Finlandiya'da Turancılığın Doğuşuİlhami YANGIN
01 Ağustos 2010 / Pazar Bu hafta sonu Macar Turan Vakfı (
www.magyar-turan.hu) "Büyük Turan Kurultay"ı düzenliyor.
“Macarlar nire, Turancılık nire!” diyenler elbet çıkacaktır. Bu vesile ile bazı bilgileri yeniden hatırlatma ihtiyacı duydum.
Avrupa devletleri 18 yüzyıldan itibaren ulusal kültür oluşturmak ve güçlendirmek için tarih yazımını bir araç haline getirmişlerdi. Göz koydukları toprakların ve burada yaşayan insanların kendileri ile geçmiş bağlantılarını ispat etmek için de tarihi bir araç olarak kullanmaya başladılar.
1757’den itibaren Almanya’da Göttingen Üniversitesi’nde ciddi şekilde tarih öğretilmeye başlandı. 1769 tarihinde ise Fransa’da College de France’da Tarih ve Ahlak Kürsüsü açıldı. (Arthur Marwick, The Nature of History, s. 36)
Tarih yazımının tarihi (Historiografi) bir disiplin olarak ilk kez bu ülkelerde ortaya çıkartıldı. Tarih yazımı ile ulusçuluk arasındaki en sıkı bağ da ilk kez bu ülkelerin tarih düşüncelerinde formüle edildi.
El yazmalarının araştırılması, bir kaynağın öteki kaynakla nasıl bir bağlantısının olduğunun incelenmesi ve dil bilimi alanında mükemmel yayınların yapılması sonucunu da verdi. Tarihçiler kültürel geleneklerin dil, folklor ve etnik köken gibi önemli öğelerinden etraflı bir biçimde yararlandılar. Bütün bu çalışmalar tarihi kaynakların basılıp yayınlanmasına yol açtı. (History and Historiography, Encyclopaedia of the Social Sciences 5/7-8., New York, 1957, s. 377)
1800’lü yıllarda Orta ve Doğu Avrupa’da üç tür milliyetçi hareket görüyoruz. Bunlar Pancermenizm, Panslavizm ve Panturanizmdir.
Prusya küçük Alman devletçiklerini birleştirerek Alman Devleti’ni ortaya çıkarmıştı. Pancermenizm; Orta Avrupa’da küçük devletçiklere bölünmüş Almanların birliğini savunan bir hareket olarak ortaya çıktığında, bu birliğin sağlanması çok sayıda Alman hanedan devletlerinin ortadan kaldırılmasını gerektirmişti. (Hans Kohn, Encyclopaedia of the Social Sciences, c. 2, s. 547)
Alman İmparatorluğu’nun hedefi Karadeniz kıyılarına kadar uzanan büyük bir imparatorluktu. Alman çıkarlarının genişletilmesi ve Alman sömürge hareketinin desteklenmesi amaçlanmıştı. Doğal olarak bu amaç, dönemin en büyük sömürge imparatorluğuna sahip İngiltere’ye karşı bir eylemliliği içermekteydi.
Pancermenizm, Rusya ve Fransa’ya karşı bir savunma hareketi, İngiltere ve İngiltere’nin Akdeniz ve Asya’daki sömürgelerine yönelik saldırgan bir hareket uygulamaktaydı. (Roland G. Usher, Pan-Germanism, s. 11.)
Alman tarih tezlerinde Slavlar Hıristiyanlık dışı, Türkler Avrupa dışı görülüyordu. Milletlerin kendi kaderlerini kendilerinin tayin etme esasına dayanarak Avrupa’nın kendi ırklarına ait olduğunu öne sürüyorlardı.
Cermen birliği peşindeki Almanya’nın desteklediği Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ile Ruslar yoğun bir hegemonya mücadelesine başladılar. Almanya’nın güçlenerek ortaya çıkması Rusları endişeye sevk etmişti. Bağımsız tek Slav devletini oluşturan Ruslar, Panslavizm siyaseti sayesinde Avustarya-Macaristan ve Osmanlı topraklarını yutmak üzere strateji geliştiriyorlardı. Gerek Almanlar gerekse Ruslar bu isteklerini tarihi tezlere dayandırmaktaydılar.
Ancak Avrupa’da Turan asıllı Fin-Ogur boyları da yaşamaktaydı. Bu boylar; Bulgar, Litvan, Eston, Fin, Leton, Macar (Hungary, Mağyar) olarak Avrupa’ya yayılmış durumdaydı.
Turancılık akımının kurucusu ve öncüsü Profesör Mathias Alexander Castren (1813-1852)’dir. (Ana Britannica, 7/309-310) Castren ülkesinde uyanan ulusal bilincin etkisinde dil ve halk bilimi çalışmaları yaptı. (Büyük Larousse, 5/2217)
Fin Milliyetçisi olan Castren Turancılık ideolojisini savunmuş ve Ural-Altay dillerinin incelenmesine öncülük etmiştir. Castren, Sibirya’da yıllarca süren araştırmalarından sonra Ural-Altay dillerinin karşılaştırmalı olarak incelenmesine birçok önemli katkılarda bulundu. Bunların en can alıcısı, Fincenin bu dil ailesinden olduğunu bulmasıydı. Bu inançtan yola çıkarak Finlilerin Orta Asya’dan geldikleri, küçük ve soyutlanmış bir halk olmayıp, Macarlar, Türkler ve Moğollar gibi grupları içeren geniş bir toplumun parçası oldukları sonucuna vardı. 1849’da açıkladığı bu düşünceler, coşkulu bir milliyetçi olan Castren’den sonra gelen Fin milliyetçileri de benimsedi. Böylece Finlandiya’da Fince üzerine yapılan çalışmalar da büyük bir ivme kazandı. Castren 1851’de Helsinki Üniversitesi’ndeki ilk Fin Dili kürsüsüne atandı. Ertesi yıl rektör oldu (*). (Ana Britannica, 7/309-310)
(*) Bu kürsü Castren’in araştırmalarını destekleyen Finlandiya devleti tarafından özel olarak kurulmuştur. (Büyük Larousse, 5/2217) Castren’in Finlilerin gerçek yurtları ve Turan’la bağları üzerine görüşleri Finlandiya’da hala büyük ölçüde benimsenmektedir. (Ana Britannica, 7/309-310)
Dilbilim verilerine göre beş ana dil ailesi vardır: Bunlar Hint-Avrupa, Ural-Altay, Sami, Bantu ve Çin-Tibet dil aileleri olarak sınıflandırılmaktadırlar. (Muharrem Ergin, Türk Dil Bilgisi, s. 5-8) Altay dilleri tasnifi Castren’e aittir. (Hasan Eren, Türklük Bilimi Sözlüğü, 1.Yabancı Türkologlar, s.126-130)
C.C.J. Bunsen de Turan sözcüğünü yalnızca bir dil ailesi anlamında kullanmanın ötesine geçerek, Turan’ı bir millet kategorisinin sıfatı olarak biçimlendirme yoluna gitmiştir. Turan kavramının Aryan ve Sami olmayan halkları tanımlamak üzere Bunsen tarafından ilk kez 1847’de kullanıldığı da kaydedilmektedir. (Turani Nepek, “Uj İdök” Lexikona, c. 12, s. 5934)
Bunsen’in ortaya attığı bu teori Alman asıllı İngiliz dil bilimci Fredrich Max Müller sayesinde popüler hale gelmiştir. (F. Max Müller, The Science of Language, c. 1, s. 333)
Slavlar ve Cermenler arasında eriyerek yok olacağı düşünülen Turan asıllı Macarlar arasında da milliyetçi düşünceler filizlenmeye başlamıştır. (Charles W. Hostler, “The Turks and Soviet Central Asia” The Middle East Journal, 1958, c. 12, Nu.3, s.263)
Turan sözcüğünün kökeni İran efsanesi Avesta’da bulunmaktadır. (Maria Antonina Czaplicka, The Turks of Central Asia in History and the Present Day, s. 18-19; Vlademir Minorsky, The Encyclopaedia of Islam, c. 4, s. 878-879)
Firdevsi’nin Şehnamesi’nde Turan hükümdarı Efrasiyap (Alp Er Tunga) ile yapılan İran savaşları anlatılır.
Turan kelimesi Kutadgu Bilig’de de geçmektedir. Divanü Lügat it-Türk’de bu kahramanın (Alp Er Tunga) ölümü üzerine söylenen bir sagu yer almaktadır.
İbn-i Rüşt ve Gardizi üzerinden günümüze gelebilen, aslı kayıp olan Buharalı Ceyhani’nin gözlemlerinde Macarlar Türklerin bir kolu olarak gösterilmektedir. (Laszlo Gyula, The Magyars, s.193-196; C. A. MacArtney, The Magyars in the Ninth Century, s. 206-209; Ramazan Şeşen, İslâm Coğrafyacılarına Göre Türkler ve Türk Ülkeleri, s. 132)
Larousse’deki bilgiler göre, 9. yüzyılda Doğu’dan gelen Macarlar (Fin-Ugur) kökenli kavim Peçenekler tarafından Karpatları aşmak zorunda bırakıldı. Macarların burada düzenledikleri akınlar sonucu Arpad ulusal sülaleyi kurdu. Arpad’ın soyundan gelen Geza tüm kavimlerin egemenliğini kabul ettirdi. (Büyük Larousse, 15/7612)
Ana Britannica’da ise Macarlar’ın Roma İmparatoru’nca yardım için çağrıldığını yazmaktadır; “Roma Germen İmparatoru Arnulf 892’de bir Fin Ugor halkı olan Macarları yardıma çağırdı.” En güçlü kabilenin başkanı olarak liderliğine seçilen Arpad, 896’da yedi Macar kabilesinin başında Tuna Havzası’nın orta kesimine egemen oldu. Arpad’ın torunlarından Geza 975’de Hıristiyanlığı kabul etti. (Ana Britannica, 21/212)
1000 yılında Papa tarafından Saint Istvan’a gönderilen taç ile daha sonra Bizans İmparatoru’nun gönderdiği taçın eklenmesiyle oluşmuş olan Macarların Kutsal Taçı üzerinde Bizans tarafından 1071’de gönderilen kısımda “Türklerin Kralı Geza’ya” ifadesi yer almaktadır. (Gyula, a.g.e., s. 210)
Bizans İmparatoru 8. Constantine Porphyrogenitus 948-952 arasında yazdığı eserinde Macarlardan Türk, ülkelerinden Türkiye olarak söz etmektedir. Eserde “Arpad, Türklerin büyük prensi” ifadesi de yer almaktadır. (Geniş bilgi için bknz: Constantine Porphyrogenitus, De Administrando Imperio, ed. Gy. Moravcsik, trans. R.J.H. Jenkins, rev. ed., Dumbarton Oaks Center for Byzantine Studies, Washington 1967)
Macar efsanelerinde de 13. yüzyılın başından itibaren Hun-Macar köken birlikteliği dile getirilmeye başlanmıştı. “Hunor - Magor” adı verilen efsanede Hunların ve Macarların Hunor ve Magor adlı iki kardeşten geldikleri hikâye edilmektedir. Simon Kezai’nin 1283 dolaylarında yazdığı tahmin edilen Gesta Hungarorum, 11. yüzyıl sonu 12. yüzyıl başlarına tarihlenen Anonymus’un Gesta Hungarium ve 14. yüzyıldaki Mark Kalti’nin Chronicon pictum vindobonense adlı eserlerinde, bu efsaneye Macarların kökenini açıklamak üzere yer verilmiştir. (Gyula, a.g.e., s.177-190)
Turan kelimesinin yakın tarihte ilk olarak Macarlarca kullanıldığını görüyoruz. Minorsky, 1839 tarihinde Turan teriminin “Büyük Türk Yurdu” anlamına gelmek üzere Macarlarca kullanıldığını belirtmektedir. (Minorsky, a.g.e., s. 880-881)
Macarlar ve Finliler’in Osmanlı Devleti’nde yaşayan Türkler ve Rusya’daki Türklerle ırki bağı vardır. Bu kavimlerin dezavantajı artık bu dilleri konuşan kardeşlerin birbirlerini anlayamayacak durumda olması yeni ve ortak bir dil geliştirilmesi zorunluluğudur.
Turancılık akımı Finlandiya ve Macaristan üzerinden Avrupa’nın diğer bölgelerinde yaşayan Turan asıllı topluluklarda da yayılmaya başladı. Başta Lehistan (Polonya) olmak üzere, Slovenya, Litvanya gibi bölgelerde Turancılık akımı gelişti.
1848’de Avusturya’da Macarlar, Rusya’da ise Lehler bağımsızlık için ayaklandılar. İsyanı Avusturya ve Rusya çok kanlı bir şekilde bastırdı. Bu durum, Fransız ve İngiliz kamuoyunda Rusya aleyhine büyük bir tepkinin çıkmasına sebep oldu. Macar ve Leh milliyetçilerinin liderleri Osmanlı topraklarına girerek hükümetten sığınma hakkı istediler. Sultan Abdülmecit Han, kendisine sığınan mültecileri, Rusya ve Avusturya’nın savaş tehditlerine rağmen geri vermedi.
Polonya, Macaristan ve çevresini kapsayan bu bölgeden gelenlerin hemen hepsi iyi öğrenim görmüştü. Onların gelişi 1849'dan sonra bir seri ıslahat hareketlerine geçen Osmanlı devletinin modernleşme sürecine destekleyici olmuştur. Müslümanlığı kabul eden bu subaylar, Osmanlı ordusuna katılmış, özellikle ortak düşman olarak gördükleri Ruslara ve Avusturya’ya karşı yapılan savaşlara katılmışlardır. Büyük kısmı Kırım harbine katılarak Osmanlı kuvvetlerine güç katmıştır.
Erdel savaşlarının efsanevi kumandanı Jozsef (Yozef) Bem, Murat Paşa adıyla Halep'e yerleşmiş, 1850'de isyan eden Araplara karşı kendisine adeta tapınan birçok subay arkadaşlarıyla birlikte savaşmış, şehit düştükten sonra mezar taşı İstanbul’dan götürülüp başına dikilmiştir.
Albay Jozsef Kollmann Kırım savaşında Feyzi Paşa adıyla savaştı. Yüzbaşı Jozsef Taschler Kırım savaşında yarbaylığa yükseldi. György Divitsek üst teğmen olup 1864'te Osmanlı ordusunda Albay Ali Bey’i oldu. Yüzbaşı Janos Derecskey Osmanlı ordusunun İskender Paşa'sı oldu Selanik'teki Rum ayaklanmasında öldü. Macar özgürlük savaşına yarbay rütbesiyle katılan Kassel doğumlu August Ludwig Wegler Osmanlı ordusuna Albay Tevfik olarak girdi, sonra paşa oldu ve Beduinlere karşı savaşta öldü. Kssuth'un generallerinden György Kmety İsmail Paşa ismini alan Kars kalesinin kahraman koruyucusudur, 1856'da orgeneral oldu. Kırım savaşına katılıp 11 Ekim 1856'da ölen Kont Richard Gruyon'un Haydarpaşa İngiliz mezarlığındaki kitabesinde ise “Türk Paşası, Fransa'nın çocuğu, İngiltere doğumlu, fakat Macar milliyetçisi” şeklinde ifade edilmektedir. Macar özgürlük savaşının başçavuşlarından Sandor Farkas, Harbiye'de uzun yıllar hocalık yaparak, Macar Osman Paşa adını aldı.
O zaman Osmanlı hizmetinde bulunan yüksek rütbeli subayların bazıları: Murat Paşa “Josef Bem”, İskender Paşa “Antoni İlinski”, Muzaffer Paşa “Wlatyslaw”, Rüstem Bey, Şahin Paşa “Felis Breanski”, Mehmet Sadık Paşa “Michal Czaykowski”, Mahmut Hamdi Paşa “Sygmunt Fremt”, Nihat Paşa “Seweryn Bielinski”, Arslan Paşa “Lutrik Bystzowski”, Sefer Paşa “Wlatyslaw Koscielski”, Mehmet Ali Paşa “Karol Defroi-Karl Detrois” ve Ömer Paşa “Michal Latos” (*).
(*) Macarlar Turancılık araştırmalarını geliştirmek için 1870’de Budapeşte Üniversitesi’nde bir Türkoloji bölümü kurmuşlardır.
1910 yılında siyasetçi ve tarihçi Kont Pal Teleki önderliğinde Budapeşte'de Turan Cemiyeti (Turanî Tarsasag) kuruldu. Birçok ünlü toplumsal şahsiyeti, bilim adamlarını ve ulusçu şairleri kapsayan cemiyetin amacı “Avrupa'dan Asya'ya, Deveny'den Tokyo'ya kadar Turan'ı aramak”, “kardeş uluslar arasında birliği sağlamak ve Turancı birlik bilincini yaygınlaştırmak” idi. (Tarık Demirkan, Macar Turancıları, s. 27-28) “Turancılığın, yani Macar olmanın birinci ödevi (...) Turan ülküsünü öğrenmek ve bunu yaymak” idi. (Demirkan, a.g.e., s. 27-28) Macar Turan Cemiyeti 1913'ten itibaren Turan adlı bir dergi yayımladı. 1920'de dokuz Turancı cemiyet ve birliğin katılımıyla Macaristan Turan Federasyonu (Magyarorszag Turanî Szövetseg) kuruldu.
Turancılar 1941 yılında Macaristan’da iktidara yükselmiş, Pal Teleki Başbakan olmuştur. Macarların 2. Dünya Savaşı’nda ürettikleri tankın adı da Turan’dı. (Daha fazla bilgi için; Nizam Önen, Turancı Hareketler-Macaristan ve Türkiye (1910-1944), A.Ü.S.B.E. Doktora Tezi, Ankara 2003)
Kaynak: İlhami Yangın, İhtilal Tüccarları, Neden Kitap, İstanbul 2008.