Gönderen Konu: SEN ÖLMEDİN ATA'M  (Okunma sayısı 13378 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

oguz33

  • Ziyaretçi
Ynt: SEN ÖLMEDİN ATA'M
« Yanıtla #20 : 10 Kasım 2007 »
Uçmağa varışının 69.yılında EBEDİ ve SON BAŞBUĞUMUZ ATATÜRK'ü saygı, minnet ve özlemle anıyorum.

TTK.

Çevrimdışı kızıltamu

  • Türkçü-Turancı
  • ****
  • İleti: 210
Ynt: SEN ÖLMEDİN ATA'M
« Yanıtla #21 : 10 Kasım 2007 »
Yüce Başbuğ Gazi Mustafa kemal Paşa mızı Özlem  saygı ve minnetle anıyorum. Bir dağın yokluğunun iklimi ne kadar değiştireceğini anlıyorum.
Ya Susturacağız Ya kan kusturacağız

Çevrimdışı GoNCaKaTuN

  • Türkçü-Turancı
  • **
  • İleti: 16
Ynt: SEN ÖLMEDİN ATA'M
« Yanıtla #22 : 10 Kasım 2007 »
Mustafa Mutlu'nun köşe yazısı

Ben bugün Atatürk’e çek yırttıran adamı da rahmetle anıyorum!

Atatürk bir gün yakın çalışma arkadaşlarıyla Beyoğlu’nda yeni açılan Turkuvaz isimli bir lokantaya gitti.

Lokantanın sahibesi, Atatürk’ü karşısında görünce hemen özel bir masa hazırlamaya girişti. Ama Atatürk onu engelledi, bulduğu boş bir masaya ilişti. Modern görünümlü insanlar keyif içinde yemek yiyor, mekânın şıklığı dikkat çekiyordu.

Burada gördükleri çok etkilemişti Atatürk’ü... Böyle bir lokantanın yaşaması gerektiğini düşünerek kadına, “Sizin için ne yapabilirim?” diye sordu.

Kadın da böyle bir lokali geliştirmek için çok para gerektiğini ama hiç parası kalmadığını anlattı.

Bunun üzerine, yaverinden çek karnesini istedi Mustafa Kemal ve o günler için hatırı sayılır miktarda bir para yazdı. Çeki kadına uzatacaktı ki tam bu sırada uzanan bir el, onun elini tuttu.

Bu elin sahibi, genç bir doktor olan Reşid Galib’ti.

Atatürk’ün kulağına eğildi Reşid Galib ve fısıldadı:

- Bu parayı vermemelisiniz efendim!

Şaşkınlıkla “Neden?” diye sordu Atatürk...

- Çünkü bu para amaca uygun harcanmış olmaz!

“Allah, Allah...” diye söylendi Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu ve çıkıştı:

- Benim param değil mi, nereye istersem oraya harcarım!

Genç doktor kibarca direndi:

- Hayır efendim, sizin paranız değil. Milletin parası... Size, sadece emanet o para!

Atatürk genç doktorun gözlerinin içine bakarak önce çeki yırttı, sonra da oturduğu yerden kalkarak mekândan ayrıldı, Ankara’ya döndü.

Birkaç gün sonra İstanbul’da kalan Reşid Galib’e bir telefon geldi. Karşıdaki ses, “Maarif Vekilliği’ne atandığını” (Milli Eğitim Bakanı) müjdeliyordu.


***


Bu anıyı Bütün Dünya Dergisi’nin son sayısında okudum. İlk olarak 1947’nin Kasım ayında Millet Dergisi’nde yayınlanmış.

Daha önce hiç duymadığım bu öykü, Atatürk’ün ne kadar önemli bir devlet adamı olduğunu bir kez daha kanıtlıyor. Genç doktorun kendisine verdiği dersi unutamamış, kızmak bir yana; onu Türk gençliğinin eğitiminden sorumlu bir makama atamış.


Bugün 10 Kasım...

Büyük önderi, hayata veda edişinin 69’uncu yıldönümünde saygıyla ve sevgiyle anıyorum...

Ama o gün onun elini tutan genç doktoru da aynı sevgi ve saygıyla anmak istiyorum...

Keşke bugün de “devlet adamları”nın yanında birer Reşid Galib olsa... Ve onlar da trilyonlarca parayı; gözlerini kırpmadan restorasyona, arabalara, şatafata harcayabilen bu insanların ellerini tutup, engel olabilse...

Oysa ne bugünkü devlet adamları Atatürk kadar olgun, ne de bugünün aydınları Reşid Galib kadar cesur...

Yaşadığımız en büyük şanssızlıklardan biri de bana göre bu!



TTK.

Çevrimdışı avsaroglu38

  • Yeni Üye
  • *
  • İleti: 3
Ynt: SEN ÖLMEDİN ATA'M
« Yanıtla #23 : 10 Kasım 2007 »
BAŞBUĞ ATATÜRK'Ü RAHMETLE ANIYOR RUHUN SAD OLSUN ATAM..EMANETİNİN BEKÇİLERİYİZ..
SARAYLARDA SÜREMEM DAGLARDA SÜRDÜĞÜMÜ
BİN CİHANA DEĞİŞMEM ŞU ÖKSÜZ TÜRKLÜĞÜMÜ......

Çevrimdışı Atçeken Beği

  • Türkçü-Turancı
  • ****
  • İleti: 227
Ynt: SEN ÖLMEDİN ATA'M
« Yanıtla #24 : 10 Kasım 2007 »
Değil 69 sene 6900 senede geçse tek ve ebedi Başbuğumuz sensin Ulu Atatürk.

Unutmadık,unutmayacağız.
Oturup düşündüğümde yetim olmadığımı gördüm! Oğuz Han gibi atası, Dede Korkut gibi muallimi, Köroğlu gibi ağabeyi, Mahtumkulu gibi akıl hocası olan birisi hiç yetim olur mu?
Saparmurat Türkmenbaşı

Çevrimdışı motun yabgu

  • Türkçü-Turancı
  • *****
  • İleti: 1566
Ynt: SEN ÖLMEDİN ATA'M
« Yanıtla #25 : 11 Kasım 2007 »
Atatürk’ü ihmal öldürdü!


Son muharebesini ölüme karşı verirken niye çok şanssızdı? Onu, hangi yakın arkadaşının vefatı perişan etti?

Çevresinin büyük bir hatası neden hayatına mal oldu? Açılışını yaptığı Yalova Termal Oteli’nde tesadüfen neyi öğrendi? İşte Atatürk’ü acı sona götüren büyük bir ihmalin hikáyesi.

TARİH: 10 Ocak 1937. Atatürk acı haberi İstanbul’da Dolmabahçe Sarayı’nda aldı; Nuri Conker (Ünlü sosyolog Prof. Nur Vergin’in dedesi) vefat etmişti.

Haber duyulunca sarayda derin bir sükût hákim oldu. Herkes biliyordu ki, Nuri Bey, Atatürk’ün en yakın arkadaşıydı. Deyim yerindeyse "ruh ikizi"ydi.

Atatürk’ün yaşamında senli benli konuştuğu, şakalaştığı tek isimdi. Mahalle arkadaşlığıyla başlayan ilişkileri, askeri okullar, savaş cepheleri, yeni bir cumhuriyetin kurulması gibi güç koşullarda sürüp gitmişti.

Atatürk, arkadaşının ölüm haberini aldığı o gün ve daha sonraki günlerde nedense hep otomobille Şişli ve çevresini gezdi. Bu gezilerinde yalnızdı. Yanına kimseyi istemiyordu. Zaten Nuri Conker’in ölümüyle ilgili kimseyle de konuşmuyordu.

Sadece, bir hafta sonra İstanbul’da oturan çocukluk arkadaşı Asaf İlbay’ın ziyaretine gitti. Geçmişe. Çocukluk anılarına döndüler ama yine de orada da pek kalmadı.

Yaşadığı dramı kimseyle paylaşmamayı sürdürdü. Kimse de çekinip soramıyordu zaten. Depresif bir ruh halindeydi. Manevi kızı Ülkü’yle oyalanarak moral bulmaya çalışıyordu.

İşte tam o günlerde Atatürk’ün vücudunda fiziksel değişiklikler olmaya başladı. Yüzü sararmıştı. Baş ağrısı ve ateşi vardı sürekli. Yorgun ve zayıf hissediyordu kendini. Asabileşmişti.

Yakın çevresi, bu durumu Nuri Bey’in ölümüne duyduğu büyük acıya bağlıyordu...

HASTALIĞIN SEMPTOMLARI

Ankara’ya dönmesi bile ruh halinde bir değişiklik yapmadı.

Ankara’da vücudunda kaşınmalar başladı. Özellikle sol bacağının kasık ile dizkapağı arası çok kaşınıyordu. Burası tırnak izi yaralarıyla kaplıydı. Yaralar merhemle iyileştirilmeye çalışılıyordu.

Kaşıntılar canından bezdirmişti. Kaşıntıların sebebi olarak Çankaya Köşkü’ndeki karıncalar gösterildi! Köşk dezenfekte edildi ama kaşıntılar sona ermedi.

Atatürk, Köşk’ten ayrıldı ama kaşıntılardan yine de kurtulamadı.

Bu arada, durdurulması güç burun kanamaları oluyordu. Hastalık kendini belli etmeye çalışıyor ama kimse görmüyor ya da görmek istemiyordu. Bazı geceler sofrada şiddetli bir öksürüğe tutuluyor, boğuluyor gibi oluyordu.

İnanması güç ama kimse Atatürk’e hasta olduğunu söylemiyordu! Söyleyemiyordu.

Çünkü onlara göre büyük kurtarıcı "ölümsüz"dü. Ölümsüzlüğüne o kadar inanmışlardı ki, hastalık belirtilerini bile görmezlikten geliyorlardı!

Hadi yakın çevresi neyse, doktorlarının bu semptomları görüp neden ciddi bir teşhis girişiminde bulunmadıklarını da anlamak zordu. Diğer yanda Atatürk de hasta olduğu gerçeğiyle yüzleşmek istemiyordu. Bunun sadece ruhsal nedeni yoktu.

O’nun önceliğinde Hatay meselesi vardı ve Fransızların karşısında "hasta bir adam" olarak bulunmak istemiyordu.

Sebebi ne olursa olsun, ne yazık ki bu ölümcül gaflet tam bir yıl sürdü. Hastalığın teşhisi tesadüfen konuldu.

İLK TEŞHİS

Nihat Reşat Belger, bir doktordu.

Aynı zamanda Osmanlı’nın son dönemindeki siyasal olayların merkezinde bulunmuş politik bir isimdi.

Siyasal serüvenine İttihat ve Terakki Cemiyeti’nde başlamış; daha sonra ideolojik ayrılık yaşamış ve Prens Sabahattin’in "liberalizmine" yönelmişti.

Cumhuriyet döneminde ise siyasetten tamamen kopmuştu. Yalova’da yapımına 1935 yılında başlanmış olan Termal Oteli’nin sahibiydi. Otelin açılışı 21 Ocak 1938’de Atatürk tarafından yapıldı.

Dr. Nihat Reşat Belger, Atatürk’ün yorgun halinden şüphelenmişti. Bir sohbetinde konuyu hastalık meselesine getirdi. Atatürk son dönemlerindeki rahatsızlıklarını sıralamaya başladı.

Dr. Belger, izin verirse muayene etmek istediğini söyledi. Ve bu muayene sırasında Atatürk’ün hastalığı teşhis edildi: Karaciğer sirozuydu. Ne yazık ki bu amansız hastalık ilk semptomların belirmesinden bir yıl sonra teşhis edilebilmişti.

Eğer bu teşhis zamanında yapılsaydı Atatürk uygun bir bakımla birkaç yıl daha yaşayabilecekti.

Ancak çevresi onun varlığından o kadar büyülenmişti ki, "ölümsüzlük" tanısı hastalığın görülmesini engellemişti.

Ve bu nedenle aslında Atatürk öldürülmüştü!/_newsimages/4428284.jpg

Atatürk Savarona’da dinlenirken

Siroz hastası Atatürk’ün fiziksel görünüşü pek hoş değil: Karnı şişmiş, bedenindeki adaleler erimiş ve yüzü çatlamış, kılcal damarlarla dolmuştu. Böyle görünmek istemiyordu. Herkese tembihlemişti. Bu nedenle Savarona gemisinden Dolmabahçe’ye getirilişi gece olmuştu. Odasına çok az kişi girebiliyordu.

Neden Çankaya Köşkü’ne gömülmedi

Atatürk’ün nereye defnedileceğine ilişkin üç kişilik komisyon kuruldu. Komisyonun raporu, Çankaya Köşkü’nü işaret ediyordu. Ancak Atatürk çok sevdiği yere gömülmedi! Peki, ama neden?

ATATÜRK’ün ölümsüzlüğüne o kadar inanılmıştı ki, ne yakın çevresi ne de devlet yetkilileri, nereye defnedileceği konusunu hiç konuşmamışlardı.

Bu nedenle, Atatürk vefat edince nereye defnedileceği konusunda her kafadan bir ses çıktı. Tartışmalar sonucunda çoğunluk, milli mücadelenin merkezi olduğu için Ankara’yı önerdi. Ankara konusunda uzlaşıldı.

Ama Atatürk’e sıradan bir mezar yapılamazdı, anıtkabir yapılmalıydı. Peki, anıtkabir Ankara’nın neresine yapılacaktı?

Hükümet bunun için üç kişilik bir komisyon kurdu. Komisyonda, Ankara Milletvekili Falih Rıfkı Atay, İstanbul Milletvekili Salah Cimcoz ve İçel Milletvekili Ferit Celal Güven vardı.

Komisyon, Ankara şehrinin imar planını yapan Prof. Hermann Yansen ve Prof. Clemens Holzmeister ile Güzel Sanatlar Akademisi öğretim görevlisi Prof. Bruno Tavt’tan görüş aldı. Ayrıca Türk mimarlarıyla da toplantılar yapıldı. Genel görüş, anıtkabirin Etnografya Müzesi’ne yapılmasıydı.

Atatürk, bu müzenin yapımını kendi istemiş ve yapılışını adım adım takip etmişti. Müze haline geldikten sonra gittiği bir gün, "Burada bir mezar havası var; adeta büyük bir kabre benziyor" sözünden yola çıkanlar, Atatürk’ün buraya gömülmek istediği yorumunu çıkarmışlardı.

Üç kişilik komisyon, Atatürk’ün Etnografya Müzesi’ne defnedilmesini de araştırdılar. Ancak sonuç olumlu değildi. Uzmanlar buraya büyük bir anıtkabirin yapılamayacağını söylemişlerdi.

Komisyon kendilerine önerilen Ankara’daki tren istasyonunun arkasındaki tepeyi de pek beğenmemişti.

Komisyon, Atatürk’ün Çankaya Köşkü’ne defnedilmesini önermişti:

İşte komisyon başkanı Falih Rıfkı Atay’ın eliyle yazdığı rapor:

"Atatürk, bütün hayatında Çankaya’dan ayrılmamıştır. Çankaya, şehrin her tarafına hákimdir ve Milli Mücadele, kurtuluş ve inkılaplarımızın hatıralarında ayrılmaz bir surette bağlıdır. En muhteşem abideler inşasına müsaittir. Hülasa maddi manevi bütün şartları haizdir. Atatürk’ü ölümünden sonra Çankaya’dan ayırmayı haklı gösterecek hiçbir sebep bulamadık. Onun için bizler, Çankaya fikrinde ısrar ediyoruz."

Şehir planlamacı uzmanların ve üç kişilik komisyonun bu kararına rağmen Atatürk, tren istasyonu arkasındaki tepe üzerinde inşa edilen anıtkabire gömülecekti!

Çankaya Köşkü’nün değil de tren istasyonu arkasındaki bir tepenin anıtkabir olarak seçilmesinin nedeni, Milli Şef İsmet İnönü’dür. İnönü döneminde Atatürk, "Kurtuluş Savaşı öncüsü, Cumhuriyetin Kurucusu fani bir önderdi". Bilinenin aksine Atatürk’ü kült haline getiren İnönü değil, Celal Bayar-Adnan Menderes ikilisidir.

Atatürk, mirasçıları arasına Erdal İnönü’yü neden koydu?/_newsimages/4428288.jpg

Atatürk yaşamının son yılında İsmet İnönü’yle yollarını ayırdı. Buna rağmen Atatürk, İsmet İnönü’nün çocukları Ömer, Erdal ve Özden İnönü’yü neden mirasçısı yaptı? İşte o ilginç sebep?

TARİH: 20 Eylül 1937.

Atatürk ile İsmet İnönü’nün yolları bu tarihte ayrıldı. Atatürk’ün isteği üzerine İnönü başbakanlıktan istifa etmek zorunda kaldı.

Bu ayrılığın sebepleri arasında; Atatürk Orman Çiftliği’nin harcamaları gibi içsel; Nyon Antlaşması gibi dışsal siyasal anlaşmazlıklar gösterilse de; aslında gözden kaçan temel sebep, Atatürk’ün henüz teşhis edilmemiş hastalığıydı.

Atatürk asabileşmişti.

Başbakan İnönü’nün her sözünü kendisine yapılmış bir tehdit gibi algılıyordu.

Ve ne yazık ki Atatürk’ün bu tür davranışlarının sebebi üzerinde kimse durmuyordu. Ona ne hastalık ne ölüm yakıştırılıyordu!

Hastalık bilinse belki böyle bir ayrılık olmayacaktı.

VASİYETİNİ YAZDIRIYOR

5 Eylül 1938.

Ayrılığın üzerinden bir yıl geçmişti.

Atatürk’ün hastalığı gün geçtikçe ağırlaşmaktaydı.

Tesadüf: İsmet İnönü de hastaydı. Safrakesesi, iltihap kapmıştı. İnönü’nün çok ağır bir hastalığa yakalandığı bilgisi Atatürk’e ulaştı. İnönü’nün yaşamasının güç olduğu söylendi.

Atatürk, Fransa’dan getirttiği iç hastalıklar uzmanı Prof. Fissenger’i İnönü’yü tedavi etmesi için Ankara’ya gönderdi.

O gün, yani 5 Eylül’de Özel Kalem Müdürü Hasan Rıza Soyak’ı yanına çağırarak vasiyetinin yazılmasına yardımcı olmasını rica etti.

Mirasından İnönü’nün çocuklarına pay verilmesini istiyordu. Dava arkadaşı İnönü ölürse üç çocuğunun ortada kalacağından endişe ediyordu. Çocukların amcası Hasan Rıza Temelli’nin Ömer, Erdal ve Özden’e bakamayacağını düşünüyordu.

Atatürk, Özel Kalem Müdürü Soyak ile vasiyetnamesi üzerine kısa bir çalışma yaptıktan bir gün sonra İstanbul 6. Noteri İsmail Kunter, Dolmabahçe’ye çağrıldı. Bu davet herkesten gizli tutuldu. Noter Kunter, saray çalışanlarına Atatürk’ün özel doktoru Prof. Neşet Ömer İrdelp’in konsültasyon için gelen doktor arkadaşı olarak gösterildi.

Atatürk’ün odasına gizlilikle girdiler. Atatürk, "Kapıyı kapatın, içeri kimse girmesin" talimatını verdi. Sonra yatağından doğruldu. Önüne ayaklı yemek tablasını aldı. Vasiyeti üzerindeki değişiklikleri eline aldığı kalemle yaparak notere yazdırmaya başladı.

İŞTE ATATÜRK’ÜN VASİYETİ

Ağır hasta olmasına rağmen çok sakindi.

Halbuki odada bulunan herkes heyecandan titriyordu. Onlar için hiç kolay değildi; Atatürk vasiyetini hazırlıyordu.

Yorulmasına rağmen, o gün vasiyetini bitirdi.

Vasiyeti kısaydı:

"Malik olduğum bütün nukut (para) ve hisse senetleri ile Çankaya’daki menkul ve gayrimenkul emvalimi (mallarımı) Halk Partisi’ne atideki şartlarla terk ve vasiyet ediyorum.

1- Nutuk ve hisse senetleri şimdiki gibi İş Bankası tarafından nemalandırılacaktır.

2- Her seneki nemadan bana nispetleri şerefli mahfuz kaldıkça, yaşadıkları müddetçe, (kız kardeşi) Makbule’ye ayda 1000; (manevi kızları) Afet’e 800, Sabiha Gökçen’e 600, Ülkü’ye 200 lira ve Rukiye ile Nebile’ye şimdiki 100’er lira verilecektir.

3- Sabiha Gökçen’e bir ev de alınabilecek para verilecektir.

4- Makbule yaşadığı müddetçe Çankaya’da oturduğu ev de emrinde kalacaktır.

5- İsmet İnönü’nün çocuklarına, yüksek tahsillerini ikmal için muhtaç olacakları yardım yapılacaktır.

6- Her sene nemadan mütebaki miktar yarı yarıya Türk Tarih ve Türk Dil Kurumları’na tahsis edilecektir."

CUMHURBAŞKANI ADAYI

İsmet İnönü’nün vefat edeceğini ve çocuklarının ortada kalacağını düşünen Atatürk mirasından Ömer, Erdal ve Özden’e pay vermesine rağmen "siyasi mirası"ndan İsmet İnönü’ye bir şey bırakmadı!

İnönü’nün yaşamayacağından mı, kızgınlığın hálá sürmesinden mi bilinmez, kendisinden sonra Cumhurbaşkanlığı koltuğuna Fevzi Çakmak’ın oturmasını arzulamıştı.

İddianın sahibi Özel Kalem Müdürü Hasan Rıza Soyak’tı.

Atatürk kendi el yazısıyla yazdığı vasiyetini zarfa koyup kapatmış ve başucundaki komodinin çekmecesine yerleştirmişti.

Herkes odadan çıktıktan sonra Atatürk, Özel Kalem Müdürü Soyak ile 15-20 dakika sohbet etmişti. İşte bu sohbet sırasında Atatürk, kendinden sonra Cumhurbaşkanlığına Fevzi Çakmak’ın getirilmesinin doğru olacağını söylemişti:

"Elbette bunda söz ve intihap (seçme) hakkı sadece milletin ve onun mümessili olan Türkiye Büyük Millet Meclisi’nindir; yalnız ben bu meseledeki mütalaamı ifade edeceğim. Evvela akla İsmet Paşa gelir; memlekete pek büyük hizmetler ifa etmiştir. Fakat nedense umumun sempatisini kazanamadığı görülüyor; bu yüzden pek de cazip olmasa gerek. Bir de Mareşal Fevzi Çakmak var. O, hem memlekete büyük hizmetler etmiş hem de herkesle iyi geçinmiş, salahiyet sahiplerinin mütalaalarına daima kıymet vermiştir; kimse ile münazaa (tartışma) halinde değildir. Bu itibarla bence Devlet Başkanlığı için en münasip arkadaş odur." ("Atatürk’ten Hatıralar" s. 717)

Atatürk’ün bu talebinin neden yerine getirilmediği, ayrı bir yazı konusudur.

                                                                                 ALINTIDIR
ÜZE TENGRI TEMÜR CIDA OKLAR BIRLE BIR BULUT

  BASBUGUMUZ TANRIKUTTUR TANRIKUTTUR

                       TANRIKUT.

Çevrimdışı Sn.Kartaltürk

  • Yasakli
  • Yeni Üye
  • *
  • İleti: 6
Ynt: SEN ÖLMEDİN ATA'M
« Yanıtla #26 : 17 Kasım 2007 »
Çok Değerli Ulu önder

Sizler Türkiye’yi dış düşmanlardan ordumuzun elinde pek fazla top, tüfek olmadan savaşlara girdiniz ve bunun neticesinde mücadele ederek, düşmanla burun buruna dövüşerek kazanma başarışını gösterdiniz. Düşmanları yurdumuzdan atarak sizin sayesinde istikbalimizi kazandık. Size çok minnettarız.

Düşmanları yurdumuzdan kurtardıktan sonra da sizlerin yönetiminde gerçekleştirmiş olduğunuz devrimlerin sayesinde ülkemiz ileri düzeyde medeni ülkelerin seviyesine erişti. Laiklik düzene geçerek din işlerini devlet işlerinden ayırdınız. Kılık kıyafet devrimini gerçekleştirerek çağdaş ve modern bir görünüm sağladınız. Harf devrimini de gerçekleştirerek okuma ve sökmesi epey zor olan Arap alfabesini bırakarak okunması ve yazması kolay olan Latin alfabeye geçerek okuma yazmayı millete öğrettiniz.

Nihayetin de 10 Kasım 1938 Perşembe günü saatlerin dokuzu beş geçe gözlerini yumarak bu dünyadan göç ettiniz. Göç ederken de, kurmuş olduğunuz ve eseriniz olan Türkiye Cumhuriyetini sonsuza dek bizlere emanet ettiniz.

Bugün 19 Ağustos 2007 Pazar günü itibarı ile sizlerin huzurlarınızda sizlerin kurmuş olduğunuz bu Cumhuriyeti tehlikeye atmak isteyen bazı güçlerin olduğunu üzülerek bu satırlara duygularımı ve düşüncelerimi yazmak için kağıda ve kaleme (bilgisayarımın klavyesine) sarılmış bulunmaktayım.


Buna karşılık yine gençliğim de olduğu gibi bir kez daha sizin huzurlarınızın önünde, kurmuş olduğunuz Türkiye Cumhuriyetini sonsuza kadar yaşatmak için bu sayfalarda da olsun mücadeleyi sürdürmeyi bir görev bilip yaşatacağıma söz veriyorum.

Biliyorum ki sizler halen yattığınız yerden kemikleriniz sızlıyordur. Ama içiniz rahat olsun ki ne pahasına olursa olsun ben ve benim gibi Atatürkçü kesimin, sizin rahat uyumanızı sağlayacağız.

Atam rahat uyuyun.

Hürmet ve saygılarımla…

 
Ulu Türkçü Nihal ATSIZ !!!
Siz rahat uyuyun. Atsız ve Atam.

Çevrimdışı Kemalist_Turancı

  • Yeni Üye
  • *
  • İleti: 2
Ynt: SEN ÖLMEDİN ATA'M
« Yanıtla #27 : 19 Kasım 2007 »
Seni her saniye özlüyoruz ATAM,Kabrine geldiğimde yüzüne bakmaya utandım ATAM,Ne olur bizi affet,kanla,irfanla kurduğun bu Cumhuriyeti koruyamadık,her karış toprağını kanla suladığımın bu topraklar işgal altında,ne olur affet bizi BAŞBUĞUM.

Önünde saygı ile eğiliyorum ATAM

RUHUN ŞAD,MEKANIN TANRI DAĞI OLSUN BAŞBUĞUM

Çevrimdışı Atçeken Beği

  • Türkçü-Turancı
  • ****
  • İleti: 227
Ynt: SEN ÖLMEDİN ATA'M
« Yanıtla #28 : 19 Kasım 2007 »
Belirtmek isterim ki; Başbuğ kendisine ''Ata'' olarak hitap edilmesinden hiç hoşlanmazmış.
Oturup düşündüğümde yetim olmadığımı gördüm! Oğuz Han gibi atası, Dede Korkut gibi muallimi, Köroğlu gibi ağabeyi, Mahtumkulu gibi akıl hocası olan birisi hiç yetim olur mu?
Saparmurat Türkmenbaşı