Gönderen Konu: BABAM ÇATLI-4  (Okunma sayısı 5833 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı EFE

  • Türkçü-Turancı
  • ****
  • İleti: 206
BABAM ÇATLI-4
« : 29 Ağustos 2006 »


ÖLDÜKTEN SONRA VURDULAR BENİ

ÇEKİŞME

Zaten kararlı olmak değil miydi, insanı korkudan kurtaran. Ya da doğru yolda olduğunu bilip, kararlı olmak.

Mehmet Özbay (Abdullah Çatlı'nın kullandığı isim), Meral, Gökçen, Selcen Çatlı adı altındaki, Kıbrıs'daki Ömer Lütfi Topal'ın bağlantıları olduğu Emperyal's Jasmine Court Hotel tatilinden döneli bir hafta olmuştu. Güzel Sanatlar dönem ödevimi Kıbrıs üzerine seçtiğimden babamla o gece, harabeye dönmüş köylerin ve hâlâ savaşın izlerinden kurtulamamış bölgelerin resimlerini ve hazırladığımız metni incelediğimizden ancak sabaha karşı yatabilmisdik. Uyumadan evvel kendisine bu Kıbrıs tatilinin nereden çıktığını sormuştum. "Elbet bir bildiğimiz var Gökçen'im sen kafanı bunlarla karıştırma. Her istanbul'dan uzaklaşmamız gerektiğinde aynı yerlere gitmemiz sakıncalı olur." demişti. Babamın bana "Gökçen'im" demesine bayılıyordum. Bu O'na has bir hitap şekliydi. Samı Hoştan dolayısıyla tanıdığı Topal ile babamın bir samimiyeti yoktu ama, o da tanıdıklardan biriydi. Daha evvelden de dediğim gibi hassas konular bana söylenme ihtiyacı duyulmadı ta taktirde beni ilgilendirmezdi. Bu durumda herkes yerinden memnundu. O anlatınca dinler, anlatmayınca bilmezdim.
Sabahın erken saatleriydi. Kardeşim:
"Abla uyan, bir adam telefon açtı babamızla görüşmek istiyor."
"Geç yattı. Sakın uyandırma. Sonra aramasını rica et."
"iyi de ablacığım bu adam Abdullah Çatlı'yla görüşmek isliyor. Burada böyle birinin olmadığını ve babamın Mehmet Özbay olduğunu söyledim ama..."
Kardeşimin anlattıkları bana elbette ki tuhaf gelmişti. Bilmesi gereken sağır sultanlar, babamın asıl hüviyetini biliyordu fakat O'na bu şekilde hitap edilmiyordu. Arayan şahısla konuşmak için yatağımdan kalktım. Doğrusu kim olduğunu merak etmiştim. Aranmayan kaçağı kim arayabilirdi ki! "Buyurun ne istemiştiniz?" "Ben babanızla görüşmek istiyordum." "Kardeşim söylemiştir, babam henüz kalkmadı, isminizi ve notunuzu alayım."
'Fakat Abdullah Beyle konuşsam daha memnun olurduın."
"Kim dediniz?" "Abdullah Çatlı."
"Yalmş numara olacak ama ben gene de isminizi rica ediyorum."
"o halde daha sonra ararım." dedi ve bana konuşma fırsatı birakmadan telefonu kapattı. Oysa ki ben tekrar aramasına luzum kalmayacağını, bu konuda onu aydınlatabileceklerin olduyumu söyleyecektim.
Kahvalti masasındayken babama, arayan kişiden bahsettim fakat O bunu fazla önemsememişti. Okumakta olduğu gazeteyi saniyeliğine bırakıp, gözlerini Kıstı, düşünür gibiydi yüzünde oluşan ufak bir tebessümün ardından başım belirsiz salladı. O'nun bu soğukkanlığı beni her zamanki gibi rahatlatmisdi. Zaten kararlı olmak değil miydi, insanı korkudan kurtaran. Ya da doğru yolda olduğunu bilip, kararlı olmak
Az evel arayan şahsa göre Abdullah Çatlı kimdi? Daha doğrusu ona nasıl sufle edilmişti ve suflörler kimlerdi? Babanizin .luftu konumun makamı, rütbesi, rozeti, yıldızıyoktu. O, korur, kollar, benimser ve korunur, kollanır, benimsenirdi. Sadakatmdan şüphe etmedikleri hala sadık, fakat ihanetinden şüphe ettikleri 3 Kasım 1996'ya kadar bekledi...
Babamdan öğrendiğim kadarıyla telefonlarımız bir istihbarat servisi tarafından dinleniyordu. Yani bu kurumun da yardımıyla şüpheli şahsı tespit edebilirdik. Ama aynı servis, ister iyi ister kötü niyetlerle babamı da izlediğine göre... Türkiye'de herkes birini koruyor, diğerinin ipini çekiyordu. Mantık şuydu; bana güvenebilirsin ama ne kadar garantisi olduğunu bilemezsın.
Tarık Ümit'in ortadan esrarengiz şekilde kaybolması, derin güçlerdeki farklı grupların arasını açmıştı. Suflörlerin kol gezdiği o dönemde iddialara göre, bize yakın sanılan kişilerce Ümit kaçırılmıştı. Babamın ismi de bu olayda geçiyordu. Zaten bu iddia, Ümit'in bağlı olduğu MiT'in belli bir grubuyla Çatlı'nın arasını açmak için ortaya atılmıştı. Bu da uzun bir hikaye.
Diğerleri için konuşmam doğru olmaz ama babam için bu kadar küçük düşürücü bir iftirayı kabul görmek olanaksız Babamın, başka bir kuruluştaki tanıdığına belki de yanlış olan desteği vermesi bazılarını rahatsız etmişti anlaşılan. MİT Başkanı Mehmet Eymür'ün bir ifadesinde "Çatlı beni bile yerini den aldıracak güce sahipti" açıklamasını yaptığı gibi, ben dr bazılarının yerinde olsam, Çatlı ismine başlangıçta gizliden gizliye büyük bir antipati duyardım.

TARIK ÜMİT OLAYI... BiR GÖZDAĞI MESELESi

Her sabah olduğu gibi gazetelerimi alıp ders vaktine kadar okul kantinine arkadaşlarımla oturmak üzere çıkmıştım Bir yanda sohbete katılıyor, diğer yanda ise gazetedeki başlıklara göz atıyordum. Okumakta olduğum satırlardaki bir haberde, 70'lerde ün yapan ülkücü lider Abdullah Çatlı'nın, Tarık Ümit isminde bir iş adamını geçtiğimiz haftalarda kaçırtıp, sorguya çektiği ve yüklü miktarda para talep ettiği yazıyordu. Kaçırıldığı iddia edilen şahıs bulunamamış fakat birilerinden gelen bir istihbarat üzerine Çatlı ismi lanse ettirilmişti. Soğukkanlılığımı korumak zorunda olduğumdan gazeteleri klasörüme koyup, durumumdan habersiz olan arkadaşlarımın mezuniyet balosu üzerine yapılan sohbetlerine katıldım. Ümit konusu benim açımdan okul kantininde başlamış ve bitmişti. Taki babamın vefatından beş ay sonrasına kadar....
Babamın bir arkadaşı ziyaretimize gelmeyi arzu ettiğini yardımcısı vasıtasıyla ilettikten hemen sonra evimize gelmişti. Sohbet genel hatlarıyla babamın vefatı ardından yapılan haksızlıklar ve sorumluların tavırları üzerineydi. Bu kişi, Tarık Ümit konusuna değindi:
"Ümit konusu bundan 1.5 yıl evvel başlamıştı. Tarık Ümit'in kaybolması üzerine, kurumlar arası kavga patlak vermiş, Reis'in ismi Ümit'i kaçıranlar tarafından ortaya lanse edilerek ondan çekinenlere "bu mesele kapansın, Reis'in desteği üzerimizde" diyerek karşı tarafa eşkiya usulü gözdağı verilmek istenilmişti. Hem Ümit'i kaçıranlarla hem de Ümit'in kaçırılmasmdan rahatsız olanlarla Reis'in diyalogları vardı ancak isminin bu olaya karıştırılması onu kızdırmıştı. Bir yanda Reis'in ismini kalkan gibi önlerine alan grup, diğer yanda bu grubun manipülasyonuyla Reis'e karşı tavır alan, bu konu hakkında bilgisine başvuran grup vardı. Tarık Ümit olayının perde arkası hem para yüzünden hem de Türkiye'deki güçlerin çekişmelerinden kaynaklanıyordu. Rant yüzünden başımıza iş açanlardan dolayı, Reis yakasını silkiyordu. Ümit'in kaybolmasından rahatsızlık duyan gruba göre, Ümit bize yakın çevrelerce kaçırılmış ve Reis bundan haberdardı. Zaten bundan sonra ipler koptu. Ümit'i kaçıranlar Reisi kalkan gibi önlerine almış, onu bu grupla karşı karşıya getirmişti.
Zaten geriye gidilecek olunursa Reis, 1984'teki ASALA olayları sebebiyle deşifre edilip, MiT tarafından kollanmaması üzerine öfkeye kapılmıştı. 1990'da Türkiye'ye döndükten kısa bir zaman sonra eski MIT'çilerin barış yemeği davetine rica minnet (devreye hatırı sayılır kişiler girmişti) katılmıştı. Masada ASALA operasyonlarında ona destek vermiş ve kod adı Mete olan kişi, rahmetli Hiram Abas ve Eymür vardı. Reis'in eski defterleri açması üzerine yemek büyük bir hesaplaşmaya dönüştü. Gergin bir hava vardı. Hatta Reis, Eymür'e hakarete dayanan ithaflarda bulundu. Aynı yıl içerisinde MiT, Eymür'le bağlarını kopardıklarını söyleyerek Reis'le bozuk olan aralarını düzeltmek için bir çok kez bağlantı kurmaya çalıştı. Hatta eğer Reis yurt dışındaki projelerin başına geçmeyi kabul ederse, bundan memnun kalacaklarını ilettiler. Reis'in gözünde güvenirliğini yitiren bu kuruma karşı yanıtı katı olmuştu. Reis'in bu haklı tutumu, ona cephe alanları git gide daha çok tc dirgin etmeye başladı. Çok geçmeden dönemin Emniyet Müduru Necdet Menzir'e yazılan bir ihbar mektubuyla ortalık biraz daha karıştı. Buna benzer bir başka olayda, Emniyet Muduru Yazıcıoğlu döneminde oldu. Reis'ten duyduğum kadariyla Yazıcıoğlu, Eymür'ün yalnış bilgilendirmelerini doğru kabul ederek arama emri çıkartmıştı. Sonrası malum ama ilişkiler onarılamayacak safhalara dayanmıştı."
Abaza asıllı ve 22 Nisan 1947 doğumlu olan Tarık Ümit'in yaşamı, şayet öldürüldüyse kaçırıldığı Mart 1995'de bitmiş sayılabilir. Ümit'in gerisinde bulunan ilk şey Silivri yakınlarında, Jandarma bölgesine giren Büyükkılıçlı beldesi'nde, 34 ZU 478 sahte plakalı Chevrolet Camaro marka arabasıdır. Bu plaka güvenlik gerekçesiyle, dönemin Emniyet Genel Müdürü Mehmet Ağar tarafından verilmiştir.

Sami Hoştan'ın Silivri yakınlarında yazlığı bulunmaktadır. Hatta 1991-1992 yıllarında bizde aynı sitede iki kereliğe mahsus yazlık kiralamıştık. Ümit'in arabası da bu civarda bulunmuştu. Bunun üzerine Sami Hoştan'ın yazlığının bahçesi, Ümit'in cesedi oraya gömülmüştür gerekçesiyle kazılmıştı. Sami Hoştan'ın eşi Nuriye Hoştan'ın bana söylediği kadarıyla, komşularının önünde yapılan bu kazı çalışması onu rencide etmişti.
Tarık Ümit, bir süre Dündar Kılıçla ortak olduğu ünlü bir kumarhanenin müdürlüğünü yaptıktan sonra 1965 yılında tahsil için Almanya'ya gitmiş ve 1969 yılında ekonomi öğrenimini yarım bırakarak Türkiye'ye geri dönmüş, izmit ve iznik bölgelerinden ucuz bir şekilde toplattığı kereviti Avrupa ülkelerine ihraç ederek, bundan iyi para kazanmaya başlamıştı. 1973 yılında Hamdi Fevzibeyoğlu isimli bir şahsı yaralamak suçundan 15 yıl mahkumiyet alınca yurtdışına kaçmış, 1974 Eylül ayında aftan istifade ederek Türkiye'ye geri dönmüştü. Ayrıca Ümit, 1976'da Alman polisi tarafından uyuşturucu madde konusundan gözlem altına da alınmıştı. 1979 yılıyla birlikte Gentaş inşaat ve Sanayii A.Ş., Ümtaş inşaat A.Ş., Çelik Sanayii A.Ş., Intensif Limited gibi isimlerdeki şirketleri kurmuş ve Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'ndeki First Merchant Bank l.iınited adlı bankanın da ortağı olmuştu, istanbul ili vergi sırnlamasında ilk 20 arasına girecek kadar iyi para kazanıyordu. Umit, istanbul'un vergi rekortmenlerindendi. Gösterişli yapından hoşlanan, titiz, dik başlı biriydi. Ancak bu dik başlılığı ve olayların kendi insiyatifleri doğrultusuna göre akıbet almasını isteyen Ümit, ileride yapacağı muhbirlik kariyerini, huylarından ötürü olumsuz yönde etkileyecekti. Çünkü hiçbir kurum fazla bilen, başına buyruk olan ve bir gün konuşur telaşı ya da bir daha kullanılmaz düşüncesiyle işten çıkarmayı düşündükleri elemanları tasvip etmezler. Genelde bir muhbirin görev süresi 20 yıl civarında seyreder. Eğer olumsuz izlenimler yok ise görev bitiminde işten çıkarılırlar. Bazıları da gözden.
Ümit henüz bu safhaya gelmemişti ancak birlikte çalıştığı Dündar Kılıç'la, yasadışı işler nedeniyle istanbul eski Emniyet Müdürü Şükrü Balâ'nın adı geçenlerden rüşvet almak suçundan yargılandığı davanın önemli isimlerindendi. Ümit beraber iş yaptıkları Dündar Kılıç ve diğer kaçakçılarla ilgili, ifadeler verince dikkatleri üzerine toplamıştı. Belkide bu onun muhbirlik dünyasına, emekleyerek de olsa adım attığı ilk işti. ifadeleri Dündar Kılıç'ı rahatsız edince, Bebek Park Gazinosu çıkışında silahlı bir saldırı sonucu kurşunlanarak ağır yaralandı.
Ümit'in MiT muhbiri olması 1987 yılına rastlamaktadır deniliyor. Ancak bazılarına göre bu tarih biraz daha öne alınmalı. Söylenenlere göre evvelden tanıdığı ve uyuşturucu pazarı hakkında bilgilendirdiği Emniyet Müdürlüğü Kaçakçıklık Daire Başkanı Attila Aytek bağlantısıyla Ümit, Mehmet Eymür'le tanıştırılıp, MiT muhbiri olarak işe başlıyor. Kendisine yeşil pasaport ve ikinci sınıf uzman sıfatı veriliyor.
Mart 1995'in başlarında ise esrarengiz bir şekilde ortadan kayboluyor. Öldürülmek üzere kaçırıldığı düşünülmektedir. Araştırmalar yapılıyor fakat arabası dışında hiçbir bilgi veya ize ulaşılamıyor. Ne de cesedine. Bundan hareket ederek, cesedin gömülmüş olabileceği düşünülüyor. Fakat bir netice alınamıyor.
MiT eski müsteşarı Sönmez Köksal'ın sözlerine bakılırsa Ümit:
"Bir eleman. Haber toplayıcı dediğimiz, haber veren, sadece bize değil, başka kuruluşlara da haber veren birisi. Öldürülme veya yok edilme olayım bilemiyoruz. Olay Jandarma bölgesinde vukuu bulmuş. Jandarmanın daha fazla bilgisi vardır. Meslektaşımız değil, haber kaynağımızdır. Benim mensubum, benim kadromdan maaş alan kişilerdir. Tarık Ümit'in hiçbir zaman böyle bir sıfatı olmadı. Kadromda yer almadı. Binlerce haber kaynağımızdan biriydi."
Sönmez Köksal'ın aksine Mehmet Eymür, Ümit ismine daha sıcak bakmaktadır. Belki de bu yüzden Ümit'in kaybolması, MiT içinde anlaşmazlıklara ve bazı Emniyet mensuplarıyla olan diyaloglarında pürüz çıkarmasına sebep olmuştu. Ya da daha önceden var olan anlaşmazlık, işleri daha çok kızıştırmıştı. Çünkü bazı duyumlara göre Ümit, MiT'e gözdağı vermek üzere kaçırılmıştı! Eymür, belki de kurumlar içi ve arası anlaşmazlığın ilk sinyalini, ikinci MiT raporunu yazmaya karar vererek açığa çıkarmıştı: devletimizin bir kurumu, bir başka kurumun ve hatta Başbakanı kapsayan bir oluşumun terörle mücadelede bulunduğunu ve Çatlı'nın da bu grupla beraber hareket ettiğini kapsayan raporla, devlet sırrı açığa vurulmuş ve çiğnenmemesi gereken unsurlar göz ardı edilip resmen deklare edilmişti.
MiT raporu çıkmaya yakın Eymür, Ağar'ı arayıp "Ümit'i bırakmalarım" ister. Ancak Ümit'in kaybolması ile Ağar'dan şüphelenmesi için elle tutulur geçerli sebepleri mevcut değildir. Bunun üzerine Ağar, bilgisinin olmadığını, ibrahim Şahin'e olayı aktarıp, konuyla ilgileneceğini söyler. Eymür, Şahinle irtibat kurar ve yemeğe çıkarlar. Ama onun da Ümit'ten bilgisi yoktur.






“TÜRK'ler  Hiçbir milleti taklit etmeyecektir. TÜRK'ler ne Amerikanlaşacak ne batılılaşacak nede araplaşacaktır. O sadece özleşecektir.