Gönderen Konu: ATSIZ ATA'NIN ORKUN'A VERDİĞİ RÖPORTAJ 46 YIL SONRA İLK KEZ YAYINLANIYOR  (Okunma sayısı 5303 defa)

0 Üye ve 2 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı KAFKASKURDU

  • Türkçü-Turancı
  • **
  • İleti: 30
  • Varlığım Türk varlığına armağan olsun!
Orkun dergisi kapatıldıktan sonra.1962 yılında İ.Hakkı YILANLIOĞLU tarafından yeniden çıkarılmaya başlanmıştı.İşte Atsız Ata'nın o dergiye verdiği roportaj.Derginin aslı bende.Ben aynı dergiyi noktasına virgülüne dokunmadan Word belgesi şeklinde düzenledim.Dergide röportajı yapan kişinin adı yazmıyor.


            Sahibi
İ.HakkıYILANLIOĞLU
Kastamonu Milletvekili
                *
             Kurucusu
              Atsız
                 *
     Yazı İşleri Müdürü
  Işıksal BALTACI   ORKUN
      AYLIK FİKİR,ÜLKÜ VE SANAT DERGİSİ   ABONE
Yıllık:12,5Lira
Altı aylık:7 Lira
Bakanlıklar P.K.98
    Ankara
Tel:11 49 60
YIL:1.                               MART 1962   SAYI:2
Röportaj:          
              Çeşitli Konular Üzerine
ATSIZ’IN FİKİRLERİ
    Atsız’ın Maltepe’deki mütevazi evindeyim.İlk defa geldiğim evi bulmak güç olmadı.Trenden inip de biraz yürüdükten sonra adresi sorduğum ilk vatandaş,beni eve kadar getirdi.
     Hal hatır sorup umumî ve günlük meseleler üzerinde biraz hoşbeşten ve kahvemi de içtikten sonra:
   ―Efendim,sizi daha fazla rahatsız etmemek için,müsaade ederseniz hemen sorularıma geçmek istiyorum.
         dedim.Atsız Beğ:
   ―Buyrun,diye cevap verdi,aklımın erdiği kadar cevap vermeye çalışayım.Ve ilk sorumu sordum:
   ―Son zamanlarda köyü konu olarak alan bir roman çeşidinin ısrarla ileri sürüldüğü görülüyor.Bunda bir hususi maksat var mıdır ve sadece köyden bahseden bir romanla gerçek hayatın aksettirilmesi mümkün müdür?Bu husustaki fikirlerinizi rica ediyorum.
        Atsız Beğ,kısa bir müddet düşündü ve sonra ağır ağır şunları söyledi:
 
   ―Roman denilen nesne hayatın edebî bir aksi olmak iddiasındadır.Türk hayatının her yönünü konu olarak alabilir.Hattâ yalnız köyden bahseden roman da yazılabilir.Fakat bunu yazacak insanın cidden edebiyatçı ve romancı olması lâzım gelir.Son zamanlarda köyü konu edinen romancılar ise edebiyatçı değil,komünist propagandacısıdır.Bunlar Türk edebiyatına orijinal veya sadece edebî değerde bir eser vermek için değil,Türk ruhunu baltalayarak Moskofçuluğa yarar bir ortam hazırlamak için köyü ele alıyorlar.Bu romanlarda fikir ve dil sefaletinden,hayâsızlıktan başka ne var?
      Vaktiyle,XV. yüzyıldaki Hurufilik zekâ ve seviye bakımından nerede idiyse,bunlar da bugün aynı hizada bulunuyorlar.Osmanlı Devleti’ni yıkmak malihülyasında olan Hurufiler edebî kisveye bürünerek Fatih Sultan Mehmed’in sarayına kadar girmiş,fakat sonunda idam edilmişlerdi.Bugünkü Moskofçular da yine aynı edebî kisveye bürünerek birtakım yerlere sızmışlarsa da onların sonları da hüsran olacaktır.Türk ırkının yapısı gibi sağlam bir yapıyı böyle birkaç düzüne kültürsüz hafifmeşrep yıkamaz.Bunlar ancak sosyal hayatta rahatsızlık ve huzursuzluk doğurabilirler.
        Bu romanların çok okunması da hiçbir mâna ifade etmez.Mayk Hammer daha çok okunuyor.Kültür seviyesi ve edebî zevk yükseldikçe bu türlü yazılar hiç okunmaz olacak ve sahipleri kendiliğinden susacaktır.
       Bugün bu bayağı köy romanlarının hakiki münekkitler tarafından tenkidi değil ,Moskofçu mahutlar tarafından reklâmı yapılmakta ve ancak edebî kültürü olmayanlara tesir edilebilmektedir.
        Fakat bazan resmî makamların gafletleri de göze çarpmaktadır.Meselâ Millî Eğitim Bakanlığı tarafından yayınlanan Tebliğler Dergisi’nin 10 Nisan 1961 tarihli 1148. sayısında “Sait Faik’in Hayatı” adlı eser Millî Eğitim Müsteşarı N.Âdil Erkman tarafından okullara tavsiye edilmektedir ki büyük hatadır.Said Faik gibi temayülleri malûm ve hiçbir edebî şahsiyeti olmayan bir yazarın hayatını orta öğretimdeki çocuklar niçin öğrensin?Malûm olduğu üzere bizim orta öğretimdeki gençlerimiz henüz millî takım kadrosunu bellemekle meşgul oldukları için,daha klâsik şairlerimize bile sıra gelmeden Said Faik’e atlamak merci aşmak olur ki hiyerarşiye aykırıdır.Herhalde müsteşar zamana ve edebiyat tarihine ehemmiyet vermediği için  Said Faik’i Fuzulî falan ayarında eski bir şahsiyet sanmış olacaktır.
        Sözün kısası bugünkü köy konulu romanlar Kremlin’in Türkiye’de çalan plâklarıdır.
        
       ―Birtakım yazarlar,milliyetçiliği artık zamanı geçmiş bir fikir olarak göstermeye çalışıyorlar.Bu hususta bilhassa gençliğe ışık tutacak düşüncelerinizi lûtfeder misiniz?
          Atsız,kütüphanesinin bir gözünden çektiği Tebliğler Dergisi’ni yerine koyduktan sonra ağır ağır konuştu:
      
       ―Milliyetçiliğin zamanı geçmez.Dünyada milletler ve diller kaldıkça milliyetçilik de kalacaktır.Yeryüzündeki memleketlerin hepsinde az veya çok bir milliyetçilik hüküm sürmektedir.Milliyetçiliklerinin adı olmayan İngilizler’de koyu bir milliyetçilik olduğu gibi,Hindistan’da,Araplarda,İsrail’de,hattâ milliyeti reddeden komünist ülkelerde de milliyetçilik vardır.
           Milliyetçiliğin zamanının geçmiş olduğu hakkındaki iddialar,Moskofçuların propagandasıdır.Onların bilinen taktiklerinden biridir.Bir de içimizdeki Devşirme artıkları kendilerini asıl milliyetlerinden vazgeçirmiş olan Türklüğe karşı duydukları hıncı,milliyetçiliği reddederek almak sevdâsındadırlar.
            Esefle söylemek lâzımdır ki milliyetçiliği en sathî olan memleket biziz.Halbuki Türk milliyetçiliği milâttan önceki zamandan,Mete Yabgu’nun çağından başlamaktadır.Her zaman kendini göstermiş ve parlak şahsiyetler yetiştirmiş bulunan Türk milliyetçiliğinin tarihi bir yazılsa göz kamaştırırdı.Bilmedikleri şeyleri yok sanmak,insan tabiatı icabı olduğu için eski Türk milliyetçiliğini inkâr etmek,bunu geçen asrın modası hattâ Avrupalıların bize telkin ettiği bir ülkü saymak yanlıştır.Burada açıklanması imkânı olmayan sebepler dolayısıyla bizde milliyetçiliğin yerini mahallicilik,particilik ve tarikatçılık almıştır.
           Sıra soruların en aktüel bir diğerinde idi:
         ―Efendim,sizi yordum ama,yine çok mühim bir soru soracağım.Cevaplarınızın bütün milliyetçi gençlere yön vereceğine inanarak…Türk  dilinin sadeleştirilmesinin sınırı ve prensipleri ne olmalıdır?
      
         ―Türk dilinin sadeleştirilmesinde şu prensipler hâkim olmalıdır:
          a)Terimlerde Türk kök ve ekleriyle kelime türetmek,
          b)Yazı dilinde Türkçe kelimeleri tercih etmek,
          c)Türkçe olmayıp da kullanmaya mecbur olduğumuz kelimelerden Türk fonetiğine uygun olanları seçmek,
          ç)Lüzum yokken yabancı kelime kullanmaktan şiddetle kaçınmak,
          d)Kelime türetir veya tercih ederken Türk dili zevkini kollamak
.
      
        ―Bu hususları biraz ve lütfen açıklar mısınız?
      
       ―Terimler yalnız derslerde ve ihtisas sahipleri arasında kullanılacağı için bunların kabulünde güçlük yoktur.Nitekim bugünkü öğrenciler matematik,hendese,biyoloji terimlerinin çoğunu Türkçe olarak kullanmaya alışmışlar ve çevrelerini de alıştırmışlardır.Artık bizim neslimiz de “zarp”,“taksim”,“yekûn”yerine “çarpma”,“bölme” ve “toplam” kelimelerine ısınmıştır.Yalnız,vaktiyle bu terimler alınırken lüzumsuz yanlışlar yapılmış,meselâ “zaviye” ve “müselles” yerine “açı” ve “üçken” diye güzel Türkçe karşılıklar bulunduğu halde “murabba” yerine Fransızca’dan “kare” alınmıştır.Kare kelimesinin ilk hecesi kalın,ikincisi ince olduğu için dilimizin ses uyumu kanununa aykırı düşmektedir.Bundan başka bunun Türkçe karşılığı Türkistan Türklerinde “törtkül” olarak kullanılmaktadır.Bu kelimenin batı Türklerindeki şekli “dördül”dür.
         Terim koymak için gerçek dilcilerden meydana gelmiş bir terim kurulu olsaydı da bunlar kelime türetselerdi dilimiz daha zengin ve daha millî olurdu.Aynı dert bugün de vardır:Bilim ve teknik alanından her gün birçok terimler icad olunmakta ve bunlar ister istemez halk diline girmektedir.Bu kelimeler Türkçeleşmeden girdikleri için dilin yapısı bozulmakta ve aydınlar bu kelimeleri aslî şekilleriyle söylemeyi kültür sahibi olmanın icabı saymaktadırlar.
          Bir terim kurulu gayet uyanık ve şuurlu olarak bu yeni terimlerin Türkçe karşılığını bulup kabul ettirirse birkaç yüzyıl sonraki yeni bir dil buhranının önüne geçmiş olur.
     
        ―Peki efendim,Türk dili alanında otorite sayılmayan kimselerin birtakım kelimeler uydurarak dilimize mal etmeye çalışmalarına ne diyorsunuz?Meselâ bir vakitler Nurullah Ataç böyle kelimeler uydurur ve kendisini üstat tanıyanların gayretiyle bu kelimeler dergi ve gazetelerle yayılmaya çalışılırdı.
        
        ―Efendim.Nurullah Ataç ciddî ve Türklüğe inanmış bir adam değildi ki Türkçeci olsun.Yalnız Fransız kültürüyle beslenmiş,kendisinin bir batılıdan biraz aşağı,fakat bir doğuludan biraz üstün olduğunu ilân etmekle aşağılık duygusu içinde bulunduğunu açıklamış,orijinal gözükmek için hiçbir tuhaflıktan çekinmemiş bir insandı.Türk dili alanında otorite olmak şöyle dursun,söz söylemek yetkisi bile olmayan bir yazar olduğu için fikirlerinin,iddialarının hiçbir değeri yoktur.Nitekim yazıları,o devrin fikir sefaletini gösteren örnekler olarak dergi yapraklarında kalmıştır.
             Onun bu uydurma Türkçeciliğini,fikir arkadaşlarını dikkate alarak,şüphe ile karşılamak da kabildir.Meselâ “kelime” karşılığı olarak “tilcik”(yani bizim lehçemizle“dilcik”)diye bir söz kullanılırdı.Bunun asıl anlamı kadınlık uzvunun bir parçasıdır.Bu kadar gülünç bir üstadın ardından gidenlere gelince:Ne diyelim?İnsan hakları beyannamesine göre fikirler muhteremmiş…
            
              Atsız Beğ’i hayli yormuştum.Artık müsaade istemek zamanı gelmişti.Fakat son bir soru daha sormaktan kendimi alamadım:
            ―Efendim,yayın organlarında çoktandır imzanız görünmüyor.Milliyetçi gençlik bunu kendileri için büyük bir eksiklik sayıyor.Niçin yazmıyorsunuz?
                Atsız,hafifçe gülümsedi:
            ―Bunun sebebi Evliyâ Çelebi’ye hayrülhalef oluşumdur.
dedi.Atsız Beğ’e hak vermemek mümkün değildi.Çünkü her gün beş saati Maltepe’den İstanbul’a gidip gelmekle geçiyordu.Yani kelimenin tam mânasiyle yolların tükettiği bir adamdı.Hem de yollar onu yıllardan beri,bir kütüphanede sıradan herhangi bir adamın yapabileceği basit bir işi yapmak karşılığı tüketiyordu.Millî Eğitim Bakanlığının büyük(!) mevkili büyük(!) kişileri bundan dolayı ne kadar övünseler hakları olurdu.  

''Od düşmüş gönlüne;söndür de derdine yan,
 Muhannet yolu kesmiş;çöldeki merddine yan,
 Yarınlar kalleş dolu;mert olan her düne yan!''

Biz Asya'dan Avrupa'ya kardeşlik Türküleriyle değil,ucundan kan damlayan kurt başlı kılıçlarımızla geldik!

Çevrimdışı TiginNoyan

  • Türkçü-Turancı
  • *****
  • İleti: 549
  • Inançu Apa Yargan Tarkan Köl Tigin
    • Steppe History Forum
Paylaşımınız için sağolun.


Türük Oguz begleri bodun eşid: üze teŋri basmasar asra yir telinmeser Türük Bodun iliŋin törügün kim artatı utaçı erti? Türük Bodun ertin, ökün!

Çevrimdışı ATİLLA-TORUNU

  • Türkçü-Turancı
  • ****
  • İleti: 133
  • тєηgяi_кυят || α∂šız ||
Paylaşımın için Teşekkürler Urugdaşım...Bende 21 Nisan 1975'teki Atsız Ata'nın evinde yapılan bir konuşmanın ses kaydını sizinle paylaşmak istedim.Umarım uygun görülür....

(Rapid)
(Rapidsiz)

Çevrimdışı Serhat Balcı

  • Türkçü-Turancı
  • **
  • İleti: 37
  • Tanrı Türk'ü Korusun!
Röportaj ve ses kaydını bizimle paylaştığınız için teşekkürler.
Dökülen kan,Alınan can bizim
Yıkılsın Liberal-Kapitalizm