Türklerde Tören(Merasim)...
Türk soyları için aynı etnik birliklere dahil oldukları için onların merasimlerindeki benzerlikler doğaldır. Fakat bu benzerliklere rağmen bugünün Türk soylu halklarının ananelerinde, dinî inançlarında ve aynı olan merasimlerinde farklar ortaya çıkmaktalar. Bunun sebeplerini açığa çıkarmak için Türk soylarının geçmişi ve bugünü için birkaç söz söylemek gerekiyor.
Bildiğimiz gibi, merasimler ikiye ayrılmaktalar. Bunlar aile ve mevsim merasimleridir.
Aile merasimleri, insanın doğumundan ölümüne ve hatta ölümünden sonra yakınları tarafından yapılan tüm merasimler ve onlara bağlı adet ve ananelerdir. Bu merasimlere aşağıda belirtilen maddeler dahildir.
a) doğum merasimi;
b) toy (düğün) merasimi;
c) yas (hüzün) merasimi;
Bu merasimlerin her biri ayrı ayrı adet ve geleneklerle zenginleşir. Örneğin, doğum merasimi, insanın dünyaya gelişi, hatta doğum öncesi, kir (kirli) suyun dökülmesi, saçın ilk kez kesilmesi, çocuğun ilk adımı, isim koyulması, ailenin benimsediği dini kabul etmesi (sünnet, haç suyunun içine salmak gibi) ve diğer adet ve merasimleri kendinde toplamaktadır.
Düğün (toy) merasimi de öyle. Burada kız beğenmek, kız görmek, söz almak, elçilik, nişan gibi adetler ve merasimler vardı. Eskilerden beri bir olan Türklerin bu merasimlerinde, bugün farkları oluşturan sebepler nelerdir? Bu sebeplerin merasimlere ne gibi etkisi olmuştur? Bu soruyu cevaplandırmak için o halkların geçmiş (eski) tarihine göz atmak gerekiyor.
Konu edilen Türk boyları ayrı-ayrı dönemler içerisinde farklı dil birleşmelerine dahil olan halklarla temasta olmuş, onların dillerinden, dinlerinden, kültürlerinden birçok şey almışlardı ve aynı zamanda kendilerinin de onların üzerinde etkisi olmuştur. Bu etki ve kültür alış-verişi doğal (tabiî) bir sürece bağlı olursa, bunu hissettirmeden, halkın millî karakterine dokunmadan ve tarihinde kara sayfalar oluşturmadan devam etmektedir.
Yakın ve zor olan gücüne rağmen birçok şeylerin yasaklanması ve kabul ettirilmesi, halkın psikolojisinde, hafızasında silinmez izler, kapanmayan yaralar bırakmaktaydı. Bu tür yakıştırmalar, özellikle dine aittir. Din her şey demektir. Demek istediğimiz şu, dinin halkın hayatının tüm sahalarında çok ciddî etkisi vardı ve belirtilmiş (kesin) çerçeveler içine girmeye mecbur ediyordu. Bunun etkisini bizler giyim, yemek, içmek ve ahlakî kurallarda görmekteyiz. Birçok durumlarda bu etki o kadar güçlü olur ki, onu eski âdetlerden, merasimlerden ayırmak zor olurdu. Bu engeli ortadan kaldırmak için ayrı ayrı dinleri örnek alan Türk boylarının merasimleri arasında mukayeseli araştırmaların önemli olduğunu vurgulamak gerekiyor.
Bunlar hangi Türk toplulukları idi ve onların bugünkü durumu nasıldı? Sovyetler döneminde “millî politika” kendi işini öyle görmüş ki, 1985 yılından sonra halklar müstakillik (bağımsızlık) uğruna yaptıkları mücadele bu konuda birçok düzelmesi mümkün olmayan engellerle karşılaşmış oldular.
Farklı etnik grupları, tarihi ve dini olan halklar, suni şekilde birbirlerine kaynaştırılmıştır. Örnek olarak, Karaçay Malkarlıları göstermek mümkündür. Karaçay-Malkar dilinde konuşan bir soyun iki topluluğu parçalanarak Karaçay-Çerkez ve Kabarda-Balkar müstakil bölgeleri olarak ayrılmışlardı.
İkinci manası halkın yerleştiği toprakların parçalanarak komşu müstakil kuruluşlara verilmesi idi. Bu durumun, özellikle devlet kuruluşu olmayan halkları ilgilendirmesi gerekiyordu. Bunlardan Sibirya Tatarları ve Noğaylıları örnek olarak gösterebiliriz. Noğaylıların toprakları bölünerek (parçalanarak), bir zamanlar bir kısmı Çeçen-İnguş müstakil bölgesi ve diğer kısmı ise, Dağıstan içine dahil edilmiştir.
Bu gün Noğayların müstakilliği, topraklarını birleştirme uğruna verdiği mücadelenin sonuçsuz kaldığı görülmektedir.
Bu gün ayrı ayrı toplulukların bir zamanlar birleştirilerek bir isim altında listelere çevrildiğine şahit oluyoruz.
Tölösler, Telcutlar, Altay-kijiler, Telengitler, Kumandılar, Çalkanlıklardan oluşan ve genel (toplam) nüfusu 71 binden fazla olan Altaylılar, Kaşlar (Kaçinler), Sagaylar, Beltirlerlerdi. Kızıllardan oluşan, nüfusu 80 binden fazla olan Hakaslar, Tümenler, Tarlar, Tobollar, Barabalar, Çulımlar ve diğer topluluklardı. Sibirya Tatarlarının ise, toplam nüfusu 100 bine yakındır. Bu milletlerin bazılarının devlet statüsü yoktur ve onlar Rusya devletinden kendi kültürel müstakilliyetleri talebinde bulunuyorlardı.
Bu konuda Sibirya Tatarları temsilcisi, ilim adamı F. Valeyev, 10 Temmuz 1997 tarihinde, Başkurdistanın baş kenti olan Ufa şehrinde gerçekleştirilen, benim de katıldığım Türkoloji kongresinde, bu topluluklarla ilgili bir konuşma yapmıştır. “Tüm bu birleşmeler, parçalanmalar doğal olarak kendi iyi veya kötü sonuçlarını göstermek zorunda idi. Böylece, sonuç olarak karışık aileler ortaya çıkmakta idi, dillerin, dinlerin karışması, antropolojik değişimleri ortaya çıkarmakta idi. Ailede tarafların üstünlüğüne bağlı kalarak, bazı adet ananelerin kaybolmasına ve aynı zamanda bir haylisinin de uyanmasına meydan açıyordu. Tarihî olaylarla kaynayan orta asırlar, Türk halkların hayatında derin izler bırakmıştır. Gagauz ve Hakaslar Hıristiyanlığı, Tıvalılar, Lamaizmi kabul etmek zorunda kalmışlardı. Kaydettiğimiz gibi Hıristiyan Türklerin öncüleri bu dini Çarlık Rusya'sının “millî politika” baskısı sonucunda kabul etmişlerdi. Sovyetler Birliği topraklarında yaşayan, sadece bir tek Hıristiyan Türk topluluğu Hıristiyanlığın pravoslav kolunu Rusya'nın sınırlarından uzakta kabul etmiştir.”
V. Radlov, Abakan Tatarlar ve yeni Hakaslar hakkında yazıyordu: “Demek olur ki, onların (Hakasların) hepsi Haç suyuna salınmış ve Hıristiyan isimlerini taşıyorlardı. Yalnız buna rağmen birçok bölgelerde Şaman kavalı açıkta muhafaza edilirdi… Sanki, Abakan Tatarları, Ruslardan eski dinlerine sadık kaldığını gizliyor ve onlarla bir arada oldukları zaman, kendilerini gerçek Hristiyan gibi göstermeyi seviyorlardı…” Sonradan suni hızla yaygınlaşmış Hıristiyanlık, Şamanizm'i halkın zihninden, hayatından çıkaramamıştı. Anlattığımız toy (düğün) merasimlerinde, Hıristiyanların etkisi, Gagauzları etkilemiştir. Bunun kaynağı, bu halkın göçebe hayat tarzı sürmesinden kaynaklanıyordu. Hıristiyanların sürekli kiliseye gidip ibadet etmeleri, dini ayinlerini gerçekleştirdikleri zaman papazın çağrılması, Hakasların eski asırlara dayalı göçebe hayat tarzına uygun gelmiyordu. Gagauzlar ise, yerleşik hayat tarzı sürdürdükleri için (Hıristiyanlığı kabul ettikten sonra), her köyde bir kilise inşa etmişlerdi. Düğün ve yas merasimi, çocuğun kutsal suyla vaftiz edilmesi ve diğer merasimler papazsız yapılmıyordu. Nikahın, kilisede papaz tarafından kıyılması, düğün merasiminin önemli şartlarından biri idi. Aynı sözleri Azerbaycan için de söylemek mümkün. O, bölgelerde, bir zamanlar dağdan düzlüklere, düzlüklerden dağa göç edinmiştir. Aynı topraklarda İslam dini derin kök salamamıştır ve bu gün bundan dolayı düğün merasimleri her yörede farklı yapılır. Bu adetlerin bir haylisi unutulmuştur. Son yıllarda düğünler daha sade, daha da çağdaş anlamda gerçekleştirilmektedir.
Gagauz tarihçisi S. Kuroğlu kendi halkının düğün merasimleriyle bağlı olan geleneklerle ilgili malzemeler toplamış ve yazımızın öncesinde isimlerini çektiğimiz kitaplarda yerleştirmiştir. O, düğün merasimi ile bağlı olan Türkülerden örnekler getirmese de bu Türküler hakkında yazıyordu: Türkülerin nağme ve melodi programının, şekil ve mana bakımından yeniliğe ihtiyacı vardı. Bizce, zamanın deneyinden geçmiş olan, Gagauz kadınlarının büyük yürek yangısı ile okudukları halk şarkılarının, şekil ve mana yenilenmesine ihtiyacı yok idi.
Onlar bizler için okuduklarından ilgi çekici ve değerlidirler. Kayd ettiğimiz gibi, Hakas Türkleri arasında Hıristiyanlık 1707 yılında yayılmıştır. Tahminen bu dönemlerde Altay Türkleri arasında misyoner işler sürdürülürdü. Bu konuda Alman kökenli Rus Türkoloğu, tanınmış bilim adamı V. V. Radlov, bizlere Sibirya gezisinden ilginç bilgiler aktarıyordu. “Halgar hapishanesi’nin” bölünmüş, verimli topraklarında Ruslar, Türklerin mesken ettikleri bölgeleri almak için birçok yollar denemişlerdi. O yollardan biri de yerli toplumun Hıristiyanlaştırılması idi. Misyonerler her tarafta Hıristiyanlığı yaygınlaştırmak için propaganda yapıyorlardı. Bundan dolayı toplumun yerleşik yaşamı için yeni şehirler, kiliseler kuruyor, yerli halklarla Rus kızları arasında ise evlilik ortamı sağlıyor, Rus okulları açıyorlardı. Örneğin 1830 yılında Teleut aulu (köyü) Ulaluda “Arkimandrit Makariy Kilisesi”, Altay bölgesinde ilk Hristiyan kiliselerinden biri olmuştur. On dört yıl içinde, 366 erkek, 309 kadın Hıristiyan dinini kabul etmiştir. Radlov’un, Altay bölgesini son ziyareti sonucunda ve bu konuda araştırmalarında bildirdiği gibi sekiz misyoner merkez vardı. Ulalu, Muytu, Urusul veya Ongoday, Şamal, Kara Anuy, Makrayev, Köbizen. Bu topraklarda yaşamış olan, vaftiz edilmiş ahali, Ruslarla birlikte yaşamlarını sürdürüyor ve Rus dili, Rus adet ananelerini öğreniyorlardı. Misyonerlerin asıl hedefi bu Türk topluluklarını bir Hıristiyan gibi yetiştirmek idi. Hıristiyanlığı kabul etmiş olan yerli halk, kendini Ruslara benzetmeye çalışıyor, onlar gibi giyinip, onların yediklerinden yiyor ve hatta kendi aralarında, sohbetlerinde birçok Rusça kelime kullanıyorlardı. (V. Radlov’un o dönem için yazdığı sözler bu gün yalnız Sibirya Türkleri için değil, geçmiş Sovyet Birliği’nde yaşamış diğer Türkler için de geçerli idi.)
Ruslara benzemeye özen gösteren yerli halk için en büyük mutluluk Rus kızları ile evlenmek idi. Çünkü bu evlilik sonucu, onlar artık kendilerini bir Rus olarak görebiliyordu. Böyle karışık evlilik sonunda, doğrulan çocuklar Türklüğünü yitirmekte idi. Rus annelerinin doğurduğu evlatlar, Türk atalarının dilini bilmiyor veya çok kötü biliyordu. Bu çocuklar Rus okulunda okuyor ve bu anlayışta yetişmiş oluyorlardı.
Kaynaklar.Yazı içersinde belirtilmiştir..