yıllarda da devam etmiştir. Özellikle II. Dünya Savaşı sonunda bu bölgedeki zorla çalıştırılma kamplarına milyonlarca yeni mahkumla doldurulmuştur. Sevk olunan bu mahkumların içinde hem Sovyetlerin içinde yaşayanlar hem de yurtdışında yaşayan Rus ya da Sovyet yurttaşları yer almıştır. Çeşitli yollardan kandırılarak ve zor kullanılarak bu insanlar hayvan nakliyatı için kullanılan katır vagonlarda insanlık dışı koşullarda Sibirya'nın derinliklerine ölümüne gönderilmekteydi. Kızıl Ordu saflarında Nazi Almanlara karşı cephede savaşıp tutsak düştükten sonra Alman toplama kamplarına düştükten sonra oralardan kurtulan ve ülkesine sevinçle dönen milyonlarca Sovyet askeri de az önce anlatılan akıbete maruz kalmış, sınırlarda karşılanıp doğrudan ölüm kamplarına yollanmaktaydı .

1917 devriminden ve daha sonraki Sovyet yıllarındaki uygulamalardan kaçan ya da sınır dışı edilen yüz binlerce insan Batıya yerleşmişti. 1945'te Sovyetlerin II. Dünya Savaşından galip çıkması, Sovyet Komünist rejimini nefretle izleyen bu insanlar üzerinde büyük çapta etki yaratmış, bu insanlar aileleriyle birlikte Sovyet propagandaları na kanarak SSCB'ye yönelmiştir. Ancak, bunların da neredeyse tümü Komünist yönetimce ezilerek ölüm kamplarına sürülmüştür. Bu sürülen insanların içinde eşleri konumunda Batı Avrupa kökenli olan bir çok insan da kocalarının ya da hanımlarının yanında bilerek ya da farkında olmadan bu ölüm yolculuğuna gitmiştir (Svanidze 2006).

Bunun yanı sıra Almanlar tarafından kurulan lejyon birliklerinde Komünist Rusya'ya karşı savaşan bir çok Türk vardı. Bunlar da ya gönüllü olarak ya da 28 Mayıs 1945 tarihinde Güney Avusturya'da yer alan Spittal-Drau kasabasında bulunan 7000 Kuzey Kafkasya Türkü aile ve çocuklarıyla birlikte Amerikan ve İngiliz askerlerince Sovyet ordularına teslim edildiği örneğinde olduğu gibi zor kullanılarak SSCB'ye sevk olunmuştur (Hablemitoğlu 2004: 55-57).

Sovyet Komünistleri SSCB'nın geniş topraklarında yayılan ölüm kampları ağına yollanmak üzere Türk halkların içerisinde Kırım Tatarları, Karaçay, Balkar, Ahıska Türklerini topyekün bir biçimde sürgüne göndermiş, bu halklara karşı soykırım uygulamış, yurtlarından koparmış ve yurtlarına dönmelerini de yasaklamıştır. Bunlar Orta Asya, Sibirya ve Rusya'nın Uzak Doğusu bölgelerindeki mecburi çalışma kamplarına yerleştirilmiştir (Hablemitoğlu 2004: 64-65).

Hemen burada başka bir davranış örneğini vermekte yarar vardır. Yukarıda sözü geçen Ziya Yergök'ün, Dünya Savaşına 83. Alay Komutanı olarak katılıp ve Sarıkamış faciasından sonra Ruslarca esir alınıp Sibirya ve Orta Asya'daki savaş esirleri kamplarında hayatının altı yılını geçiren ve oralardan kaçıp 1920'de yurduna dönebildikten sonra bir yıl bile geçmeden Şubat 1921 tarihinde Kazım Karabekir Paşa tarafından askeri rütbesi albaylığa yükseltilmiş, askeri hizmet içerisinde ise Z. Yergök 1930'da tuğgeneralliğe kadar terfi etmiştir (Önal 2005: 5-10). Oysa, binlerce Sovyet askerinin Alman esaretinden bin bir güçlükle kurtulduktan sonra döndüğü yurdunda sevinç bile yaşayamadan doğrudan Sibirya ve Orta Asya'daki ölüm kamplarına sürülmüştür. Dolayısıyla, burada örneği verilen iki durum, iki farklı yaklaşımı ve insana verilen değeri de yansıtır niteliktedir.   

Topyekün sürgün uygulaması Sovyetler tarihinde ilk kez Baltık ülkelerine (Letonya, Litvanya ve Estonya) karşı uygulanmıştır. Buralardan koparılan sayıları bir milyonu aşkın insan da Ural dağları, Orta Asya ve Uzak Doğu bölgelerine sürülmüştür (Hablemitoğlu 2004: 65-72).

Yukarıda değinilenlerin dışında mecburi çalışma sistemi savaşta Kızıl Ordu tarafından esir alınan yabancı askerlerle de büyük ölçüde takviye olunmaktaydı. Kimi tahminlere göre sayısı 3-4 milyonu bulan Alman savaş esirlerinin yanı sıra Romanya, İtalya, Finlandiya ve Yugoslavya asıllı savaş tutsaklar Sovyetlere getirilmiş ve bunların büyük kısmı da çalışma kamp zindanlarında ölmüştür (Hablemitoğlu 2004: 49-50).

Anadolu Türklerinden olup "sabıkalı komünist" olan ve hem Orta Asya hem de Sibirya mecburi çalışma kamplarına sürülen Yusuf Yıldırım'ın verdiği bilgiye göre Kızıl Ordu'nun Uzak Doğu'da Mançurya bölgesinde tutsak ettiği bir milyon civarındaki Japon askerlerinden Karaganda'daki kampa düşenlerin arasında açlıktan ölüm oranı yüksekti (Hablemitoğlu 2004: 49).

Sovyet Rusya'da toplam 30 yıl yaşayan ve bu sürenin 6 yılını (1949-1955) Orta Asya (Karaganda) ve Sibirya (Norilsk ve Vorkuta) mecburi çalışma kamplarında mahkum olarak geçiren Yusuf Yıldırım (1972: 230-231; Hablemitoğlu'nda 2004: 98-99) Sibirya'ya sürgün edilişini şöyle anlatmıştır:

"Vapurlar, hayvan nakli için kullanılan vapurlardı. Ahırdan farksızdı. Vapur yolculuğu da 3-4 gün sürdü. Vapurdan çıktığımız zaman müthiş bir soğukla karşılaştık. Kar tipisi vardı. Dişlerimiz birbirine vuruyordu soğuktan. Birkaç gün yaya olarak gündüzle gecenin farkını anlamadan yürüdük. Kar tipi hiç dinmiyordu. Bizi kutup dolayındaki Narilsk [Krasnoyark Eyaletinin kuzeyinde bulunan ve günümüzde Alüminyum başta olmak üzere demir dışı piyasasındaki dev işletmelerin ve ağır sanayinin merkezi olan Norilsk şehri - TBD]'e getirmişlerdi. Kampa yaklaştığımızda, tipi biraz dinmişti. Geçtiğimiz yolun sağında solunda uzaklardan kuleler görünüyordu. Ateş sesleri işitiliyordu. Yürümeyen mahkumları yolda kurşunluyorlardı. Ellibin kişi kadar vardık. Bir kampın önünde durdurulduk. Tahminen on kafileye ayrılmıştık. Bir kafile burada kaldı. Kafileleri her milletten karışık olarak teşkil etmişlerdi. Epey ilerledikten sonra yine bir kampın önünde durdurulduk. Burada beş kafile bırakıldı. Yine kafileler hareket etti. Kimsede yürümeye takat kalmamıştı. Canımızı dişimize takarak, yürüyorduk. Geride kalanların üzerinde köpekleri saldırtıyorlardı . Ben en son kafiledeydim. Kurşunlananların, takatsizlikten düşüp donanların, can çekişenlerin, yaralananları n, sıradan ayrıldı diye öldürülme tehlikesi olduğunu bildiğimizden üzerlerine basarak yürüyorduk. Bunların sayısı herhalde iki yüzden fazlaydı".

Bu kısa anlatımdan da anlaşılabileceği üzere en az 150 arama ve 500'den çok bekçilik için özel yetiştirilmiş köpeklerin bulundurulduğu ölüm kamplarına (Hablemitoğlu 2004: 112) mahkumların ulaşması bile ölümle sonuçlanabiliyor, bu yolda insanlar korkunç insanlık dışı zulme maruz kalıyordu.

Kampa ulaşabilen mahkumların ne gibi koşullarda yaşadıklarını yine Y. Yıldırım'ın (1972: 220; Hablemitoğlu'nda 2004: 126-127) hatıralarından öğrenmek mümkündür: "Sabahın beşinde kalkıp, akşamın sekizine kadar çalışıyorduk. Hergün gıdasızlık ve aşırı çalışmadan dolayı hastalanarak; en az yüz kişi ölüyordu. İş yerine gidiş gelişte yürüyemeyen, kafilenin gerisinde kalanları da ya kurşunluyor, ya da köpeklere parçalatıyorlardı . Sebebi gayet basitti, yürümekten aciz bu insanların kaçacakları ileri sürülüyordu". Sibirya'da Norilsk mecburi çalışma kampındaki mahkumiyet hayatı Y. Yıldırım (1972: 231-232; Hablemitoğlu'nda 2004: 127) tarafından şu şekilde tasvir edilmiştir: "Taş kariyerinde çalışıyorduk. Vagonları doldurup, boşaltıyorduk. Hergün karyerde (maden ocağında - TBD), yalnız kazanlarda 50-60 kişi ölüyordu. Tipisiz gün yoktu. Kampa üstümüz buz bağlamış halde dönüyorduk".

Çarlık zamanında da esir kampında Rusların tutsaklara karşı davranışlarına konu açısından ve bütüncül algılama bakımından yararlı olabilir. O nedenle burada Ocak 1915'te Krasnoyarsk civarında bulunan bir esir kampına düşen Osmanlı Türk askerlerinden Ziya Yergök'ün (2005: 156-157) hatıratlarına başvuracağız: Ruslar "sabahları eksi 40 derece soğukta dışarıda ayakta tutar, yoklama yapar, kimlik yazarlardı. İnce bir kaput ve bize uygun giyimlerimiz şiddetli soğukta titrememize sebep olur, burnumuzu üşütmemek için onları ellerimizle kapatmak zorunda kalırdık. Soğuk ciğerlerimize işlediği için hastalanıp ölenler çok oldu. Birçoğumuzun basuru depreşti… Rus subay ve erlerine birazcık itiraz büyük bir hakaretle karşılık görür, dipçik ve kırbaç dayağı zerrece itiraz etmemize, soğukta çektirilen azaplara katlanmamıza sebep olurdu..".

Kamplardaki beslenme koşularına da bakmakta yarar vardır. Mecburi çalışma kampında mahkumlar günlük ortalama (tamamlaması gereken normu yüzde yüze yakın bir oranda yaptığı durumda) olarak 400-600 gram arası ekmek ve 22 gram et yiyebilme imkanına sahipti. Bir kıyaslama yapmak için, söz konusu kampta bekçilik ya da arama görevlerinde kullanılan köpeklere günde 250-400 gram arası et ve 20 gram hayvani yağ verilmekteydi (Hablemitoğlu 2004: 132-133). Bu kıyaslama bizlere dehşet verici bir tabloyu sunmaktadır. Bu tablonun ressamı ise bütün dünya işçilerine özgür, eşit ve kardeş bir dünya vaat eden Sovyet Komünist devletiydi. Bu arada, normları tamamlayamayan mahkumların her geçen gün beslenme normlarında kısıtlamaya gidildiğini ve bu duruma düşen insanların sonunda büyük çoğunlukla açlıktan öldüğünü de burada eklememiz gerek.

Ölüm kamplarında yaşam koşullarının ne denli ağır ve hatta ölümcül olduğunu belki de bir Polonyalı esirin sözleri en açık bir biçimde açıklamaktaydı: Ona göre bu ortamda "işten ölmeyenler hastalıktan, hastalıktan ölmeyenler, keder ve üzüntüden dolayı intihar ederek ölürler" (Hablemitoğlu 2004: 147).

Mecburi çalışma kamplarında bulunan mahkumların üzerinde Sovyet Komünist sistemi dayattığı bu insanlık dışı koşullarda bile propaganda faaliyetlerini aksatmadan tüm gücüyle sürdürdüğünü unutmamak lazım. Nitekim, bu tür kurumların her uygun yerinde; "Hürriyetine kavuşman elinde!", "Namuslu çalış!", "Leke ancak alın teriyle silinir!", "Zaferi Komünist Partisine borçluyuz!", "Komünistler yolunu şaşıranların elinden tutar!", "Komünistlere inan ve güven!", "Seni düşünen kampın idarecilerine yardım et!", "Komünizmin baş düşmanı milliyetçiliktir! " gibi sloganlar yazılıydı. Ancak bu tür çabalar mahkumlar üzerinde ne denli etkiliydi? Etkisi mutlaka vardı, ancak o koşullarda bu tür propagandanın mahkumlar açısından nasıl algılanabileceğini tahmin etmek hiç de güç değildir, aslında. Yusuf Yıldırım (1972: 216; Hablemitoğlu'nda 2004: 155) da anılarında bu tür sloganları okuyan herkesin bunların karşısında güldüğünü anlatmaktadır.

Eşit, kardeş ve enternasyonal anlamda proleter kitlesini birleştirici olmanın aksine her ferdin kendi milliyeti etrafında kenetlenmesine ve etnik mensubiyete göre dayanışmanın gelişmesine uygun bir zemin sağlayan ölüm kampları düzeninin aslında "anti-Sovyet eğitimi veren ve hür, demokratik fikirli bir okul (!) haline gelmiş" (Hablemitoğlu 2004: 158) bir mekan olduğunu bile söylemek mümkündür.

Böyle bir ortamda Türkçülük akımının da cereyan ettiğine ilişkin bilgiler mevcuttur. Bu konuda hatıralarını paylaşan Kırım Türklerinden Osman Karabiber (1954: 84; Hablemitoğlu'nda 2004: 170) Türkistan, Kırım, İdil-Ural ve Azerbaycan bölgelerinden sürülen ve mahkumiyet yerlerinde Sovyet karşıtı ve Türkçü propaganda çalışmalarını sürdüren Türk aydınların arasında; meşhur Solovki Kampında esir tutulmuş bulunan Kırım Türklerinden Ethem Feyzi Gözaydın ile Osman Derenayırlı ve Kazan Türklerinden Hadi Atlasi'nin adını vermektedir.

Her türlü insanlık duygusunun köreltilmesine ve yok edilmesine yönelik uygun bir ortamın yaratılmasına çalışılan ölüm kampları ortamında Türklerin arasında bir çeşit dayanışma varken Rusların arasında da bu sosyal olgudan söz etmek mümkündür. Kamptaki görevlilerin çoğu etnik olarak Rus olduğu için bunların Rus mahkümlere çok daha müsamahalı bir biçimde davrandıkları da bilinmektedir. Norilsk kampında bu bağlamdaki durum şöyle aktarılmaktadı r: "... yerli [yani, Sovyetler'deki - TBD] Ruslar, Mançuryalı [yani, Çin'in kuzey doğusu - TBD] Rusların kendi kanından olduklarını, Baltıklılar tarafından öldürülen arkadaşlarının intikamını almaya teşvik ediyorlardı. Bu amaçla grup başkanları yeni listeler yaptılar. Mançuryalı Rusları sekiz on grup halinde bir araya topladılar. Ruslara hafif işler veriliyor, durmadan yedirip içiriyorlardı. İşin ağırlığı Doğu Avrupalıların, diğer yabancı milletlerin, Baltıklıların ve Müslümanların omuzlarında yükleniyordu. Biz Türk Müslümanlar, çok iyi örgütlenmiştik. Milletlerin münasebetlerine göre tutumumuzu ayarlıyorduk. Aklımız sıra siyaset yapıyorduk. Bunun için bize, pek o kadar diş geçiremiyorlardı . Burası bir dağbaşı idi... Herkes kendi canının derdinde idi. Bileği kuvvetli olanlar yaşıyor, zayıf olanlar yaşama hakkı bulamıyorlardı "(Yıldırım 1972: 217-234; Hablemitoğlu'nda 2004: 176-177).

II. Dünya Savaşından çok önce I. Dünya Savaşı yıllarında Ruslar tarafından tutsak düşürülüp Sibirya'ya sürülen Osmanlı Türk askerleri örneğinde de grup dayanışması davranışlarını gözlemlemek mümkündür. Nitekim, Ziya Yergök (2005: 160) hatıratlarında Türklerin Krasnoyarsk civarındaki esir kampına ulaştırıldığında, orada bulunan esir Macar askerlerinin kendilerine ilk günlerden itibaren "soydaş diye" sahip çıktığını ve birçok konuda yardımcı olduğunu ve kolaylık sağlamaya çalıştığını anlatmıştır. Osmanlı Türk askerlerinin esarette kaldıkları Sibirya'da kendilerine Rusya Türklerinden Sibirya Tatarlarının çok büyük yardımının dokunduğunu yine Z. Yergök'ün (2005: 167, 175-177) anılarından öğrenebilmekteyiz.   

Hablemitoğlu (2004: 205-217) kendi araştırmasına 1945-1947 yıllarına ait veriler ışığında Rusya'daki toplam 125 mecburi çalıştırılma kampının adını, ana görevini, bulunduğu bölgeyi ve özellikleriyle kamp yaşantısının karakterini vermektedir. Rusya'nın Batısından Ural dağlarına kadarki toprakları kapsayan Avrupa ve Urallardan Uzak Doğusuna kadar uzanan Asya bölgesinde yer alan bu 125 ölüm kampı Kuzey Batı Rusya, Kuzey Doğu Rusya, Doğu Avrupa Rusyası, Ural Bölgesi (bu kümedeki kamplar aslında Sibirya kamplarına dahil edilebilir), Batı Sibirya, Orta Asya, Kuzey Orta Sibirya (Krasnoyarsk bölgesi), Doğu Sibirya ve Uzak Doğu bölgesi gibi ana bölge taksimatına göre ayrılmaktaydı. 125 kampın içerisinde neredeyse 60'i Sibirya'da bulunmaktaydı .

Burada Sibirya'da yer alan kamp adlarının bazılarının verilmesinin yararlı olacağı düşüncesindeyim. Bunlar; Omsk Bölgesinde bulunan Omsk, Asir, Tobloysk kampları, Kemerova Bölgesindeki Kemerova kampı, Novosibirsk Bölgesindeki Narım, Novosibirsk, Siblag kampları, merkezi Tomsk'ta bulunan Tomsk-Asino kampları, Altay Eyaletindeki Barnaul kampı, Krasnoyarsk Eyaletindeki Norilsk, İgarka, Yenisey nehri ağzında bulunan Yenisey kampları, İngaş, Absagaçev, merkezi Kansk'ta bulunan Karslag kampları, Turuhansk, BAM (Baykal-Amur Demiryolu İnşaatı) kampları, Tayşet kampı, İrkutsk Bölgesindeki Yukarı Lena kampları, Saha Cumhuriyeti' ndeki Aşağı Lena, Olekminsk, Verkoyansk ve Aldan kampları, Çita Bölgesindeki Zado, Gubarevo, Dermidonovka, Magdagaçi, Zagamensk, Yerofey Pavloviç kamplarıdır. İnsanlık dışı koşullarıyla dünya çapında nam salan Kolıma kampları da yine Sibirya bölgesinin kuzeyinde bulunmaktaydı (Hablemitoğlu 2004: 210-214).

Ölüm kamplarıyla hapishanelerin çokluğu ve bunlarda mahkumların maruz bırakıldığı yaşam ve çalışma koşullarının korkunçluğu aslında Sovyet Komünist sistemin iç yüzünü bütün çıplaklığıyla ortaya koymaktadır. Bu sistemin iç yüzü ise Sovyet yurttaşı olan on milyonlarca kişi için ölüm anlamını taşımaktaydı.

Nitekim, 1917-1947 yılları arasında, yani 30 yıl içerisinde Sovyet Komünist devletinde ölüm kampları olarak tanınan mecburi çalışma kamplar sisteminde yaklaşık 21 milyon kişi hayatını yitirmiş, yine aynı dönemde baskılar döneminde öldürülenlerin sayısı 42 milyon olarak belirtilmektedir (Hablemitoğlu 2004: 223). Bu ise, Rusya Komünistlerinin aslında aydın ve mutlu hayatın yaşanacağı Komünizmin kurulmasına ilişkin vaatlerinin tam aksine nehirler dolusu insan kanını akıtarak bu dönemde 60 milyon kişiyi hayattan kopardığı anlamına gelmektedir. 60 milyon kişinin hayatının, Rus Komünist sisteminin işlemesi için yakıt olarak kullanılmış olduğunu bilmeli, o geçmiş günlere özlem duyanlarla o korkunç tarihi bilmeyip konuşanlara bunlar anlatılmalıdır. Ayrıca, bu insanlık ayıbı ve cehennemin içinden çok sayıda Türkün geçtiği unutulmamalı, Rusya Komünist düzeninin gizli tutulmaya çalışılan bu korkunç karanlık iç yüzünü genç Türk kuşaklarına aktarılmalıdır. Kendi atalarından şu ya da bu biçimde Sovyet Sosyalist Rusya'daki ölüm kampları ya da esir kamplarına düşüp oralarda ölen ya da o cehennemden canlı çıkabilen yakınları olanların da bu yazıda dile getirilmeye çalışılan gerçekleri çok iyi bildiği, bilmedikleri takdirde de insanlık tarihinin bu karanlık sayfalarından haberdar olabilmeleri için bu yazıyı küçük bir ışık olarak değerlendirebilecekler i umudundayım.   


Kaynak: Ufuk TUZMAN – Filolog, Araştırmacı

1.        Altaş, Hanefi (2004) "On Dokuz Yaşında Bir İdealist ve Onun Bir Eseri Üzerine: Necip Hablemitoğlu ve Sovyet Rusya'da Ölüm Kampları" Sovyet Rusya'da Devlet Terörü. (Necip Hablemitoğlu), 2. baskı, Toplumsal Dönüşüm Yayınları, Ankara, ss.: 7-11;
2.       Hablemitoğlu, Necip (2004) Sovyet Rusya'da Devlet Terörü, 2. baskı, Toplumsal Dönüşüm Yayınları, Ankara;
3.        Hablemitoğlu, Necip (1973) Giriş. (Varlık dergisi. 07.11.1973), Sovyet Rusya'da Devlet Terörü. (Necip Hablemitoğlu, 2004), 2. baskı, Toplumsal Dönüşüm Yayınları, Ankara, ss.: 11-14;
4.       İstoriya Oteçestva [ Atayurt Tarihi], 1994, Pskov;
5.       Karabiber, Osman (1954) Kırımlı Bir Türkün Rusya'daki Maceraları. Ankara;
6.        Lenin, Vladimir. Polnoye Sobraniye Soçineniy (PSS) [ Çalışmalarının Tam Külliyatı], 30. cilt;
7.       Morozov, Nikolay (2006) ? [ Stalin Kamplarının Etnik Oluşumu Sorunu Üzerine] Karta, Rusya Bağımsız Tarih ve Hukuk Savunma Dergisi, Sayı: 22-23, [ http://www.hro. org/editions/ karta/nr22- 23/moroz. htm];
8.       Önal, Sami (2005 ) Tuğgeneral Ziya (Yergök) ve Anıları Üzerine. Tuğgeneral Ziya Yergök'ün Anıları. Sarıkamış'tan Esarete (1915-1920). (Yayına Hazırlayan: Sami Önal). 3. Basım, Remzi Kitabevi, İstanbul, ss.: 5-10;
9.        Soljenitsın, Aleksandr (1991) [GULAG Takımadası ], 2. cilt, Moskova;
10.    Svanidze, Nikolay (2006) İstoriçeskiye hroniki [ Tarihi vakayinameler], 25.10.2006 tarihinde Türkiye saati itibariyle 22.05'te Rusya Radyo Televizyon kanalı RTR'de N. Svanidze yapımcılığı ve sunuculuğunda yayınlanan program.
11.   Yergök, Ziya (2005) Tuğgeneral Ziya Yergök'ün Anıları. Sarıkamış'tan Esarete (1915-1920). (Yayına Hazırlayan: Önal, Sami) 3. Basım, Remzi Kitabevi, İstanbul;
12.    Yıldırım, Yusuf (1972) İnanmıştım! Ankara;
13.   Zemskov, V.N. (1997).  1930-?  [1930'lu Yıllarda Mahkumlar: Sosyal-Demografik Sorunlar], Oteçestvennaya İstoriya dergisi, Sayı: 4, s.: 54

 
     
Başlık: Ynt: TÜRKİYEYİ SOYKIRIMLA SUÇLAYANLAR! SİZ Mİ SOYKIRIMDAN BAHSEDİYORSUNUZ?
Gönderen: Üçoklu Börü Kam - 02 Ekim 2007
TÜRKMENELİNDE YAPILAN KATLİAMLAR
 

4 MAYIS 1924 KERKÜK KATLİAMI

Osmanlı devletinin çöküşünden sonra , İngiliz işgaline uğrayan Irak sınırları içinde kalan Türkmenler , misak -ı milli sınırları dışında kalan diğer Türk toplulukları gibi başta İngiltere olmakla Avrupa devletlerinin türlü baskı , dehşet ve asimilasyon politikasına maruz kalmışlardır. Türkmenlere uygulanan bu saldırgan politikanın ilki 4 Mayıs 1924 ' de Kerkük halkına karşı işlenen tarihi Ermeni , Nesturı veya Livi katliamı diye geçen cinayet olmuştur . Irak genelinde ( özellikle Kuzey Irak ' ta ) İngiliz politikasının temel taşını teşkil oluşturan Türkmenleri yok etmek amacı , İngiliz ordusunda paralı askerlik yapanlara devredilmiştir , daha önceden hazırlanmış bir plana göre Mayıs 1924 'ün ilk günlerinde Kerkük civarında mevzileşen paralı askerlerin şehir içinde Türkmenlere karşı yaptıkları kışkırtmanın yanı sıra şehirde bulunan İngiliz yanlısı satılmışlar işgal ordusunca silahlandırılmışlardı. Haydutlar ağalarının emri üzerine 4 Mayıs 1924 Ramazan Bayramı arifesinde zorbalık yapan bir askerin büyük çarşıda bir şekerciden bir okka ( yaklaşık 2 Kg ) bedava şeker almağa kalkışması üzerine Türkmen bakkal buna izin vermemiştir , aralarında çıkan tartışma kavgaya dönüşmüştür , silah sesleri duyulunca hazır durumda bekleyen ve Kerkük kalesine giden yollar başında mevzileşen 20 şer İngiliz paralı askerleri Türkmenlere saldırarak büyük çarşıyı baştan başa yakmışlar ve önlerine gelen masum Türkmenleri kurşuna dizerek cinayet dolu tarihlerine bir yenisi eklemişlerdi. Paralı İngiliz askerleri Ramazan bayramı arifesinde hamamlarda bulunan masum Türkmen kadınlarına da saldırmışlar ve zavallı kadınların ırzına dokunmuşlardır . Haberi alan Türkmenler ve civardaki köylüler silahlarına salınarak İngiliz güçlerine karşı mücadele vermeğe girişmişler , bunun üzerine İngiliz hava kuvvetleri şehri bombalamağa başlamış. Tam 12 saat süren ( 3 gündüzden 3 geceye kadar ) katliamda Kerkük 'ün başta gelenlerinden Şeyh Mahmut Oğulları başta olmakla 280 masum Türkmen şehit edilmiştir . Kerkük kalesi ve civarındaki evlerden yağmadan kurtulan ev veya iş yeri yok denecek kadar azdır . Anavatan basınında büyük yankılar yaratan bu cinayete , her zaman olduğu gibi dünya sessiz kalmıştır.

Bu acı günlerin anısını toplum olarak ilk defa yaşarken halkımıza reva görülen bu ve buna benzer her türlü eylemi kınar , Yüce Allah' tan şehitlerimize rahmet diler ve onlara kanla çizdikleri yollarında devam edeceğimize yemin ederiz.

Allah Türkü korusun ve yüceltsin


Türkmen Şehitler Listesi

İsimler, Doğum Yeri, D. Tarihi, Şehitlik Tarihi, Mesleği

Aziz Teicil Leylan 26.03.1991 Emekli
Abbas Abit 1991 Öğrenci
Abbas Celal
Abbas Cemal
Abbas Fazil
Abbas Mehmet Turşucu Tuz Hurmatu 1991 Esnaf
Abbas Mustafa 1991 Trafik Polis
Abbas Nazlı Tuz Hurmatu 1981 Ziraat Teknisyeni
Abbas Nevzat Zeynül Abdin Leylan 26.03.1991 İşçi
Abbas Reşit Ali Leylan 26.03.1991 Öğrenci
Abbas Salah Seyit Kerkük 1973 1991 Öğrenci
Abdul Vahap Mehemet Habib Taze Hurmatu Öğrenci
Abdulazam Hacı Galıp
Abdulazam Zaman
Abdulemir Ali Hadi 1991 Avukat
Abdulemir Hüseyin
Abdulhalik Aziz
Abdulkerim Abbas
Abdulkerim Allahverdi kasap 1981 Serbest İşler
Abdulkerim Aziz 1960 1991
Abdulkerim Hacı Aziz
Abdulkerim Sefer
Abdulkerim Şakır
Abdullah abdulrahman 16.01.1980 Emekli Albay
Abdullah Ahmet Şakulı
Abdullah Ali Kenav Taze Hurmatu. 1984 Esnaf
Abdullah Beşirli 1982 Mühendis
Abdullah Beyatlı Kerkük 14.07.1959
Abdullah Hıdır Abbas Kahye Taze 1942 26.03.1991 Emekli
Abdullah Mehmet
Abdullatif Ahmet Kevser
Abdulmunim İbrahim 1989
Abdulrazak Ahmet Şah
Adbulsalam Reşit Hasan Kerkük 1966 1991 Asker
Adil 1982
Adil Abdülhamid Kerkük 14.07.1959
Adıl Bayız Hurşit Kerkük 1972 1991 Öğrenci
Adil Kasım Ağa
Adil Komitli 1991 Pilot
Adil Şerif 16.01.1980 Serbest İşler
Adnan Halit Merdan Kerkük 1952 1991 Memur
Adnan Hasan Tahsin Hürmüzlü Eczacı
Adnan Muhsin Alvehap
Ahmet Beşirli
Ahmet Enver Abdullah Kerkük 1942 1991 Tüccar
Ahmet Hasan Ekber
Ahmet Mehmet Ahmet Tuz Hurmatu 1991 Şöför
Ahmet Mehmet Ali Tisin Öğretmen
Ahmet Nurettin Kayeci Kerkük 1976 24.09.1997 Akıncı
Ahmet Ömer Kadir
Ahmet Reşit Ali
Ahmet Reşit Beyatlı
Ahmet Said Ali Kahye
Ahmet Süleyman Kasapoğlu Subay
Ali Abdullah H.Kahye Taze 1954 26.03.1991 Öğrenci
Ali Abdulvahit Öğretmen
Ali Asğar Hasan
Ali Bakır
Ali Beşirli
Ali Ekber Kevser
Ali Ekber Rauf
Ali Ekber Süleyman Leylan 1942 26.03.1991 A.s Subay
Ali Ekber Tisinli
Ali Ekber Yusuf 1991 Öğretmen
Ali Hadi Çardağlı 27.06.1993 Öğrenci (IMTP)
Ali Hadi Rauf 1991 Öğrenci
Ali Hasan Hüseyin Acemoğlu Kerkük 1965 24.09.1997 Esnaf
Ali Hilmi 1991 Öğrenci
Ali Hüseyin 1991 Teknisyen
Ali Hüseyin Abbas Mali Leylan 1966 26.03.1991 Asker
Ali Hüseyin KaraTepeli
Ali Kamber 1991 Öğrenci
Ali Kasım
Ali Kasım Tazeli
Ali Kemal 1955 1991 Şair
Ali Merdan Şükür Taze Hürmatu 1946 1982-1988 Binbaşı
Ali Murat Hüseyin Öğretmen
Ali Musa
Ali Ömer Dabbağ (Çardağlı)
Ali Ömer Kadir
Ali Sadık Tuz Hurmatu 1991 Asker
Ali Seyit Mehmet
Ali Teki 1991
Ali Tuzlu
Ali Vehap
Ali Yayçılı
Amir Mithat İzzet Kerkük 1960 1991 Çavuş
Asker Ahmet Şaküli
Asker Teki Taze 1963 26.03.1991 Çiftçi
Aşur Nazım Tazeli
Ata Hayrullah Kerkük 14.07.1959 Albay
Atıla Ahmet Enver Kerkük 1976 1991 Öğrenci
Atıla Ahmet Nimet 21.04.1993 Öğrenci (IMTP)
Atıla Nasih Bezirgan Kerkük 1991 Öğrenci
Ayat Kadir Rahman Kerkük 1966 1991 Asker
Aydın Mustafa 1988 Pilot (Subay)
Aydın Şengül
Aynur Hamit Mustafa 1991 Öğrenci
Aziz Ali Said Kerkük 1955 1991 Emekli
Başar Halil Kamber 1991 Öğrenci
Bedin İsmail Tuzlu 1991 Öğretmen
Beşan Mehmet Tuzlu 1991 Avukat
Bhattin Resul Kocava 1981 Serbest İşler
Burhan Ekber Ali
Burhan İzettin Nimet
Burhan Tofik Ali Kerkük 01.07.1997 ITC Memur
Cafer Ahmet
Cafer Rıza Arafat
Cahit Fahrettin Kerkük 14.07.1959
Casım Ahmet ŞahKolu
Casım Dara
Cebbar Sıdık Kerkük 1957 1991 Asker
Celil Demirci 1981 Mühendis
Celil Fatih
Celil İbrahim
Celil Komitli 1991 Öğrenci
Celil Mehdi
Cemal Abdulcebbar
Cemal Ahmet Faraj Kerkük 1962 1991 Asker
Cemal Cebbar
Cemal Ekber
Cemal Mehmet Kerim Kerkük 09.03.1997 ITC Memur
Cemal Nalbant
Cemil Şükür Sakı Kerkük 1974 1991 İşçi
Cengiz Mazlum Nuri Kerkük 1968 1991 Memur
Cengiz Kahraman Veli Hanekin ?/12/1997
Cengiz Mehmet Ali 1989
Cengiz Paşa Oğlu 1989
Cercis Mehmet Nurettin Kerkük 12.06.1997 ITC Memur
Cevat Ekrem Ali Kerkük 1 19.07.1996 T. eli Partisinde MKK üyesi
Cevdet Asgar Ali Taze Hurmatu. 1962 1982-1988 Memur
Cevdet Avçı Memur
Cevdet Hayder Behran Leylan 26.03.1991 Askeri
Cevdet Kemal Dayı Ali Kerkük 12.06.1997 ITC Memur
Cihat Fazıl Dakuklu 1970
Cihat Fehrettin Mehmet Taze ?/12/1997 (SCIRI) Memurı
Cihat Muhtar Fuat Kerkük 14.07.1959 Serbest İşler
Cuma Hasan
Cuma Kamber Kerkük 14.07.1959
Cuma Kasım Salman
Cuma Kemal 1959 1991
Cuma Pamukçu
Cuma Sakı
Cuma Salman 1991 Öğretmen
Çetin Esat Behcet Kerkük 1974 1991 Öğrenci
Ekber Ali 1991 İşçi
Ekber Alaadin 1991 Teknisyen
Ekber Ali 1980
Ekber Ömer Taha
Ekber Zeynülabidin
Ekrem Sultan Mehdi Kerkük ?/12/1997
Emel Muhtar Fuat Kerkük 14.07.1959 Çocuk
Emir Kerim Ali Kerkük ?/12/1997 ITC Memur
Enver Abbas Kerkük 14.07.1959
Enver Mahmut Neftçi Kerkük
Enver Mehmet Ali
Ercan Yavuz Mehmet Kerkük 01.06.1997 ITC Memur
Erdal İhsan M.Veli Kerkük 1972 1991 öğrenci
Erkan Fevzi 1994 Akıncı IMTP
Erşat Hurşit Reşit Kerkük 1955 1991 Öğretmen
Eyüp Salah Said Kerkük 1975 1991 Öğrenci
Faik Reşit Hurşit Taze Hurmatu 1955 1984 As-Subay
Faik Tazeli
Faruk Namik
Fatih Şakir Kazım 1991 Öğretmen
Fazıl Abbas Mustafa
Fazıl Ali 1991
Fazıl Allahverdi
Fazıl Bezırgen
Fazıl Cahit Fettah Kerkük 1954 1991 Memur
Fazıl celal Merdan Taze Hurmatu 1984 Öğrenci
Fazıl Kamber Tuz Hurmatu 1991 Boyacı
Fazıl Mehmet Rahim Kerkük ITC Memur
Ferhat Nesrettin Ali Kerkük 12.06.1997 ITC Memur
Feysel Mehmet Hüseyin Celevla ?/12/1997
Fuat Haddam Neddam Kerkük ?/12/1997 ITC Memur
Fuat İzzet Celil Kerkük 05.08.1997 ITC Memur
Fuat Ramazan Kerim Kerkük 18.02.1997 Akıncı
Gazı celalMerdan Taze Hurmatu 1984 Öğrenci
Gazi Neccar 1991 Marangoz
Habıp Kerem Nuri
Hacı Mehdi Boyacı
Hacı Necim Kerkük 14.07.1959
Halil Abdullah Semin Taze Hurmatu 1984 Çiftçi
Halil Bakır Reşit Leylan 26.03.1991 Çiftçi
Halil Fethi Mehmet Kerkük 1945 1991 Emekli
Halil Hasan Teki
Halik Fatih 1991
Halit Osman
Halit Sait Akkoyunlu 11.07.1980 Askeri Muhendis
Halit Şengül 11.07.1980 Öğretmen
Hamdi Hurşit Abbas
Hamit Garip Abuş Taze-Hurmatu 26.03.1991 Şöför
Hamit Kümbetler
Hamit R. Süleyman Üniv. Mezunu
Hamza Abbas 1991 İşçi
Hamza Ahmet Arekçı
Hani Mithat İzzet Kerkük 1970 1991 Öğrenci
Hasan Abbas 1991 Öğrenci
Hasan cihat Murtan Taze Hurmatu 1984 Ünvi Mezunu
Hasan Curab 1991 Memur
Hasan Hüseyin
Hasan Nesrettin Kerim ?/12/19976 ITC Memur
Hasip Ali Kerkük 14.07.1959
Haşim H.Asker Bakı Taze-Hurmatu
Haşım Hamdi Baki
Haşım Hayder Behram Leylan 26.03.1991 Asker
Haşım Mehmet Bayatlı Kerkük ?/12/1997 Türkmen İslam Birliği
Haşım Mehmet Tavfik Kerkük 1966 1991 Memur
Haşım Rıza
Haşım Zeynülabidin
Hatem Sait Köpürlü Altın Köprü 1963 Esnaf
Hatice Mehmet Alvehap
Hayder Ğaydan Nutfullah Leylan 26.03.1991 Çiftçi
Hayder Hüseyin Abbas Mali Leylan 1970 26.03.1991 Asker
Hayder Kamber
Hazel Hüseyin
Hazım Enver Adbullah Kerkük 1962 1991 Memur
Hıdır Ali 1935 1991 Emekli Öğretmen
Hıdır Ali Merdan Tisin
Hıdır Beşirli
Hişam İhsan Ali Kerkük 1971 1991 Asker
Hüseyin M . Ali 1991 Memur
Hüseyin Ahmet Ekber Leylan 1943 26.03.1991 Esnaf
Hüseyin Ahmet Hamza Taze Hurmatu 1984 Memur
Hüseyin Ali Ahmet Kerkük 1958 1991 Asker
Hüseyin Ali Davut
Hüseyin Ali Demirci 08.11.1971 Öğretmen
Hüseyin Ali Ekber Leylan 26.03.1991 Öğrenci
Hüseyin Ali Hadi
Hüseyin Ali Rıza Dakuklu 1982
Hüseyin Fazıl
Hüseyin Hasan
Hüseyin Hayder 1991 Öğrenci
Hüseyin Hurşit Kahye 1982
Hüseyin Kalender
Hüseyin Kasım
Hüseyin Korova
Hüseyin Murtaza
Hüseyin Seyfi Sultan 1992 Öğrenci ( IMTP)
Hüseyin Seyfullah Leylan 26.03.1991 Öğrenci
Hüseyin Yunus 1991
Hüseyin Zeynelabdin 1991 Memur
Hüseyn Mehmet Ali
İbrahim Abdullah Semin Taze Hurmatu 1984 Çiftçi
İbrahim Ekber
İbrahim Hamza Kasapoğlu 09.02.1962 Esnaf
İbrahim Mehmet Bedri 06.06.1994 ITC
İbrahim Piryadı
İbrahim Ramazan Kerkük 14.07.1959
İhasn Hayrullah Kerkük 14.07.1959 Askeri Doktor
İhsan Ali Feyzullah Kerkük 1932 1991 Çiftçi
İhsan Ali Hadi 1956 1991
İhsan Asgar Zeynel
İhsan Cuma Kamber Taze 1970 26.03.1991 Esnaf
İhsan Fazil
İhsan Hilmi 1991
İhsan Kemal
İhsan Mahmut Veli Kerkük 1940 1991 Emekli
İhsan Mehmet Ali 1957 1991
İmat Mehmet R. Veli Kerkük 1960 1991 Memur
İmat Mehmet Merdan Kerkük 01.07.1997 ITC Memur
İmran Hıdır 1959 1980
İmran Zeynülabidin Hüseyin Leylan 26.03.1991 Öğrenci
İrfan Halil
İsam Mithat İzzet Kerkük 1962 1991 Öğrenci
İsam Osman Cemil Kerkük 1964 1991 Serbest işler
İsam ömer C.Sarikahye 1992 Öğrenci (İMTP)
İsmail Ahmet
İsmail Ali
İsmail Hamit G. Abuş Taze-Hurmatu 1970 26.03.1991 Öğrenci
İsmail İbrahim
İsmail Şükür Sılav Leylan 26.03.1991 Asker
İsmet Sabır Albay
İzettin Celil Abdulhamit 09.07.1980 Öğretmen
İzettin Neccar Kerkük 1964 Esnaf
İzzet Sakı
İzzettin İsmail Tuzlu
İzzettin Neccar Kerkük 1964 Esnaf
Kasım Abbas
Kasım Abbas Bektaş Kerkük 14.07.1959
Kasım Ahmet Şahkolu
Kasım Hamdi
Kasım Hasan Ağa
Kasım Hasan Ali Taze Hurmatu 1965 1984 Ünvi Mezunu
Kasım Hasan Şehlerzade 1981 Memur
Kasım Hasan Tazeli
Kasım Salman
Kasım Mehmet
Kasım Mehmet Tevfik Kerkük 1962 1991 Memur
Kasım Neftçi Kerkük 14.07.1959 Toprak Sahibi
Kasim Sehmen 1991 Memur
Kasım Tazeli
Kazım Yusuf 1991 Öğretmen
Kemal Abdulsamed Kerkük 14.07.1959 Memur
Kemal Cuma 1956 1991
Kemal Kamber
Kemal Mustafa
Kerim Abdullah Paşa Kerkük 1964 Esnaf
Kerim Zeynülabidin
Kudret Dakuklu
Lebib Salih Nurettin Bayatlı Kerkük ?/12/1997
Leyla Cemil Mahmut
Mahir Mehmet Şimşek 1991 İşçi
Mahır Oktay 17.02.1985 Serbest İşler
Mahmut Attar Kerkük 1940 1991
Mahmut Dakuklu
Mahmut Reşit
Mahmut Veli Mehmet Leylan 26.03.1991 Memur
Malik 1988
Mansur Mazlum Nuri Kerkük 1967 1991 Asker
Mazin Tahsin Şakır Erbil 1968 19.12.1995 Akıncı
Mehdi Şeyh İbrahim
Mehemet Halil Ali Taze Hurmatu 1984 Ünvi Mezunu
Mehid Hamza Veli
Mehmet Fatih SAATCI 07.07.1970
Mehmet Abdullah
Mehmet Abdulrahman
Mehmet Ali Abbas
Mehmet Avcı Kerkük 14.07.1959 Serbest İşler
Mehmet Cafer Terzi
Mehmet Halit Merdan Kerkük 1952 1991 Öğretmen
Mehmet Hasan Teki
Mehmet Hüseyin Öğrenci
Mehmet Korkmaz kifri 09.07.1980 Öğretmen
Mehmet Murtaza Davut
Mehmet Ömer Kadır
Mehmet Reşit Veli Kerkük 1925 1991 Emekli
Mehmet Semin
Mehmet Seyit Hüseyin
Mehmet Sivid Bezirgan 27.06.1993) Öğrenci (I M T P)
Mehmet Şakır Tuz Hurmatu 1991 Şüfer
Mehmet Teki Ahmet
Mehmet Uzun Şükür 1981
Mehmet Veli
Mehmet Zühdi İbrahim 1991 Memur
Melik Faysal Süleyman Kerkük 1965 1991 Cavuş
Merdan
Mevlüt Mahmut Mecit
Muazam Osman Ali Kerkük 1958 1991 Memur
Muazzem Osman Ali
Muhsin Ali Hasan Öğretmen
Muhsin Hadi 1991 İşçi
Muhsin Ali Hadi
Muhsin Cuma Kamber Taze-Hurmatu 1971 26.03.1991 Esnaf
Muhsin Fazıl
Muhsin Ferhan 1991 Trafik Polis
Muhsin Hasan
Muhsin Maksut Ali
Muimin Hacı Vahit
Mulla Hamat 1991 İşçi
Mulla Samed 1981/1982
Mumtaz Ekrem Abbas
Murat Salih Mehmet Kerkük 09.03.1997 ITC Memur
Musa Cuma Behram
Musa Kazım 1991 Öğrenci
Musa Mirza 1991 Mühendis
Musa Tısınlı
Musa Yadgar Leylan 1931 26.03.1991 Emekli
Musena Abdulmecit 1992 Öğrenci (I M T P)
Mustafa Ali Mehdi Ağa
Mustafa Hüseyin
Mustafa Kasım Salman
Mustafa Mehmet Abbas 09.07.1980 Üniv . Mezunu
Mustafa Mehmet Aziz
Mustafa Paşa 1991
Mustafa Salman 1991 Öğrenci
Mustafa Süleyman İskender Kerkük 1957 1991 Asker
Mutlu Abbas 1991 Memur
Muzafer Fatih 1989
Müslim Hamdi
Nafi Yasin Doğramacı Bağdat ?/12/1997
Nasih Abbas 1991 Öğrenci
Necat Celal Paşa
Necat Hasan
Necat İsmail
Necat Kasim Koryalı
Necat Mehmet
Necat Şükri 22.02.1986 Yarbay
Necat Teki Leylan 26.03.1991 Emekli
Necati İsmail
Necdet Asker Mahmut Dakuklu Subay
Necdet Bakaloğlu İst. daki Irak konsulusu öğnunde açılan ateşle şehit edildi . Ünveriste,Mezunu
Necdet İbrahim Kerim 27.06.1993 Öğrenci (I M T P)
Necdet Koçak Kerkük 16.01.1980 Doçent
Necdet Mazlum
Necdet Şehbaz
Necef Tisinli
Necef Tuzlu
Necip Sait Salih Kerkük 1957 1991 Memur
Necmettin Hafaf 1991 Şoför
Necmettin Halef
Necmettin Tahir 1991 Öğretmen
Nejat Kuryak 1991 Trafik polis
Nejat Mehmet 1991
Nejat Musa 1991 Muhtar
Nesrullah Hadi Mehmet Kerkük 12.06.1997 ITC Memur
Neşet Mithat
Nevzat Kabır Rahman Kerkük 1968 1991 Asker
Nihat Abdulkarim Kerkük 1965 1991 Öğrenci
Nihat Fazıl Dakuklu 02.01.1969
Nihat Mehmet
Nihat Muhtar Fuat Kerkük 14.07.1959 Serbest İşler
Niyazi Sıdık Kasap
Nizam Abdulhüseyin 1981
Nizamettin Arif Kerkük Ağu 1970 Memur
Nizamettin Şükür H. Mehmet Kerkük 1958 1991 Memur
Nurettin Aziz Kerkük 14.07.1959
Nurettin Selman Ağa 1991 Trafik Polis
Nurettin Sıdık
Nurettin Terzi Kerkük 1944 1991 Esnaf
Nuri Mezlum Nuri Kerkük 1971 1991 Asker
Orhan Hüseyin Abdulrahman Kerkük 1967 1991 Asker
Osman Cemil Kerkük 1991 Emekli
Osman Hıdır Kerkük 14.07.1959 Esnaf
Ömer Ali Kerkük Albay (Suikast)
Ömer Esat
Ömer Hurşit Salih Kerkük 1936 1991 Memur
Ömer Mulla Şakir
Ramazan Cemal Kerim Kerkük ?/12/1997 ITC Memur
Remzi Mehmet
Rıza Demirci Kerkük Genel Müdür
Rıza Murtaza
Rıza Reşit Mehmet
Rüştü R.F. Muhtar Kerkük 11.07.1980 Öğretmen
Sabah Ahmet Hamdi Kerkük 1944 1991 Emekli
Sabah Mehmet Cedui
Sadyan Şakir Mustafa Taze Hurmatu 1984 Memur
Safa Hasan
Safa Saki
Saıp Tatar Kadır Kerkük 1955 1991 Mühendis
Sait Aşur
Sait Cafer
Sait Huseyin
Sait Mehmet
Sakine Kamber Tuz Hurmatu 1991 Ev Hanımı
Salah Ali Abbas
Salahedin M. Terzi Kerkük 10.01.1962
Salah Hasan
Salah Kayeci Kerkük 06.03.1961 Esnaf
Salah Mehmet Cedui
Salah Nurettin
Salah Said Salih Kerkük 1938 1991 Tüccar
Salaheddin A.M. Tenekeci 09.07.1980 Asker
Saleheddin N. Mecit Hattat 09.07.1980 Öğrenci
Salih Yunus Ali 21.04.1993 Öğrenci (I M T P)
Salım Hasan Teki
Satar Bayraktar
Sattar Rahman Aziz Kerkük 1945 1991 İşçi
Sedat Ali Nasih Kerkük ?/12/1997
Sefil Gaip Mehdi
Tisin
Selahattin Avcı Kerkük 14.07.1959 Serbest İşler
Selim Hamdi A. Bakı Taze Hurmatu 1984 Öğrenci
Selim Hamdi Baki
Selman Reşit 1991 İşçi
Sercan Şakir Cayçı
Sertip Hüseyin
Seyfettin Ali Haşım Kerkük 09.03.1997 ITC Memur
Seyit Abbas Merdan Taze Hurmatu 1984 Avkat
Seyit Gani Nakip Kerkük 14.07.1959 14.07.1959
Seyit Mehemet Salilih 1969 Kerkük Tüccarlar odası başkanı
Sidam Reşit Hasan Kerkük 1971 1991 Öğrenci
Sinan Mehmet
Suphi Baki
Suphi Cihat Murtaza Leylan 26.03.1991 Şöför
Suphi Fazıl
Suphi Mahmut Hamit
Suut Hattap Osman Kerkük 1967 1991 Asker
Şahin Nasih Bezirgan Kerkük 1991 Öğrenci
Şahin Tazeli 27.06.1993 Öğrenci (I M T P)
Şaılan Faysal Süleyman Kerkük 1965 1991 Asker
Şakir Zeynel Kerkük 14.07.1959
Şehap Ahmet
Şehap Ahmet Faraj Kerkük 1961 1991 Tüccar
Şehap Mehmet Habib Taze Hurmatu 1982-1988 Öğrenci
Şeref Hasan Ağa
Şirvan Süleyman Sait 27.06.1993 Öğrenci (I M T P)
Şirzat Ahmet Sait 27.06.1993 Öğrenci (I M T P)
Şükrü Mehmet
Şükrü Mahmut Şükür
Şükür Hamdi Mehmet Kerkük 1932 1991 Emekli
Taha Numan Muslim Kerkük ?/12/1997
Tahir Şehlerzade 1981 Mühendis
Tahsin Ahmet
Tahsin Ahmet Ali Taze Hurmatu. 1984 Memur
Tahsin korkmaz 21.04.1993 Öğrenci (I M T P)
Tahsin Musa Sakı Taze Hurmatu 1982-1988 Öğrenci
Talıp Cuma
Talıp Mulla Hadi Cayçı
Tarık Ahmet Abdulah 21.04.1993 Öğrenci (I M T P)
Tarık Bayız Hurşit Kerkük 1963 1991 Öğretmen
Tarık Fuat Bayraktar 22.03.1991 Zıraat Mühendisi
Turan Ahmet Enver Kerkük 1974 1991 Öğrenci
Velit Aziz
Yalçın Dakuklu
Yasin Kasap Erbil 1963 Esnaf
Yaşar Tuzlu 1984 Avkat
Yaşar Halil Kamber
Yaşar Hüseyin Abdulrahman Kerkük 1965 1991 Asker
Yaşar İzettin Tuzlu
Yaşat Halil 1963 1991
Yılmaz Sıdık Hacıoğlu Üniv Mezunu
Yusuf Refik 1957 1991
Yücel Musa
Yüksel Veli
Zaim İsmail Hasan Kerkük 1961 1991 AS. Subay
Zehra Bektaş Kerkük 1995 Öğrenci
Zeki Mehmet Ali 1991 Öğrenci
Zeynulabdin Sabir Tisin
Zeynül Abidin Ekber Leylan 26.03.1991 İşçi
Zeynül Abidin İbrahim Taze 26.03.1991 Öğrenci
Zıya Kasapoğlu
Ziya Kasım
Züheyir İzzet Çaycı Kerkük 14.07.1959 Çaycı

Kaynak: http://www.kerkuk.net/kurumsal/?dil=1055&metin=10
Başlık: Ynt: TÜRKİYEYİ SOYKIRIMLA SUÇLAYANLAR! SİZ Mİ SOYKIRIMDAN BAHSEDİYORSUNUZ?
Gönderen: Üçoklu Börü Kam - 02 Ekim 2007
TÜRKMENELİNDE YAPILAN KATLİAMLAR

ALTUNKÖPRÜ ŞEHİTLERİ

Mehmet Reşit Veli Kerkük 1925
Osman Cemil Kerkük 1930
Şükür Hamdi Mehmet Kerkük 1932
İhsan Ali Feyzullah A.Köprü 1932
Ömer Hurşit Salih A.Köprü 1936
Salah Sait Salih Kerkük 1938
Mehmet Attar Kerkük 1940
İhsan Mahmut Veli A.Köprü 1940
Ahmet Enver Abdullah Kerkük 1942
Nurettin Terzi Kerkük 1944
Sabah Ahmet Hamdi A.Köprü 1945
Halil Fatih M. Ahmet Kerkük 1945
Settar Rahman Aziz A.Köprü 1945
Celil Fethi M. Ahmet Kerkük 1945
Mehmet H. Menden A.Köprü 1952
Fazıl Cihat Fettah Kerkük 1954
Saib Tatar Kadir A.Köprü 1955
Erşat Hurşit Reşit A.Köprü 1955
Aziz Ali Sait A.Köprü 1955
Cebbar Sadık Kerkük 1957
İskender Kerkük 1957
Necip Sait Salih A.Köprü 1957
Mazzam Osman Ali Kerkük 1958
Nizamettin Ş. Hamdi Kerkük 1958
Hüseyin Ali Ahmet Kerkük 1958
Adnan Halit Menden A.Köprü 1958
İmat Mehmet Reşit Kerkük 1960
Amir Mithat İzzet Tazehurmatu 1960
Zaim İsmail Hasan A.Köprü 1961
Şahap Ahmet Farac Kerkük 1961
İsam Mithat İzzet A.Köprü 1962
Kasım Mehmet Tevfik A.Köprü 1962
Cemal Ahmet Farac Kerkük 1962
Hazim Enver Abdullah A.Köprü 1962
Tarık Bayız Hurşit Kerkük 1963
İsam Osman Cemil Kerkük 1964
Yaşar H. Abdurrahman Kerkük 1965
Nihat Abdülkerim Ali Kerkük 1965
Ayat Kadir Rahman Kerkük 1966
Haşim Mehmet Tevfik A.Köprü 1966
Melik Faysal Süleyman A.Köprü 1966
Atilla Ahmet Enver A.Köprü 1976
Şalan Faysal Süleyman A.Köprü 1967
Suud Hattap Osman A.Köprü 1967
Orhan H. Abdurrahman A.Köprü 1967
Mansur Mazlum Nuri A.Köprü 1967
Nevzat Kadir Rahman Kerkük 1968
Hani Mithat İzzet A.Köprü 1970
Nuri Mazlum Nuri A.Köprü 1971
Saddam Reşit Hasan A.Köprü 1971
Hişam İhsan Ali A.Köprü 1971
Abdulsalam R. Hasan A.Köprü 1972
Adil Bayız Hurşit Kerkük 1972
Erdal İhsan Mahmut A.Köprü 1972
Abbas Salah Sait Kerkük 1973
Çetin Esat Behçet A.Köprü 1974
Turan Ahmet Enver Kerkük 1974
Eyüp Salah Sait Kerkük 1975
Cengiz Mazlum Nuri A.Köprü 1978
Abdullah Kahya Tazehurmatu ....
Ali Abdullah Kahya .......... ....
Atilla Nasih Bezirgen Kerkük ....
Aziz Tacil Tazehurmatu ....
Cemal Şükür Sakı Tazehurmatu ....
Cevdet Hayder Behram Tazehurmatu ....
Hamit Garip Tazehurmatu ....
Haşim Hayder Behram Tazehurmatu ....
Haydar Ğeydan Tazehurmatu ....
Hüseyin Ali Süleyman Tazehurmatu ....
İsmail Şükür Silav Tazehurmatu ....
Mustafa Süleyman ........ ....
Necat Teki Kerkük ....
Nurettin Terzi' nin oğlu ....... ....
Nurettin Terzi' nin oğlu ...... ....
Şahin Nasıh Bezirgan Kerkük ....
Zeynelabidin E. Neccar Tazehurmatu ....
Zeynelabidin İbrahim Tazehurmatu


28 MART 1991 ALTUNKÖPRÜ KATLİAMI

1920'de kurulan Irak Devleti'nin tarihi,orada binlerce yıldan beri yaşayan Türkler için bir katliamlar tarihi olarak geçmektedir. 1920'de Kaç Kaç Katliamıyla başlayarak, 1946'da Gavurbağı,1959'da Kerkük,1980'de Türkmen Liderlerinin toplu idamı,1991'de Tazehurmatu ve Altunköprü Katliamlarıyla bu kara tarih devam etti. Bugün hatırasını idrak ettiğimiz Altunköprü Katliamı da katliamlar zincirinin sonuncusu olmadı.

2. Körfez Savaşı akabinde Irak halkı dikta ve maceracı rejime karşı ayaklanmıştı. Ayaklanmayı ateşle, tank ve füzelerle bastıran rejim Türkmen Altunköprü kasabasına girerek silahsız ve masum insanlarımızın evlerine saldırıp, yaşlarına bakmadan çocuk,genç,ihtiyar demeden 100'e yakın Türk'ü toplayıp acımasızca kurşuna dizdi. Böylece insanlığın yüzkarası toplu mezarlara bir yenisi daha eklendi. Şehitlerimizin tek suçu Türk olmaktı.

Kin ve nefret kusan rejimin uşakları bu katliamlarla Irak'ta Türk varlığını sileceklerini hayal ediyorlardı. Fakat Türkmen mücadelesi her düşen şehidimizin ruhundan güç alarak gelişmekte ve dünyaya yayılmaktadır.

Altunköprü şehitlerimizin önünde saygı ile eğilir,yüce Allah'tan rahmet diler,uğruna temiz kanlarının döküldüğü mücadeleye devam edeceğimize söz veririz.         
 
Kaynak: http://www.kerkuk.net/kurumsal/?dil=1055&metin=10
Başlık: Ynt: TÜRKİYEYİ SOYKIRIMLA SUÇLAYANLAR! SİZ Mİ SOYKIRIMDAN BAHSEDİYORSUNUZ?
Gönderen: Üçoklu Börü Kam - 02 Ekim 2007
TÜRKMENLERE UYGULANAN SOYKIRIM KRONOLOJİSİ

Irak'ın Osmanlının elinden çıkmasından itibaren, Türkmeneli'nde ki soydaşlarımız sistematik olarak katliama maruz kalıp, onbinlerce Türkmen katledilmiştir.

1- Kaçakaç Katliamı, Telafer - 1920

2- Levi Katliamı, Kerkük -1924

3- Gavurbağı Katliamı, Kerkük - 1946

4- Kerkük katliamı, 14-17 Temmuz 1959

5- Tazehurmatu Katliamı-1, 1979

6- Türkmen Liderlerin Katliamı, 16 Ocak 1980

7- Tazehurmatu Katliamı-2, 25 Mart 1991

8- Altunköprü Katliamı 28 Mart 1991

9- Erbil Katliamı, 31 Ağustos 1996

10- Tuzhurmatu Katliamı 22 Ağustos 2003

11- Telafer katliamı-1, 09 Eylül 2004

12- Telafer Katliamı-2, 21.02.2005

13- Musul katliamı, 24 Eylül 2005

14- Yengice Katliamı, 10 Mart 2006

15- Karatepe Katliamı, 04 Haziran 2006

16- Kerkük Terör Katliamı, 13 Haziran 2006

Ve hala devam etmekte....

Kaynak: http://www.kerkuk.net/kurumsal/?dil=1055&metin=10


Başlık: Ynt: TÜRKİYEYİ SOYKIRIMLA SUÇLAYANLAR! SİZ Mİ SOYKIRIMDAN BAHSEDİYORSUNUZ?
Gönderen: Üçoklu Börü Kam - 03 Ekim 2007
IRÂK, ÇOK MU IRAK?
-EVET IRÂK, ÇOK IRAK!!!

http://www.youtube.com/watch?v=CaxiAGF3_KY

IRÂK, ÇOK MU IRAK?
-EVET IRÂK, ÇOK IRAK!!!
Başlık: Ynt: TÜRKİYEYİ SOYKIRIMLA SUÇLAYANLAR! SİZ Mİ SOYKIRIMDAN BAHSEDİYORSUNUZ?
Gönderen: Üçoklu Börü Kam - 03 Ekim 2007
    
TUZHURMATU'DA TÜRKMENLERE SALDIRI

Türkmenler ölürken bile ay-yıldıza bakarak gülümsüyor....

http://www.hunturk.net/forum/index.php?topic=2159.0

Başlık: Ynt: TÜRKİYEYİ SOYKIRIMLA SUÇLAYANLAR! SİZ Mİ SOYKIRIMDAN BAHSEDİYORSUNUZ?
Gönderen: tungatonyukuk - 04 Ekim 2007
Emeğinize Sağlık ağabeğ gene otağı mızı bilgi mabedine çevirdiniz teşekkürler..

Türkmen lere yapılan lar ve bizim elimiiz ve kolumuz bağlı olması tam bir hüzün...
Başlık: Ynt: TÜRKİYEYİ SOYKIRIMLA SUÇLAYANLAR! SİZ Mİ SOYKIRIMDAN BAHSEDİYORSUNUZ?
Gönderen: Cenghis Khan - 04 Ekim 2007
Mutlaka okuyun ....

Yer: Azerbaycan, Hocalı
26/02/1992

Elleri bir ağaca arkadan bağlanan hamile bir kadının başına dikilmiş olan iki Ermeni yazı tura atıyordu. Bu kanlı kumarı yaklaşık 100 yıl önce Anadolu toprağında Kars'ta Ağrı'da Van'da Erzurum'da da ataları oynamıştı.Onlardan duymuşlardı. Karnı burnunda çaresiz bir Türk kadının doğumu oldukça yakın görünüyordu. Çaresiz kadın bir hazan yaprağı gibi titriyordu. Elbiseleri yırtık, ayakları çıplaktı...Ermenilerin uzun boylu olanı elindeki AK-47 model Rus yapımı otomatik tüfeğinin namlusuna monte edilen seyyar kasaturayı çıkartırken, diğeri elindeki demir parayı havaya attı:

-Akçik, manç?.. (Kızmı, oğlan mı?)
-Akçik... (Kız)

Bu cevap üzerine 'oğlan' diyerek bahse giren Ermeni, elindeki kasatura ile hamile kadının karnını bir hamlede yarıp çocuğu çıkarttı.Kan bürülü gözleri bebeğin kasıklarına kilitlendi.

-Tun şahetsar,ınger... (Sen kazandın,yoldaş)

-Yes şahetsapayts ays bubrikı inç bes bidigişdana... (Ben kazandım ama bu bebek nasıl beslenecek?)

-Mayrigı bedge gişdatsine.(Annesi besleyecek elbette) Bunun üzerine daha kısa boylu olan Ermeni, bir hamlede kasaturaya geçirdiği bebeği annesinin göğsüne yapıştırdı:

-Mayrig yerahayin zizdur. (Çocuğa meme ver)

Aynı dakikalarda Hocalı'nın başka bir semtinde tek kale futbol maçı hazırlığı vardı. İki kesik Türk kadın başını kale direği yapmışlar, top arayışına girmişlerdi.Başı tıraşlı bir çocuk bulup getirdiklerinde ise Ermeni çeteci sevinçle bağırdı:

-Asixn ma/,çimi yev bızdıge, aveg gındırnadabidi. Gıdıresek... (Bu hem saçsız hem de küçük,iyi yuvarlanır. Kopartın...) Aynı anda çocuğun gövdesi bir tarafa,başı da orta yere düşmüştü... Ermeniler zafer naraları! atarak, kanlı postalları ile kesik çocuk başına vurarak kanlı bir kaleye gol atmaya çalışıyordu.

Bu iki olay Hocalı'da bundan çok değil yalnızca 14 yıl önce yaşandı.Her iki olay da ermeni çetecilerin katliamlarına bizzat şahit olan görgü tanıklarının anlatımlarıdır. Ne yazık ki 26 Şubat 1992 günü binlerce Azerbaycan Türk'ü türlü yöntemlerle vahşice katledilmiştir. Ajanslar,katliam haberini bütün dünyaya hızla geçerken, arşı titreten ağır bir vahşet yaşanan Hocalı halkından geri kalanlar ise çaresizlik içinde kıvranıyordu. Türkiye'de büyük bir dehşet uyandıran katliama ilişkin ilk görüntüler ise TRT aracılığı ile duyurulmuştu. Bütün olanları batılı gazeteciler, özellikle de New York Times belgeledi. 26 Şubat'ta güçlü
silahlarla donatılmış Ermenistan silahlı kuvvetleri ile Hankendi'nde konuşlanmış bulunan Albay Zarvigarov komutasındaki 366'ncı Rus Motorize Alayı, Hocalı'ya saldırarak tarihin en vahşî katliamlarından birini yaptılar. 26 Şubat! gecesi Rus motorize alayının tanklarından açılan top ve roket saldırıları ile Hocalı Havaalanı kullanılamaz hâle getirilerek kentin dış dünya ile ilişkisi de tamamen kesildi. Savunmasız kalan kente giren Rus destekli Ermeni askerleri, çocuk, yaşlı, kadın, bebek demeden
birçok insanımızı vahşîce katlettiler. Ermenilerin işgal ettikleri Hocalı'da dehşet verici olaylar yaşandı. Canlı canlı insanların kafa derilerini yüzdüler, sağ olarak ele geçirdiklerini ise sistematik bir işkenceye ve tıbbî deneylere tâbi tutarak, insanlık dışı muamelelere maruz bıraktılar. Hızar ve testereler ile diri diri insanların kol ve bacaklarını kestiler. Genç kızların önce saçlarını,sonra da kafa derilerini yüzdüler. Babanın gözü önünde evladını,evladın gözü önünde babayı kurşunlara dizdiler. Kesik kafaları sepetlere doldurdular. Peki neydi bu düşmanlık? Ermenistan'daki okul duvarlarında asılan haritalarda Türkiye'nin 12 ili yer almaktayken, Ermenistan'ın bayrağında Türkiye hudutları içindeki Ağrı Dağı'nın resmi varken, Ermenistan Millî Marşı'nda 'Topraklarımız işgal altında, bu toprakları azat etmek için ölün,öldürün' denmekteyken, başkaca bir neden aramaya zaten gerek yok sanırım. Dağlık Karabağ Bölgesi'nde bulunan Hocalı'ya, eski Sovyet İttıfaki Silahlı uvvetleri'ne ait 366.Alay'ın desteği ile Ermeni Silahlı Kuvvetleri tarafından düzenlenen saldırılar sonucu 613 Azerbaycan Türk'ünün hayatını kaybettiği resmî olarak açıklandı. Ancak kayıp sayısının bu rakamların çok çok üstünde olduğu bilinmektedir. 56 hamile kadın karnı yarılmış durumda bulunmuştur. Bu alçak saldırıda 487 kişi ağır yaralanırken, 1275 kişi ise rehin alınmış, geri kalan nüfus da bin bir zorlukla canını kurtarmış ancak bu olayın tahribatından ruhları ve hafızaları asla bir daha kurtulamamıştır. Şahitlerin anlattıklarını dinleyenler önce kulaklarına inanamadı.! Fakat katliam sonrası Hocalı'ya girdiklerinde ise, görgü tanıklarının abartmadığını kısa sürede anladılar.

Hocalı'da katliam bölgesini gezen Fransız gazeteci Jean-Yves Junet'nin gördükleri karşısında söyledikleri, katliamın boyutunu da anlatıyordu:

'Pek çok savaş hikâyesi dinledim. Faşistlerin zulmünü işittim,ama Hocalı'daki gibi bir vahşete umarım kimse tanık olmaz'

Peki 26 Şubat 1992 günü yaşanan bu katliamın emrini kim vermişti; Ermenistan Devlet Başkanı sıfatını taşıyan Robert Koçaryan denilen kirli katilden başkası değildi. Yaptığı terör faaliyetlerinin oranı nispetinde terfi eden Taşnaksutyun örgütü liderlerinden Robert Koçaryan, 20 Mart 1996'da Ermenistan Başbakanı oldu. Karabağ'da barış istediği için aşırı milliyetçilerin tepkisine daha fazla direnemeyen Levon Ter Petrosyan istifa edince de 30 Mart 1998 yılında ondan boşalan Devlet Başkanlığı koltuğuna,'Hocalı Katlia! mı' başsorumlusu olan azılı terörist Robert Koçaryan oturdu. Ermeniler, Türk hamile kadınlarına tecavüz edip karnını hamile olduğu halde taş ile doldurup öldürmüşler ve küçük Türk kızlarına tecavuz edip öldürmüşlerdi.Ülkemizde sadece 1 ermeni öldürüldü diye yürüyüş yaptılar ve o kadar araştırdılar ama hiç bir insan kalkıpta bu masum insanlara işkence edilip öldürüldükleri için yürüyüş yapmadı.

EĞER KANINDA BİR DAMLA TÜRK KANI VARSA HERKESE YOLLA BUNU !

www.hepimizturkuz.biz
Başlık: Ynt: TÜRKİYEYİ SOYKIRIMLA SUÇLAYANLAR! SİZ Mİ SOYKIRIMDAN BAHSEDİYORSUNUZ?
Gönderen: gurturk - 04 Ekim 2007
Elbette bizim de hesap soracağımız günler yakın.Sabır taşı çatladı artık.
Başlık: Ynt: TÜRKİYEYİ SOYKIRIMLA SUÇLAYANLAR! SİZ Mİ SOYKIRIMDAN BAHSEDİYORSUNUZ?
Gönderen: Üçoklu Börü Kam - 08 Ekim 2007

BİRİLERİ SOYKIRIM MI ? BUYRUN O ZAMAN......
http://www.hunturk.net/forum/index.php?topic=1165.0
Başlık: Ynt: TÜRKİYEYİ SOYKIRIMLA SUÇLAYANLAR! SİZ Mİ SOYKIRIMDAN BAHSEDİYORSUNUZ?
Gönderen: tungatonyukuk - 16 Ekim 2007

> > >>  Yer: Azerbaycan, Hocalı
> > >>  26/02/1992
> > >>  Elleri bir ağaca arkadan bağlanan hamile bir kadının başına dikilmiş
> >olan
> > >>  iki Ermeni yazı tura atıyordu. Bu kanlı kumarı yaklaşık 100 yıl önce
> > >>  Anadolu toprağında Kars'ta Ağrı'da Van'da Erzurum'da da ataları
> > >>  oynamıştı.Onlardan duymuşlardı. Karnı burnunda çaresiz bir Azeri
> >kadının
> > >>  doğumu oldukça yakın görünüyordu. Çaresiz kadın bir hazan yaprağı gibi
> > >>  titriyordu. Elbiseleri yırtık, ayakları çıplaktı... Ermenilerin uzun
> >boylu
> > >>  olanı elindeki AK-47 model Rus yapımı otomatik tüfeğinin namlusuna
> >monte
> > >>  edilen seyyar kasaturayı çıkartırken, diğeri elindeki demir parayı
> >havaya attı:
> > >>  -Akçik, manç?.. (Kızmı, oğlan mı?)
> > >>  -Akçik... (Kız)
> > >>  Bu cevap üzerine 'oğlan' diyerek bahse giren Ermeni, elindeki kasatura
>
> >ile
> > >>  hamile kadının karnını bir hamlede yarıp çocuğu çıkarttı. Kan bürülü
> > >>  gözleri bebeğin kasıklarına kilitlendi.
> > >>  -Tun şahetsar,ınger... (Sen kazandın,yoldaş)
> > >>  -Yes şahetsapayts ays bubrikı inç bes bidigişdana... (Ben kazandım ama
>
> >bu
> > >>  bebek nasıl beslenecek?)
> > >>  -Mayrigı bedge gişdatsine.(Annesi besleyecek elbette)
> > >>  Bunun üzerine daha kısa boylu olan Ermeni, bir hamlede kasaturaya
> > >>  geçirdiği bebeği annesinin göğsüne yapıştırdı:
> > >>  -Mayrig yerahayin zizdur. (Çocuğa meme ver)
> > >>  Aynı dakikalarda Hocalı'nın başka bir semtinde tek kale futbol maçı
> > >>  hazırlığı vardı. İki kesik Azeri kadın başını kale direği yapmışlar,
> >top
> > >>  arayışına girmişlerdi. Başı tıraşlı bir çocuk bulup getirdiklerinde
> >ise
> > >>  Ermeni çeteci sevinçle bağırdı:
> > >>  -Asixn ma/,çimi yev bızdıge, aveg gındırnadabidi. Gıdıresek... (Bu hem
> > >>  saçsız hem de küçük,iyi yuvarlanır. Kopartın...) Aynı anda çocuğun
> > >>  gövdesi bir tarafa,başı da orta yere düşmüştü... Ermeniler zafer
> >naraları!
> > >>  atarak, kanlı postalları ile kesik çocuk başına vurarak kanlı bir
> >kaleye
> > >>  gol atmaya çalışıyordu. Bu iki olay Hocalı'da bundan çok değil
> >yalnızca >>  14 yıl önce yaşandı. Her iki olay da ermeni çetecilerin
> >katliamlarına bizzat
> > >>  şahit olan görgü tanıklarının anlatımlarıdır. Ne yazık ki 26 Şubat
> >1992
> > >>  günü binlerce Azeri türlü yöntemlerle vahşice katledilmiştir.
> > >>  Ajanslar, katliam haberini bütün dünyaya hızla geçerken, arşı titreten
>
> >ağır
> > >>  bir vahşet yaşanan Hocalı halkından geri kalanlar ise çaresizlik
> >içinde
> > >>  kıvranıyordu. Türkiye'de büyük bir dehşet uyandıran katliama ilişkin
> >ilk
> > >>  görüntüler ise TRT aracılığı ile duyurulmuştu. Bütün olanları batılı
> > >>  gazeteciler, özellikle de New York Times belgeledi. 26 Şubat'ta güçlü
> > >>  silahlarla donatılmış Ermenistan silahlı kuvvetleri ile Hankendi'nde
> > >>  konuşlanmış bulunan Albay Zarvigarov komutasındaki 366'ncı Rus
> >Motorize
> > >>  Alayı, Hocalı'ya saldırarak tarihin en vahşî katliamlarından birini
> > >>  yaptılar. 26 Şubat! gecesi Rus motorize alayının tanklarından açılan
> >top ve
> > >>  roket saldırıları ile Hocalı Havaalanı kullanılamaz hâle getirilerek
> > >>  kentin dış dünya ile ilişkisi de tamamen kesildi. Savunmasız kalan
> >kente
> > >>  giren Rus destekli Ermeni askerleri, çocuk, yaşlı, kadın, bebek
> >demeden
> > >>  birçok insanımızı vahşîce katlettiler. Ermenilerin işgal ettikleri
> > >>  Hocalı'da dehşet verici olaylar yaşandı. Canlı canlı insanların kafa
> > >>  derilerini yüzdüler, sağ olarak ele geçirdiklerini ise sistematik bir
> > >>  işkenceye ve tıbbî deneylere tâbi tutarak, insanlık dışı muamelelere
> > >>  maruz bıraktılar. Hızar ve testereler ile diri diri insanların kol ve
> > >>  bacaklarını kestiler. Genç kızların önce saçlarını, sonra da kafa
> > >>  derilerini yüzdüler. Babanın gözü önünde evladını,evladın gözü önünde
> > >>  babayı kurşunlara dizdiler. Kesik kafaları sepetlere doldurdular. Peki
> > >>  neydi bu düşmanlık? Ermenistan'daki okul duvarlarında asılan
> >haritalarda
> > >>  Türkiye'nin 12 ili yer almaktayken, Ermenistan'ın bayrağında Türkiye
> > >>  hudutları içindeki Ağrı Dağı'nın resmi varken, Ermenistan Millî
> >Marşı'nda
> > >>  'Topraklarımız işgal altında, bu toprakları azat etmek için ölün, >>
> >öldürün' denmekteyken, başkaca bir neden aramaya zaten gerek yok
> > >>  sanırım. Dağlık Karabağ Bölgesi'nde bulunan Hocalı'ya, eski Sovyet
> > >>  İttıfaki Silahlı kuvvetleri'ne ait 366.Alay'ın desteği ile Ermeni
> >Sılahlı
> > >>  Kuvvetleri tarafından düzenlenen saldırılar sonucu 613 Azerbaycan
> > >>  Türk'ünün hayatını kaybettiği resmî olarak açıklandı. Ancak kayıp
> > >>  sayısının bu rakamların çok çok üstünde olduğu bilinmektedir. 56
> >hamile
> > >>  kadın karnı yarılmış durumda bulunmuştur. Bu alçak saldırıda 487 kişi
> >ağır
> > >>  yaralanırken, 1275 kişi ise rehin alınmış, geri kalan nüfus da bin bir
> > >>  zorlukla canını kurtarmış ancak bu olayın tahribatından ruhları ve
> > >>  hafızaları asla bir daha kurtulamamıştır. Şahitlerin anlattıklarını
> > >>  dinleyenler önce kulaklarına inanamadı.! Fakat katliam sonrası
> >Hocalı'ya
> > >>  girdiklerinde ise, görgü tanıklarının abartmadığını kısa sürede
> >anladılar.
> > >>  Hocalı'da katliam bölgesini gezen Fransız gazeteci Jean-Yves Junet'nin
> > >>  gördükleri karşısında söyledikleri, katliamın boyutunu da anlatıyordu:
> > >>  'Pek çok savaş hikâyesi dinledim. Faşistlerin zulmünü işittim,ama
> > >>  Hocalı'daki gibi bir vahşete umarım kimse tanık olmaz' Peki 26 Şubat
> >1992
> > >>  günü yaşanan bu katliamın emrini kim vermişti; Ermenistan Devlet
> >Başkanı
> > >>  sıfatını taşıyan Robert Koçaryan denilen kirli katilden başkası
> >değildi.
> > >>  Yaptığı terör faaliyetlerinin oranı nispetinde terfi eden Taşnaksutyun
> > >>  örgütü liderlerinden Robert Koçaryan, 20 Mart 1996'da Ermenistan
> >Başbakanı
> > >>  oldu. abağ'da barış istediği için aşırı milliyetçilerin tepkisine
> >daha
> > >>  fazla direnemeyen Levon Ter Petrosyan istifa edince de 30 Mart 1998
> > >>  yılında ondan boşalan Devlet Başkanlığı koltuğuna,'Hocalı Katliamı'
> > >>  başsorumlusu olan azılı terörist Robert Koçaryan oturdu. Ermeniler
> >Türk
> > >>  hamile kadınlarına tecavüz edip karnını hamile olduğu halde taş ile
> > >>  doldurup öldürmüşler ve küçük Türk kızlarına tecavuz edip
> >öldürmüşlerdi. >>  Ülkemizde sadece 1 ermeni öldürüldü diye yürüyüş
> >yaptılar
> > >>  ama hiç bir insan kalkıp ta bu masum insanlara iskence
> > >>  edilip öldürüldükleri için yürüyüş yapmadı.
> > >>



Alıntıdır bana arkadaşımdan gelen bir posta....
Başlık: Ynt: TÜRKİYEYİ SOYKIRIMLA SUÇLAYANLAR! SİZ Mİ SOYKIRIMDAN BAHSEDİYORSUNUZ?
Gönderen: TÜRK-KAN - 16 Ekim 2007
http://www.hunturk.net/forum/index.php/topic,2562.msg16742.html#msg16742

Mutlaka okuyun ....

Yer: Azerbaycan, Hocalı
26/02/1992

Elleri bir ağaca arkadan bağlanan hamile bir kadının başına dikilmiş olan iki Ermeni yazı tura atıyordu. Bu kanlı kumarı yaklaşık 100 yıl önce Anadolu toprağında Kars'ta Ağrı'da Van'da Erzurum'da da ataları oynamıştı.Onlardan duymuşlardı. Karnı burnunda çaresiz bir Türk kadının doğumu oldukça yakın görünüyordu. Çaresiz kadın bir hazan yaprağı gibi titriyordu. Elbiseleri yırtık, ayakları çıplaktı...Ermenilerin uzun boylu olanı elindeki AK-47 model Rus yapımı otomatik tüfeğinin namlusuna monte edilen seyyar kasaturayı çıkartırken, diğeri elindeki demir parayı havaya attı:

-Akçik, manç?.. (Kızmı, oğlan mı?)
-Akçik... (Kız)

Bu cevap üzerine 'oğlan' diyerek bahse giren Ermeni, elindeki kasatura ile hamile kadının karnını bir hamlede yarıp çocuğu çıkarttı.Kan bürülü gözleri bebeğin kasıklarına kilitlendi.

-Tun şahetsar,ınger... (Sen kazandın,yoldaş)

-Yes şahetsapayts ays bubrikı inç bes bidigişdana... (Ben kazandım ama bu bebek nasıl beslenecek?)

-Mayrigı bedge gişdatsine.(Annesi besleyecek elbette) Bunun üzerine daha kısa boylu olan Ermeni, bir hamlede kasaturaya geçirdiği bebeği annesinin göğsüne yapıştırdı:

-Mayrig yerahayin zizdur. (Çocuğa meme ver)

Aynı dakikalarda Hocalı'nın başka bir semtinde tek kale futbol maçı hazırlığı vardı. İki kesik Türk kadın başını kale direği yapmışlar, top arayışına girmişlerdi.Başı tıraşlı bir çocuk bulup getirdiklerinde ise Ermeni çeteci sevinçle bağırdı:

-Asixn ma/,çimi yev bızdıge, aveg gındırnadabidi. Gıdıresek... (Bu hem saçsız hem de küçük,iyi yuvarlanır. Kopartın...) Aynı anda çocuğun gövdesi bir tarafa,başı da orta yere düşmüştü... Ermeniler zafer naraları! atarak, kanlı postalları ile kesik çocuk başına vurarak kanlı bir kaleye gol atmaya çalışıyordu.

Bu iki olay Hocalı'da bundan çok değil yalnızca 14 yıl önce yaşandı.Her iki olay da ermeni çetecilerin katliamlarına bizzat şahit olan görgü tanıklarının anlatımlarıdır. Ne yazık ki 26 Şubat 1992 günü binlerce Azerbaycan Türk'ü türlü yöntemlerle vahşice katledilmiştir. Ajanslar,katliam haberini bütün dünyaya hızla geçerken, arşı titreten ağır bir vahşet yaşanan Hocalı halkından geri kalanlar ise çaresizlik içinde kıvranıyordu. Türkiye'de büyük bir dehşet uyandıran katliama ilişkin ilk görüntüler ise TRT aracılığı ile duyurulmuştu. Bütün olanları batılı gazeteciler, özellikle de New York Times belgeledi. 26 Şubat'ta güçlü
silahlarla donatılmış Ermenistan silahlı kuvvetleri ile Hankendi'nde konuşlanmış bulunan Albay Zarvigarov komutasındaki 366'ncı Rus Motorize Alayı, Hocalı'ya saldırarak tarihin en vahşî katliamlarından birini yaptılar. 26 Şubat! gecesi Rus motorize alayının tanklarından açılan top ve roket saldırıları ile Hocalı Havaalanı kullanılamaz hâle getirilerek kentin dış dünya ile ilişkisi de tamamen kesildi. Savunmasız kalan kente giren Rus destekli Ermeni askerleri, çocuk, yaşlı, kadın, bebek demeden
birçok insanımızı vahşîce katlettiler. Ermenilerin işgal ettikleri Hocalı'da dehşet verici olaylar yaşandı. Canlı canlı insanların kafa derilerini yüzdüler, sağ olarak ele geçirdiklerini ise sistematik bir işkenceye ve tıbbî deneylere tâbi tutarak, insanlık dışı muamelelere maruz bıraktılar. Hızar ve testereler ile diri diri insanların kol ve bacaklarını kestiler. Genç kızların önce saçlarını,sonra da kafa derilerini yüzdüler. Babanın gözü önünde evladını,evladın gözü önünde babayı kurşunlara dizdiler. Kesik kafaları sepetlere doldurdular. Peki neydi bu düşmanlık? Ermenistan'daki okul duvarlarında asılan haritalarda Türkiye'nin 12 ili yer almaktayken, Ermenistan'ın bayrağında Türkiye hudutları içindeki Ağrı Dağı'nın resmi varken, Ermenistan Millî Marşı'nda 'Topraklarımız işgal altında, bu toprakları azat etmek için ölün,öldürün' denmekteyken, başkaca bir neden aramaya zaten gerek yok sanırım. Dağlık Karabağ Bölgesi'nde bulunan Hocalı'ya, eski Sovyet İttıfaki Silahlı uvvetleri'ne ait 366.Alay'ın desteği ile Ermeni Silahlı Kuvvetleri tarafından düzenlenen saldırılar sonucu 613 Azerbaycan Türk'ünün hayatını kaybettiği resmî olarak açıklandı. Ancak kayıp sayısının bu rakamların çok çok üstünde olduğu bilinmektedir. 56 hamile kadın karnı yarılmış durumda bulunmuştur. Bu alçak saldırıda 487 kişi ağır yaralanırken, 1275 kişi ise rehin alınmış, geri kalan nüfus da bin bir zorlukla canını kurtarmış ancak bu olayın tahribatından ruhları ve hafızaları asla bir daha kurtulamamıştır. Şahitlerin anlattıklarını dinleyenler önce kulaklarına inanamadı.! Fakat katliam sonrası Hocalı'ya girdiklerinde ise, görgü tanıklarının abartmadığını kısa sürede anladılar.

Hocalı'da katliam bölgesini gezen Fransız gazeteci Jean-Yves Junet'nin gördükleri karşısında söyledikleri, katliamın boyutunu da anlatıyordu:

'Pek çok savaş hikâyesi dinledim. Faşistlerin zulmünü işittim,ama Hocalı'daki gibi bir vahşete umarım kimse tanık olmaz'

Peki 26 Şubat 1992 günü yaşanan bu katliamın emrini kim vermişti; Ermenistan Devlet Başkanı sıfatını taşıyan Robert Koçaryan denilen kirli katilden başkası değildi. Yaptığı terör faaliyetlerinin oranı nispetinde terfi eden Taşnaksutyun örgütü liderlerinden Robert Koçaryan, 20 Mart 1996'da Ermenistan Başbakanı oldu. Karabağ'da barış istediği için aşırı milliyetçilerin tepkisine daha fazla direnemeyen Levon Ter Petrosyan istifa edince de 30 Mart 1998 yılında ondan boşalan Devlet Başkanlığı koltuğuna,'Hocalı Katlia! mı' başsorumlusu olan azılı terörist Robert Koçaryan oturdu. Ermeniler, Türk hamile kadınlarına tecavüz edip karnını hamile olduğu halde taş ile doldurup öldürmüşler ve küçük Türk kızlarına tecavuz edip öldürmüşlerdi.Ülkemizde sadece 1 ermeni öldürüldü diye yürüyüş yaptılar ve o kadar araştırdılar ama hiç bir insan kalkıpta bu masum insanlara işkence edilip öldürüldükleri için yürüyüş yapmadı.

EĞER KANINDA BİR DAMLA TÜRK KANI VARSA HERKESE YOLLA BUNU !

www.hepimizturkuz.biz
Başlık: Ynt: TÜRKİYEYİ SOYKIRIMLA SUÇLAYANLAR! SİZ Mİ SOYKIRIMDAN BAHSEDİYORSUNUZ?
Gönderen: gurturk - 16 Ekim 2007
Kaçak çalışan 70.000 ermeni var bu ülkede , iş veriyoruz,besliyoruz , niye sınırdışı edilmezler.TÜRK vatandaşı bir ermeni için Azerbaycan'ı protesto ettik, bazıları çıkıp hepimiz ermeniyiz dedi, ermenice şarkılar söylendi,şarkı yarışmalarında tam puan verdik,ermeni kiliselerini onardık ,markaryan adlı ermeni çıkar bir spor kulübünün taraftar grubunu yönlendirir peşine binlerce kişiyi takar,ABD de verdikleri konserdeki biletlede TÜRKLERE hakaret eden arto özboyacıyanı programlarda baş gösterir vs .Bizdede böyle cevap veriliyor işte.Üzerine  güz yağmurlarıda yağsa öfkemiz ve kinimiz dahada artmalı.TANRI TÜRKÜ KORUSUN.
Başlık: Ynt: TÜRKİYEYİ SOYKIRIMLA SUÇLAYANLAR! SİZ Mİ SOYKIRIMDAN BAHSEDİYORSUNUZ?
Gönderen: DEDEM KORKUT_ASYA - 16 Ekim 2007
HAYVAN OĞLU HAYVAN ŞEREFSİZLER BUNLARIN TOPUNU ATEŞE VERMEK LAZIM OZAMAN TANISINLAR SOYKIRIMI... BU ŞEREFSİZLERE MÜSTEHAK...
Başlık: Ynt: TÜRKİYEYİ SOYKIRIMLA SUÇLAYANLAR! SİZ Mİ SOYKIRIMDAN BAHSEDİYORSUNUZ?
Gönderen: TiginNoyan - 17 Ekim 2007
ABD de verdikleri konserdeki biletlede TÜRKLERE hakaret eden arto özboyacıyanı programlarda baş gösterir
Bu doğru mu?
Başlık: Ynt: TÜRKİYEYİ SOYKIRIMLA SUÇLAYANLAR! SİZ Mİ SOYKIRIMDAN BAHSEDİYORSUNUZ?
Gönderen: kalkanli - 17 Ekim 2007
Soykirim uydurmasi gittikce buyuyecek ve gelen A.B.birligi uyeligi ile tam doruk noktasina cikacak,ama esas soykirima ugramis bir millet varsa oda TURK milletidir,ama nedense biz hic bir zaman ugradigimiz haksizliklari dunya medyasina yansitmadik,OSMANLI IMPARATORLUGU doneminde o zamanin kosullariyla icimizdeki azinliklara hak tanidik dini ozgurluk tanidik,fakat bunlar zamanin guclu ulkeleri olan emperyalist Rusya,Fransa,ve Ingiltere nin vaatleri uzerine guvenerek bin yil ekmegini yedikleri Turklere karsi cehpe almak icin bu uzun ve insanca davranislarimizi bir anda sildiler,yani bu Ermenilerin ne kadar firsattci bir millet oldugunu acikca ortaya koyar,inanin irkdaslarim bizde o donem emperyalistler tarafindan uygulanan asimilasyon yontemini kullanmis olsaydik ne Ermeni nede Kurt ve diger egemenligimizin altinda yasayan bir cok milletti yok etmisttik kulturel ve dil ve din acisindan,ama biz Turkler bunu uygulamadik ve gunumuzde geldigimiz noktalarin bir cogunun sebebide budur.Asil Turk milletti ebediyen var olacaktir cunku tabiat Turke buyuk inanilmaz bir yasama icgudusu vermistir.
Başlık: Ynt: TÜRKİYEYİ SOYKIRIMLA SUÇLAYANLAR! SİZ Mİ SOYKIRIMDAN BAHSEDİYORSUNUZ?
Gönderen: KIZILELMA - 31 Ekim 2007
Bize barbar diyen aşağılamaya çalışan batıyı tarihi ile yüzleştirmek gerek. Bu aranızda ilk iletim ve işte batının kanlı tarihi;

Adları sakson, viking, romalı yada bilmemne halt, yakıp yıkan, taş taş üstünde bırakmayan, kadınlara tecavüz eden, çocukları öldüren kavimşer. Hepsi avrupalı, hepsi medeni.

Bir de tanrının oğlunu icad ettiler. Böylece daha medeni olacaklardı;

(http://www.hunturk.net/forum/rsm/1-1193831927.GIF) (http://www.hunturk.net)

Deli diye birilerini yaktılar. Zindanlarda işkencehaneler kuruldu. Dünya dönüyor diyeni işkence ile öldürdüler. Hemde işkence konusunda özel koltuklar icad edecek kadar ileri giderek. Cadı avları başlattılar. Kadınları cadılıkla itham edip yaktılar. Merhamet denilen kelimeyi dillerinden çıkardılar.

Gemiler yaptılar. Yeni topraklar aradılar yağmalamak öldürmek için. Daha da medeni oldular.
Tek tek keşfettiler mutlu insanların huzurlu topraklarını. Zenginlikler yağmalandı, köleler yapıldı kendi refah ve mutlulukları için başkasının gözyaşları pahasına. Medenilik adına.
Bu da yetmedi. Daha da yeni yerler keşfedildi. Sömürgeler bulundu yeni yeni. Kendi ülkelerine tasmalayıp götüremediklerini, bulundukları yerlerde tasmalayıp köle yaptılar ve çalıştırdılar.  Sözde uygarlıklarını ve tanrının oğlundan türettikleri dinlerini götürdüler onlara.
Bunun karşılığında sadece zenginlik aldılar. Medeniyete doğru yeni efsaneler yazdılar.

(http://www.hunturk.net/forum/rsm/2-1193832517.GIF) (http://www.hunturk.net)

Kana doyamadılar bir türlü. Daha halledilecek çok insan vardı. Yazılacak yaratılacak efsaneler gerekiyordu medeniyet adına.

(http://www.hunturk.net/forum/rsm/3-1193832712.GIF) (http://www.hunturk.net)

Onlar tanrının oğlunun korumasındaydılar. Emirler yerine getirilmek zorundaydı. Her yere medeniyet götüreceklerdi. Kolay işmi?

(http://www.hunturk.net/forum/rsm/4-1193832844.GIF) (http://www.hunturk.net)

Bunu sağlayabilmek için daha güçlü ve daha zengin olmaları gerekiyordu elbette. Parasız medeniyet olurmu hiç? Bu sebeple daha çok kan dökmeleri lazım dı. Onlarda döktüler. Öyle diyordu tanrının oğlu.

(http://www.hunturk.net/forum/rsm/5-1193833007.GIF) (http://www.hunturk.net)

Tek tek yapamayınca biraraya gelip birleşik devletler kurdular medeniyeti insanlığa yayabilmek için.

(http://www.hunturk.net/forum/rsm/6-1193833160.GIF) (http://www.hunturk.net)

Böylece daha güçlü oldular medeniyet yolunda. Gerçi kızılderililer artık yok oluyordu ama olsun. Medeniyet adına değilmi. Hiç önemli değil.

(http://www.hunturk.net/forum/rsm/7-1193833258.GIF) (http://www.hunturk.net)

Yeni sömürgeler kurulmalı, misyonerler çalışmalıydı. Başka nasıl o toprakların zenginlikleri sömürülebilirdi ki? Feda olsun hepsi medeniyete...

(http://www.hunturk.net/forum/rsm/8-1193833738.GIF) (http://www.hunturk.net)

Ama birden birileri çıktı yollarına. Kahramanlıksa kahramanlık, hoşgörü ise hoşgörü. Buna alışık olmayan medeniler şaşırdılar bir anda. Nasıl olabilirdi bu. Bir Türk siperinden çıkacak. Yerde yatan ve haykıran bir ingiliz subayını kucaklayacak, ingiliz siperlerine kadar götürüp bırakacak, sonra siperine dönüp savaşmaya devam edecek. Şaşırmıştı Avrupalı medeniler. Bunlar nasıl bir medeniyetsiz ırktı?

(http://www.hunturk.net/forum/rsm/9-1193834006.GIF) (http://www.hunturk.net)

Savaşmanın ne için, nasıl olabileceğini, vatanını savunan kurdun nasıl olabileceğini öğrettiler batılı medenilere. Ağır bir ders aldılar. Ama kısa sürdü şaşkınlıkları. Onlar medeni idi. Bunu kabul edemezlerdi.

Tanrı oğlunu(!)[haşa] insanlığın günahını çekmesi için göndermişlerdi onlar. Bunu sağlamak için kan dökmek gerekiyorsa dökülecekti.
Hem gerekirse ileride yeniden biriken günahlar için, İsa günah çekmeye gelirdi (!)…
KAN VE GÖZYAŞI DÖKÜLMEYE DEVAM EDİLECEKTİ..
ÇANAKKALE'DE ERZURUMDA

 (http://www.hunturk.net/forum/rsm/10-1193834708.GIF) (http://www.hunturk.net)

VİETNAMDA

(http://www.hunturk.net/forum/rsm/11-1193834775.GIF) (http://www.hunturk.net)

KAMBOÇYA'DA

(http://www.hunturk.net/forum/rsm/12-1193834831.GIF) (http://www.hunturk.net)

AZERBAYCAN'DA

(http://www.hunturk.net/forum/rsm/13-1193834878.GIF) (http://www.hunturk.net)

DOĞU TÜRKİSTAN'DA

(http://www.hunturk.net/forum/rsm/14-1193834927.GIF) (http://www.hunturk.net)

BOSNA HERSEK'DE

(http://www.hunturk.net/forum/rsm/15-1193834960.GIF) (http://www.hunturk.net)

KARABAĞ'DA

(http://www.hunturk.net/forum/rsm/16-1193835000.GIF) (http://www.hunturk.net)

SOMALİ'DA

(http://www.hunturk.net/forum/rsm/17-1193835037.GIF) (http://www.hunturk.net)

KIBRIS'TA

(http://www.hunturk.net/forum/rsm/18-1193835072.GIF) (http://www.hunturk.net)

BULGARİSTAN'DA

(http://www.hunturk.net/forum/rsm/19-1193835122.GIF) (http://www.hunturk.net)

AFGANİSTAN'DA

(http://www.hunturk.net/forum/rsm/20-1193835169.GIF) (http://www.hunturk.net)

ÇEÇENİSTAN'DA

(http://www.hunturk.net/forum/rsm/21-1193835219.GIF) (http://www.hunturk.net)

(http://www.hunturk.net/forum/rsm/22-1193835272.GIF) (http://www.hunturk.net)

IRAK'TA

(http://www.hunturk.net/forum/rsm/23-1193835315.GIF) (http://www.hunturk.net)

Ayrıca maşa kullanmak konusundaki ustalıklarını da öğrenecektik;

(http://www.hunturk.net/forum/rsm/24-1193835396.GIF) (http://www.hunturk.net)

İnsan hakları, demokrasi, batılılaşma, azınlık hakları. sayelerinde öğrendik hepsini. Hepsini bir bayrağa dizmişlerdi sırayla ve bize bu bayrağı altın tepside sunuyorlardı.

(http://www.hunturk.net/forum/rsm/25-1193835484.GIF) (http://www.hunturk.net)

Meraklanmayın. Öğrendik artık biz Türkçüler de medeni olmayı. Yıldızlarınızdan kolye yapacağız. Size medeniyeti öğrendiğimizi kanıtlayacağız.
Ermenilere de sözümüz olsun. Soykırımın nasıl yapıldığını da öğreneceğiz. En azından yapmadığımız şeylerden itham edilmeyeceğiz gelecekte öğrendiklerimiz sayesinde.

Söz veriyoruz size tanrının oğlunun peşinden giden medeniler. Öğreneceğiz medeniyeti. Sizden daha fazla medeni de olacağız ayrıca.
Başlık: SEREFSIZ KAHPE AMERIKA ÜC TÜRKMENI KATLETTI
Gönderen: motun yabgu - 03 Kasım 2007
ABD askerleri 3 Türkmeni katletti

Haber : Selda Öztürk KAY

ABD askerleri 3 Türkmeni katletti
Kerkük’ün Hayali Vasit semtinde meydana gelen olayda, aynı aileden Abbas Nejat Mecit (32), Ali Nejat Mecit (28) ve Faris Nejat Mecit (25), işgalci ABD askerlerinin açtığı ateşle hayatını kaybetti.

Kerkük’te katliam sürüyor
ABD askerleri, 3 Türkmen kardeşi evlerinin bahçesinde kurşun yağmuruna tutarak öldürdü

Kerkük’te ABD işgal güçlerinin Türkmenlere yönelik vahşeti bitmek bilmiyor. Önceki gün, Kerkük’ün Hayali Vasit semtinde yaşanan olay vahşetin boyutlarını gözler önüne serdi. Aynı aileden üç Türkmen, ABD askerlerinin açtığı ateş sonucu yaşamını yitirdi. Önceki gün akşam saatlerinde evlerinin arka bahçesinden bir takım sesler duyan Abbas Nejat Mecit (32), Ali Nejat Mecit (28) ve Faris Nejat Mecit (25), seslerin kaynağını bulmak üzere evden dışarı çıktı. İki kardeş evin çatısına çıkarken, diğeri ise evin çevresini kontrol etti. Bu sırada, evin çevresinde dolaşan ABD askerleri, hiçbir uyarıda bulunmadan üç kardeşe yaylım ateşi açtı. Nejat Mecit kardeşlerin üçü de açılan ateş sonucu hayatını kaybederken, Hayali Vasit semti yasa boğuldu. Sokaklara çıkan Türkmenler ABD askerlerini protesto etti. Bu arada, katliamın, ABD askerleri tarafından gerçekleştirildiğini civardaki tüm Türkmenlerin gördüğünü söyleyen Irak Türkleri Kültür ve Yardımlaşma Derneği Başkanı Mahmut Kasapoğlu, bu saldırıların bir an önce durdurulmasını istedi.

02/11/2007  23:16    
Başlık: Ynt: TUZHURMATU'DA TÜRKMENLERE SALDIRI
Gönderen: ÇEPNİ_TÜRKÜ - 03 Kasım 2007
Gerçek kardeşlerimiz orda zulmü yaşiyorlar biz! burda masal kardeşlerimizle! gül gibi geçiniyoruz!!!

TTK!!!
Başlık: Ynt: TUZHURMATU'DA TÜRKMENLERE SALDIRI
Gönderen: ÇEPNİ FİRUZ - 03 Kasım 2007
Türkmen kardeşlerimiz için hiçbir şey yapamamanın çaresizliği içindeyiz! Misak-ı Milli gerçekleşmeden Türkmen kardeşlerimin sıkıntıları bitmeyecekmiş gibi görünüyor.   Tanrı Milletimi korusun.
Başlık: Ynt: TUZHURMATU'DA TÜRKMENLERE SALDIRI
Gönderen: ULUTÜRK - 05 Kasım 2007
biz bu türkmenlere neden sahip çıkmıyoruz nerdeyse çıldırıyorum adamlar resmen sahipsiz zalimlerin insafına terkedilmiş yani bunu yapanlar rusya olsa ABD dolaylı değilde bizzat yapsa diyeceğim hadi gücümüz yetmiyor yahu bunu yapan allahın üçbuçuk peşmergesi biz bunlara ezdiriyoruz ya ben işte buna tahammül edemiyorum.ayrıca ne kardeşliği be . benim böyle kardeşim yok ayrıca dünyanın en kalleş kaypak hain milletinden kardeşmi olurmuş.allahın insan müssveddeleri dünyanın en iyi insan taklidi yapabilen hayvav türü kürtlerdir
Başlık: Ynt: TÜRKİYEYİ SOYKIRIMLA SUÇLAYANLAR! SİZ Mİ SOYKIRIMDAN BAHSEDİYORSUNUZ?
Gönderen: motun yabgu - 22 Kasım 2007
Türk çocukları şişe geçirip ızgara yaptılar!
Türkiye'yi "Ermeni soykırımı" ile suçlayan Avrupalıların yamyamlığa varan vahşetini ortaya çıktı

22.11.2007 12:24

ADANA’nın Aladağ İlçesi’nde görev yapan tarih öğretmeni Güven Aykan, Ortadoğu tarihini araştırırken batı kaynaklarında, Fransızların 1098-1099 yıllarında yaptığı katliamlara ilişkin bilgilere rastladığını söyledi. Aykan, batılı tarihçi ve araştırmacıların kayıtlarına göre, Haçlı seferleri sırasında Fransızlar’ın, Suriye’nin Maara bölgesinde Müslüman ve Yahudileri öldürüp etlerini yediklerini iddia etti.


Niğde Eğitim Fakültesi Tarih Bölümü mezunu ve Çukurova Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü İktisat Ana Bilim Dalı yüksek lisans öğrencisi Güven Aykan, batıda Türkler ‘Ermeni soykırımı’yla suçlanırken, kendi bilimsel kuruluşlarında Fransızların katliamlarıyla ilgili bilgilerin bulunduğunu söyledi. Fransız Bilimsel Araştırmalar Merkezi (CNRS) başta olmak üzere bir çok bilimsel kuruluşun arşivlerinde, çok sayıda bilim adamı ve araştırmacının belgelerinde bu yönde kayıtlar bulunduğunu belirten Aykan, bazı ünlü yazarların kitaplarında da bunlara yer verildiğini kaydetti.

RESİMLERDE TASVİR EDİLMİŞ

Ortadoğu’nun tarihini araştırırken özellikle Fransızca kitaplarda Fransızların Suriye’nin Halep kenti yakınlarındaki Maara adlı bölgede insan eti yiyecek kadar vahşi katliamlar yaptığına dair metinlere rastladığını anlatan Aykan, şu bilgileri aktardı:

“Yabancı kitapları çeşitli araştırmalarım için çevirttiğimde, çok ilginç ve insanın tüylerini diken diken eden satırlara rastladım. Bu kaynaklarda yazdığından anlaşıldığına göre, Fransa Kralı I. Philippe’nin torunu olan Bohemond komutasındaki 600 bin Fransız’dan oluşan Haçlı ordusu, 1096’da Maara’ya geldi. O sırada Suriye Selçukluları’nın idaresindeki Maara’nın nüfusu 250 bindi. Nüfusun 160 bini Müslüman Türk ve Araplardan, diğerleri ise Yahudiler ve Hıristiyan Araplardan oluşuyordu. Haçlılar 2 yıl kadar bölge halkına büyük bir katliamda bulunmadılar. Ancak 1098’de yiyecek sıkıntısı çekince tam anlamıyla vahşileştiler. 1098 ve 1099 yılları boyunca toplam 200 bin Müslüman Türk ve Arap’ı öldürüp, etlerini pişirerek yediler. Bu yaşananlar, Fransız Bilimsel Araştırma Merkezi’nin arşivlerindeki kayıtlarda geçiyor. Belgelerde, Fransızların o dönemde sadece Maara’da değil, Antakya’da da küçük de olsa benzer katliamları yaptığı yazıyor. Ayrıca yine aynı merkezde saklanan bazı minyatür, resim ve heykellerde, Maara katliamları tasvir ediliyor. Merkezde bu belgeler olduğu gibi korunurken, Fransa’da öğrencilere bu bilgiler aktarılmıyor. Öte yandan Türkler Ermenileri katletmekle suçlanıyor.”

KAZANLARDA KAYNATIYORLARDI

Güven Aykan’ın bazı kaynaklarda rastladığı ifadelere göre batılı araştırmacı ve bilim adamları, Fransız haçlılarının Maara ve Antakya’da yaptığı katliamları şöyle anlatıyor:

- Maara’da bizimkiler Türk yetişkinleri kazanlarda kaynatıyorlar, çocukları şişe geçiriyorlar ve ızgara yaparak yiyorlardı. (Raoul de Caen-Fransız kronikçi (günlük tutucu))

- Katliam korkunçtu. Öldürülenlerin kanları sokaklarda akıyor, atıyla gezenlerin üzerine sıçrıyordu. Akşam karanlığında Fransızlar, sevinçten haykırarak kiliseye geldiler ve kana bulanmış ellerini ayin için uzattılar. (G.E. Perry - The Middle East. Fourteen Islamic Centuries Englewood Cliffs)

- Böyle bir katliamı ve yamyamlığı o güne kadar hiç kimse ne duymuş, ne de görmüştü. Ölüler piramitler şeklinde yığınlar haline getirilerek yakıldı. Sayılarının ne olduğunu Tanrı bilir. (Haçlı seferlerine katılmış bir şövalyenin hatıralarından alıntı) (T.G. Djuvara - Türkiye’yi Parçalamak İçin 100 Plan)

- Şövalye ve askerlerimiz öldürdükleri insanların midelerini deşip, bağırsaklarının içlerini boşalttılar ve sağken yuttukları altınları aldılar. Bütün evlere giren askerlerimiz, bir kişinin bile sağ kalmasına izin vermediler. Hatta bebeklerin ve yalvaran kadınların bile. (Ortadoğu tarihçisi Fulcherius Carnotensis’ten alındı) (T.G. Djuvara - Türkiye’yi Parçalamak İçin 100 Plan)

- Askerlerimiz Maara’da dinsizlerin (Müslümanlar) yetişkinlerini yemek kazanlarında kaynar suda haşladılar, çocukları şişlere geçirerek öldürdüler ve sonra da ızgarada pişirip yediler. (Fransız tarihçi Rudolf of Caen’den alıntı) (Amin Maalouf - The Crusades Through Arab Eyes)

- Antakya’da Bohemond (Haçlı ordusu komutanı), bir kaç Türk esirini boğazlattı, herkesin gözü önünde kızarttı. Sonra seyredenlere seslenerek, iştahını tatmin etmek için geldiğini söyledi. (Ch. Mills - Histoire des Croisades)

- Antakya önlerinde açlıktan şikayet eden haçlılara, Hıristiyan din adamı Pierre I’Ermit şu tavsiyede bulunur: ’Açlığınızın sebebi korkaklığınızdır. Türk cesetlerini toplayın. Tuzlayarak pişirilirse daha lezzetli olur.’ Bunun üzerine Fransızlar onun dediğini yaptılar. (Funck Brentano - Les Croisades)
 
Oben Kırdök / DHA
Başlık: Ynt: TÜRKİYEYİ SOYKIRIMLA SUÇLAYANLAR! SİZ Mİ SOYKIRIMDAN BAHSEDİYORSUNUZ?
Gönderen: TiginNoyan - 22 Kasım 2007
İyi de bu yeni ortaya çıkan birşey değil, zâten yıllardır biliniyordu.
Başlık: Ynt: TÜRKİYEYİ SOYKIRIMLA SUÇLAYANLAR! SİZ Mİ SOYKIRIMDAN BAHSEDİYORSUNUZ?
Gönderen: [Hun Türk] - 25 Nisan 2021
Malum nedenlerden ötürü ABD'nin sembolikte olsa bu adımı atması ile soysuz genetik abidesi Ermeniler ile bizim içizde beslediğimiz köpek soyu Kürtlerin de iştihanı kabartı.

Aslında ABD denen dış politikada özellikle Yahudi ırkının kölesi olmuş bu sözde hristiyan etnisitesi kendi ayaklarına bir nevi sıkmış oldu.  Onca yıldır bak "soykırım" deriz kelimesini nihayetine indirdiler. Ermeni lobisinin (ki nasıl bir lobimiş bu) isteklerini yerine getirerek kendi ülkeciklerine çok büyük bir yararı oldularını düşünüyorlar. Aslında istedikleri asıl sebep aşağıdaki videonun "Ermeni" bölümünde yer alıyor.


(https://www.hunturk.net/_rsm/icerik_neden-hedef-turkiye-1581619700.jpg) (https://www.hunturk.net/neden-hedef-turkiye)

İzle: https://www.hunturk.net/neden-hedef-turkiye

https://www.hunturk.net/dosya/neden-hedef-turkiye.mp4

İndir& Paylaş: (doğrudan bağlantı) (Kaydetmek için sağ tık bağlantıyı/hedefi farklı kaydet)
Başlık: Ynt: TÜRKİYEYİ SOYKIRIMLA SUÇLAYANLAR! SİZ Mİ SOYKIRIMDAN BAHSEDİYORSUNUZ?
Gönderen: [Hun Türk] - 25 Nisan 2021
İçimizde ki Köpeklerin açıklaması! (Arşiv olması açısından ekliyorum) Unutmadan bunları azdıran, 12 yıl öncesinde Bursa'da maç oynatıp, derneklerimizi gösteri yapmasın diye susturan, gözaltına alan zihniyetide arşivleyelim.

Alıntı
Merkez Yürütme Kurulumuzun açıklaması:

24 Nisan 1915 günü, İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin örgütü Teşkilat-ı Mahsusa tarafından 250 Ermeni aydın ve siyasetçi evlerinden alınarak zorla sürgüne gönderildi ve katledildi. Bu tarih, Ermeni Soykırımı’nın başladığı gün oldu. Ermeni halkı, binyıllardır yaşadığı anayurdundan sürülerek, büyük oranda katledildi. Anadolu Hristiyansızlaştırıldı. Soykırım neticesinde mülkiyet ve kültürel varlık kamu iradesiyle el değiştirdi.

Türkiye Ermeni Soykırımı ile 106 yıldır yüzleşmedi. Yüzleşilmeyen suç tekrarladı, yüzleşilmeyen suç, bugünlere taşındı. Büyük suç cezasız kaldı, ayrımcılık ve nefret suçları sıradanlaştı.

Ermeni Soykırımı her şeyden önce; insani, hukuki ve toplumsal bir mesele olarak bugün adil bir şekilde yüzleşilmesi ve kabul edilmesi gereken bir meseledir. Bu mesele hem iç siyasi hesaplaşmalara hem de dış siyasetteki politik muhasebe ve konumlanmalara kurban edilecek bir mesele değildir. Bu tarihsel, toplumsal ve insani meselenin, devletlerarası siyasette Türkiye ile yaşanan ilişkilerin ve politik konjonktürün bir sonucu olarak gündeme getirilmesi kabul edilemez. Ermeni Soykırımı bu topraklarda yaşandı ve adaleti bu topraklarda sağlanmalıdır.

Ermeni soykırımı, yüzyılın başında devlet içindeki karanlık odakların ve katliamcı çizginin halklara reva gördüğü bir siyasetin sembolü haline gelmiştir. Rum, Süryani, Keldani, Kürt, Alevi ve Êzidî halklarına reva görülen ve bugün de sürdürülen katliamcı siyasetin şifrelerini ve soykırım mekanizmasının mahiyetini göstermesi açısından oldukça önemlidir. Bu katliam ve kıyım mekanizmasıyla yüzleşmek, Türkiye’nin aydınlık geleceğinin, bir arada ortak yaşamın olmazsa olmazıdır.

106’ncı yıldönümünde bu toprakların kadim halkı olan Ermenilere karşı gerçekleştirilen soykırımı, yaşanmış olan büyük felaketi ve insanlık trajedisini yüreğimizde hissediyor, katledilenleri saygı ve rahmetle anıyoruz.

Halkların Demokratik Partisi
Merkez Yürütme Kurulu
24 Nisan 2021

 :testere :testere
Köklerine kibrit suyu müstehaktır!
Başlık: Ynt: TÜRKİYEYİ SOYKIRIMLA SUÇLAYANLAR! SİZ Mİ SOYKIRIMDAN BAHSEDİYORSUNUZ?
Gönderen: Üçoklu Börü Kam - 29 Nisan 2021
Türkiye'ye karşı husumeti bilinen ülkelerin soykırım açıklamaları tamamen kendi iç siyasi dengeleri doğrultusunda, bir yaptırımı olmayan,  zevzeklikten ibaret boş beleş şeylerdir.

Tabii bu ülkelerin Türkiye aleyhine tavırlarının bu derece şiddetlenmesinin nedenleri akp'sinin başkanının bizi bütün dünyayla husumeti hale getiren politikalarından kaynaklanıyor.

Bizleri bu ifadelerimizden dolayı CE-HA-PE li, fetöcü, vatan haini vb. bir sürü şeylerle suçlayabilirler, ama bu gerçeği değiştirmez.
Hattızatında bizimde Yüce Yaradan'dan gayrısından korkumuz yok. Zira çiğ yemedik ki karnımız ağrısın.
Bizler tek derdi Türk Milletinin ve Devletinin birliğini ve dirliğini dert edinen, Türk Milliyetçileri, Türkçüleriz.

Evine hırsız giren Nasrettin Hoca, komşu ve akrabalarının, haddini aşan, suçlamaları karşısında, tamam benim ihmalin ve suçum var, peki bu hırsızın hiç mi suçu yok? dediği gibi, bu kötü sonucun meydana gelmesinde bizi yönetenlerin hiç mi suçumuz yok?

Soykırım meselesine gelince;
Bir ülkenin soykırım yapıp yapmadığını siyasetçiler değil uluslararası hukuk doğrultusunda oluşturulan bir mahkeme gözetiminde bağımsız tarihçilerin yapacağı araştırmalar sonunda ancak, bütün devletlerin ve tarafların kabul ettiği uluslararası bir yargı hükmü belirler.
En basit bir hukuk davasında bile taraflar bir sürü iddia ve suçlamalarda bulunur ama mahkeme kendi yaptığı tahkikatla, gerekli delileri topladiktan sonra, bir hükme varır.

Yıllardan beri her 24 Nisan günü koro halinde bir çok ülke soykırım şarkıları söyler durur.
Bizde yıllardır nefesimizi tutup, başta Amerika olmak üzere, hangi ülke ne diyecek diye titreme nöbetleri geçiririz.

Bizi soykırımla suçlayan ülkelerin yapacağı şey gayet kolay! Bu günden tezi yok, Birleşmiş Milletlere başvurularak soykırım iddialarını araştırıp bir karara bağlamak üzere bir mahkeme oluşturulmasını talep etsinler!
Ama edemezler, çünkü çıkacak sonuçtan en çok kendileri ve avukatlığını yaptıkları Ermeniler suçlu çıkacaktır.

Türkiye yıllardır, konuyla ilgili, Rusya'nın da dahil olduğu ülkelerin arşivlerinin açılmasını istedikçe Ermeniler ve onların ağzından konuşanlar, seçim konuşması yapan politikacı cıvıklığı ve hafifliğiyle seçmenlerine selâm göndermeleri yapıp duruyorlar.
Halep ordaysa, arşın burada!
Arşivler açılsın, kim soykırımcıymış ortaya çıkar.

Tarih de arşiv de unutmaz!

Türkiye'yi soykırımla suçlayanlar, soykırımı icad eden soykırım üstadı ve pirleridir.

Soykırım bir haçlı icadıdır.

Türklerin getirdiği medeniyet ve toplumsal düzen karşısında tutunamayan haçlı çareyi Türkleri yoketmekte bularak, Türklere karşı, tarihte eşine rastlanmamış soykırımlar gerçekleştirdiler.

Medeni dünya bir soykırımdan bahsedecekse onun adı: TÜRK SOYKIRIMI'dır.

ABD ve avrupalının, yani haçlıların, soykırım defterini açtığımızda, on milyonlarca mâsum insanın kanı görülmektedir.
Herkese özgürlük(!), eşitlik(!) ve demokrasi(!) götürdüğünü iddia eden ve her gitti yerde milyonlarca insanı katleden ABD, Amerikanın kadim milleti olan, 90 milyon Kızılderili'yi katletmiştir.

Türkiye'yi Soykırımla Suçlayanlar!
Siz mi “Soykırımdan” Bahsediyorsunuz?
Geçin bunları...
Tarih, haçlı batı ve onun gayr-ı meşru çocuğu olan ABD nin akıttığı kanlarla, yazıldı...

Hangi sayfayı çevirsek sizin kıydığınız masumların kanları damlıyor...

Kök Teñğri Türk'e Kut ve Utku Versin!
Başlık: Ynt: TÜRKİYEYİ SOYKIRIMLA SUÇLAYANLAR! SİZ Mİ SOYKIRIMDAN BAHSEDİYORSUNUZ?
Gönderen: Çağrıbey - 15 Mayıs 2021
Azınlıkların canına kıymış olsaydık, bu gün bizi, soykırımla suçlayacak kimse olur muydu?
Kesik baştan ses çıkmaz, der atalarımız.
Bunca yaygaranın bütün amaç, dert ve davası, Türkiye'yi köşeye sıkıştırıp, koparabildikleri kadar tazminat almak.

Bazen, keşke bunlara gerekeni yapsaymışız diye hayıflanmıyor değilim!

Ama bizim millet olarak mayamızda, savaş meydanı dışında; mazluma, mağdura, suçsuza, sivile, silahsıza karşı el kaldırmak yok!

Bizim milletimiz savaşta esir aldığı yaralı düşman askerini, kendi yaralılarıyla birlikte, tedavi eden ve ekmeğini bölüşen bir asalete sahiptir.

Soykırım bir haçlı icadıdır ve tarih illaki bir soykırımdan söz edecekse onun adı:
TÜRK SOYKIRIMIDIR!

Ne Mutlu Türk doğup Türk gibi yaşayana!
Saygılarımla.
Çağrıbey.
Başlık: Ynt: TÜRKİYEYİ SOYKIRIMLA SUÇLAYANLAR! SİZ Mİ SOYKIRIMDAN BAHSEDİYORSUNUZ?
Gönderen: turania_25 - 02 Haziran 2021

Soykırım bir haçlı icadıdır ve tarih illaki bir soykırımdan söz edecekse onun adı:
TÜRK SOYKIRIMIDIR!


Bu son cümleniz, konunun çok güzel özetidir. Kalemine sağlık.