TÜRKLÜK ve TÜRK DÜNYASI OTAĞI > TÜRK KÜLTÜR ve MEDENİYETİ

TÜRKLÜĞÜN ONGUNU BOZKURT

<< < (4/45) > >>

Çağrıbey:
ERGENEKON DESTANI

Ergenekon Destanı, Büyük Türk Destanı'nın bir parçasıdır. Kök-Türkler çağını konu alır. Ergenekon Destanı'nın, Türk destanlarının içinde ayrı ve seçkin bir yeri olup, en büyük Türk destanlarından biridir. Ergenekon Destanı'nın, Türk toplum yaşamında yüzyıllarca etkisi olduğu gibi, bugün bile Anadolu'nun dağlık köylerinde, birtakım gelenek ve göreneklerde etkisi görülmektedir.

Ergenekon Destanı, Bozkurt Destanı'nın ana çizgileri üzerine kurulmuş olup, bu destanın serbestçe genişletilmiş biçimidir diyebiliriz. Daha doğrusu Bozkurt Destanı ile kaynağını belirleyen Türk soyu, Ergenekon Destanı ile de gelişip güçlenmesini, yayılış ve büyüyüş dönemlerini anlatmıştır. Çin tarihlerinin de yazmış olduğu Bozkurt Destanı'nın bittiği yerde, Ergenekon Destanı başlar. Bozkurt Efsanesi'nin devamı, Ergenekon destanı'dır. Ergenekon Destanı, Cengiz Han çağında moğollaştırılmıştır. Ancak bu efsanenin kökleri ve ana motifleri, açıkça Kök Türkler ile ilgilidir. Kök Türk Devleti, MS 6.yy.dan itibaren bir cihan imparatorluğu olmuş ve 200 yıl yaşamıştır. Böyle büyük ve güçlü bir devletin, ilkel Moğollar'dan bir efsane alıp kökenlerini ona dayandırması mümkün değildir. Ayrıca, Ergenekon Destanı'nın ana motiflerinden biri, Demirci'dir. Destanda demirci, dağda demir madeni bulur ve Türkler bu demir madenini eriterek Bozkurt'un önderliğinde Ergenekon'dan çıkarlar. Unutmamak gerekir ki, Göktürkler'in ataları da demirci idiler. Onlar en iyi çelikleri işler, başka devletlere silah olarak satarlardı. Göktürkler'in ataları, demir cevherleriyle dolu dağların eteklerinde türemişler, demirleri eriterek yeryüzüne çıkmışlardı. Sonradan kendilerinin de demirci olmaları bundan ileri gelmektedir. Göktürkler'in temel toprakları olan Altay ve Sayan dağları, zengin demir madenlerinin bulunduğu bir yerdi. Burada çıkan demirin yüksek cevherli olması ve Türkler tarafından mükemmel bir biçimde işlenmesi, çağın Türk savaş endüstrisinin en önemli özelliği idi. Göktürkler çağında Türkler'in işlettikleri demir ocakları ve dökümhaneleri bulunmuştur. Göktürkler demirden ürettikleri kılıç, kargı, bıçak gibi savaş araçlarının yanında yine demirden saban, kürek, orak gibi tarım araçlarını yapmakta da usta idiler. Oysa, Göktürklerden tam beş yüzyıl sonra, yine Türklerle birlikte olmak üzere bir devlet kuran Moğollar, demirciliği bilmezlerdi. Cengiz Han zamanında Moğollar'a elçi olarak gönderilen Çin'deki Sung sülalesinin generali Men Hung, yazmış olduğu ''Meng-Ta Pei-lu'' adlı ünlü seyahatnamesinde, Moğollar'ın Cengiz Han'dan önce maden işlemeyi bilmediklerini, ok uçlarını bile kemikten yaptıklarını, Moğollar'a demir silahların Uygur Türkleri'nden geldiğini anlatmaktadır. Zaten Moğollar, demirciliği Uygur Türkleri'nden öğrenmişlerdir. Aslında demircilik, o çağın Moğol düşüncesine göre büyücülere özgü ve korkunç bir sanattı. Ayrıca Bozkurt, Türkler'in kutsal hayvanıdır. Moğollar'ın kutsal hayvanı köppektir.

Ergenekon Destanı'nda Türkler, Ergenekon ovasından çıkmak istediklerinde yol bulamazlar. Çare olarak da dağların demir madeni içeren bölümlerini eritip bir geçenek açmayı düşünürler. Demir madenini eritmek için dağların çevresine odun-kömür dizilir ve yetmiş deriden yetmiş körük yapılıp yetmiş yere konulur. Yedi ve yetmiş sayıları, dokuzve katları ile birlikte, Türkler'in mitolojik sayılarındandır. Moğollar'ın mitolojik sayıları ise altı ve altmıştır. Destanda altmış yerine yetmiş sayısına yer verilmesi, bu efsanenin Moğolca bir metinden öğrenilmemiş olduğunu, Türkler'e at olduğunu gösterir.

Mağaralar, Türk mitolojisinde ve Türk halk düşüncesinde önemli bir yer tutarlar. Bu, yalnızca Göktürk efsanelerinde, Bozkurt ve Ergenekon destanlarında değil, Anadolu'daki masallarda da böyledir. Göktürk efsanelerinin, Bozkurt ve Ergenekon destanlarındaki motiflerin ufak değişikliklere uğramış örneklerini, Anadolu efsanelerinde de bulabiliriz.

Altay Türkleri'nin efsanelerinde de Bozkurt ve Ergenekon destanlarının izlerini görmek mümkündür. Bir Altay efsanesinde, bir bahadır avlanırken karşısına çıkan geyiği kovalamağa başlar. En sonunda bir Bakır-Dağ'ın önüne gelirler. Baştan başa bakırdan yapılmış olan dağ birden açılır ve geyik açılan delikten içeri girer. Genç bahadır da geyiği izler. Az sonra geyik kaybolur. Efsanenin devamında bahadır türlü canavarla, iyi yürekli yaşlı kişilerle, çok güzel kızlarla karşılaşır. Bu Altay efsanesinde de aynı mağara ve mağaradan geçilerek ulaşılan ova motifleri vardır ve bu Altay efsanesi, Muhammed Hanefi'nin efsanesine belirgin bir biçimde benzemektedir. Altay masal ve efsanelerinde bu tür öykülerin daha mitolojik biçimde olanları da vardır.
Asya Büyük Hun Devleti'nde, bizzat Hun hakanının başkanlık ettiği törenler vardır. Bu törenlerden en önemlisinde, devletin ileri gelenleri toplanarak Ata Mağarası'na giderler ve orada, hakanın başkanlığında dini törenler yapılır, atalara saygı gösterilir. Aynı törenler, Göktürk Devleti'nde de yapılagelmiştir. Bu adı geçen Ata Mağarası, Bozkurt'un Türk gencini düşmandan kaçırıp sakladığı ve Ergenekon'a ulaştırdığı mağaradır. Ancak bugün, bu mağaranın yeri bilinmiyor. Tabgaçlar da kayaları mağara biçiminde oyarlar ve burada yere, göğe, ata ruhlarına kurban sunarlardı. Bu kurban töreninden sonra da, çevreye kayın ağaçları dikilir, o bölgede kutsal bir orman oluşturulurdu. Asıl önemli olan nokta ise, bütün milletçe bunlara inanılması ve devletin de bu efsaneye saygı göstermesidir. Ayrıca, Aybek üd-Devâdârî'nin anlattığı, Türkler'in kökenine ilişkin ''Ay Ata Efsanesi''nde de mağara ve mağarada türeme motifi vardır. Bu efsanede de, Türkler'in ilk atası olan Ay Ata, bir mağarada meydana gelir. Ay Ata Efsanesi'ndeki mağara, ilk ataya bir ana rahmi görevi görmüştür.
Ergenekon Destan'ı, Türkler'in yüzyıllarca çift sürerek, av avlayarak, maden işleyerek yaşayıp çoğaldıkları etrafı aşılmaz dağlarla çevrili kutsal toprakların öyküsüdür. Ergenekon Destanı'nın önemli bir çizgisi, Türkler'in demircilik geleneğidir. Maden işlemek, demirden ve en iyi çelikten silahlar yapmak, Eski Türkler'in doğal sanatı ve övüncü idi. Ergenekon Destanı'nda Türkler, demirden bir dağı eritmiş ve bunu yapan kahramanlarını da ölümsüzleştirmişlerdir.
Ergenekon Destanı ilk kez, Cengiz Han'ın kurmuş olduğu Türk-Moğol Devleti'nin tarihçisi Reşideddin tarafından saptanmıştır. Reşideddin, ''Câmi üt-Tevârih'' adlı eserinde Ergenekon Destanı ile ilgili geniş bilgiler vermektedir. Fakat Reşideddin, -yukarıda da değinildiği gibi- bir Türk destanı olan Ergenekon Destanı'nı moğollaştırmıştır (Ergenekon Destanı'nın nasıl moğollaştırıldığı hakkında Prof.Dr.Bahaeddin Ögel'in, Türk Mitolojisi [1.cilt, 59-71. sayfalar] adlı yapıtında geniş bilgiler vardır).
Ergenekon Destanı, Hıve hanı Ebulgazi Bahadır Han'ın 17.yy.da yazmış bulunduğu ''Şecere-Türk'' (Türkler'in Soy Kütüğü) adlı esere de kaydedilmiştir.

Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Kurtuluş Savaşında'ki Anadolu'yu, Ergenekon'a benzeterek aynı adı taşıyan bir kitap yazmıştır.
Ergenekon Destanı'nda Bozkurt, öteki Türk destanlarında da olduğu gibi, ön planda ve baş roldedir. Bu kez Türkler'e yol göstericilik, kılavuzluk yapmaktadır.
Bir rivayete göre Türkler, Ergenekon'dan 9 Martta çıkmışlardır. Başka bir rivayet ise bu tarihi 21 Mart (Nevruz Bayramı) olarak verir. Öyle anlaşılıyor ki, Ergenekon'dan çıkış işlemleri 9 Martta başlamış, 21 Martta da tamamlanmıştır.

Çağrıbey:
ERGENEKON

Türk illerinde Türk oku ötmeyen, Türk kolu yetmeyen, Türk'e boyun eğmeyen bir yer yoktu. Bu durum yabancı kavimleri kıskandırıyordu. Yabancı kavimler birleştiler, Türkler'in üzerine yürüdüler. Bunun üzerine Türkler çadırlarını, sürülerini bir araya topladılar; çevresine hendek kazıp beklediler. Düşman gelince vuruşma da başladı. On gün savaştılar. Sonuçta Türkler üstün geldi.

Bu yenilgileri üzerine düşman kavimlerin hanları, beğleri av yerinde toplanıp konuştular. Dediler ki: ''Türkler'e hile yapmazsak halimiz yaman olur !''
Tan ağaranda, baskına uğramış gibi, ağırlıklarını bırakıp kaçtılar. Türkler, ''Bunların gücü tükendi, kaçıyorlar'' deyip artlarına düştüler. Düşman, Türkler'i görünce birden döndü. Vuruşma başladı. Türkler yenildi. Düşman, Türkler'i öldüre öldüre çadırlarına geldi. Çadırlarını, mallarını öyle bir yağmaladılar ki tek kara kıl çadır bile kalmadı. Büyüklerin hepsini kılıçtan geçirdiler, küçükleri tutsak ettiler.
O çağda Türkler'in başında İl Kagan vardı. İl Kagan'ın da birçok oğlu vardı. Ancak, bu savaşta biri dışında tüm çocukları öldü. Kayı (Kayan) adlı bu oğlunu o yıl evlendirmişti. İl Kagan'ın bir de Tokuz Oguz (Dokuz Oğuz) adlı bir yeğeni vardı; o da sağ kalmıştı. Kayı ile Tokuz Oguz tutsak olmuşlardı. On gün sonra ikisi de karılarını aldılar, atlarına atlayarak kaçtılar. Türk yurduna döndüler. Burada düşmandan kaçıp gelen develer, atlar, öküzler, koyunlar buldular. Oturup düşündüler: ''Dörtbir yan düşman dolu. Dağların içinde kişi yolu düşmez bir yer izleyip yurt tutalım, oturalım.'' Sürülerini alıp dağa doğru göç ettiler.
Geldikleri yoldan başka yolu olmayan bir yere vardılar. Bu tek yol da öylesine sarp bir yoldu ki deve olsun, at olsun güçlükle yürürdü; ayağını yanlış yere bassa, yuvarlanıp paramparça olurdu.
Türkler'in vardıkları ülkede akarsular, kaynaklar, türlü bitkiler, yemişler, avlar vardı. Böyle bir yeri görünce, ulu Tanrı'ya şükrettiler. Kışın hayvanlarının etini yediler, yazın sütünü içtiler. Derisini giydiler. Bu ülkeye ''Ergenekon'' dediler.
Zaman geçti, çağlar aktı; Kayı ile Tokuz Oguz'un birçok çocukları oldu. Kayı'nın çok çocuğu oldu, Tokuz Oguz'un daha az oldu. Kayı'dan olma çocuklara Kayat dediler. Tokuz'dan olma çocukların bir bölümüne Tokuzlar dediler, bir bölümüne de Türülken. Yıllar yılı bu iki yiğidin çocukları Ergenekon'da kaldılar; çoğaldılar, çoğaldılar, çoğaldılar. Aradan dört yüz yıl geçti.
Dört yüz yıl sonra kendileri ve süreleri o denli çoğaldı ki Ergenekon'a sığamaz oldular. Çare bulmak için kurultay topladılar. Dediler ki: ''Atalarımızdan işittik; Ergenekon dışında geniş ülkeler, güzel yurtla varmış. Bizim yurdumuz da eskiden o yerlerde imiş. Dağların arasını araştırıp yol bulalım. Göçüp Ergenekon'dan çıkalım. Ergenekon dışında kim bize dost olursa biz de onunla dost olalım, kim bize düşman olursa biz de onunla düşman olalım.''
Türkler, kurultayın bu kararı üzerine, Ergenekon'dan çıkmak için yol aradılar; bulamadılar. O zaman bir demirci dedi ki: ''Bu dağda bir demir madeni var. Yalın kat demire benzer. Demirini eritsek, belki dağ bize geçit verir. Gidip demir madenini gördüler. Dağın geniş yerine bir kat odun, bir kat kömür dizdiler. Dağın altını, üstünü, yanını, yönünü odun-kömürle doldurdular. Yetmiş deriden yetmiş büyük körük yapıp, yetmiş yere koydular. Odun kömürü ateşleyip körüklediler. Tanrı'nın yardımıyla demir dağ kızdı, eridi, akıverdi. Bir yüklü deve çıkacak denli yol oldu.
Sonra gök yeleli bir Bozkurt çıktı ortaya; nereden geldiği bilinmeyen. Bozkurt geldi, Türk'ün önünde dikildi, durdu. Herkes anladı ki yolu o gösterecek. Bozkurt yürüdü; ardından da Türk milleti. Ve Türkler, Bozkurt'un önderliğinde, o kutsal yılın, kutsal ayının, kutsal gününde Ergenekon'dan çıktılar.
Türkler o günü, o saati iyi bellediler. Bu kutsal gün, Türkler'in bayramı oldu. Her yıl o gün büyük törenler yapılır. Bir parça demir ateşte kızdırılır. Bu demiri önce Türk kaganı kıskaçla tutup örse koyar, çekiçle döver. Sonra öteki Türk beğleri de aynı işi yaparak bayramı kutlarlar.
Ergenekon'dan çıktıklarında Türkler'in kaganı, Kayı Han soyundan gelen Börteçine (Bozkurt) idi. Börteçine bütün illere elçiler göderdi; Türkler'in Ergenekon'dan çıktıklarını bildirdi. Ta ki, eskisi gibi, bütün iller Türkler'in buyruğu altına gire. Bunu kimi iyi karşıladı, Börteçine'yi kagan bildi; kimi iyi karşılamadı, karşı çıktı. Karşı çıkanlarla savaşıldı ve Türkler hepsini yendiler. Türk Devleti'ni dört bir yana egemen kıldılar.

Çağrıbey:
DEDE KORKUT KİTABI'NDA KURT

Oguz Türkleri'nin destanî hikâyeleri olan ve özgün adı ''KİTÂB-I DEDE KORKUT ÂLÂ LİSÂN-I TÂİFE-İ OĞUZAN'' olan Dede Korkut Kitabı'nda (Türkler'in hemen hemen tüm destanlarında olduğu gibi) kurt yer almaktadır. Dede Korkut Kitabı'ndan kurt ile ilgili bölümlerin bazıları aşağıya alınmıştır:

KURT KÖKENİNDEN OLMA:

''... Azvay (azman ?) kurt enüği erkeğinden köküm var ! Ağca yünlü tümen (on bin) koyunun gezdürmeye !...''

BAYIRIN KURDUNA BENZEME:

''... Yengi (yeni) bayırın kurduna benzer idi yiğitlerim ! Yedi kişi ile kurulurdu, benim yayım !...''

ISSIZ YERİN KURDU GİBİ ULUMA:

''... Babası ile Yigenek, ... İki hasret birbirine buluştular! Issız yerin kurdu gibi uluştular !...''



KURT YÜZÜNÜN MÜBAREK OLMASI:

''... Kazan ... Kurd yüzü mubarekdür! Kurd ilen bir haberleşeyim dedi. Görelim Hânım, ne haberleşti:

Karangu (karanlık) akşam olanda, günü doğan!

Kar ile yağmur yağanda, er gibi duran!

Kara koç atlar görende, kişneşdüren!

Kızıl deve gördüğünde, bozlaşduran!

Ağca koyun gördüğünde, kuyruk çarpıp kamçılayan!

Arkasını vurup, berk ağılın kapısını söken!

Karma ögeç (2 yaşında koyun) semizin alıp tutan!

Kanlı kuyruk üzüp, çap çap yutan!

Avazı, kaba köpeklere kavga salan!

Çakmaklıca çobanları, dünle (gece) koyturan (yürüten) !

Ordumun haberin bilir misin, degil (de) manga (bana) !

Kara başım kurban olsun, kurdum sana !''

KURT İLE KOYUN :

''... Semiz koyun, aruk (zayıf) toklu bayırda kalsa, kurt gelip yemez idi! Karaça Çoban'ın sapanının korkusundan !...''

Çağrıbey:
OĞUZ KAĞAN'A YOL GÖSTEREN ''GÖK KURT''

ÖZGÜN UYGURCA METİN (sayfa: 15-19; satır: 133-168)

Kırk kündün song Muz Tag tegen tagnung adakıga keldi. Kurıkanın tüşkürdi. Şük bolup uyup turdı. Çang, irte boldukda, Oguz Kagan'nung kurıkanıga kün teg bir çaruk kirdi. Ol çarukdun kök tülüklüg, kök çallug bedik bir irkek böri çıkdı. Oşul böri, Oguz Kagan'ga söz birip turur irdi. Takı dedi kim: ''Ay ay Oguz ! Urum üstige sen, atlar bola sen. Ay ay Oguz ! Tapukunglarga men yürür bola men'' tep tedi. Kene andın song Oguz Kagan, kurıkannı türtürdi, kitdi. Kördi kim, çerigning tapuklarıda kök tülüklüg, kök çallug bedik bir irkek böri yürügüde turur. Ol börining artların kadaglap yürügüde turur irdiler irdi. Bir neçe künlerdin song, kök tülüklüg, kök çallug bu bedik irkek böri turup turdı. Oguz takı çerig birle turup turdı. Munda İtil Müren tegen bir talay bar irdi. İtil Müren'ning kudugıda bir kara tag tapıkıda uruşgu tutuldu...Oguz Kagan başadı, Urum Kagan kaçdı...

...Kırk günden sonra Buz Dağ denen dağın ayağına geldi. Çadırını kurdurdu. Sessiz olup uyudu. Tan, sabah oldukta, Oguz Kagan'ın çadırına gün gibi bir ışık girdi. O ışıktan gök tüylü, gök yeleli büyük bir erkek kurt çıktı. Bu kurt, Oguz Kagan'a söz söyleyip durur idi. Dahi dedi ki: ''Ey ey Oguz ! Urum üstüne sen, atlar (yürür) oluyorsun. Ey ey Oguz ! Önlerde ben yürür olacağım'' diye dedi. Gene ondan sonra Oguz Kagan, çadırını dürdürdü, gitti. Gördü ki, çerinin (ordunun) önlerinde gök tüylü, gök yeleli büyük bir erkek kurt yürüye durur. O kurdun artlarından yürüye durur idiler idi. Bir nice günlerden sonra, gök tüylü, gök yeleli bu büyük erkek kurt durdu. Oguz dahi çeri ile durdu. Bunda İtil Müren denen bir deniz var idi. İtil Müren'in kıyısında, bir kara dağ önünde vuruşma tutuldu...Oguz Kagan yendi, Urum Kagan kaçtı...

Destanda anlatıldığı üzre, ''gök tüylü, gök yeleli erkek kurt'', bir ışık içinde görünmektedir. Oguz Kagan'ın ilk karısı da bir ışık içinde yeryüzüne inmiştir. Bu kutsal ışık, Türk mitolojisinde yaygın olarak görülen bir motiftir. Fakat destandaki en önemli motif, kurdun konuşması ve Oguz Kagan'a yol göstermesidir. Bu motif, üç kıta üzerine yayılan Türkler arasında uzun yıllar unutulmamış, devam edegelmiştir. Hatta, Süryani tarihçilerin anlattıklarına göre. ''Anadolu'yu ele geçiren Türkler, köpeğe benzer bir hayvanın (yani Bozkurt'un) ardından gelmişler ve Bozkurt Anadolu'da kaybolunca, Türkler bu ülkeyi yurt tutmuşlardır.''
Oguz Kagan Destanı, Oguz Kagan'ın Kıpçak Beg'e ad vermesinden sonra Gökkurt'un Oguz'un karşısına çıkmasını ve onunla konuşmasını şöyle anlatır:

ÖZGÜN UYGURCA METİN (sayfa: 24-25; satır: 215-225)

...Takı ilgerü kitdiler. Andın song Oguz Kagan kene kök tülüklüg, kök çallug irkek böri kördi. Uşbu Kök Böri, Oguz Kagan'ga aytdı kim: ''Amtı çerig birle mundun atlang Oguz. Atlap il künlerni, beglerni kiltürgil. Men senge başlap yolnı körgürür men'' tep tedi. Tan, irte boldukda Oguz Kagan kördi kim, irkek böri çerigning tapuklarıda yürüge turur. Sevindi, ilgerü kitdi...

...Dahi ileri gittiler. Ondan sonra Oguz Kagan gene gök tüylü, gök yeleli erkek kurt gördü. İşbu Gök Kurt, Oguz Kagana dedi ki: ''İmdi çeri ile buradan atlan Oguz. Atlanıp il gününü (halkını), beglerini götür. Ben sana başta yolu gösteririm'' diye dedi. Tan, sabah oldukta Oguz Kagan gördü ki, erkek kurt çerinin önlerinde yürüye durur. Sevindi ileri gitti...

Kesik kesik parçalar halinde aktardığımız Oguz Kagan Destanı'nın bu bölümünde artık kurdun bir ışık içinde görünmesinden söz edilmez. Çünkü destan, daha önce Bozkurt'un nasıl bir ışıkla göründüğünü, yürüdüğünü ve bu ışıkla birlikte nasıl kaybolduğunu anlatmıştır. Oguz Kagan, Çürçet ülkesi üzerine yürürken de Türk'e bozkurt yol göstermektedir. Destan, anlatır:

ÖZGÜN UYGURCA METİN (sayfa: 29-30; satır: 257-269)

...Kene bir kün kök tülüklüg, kök çallug irkek böri yürümeyin turdı. Oguz Kagan takı turdı. Kurıkan tüşküre turgan turdı. Tarlagusız bir yazı yir irdi. Munga, Çürçet tetürürler irdi...Uruş tokuş başladı...Oguz Kagan başadı. Çürçet Kagan'nı basdı, öltürdi, başın kesdi...

...Gene bir gün gök tüylü, gök yeleli erkek kurt yürümeyip durdu. Oguz Kagan dahi durdu. Çadır düşürüp kurdurdu. Tarlasız bir yazı yer idi. Buna, Çürçet dedirirler idi...Vuruş tokuş başladı...Oguz Kagan yendi. Çürçet Kağan'ı basdı, öldürdü, başını kesti...

Destanda, bütün seferlerinde olduğu gibi son seferlerinde de Oguz Kagan'a gök tüylü, gök yeleli Gök Börü (Boz Kurt) kılavuzluk etmektedir. Bakalım destan ne diyor:

ÖZGÜN UYGURCA METİN (sayfa: 32-33; satır: 288-294)

...Andın song kene bu kök tülüklüg, kök çallug irkek böri birle Sındu, takı Tanggud, takı Şagam yınggaklarıga atlap kitdi. Köp uruşgudın, köp tokuşgudun song anlarnı aldı. Öz yurtıga birledi,başadı, basdı...

...Ondan sonra gene bu gök tüylü, gök yeleli erkek kurt ile Hint, dahi Tangut, dahi Suriye yanlarına atlayıp gitti. Çok vuruşmadan, çok tokuşmadan sonra onları aldı. Öz yurduna birledi (kattı), yendi, bastı...

Oguz Kagan Destanı'nda Bozkurt'la ilgili iki bölüm daha vardır. Birincisinde Oguz Kagan'ın çocukluk dönemi anlatılırken beli, kurt beline benzetilir. Destan şöyle der:

ÖZGÜN UYGURCA METİN (sayfa: 2; satır: 11-14)

..Kırk kündin song bedükledi, yüridi,oynadı. Adakı ud adakı teg, billeri böri billeri teg, kögüzü adug kögüzü teg irdi...

...Kırk gün sonra büyüdü, yürüdü, oynadı. Ayağı öküz ayağı gibi, belleri kurt belleri gibi, göğüsü ayı göğüsü gibi idi...

Öteki bölümde ise Oguz Kagan, beğlere ve halka hitaben şöyle demektedir:

ÖZGÜN UYGURCA METİN (sayfa: 11; satır: 96-99)

Men sizlerge boldum kagan,
Alalıng ya takı kalkan;
Tamga bizge bolsun buyan,
Kök Böri bolsungıl uran.

Ben sizlere oldum kagan,
Alalım yay ve kalkan;
Damga bize olsun buyan,
Gök Börü olsun uran.

Yukarıdaki dörtlüklerde geçen buyan kelimesi uğur, uran kelimesi de savaş çığlığı anlamına gelir. Gök Börü'nün anlamının Boz Kurt olduğunu söylemeğe gerek yok sanırım.

Çağrıbey:
GÖKLE İLGİLİ İNANÇLARDA KURT
Kurt, Türk efsanelerinde merkezi bir rol oynar. Kurt'la ilgili Türk inançları gökcisimlerine de yansımıştır.
İşte örnekler:

AY'I YİYİP BİTİREN KURTLAR

Ay bazan dolunay olur, bazan küçülüp donuklaşır. Eski insanlar, bu konu üzerine düşünüp kafa yormuşlar ve kimi efsaneler ortaya çıkarmışlardır. Çeşitli kültürlerde, Ay'ın dolunay durumundan sonra küçülmesi, onu bir şeylerin yemesine bağlanmıştır. Türk kültüründe, Ay'ı yiyebilecek güçler, kurtlardan başka bir şey olamazdı. Eski bir Yakut masalı şöyle der:

...Ay, göklerde dolunlaşıp bir tepsi gibi olduğunda, kurtlar hemen koşarlar, ondan bir parça koparıp yerler, böylece ay'ı küçültürlermiş. Ay üzgün ve yaralı olarak kaybolurmuş. Sonradan yaralarını sarıp iyileşir, yeniden dolunlaşıp gökde görünürmüş. Kurtlar dolunayı görünce, birer parça kopararak ay'ı yeniden küçültürlermiş. Ay'ın küçülüp büyümesi, kaybolup yeniden görünmesi bundan ileri gelirmiş...

Ay'ın bu yolla küçülüp büyümesinin hikayesi birçok kültürde bulunur. Ama Ay'ın kurtlar tarafından yenmesi düşüncesi Türkler'e özgüdür. Çünkü Türk mitolojisinde önemli olan hayvan, Kurt'tur. Bundan ötürü, Yakut Türkleri yukarıdaki masalda Ay'ı kurtlara yedirmişlerdir.

BÜYÜKAYI BURCU İLE KÜÇÜKAYI BURCU

Bir Kırgız inanışında şöyle denir:

...Küçükayı burcunun arabası, öndeki iki yıldız yani ak ve kır atlar tarafından, Kutup yıldızının çevresinde çekilirler. Büyükayı burcu yani ''Yedi Kardeşler'', Küçükayı burcunun yedi bekçisidirler. Arkalarından gider, onları kollarlar. Gökteki kurtlar ise, atları yemek isterler. Atları yedikleri gün, kıyamet kopacaktır...

Başka bir Türk efsanesi ise şöyle der:

...Büyükayı burcu, Kutup yıldızına zincirlerle bağlı olan yedi kurttur. Küçükayı burcunun atlarını kovalarlar. Zincirlerin koptuğu gün, kıyamet de kopacaktır...

Bir başka efsane de ise ''Yedi kurt, bir kısrağı kovalamaktadır.''

GÖK KUŞAĞI

Kırgız Türkler'i, gökkuşağına Kök Cele yani Gök Yele derler. Gök Yele, aynı zamanda Gök Kurt, Gök Börü anlamındadır. Çünkü, Eski Türk düşüncesinde kurt, adı ile anılmazdı. Atların ve kurtların gök yeleleri atlı ve hayvancı Türkler'in düşüncelerinde çok önemli bir yer tutar.

Navigasyon

[0] Mesajlar

[#] Sonraki Sayfa

[*] Önceki Sayfa

Tam sürüme git