KIRIM TATAR TARİHİAltın Orda devleti içindeki Tatar kabileleri 14. yüzyıldan itibaren Kırım Yanmadası'na yerleşmiş ve buradaki yerli halkla karışmıştır .Kırım Yarımadasında Kefe, Gözleve ve Azov gibi o dönemin Avrupa standartlarına göre büyük şehirlerinde başta Yunanlılar, Gotlar, Ermeniler, Yahudiler ve İtalyanlar; kuzeyde ise çoğunluğu Müslüman olan ve Türk kökenli diller konuşan birçok göçebe kabile yaşamaktaydı .Zaman içinde göçebe kabilelerin güneyde yaşayan halklar üzerinde siyasi bir ağırlığı olmaya başlamıştır. Kültürel açıdan bakıldığında ise, bazı araştırmacılar, kuzeydeki Nogayların güneylilerin kültürünü benimsediklerini ileri sürmektedir .Ayrıca, bazı kaynaklar, 13. yüzyılın ikinci yarısında Anadolu'dan da göçler olduğunu göstermektedir. Altın Orda devletinin zayıflamasının ardından 15. yüzyılın ortalarında Kırım Hanlığı kurulmuştur.
Kırım Tatarlarının etnik kökenine ilişkin çeşitli görüşler olmakla birlikte Kırım Tatar etnisitesinin oluşumunun 14. yüzyıl sonu ile 15. yüzyıl başına denk geldiğini ve Kırım Tatarlarının etnik olarak heterojen bir grup olduklarını söyleyebiliriz. Yukarıda da kısaca belirtildiği gibi. Kırım, tarih boyunca çok farklı halkların ve kültürlerin karşılaştığı bir yer olması nedeniyle, bu farklı halkların ve kültürlerin karışımından etnik bir sentezin ortaya çıktığı kolaylıkla ifade edilebilir.
Kırım Hanlığı 1475'ten itibaren Osmanlı İmparatorluğu"nun himayesine girmiş; ancak, 1769-1774 Osmanlı-Rus Savaşı'nın ardından imzalanan Küçük Kaynarca Anlaşması ile Osmanlı himayesi son bulmuştur. 1783 Rus istilasına dek Osmanlı himayesinde olmasına karşın bağımsız kabul edilen Kırım Hanlığı, bu tarihte Çariçe II. Yekaterina'nın kararı ile ilhak edilmiş ve ortadan kaldırılmıştır. II. Yekalerina, İslam'a karşı görece liberal bir politika izlemiş, imparatorluk geleneğine uygun olarak tüm diğer halkların aristokrasilerine olduğu gibi Kırım aristokrasisine de önemli haklar tanımıştır. Ancak, bu tarihten itibaren Kırım halkı fakirleşmeye başlamış ve bu durum başta Osmanlı İmparatorluğu'na olmak üzere Kırım Tatar halkının kitleler halinde göç etmesine neden olmuştur. Bu göçler özellikle Kırım Savaşı'ndan (l 853-1856) sonra artmıştır .
Rusya, hemen hemen Rus nüfus bulunmayan Kırım'ı ilhak ettikten sonra Slavlaştırma politikası izlemiştir. Rusya'nın temel hedefi, Kırım'ı anavatanın bölünmez bir parçası haline getirmekti. Slavlaştırma politikası çerçevesinde 1850'lerde Kırım'da "kolonist"lerin toplam nüfusu 70.000'i geçmişti. 1917'de gelindiğinde ise yaklaşık 22 farklı millete mensup kolonisi bulunuyordu .Sovyet Devrimini takiben 1917'de bir grup milliyetçi Tatar Tatar Özerk Cumhuriyeti'ni kurmaya çalışmış; ancak, bu girişim Bolşevikler tarafından kısa sürede engellenmiş ve Noman Çelebi Cihan'ın öldürülmesiyle son bulmuştur. Bu dönemde Kırım'daki Tatar nüfus 1/4 oranında azaltılmış; sonuç olarak nüfus dengesi, ekonomik ve kültürel yapı önemli ölçüde değişmiştir.
Her ne kadar, 1921'de Bolşevikler özerk bir Kırım Cumhuriyeti ilan etmişlerse de Cumhuriyetin adına Tatar ibaresi kullanılmamıştır. Bunun nedeni olarak Kırım Tatar nüfusun azlığı ileri sürülmüştür. Ancak, Kırım Tatarcası Rusça ile birlikte resmi dil olarak kabul edilmiş ve Kırım Tatarlarının önemli yönetim görevlerine gelmeleri 1920'lerde izlenen Sovyet milliyetler politikası gereği mümkün olmuştur. Kırım Tatarlarında zengin bir edebiyat geleneğinin varlığı bu yıllarda onların gerek eğitim, gerek diğer alanlarda önemli gelişmeler elde etmelerini mümkün kılmış ve bu dönem adeta Kırım Tatarlarının kültürel olarak canlandıkları ve özgürleştîkleri bir dönem olarak Kırım Tatar tarihinde yerini almıştır .Ne var ki, 1920'li yılların bu özgürlükçü ortamı çok uzun sürmemiş; 1920'lerin sonundan itibaren ve 1930'lu yıllarda Sovyet milliyetler politikasındaki değişikliklere koşut olarak ortadan kalkmıştır .Esasen, Kırım Tatarlarına yönelik ilk sürgün hareketleri komünizme inanmış Veli İbrahimov ve arkadaşlarının 1928'de sürgünü ile başlamıştır. 1930'lu yıllar boyunca da milliyetçi hareketlere öncülük ettiği düşünülen Kırım Tatar entelektüelleri Stalin'in politikaları çerçevesinde ya öldürülmüş ya da sürgüne gönderilmiştir .
Bilindiği gibi, İkinci Dünya Savaşı'nın son dönemlerinin en önemli özelliği, Stalin dönemi Sovyet Rusya'sının Rus olmayan, özellikle de coğrafi olarak stratejik diye nitelendirilebilecek yerlerde yaşayan halklara duyduğu güvensizliktir. Bu güvensizlik, aralarında Kırım Tatarlarının da bulunduğu birçok halkın sürülmesine neden olmuştur. Bu dönemde Kırım Tatarlarının Almanlarla işbirliği yaptığı iddiaları gündeme getirilerek 1944 sürgünü için gerekli atmosfer yaratılmıştır. Nisan 1944'te Kızıl Ordu'nun Kırım'a girmesinin ardından İçişleri Bakanlığı Milletler Komiseri Lavrenty Beria, Kırım Cumhuriyeti'ndeki anti-Sovyet öğelerin temizlenmesi emrini vermiş ve bu emir doğrultusunda sürgün Mayıs ayında gerçekleştirilmiştir .Sürgüne ilişkin kesin rakam vermek çok mümkün olmamakla birlikte 200.000 civarında Kırım Tatarı Orta Asya Cumhuriyetlerine sürülmüş ve sürgün sırasında önemli can kayıpları olmuştur. Sürgünün gerçek nedenine ilişkin farklı görüşler öne sürülmekle birlikte burada benimsenen görüş. Fisher'in de altını çizdiği gibi , Stalin'in Türkiye üzerindeki Sovyet etkisini arttırma arzusu. Boğazları kontrol altında tutma hedefi ve buna bağlı olarak da sınırlarda herhangi bir Türk unsuru bırakmamaktır. Ahıska Türklerinin sürgünü bu görüşü destekleryen önemli bir örnektir. Stalin döneminin en dikkat çekici uygulamalarından biri, Türkiye sınırlarındaki bütün Slav ve Ermeni olmayan halkların sürülerek yerlerine Rusların, Ermenilerin veya Ukrainlerin yerleştirilmiş olmasıdır. Bu açıdan, Kırım Tatarlarının ve Ahıska Türklerinin sürgünleri önemli bir benzerlik göstermektedir .
Kırım Tatarları sürgün edildikleri yerlerde "özel yerleşime" (spetsposeleniye) tabi tutulmuşlardır .Stalin'in ölümünün ardından Nikita Kruçev ile gelen göreli yumuşama politikası ile özel yerleşime 1956 yılında son verilmiş; ancak, birçok sürgün halkına tanınan topraklarına geri dönebilme hakkı Kırım Tatarlarına tanınmamıştır. Kırım Tatarları bu hakkı 1989 yılında elde edebilmişlerdir. Sürgün sonucunda Kırım Tatarları, daha önce sahip oldukları haklardan, özellikle de rejim tarafından resmi olarak tanınan halkların sahip olduğu temel haklardan (kendi dilinde eğitim gibi) mahrum bırakılmışlardır. Büyük çoğunluğu Özbekistan'a sürülen Kırım Tatarları Orta Asya'da sürgünde yaşamış ve bölgenin gelişimine katkıda bulunmuşlardır. Kırım Tatarları gerek ekonomik, gerek kültürel açıdan Orta Asya halklarından hem etkilenmiş, hem de onları etkilemişlerdir.
KIRIM TATAR MİLLİ HAREKETİ (VATANA DÖNÜŞ MÜCADELESİ)Kırım'ın Ruslar tarafından işgaline (1783) kadar götürülebilecek Kırım Tatar Milli Hareketinin 200 yıllık bir tarihi olduğu söylenebilir. Elbette, bu hareketin değişen koşullara göre farklı yöntem ve stratejiler izlediği malumdur. Bu çerçevede, çağdaş Kırım Tatar Millî Hareketinin lideri Mustafa Cemil Kırımoğlu, milli mücadeleyi l783"ten Kırım Savaş'ına (1853-1856); Kırım Savaşı'ndan 20. yüzyılın başına; 20. yüzyılın başından günümüze olmak üzere (son dönemde bazı bölünmeler olmakla birlikte) üç ana döneme ayırmaktadır .
Kırım Tatarları Kırım'ın Ruslar tarafından işgalini takiben, her ne kadar, savaşarak topraklarını Rusların elinden kurtarmayı istemişlerse de Osmanlı-Rus Savaşının neden olduğu zor koşullar ve Rusya yanlısı ve Çariçe II. Yekaterina'nın politikalarına sıcak bakan Shakhin Giray Han'ın tutumu nedeniyle Ruslara karşı bir direnç gösterememişlerdir . Bu durum, bir taraftan Kırım'daki Kırım Tatar nüfusun göç etmesine, diğer taraftan da Kırım Tatar toplumunun kültürel yapısının önemli bir tahribata uğramasına neden olmuştur.
Kırımoğlu'nun ifade ettiği ikinci döneme damgasını vuran isim İsmail Gaspıralı'dır. Gaspıralı'nın Kırım Tatar halkının milli uyanışını teşvike ilişkin fikirleri, Rus İmparatorluğu'nun ilk Müslüman gazetesi olarak 1883 yılında Rusların Kırım'ı işgalinin tam 100. yılında Bahçesaray'da yayınlanan Tercüman Gazetesi ve daha sonra da kurulmasına öncülük ettiği milli okullar aracılığıyla yayılmıştır. Gaspıralı, bağımsızlığa giden yolda en önemli adım olarak eğitim sisteminde değişimi görmüştür. Zincirli Medrese'de yetişenlerin ses getirmesi ve Usuli-i Cedid okullarının yaygınlaşması toplumsal değişim açısından bir devrim niteliği taşımıştır .