GENEL KONULAR OTAĞI > GÜNCEL

Siyasal İslamcılığın Beslendiği Kaynaklar!

(1/16) > >>

Çağrı Bey:
Atatürk’ün kurduğu laik cumhuriyetin sağladığı fikir, inanç, ifade ve ibadet özgürlüğü ve daha birçok nimet; asıl gayeleri Türklüğü yok etmek olan, çağdaş haçlılar ve onların yerli işbirlikçilerince, tepe tepe yayıldıkları, otlu sulu, bir çayır alanına dönüştürülmüştür.
Türk Budunu, kitleler halinde İslam’a geçmelerinin hemen ardından, yüz yıllık bir zaman dilimi sonunda, tek başlarına İslam’ın temsilciliği, koruyuculuğu ve kollayıcılığı göreviyle baş başa kalmışlardır.
Türklüğün bu yeni din ve medeniyet dairesine girişi, İslam öncesi dönemlerdeki başka kültür ve inanç dairelerinin hiç birisine benzememiş, bu yeni misyon Türklüğün, başta milli karakteri olmak üzere, bir çok cihetini temelinden sarsmış ve değiştirmiştir.
Bu yeni dönemde Türk Budununun Cihan Hâkimiyeti Ülküsü yerini, İslam’ın sancaktarlığı ve yayılması amacına bırakmıştır.
Türk Budununun yüklendiği bu yeni görev O’nu devasa haçlı dünyasıyla, din savaşları ve din amaçlı coğrafyalara hâkimiyet kurma noktasında karşı karşıya getirmiş, Türkler koskoca batı haçlılığını kendi kıtalarına hapsederek, kabukları içerisinde bırakmıştır.
Türklüğün haçlı dünyasına karşı gerçekleştirdiği bu hapsedici kuşatma, haçlı dünyasında derin travmalara yol açmış, haçlı batının bilinçaltına, bir daha asla tedavi edilmeyecek şekilde, Türk düşmanlığı kazınmıştır.
Yani haçlı batının, ta hücrelerine kadar işleyen, Türk düşmanlığının baş nedeni: Türklerin batı dünyasını, din adına, coğrafyalarına hapsetmeleri ve kutsal yerlere ulaşmalarının yollarını kapatmış olmalarından kaynaklanmaktadır.
Anlaşılacağı üzere haçlı batının Türklüğe karşı beslediği kinin nedeni: Türklerin, İslam adına, sergiledikleri duruştur. Yani Türkler, cümle âlemi, dinleri uğrunda, kendisine, düşman etmiştir.
Türklüğe, dini alan çekişmeleri nedeniyle, düşman kesilen haçlı batı, Türklüğün devlet, ekonomi ve askeri bakımdan gücünün zayıflamasıyla birlikte, 1. Dünya savaşı ve sonrasında, O’na öyle bir fatura kesmiştir ki, bu faturanın, Sevr Antlaşmasının, dünya tarihinde bir eşi ve benzeri bulunmamaktadır.
Kesilen bu öç faturası sadece Türk topraklarının işgalini değil, Türklerin bu coğrafyadan sürülmesini de içermekteydi.

    Lakin “Türk Soyunun Gizli Gücünün”, kutlu Türk Başbuğu Atatürk önderliğinde, “Milli Mücadele” adıyla tekrardan haçlılar karşısında zahir olması, haçlıların bu hevesini kursaklarında bırakmıştır.

Türklüğü en zayıf gününde bile savaşarak alt edemeyeceğine kesinlikle kani olan haçlı batı süratle taktik değiştirerek yeni yol ve yöntemler geliştirmiş ve bu yeni yöntemlerini büyük bir kararlılık, sabır ve sistematikle uygulamaya koyulmuşlardır.
Mademki Türkler haçlıları, din uğrunda, kabuklarına hapsetti, öyleyse Türkleri de din ile vurmak lazımdı!
Öyle de yaptılar.

TTK.

Börü Kam

Devamı bir sonraki iletidedir.

Çağrı Bey:
(Önceki iletinin devamıdır)

Artık Türklük diniyle vuruluyor, gözleri bağlı körebe oyununun ebe çocuğu gibi, yediği darbeleri biliyor lakin kimden ve nasıl geldiğini bir türlü anlayamıyordu.
Peki, haçlı batı bunu nasıl gerçekleştirdi?
Haçlı batı dezenformasyon (bilgi çarpıtma), manipülasyon (hileli yönlendirme), istismar ve sahte din modelleriyle bu amacını adım adım yürüttü.
Dini hassasiyeti diri olan Türk toplumuna; ürettiği yalanlarla ve dayattığı işbirlikçi, din kisveli kişiler eliyle, el altından; Atatürk, milliyetçilik, laiklik ve tabii ki Türklük kötületildi, yerine; halifelik, ümmetçilik, İslam hümanizmi, din kardeşliği gibi kavramlar enjekte edildi.
Haçlı batı, bu yöntemi uygulamak için, yalnızca yerli işbirlikçilerle yetinmedi, daha doğrusu yerli işbirlikçilere yol ve yöntem öğretecek haçlı orijinli kişileri de, İslam kimliğiyle, devreye soktu.
Son yüzyıl içinde İngiliz’inden, Alman’ına, ABD’lisinden, Fransız’ına, Hollandalısından, Danimarkalısına ve hatta İsraillisine kadar hemen bütün devlet ve milletlerden onlarca, yüzlerce Müslümanlığı seçmiş kişiyi, başta Türkiye olmak üzere, İslam dünyasına ihraç ve dâhil etti.
Bu mühtedi (dinini değiştiren,) dünün gayr-i müslimi, bu günün müslümanı, kişilerin hepsinin ortak noktası: İslam’ın temel bilimleri alanında iddialı kitaplar neşretmeleri, İslam toplumlarına, tabiî ki asıl hedef olan Türklere; ümmetçiliği, din kardeşliğini ve hümanistliği cici, milliyetçiliği ise günah ve tukaka olarak göstermeye çalışmalarıdır.
Dünün haçlısı, taze Müslüman bu mühtediler İslam âleminde büyük bir saygı, sevgi ve alkışla kabul görüp, Hıristiyanlığın bunalımından İslam’ın aydınlığına koşan batılı aydınlar olarak baş tacı edildiler.
İslam toplumlarında kabul gören bu mühtediler, doğma bitme Müslüman gibi, dini otorite kesilip İslam topluluklarına yön verip, ahkâmlar kesmeye de başladılar.

TTK.

Börü Kam

Devamı bir sonraki iletidedir.

Çağrı Bey:
(Önceki iletinin devamıdır.)

Kimlerdi bu mühtediler?
Şimdi bir bir bunları sayıp dökelim!
Hamit Algar.
Aslen bir İngiliz vatandaşı, dinen: Yahudi.
İlgi alanı: Nakşibendi Tarikatı.
Oysaki Hamit Algar İngiliz istihbaratının en önemli elemanı ve Ortadoğu uzmanıydı.
Hamit Algar’ın yayınlanmış kitaplarının tamamı Türklere halifeliği ve ümmetçiliği tavsiye edip, milliyetçiliği, laikliği ve tabiatıyla Atatürk’ü karalamak eksenine oturmaktaydı.
İngiliz istihbaratçısı Yahudi Hamit Algar’ın ilgi ve alakaları arasında said-i nursi denilen kürt saitde önemli bir yer tutmaktaydı.
Hatta Hamit Algar denilen bu İngiliz casusu Yahudi, ABD Berkeley Üniversitesindeki akademik kimliğini kullanarak( Algar, aynı zamanda Berkeley Üniversitesinde Yakındoğu Dilleri ve Edebiyatı Bölümünde doçent olarak da görev yapmaktadır.)”Sait Nursi ve Risale-i Nur; Günümüz Türkiye’sinde İslam’a Bakış” başlıklı kapsamlı bir makaleyi akademik yayınlar arasına sokuyordu.
Ne gariptir ki başbakan Erdoğan ve başbakanın akıl hocası ve ağabeyi Unakıtan da tıpkı Yahudi Algar gibi kürt sait aşığı ve Nakşibendî tarikatı müntesibidirler.
Rabıta adlı Suudi Vahhabiliğinin misyoner kuruluşu, Hamit Algar adlı İngiliz istihbaratçısı Yahudi’nin kitaplarını bastırıyor, İslam adına(!) yaptığı çalışmaları(!) finanse ediyordu.

    Aynı Rabıta örgütü Hamit Algar’la dirsek temasındaki Türkiyeli(!) siyasal İslamcıları da unutmayıp 10 Kasım günü(!) Suudi Kralının elinden Başbakan Erdoğan ve Cumhurbaşkanı Gül’ü de ödüllendirerek onore ediyordu.

Vahhabi Suudi hanedanı ve ABD’li petrol şirketinin finanse ettiği Rabıta İstanbul Üniversitesi İslami Araştırmalar Enstitüsünü de unutmayıp, bu kurumun yayımladığı kitapların ana fikrini oluşturan “Atatürk, İslam’a yönelik en erken ve en zarar verici saldırıların öncüsüdür” ibarelerin karşılığını cömert lütuf ve ihsanlarıyla ödüllendiriyordu.

TTK.

Börü Kam

(Devamı bir sonraki iletidedir.)

Çağrı Bey:
(Önceki iletinin devamıdır.)

İstihbaratçıların Müslüman olması, yani mühtedilik, modasına kapılanlardan bir tanesi de Hollanda istihbaratının kaim ve kadim elemanlarından Von Bommel’dir.
Von Bommel de meslektaşı Hamit Algar gibi İslam’la şereflenir(!) şereflenmez İslam adına din otoritesi kesilip kapağı Süleymancıların arasına atarak yerini, yurdunu buluyor(!)
Taze mühtedi Von Bommel Süleymancılıkla yetinmeyip dini içerikli “Gıblah” adlı dergiyle Pakistan, Libya, İran gibi İslam ülkeleri nezdinde dini prestij sahibi de oluyordu.
Taze mühtedi Von Bommel’de diğer mühtediler gibi halifelik, Osmanlıcılık, ümmetçilik ve din kardeşliği ekseninde özendirici olurken, Atatürk ve Türk Milliyetçiliğine karşı azılı bir düşmanlık sergiliyordu.
Taze mühtedi Von Bommel, daha sonraları başbakan sıfatıyla Türklüğün başına musallat edilen belanın fikri referans edineceği kitabıyla(Korte İnleiding Tot De Geschiedenis Van Türkije)

    Türkiyelilik üst kimliği altında, 36 ayrı etnik kimlik söylemini ortaya atarak, Türk Milli kimliğinin bütünlüğünü de didiklemekteydi.

Ne hikmettir ki ta gençliğinden beri Yahudi aleyhtarlığı yapan başbakan, Mossad ajanı Alon Liel tarafından yazılan kitapla övülüyor, övülmekle de kalmayıp yere göğe sığdırılmıyor ve hatta kutsanıyordu.
Başbakanı öven sadece Alon Liel mi?
CİA istasyon şefleri Fuller, Abromowitz, Makowski, Perle vs.. de Tayyibi övmede birbirleriyle yarışıyorlardı?!
CİA istasyon şefi Graham Fuller yakın dostu, işbirlikçisi ve kankası Prof. Şerif Mardin’i said-i nursi hakkında kitap yazmaya teşvik ederek bu hizmet ve çalışmalarının karşılığını, gayet cömertçe, CİA kasasından karşılıyordu.

TTK.

Börü Kam


(Devamı bir sonraki iletidedir

Çağrı Bey:
(Önceki iletinin devamıdır.)

Nurculuğun etkili kanaat önderlerinden Mehmet Fırıncı namında ki zat da, yol başçısı kürt sait gibi, bekârlığı düstur etmiş ve altmış yaşına kadarda bu düsturunda karar kılmışken, birden bire ne oluyorsa, altmış yaşında erkekliği depreşmiş olmalı ki(!) 1985 yılında, Şükran Vahide adlı, kendisinden çok genç bir kadınla evleniyordu.
Nurcu önder Mehmet Fırıncı’ya bekârlık orucunu bozduran Şükran hatun kimdir, necidir diye sorup soruştururken bir de neyle karşılaşırsınız?
Meğer Şükran Vahide de 1982 yılında hidayete ermiş Mary Weld adında bir mühtediymiş.
İngiliz Mary’nin de ilgi ve uzmanlık alanı kürt sait ve risaler üzerine.
Aman Tanrım!
Şu aşka bakar mısın? Elin İngiliz’i bile kırk yıllık dinini terk edip yarın cennette kırk nuriyle ödüllenecek bir mümine olup çıkıyor?!

Bir başka mühtedi ki bu zat-ı muhterem notaların diliyle, ezgilerin sesiyle mümin gönüllerin kapısını aralamayı başarabilmiş ender şahsiyetlerden birisi(!)
Neşideler Neşidesi adlı besteyle, başta fetullahçılar olmak üzere, hemen bütün cemaatlerin gönlünü fetheden Ali Ufki adlı zatın asıl adı Wojciech Bobowski olan bir Yahudi olduğu anlaşılıyordu.
Eski Yahudi, taze Müslüman bu mühtedinin meşhur bestesi Neşideler Neşidesi’nin Tevrat’ın bir bölümü olduğu ise cemaatler tarafından hiç mi hiç fark edilmiyor ya da, fark edilse bile, önemsenecek bir şey olarak görülmüyor.
Ali Ufki adını alan mühtedi Yahudi Wojciech Bobowski sadece Tevrat bölümlerini müzik eseri olarak bestelemekle kalmıyor, İncil ve Tevrat’ı da Türkçeye çevirerek misyonerlerin hizmetine sunuyordu.

TTK.

Börü Kam

(Devamı bir sonraki iletidedir.)

Navigasyon

[0] Mesajlar

[#] Sonraki Sayfa

Tam sürüme git