Türkçü Turancı Otağ

GENEL KONULAR OTAĞI => GÜNCEL => Konuyu başlatan: Çağrı Bey - 19 Mart 2011

Başlık: Türk Oğlu, Türk Kızı Bunları Unutma, Unutturma! Dostunu ve Düşmanını İyi Belle!
Gönderen: Çağrı Bey - 19 Mart 2011
Türk Oğlu, Türk Kızı Bunları Unutma, Unutturma! Dostunu ve Düşmanını İyi Belle!

Kısmet olursa bu başlık altında; Türk Milletine, Türk Devletine, Türklüğün kutsal değerlerine ve Türk Budununa büyük hizmetler vermiş Ulularımıza karşı iç ve dış düşmanlarımızın yaptıkları ihanet, kahpelik, kalleşlik ve horlamaları ekleyerek tarih ve milli hafızamızı diri ve canlı tutup, bunları başta gençlerimiz olmak üzere, bütün milletimize anlatıp Türk'e kim dost, kim düşman öğretecek ve göstereceğiz.

Son sözü baştan söyleyeyim.
Bu başlıkla orataya çıkacak sonuç: "Türk'ün Türk'ten başka dostu yoktur" gerçeğidir.
Bu gerçeği; tarihe geçmiş olay ve belgelerle, bir daha ortaya koyarak, gözler önüne sereceğiz.
TTK.

Börü Kam (https://www.hunturk.net/forum/index.php?action=profile;u=3190)
Başlık: Ynt: Türk Oğlu, Türk Kızı Bunları Unutma, Unutturma! Dostunu ve Düşmanını İyi Belle!
Gönderen: Çağrı Bey - 19 Mart 2011
ABD, Atatürk ölünce ne yaptı?

Tarih: Şubat 1923
Yani; Kurtuluş Savaşından dört ay sonra,
Yani; Cumhuriyetin ilanından dokuz ay önce.

Mustafa Kemal, Amerikan milletine hitaben, Lozan Konferansının kesintiye uğramasının ardından, ABD Senatosuna aşağıdaki mektubu göndermiştir:

Alıntı
“Büyük Amerikan Milletine,
Siz zulüm ve zorbalığı kendi vatanınızdan uzaklaştırdınız.
Siz, uzun ve kanlı bir mücadeleden sonra kendi özgürlük ve bağımsızlığınızı kazanarak halk egemenliğine dayanan demokratik bir devlet ve güçlü bir uygarlık kurdunuz.
Yer kürenin diğer tarafında diğer bir ulus var ki, o da aynı özgürlük, aynı bağımsızlık ve aynı demokrasi uğrunda mücadele ediyor, kan döküyor.
Bu ülkünün arılık ve yüceliğine karşı düşüncelerinizi yanıltmak istiyorlar.
Bu propagandayı yapanlar, ya birtakım cahil tutucular veya yeni kazandığımız özgürlüğü kaldırmak ve bizi ondan mahrum etmek isteyen gizli ve açık düşmanlarımıza alet oluyorlar.
Yalanlara ve iftiralara inanmayınız.
Özgürlük ve bağımsızlık uğrunda savaşan ve tıpkı sizler gibi dünyada ilerleme ve adaleti sağlamak için samimi bir surette mücadele eden Türk halkına kalbinizi açık bulundurunuz.”
Gazi Mustafa Kemal
 

Bu mektup, Amerikan Senatosu'nun 26 Şubat 1923 günkü oturumunda, Senatör Mr. Oven'in önerisi üzerine, okunarak zapta geçirilmiştir.

Bundan dört hafta sonra, Mustafa Kemal, ünlü 'TIME' dergisine kapak olmuştu..

Bu 'Dostluk eline, en anlamlı cevap, tam onbeş buçuk yıl sonra geldi.

10 Kasım 1938'de, Türk Milleti, acıların en büyüğünü yaşıyordu, Atatürk ölmüştü.

Durum, bütün ülkelere resmen bildirildi.

Afganistan'dan Finlandiya'ya, Japonya'dan Letonya'ya kadar bütün ülkeler cenazeye en üst seviyede heyetlerle katılacaklarını bildirdiler.

Atatürk'ün en çok savaştığı ülke İngiltere, özel bir zırhlı ile gönderilen ve başında, onun Anafartalar'da denize döktüğü kıtaların komutanı Mareşal Lord Birdwood ve İngiltere'nin Akdeniz Filosu Başkomutanı Oramiral Dudley Pound olmak üzere kalabalık bir heyet ve12 subay 160 erlik bir tören kıtası ve 56 mevcutlu bir bando ile katılırken, düşman Yunanistan, başında Başbakan Metaxas olmak üzere, 12 kişilik yüksek bir heyetle cenaze töreninde bulunacağını açıkladı.

ABD'den ise, uzun süre cevap gelmedi.
Sonunda, Amerikan Dışişleri Bakanlığı Protokol Dairesi, 18 Kasım 1938'de, Ankara'daki Büyükelçiliği'ne gönderdiği yazıda, törende ABD'yi, sadece Büyükelçi'nin temsil edeceğini bildiriyordu.

Yazıda, asıl enteresan olan ifade, şöyle idi:
“ABD büyükelçiliğinden alınan bir telgrafta Amerikan hükümeti adına cenaze töreninde kullanılmak üzere, 300 dolarlık bir çelenk yaptırılması için büyükelçiliğe yetki verilmesi önerilmiş, ancak ABD dışişleri bakanlığı bu bedeli yüksek bulduğundan, büyükelçiliğe 200 dolar harcama yetkisi verilmiştir.”

Türk Oğlu, Türk Kızı Bunları Unutma, Unutturma! Dostunu ve Düşmanını İyi Belle!

ABD, Lozan Antlaşması'nı tanımayan ilk ve tek ülkedir...

Börü Kam (https://www.hunturk.net/forum/index.php?action=profile;u=3190)
Başlık: Ynt: Türk Oğlu, Türk Kızı Bunları Unutma, Unutturma! Dostunu ve Düşmanını İyi Belle!
Gönderen: Çağrı Bey - 19 Mart 2011
Ankara'nın Başkent Olma Mücadelesi.

Başbuğ Atatürk'ün Ankara'yı başkent yapma düşüncesinin altındaki sebepte haçlı batı emperyalizmini bir kez daha dize getirmek ve yeni kurulan devletin bütün uygulamalarını dost düşman herkese kabul ettirmektir.

Başbuğ Atatürk bu hususta:

Alıntı
"Ben Türk'ün imkânsızı imkân haline getiren kudretini bütün dünyaya göstermek için Ankara’yı istedim.
Bir gün gelecek bu çorak tarlalar yerini ağaçların çevirdiği villalar arasından uzanan yeşil sahalar, asfaltlar ve binalarla bezenecek. Hem bunu hepimiz göreceğiz yakında olacak"
 

sözleriyle asıl maksadını ortaya koymuştur.

13 Ekim 1923'te TBMM'de kabul edilen tek maddelik bir yasa ile Ankara, yeni devletin başkenti olmuş ve böylece devlet merkezinin İstanbul olacağı yolundaki çekişmelere son verildiği gibi, Cumhuriyetin ilanı için de bir adım atılmıştır. Bu, aynı zamanda Milli Mücadele'nin başından beri uygulanan Ankara'nın İstanbul'a hakim olacağı esasının bir sonucu idi.

Ankara başkent ilan edilir, ama yüzyıllardır İstanbul'da boğaza nazır köşklerde çöreklenmiş batılı devletlerin büyükelçilikleri bir türlü Ankara'ya taşınmak istemezler.

Başta İngiltere olmak üzere birçok Avrupa devleti yeni kurulan devlete taş çatlasa bir yıl ömür biçiyor, Atatürk ve kadrosunun bu işi başaramayacaklarını düşünerek İstanbul'da kalmakta ısrar ediyorlardı.

Ne yapılıp edildiyse batılı devletler büyükelçiliklerini Ankara'ya getirmeye yanaşmıyordu.

Bu bir bakıma yeni kurulan devleti tanımamak anlamına da geliyordu.

O günlerde Ankara kıraç, yolu, izi olmayan bir otel ve bir lokantadan başka bir şeyi bulunmayan perişan bir Türk yurduydu.

İngiliz büyükelçisi ülkesine yazdığı raporda "Ankara'nın başkent yapılması Mustafa Kemal'in kaprisidir" şeklinde ifadeler kullanıyordu.
Avrupa ülkeleri büyükelçiliklerini İstanbul'da tutmaya devam ediyor, bazıları da Ankara'da birer temsilcilik açmakla işi savsaklama yoluna gidiyordu.

Yeni Cumhuriyet bin türlü yokluk, sıkıntı ve dert arasında bir de bununla uğraşmak zorunda kalıyordu.

Atatürk ve arkadaşları ne yaptılarsa batılı devletlerin büyükelçiliklerini Ankara'ya taşınmalarını sağlayamamışlar, konu kriz halini almış ve kriz derinleştikçe derinleşmiştir.

İngiltere ve diğer Avrupa devletleri böyle davranmakla savaş yenilgisinin rövanşını almak istemektedir.

İlkönce, 1923 de, Afganistan, peşinden 1924 yılında Sovyetler Birliği ve Polonya büyükelçiliğini Ankara'ya taşır.
Ankara hükümeti bu ülkelere karşılıksız arsalar vererek katkıda bulunur.

Yıl 1925, batılı devletler hala direnmekte,

Yıl 1926 hala gelen yok,

Yıl 1927 Arnavutluk, Çekoslovakya ve Mısır Elçilikleri temelli olarak Ankara’ya yerleşirler

Bu arada diplomasi savaşı ve karşılıklı restleşmelerle sürüyor İngiltere, Fransa ve İtalya bunun için ortak hareket ediyor ve diğer batılı devletleri de kendilerine diplomatik destek için zorluyorlardı.

1927 yılı büyükelçiliklerin Ankara'ya taşınmasında bir dönüm noktasıdır.

Almanya da büyük elçiliğini Anakara'ya taşımıştır.

1928 yılında Ankara'nın başkent olmasını boykot edenler arasında görüş ayrılıkları baş gösterir ve çözülmeler olur.

1928 İtalya Ankara'nın yeni misafiridir.

Yıl 1929 İngiliz büyükelçisi devletine şu mesajı çeker:

...Ankara artık kesinlikle Türkiye’nin başkentidir ve kordiplomatik gitgide buraya temelli olarak yerleşmektedir. İkametgâhların elektrik, yol, su, gaz gibi maddi şartları artık İstanbul’daki kadar iyidir, hatta daha da iyidir. Ama tiyatro, müzik, kitap, golf vb. gibi alanlar yazık ki pek kıttır.
Hayat pahalılığı İstanbul’dakinden daha yüksektir. Bununla birlikte, Ankara artık Türkiye’de görevli misyonların temelli evidir.
” 

Ve nihayet takvimler 1930 gösterdiğinde çıbanbaşı İngiltere'de Atatürk'e karşı bir kez daha mağlup olup büyükelçiliğini Ankara'ya taşımak zorunda kalır.

Haçlı batı; Türk'ün çelik iradeli, tunç yürekli, bükülmez bilekli Bozkurt oğlu, Atatürk karşısında mağlubiyetini kabul ederek, TC Devletini büsbütün tanımak zorunda kalmıştır.

Türk Oğlu, Türk Kızı Bunları Unutma, Unutturma! Dostunu ve Düşmanını İyi Belle!

Börü Kam (https://www.hunturk.net/forum/index.php?action=profile;u=3190)
Başlık: Ynt: Türk Oğlu, Türk Kızı Bunları Unutma, Unutturma! Dostunu ve Düşmanını İyi Belle!
Gönderen: Çağrı Bey - 19 Mart 2011
Şeyhülislâm Mustafa Sabri:

Osmanlı'nın son Şeyhül İslamı olan Mustafa Sabri, Milli Mücadele ve Başbuğ Atatürk'e, en şiddetli düşmanlık yapmış kişilerin başına yer alır.

Teali İslam, İngiliz Muhipler Cemiyeti, Cemiyeti Müderrisin gibi hain kuruluşların içinde yer alan bu şahıs 25 Eylül 1919 tarihinde Kuva-i Milliye'ciler aleyhinde çok şiddetli ifadeler içeren bir bildiri yayınlandı.
Bu bildiride Atatürk ve Kuva-i Milliye'cilere "kudurmuş haydutlar " şeklinde hitap edilmiştir.

Bu bildiri Yunan zulmüne ve Fransız işgaline karşı direniş gösteren Anadolu halkını susturmak ve yatıştırmak için Şeyhül İslam Mustafa Sabri'nin iradesi ve imzasıyla, Yunan uçakları tarafından havadan atılarak dağıtılmıştır.

Boğazlıyan Kaymakamı Kemal Bey'in idam fetvasını veren Mustafa Sabri, Kuva-yı Milliyeciler ve Atatürk hakkında da idam fetvasına imza atmıştır.

Milli Mücadele zaferle sonuçlandıktan sonra İngilizlerin tahsis ettiği bir gemiyle Yunanistan’a kaçan bu şahıs, yurtdışında çıkarttığı gazetelerde, Türklere ağır hakaretler yapmaya devam etmiştir.

Hatta Türkleri "barbar müslümanlar" olarak tanımlamıştır.

Cumhuriyetin ilanından sonra ihaneti tescilli olan yüzelli kişilik hainler içerisinde yer alan Mustafa Sabri, kanunla Türk vatandaşlığından atılmıştır.

Bütün hayatı Türk Milletine ihanetle geçen Mustafa Sabri 1954 yılında yine İngilizlere hizmet ederek Mısır'da kızıl tamuyu boyladı.

Evet kısaca, son Şeyhül İslam Mustafa Sabri adlı hain ve alçağı, anlattık.

Şimdi asıl can yakıcı ve ürpertici olaya gelelim.

Atatürk'ün kurduğu cumhuriyetin milletvekilli olmuş olan AKP Tokat Milletvekili Resul TOSUN ve yine AKP Tokat milletvekili Ergün DAĞCIOĞLU önderliğinde Tokat merkezli bir vakıf kurulmuştur.

Bu vakfın adı: yukarıda ihanet ve fesatlıklarını sıraladığımız, "Şeyhül İslam Mustafa Sabri Efendi Vakfı" dır.

Düşmanlara karşı verdiğimiz savaşa; Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşuna ve kurulduktan sonra yaptığı tüm devrimlere karşı çıkan, bu uğurda büyük çabalar gösteren bir hainin adına vakıf kurulamaz.

Ama, tek görevleri laik cumhuriyeti yıkmak olan AKP'liler kuruyor ve bu hainin adıyla, sözüm ona, hayır işleri adı altında irticai faaliyetler yürütüyorlar.

Türk Oğlu, Türk Kızı Bunları Unutma, Unutturma! Dostunu ve Düşmanını İyi Belle!

Börü Kam (https://www.hunturk.net/forum/index.php?action=profile;u=3190)
Başlık: Ynt: Türk Oğlu, Türk Kızı Bunları Unutma, Unutturma! Dostunu ve Düşmanını İyi Belle!
Gönderen: Çağrı Bey - 20 Mart 2011
15.000 Mehmetçiğin, İngilizler tarafından, krizolle kör edilmesi.

Birinci Dünya Savaşı sonu.
Osmanlı İmparatorluğu büyük kayıplar vererek yenilgiyi kabul ediyor ve teslim oluyor.
Ama karşıdaki düşman çok gaddar ve katı.
Düşmana, zafer kazanmak, yetmiyor.
Dahasını, çok daha fazlasını, istiyor düşman.
Dünyayı Türklerden temizlemek(!) ancak tatmin edebilir, haçlı batıyı...

1. Dünya savaşında 150.000 askerimiz İngilizlerin elinde esir.
Savaş bitmiş olmasına rağmen Türk esirler, yeni bir savaş olasılığı nedeniyle, serbest bırakılmıyorlar.

Bu Türk esirlerin bir kısmı Mısır'da, İskenderiye şehri yakınında, Seydi Beşir Usare Kampında tutuluyordu.
Tam adı: "Seydi Beşir Kuvesyna Osmanlı Useray-ı Harbiye Kampı" olan bu cehennemde; 1918 yılında Filistinlilerin İngilizlerle işbirliği yaparak Osmanlıya ihaneti sonucu esir düşen 16. Tümen 48. alaya bağlı Türk askerleri tutuluyordu.

12 Haziran 1920 ye kadar, iki yıl boyunca, her türlü işkence, hakaret, eziyet, aşağılama ve insanlık dışı uygulamalara maruz kalmalarının tek sebebi haçlı kini değildi.
İngiliz haçlılığının kini yeterince şiddete dönüşüyordu ama daha şiddetli işkenceler, İngilizlerin himayesindeki ermeniler eliyle ve kışkırtmasıyla yapılıyordu.
Türkçe bilen ermeniler Türk esirlerin insani ve yaşamsal ihtiyaç taleplerini, Türklerin İngilizlere küfrettiği şeklinde, tercüme ediyor ve böylelikle İngiliz görevlileri daha bir azgınlaştırıp, kuduzlaştırıyorlardı.
Savaş tamamen bitmiş, karşılıklı esir değişimi aşamasına gelinmişti.
Zaten bu iki yıllık zaman diliminde, ağır koşullar nedeniyle, binlerce Türk esir ölmüş, kalanların tamamına yakını da ağır ve kalıcı hastalıklara yakalanmıştı.
Buna rağmen İngilizler bu askerleri işe yarar şekilde teslim etmemekte kararlıydı.
Çünkü Anadolu bozkırlarında Türklüğün özgürlük ateşi yakılmış, Türk Soyunun çelik iradeli, tunç yürekli, bükülmez bilekli Bozkurt oğlu Mustafa Kemal "ya istiklal, ya ölüm!" parolasıyla yedi cihana meydan okumaya başlamıştı.

İşte İngilizler Milli Mücadele direnişini göz önüne alarak Türk esirleri toptan imhaya karar verdi.

Çözüm bulunmuştu!

Esir Türkler, asit havuzlarında, yakılacaktı.

Bu hain ve insanlık dışı menfur plan, hemen uygulamaya konuldu.

Türk askerler, mikrop kırma bahanesiyle, dezenfekte havuzlarına sokuldu.
Dezenfekte havuzlarına aşırı ölçüde "krizol" katılmıştı.
Daha ayağını havuza sokan Türk esirler krizol maddesinin yakıcılığıyla feryat ve figanlar ediyor, başlarındaki İngiliz ve ermeni zebanilerin silahlı tehditleriyle vücutlarının tamamı asit havuzuna sokulmaya zorlanıyordu.

Bütün bedenleri bir anda asitle haşlanarak yanan Türk esirler için çile ve işkence henüz bitmemişti.

Ölüm tehditleriyle kafaları da asit havuzuna sokulan Türk askerler havuzdan çıktıktan sonra artık göremiyorlardı.

15.000 Mehmetçik krizolle kör edilmişti...

Vahşi haçlı İngiliz’in ve soysuz ermenin Mehmetçiklerimize yaptığı bu insanlık dışı uygulama 15 Mayıs 1921 tarihinde, Türkiye Büyük Millet Meclisinde, görüşüldü.
Milletvekilleri Faik ve Şeref Beyler bir önerge vererek; İngilizler tarafından 15.000 Mehmetçiğimizin krizolle kör edilmesinden sorumlu olan esir kampı komutanı, tabibi ve diğer faillerin cezalandırılması için teşebbüse geçilmesi, önerildi.

Öneri kabul edildi.

Lakin, yeni kurulan devletin önünde, dağlarca sorun vardı.

Bu hesap daha sonraya bırakıldı.
Bu hesabı sormaya, bir türlü sıra gelmedi.
Ve Türkün son Başbuğu'nun uçmağa varmasıyla, hepten unutuldu, gitti.

Ama onlar asla unutmuyor!
Unutmamakla da kalmayıp, kendi işledikleri insanlık suçlarını bile, soykırım ambalajıyla, Türklüğe yamamaya çalışıyorlar.

Türk Oğlu, Türk Kızı Bunları Unutma, Unutturma! Dostunu ve Düşmanını İyi Belle!

Kaynak:
Karamanlı yedek subay Ahmet Altınay'ın günlüğünün derlemesini yaparak "Katran Kazanınında Sterilize" adıyla kitaplaştıran, Ahmet Duru.

Börü Kam (https://www.hunturk.net/forum/index.php?action=profile;u=3190)
Başlık: Ynt: Türk Oğlu, Türk Kızı Bunları Unutma, Unutturma! Dostunu ve Düşmanını İyi Belle!
Gönderen: Çağrı Bey - 20 Mart 2011
TÜRKLER'İ ÖLDÜRÜP ETİNİ BİLE YEMİŞLER!..

Fransızların 900 yıldır gizlediği tüyler ürperten sırlar ortaya çıktı.
Aç kalan Fransız askerlerinin Türkler'i öldürdükten sonra etlerini yedikleri belgelendi.

İşte dehşete düşüren ayrıntılar:

‘’21 Ekim 1097’de Suriye’nin en büyük şehri olan Antakya Kalesi’nin tepesinden haykırışlar yükselir: “
-Geliyorlar!

“Antakya önlerinde açlıktan şikâyet eden Fransızlara, Hıristiyan din adamı Pierre I’Ermit şu tavsiyede bulunur: “Açlığınızın sebebi korkaklığınızdır. Türk cesetlerini toplayın! Tuzlayarak pişirilirse daha lezzetli olur!’’

‘’Türklerin derileri yüzüldü, bağırsakları çıkarıldı,
Etlerinden haşlama ve kebap yapıldı.
Doyasıya yediler, ama ekmeksiz olarak.
Bu olayları gören zincire vurulmuş Türkler ise çok korktular,
Et kokusundan hep duvarlara dayandılar.
...

Çayırlarda artık Türk ölüsü bulunmayınca:
Mezarlıklara vardılar, ölüleri çıkardılar
...

Ağlamadık Türk kalmadı!”.
(Fransızların milli destanı olarak kabul ettikleri Chanson d’Antioche’nin

(Antakya Destanı) 5. Bölümünden)

“Bohémond, birkaç Türk getirilmesini emretti. Bunları hemen öldürttü. Büyük bir ateş yaktırarak, cesetlerini şişlere geçirtip pişirdikten sonra, akraba ve yakınlarını bu Türk etlerini yemeleri için kurulacak sofralara getirilmelerini emretti.’’

(Suriye’nin Sur Şehri Katolik Metropoliti Guillauma (Giyyom)
Başlık: Ynt: Türk Oğlu, Türk Kızı Bunları Unutma, Unutturma! Dostunu ve Düşmanını İyi Belle!
Gönderen: Çağrı Bey - 20 Mart 2011
Kız mı, oğlan mı?

Tarih 26 Şubat 1992
Yer Azerbaycan / Dağlık Karabağ / Hocalı,

Elleri ağaca arkadan bağlanmış, elbiseleri yırtık, ayakları çıplak, karnı burnunda Azerbaycan Türkü bir kadının önünde iki ermeni askeri bahse tutuşuyor.

Askerlerden birisi elindeki madeni parayı havaya atarken soruyor:

-Akçik, manç? (Kız mı, oğlan mı?)

Elindeki Rus yapımı tüfeğin ucuna takılı kasaturayı çıkartan diğer ermeni asker:

-Akçik (Kız)

cevabıyla bahse giriyor.
Diğer ermeni asker de:

-Manç (oğlan)

diyerek bahse katılıyor.
Şimdi sıra, ancak vahşi hayvanların yapabileceği bir işlemle, bahsi kimin kazandığını öğrenmektedir.

Elinde kasatura bulunan ermeni asker bir hamlede Azerbaycan Türk'ü kadının karnını deşerek çocuğu çıkartır.

Her iki ermenide de, canavarca bir hissin tetiklediği heyecanla,bahsi kimin kazandığı merakı var.
Kan bürümüş gözlerini bebeğin kasıklarına dikiyorlar.

Bebek kızdır.

Oğlan diyerek bahsi kaybeden ermeni asker, üzgün bir sesle:

-Tun şahetsar, ınger... (Sen kazandın, yoldaş)

diye, mırıldanmaktadır.

Kız diyerek, bahsi kazanmanın sevincini yaşayan diğer ermeni asker:

-Yes şahetsapayts ays bubrikı inç bes bidigişdana... (Ben kazandım ama bu bebek nasıl beslenecek?)

diye seslenir.

Bahsi kaybeden ermeni:

-Mayrigı bedge gişdatsine.(Annesi besleyecek elbette)

cevabını verir.

Bu cevap üzerine biraz önce annenin karnını kasaturayla yararak bebeği çıkartan ermeni kasaturasını ikinci defa kullanarak bir hamlede bebeğin gögsüne saplar.

Kasaturaya saplı bebeği havaya kaldırıp, hala ağaçta bağlı bulunan ve ölmek üzere olan, annenin gögüslerine yapıştırarak bağırır:

-Mayrig yerahayin zizdur! (Çocuğa meme ver!)

Türk Oğlu, Türk Kızı Bunları Unutma, Unutturma! Dostunu ve Düşmanını İyi Belle!

Börü Kam (https://www.hunturk.net/forum/index.php?action=profile;u=3190)
Başlık: Ynt: Türk Oğlu, Türk Kızı Bunları Unutma, Unutturma! Dostunu ve Düşmanını İyi Belle!
Gönderen: Çağrı Bey - 20 Mart 2011
İSKLİPLİ ATIF HOCA GERÇEĞİ

84 yıl geçmesine rağmen hâlâ laiklik, Cumhuriyet ve Atatürk karşıtı mürteci yobazlar tarafından idam edilişi Cumhuriyete ve Atatürk’e saldırma vesilesi yapılarak, “şapka giymediği için asıldı” yalanıyla istismar edilen İskilipli Atıf Hoca kimdir ve neler yapmıştır.

Önce bunlara bir bakalım.

Atıf Hoca Osmanlı’nın son dönem din adamlarından birisidir.
Köy hocalığıyla başladığı görevini Fatih Camii müderrisliği ve Kabataş Lisesinde Arapça öğretmenliğiyle sürdürmüştür.

Dört bir yanı düşman işgaline maruz kalmış Türk yurdunda, bir avuç vatansever; Atatürk’ün önderliğinde, bin türlü yokluk ve güçlükler içerisinde, milli mücadele direnişini gerçekleştirirken; sırf taht ve tacını kaybetmek istemeyen padişah ve padişahla birlikte devletin nimetlerini har vurup harman savuran yandaşları, ellerindekini kaybetmemek ve korkaklıkları nedeniyle, düşmanın vatanı işgal etmelerine rıza göstermekte ve hatta bununla kalmayıp karşı koyanları da akla gelebilecek her yöntemi kullanarak susturmak, etkisiz kılmak istemektedirler.

Bu amaç doğrultusunda kurulmuş sayısız cemiyet aracılığıyla milli mücadele karalanmakta, işgalciler ise yüceltilmektedir. Gerekçe ise: padişah efendileri öyle irade buyurmuşlar ve aynı zamanda halife olan padişaha itaat etmek vacipmiş!???

Başta son şeyh’ül İslam Mustafa Sabri olmak üzere birçok din adamı “Kuvva-yı Milliyecileri” kâfir, isyancı, haydut ve asi ilan etmekte; işledikleri suç(!) nedeniyle idam edilmeleri yönünde fetvalar vermekteydi.

Kurulan teslimiyetçi cemiyetlerden birisi olan Teali İslam Cemiyeti; hem dini sahadaki etkinliği, hem padişaha yakınlı ve hem de İngilizler tarafından yönlendirilip desteklenmeleri nedeniyle, Milli Mücadeleyi baltalayıp, karalamada başrol oynamıştır.

Hatta bu muzır cemiyetin milli mücadeleyi sükûna erdirip, Anadolu direnişini bitirmek maksadıyla hazırladıkları bildiriler Yunan uçaklarıyla köy köy, şehir şehir bütün Anadolu’ya dağıtılmıştı.

Teali İslam Cemiyeti tarafından çıkartılan İkdam gazetesinde de sürekli olarak milli mücadele baltalanıyor, işgalciler övülüyordu.

Hatta bu gazete Yunan işgaline karşı koyanları kâfir ilan ediyor, Yunan ordularını halifenin(dolayısıyla da İslam’ın) ordusu olarak niteliyordu.

İskilipli Atıf Hoca işte bu işbirlikçi Teali İslam Cemiyetinin başkanıydı.

Teali İslam Cemiyeti ve mensuplarının bu suçları(ihanetleri), idam dâhil, her türlü cezayı hak etmektedir.

İskilipli Atıf Hoca üzerinden Atatürk ve Cumhuriyete saldıran hain ve alçaklar; yukarıda anlattığım gerçeklerin tümünü görmezden gelip, İskilipli Atıf Hoca’nın şapka kanunundan önce yazdığı “Frenk Mukallitliği” adlı kitabı nedeniyle “Şapka Kanununa Muhalefet” ettiği gerekçesiyle asıldığı yalanını ve hatta haysiyetsizliğini ve hatta iftirasını atmaktadır.

Bu iftirayı Necip Fazıl denen Arap devşirmesi bunak mürteci “Son Devrin Din Mazlumları” adlı iftiralar yığını kitabıyla yaygınlaştırmış ve Atatürk’e saldırmak için bahane arayan mürteciler de, senfoni orkestrası uyumuyla hep bir ağızdan, bu iftirayı yıllardır devam ettirmiştir.

İskilipli Atıf Hoca hakkında İstiklal Mahkemesince verilen idam hükmünün gerekçesi: “İstiklal Savaşına ihanet etmesi, işgalcilerin (İngiliz ve Yunan) safında bulunarak Milli Mücadeleyi engellemeye çalışması” dır.

İskilipli Atıf Hoca’nın “Frenk Mukallitliği” adlı kitabının tesirleriyle “din elden gidiyor” denilerek Anadolu’nun birçok yerinde isyanlar çıkartılmış olmasına rağmen “kanun geriye yürütülmez evrensel prensibi gereğince” şapka kanunundan önce çıkarttığı “Frenk Mukallitliği” adlı kitabından beraat etmiştir.

Oysaki şapka kanunun da herkesin şapka giymek zorunluluğu bulunmamakta; fes, sarık, takke, kavuk, kalpak vb. şeyler yasaklanıp, sadece devlet memurlarına ve milletvekillerine şapka giymek zorunluluğu getirilmektedir.

İskilipli Atıf Hoca’nın “şapka giymediği için idam edildi” yalanı 84 yıldır sistematik olarak devam ettirilmektedir.
Bunun nedeni milletin nezdinde; sırf şapka giymedi diye değerli bir din adamını idam ettirdi, çünkü o din karşıtı ve hatta dinsiz, imasız, kâfirin biriydi imajını yerleştirerek Atatürk’ü yok etmektir.

Atatürk’ü kimin, ne amaç için, yok etmeye çalıştığını, ayrıca, yazmaya gerek bile duymuyorum.

Bunu artık herkes, çok iyi biliyor….

Öte yandan geçtiğimiz yıllarda çıkan yeni bir belge İskilipli Atıf Hoca’nın şapka kanununa karşı çıkartılan isyanlarda, isyancılara, el altından:

“Ey ahali! Ankara ihtilal içindedir.
Mustafa Kemal Paşa üç yerinden yaralanmış biçimde doktorlar elindedir.
İsmet Paşa ortadan kaldırılmıştır.
Dindar paşalarımız hükümeti ellerine geçirmişler, şeriatı kurmak üzeredirler.
Korkacak bir şey kalmamıştır.”

şeklinde mesajlar göndererek isyancıları yüreklendirdiği ve isyanın bütün memleket sathına yayılarak, cumhuriyetin yıkılmasının amaçladığını ortaya koymuştur.
Yani İskilipli Atıf Hoca beraat ettiği “şapka kanununa muhalefet” suçundan da gerçekte suçludur.
Lakin o zamanlar, bu suçu işlediği anlaşılmadığından, bu davadan beraat etmiştir.

İşte tarih, yazılı belgeler ve mahkeme kayıtlarıyla İskilipli Atıf Hoca gerçeği bundan ibarettir.

Ne yazık ki, gerçeklerin üzeri örtülüp, yalan ve kasıtlı propagandaların ömrü uzatılarak Cumhuriyet kalesi yıkılmaya, en azından, gedikler açılmaya çalışılıyor.

Mürtecilerin bu amacını, arap devşirmesi, bunak Necip Fazıl, yıllar önce:

Surda bir gedik açtık mukaddes mi mukaddes,
Ey kahpe rüzgâr! Artık ne yandan esersen es!

mısralarıyla dile getirmişti.

Biz de diyoruz ki:
Bu kale gedik açılacak, bir kale değildir.

Hele yıkılması, hayal ötesi, bir ütopyadır.

Çünkü bu kale, Türk’ün kanı, canı, irfanı, imanı ve inancıyla kurulmuştur.

Bu kale: Şehitlerden elli milyon bekçisi olan, aşılmaz bir kaledir! (*)

Türk Oğlu, Türk Kızı Bunları Unutma, Unutturma! Dostunu ve Düşmanını İyi Belle!


(*) Uluğ Bilge Atsız Ata

Börü Kam (https://www.hunturk.net/forum/index.php?action=profile;u=3190)
Başlık: Ynt: Türk Oğlu, Türk Kızı Bunları Unutma, Unutturma! Dostunu ve Düşmanını İyi Belle!
Gönderen: Çağrı Bey - 20 Mart 2011
MEHMET AKİF ÜZERİNDEN YAPILAN İFTİRA ve İSTİSMARLAR

Bilindiği gibi İstiklal Marşımızın yazarı ve Türk toplumunca kendisine “Milli Şair” unvanı verilen Mehmet Akif şapka kanununu takip eden süreçte Mısır’a gitmiş ve Mısır’da bir müddet kalmıştır.

Her vesileyle Başbuğ Atatürk’e ve Cumhuriyete saldıran mürteci ve yobaz zihniyetin temsilcileri, Mehmet Akif’in Mısır’a gidişini de bu amaç ve gayretlerine malzeme yapmaya çalışmışlardır.

Bu mürteci ve yobaz takımına göre; Mehmet Akif Mısır’a, sırf şapka giymemek için, gitmiş!?

Yine bu mürteci yobaz takımının iddiasına göre; Mehmet Akif Mısır’da bulunduğu zamanlarda üzerinde çalıştığı Kur’an-ı Kerim’in Türkçe tercümesi ve tefsirini Türkiye’ye dönerken, sırf Atatürk’ün Türkçe dini tedrisat işine alet(!) olmamak için yakmış.

Şimdi bu mürteci yobaz takımının haysiyetsizce ileri sürdükleri; yalan, iftira ve istismarın gerçek yüzünü ortaya koyalım.

Evet, Mehmet Akif şapka kanununu takip eden günlerde Mısır’a gitmiştir.
Ama bu gidişin altındaki neden “şapka giymemek” değildir.

Mehmet Akif, kızı ve damadıyla ilgili, çok mahrem, ailevi sorunları nedeniyle Mısır’a gitmek, daha doğrusu başını alıp, derin ailevi sorunlardan, kaçmak istemiştir.

Anlaşılacağı üzere Mehmet Akif; Atatürk’ten, cumhuriyetten, şapkadan değil; "ailevi sorunlarından" dolayı, Mısır’a gitmiştir.

Herkesin bildiği gibi Mehmet Akif; dindar, iyi bir eğitim almış terbiyeli ve dürüst bir insandır.

Mehmet Akif dindardır ama asla, dincilik yapmamıştır.

Milli Mücadele etkin olarak bulunana Mehmet Akif, yazdığı şiir ve yazılarıyla, Türk milletinin moralini yüksek tutmaya çalışarak, halkı milli mücadeleye destek vermeleri yönünde teşvik etmiştir.

Şimdi Kur’an tercüme ve tefsirinin yakılması konusuna gelirsek.
Evet Mehmet Akif Mısır’da bulunduğu zamanlarda Kur’an’ın Türkçe çevirisi ve tefsiri (geniş açıklama) üzerinde epeyce bir çalışma yapmıştır.
Ancak bu çalışmalar esnasında, başta Arapça olmak üzere, tercüme ve tefsir için, onlarca ilimin, ileri derecede (eskiden allame denilmektedir) bilinmesi, gerektiğini fark etmiştir.

Yani, kendi Arapçasının ve ilmi seviyesinin bu işe yetmeyeceğini fark ederek; yine insaflı, vicdanlı ve haysiyetli bir kişiliğin gereği olarak bu işten vazgeçmiş ve yaptığı bir miktar çeviri ve tefsiri de, yakarak, imha etmiştir.

Evet, Mehmet Akif üzerinden yürütülen bu iki büyük yalan, iftira ve istismarın gerçek yüzü bundan ibarettir.

Mehmet Akif Mısır’da geçirdiği, daha doğrusu kendi kendisini sürgün ettiği, sıkıntılı günlerinin ardından tekrar Türkiye’ye dönmüştür.

Mısır dönüşü gerçek İslami yaşayışın Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyetinde olduğunu ifade edip:

“Allah, kalan ömrümü O’na (Atatürk’e) versin!”

diyerek Başbuğ Atatürk’ün Türk Milleti ve bütün İslam âlemi için ne kadar önemli işler yaptığı gerçeğini dile getirmiştir.

Türk Oğlu, Türk Kızı Bunları Unutma, Unutturma! Dostunu ve Düşmanını İyi Belle!

Börü Kam (https://www.hunturk.net/forum/index.php?action=profile;u=3190)
Başlık: Ynt: Türk Oğlu, Türk Kızı Bunları Unutma, Unutturma! Dostunu ve Düşmanını İyi Belle!
Gönderen: Çağrı Bey - 20 Mart 2011
MUSTAFA MUĞLALI PAŞA

Kıymeti bilinmeyen, sırf görevini yaptığı için cezalandırılan insanların başında Mustafa Muğlalı Paşa gelir.

Vefatının üzerinden 59 yıl geçmesine rağmen Mustafa Muğlalı Paşa Türk Milleti ile sorunu olan mâlum çevrelerin halâ bir numaralı boy hedeflerinden birisidir.

Mustafa Muğla'lı ne yapmıştır da, yarım asırdır Türkiye’nin ve Türklüğün düşmanlarının hedefi olmaya devam etmektedir?

1882 yılında Muğla’da dünyaya gelen Mustafa Muğlalı, 1901 yılında Harp Okulunu, 1904 yılında Harp Akademisini bitirdi. Balkan savaşına katıldı.
1. dünya savaşı sırasında Adana Bölge Komutanlığı Kurmay Başkanlığı yaptı.
Bugünkü Milli İstihbarat Teşkilatı’nın nüvesi olan Teşkilatı Mahsusa’da çalıştı,
Onun devamı niteliğindeki Zabitan Grubu’nun kurucuları arasında yeraldı.
Zabitan Grubu’nun bir müddet sonra adını değiştirdiği ve yine Muğlalı Mustafa Bey başkanlığında Yavuz Grubu olarak faaliyetini devam ettirdiği anlaşılmaktadır.

Kurtuluş savaşına Tümen komutanı olarak katılan Muğlalı Mustafa, 1922′de Albay, 1927′de Tümgeneral oldu. Soyadı Kanunu çıkınca, Muğlalı soyadını aldı.

23..Aralık.1930′ da Menemen’de Devlete Karşı ayaklanıp Genç Asteğmen Kubilay’ı şehit eden yobazları yargılayan Harp Divanının başkanlığını yaptı.

Bir kısım Medyanın Mustafa Muğlalı düşmanlığının temelinde, bu mahkemenin reisliğini yapması yatmaktadır.

1931-1939 yıllarında 1. ordu komutanlığı, iki kez yüksek askeri Şura üyeliği ve 1943-1945 yılları arasında da 3. Ordu Komutanlığı yaptı.

Mustafa Muğlalı’nın haksızlığa uğramasına, 20 yıl hapse mahkûm edilmesine yol açan olaylar bu görevi sırasında cereyan etmişti.

1940′lı yıllar…
İkinci Dünya Savaşı yılları, ülkede yokluk yaşanıyor.
İngiliz, Fransız, Alman, Rus ve İran casusları ülkede cirit atıyor.
Doğu Anadolu ülkenin diğer kesimlerine nazaran daha karışıktır.
Yabancı ülkeler lehine casusluk iddiaları her gün ilgili makamlara ulaşıyor.
Devlet bölgede sıkıyönetim uyguladığı halde hırsızlık, kaçakçılık, eşkıyalık, soygunculuk, ırza tecavüz eylemleri engellenemiyor.
Casus mu, hain mi, eşkıya mı olduğu belli olmayan bazı gruplar, bölgede güvenlik sağlamak için canla başla çalışan askerleri de pusuya düşürerek şehit ediyorlar ve kendilerine kucak açan Irak ile İran’a kaçıp bir süre saklandıktan sonra tekrar bölgeye dönüp eylemlerine devam ediyorlardı.
Bu çeteler, Türkiye’den büyük ve küçükbaş hayvanları çalıyor, o sıralarda fiilen Rusların kontrolünde olan İran’a götürüp satıyorlardı.
Bu eşkıyalar Rus ve İran makamlarınca da korunuyordu. Bu eşkıya genelde iki nüfus kağıdı taşıyordu.
İran’da İran, Türkiye’de Türk vatandaşı gözüküyorlardı.
Bölge halkı bu eylemlerden dolayı canlarından bezmişlerdi.
İnsanlar kendilerini nasıl koruyacaklarını bilemedikleri için orduya ve askere sığınıyorlardı…

Bölgedeki karışıklıklar artınca Orgeneral Mustafa Muğlalı, çok deneyimli ve disiplinli bir asker olduğu için Üçüncü Ordu ve Sıkıyönetim Komutanlığı’na getirilir.
Hayatı savaşlarda geçmiş olan Muğlalı Paşa işi çok sıkı tutar, canilere karşı amansız bir mücadele başlatır ve birtakım tedbirler alır.
Bu tedbirler arasında; Siirt’teki gezici Jandarma Taburu’nun bu bölgeye kaydırılması, çobanların silahlandırılması, gezici ekipler kurulması da vardı.
Ayrıca, Paşa, eşkıyanın sınır ötesine kaçmasını önlemek için de emrindeki birliklere Irak ve İran’a kaçan eşkıyayı takip ve “gerekirse vur” emri verir.
1943 yılında Van’ın Özalp İlçesi’nin sınır bölgesinde İran’a kaçmaya çalışan bir grup, güvenlik güçleri tarafından sıkıştırılır.
Çatışma çıkar ve dur emrine uymayan kürt eşkıyalardan 33 tanesi öldürülür..Bu olaydan sonra bölgede az da olsa sükun sağlanır.
Bölge halkı Paşa’ya minnettardır.
Bölge huzur ve sükûn içindedir.
İçişleri Bakanlığınca, bölgede sükûn sağlandığı için, Valiliğe ve Jandarma komutanlığına teşekkür yazıları bile yazılır.
20 Aralık.1943 tarihinde Van Cezaevinde yatan İsmail Özay isimli bir mahkûm, TBMM’ne yazdığı dilekçesinde; bu 33 kişinin kaçmalarının söz konusu olmadığını, bilerek katledildiklerini iddia eder,olaydan yaralı olarak kurtulup İran’da yaşayan kardeşinin affedilmesini ve olayın tahkikini talep eder.
Adalet Bakanlığının Genelkurmay Başkanlığından kanunun adli takibinin yapılmasını ilişkin talebine karşı, Mareşal Fevzi Çakmak’ın verdiği yanıt yiğitçedir, Türk’çedir:
“Ordu komutanı o günkü şartların gereğini yapmıştır. Memleketin yüksek menfaati için gerekli tedbirleri almıştır. Görevini yerine getiren bir komutanı mahkemeye veremem. Böyle Şey olamaz.”
Fevzi Çakmak’tan sonra Genel Kurmay Başkanı olan Kazım Orbay’da aynı tavrı sürdürür.
1945 yılında 2. dünya savaşı sona erer.
Her şey normale dönüşür.
1946 seçimleri sırasında bu olayı kendi lehlerine oya tahvil etmek isteyen siyasetçiler bu olayı saptırırlar.

Bir taşla birkaç kuş vurulacaktır.

İkinci dünya savaşı sırasında yabancı ajanların kaşıdıkları kürtçülük çıbanı yeniden kaşınarak olay oya tahvil edilecek, Atatürk’ün yakın bir silah arkadaşını zor durumda bırakılarak, şuur altlarındaki Atatürk düşmanlığına dayanan aşağılık duygusu tatmin edilecek,
Menemen olaylarında yargılamayı yapan kahraman bir asker yargılanarak gerici çevrelere menemenin rövanşının alındığının mesajı verilecektir.

1946 seçimlerinden sonra Meclis’e giren Demokrat Parti milletvekilleri bu olayı yeniden Meclis gündemine getirirler.
Öne sürülen iddia şudur: “Çatışma sırasında öldüğü iddia edilen 33 insan masumdu ve kurşuna dizildiler.”

Kıyamet kopar…

Muhalefet milletvekilleri bu olaydan Cumhurbaşkanı İnönü ile Milli Savunma Bakanı Ali Rıza Artunkal, İçişleri Bakanı Hilmi Uran’ı sorumlu tutarlar.

İktidar ise Demokrat Parti’nin derdinin 33 masum(!) vatandaşın öldürülmesi değil, İnönü iktidarını yıpratmak ve oy toplamak olduğunu söyler.

Aylarca süren tartışmalardan sonra bu olay hakkında Mecliste araştırma komisyonu kurulur.
Araştırma komisyonu o yılların olağanüstü şartlarını, o olay sayesinde sağlanan huzur ortamını, 33 eşkıyanın ülkeye zararlarını, Mustafa Muğlalı’nın ülke sevgisini, hiç dikkate almaz.
Meclis araştırma komisyonuna ifade verenlerden birisi de Muğlalı Paşa tarafından; eşi ermeni olduğu için albaylığa yükseltilmeyip, yarbaylıktan emekli edilmiş bir emekli yarbaydır.

Kin ve intikam duyguları içerisinde hareket edilir.
Araştırma komisyonu hiçbir siyasiye, hiçbir bürokrata suç yüklemez.
Tek suçlu Orgeneral Mustafa Muğlalı ile Necdet Bilgez ve Bilal Bali isimli yedek subaylardır.

Meclis Araştırma komisyonu kararından sonra dava açılır ve 1947 yılında emekli olan kahraman Mustafa Muğlalı Paşa yargı önüne çıkarılır.

Mahkeme, 1943 yılının şartlarına, o tarihte bölgede cereyan eden olayların vahametine, o ortamın düşünce ve gereklerine göre değil 1948 yılının normal şartlarının havasına göre yürür.

Muğlalı Paşa, yargılama boyunca bir Türk komutanına yaraşır şekilde bütün sorumluluğu üzerine alır ve zamanın hükümetini hiçbir şekilde suçlamaz.
“Bu subaylara emri ben verdim, onların suçu yoktur.Yaptıklarım suç ise tek suçlu benim” der.
Hâkimin “Ya emrinizi yerine getirmeseydiler” sorusuna “O zaman şakileri kendim vururdum.” yanıtını verir.

33 şakinin yok edilmesi sırasında oh diyenler, Muğlalı Paşa’yı takdir edenler, alkışlayanlar, başka bir havanın, başka hesapların insanı olmuşlardır.

Oy kaygısı her şeyin önüne geçmiştir.

Mustafa Muğlalı Paşa Atatürk’ün silah arkadaşı olmasına rağmen, Cumhurbaşkanı İsmet İnönü bu olay karşısında parmağını bile kıpırdatmaz.

Ve mahkeme sonucu gerçekten çok hazindir: Hayatını Türk Ordusuna ve Türkiye Cumhuriyetine adamış olan Mustafa Muğlalı Paşa “33 masum(!) insanı öldürmek suçundan” idam cezasına çarptırılır….

Daha sonra cezası 20 yıl hapse çevrilir. 33 tane eşkıyaya hak ettiği cezayı verdiği için ödüllendirmesi gereken Mustafa Muğlalı Paşa, politik yalakalığın, siyaset oyunlarının kurbanı olur.

Türk yargısının siyasi kararlarından birisi olan bu yargılama sonucunda, tek mahkûmiyet Mustafa Muğlalı içindir.
Başka hiçbir kimse ceza almaz…

Mahkeme, eşkıya artıklarının ifadelerini Türk Askerinin ifadesine tercih etmiştir.

Mahkeme sonrası Askeri Yargıtay bu kararı bozar. İkinci bir mahkeme dönemi başlar ama bu sırada kahraman Türk Ordusu’nun bir neferi olan, bütün ömrünü Türk Yurdu’nun bağımsızlığına adayan Mustafa Muğlalı Paşa bu durumu hazmedemez; bulunduğu cezaevinde kahrından 11 Aralık 1951 tarihinde, 70 yaşında vefat eder.

Türk gibi düşünen tek kurum olan Türk Silahlı Kuvvetleri, Mustafa Muğlalı Paşa’nın naaşını Devlet Mezarlığına naklettirdi ve kahraman Türk komutanlarının heykellerinin yer aldığı Genelkurmay bahçesindeki Ölmezler Yolu’na O’nun heykelini diktirdi.

59 yıldan sonra “garp cephesinde yeni bir şey yok”.Şimdi de “pkk artıkları”nın, “çakma haham”ların iftiraları şerefli komutanlarımızın sözlerinden daha değerli bulunuyor.

Ülkesi için kendilerini feda eden Türk subaylarının kaderi de, Muğlalı Paşanın kaderiyle aynı çizgide buluştu.

Türk Oğlu, Türk Kızı Bunları Unutma, Unutturma! Dostunu ve Düşmanını İyi Belle!

Börü Kam (https://www.hunturk.net/forum/index.php?action=profile;u=3190)
Başlık: Ynt: Türk Oğlu, Türk Kızı Bunları Unutma, Unutturma! Dostunu ve Düşmanını İyi Belle!
Gönderen: Çağrı Bey - 20 Mart 2011
ARAP İHANETİ ve İSRAİL'İN KURULUŞU

Bir atasözümüzde "Dedesi koruk yemiş, torununun dişi kamaşmış" denilmektedir.

Yahudi zalim!
Yahudi gaddar!
Yahudi kıyıcı!
Yahudi kan içici!
Yahudi insanlık düşmanı!
vs. vs..

Ya Filistinli?
Filistinliler çok mu düzgün insanlar?
Çok mu iyi Müslümanlar?

İslam literatüründe "Zalim Seyfullahdır" (Allah'ın terbiye edici kılıcı) diye bir tabir vardır.
Burada seyfullah Yahudiler, terbiye edilenler de Filistinlilerdir.

Peki, Filistinliler neden Yahudilerin zulmüyle terbiye ediliyorlar?
Bir de buna bakmak lazım.

Filistin sorununu iyice anlayabilmek için tarihte kısa bir yolculuk yapmamız gerekir.

Bilindiği gibi Yahudilerin "arz-ı mevdud" (vaat edilmiş topraklar) adı verilen Siyon dağı merkezli Büyük İsrail İmparatorluğu kurma ve Yahudiler dışındaki bütün milletleri bu imparatorluğun hizmetkârı ve kölesi yapma idealleri vardır.
Bu Yahudi idealinin kaynağı Zebur ve Tevrat'tır.
Yahudiler bu amaçlarından asla vazgeçmemişler, dünyanın dört bir tarafında, yüzyıllarca süren vatansız ve sürgün dönemlerinde de, bu ideallerini unutmayarak, bir gün mutlaka bu ideali gerçekleştirecekleri inancıyla, hep o güne hazırlık yapmışlardır.

Ve nihayet, 1946 yılında, İsrail devletini kurarak bu rüyalarını gerçekleştirmişlerdir.

İsrail devletinin kuruluş çalışmaları ta ki 19. yüzyılın son çeyreğinde fiilen başlatılmıştır.
19. yüzyılda Filistin Osmanlı sınırları dâhilindedir.
Kudüs'te bulunan Mescid'ül Aksa hem Yahudiler, hem Hıristiyanlar ve hem de Müslümanlarca kutsal sayılan bir mabettir.
Bu nedenle tarihin her döneminde Kudüs ve çevresin de savaş ve kargaşa eksik olmamıştır.
Ünlü haçlı seferlerinin nihai hedefi de Kudüs'tür.
Haçlı Batının Türklüğe olan derin hınç ve düşmanlığının altında, haçlı ordularının karşısına hep Türklerin çıkması yatmaktadır.
Haçlı batı sayısız seferler düzenlemiş ve bu seferlerin tamamı Türk kalesine toslayarak sonuçsuz kalmıştır.

Ta ki, 1. Dünya savaşına kadar…

1. Dünya savaşı öncesi İngilizler Araplar arasında çok ciddi çalışmalar yapmışlar ve Arapları Türklere karşı kışkırtmışlardır.
İngiliz kışkırtmasıyla Araplar Türk askeri birliklerine karşı pusular kurmuş, gece baskınları yaparak binlerce Türk askerini katletmişlerdir.
İşin daha da vahşisi, İngilizlerin yaydığı "Osmanlı askerleri çok zengindir. Altınlarını yutarak karınlarında gizliyorlar" dedikodusu nedeniyle Türk askerler pusuya düşürüldüklerinde karınları deşilerek altın aranmış, karnını bile doyurmaktan mahrum Türk askerinin, karınlarından altın çıkmayınca da, karınları deşilmiş halde bırakılarak, çölde günlerce acı çekerek ölüme terk etmişlerdir.

İngilizlerin Türklere karşı kullanmak üzere anlaştığı kişi Hicaz Emiri Şerif Hüseyin'dir.
İngilizler, Şerif Hüseyin'e Arapların bütününü içine alacak şekilde kurulacak olan Arap devletinin krallığını vaat etmişlerdir.
İngilizlerin bu vaadine kanan ve sonunda hayal kırıklığına uğrayan Şerif Hüseyin, isminin başındaki sıfattan da anlaşılacağı gibi, İslam Peygamberinin soyundan gelmektedir.

İslam kaynaklarına göre Peygamberin torunlarından Hasan'ın soyundan gelenler şerif, Hüseyin'in soyundan gelenler de seyit olarak kabul edilmekte ve seyit ve şeriflere Müslümanlar derinden saygı göstermektedir.

Bu saygı Osmanlıda öylesine derin ve köklüdür ki nüfus idaresi bünyesinde "nakib'ül eşraf" adıyla ayrı bir birim oluşturularak Osmanlı coğrafyasında bulunan seyit ve şeriflerin doğum, evlilik, ölüm gibi işlemleri bu kurum tarafından takip edilerek kayıt altına alınmıştır.

Osmanlı, bununla da kalınmayıp her yıl değerli kumaşlar, ipekler, altın gümüş ve diğer mücevherattan oluşan hediyeleri "Sürre Alayları" denilen yüzlerce develik bir kervanla Mekke Şeriflerine göndermiştir.

İşte bu Mekke Şeriflerinden bir tanesi de Şerif Hüseyin'dir.

Tarih 17 Aralık 1917.

Artık Kudüs, Arapların ihanetiyle, Türklerin elinden çıkmıştır.

İngiliz Orduları Doğu Cephesi Komutanı General E.H.H (Edmund Henry Hynmen) Allenby bir tören kıtası eşliğinde, yanında Şerif Hüseyin'le beraber, Kudüs'e girmektedir.

Araplarda tarifsiz bir sevinç vardır.

Sivil halk İngilizleri:
"Hoş geldiniz kurtarıcılarımız(!)
Bizi Türklerin elinden kurtardığınız için size minnettarız
"
Diye bağırarak karşılamış, yollarına çiçekler sermişlerdir.

İngiliz General Allenby Kudüs'e girdiğinde söylediği ilk söz:
"Nihayet haçlı seferleri zafere ulaşmıştır!"
Olmuştur.

İngiliz General Allenby, Selahattin Eyyübi ve diğer Türk komutanlarının mezarlarına gider.
Selahattin Eyyübi'nin mezarına tükürüp, tekmeleyerek:
"Sen ve senin dininden olan Türkler bizi asırlar boyunca Kutsal şehir Kudüs'e sokmadınız.
Artık Kudüs haçlı ordularının elindedir. Şimdi ben istesem senin mezarını bile buradan söküp atarım
"
Diye bağırır.
Bu esnada Şerif Hüseyin, İngiliz General Allenby'nin yanındadır ve O'nu bu sözlerinden dolayı alkışlamaktadır.

Şerif Hüseyin, İngilizlerin elinde öylesine oyuncak olmuştur ki bir kere battığı ihanet batağından bir daha çıkamamış, İngilizlerin isteğiyle yaşlı, kadın binlerce Türk hacısını Kâbe'nin içinde tutuklayıp, hapsederek Türklere karşı giriştiği ihanetler zincirine son halkayı da eklemiştir.

Oysaki İslam inancına göre Kâbe'nin bulunduğu yer "Mescid'ül Haram", Haccın yapıldığı aylarda (Zilkâde, Zilhicce, Muharrem, Receb). "Eşhuru'l-Hurum" (Savaş yapılması haram aylar) olarak kabul edilmiş olmasına rağmen Şerif Hüseyin bu İslami inanışı da, İngiliz vaatlerine kanarak, ihtiras ve makam uğruna, çiğnemekten sakınmamıştır.

Türklere bunca ihaneti ve haçlı İngiliz'e onca hizmetine rağmen Şerif Hüseyin, sonunda İngilizlerin ihanetine uğrayıp 1930 yılında, sürgüne gönderildiği Kıbrıs'ta, kızıl tamuyu boylamıştır.

İşte tarihi belgeleriyle, yüzyıllarca İslam'a hizmet etmiş olan Türkleri, İngiliz Lavrens'le bir olup sırtından hançerleyen Filistinlilerin ve diğer Arapların ihanetini kısaca anlatmaya çalıştık.

Adına Arap ihaneti denen bu süreçte; Filistin'de, Hicaz'da, Yemen'de, Suriye'de, Irak'ta ve bilcümle Arap coğrafyasında oluk oluk Türk kanı akıtılmıştır.

Hiçbir hain, hizmet ettiği patronu tarafından, taltif edilmez.
Hainin hizmet ettiği efendisi bilir ki hain, bir gün, kendisine de ihanet eder.
Çünkü bu, onun doğasında vardır.
Bu tarihi ve sosyolojik bir kanundur.

Nitekim Türklerin din kardeşliğini reddedip, haçlı İngiliz'le işbirliği yapan Araplar, sonunda umduklarının hiç birisine erişememişler, 1. Dünya savaşı sonrasında, bırakın büyük Arap krallığını, cetvelle masa üzerinde çizilmiş onlarca kabile devletçikleri kurdurularak Arapları bir daha birleşemeyecek şekilde bölüp, birbirlerini boğazlamaya terk etmişlerdir.
İşte bu Arapların portresi ve yaptıklarıdır!

Ya Türkler ne yapmıştır?
Türk Tanrının mayasına kattığı ahde vefa, vatana sadakat, inançlarında samimiyet ve daha nice güzellikleri her zemin ve durumda korumuş, vaat edilen ne olursa olsun ahde vefayı bozan taraf olmamıştır.
Buna bir kanıtta Kudüs meselesinde vardır.

1. Dünya savaşı öncesi Osmanlı coğrafyası bulgur kazanı gibi kaynamakta, haçlı batı Osmanlıyı tarihin derinliklerine gömmenin ve Türkleri Anadolu coğrafyasından sürmenin planlarını yapmaktadır.

Osmanlı tahtında 2. Abdülhamit oturmaktadır.
1800 lü yılların son çeyreğinde toplanan dünya Yahudi konseyi; Theodor Herzl başkanlığında, politik siyonizmi yapılandırarak, Siyon Dağının bulunduğu Filistin'de, İsrail devletinin kurulması kararını almıştır.
Ancak ne var ki Filistin Osmanlı toprağıdır ve bu amaç için ya Osmanlının ikna edilmesi ya da topyekûn ortadan kaldırılması gerekmektedir.
Önce Osmanlının iknası denenmiş ve 1901 yılında politik siyonizmin kurucusu Theodor Herzl 2. Abdülhamit'le görüşme talebinde bulunmuştur.
Yahudilerin niyetlerini iyi bilen 2. Abdülhamit, Theodor Herzl'in görüşme talebini reddedip, istek ve dileklerini, dilekçeyle bildirmesini istemiştir.
Theodor Herzl yazdığı dilekçede "Kudüs'te Yahudi hacıların rahatlıkla hac yapabilmeleri için izin talebiyle, Mescid-i Aksanın yanında birkaç yüz metrekarelik bir yer istemiş" buna karşılıkta "Osmanlının bütün askeri teçhizatını ve donanmasını yenileyerek, bütün borçlarını ödemeyi" vaat etmiştir.

Osmanlının askeri teçhizatı, donanması ve bütün savunma sistemleri eski teknolojidir.
Osmanlı borç batağı içerisindedir.
Galata bankerleri Osmanlının kanını emmekte, borçlar misli misline katlanmaktadır.

Abdülhamit bu oldukça cazip gözüken teklifi hiç dikkate bile almadan reddetmiştir.

Osmanlı her geçen gün daha da batmakta, kıskaç daraldıkça daralmakta ve iç ve dış borçlar nedeniyle borç erteleme (Moratoryum: Vadesi gelmiş borçların yasa, mahkeme kararı, borçlu ve alacaklı arasındaki bir anlaşma veya doğrudan doğruya borçlunun tek taraflı kararıyla ertelenmesi işlemi) ilan etmiş olup, hızla iflasa doğru sürüklenmektedir.

Bir yıl sonra, 1902 de, dünya Yahudi konseyi başkanı Theodor Herzl tekrardan 2. Abdülhamit'le görüşme talebinde bulunur ve bu defa görüşmeye muvaffak olur.
Theodor Herzl'in talep ve teklifi, öncekinin, aynıdır.
Abdülhamid, Theodor Herzl'i:

"Ben bir karış dahi olsa toprak satmam, zira bu vatan bana değil, milletime aittir. Milletim bu vatanı kanlarıyla mahsuldar kılmışlardır!"

Cevabı ile reddetmiştir.

İkinci defa reddedilen Yahudi temsilcisi Theodor Herzl ve Yahudi konseyi taktik değişikliğine giderek 2. Abdülhamit aleyhine çok baskın ve ağır bir karalama kampanyası başlatmışlardır.
Bu kampanya öylesine etkili olmuştur ki 2. Abdülhamit artık "kızıl sultan" olarak anılmaya başlamıştır.
2. Abdülhamit'in bu vakarlı duruşunu saygı ve takdirle karşılayan Uluğ Bilge Atsız Ata 2. Abdülhamit'i "Gök Sultan" olarak anmaktadır.

Yahudiler bu arada, Filistin'den astronomik bedeller ödeyerek toprak satın almışlar ve bu satın alma 1946 da devlet kuracak büyüklükte toprağa ulaşmıştır.

Yani İsrail, satın alınmış topraklar üzerine kurulmuş, bir devlettir.

Vatanlarını satanlarsa; bu gün Yahudilerce öldürülen, horlanan, şamar oğlanına döndürülen Filistinlilerdir.

Nihayetinde 1908 senesi geldiğinde Yahudilerin alttan alta yaptıkları çalışmalar sonuç vermiş ve Filistin'de kurulacak İsrail devletinin önünde en büyük engel olarak görülen 2. Abdülhamit, yapılan bir darbeyle, alaşağı edilerek Osmanlı tahtından indirilmiştir.
İşin en acıklı ve düşündürücü olanı ise 2. Abdülhamit'e tahtan düşürüldüğüne dair tebligatın bir Yahudi tarafından yapılmış olmasıdır.
Hatta Gök Sultan Abdülhamit Han bu hazin tabloyu:
"Beni derinden yaralayan şey, tahtan düşürülüşüm değil, tahtan düşürüldüğümü bir Yahudi'nin tebliğ etmesidir"
Sözleriyle ifade etmiştir.

Yukarıda; tarihi olay ve belgeler ışığında, kısa kesitlerle, Türk'ün asaletini ve Arab'ın tıynetini ortaya koymaya çalıştım.

Biz, Türkler, yine asaletimizle, şanımızla ve şerefimizle dimdik ayakta ve hür ve bağımsız bir vatan coğrafyası üzerinde onurumuzla, Acun durdukça, var olmaya devam edeceğiz.

Bize ihanet etmekle kalmayıp, oluk oluk kanımızı akıtan Arap'lar ise; dört yüz milyon nüfuslarına ve onlarca irili ufaklı devletlerine rağmen, bir avuç Yahudi tarafından; şamar oğlanına döndürülmüş, onurları(!) kırılmış, kendi vatanlarında perişan ve zelil bir vaziyette yaşıyor(!)lar.

Yazımızın başında ne demiştik?
"Dedesi koruk yemiş, torununun dişi kamaşmış!"

Filistin'de olup-bitenin özeti budur.

Ve yine yazımızın başında: "Zalim Seyfullahdır" demiştik.

Türk'e ihanet eden ve Türk'ün sofrasına oturup nankörlük yapan her kim olursa olsun er ya da geç lâyık olduğu cezaya uğrayacaktır.

Bu ceza bazen Türk'ün bizzat kendisinden, bazen hiç beklemediği bir şekilde Tanrı'dan ve çoğu zamanda, "Tanrının çomağı" babından bir başka zalimden, seyfullahtan, gelir.

Türk Oğlu, Türk Kızı Bunları Unutma, Unutturma! Dostunu ve Düşmanını İyi Belle!

 
Börü Kam (https://www.hunturk.net/forum/index.php?action=profile;u=3190)
Başlık: Ynt: Türk Oğlu, Türk Kızı Bunları Unutma, Unutturma! Dostunu ve Düşmanını İyi Belle!
Gönderen: Çağrı Bey - 20 Mart 2011
TESCİLLİ TÜRKLÜK ve VATAN HAİNİ NAZIM HİKMETOF:

Bu gün tamuya kavuşmasının 47. yıl dönümü ; bazı şehirlerimizde heykellerinin açıldığını görünce, ( bakınız:Nazım Hikmet, Akdeniz'i seyredecek - Habertürk) olanca TÜRK DÜŞMANLIĞINA rağmen kahraman gibi gösterilmesi ve kimilerine göre dünyanın en tanınmış(!!!) Türk şairi olarak lanse etmesi girişimlerinden dolayı gerçeği bir kere daha anımsatmak adına bu başlıkta onun da adı olmalı diye düşündüm. Otağımızda daha önce açılmış olan Nazım Hikmet'in hainliği tescili konusunu burayada ekledim.

Nazım Hikmet'in Hainliği Tescilli

"Nazım'ın Sovyet vatandaşlığına geçmek için o dönemdeki Sovyet lideri Nikita Jcrusçeve yazdığı mektup”
Saygıdeğer Nikita Sergeyeviç
19 yaşından beri, yalnızca kalbim ve kafamla değil, geçmişimle de Sovyetler Birliği'ne bağlıyım.
Bolşevik Partisi'ne, ilk olarak 1923 yılında üye oldum. Ardından, 1924 yılında, yine Moskova'da 1925 yılı başında Türkiye Komünist Partisi (TKP) üyesi oldum. Doğu Emekçileri Komünist Üniversitesi'ni bitirdim ve parti işleri için Türkiye'ye gittim. 1925 yılı sonunda, Ankara'da yeraltı çalışmaları gösterdiğim için gıyaben 15 yıl hapis cezasına çarptırıldım.
Sonra, yine Moskova'ya döndüm. 1928 yılında Türkiye'de parti işleriyle uğraştım. O zamandan 1950 yılına kadar toplam 56 yıl hapis cezasına çarptırılmama karşın, toplam 17 yıl cezaevinde kaldım. Başta Sovyet halkı olmak üzere, ilerici insanların mücadelesi sonucu cezaevinden çıkarıldım.
Ben, sayılı Komünist şairlerdenim. Çok mutluyum, çünkü Büyük Ekim Devrimi'nin beşinci yıldönümünü Moskova'da kutladım. Bu nedenle de şiir yazdım. SBKP'nin 22'nci kongresini kutladım. Bu nedenle de şiir yazdım.
Artık 10 yıldır Moskova'da yaşıyorum. ailem de yanımda. Bütün Sovyet halkı gibi, buradaki yaşama alıştım. Saygıdeğer Nikita Sergeyeviç, yardım edin, ben Sovyet Vatandaşı olmak istiyorum.
En iyi dileklerimle.
Saygılarımla
Nazım HİKMET
7 Aralık 1961

Kaynak :Sovyetler Birliği Komünist Partisi Merkez Komitesi arşivi

Yayınlayan: Cenk Başlamış - Vladimir Jarov Milliyet Gazetesi 21 Aralık 1992 tarihli SBKP - Belgelerinde Türkiye başlıklı yazı dizisi

NOT:Rahmetli Muzaffer Özdağ’ın “GÖREVE ÇAĞRI” adlı kitapçığından alınmıştır..

Kızıl Yahudi Nazımofun, kendi ağzından, itirafları:

“-Ben de Milletimi aldattım, kandırdım. Bunu da ancak şimdi anlayabildim. Ondan dolayı vicdan azabı çekiyorum.”

“-Ben de yalancı, iftiracı şiirler yazdım. Benim bugün vicdan azabı içinde kıvranmama da işte bunu kahrolası şairlik sebep oldu.”

“-Ben bir veya birkaç kişiyi öldüren adi bir katil değil, belki milyonlarca insanı öldüren uygar bir katilim.”

“Buraya gelip, her şeyi görüp anladıktan sonra, önceki kanaatimi tamamen değiştirdim. Ama aklınıza komünist olmaktan vazgeçtiğim sakın gelmesin.”

“- Ben komünizmi uyguladıklarına inanarak Ruslara hizmet ettim. Fakat Ruslar’ın komünizm’i değil, yeni tip kölelik düzeni kurmaya çalıştıklarını görüp anlayınca işte o zaman vicdan azabı duymaya başladım. Çünkü ben insanlığın mutlu davasına değil, Rusların çıkarlarına hizmet etmişim. Kendimle birlikte, Milletimi de aldatmışım.”


Türk Oğlu, Türk Kızı Bunları Unutma, Unutturma! Dostunu ve Düşmanını İyi Belle!

Börü Kam
Başlık: Ynt: Türk Oğlu, Türk Kızı Bunları Unutma, Unutturma! Dostunu ve Düşmanını İyi Belle!
Gönderen: Çağrı Bey - 20 Mart 2011
TÜRK'ÜN KÖKÜNÜN KAZINMASI

Atatürk'ün sözüyle başlayıp, yaşadığımız soykırımları, zulmü, işkenciyi, tecavüzü ve sürgünü resmî kaynaklardan, görgü şahitlerinden naklediyoruz ..

- "Millî hayatımızda yediden yetmişe hepimizin bilmesi gereken zafer günlerimiz olmakla beraber, ACISINI DÜNYA DURDUKÇA İÇİMİZDEN ATAMIYACAĞIMIZ MİLLÎ FELAKET GÜNLERİMİZ DE VARDIR...''

1877 Rus Harbi sonu büyük muhaceretleri! ..

TÜRK'ÜN AVRUPA'DAN ÂDETA KÖKÜNÜN KAZINMASI İSTEĞİYLE HORTLAYAN HAÇLI ZİHNİYETİNİN GİRİŞTİĞİ TOPLU KATLİAMLAR!..

1912 Balkan Savaşı ve TÜRKLER'e reva görülen zulüm ve İŞKENCELER!..

Tarihin bu acı mirasları her TÜRK'ün kalbinde unutulmamak üzere dünya durdukça muhafaza edilmelidir.

Milletimizin kalbinde HİSS-İ İNTİKAM olmalı!..

Bu alelâde bir intikam değil; hayatına, ikbaline, refahına düşman olanların mazarratlarını izaleye matuf bir intikamdır"

(16.3.1923) Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK

SAKIZ ADASI'NDAN BİR TÜRK KIZININ MEKTUBU :

- "Sevgili Hacer!

Bu mektubu lâyıkiyle okuyamıyacağınızdan eminim, çünkü gözyaşlarımı tutamıyorum.

Mektup, mürekkep lekeleriyle kirlenmiş kâğıt parçasını andıracaktır."

- "Emin ol hemşireciğim (kızkardeşim), biz şimdi yaşamıyoruz!..

Yunan subaylarının her dakika namusumuza, hayatımıza taarruz için uydurdukları oyunlardan korkarak can çekişiyoruz.

Ah Hacer!..

Keşke ölsem!

Emin ol, o zaman mesut olacağım."

- "Namusuma taarruz etmek isteyen genç bir Yunan subayı, bir visâl için bütün âlemi mahvetti!

Şimdi konak bir enkaz, bahçe viran!.

Her taraftan inilti, ağlama sesleri aksediyor!"

- "Kardeşim, bu Yunanlar kat'iyyen insan değildir!

Olsa olsa Ortaçağ'ın elleri yüzleri kan kokan, her gün genç kız ve çocukları boğazlayan korsanları olabilirler!"

- "9 ay iç inde yalnız ailemin değil, bütün SAKIZ adasının müşahede ettiği facialar, Müslümanlar'ın düçâr oldukları zulümler izah edilemez!"

- "Yunanlar bütün İSLÂM dünyasını mahvetmek istiyorlarmış. Buna bir şey demiyorum.

Hepimizi bir eve toplansılar, benzin döksünler, (yaksınrlar,) karşımıza geçip raksetsinler.

Buna razıyız.

Yalnız MUKADDESAT'a taarruz etmesinler!"

- "Fakat bu adamlar evvelâ namusumuzu ayaklar altına alıyor!..

Evlâtlarımızı, küçük kardeşlerimizi vahşiler gibi gâh ateşe atarak, gâh gözümüzün önünde boğarak aklî kuvvetimizi harap ediyorlar!

Sonra da cami, namaz, Peygamber ve Kur'an ile alaya başlayarak mukaddesatımızı eğlence yerine koyuyorlar!"

- "Yunanlar SAKIZ'ı işgâl ettikleri gün, ilk hakarete OSMANLI SANCAĞI mâruz kalmıştı.

Bİr Yunan çavuş sancağı indirerek ayakları altına aldı!

Dürbünü getirdim, karşımızdaki karakol neferlerini seyrediyordum.

Mehmetler'in çehresi hep ıslaktı.

Tüfekleri, kasaturaları öyle durgun bir inkisar ile yere bakıyordu ki, ağlamaktan kendimi alamıyordum...

Gözyaşlarını silerek esirler arasına giriyorlardı.

Teslim olmamak için bize sığınan genç Erkân-ı Harb yüzbaşısı KEMÂL BEY'i ve bir mülâzımı bu hakaretlerden kurtarmak için gizlemeğe lüzum gördüm.

Babama anlattım..."

Fakat akşam olmadan bütün SAKIZ adası, Yunan askerlerinin ve yerli Rumlar'ın talanına, tecavüzüne ve katliamına sahne olur!..

Bu bölümü bir Yunan askerinin pişmanlık mektubu ile bitirelim ..

Pişmanlık, ama çok geç!..

Ölüm döşeğinde!..

- "Evlâdım!..

Şimdi ben, gözlerimin önünde uçuşan korkunç çehrelerden çekinerek, gözlerimi açtıkça, titriyorum!"

- "Karşımda, çekmecenin üstünde (beliren) delirmiş mâsum bir Türk kızının nasıl üzüldüğünü görmemek için gözlerimi yumunca, uzaktan üç hayal üzerime doğru koşarak geliyor!..

Bunlar genç kocası ile birlikte kafasını balta ile ayırdığım sevgili hanımı...

Yarabbi!..

Ben o gece 8 yaşında gayet sevimli bir kız çocuğunu da ellerimle boğmuştum!..

Bilmem nasıl bir cinnetin sevkiyle 7 sene ekmeklerini yediğim efendilerime böyle katı bir yürekle kıymıştım!"

- "O zaman sen daha 4-5 yaşlarında idin...

Cinayet (yüzünden) aşçı ve uşak hapishaneye atıldıktan sonra, cinayet ortağım Bakkal YORGİ ile çalabildiğim 150 lirayı paylaşarak BOĞAZİÇİ'nde bir kasap dükkânı açtım...

Orada (da) yapmadığım kalmamıştı!..

Zavallı saf ve namuslu Türkler'e köpek ve eşek eti bile yedirmiştim.

(Halbuki) yanıbaşımdaki Türk ve Müslüman kasabı bırakıp bana gelirler, seninle Fransızca konuşmak için benden alış-veriş ederlerdi."

- "(Çok önceden) ben KARAMANLI öyle bir Rum idim ki, dünyada Müslümanlar kadar kimseyi sevmezdim!

Kalbimin âdeta İslâmiyet'e yaklaştığını hissederdim."

- "O esnada köye bir Yunan geldi.

Rum ahaliye bilmediğimiz şeyler söylüyordu.

Biz evvelden büyük bir imparatorluk imişiz.

Sonra vahşi Türkler memleketimizi istilâ etmiş, kadın, çocuk, ihtiyarları ateşlere atmışlar, gençleri kılıçtan geçirmişler!.."

- "İlk toplantıda Türkler aleyhine vahşi, kaba, canavar iftiralarını işitmek bize ağır geldi.

Fakat yavaş yavaş alışıyorduk.

Bir gün geldi ki, o telkinatın tesiri altında Türkler'e karşı düşmanlık hissi duymaya başladım."

- "İSTANBUL' geldikten sonra bu cinayeti de aynı sebeple işlemiştim...

BOĞAZİÇİ'nde bir komite teşkil etmiştik.

Her ay AVEROF için iâne toplar, gizlice Atina'ya yollardık... Doktor NİKOLANİDİS, eczacı KİRYAKO, meyhaneci KOÇO, gazinocu ALEKSİ ve ben komite âzâları idik.

Vazifemiz, saf Osmanlılar'ı her ne şekilde olursa olsun, ifsat etmekti. Buna Rumlar'dan başlıyorduk."

- "BOŞO, KOZMİDİ lâzım gelen emirleri verirlerdi...

(Sonra) Türk unsurunun imhası için Yunanistan'a koştuk.

Çeteler teşkil ettik.

Köyleri yaktık.

Muhacirleri arabalarının içinde birer birer boğazladık.

Kadınların, kızların ırzına geçtik.

Esirlerin gözlerini oyduk.

Burunlarını, kulaklarını kestik!..

Öyle facialar meydana getirdik ki, oğlum, şimdi şimdi onların korkusu ile titriyor, boğuluyorum!

Kör olsun, beni baştan çıkaran o Yunan domuzlar!.."

- "Sonra MİDİLLİ adasına geçtik.

Orada bir kışla vardı.

Orada esir Türk subay, kadın ve çocukları, ölüme mahkûm demekti!..

Bu esrarengiz zindan üç kısma ayrılmış.

En üst katta kadınlar bulunuyordu.

İhtiyarlar tamamiyle ayrı bir yerdeydi.

Genç ve güzeller iki sınıfa ayrılmıştı.

Birinci sınıf binbaşıya kadar olan âmirler ve subayların hazları için seçilmiş, dilber ve nefis kızlardan, güzel câzibedâr kadınlardan ibaretti.

- "İkinci kısım ise orta halde güzel kız ve kadınlardan ibaretti ki, bu da teğmenlere kadar bütün subaylara aitti.

Neferler, küçük subaylar şehirde istedikleri eve girerlerdi.

Tevkif olunmayanları ortadan kaldırmak için iyi bir usül idi."

- "Müslüman kadınlar mutaassıp olduklarından çeteciler veyahut cahil neferlerle az-çok döğüşüp onlara karşı koyabileceklerdi.

O zaman Yunanlar Türk öldürebilirdi."

- "Alt kısım uydurma bahanelerle tevkif edilen Müslümanlara mahsus idi ki, bunlara ne yemek, ne de su verilirdi.

Yalnız paralarını çekmek için, küflenmiş peksimetleri bir liraya, bir kadeh suyu da iki mecidiyeye satardık."

- "Bunların ölümü gayet facialı ve canhıraştı.

Çünkü hep açlıktan, susuzluktan telef oldukları için avaz avaz bağırırlardı.

Birçok defa çok bağıranları susturmak için nöbetçi neferleri onları süngülemeğe mecbur olmuştur!"

- "Üçüncü kısım esrarengiz bir kısım idi ki, yer altında, karanlık, rutubetli ve kokulu odacıklardan ibaretti.

Buradaki mevkuflar ne açlıktan, ne de susuzluktan ölürlerdi!..

Bir kısmını baş aşağı asarlar, bir takımını dudaksız, burunsuz, kulaksız bir halde bırakırlardı ki, bu gayet korkunç oluyordu!..

Burada daima pranga gürültüleri işitilirdi."

- "Bu esrarengiz zindana hangi gardiyan geldiyse, mutlaka haftasında ya cinnet getirmiş, ya bir kazaya uğrayıp telef olmuştur!.."

- "Ben ilk defa ikinci kısımda gardiyanlık yapmıştım.

Orada bizim köylü YUSUF'a tesadüf etmiştim.

Bana öyle samimiyetle altıldı ki!..

Fakat ona şiddetli bir tokat indirdim!..

Ah ben ne cinayetler işledim!..

Bu uysal Türk, köyde kurt parçalayacak anda iken seni korumuş, ve beni iki defa ölümden kurtarmıştı.

Faziletli, mutekit bir çoban idi.

Kendisiyle iki kardeş gibiydik.

Yegâne geliri senede 5 mecidiye olduğu halde, İSTANBUL'a gelirken bana biriktirdiği 25 mecidiyesini vermişti!..

(Ama) ben, İSTANBUL'a geldikten sonra hain ve domuz bir Yunan olmuştum.

Hayvan Yunanlar'ın telkinleri, bana bu adamın iyiliklerini unutturmuştu.

Onu işkencelerle ortadan kaldırdım...

Ah Yarabbi, beni affet!"

- "Pervasızlığım beni üçüncü zindana attı.

Oraya bir gardiyan arıyorlardı.

Herkes korku içinde titreyerek bunu reddederken, ben seve seve gardiyan oldum!..

İlk işim BOĞAZİÇİ'nde benden alış-veriş etmeyen birisini öldürmek oldu.

Sonra azıttım.

Babasını görmek için oraya gelen güzel bir kızı, kolundan tutup ayrı bir odaya kapattım!..

Geceleri o afif kızı öpmeye uğraşırken o dişi kaplan beni ısırır ve çimdiklerdi!..

Zavallının kollarını bağladım, elbiselerini parçaladım.

Ne zaman hayvanlığımı teskin etmek istesem, hemen sopayı elime alır, kemiklerini zedeleyinceye kadar döver, sonra o baygın haldeyken, o alçaklığı işlerdim."

- "Öldürdüğüm hayaller, boğduğum çocuklar gözümün önünde!..

Titriyorum!..

Artık çok yaşamıyacağıma kanaat ettim.

Etrafımda acı sadâlar işitiyorum!..

Günahlarımın cezasını çekerek, bir gün hayvan gibi geberip gideceğim!"

- "Yavrum, sen asla Yunan değilsin!..

Seni Atina'ya yollamakla bir cinayet işlemiş olduğumu hissediyorum. Kaabil olsa, belki TÜRK değil ama, halis bir OSMANLI ol, diyeceğim geliyor.

Fakat bunun mümkün olmadığını tecrübeyle anladım!"

- "Sana itiraf ettiğim ilk cinayetin kurbanım RUHSAR HANIM'ın yüzüklerini kızkardeşlerinin ellerinden çıkar, denize at!..

ATİNA'daki dükkânları, evleri satarak bankadaki paranın üzerine ilâve et.

Bunları kudurmuş bir kurdun elinden seni kurtaran DURMUŞ'un babasına yolla!..

Belki kanı üzerime sıçrayan bu ruh beni affeder!"

- "Sonra bu vasiyetnâmeyi ayniyle gazetelere dercet!..

Yunan iğvalarına kapılanların ne kadar büyük vicdan azâbı içinde olduklarını, herkes benden ibret alarak öğrensin."

Katil ve Hain Baban

Bu yazılanlar size uydurma gibi gelebilir...

Ancak hepsi belgeli, hepsi yayınlanmış eserlerden derlemedir.

Zaten yazılı belgeye bile gerek yok!..

Dedelerimizden, ninelerimizden dinlediğimiz yaşanmış SIRP, BULGAR, YUNAN ve ERMENİ zulüm vak'aları, bunlardan da beterdir!

Önemli olan unutmamamız, ve bir daha asla böyle bir zulme uğramayacak tedbirleri almamızdır!..

Sadece geçmişteki olayları, yaşadığımız zulümleri unutmamak değil; gelecekte bizim için tasarlanan soykırımları da bilip tedbir almamız gerekli!..

Bağbuğ'un şu sözlerini tekrar hatırlayalım;

"Millî hayatımızda yediden yetmişe hepimizin bilmesi gereken zafer günlerimiz olmakla beraber, ACISINI DÜNYA DURDUKÇA İÇİMİZDEN ATAMIYACAĞIMIZ MİLLÎ FELAKET GÜNLERİMİZ DE VARDIR...''

Bu alelâde bir intikam değil; hayatına, ikbaline, refahına düşman olanların mazarratlarını izaleye matuf bir intikamdır"

Türk Oğlu, Türk Kızı Bunları Unutma, Unutturma! Dostunu ve Düşmanını İyi Belle!

Tibaren
Başlık: Ynt: Türk Oğlu, Türk Kızı Bunları Unutma, Unutturma! Dostunu ve Düşmanını İyi Belle!
Gönderen: Tonyukuk - 26 Mayıs 2011
         Türk ulusu düşmanlarından kaçarak Türk yurtlarına sığınan, koruduğu, gözettiği, yert yurt, çift çubuk sahibi ettiği yabancı kanlılardan çok çekmiştir. Türk töresinin bir gereği olan güçsüze yardım, kendisine sığınanı koruma ilkeleri, ilerleyen zamanlarda Türk ulusunun yaşam kaynaklarına karışan ölümcül zehir şekline bürünmüştür. Türk, bir dönem ''tat'' diye adlandırdığı yabancı unsurları, sonsuza kadar yasalarına saygılı kalacak, korunmasından mutlu olacak, tavuk besleyen, ekip-biçen, ticaretle uğraşan masum kalabalıklar sandığı, önce pek az olan faydalarına aldanıp sonra devlet yönetimine aldığı bu yabancıların türlü ihanetlerine uğradığı için kendi milli varlığından pek çok şey yitirmiştir.

         Çerkezlerin bir kısmı bu cümleden insanlardır. 146 yıl önce Rus kılıcı önünde kesilmekten kurtardığımız, ilk defasında bir milyon, Osmanlı-Rus savaşı sırasında da yarım milyon olmak üzere yurdumuza kabul ettiğimiz Çerkezlerin günümüze sarkan bazı atmıkları da meğer yemez içmez anadilde eğitim, tv, gazete vb. zırvalıklar isteminde bulunarak, malum kemirgen sürüsüne özenirlermiş. Oysa 21 Mayıs olarak kabul ettikleri bu göç yıldönümlerini, Rus katliamlarını kınamanın yanısıra Türk'e minnet ve şükran günü olarak kutlamalıdırlar.

          Yakın tarihimize geçen iki olayı, aslı hu nesli hu kalıplaşmış deyiminin ifadesi olarak sunmak isterim. İlk gelen Çerkezler, kendilerini kabul eden Padişah'a varlıklarını borçlu olduklarına inanarak bağlanmakla birlikte, zamanla sarayla maddi çıkar ilişkileri geliştirmişler, saraya ve saray çevrelerine verdikleri kızlar, cariyeler (ki, bunlardan sultan olanlar da çıkmıştır) sayesinde akrabalık ilişkileri geliştirerek kendilerini sağlama almışlardır. Padişahın yetkilerini kısıtlayarak Meşrutiyet ilân eden İttihat ve Terakki'den hoşlanmama nedenlerinin başında saraydan elde ettikleri çıkarların azalması gelmektedir. Ancak yine de 2. Meşrutiyet döneminde azınlıklar lehine gelişen havayı değerlendirerek, Çerkez dilinde gazeteler, kitaplar, sözlükler basmaktan, Çerkezce ders kitapları hazırlamaktan geri kalmamışlar, dahası İstanbul'da Çerkezce eğitim veren bir okul bile açtırmışlardır.

           Hüseyin Rauf olarak bilinen sonradan Orbay soyadını alan Rauf Orbay, bilindiği üzere Osmanlı Devletinin şahsında Türk ulusunun ölümü demek olan Mondros antlaşmasını imza eden Osmanlı heyetinin başı olarak, Amiral Calthorpe'la bu antlaşmayı sözde müzakere etmeye gönderildi. Orbay, başlangıçta ağır ve acı şartlar içerdiğini söylediği Mondros antlaşmasını, dönüşünde bir zafer olarak ilân etmekten çekinmemekte ve şu sözleri sarf etmektedir: ''Mütarekeyi imzaya giderken bugünkü gibi sevinçli döneceğimi tahmin etmiyordum. Müzakereler sırasında İngilizler çok açık kalpli ve samimi hareket ettiler. Bu mütareke ile devletimizin istikbâli, saltanatımızın hukuku tamamiyle kurtarılmıştır. Bu mütareke galip ile mağlup arasında yapılmış bir mütareke değil, savaş halinden çıkmak isteyen iki denk kuvvetin aralarındaki düşmanlığı durdurmaları hali gibi bir şeydir.'' Hangi haysiyet, hangi istikbâl, hangi bağımsızlık? Calthorpe'un kaypak, avutucu, kibir dolu cümlelerinden bile kendince iyi şeyler çıkarıp ulusu kandırarak kendilerini yüceltme acizliğine düşen bu kişilerin ahmakça sözlerinin aksine İzmir işgal edildi, imzadan 8 gün sonra 7 Kasım'da Calthorpe, Yunan gemilerinin İstanbul'a gelmesini önleyemeyeceğini söyledi. Orbay: ''Sizi temin ederim ki, İstanbul'umuza tek düşman askeri çıkmayacaktır'' dedikten 11 gün sonra Fransızlar İstanbul'u işgale başladı. Daha sonra 167 adet düşman gemisi boğaza doldu. Hüseyin Rauf Orbay'ın ''ağzından bal akıyor'' anlamına gelecek şekilde anlattığı İngilizlerin amirali Calthorpe 6 Nisan 1919'da Lord Balfour'a şöyle diyordu: ''Ermenilere zulüm(!) yapmaktan suçlu bütün kişileri yakalamak için Türkler'in tümüyle idamı gerekir!''

          Babadan Çerkez, anneden kürt Rauf Orbay'ın bu tutumlarını dile getirmekteki amacım Meclis-i Mebusanı yabancı kanlı nankör milletvekilleri ile dolmuş olan bir devletin pek doğal olarak kapıldığı yok oluş burgacına işaret etmekle beraber, bu en zor zamanlarda bile bu yabancı kanlıların asıl kökenlerine hizmet etme amaçlarından milim sapmadıklarıdır. Şöyle ki, Rauf Bey'in bir gizli aşkı vardır. Bu aşk İngiliz mandasında kurulacak bir Çerkez devletidir. Hatıratında Osmanlı heyetinin bilgisi dışında tek başına Calthorpe'den istediği başbaşa gizli görüşme dileğine ilişkin şunları yazmış: ''Amiral Calthorpe ile resmi müzakereye başlamadan önce yaptığım hususi mülakatta, Güney Kafkasya'nın şimdiki durumuna ve Rusya'da Bolşevik idaresi hakim iken Türkiye'nin huzur ve sükûnu için bu cihetlerin ne kadar ehemmiyetli olduğuna temas etmiş ve Kafkaslar'da 'Federasyon şeklinde' kurulacak müstakil idarenin İngilizlerce takip edilen yıllanmış Şark siyaseti bakımından büyük faydaları görüleceğini söylemiştim! Vay anasını demek Hamidiye zırhlısının başarılı kumandanı, şanlı zaferlere ve liman baskınlarına imza atan Çerkez-kürt Rauf Orbay, vatanı babasının malı gibi gavura devredip gelmekten çekinmemiş ama Türkiye'nin nefes borusu olan Kafkaslara da İngiliz himayesinde bir Çerkez devleti dilemekten de geri kalmamış. Türk çıkarlarını gözetmekle görevli bir heyet başkanı,  kafasında Türk ulusu, Türk devleti yok ama bir Çerkez devleti varmış. Yaşamı boyunca Atatürk'e ve O'nun gerçekleştirdiği Türkçü yeniliklere karşı çıkan, saltanat yanlısı, adı Atatürk'e karşı hazırlanan İzmir suikastine ve bir takım isyanlara karışan Hüseyin Rauf Orbay böyle birisidir. Kendisini Mondros görüşmeleri için ısrarla öneren de İngiliz General Townsend'dir.

         Oysa, Gazi Başbuğ 5 Şubat 1920'de 1., 3., 12., 13., 15., ve 20. Kolordu Kumanlarına ve İstanbul'da Rauf, Bursa'da Miralay Bekir Sami, Nazilli'de Refet ve Erzincan'da Halit Bey'lere çektiği şifreli telgraflarda der ki: ''İtilâf Devletleri Kafkas Milletleri'ni Türkler'le Bolşevikler'in herhangi bir temasını önlemek ve kontrol etmek fikrindedirler. Plan tam bir ciddiyet ve fevkalâde bir acele ile tatbik olunmaktadır. Eğer bu plan muvaffak olur ve Kafkas Milletleri'nin bize karşı kati bir set vaziyeti almasıyla memleketimiz kuşatılırsa artık Türkiye için mukavemet imkânları temelinden yıkılmış olur. Dolayısıyla Kafkas seddinin yapılmasını, Türkiye'nin kati mahvının projesi sayıp, İtilâf Devletleri'ne bu seddi yaptırmamak için en son vasıtalara müracat etmek ve bu uğurda her türlü tehlikeyi göze almak mecburiyetindeyiz. ''


         İşte ''aslı hu nesli hu'' dedik ya, bir de önemli ve ibretlik bir  ''Asetin'' vakası  yaşanır ; Başrolünde Bekir Sami (Kunduk) vardır. Rıza Nur'un hatıralarında bu Bekir Sami'nin silah almak ve bir dostluk anlaşması imzalamak üzere Rusya'ya gönderildiği fakat bu kişinin bütün aramalara rağmen bulunamadığı yazar. Rıza Nur hatıratında, Bekir Sami'nin Kafkaslar'da Çerkezlerin istiklâli için pazarlıklar yürüttüğünü yazmaktadır. Rıza Nur'un bu sözleri, Halide Edip'in ''Türk'ün Ateşle İmtihanı'' ve Salahi R. Sonyel'in ''Kurtuluş Savaşı Günlerinde İngiliz İstihbarat Servisinin Türkiye'deki Eylemleri'' adlı eserlerinde yazılanlarla da örtüşmektedir.

         Rıza Nur diyor ki; ''Bekir Sami'yi tekrar aradık. Yok. Hatta Moskova'da Rus Hükümeti'de bilmiyor. 'Galiba Kafkas dağlarında Asetinler'in içinde olsa gerek' diye tahmin ediyor. Sonra Tiflis'e, Bakü'ye, Moskova'ya varınca öğrendim; Çiçerin Van'ı ermenilere istemiş. Bekir Sami'de Yusuf Kemâl de razı olmuş. Ancak 'evvelâ Büyük Millet Meclisi'ne soralım' demişler. Bekir Sami 'eğer Asetinler'e istiklâl verirseniz ben de Meclis'i ikna edip Van'ı ermenilere veririm' demiş. Bunu Çiçerin'e sordum tasdik etti.''

          Ruslar Asetinler'in istiklâlini kabul etmeyince Bekir Sami 16 Mart 1921'de İngiltere Başbakanı Lloyd George'a Ruslara karşı bir Kafkas Federasyonu kurulması için teklifte bulunur Yani Atatürk ''Kafkas Milletleri'nin bize karşı kati bir set vaziyeti almasıyla memleketimiz kuşatılırsa artık Türkiye için mukavemet imkânları temelinden yıkılmış olur'' dedikten bir yıl sonra. Türkiye'nin Dışişleri Bakanı makamını işgal eden Bekir Sami günümüzdeki benzerleri gibi Türk'ün vatan ve istiklâl davasını boş vermiş, Asetinler'e prens olma davasının peşine düşmüştür. Türkler, küresel sömürge güçlerinin işgal girişimlerine karşı en büyük yanıtı Gazi Başbuğ Mustafa Kemâl Atatürk önderliğinde Türkiye Cumhuriyeti'ni kurarak vermişlerdir. Günümüzde koynu haçlı, başı fesli, devşirmelerden devşirme mürtecilerin acısı işte bu durumdan kaynaklanmaktadır. Bir gün bile Türkiye Cumhuriyeti'ne el vermemiş, destek olmamış, tam tersine her fırsatta altını oymak için uğraşmış soysuzların dededen toruna süren hainlikleri elbet birgün son bulacaktır. Aydınlığa en yakın  zaman karanlığın en yoğun olduğu andır. TTK.

Türk Oğlu, Türk Kızı Bunları Unutma, Unutturma! Dostunu ve Düşmanını İyi Belle!

          Bu yazıda faydalandığım eserlerden birisi olan Necdet Sevinç'in Bilgeoğuz yayınınlarından yeni çıkan ''İstiklâl Harbi'nde Etnik İhanet'' adlı kitabını okumanızı öneririm.                                 
Başlık: Ynt: Türk Oğlu, Türk Kızı Bunları Unutma, Unutturma! Dostunu ve Düşmanını İyi Belle!
Gönderen: Üçoklu Börü Kam - 05 Kasım 2011
Alıntı
MUSTAFA MUĞLALI PAŞA

Kıymeti bilinmeyen, sırf görevini yaptığı için cezalandırılan insanların başında Mustafa Muğlalı Paşa gelir.

Vefatının üzerinden 59 yıl geçmesine rağmen Mustafa Muğlalı Paşa Türk Milleti ile sorunu olan mâlum çevrelerin halâ bir numaralı boy hedeflerinden birisidir.

Ve hâlâ öyle...

(https://www.hunturk.net/forum/rsm/3190-40638f89-e476-41eb-b0d5-27b85da364c9-1320476784.jpg)

Tarih: 29 Ekim 2011
Yani devleti işgal eden mürteci iktidarın Türklüğün en büyük bayramını feshettiği gün!


"Mustafa Muğlalı" adı tabeladan silindi!!! (https://www.hunturk.net/forum/sistem.php?islem=yonlendir&url=aHR0cDovL3d3dy5jbm50dXJrLmNvbS8yMDExL3R1cmtpeWUvMTEvMDQvbXVzdGFmYS5tdWdsYWxpLmFkaS50YWJlbGFkYW4uc2lsaW5kaS82MzU2NDQuMC9pbmRleC5odG1s)

Birileri muratlarına(!) erdi!!!
Ve, Cumhuriyet Bayramını feshederek, bayram bile yaptılar!!!
Ve hatta, beş yıldızlı otellerdeki düğün törenlerinde, kıçlarına kına bile yaktılar!!!


(https://www.hunturk.net/forum/rsm/3190-muglali-kislasi-1320477169.jpg)


Alıntı
59 yıldan sonra "garp cephesinde yeni bir şey yok".Şimdi de "pkk artıkları"nın, "çakma haham"ların iftiraları şerefli komutanlarımızın sözlerinden daha değerli bulunuyor.

(https://www.hunturk.net/forum/rsm/3190-tsk-genelkurmay-baskani-ozel-cumhurbaskani-gul-topuk-selami-1320478037.jpg)

Tabii mürtecibaşlarını, belinden eğilerek, selâmlayanların askerlik şerefi var kabul edilirse!
Alıntı
Türk gibi düşünen tek kurum olan Türk Silahlı Kuvvetleri, Mustafa Muğlalı Paşa'nın naaşını Devlet Mezarlığına naklettirdi ve kahraman Türk komutanlarının heykellerinin yer aldığı Genelkurmay bahçesindeki Ölmezler Yolu'na O'nun heykelini diktirdi.

Sanırım önümüzdeki günlerde heykelini de kaldırırlar.
Kaldırırlar çünkü TSK'nın omzu kalabalık takımının artık "Türk Gibi" düşündüğü de şüpheli!!!


Türk Oğlu, Türk Kızı Bunları Unutma, Unutturma! Dostunu ve Düşmanını İyi Belle!

TTK.
Başlık: Ynt: Türk Oğlu, Türk Kızı Bunları Unutma, Unutturma! Dostunu ve Düşmanını İyi Belle!
Gönderen: Antepli Bozkurt - 05 Kasım 2011
Etnik döküntülü hükümetten herşey beklenir Hükümetin etkili yetkili kademesini tutmuş k.rt Bakanlar için kamufle edilerek zevkle yapacakları işlerdendir,Mustafa Muğlalı isminin değiştirilmesi Atalay nasılda kılıf uyduruyor Şehit ismi verilecekmiş.k.rt takiyecisi bunlar.
Başlık: Ynt: Türk Oğlu, Türk Kızı Bunları Unutma, Unutturma! Dostunu ve Düşmanını İyi Belle!
Gönderen: Üçoklu Börü Kam - 24 Şubat 2012
Alıntı
İSKLİPLİ ATIF HOCA GERÇEĞİ

İskilipli Atıf Hoca hakkında İstiklal Mahkemesince verilen idam hükmünün gerekçesi: "İstiklal Savaşına ihanet etmesi, işgalcilerin (İngiliz ve Yunan) safında bulunarak Milli Mücadeleyi engellemeye çalışması" dır.

İskilipli Atıf Hoca'nın "Frenk Mukallitliği" adlı kitabının tesirleriyle "din elden gidiyor" denilerek Anadolu'nun birçok yerinde isyanlar çıkartılmış olmasına rağmen "kanun geriye yürütülmez evrensel prensibi gereğince" şapka kanunundan önce çıkarttığı "Frenk Mukallitliği" adlı kitabından beraat etmiştir.

Oysaki şapka kanunun da herkesin şapka giymek zorunluluğu bulunmamakta; fes, sarık, takke, kavuk, kalpak vb. şeyler yasaklanıp, sadece devlet memurlarına ve milletvekillerine şapka giymek zorunluluğu getirilmektedir.

İskilipli Atıf Hoca'nın "şapka giymediği için idam edildi" yalanı 84 yıldır sistematik olarak devam ettirilmektedir.
Bunun nedeni milletin nezdinde; sırf şapka giymedi diye değerli bir din adamını idam ettirdi, çünkü o din karşıtı ve hatta dinsiz, imasız, kâfirin biriydi imajını yerleştirerek Atatürk'ü yok etmektir.

Atatürk'ü kimin, ne amaç için, yok etmeye çalıştığını, ayrıca, yazmaya gerek bile duymuyorum.

Bunu artık herkes, çok iyi biliyor….

Öte yandan geçtiğimiz yıllarda çıkan yeni bir belge İskilipli Atıf Hoca'nın şapka kanununa karşı çıkartılan isyanlarda, isyancılara, el altından:

"Ey ahali! Ankara ihtilal içindedir.
Mustafa Kemal Paşa üç yerinden yaralanmış biçimde doktorlar elindedir.
İsmet Paşa ortadan kaldırılmıştır.
Dindar paşalarımız hükümeti ellerine geçirmişler, şeriatı kurmak üzeredirler.
Korkacak bir şey kalmamıştır.
"

şeklinde mesajlar göndererek isyancıları yüreklendirdiği ve isyanın bütün memleket sathına yayılarak, cumhuriyetin yıkılmasının amaçladığını ortaya koymuştur.
Yani İskilipli Atıf Hoca beraat ettiği "şapka kanununa muhalefet" suçundan da gerçekte suçludur.
Lakin o zamanlar, bu suçu işlediği anlaşılmadığından, bu davadan beraat etmiştir.

İşte tarih, yazılı belgeler ve mahkeme kayıtlarıyla İskilipli Atıf Hoca gerçeği bundan ibarettir.

Ne yazık ki, gerçeklerin üzeri örtülüp, yalan ve kasıtlı propagandaların ömrü uzatılarak Cumhuriyet kalesi yıkılmaya, en azından, gedikler açılmaya çalışılıyor.

Üçoklu Börü Kam


Ve nihayet bu İngiliz ve Yunan işbirlikçisi hainin adı Sağlık Bakanlığının aldığı kararla Çorum İli İskilip İlçesi Devlet Hastahanesine veriliyor.

(https://www.hunturk.net/forum/rsm/3190-223828iskilipli-atif-hoca-1330088385.jpg)

İskilip Devlet Hastahanesinin adı bu günden itibaren "İSKİLİPLİ ATIF HOCA DEVLET HASTAHANESİ" olarak değiştirilmiştir.
İşin daha da manidarı; isim değişliği törenlerinde Sağlık Bakanı Yardımcısı ve diğer katılımcıların yaptığı konuşmalarda "hükümetin; aldığı bu kararla haksızlığa(!) ve zulme(!) uğramış değerli(!) bir kişinin itibarını(!) iade etmiş" olduğuna vurgu yapılmıştır.

Sanırım sırada; Derviş Mehmet, Damat Ferit, Seyit Rıza, Çerkez Ethem vb.leri var.

Türk Oğlu, Türk Kızı Bunları Unutma, Unutturma! Dostunu ve Düşmanını İyi Belle!

TTK.
Başlık: Ynt: Türk Oğlu, Türk Kızı Bunları Unutma, Unutturma! Dostunu ve Düşmanını İyi Belle!
Gönderen: Fatih - 24 Şubat 2012
Sanırım sırada; Derviş Mehmet, Damat Ferit, Seyit Rıza, Çerkez Ethem vb.leri var.

       Menemen Kayamakamlığının önüne Kubilay'ın katili Derviş Mehmet'in bir elinde satır diğer elinde Kubilay'ın kellesi olan heykelini dikmelerini;
 
      İstanbul Vilayet binasının İstanbul Valiliği olan adının İstanbul Damat Ferit Paşa Vilayet Konağı olarak değiştirilmesini;
 
      Tunceli'nde ki Atatürk heykelinin yıkılıp yerine Seyit Rıza'nın heykelinin dikilmesini;
 
      Düzce'nin adının "Çerkez Ethem Vilayeti" olarak değiştirmesini;
 
      İlaveten Resmi kurumlarda Atatürk'ün resminin yanı başına, şimdilik, Vahdettin'in resminin de asılmasını ve bir kaç yıl sonra Atatürk resimlerinin tamamen kaldırılarak yalnızca Vahdettin'in resminin bırakılmasını.
 
Bekliyoruz!
      Kök Tenğri'nin esenliği bütün Türklerin üzerinedir 
 
Başlık: Ynt: Türk Oğlu, Türk Kızı Bunları Unutma, Unutturma! Dostunu ve Düşmanını İyi Belle!
Gönderen: Almıla - 27 Şubat 2012
Alıntı
Tarih: 29 Ekim 2011
Yani devleti işgal eden mürteci iktidarın Türklüğün en büyük bayramını feshettiği gün!

"Mustafa Muğlalı" adı tabeladan silindi!!!

Alıntı
İskilip Devlet Hastahanesinin adı bu günden itibaren "İSKİLİPLİ ATIF HOCA DEVLET HASTAHANESİ" olarak değiştirilmiştir.

Bunlar "eceli gelen kuduz itin camii duvarına pislemesi" gibi işler yapmaya başladılar. Bakalım nereye kadar? TTKvY
Başlık: Ynt: Türk Oğlu, Türk Kızı Bunları Unutma, Unutturma! Dostunu ve Düşmanını İyi Belle!
Gönderen: KökTürk - 14 Şubat 2013
Sırtımızdan hainin kılıcıyla vurulduğumuz ama yıkılmadığımız o kadar olay var ki tarihimizde.

Türk oğlu, Türk kızı bunları bilsin, öğrensin, unutmasın !
Başlık: Ynt: Türk Oğlu, Türk Kızı Bunları Unutma, Unutturma! Dostunu ve Düşmanını İyi Belle!
Gönderen: Bozkurt42 - 18 Haziran 2016
Güncel.....
Başlık: Ynt: Türk Oğlu, Türk Kızı Bunları Unutma, Unutturma! Dostunu ve Düşmanını İyi Belle!
Gönderen: Kurtkaya - 19 Haziran 2016
Türk Oğlu, Türk Kızı!
Türk milleti ve Türk Devleti olarak belki bin yıldır bu kadar büyük bir ihanet ve yıkıma maruz kalmadı.
Seni bu büyük yıkıma sürükleyen sahte İslamcı, gerçekte haçlı batının truva atı olan akp zihniyetini ve akp sinin dümenini elinde tutanları etkisiz bırakmak senin öncelikli görevindir.
Bölücü kürt terörünü de, küresel kan emici vampirleri de, şu bu adla sana musallat edilen belaların tek kaynağı akp si ve onun dümenini tutan Türklük düşmanlarıdır.
Bunları Asla ve Asla Unutma, Unutturma! Dostunu ve Düşmanını İyi Belle!
Tanrı Yüce Türk'ünü Korusun!
Başlık: Ynt: Türk Oğlu, Türk Kızı Bunları Unutma, Unutturma! Dostunu ve Düşmanını İyi Belle!
Gönderen: Üçoklu Börü Kam - 10 Ağustos 2020
Türkler, küresel sömürge güçlerinin işgal girişimlerine karşı en büyük yanıtı Gazi Başbuğ Mustafa Kemâl Atatürk önderliğinde Türkiye Cumhuriyeti'ni kurarak vermişlerdir. Günümüzde koynu haçlı, başı fesli, devşirmelerden devşirme mürtecilerin acısı işte bu durumdan kaynaklanmaktadır.                            

Her kim ki Türk'e ve Atatürk'e DÜŞMANDIR biliniz ki onlar; Malazgirt'te, İstanbul'un fethinde, Çanakkale'de, İstiklal Harbinde mağlup ettiklerimizin, Anadolu'da kalan, tohumlarıdır.

Türk Milliyetçiliğinin Büyük Lideri Alpaslan TÜRKEŞ

Türk Oğlu, Türk Kızı Bunları Unutma, Unutturma! Dostunu ve Düşmanını İyi Belle!

TTK.