Hoytu Tamır Külliyesi
Orhon Nehrinin batı yakasındaki Hoytu Tamır denen yerde 1893'de jeolog, arkeolog, tarihçi ve etnograf D.A. Klements tarafından bulunan bu yazıtlar, bir kayanın üzerine kırmızı ve yeşil bir mürekkeple yazılmışlardır. Ancak ıslandığı zaman görünür hale gelen bu yazıtların Göktürkler'e bağlı bir kavim olan Tarduşlar'a ait olduğu sanılır çünkü burada İhe Hüşotu adlı bir başka yazıtta da adı geçen Köl İç Çor'un Maymun yılında (720 ?)"Beşbalık üzerine yaptığı dört seferden" sözedilir. Ayrıca Şine Usu Yazıtı'nda adı verilen Koşuy Kara Baş mevkiine değinilir. Yakın tarihlerde Kazak Türkoloğu Sarthocaoğlu Harcavbay tarafından kırmızı, yeşil ve mavi renkli mürekkeple yazılmış harfleri, yağan yağmur sayesinde görülür hale geldiği için tesadüfen bulunan 39 satırdan oluşan 10 kadar yeni yazıtı da bunlara eklemek gerekir.
Suci Yazıtı
1900 yılında Finlandiyalı Türkolog G.J.Ramstedt tarafından bugünkü Moğolistan'da, Urga'dan Handu-Vang manastırına giden yolda, Sucin-Dava mevkiinde bulunan ve 11 satırdan oluşan yazıtın en üstünde bir tür damga vardı. Buyla Kutlug Yargan adlı bir Kırgız beyinin mezar taşı olduğu anlaşılan yazıtta Kutlug Yargan, sağlığında yaptıklarından, Uygurlara karşı zaferinden, yaşarken varlıklı bir kişi olduğundan bahseder ve oğullarına devlete, hana bağlanmalarını öğütler. Bazı araştırmacılar yazıtta bulunan ve "üstad, hoca" anlamına gelen Uygurca "mar" sözcüğünden hareketle yazıtta Mani dininin izlerini görmeye çalışırlarsa da bu oldukça kuşkulu karşılanır.
Şine Usu Yazıtı ve Taryat (ya da Terhin) Yazıtları
1900'lü yılların başı gerçekten de Türkçe yazıtların keşfi açısından altın yıllardır. Suci Yazıtı'nın kaşifi Ramstadt ve arkadaşları 1909'da Orhun ve Selenga ırmakları arasındaki Şine Usu gölü yakınlarında köylere ziyarette bulunduklarında, köylülerin ağızlarından kaçırdıkları bir yazıtı aramaya başlarlar. Uzun aramalardan sonra buldukları yazıt, 745 yılında Göktürk devletine son veren Türk boyu Uygurların ikinci kağanı Moyun (Bayan) Çor'un anısına 759 veya 760 tarihinde dikildiği sanılan Şine-Usu Yazıtı'dır. Dört yanında toplam 48 satır bulunan Uygurca yazıtta, "Tengride bolmış el etmiş bilge kağan" ünvanını taşıyan Moyun Çor'un diğer Türk boylarıyla yaptığı savaşlar anlatılır, ardından Kaplan yılında (750) Tez (?) Irmağı başında bu yazıtı diktiği, Tavşan yılında (751) ıduk (=mukaddes) Ötüken'deki Yabaş ve Tokuş ırmakları kavşağında yayladığı ve buraya bir başka yazıt daha diktirdiği anlatılır.
Şine Usu'da söz edilen yazıtların bulunması için 60 yıl beklemek gerekecektir. İlk iki parçası 1969'da Moğol arkeologları tarafından Moğolistan'ın Kuzey Hangay Aymağı'nın Taryat bölgesindeki Terhingol ırmağı vadisinde toprağa çakılı olarak bulunan bu yazıtlar, bulunuş yerinden dolayı Taryat ya da Terhin Yazıtları diye anılırlar. Halen Ulan Bator Tarih Enstitüsü'nde bulunan yazıtlara ait diğer iki parça ise 1970 yılında çıkarılmıştır. Bir kaplumbağa ve üç dikilitaşın üzerindeki 30 satırdan oluşan Taryat Yazıtları, Şine Usu ve Sevrey Taşı diye anılan bir başkasında olduğu gibi eski Uygur runik yazısı ile yazılmıştır. Okunuş sırasına göre doğu, güney, batı ve kuzey yüzünde Göktürk ve Uygurların 200 yıllık tarihi hakan Moyun Çor'un ağzından anlatılır. Batı yüzünde Uygurların göçebe hayatı sürdürdükleri ülkenin tanımına geçilir. 6.-9. satırlarda ise kitabeyi yazan Bilge Kutluğ Tarkan Sengün konuşur. Bu bölümde sözü edilen "5000 kişiye kumanda eden Işbara Sengün Yağlakar" adlı soylu kişinin, Suci Yazıtı'nda sözü edilen Kırgız asıllı Yağlakar Kan Ata ile aynı kişi olması muhtemel görülür. Yazıtların yanındaki kaplumbağa heykelinin üzerinde ise "bunun yapan Böke Tutam" ifadesi okunur. Şine Usu Yazıtı'nda anlatılanlar ile Taryat Yazıtıları'ndakiler arasında büyük benzerlikten hareket edenler tarihlerdeki bazı çelişkilere rağmen Şine Usu'da adı geçen yazıtların bunlar olduğunu kabul ederler. Üstelik iki yazıtın sonundaki damgalar da birbirinin aynısıdır.
Çoyr Yazıtı
1928'de Moğolistan'ın başkenti Ulan Bator'un güneydoğusunda, Doğu Gobi Aymağı'ndaki Çoyr istasyonunu yakınlarında bulunan Çoyr (ya da Çoyrın) Yazıtı aslında Orta Asya heykelciliğinin tipik bir unsuru olan bir taş baba (ya da taş nine) heykelidir. Bu heykellerin Çin mi yoksa Türk kökenli mi oldukları konusunda kesinlik yoktur. Çoğu beyaz mermerden yapılmış olan ve sağ ellerinde kadeh, bıçak, mendil gibi nesneler tutan ya da tutuyor gibi duran; sol elleri ise görülmeyen bir kılıca uzanan; elbise, saç örgüsü, küpe, başlık, çanta kabartmaları ile süslenmiş taş baba'larda yazıya pek rastlanmaz. Ancak üzerindeki bir sözcükten dolayı bir sınır taşı olduğu tahmin edilen Çoyr Taş Babası, diğerlerinden farklıdır, çünkü üzerinde 6 satırdan oluşan Göktürkçe bir yazıt vardır. Boyu 130 cm, omuz genişliği 102 cm. olan bu heykelin üzerindeki yazıt uzmanlar tarafından farklı farklı okunmuştur. Günümüz araştırmacılarına göre ise söz konusu yazıtın anlamını kavramak için Tonyukuk Yazıtları'nda sözü edilen "Toğu Balık'da Dokuz Oğuzlarla Göktürk'lerin karşı karşıya geldiği" savaşı bilmek gerekir. Bilindiğine göre bu savaşta Göktürkler galip gelmişler, savaş sonrasında halkını birleştirdiği için İlteriş, "kağan" ünvanını almış ve bu ünvanı 692 yılından 716 yılında ölümüne kadar taşımıştır. Çoyr Taş Babası, muhtemelen Toğu Balık civarındaki mağlubiyetten sonra kahine giderek kendisinin ve arkadaşlarının akibeti için bir ırk (=fal) açtırmış ve çıkan fala göre İlteriş'e katılmaya karar vermiş olan bir Oğuz beyinin yazıtıdır. Bu bilgilerin ışığında 692-716 yıllarına tarihlenen Çoyr Yazıtı, eğer bu tarihleme doğruysa Göktürkçe harflerle yazılmış en eski yazıt olma ünvanını kazanacaktır. Söz konusu taş baba 1990 yılına kadar Ulan Bator'daki Ulsin Tov Müzesi'nde sergilenirken, 1995'te Ulan Bator Moğol Tarihi Müzesi'ne nakledilmiş ve ne yazık ki teşhirden kaldırılmıştır.
Gürbelçin Kaya Yazıtı
1929 yılında Munke Oçir adlı bir Moğolistan yurttaşı tarafından Hugunu-Han Dağı'nda Gürbelçin mevkiinde bulunan ve aynı ifadenin tekrarlandığı üç satırdan oluşan yazıtta günümüz Türkçesiyle "ben Tanrı kulu, yazdım" anlamına gelen "tengri kulı, bitidim" ibaresi okunur. Bu ifade bazılarına Kaşgarlı Mahmud'un Divan-ı Lugat-it Türk adlı eserinde yer verilen Kulbak adlı bir Türk ereninin öyküsünü hatırlatmıştır. Kaşgarlı Mahmud'un anlattığına göre Kulbak adlı ermiş kişi, Balasagun Dağları'nda taşlara ''Tengri kulı Kulbak'' yazardı ve Kulbak bu yazıyı kara bir taşa yazdığında yazı ak olur, ak bir taşa yazdığında kara olurdu.
Tartışmalara Neden Olan Yazıt: Bugut Yazıtı
Orhun, Öngin ve Çoyr Yazıtları'nın kültür dünyasında yarattığı heyecan henüz durulmuşken, Göktürk dönemine ait yazıtların en eski tarihlisi olan Bugut Yazıtı bulunur. 1956'da Moğol arkeolog C. Dorjsuren tarafından Moğolistan'da, Selenga Irmağı'nın bir kolu üzerinde bulunduğu yerin adıyla anılan ve ancak 1968 yılında okunabilen bu yazıtın, Göktürk kağanlığının ilk hükümdarı Bumin Kağan'ın oğlu olan ve 553-572 tarihleri arasında hüküm süren Mahan Tigin'in (ya da Mu-Kan Kağan) mezar taşı olduğu ve 5. Göktürk hükümdarı Boğa İşbara Kağan (581-587) tarafından dikildiği sanılmaktadır. Bugut Yazıtı bir kaplumbağa heykeli üzerine konulmuş 120 cm. yüksekliğinde bir dikilitaş olup, üç tarafında Sogdca yazılmış 29 satırlık epik bir metin, dördüncü tarafında ise çok aşınmış olduğu için henüz tam olarak okunamamış Sanskritçe bir Brahman metni vardır. Halen Arhangay'daki Çeçerleg Aymağı Müzesi'nin bahçesinde sergilenen yazıt pek çok açıdan tartışmalara konu olmuştur. Öncelikle Göktürkçe değil de Sogdca ve Sanskritçe yazılmış olması ilgi çekmiştir. Aslında Siriderya ile Amuderya arasındaki bölgede yaşayan İran kökenli bir halk olan Sogdların dilinin o dönemlerde Orta Asya'da ticaret hayatında yaygın biçimde kullanıldığına değinin kaynaklar vardı. Ancak Göktürkler'le Sogdlar'ın ilişkisine ilişkin bulgular çok azdı. Gerçi bir Çin kroniğinde "Türkler doğaları gereği, basit ve art niyetsiz insanlardır. Ama ne yazık ki aralarında pek çok Hu (=Sogd) yaşamaktadır" denilmektedir. Ya da 567 yılında İstemi'nin elçisi olarak giden Bizans'a giden Maniaş'ın Sogdlu olduğu bilinmektedir. Bir Türk boyu olan Türgeşlerin sikkelerini Sogdca kestirdiklerine ilişkin bulgular da vardır. Zerefşan vadisindeki Mug-Tepe'de Sogdça ve Göktürkçe belgeler ile Çu Irmağı yakınlarındaki Yakalık yerleşim yerinde Göktürk kapları ve Sogdların ölü gömme kapları birarada bulunmuştur. Ancak hiçbiri Bugut Yazıtı gibi kesin bir kanıt sunmamıştı. (Sogdca uzun bir aradan sonra, 9.yy'a tarihlenen Karabalgasun (=Karakurum) Yazıtları'nda tekrar karşımıza çıkacaktır.)
Yazıtın diğer yüzünde bulunan ve Hindu tanrılarından Brahma'dan sözeden Sanskritçe kutsal metni açıklamak ise bu kadar kolay olmamıştır. Okunabildiği kadarıyla burada Budizm inancının kabul edilmesiyle ilgili olarak tanrıların yaptığı bir sorgulama anlatılmaktadır. Bilindiği kadarıyla 6.yy da Türklerin dinsel konularda çok net bir tavırları yoktu. Gerçi Çinlilerin 556-572 yılları arasında Şang'an şehrinde Türkler için bir Budist tapınağı yaptırdığı, Budist keşiş Cinagupta başkanlığındaki bir heyetin 574-584 yılları arasında Göktürkler arasında misyonerlik yaptığı ve Taspar Kağan'ın vejeteryanlığı kabul ederek inşa ettirdiği bir stupa'da Buda'yı tavaf ettiği bilinmekteydi. Göktürk hakanı İstemi'nin sarayını ziyaret eden Bizanslı elçi Zemarhos'un Zerdüşt geleneği uyarınca ateş üzerinden atlatıldığı da biliniyordu. Öte yandan Manas Destanı'nda Göktürk şad'larının Zerdüştlük'ten mülhem Mazdekçilik (=ateşperestlik) geleneklerini uyguladıklarına değinilmektedir. Ancak 6. yy'da Türkler arasında Şamanizm, Budizm, Brahmanlık, Zerdüştlük ya da onun bir biçimi olan Mazdekçiliğin ne tür bir kabul gördüğü meselesi her zaman tartışma konusu olmuştu. Öte yandan Bugut Yazıtı'ndaki Brahman metnini, söz dağarcığı açısından Mazdekçi bulanlar vardır. Yazıtın çevresinde bulunan 270 kadar balbal ise Türklerin Şaman inancının tipik bir kanıtı olarak görüldüğünden yazıtın dinsel mesajının tam olarak çözüldüğünü söylemek zordur.
Bugut Yazıtı'nın bir diğer ilginç unsuru da tepesindeki, karnının altında biraz garip bir insan figürü bulunan bir dişi kurt kabartmasıdır. Bazı araştırmacılar bu "emziren kurt" (?) figürünü Bozkurt-Ergenekon destanına bir gönderme olarak kabul ederler. Bilindiği gibi henüz Bozkurt-Ergenekon Efsanesi'ni anlatan bir Türkçe metin ortaya çıkmamıştır. Bu efsane, 556-581 yılları arasındaki olayları anlatan ve 629 yılında tamamlanmış olan Chou-shu adlı Çin kroniğine "çok yaşlı bir Türk'ün verdiği bilgilere dayanılarak" kaydedilmiştir. Bunun farklı bir versiyonu ise 659 tarihli Pei shih adlı bir kaynakta ve Çin hanedanlarından Sui Sülalesinin 582-629 yılları arasını kapsayan resmi tarihinde kayıtlıdır. Bu üç kaynaktan edinilen bilgiler, bunlardan daha eski tarihli olan Bugut Yazıtı ile birlikte ele alınmış ve adına anıt dikilmiş olan Mahan Tigin'in Kök Türkler'in kurucu sülalesi olan Aşina (=Moğolca "asil kurt") sülalesine mensup olduğu ileri sürülmüştür. Ancak bazı araştırmacılar bu mitik unsurun yazıta Sogdlu hakkak'lar tarafından eklenmiş olabileceğini ileri sürerler. Bugut Yazıtı son olarak "kaplumbağa üzerine dikilmiş taş" figürü olarak da tartışmalara konu olmuştur. Kaplumbağa, Hinduların ve onlardan aldıkları biçimiyle Çinlilerin "ebedi dünya" imgesini temsil ettiğinden söz konusu tarihlerde Türk kültürü ile Çin kültürü arasındaki etkileşimin sanıldığından güçlü olduğu anlaşılır. Öte yandan hem Taryat Yazıtları'nda, hem de Orhun Yazıtları'nda rastlandığı hatırlanınca kaplumbağa figürünün Göktürk kozmolojisinde önemli bir yere sahip olduğu sonucuna varmak mümkündür
Ve Diğerleri...
250 kadar yazıtın hepsine değinmek ne yazık ki mümkün değildir, ancak 1928 yılında Orta Moğolistan'da İhe Hüsotu denilen yerde bulunan, adandığı kişinin adı yüzünden Köl İç Çor (ya da Küli Çor) adıyla da anılan ve 723-725 yılına tarihlenen 29 satırlık Göktürkçe yazıtı, 1892 tarihli Radlov Atlasında yer alan İhe Aşete Yazıtı, 7.yy'dan sonraya tarihlenen 4 satırlık Hangiday Yazıtı, 753 ve 760 yıllarında Uygur ülkesinde 1700 metrelik bir dar geçitte büyük bir blok taş üstüne yazılmış olan ve tehlikeli yerlerden geçilirken dikkat edilecek hususları anlatan Uygurca otuz kısa metin, Kuzeybatı Moğolistan'da Tes ırmağı dolaylarında bulunan 750'de yazıldığı sanılan 22 satırlık Uygurca Tesin Yazıtı, Orhun Yazıtlarının 15 km. ötesinde bulunan ve 810'da ya da 821'de Tengri Uygur Kağan adına yazılmış 6 satırlık üç dilli, Çince, Soğdça ve Göktürkçe Karabalgasun Yazıtları ilk ağızda anılmalıdır. Ayrıca Himalayalar'ın Ladakh bölgesindeki bazı kısa kaya yazıları, Gobi Çölü'nün güneyinde bulunan ve 763 (?) yılına tarihlenen Sogdca-Göktürkçe iki dilli 14 satırlık Somon Sevrey Taşı, yine aynı bölgedeki 1 satırlık Somon Tes Yazıtı ile Mogolistan'daki Bayan Ölgey Müzesi'ndeki yazılı taş nine'ler ve kaya tasvirleri, Çin’de Yili Irmağı boylarındaki Mongolküre’de, üzerinde Mu-Kan Kağan’dan söz eden Sogdca bir metin bulunan taşbaba heykeli, Açitnuur (Acı Göl) Yazıtı, Hatuuv-us Yazıtı, Kırgızistan'daki Balasagun şehrinin iç kalesindeki Süryani alfabesi ile yazılmış Göktürkçe yazılar Türklerin tarihine ışık tutacak diğer yazıtlardır. Göktürk yazıtlarında adları sık sık geçen ve Baykal gölünün batısında yaşadıkları bilinen Kurıkanlar aşiretine ait kaya resimleri arasında bazı Göktürkçe kelimeler görülür. 1922'de Buryat ülkesinde bulunan iki ağırşak üzerinde bazı Göktürkçe sözcükler vardır. 1934'de Ulan Bator civarında bulunan bir kiremit yazıtta ise Göktürk tanrılarının adları okunur. Kuzey Kafkasya'daki Kuruçay-Baykal bölgesinde 1960'tan bu yana bulunan 74 kadar yazıtlarda kullanılan dilin Türkçe kökenli olup olmadığı meselesi henüz açıklığa kavuşmamıştır. Daha önceleri üzerinde Göktürkçe bir satır bulunduğu ileri sürülen Akbatır Taşı'nın ise aslında bronz çağından kalmış olduğu ve üzerinde Göktürk harfli bir yazının bulunmadığını tesbit edilmiştir.
Yeni Bulunan Yazıtlar
Kırgızistan’daki Çu Irmağı vadisinin güneydoğusunda, iç Tien-Şan (Tanrı Dağları) bölgesinde 1998'de Dr. Kubat Tabaldiev tarafından keşfedilen runik yazıtlar Koçkar kasabasının yaklaşık olarak 45-50 km doğusundaki Karasu köyünün 3 km güneyindeki Gök-Say mevkiinde yer almaktadır. Andezit taşların yüzeyine vurgu tekniğiyle dağ koçu, dağ keçisi ve savaşçı resimleri yapılmıştır. Sağ elinde bir şahin tutan savaşçının silahları ve atının koşum takımları büyük bir özenle işlenmiştir. 8.-10. yy'a tarihlenen toplam sekiz ayrı taşın yan tarafındaki runik yazıtlarda Göktürkçe “Er adım Asık on ok” cümlesi tekrarlanmaktadır. Bu tür iç Tien Şan Bölgesinde ilk kez rastlandığı belirtilmiştir.
Göktürkçe'nin tarihi Orhun Yazıtları'nın tarihi olan 8.yy'dan başlatılır. Ancak 1971'de Alma Ata’nın güneyinde, Issık Göl yakınlarındaki Esik Kurgan'daki altın pullarla kaplanmış bir elbise giymiş bir İskit prensinin mumyasının yanında bulunan ve MÖ 3.-5.yy'a tarihlenen gümüş kasenin dibindeki 24-26 işaretlik metin okunabilirse (ki yazı çok küçük olduğundan okunan metin konusunda şüpheler vardır) Göktürk yazısının tarihini Orhun Yazıtları'ndan 1000-1200 yıl önceye götürmek mümkün olacaktır.
Geride okunmayı bekleyen pekçok yazıt vardır. Bir de Orta Asya'nın uçsuz bucaksız steplerinde bulunmayı bekleyenleri düşününce insan heyecanlanmaktan kendini alamaz. Bunları okudukça "Ben Tanrı kulu, yazdım!" diyen insanın haklı gururunu hissetmemek ise mümkün değildir...