Gönderen Konu: Güney Azerbaycan ve Kürt sorunu (1)  (Okunma sayısı 4098 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı urmiye

  • Türkçü-Turancı
  • **
  • İleti: 21
Güney Azerbaycan ve Kürt sorunu (1)
« : 05 Şubat 2008 »
Güney Azerbaycan ve Kürt sorunu  
RızaTÜRK

Kuşkusuz (Güney) Azerbaycan’ın batısı özel jeopolitik durum, türdeş olmayan nüfus yapısı, dinsel çeşitlilik, yabancı ülkelerin çekişmesi ve yabancı çıkarlarının çakışması, eski bir tarihe sahip olması, zengin yeraltı ve yer üstü kaynakların varlığı, uluslararası kurumlar, yerel devletler ve etnik gruplar tarafından uygulanan yanlış politikalar vb. nedenlerden dolayı çağdaş dünya tarihinde etnik çatışmaların odak noktalarından birisi olmuştur.

Giriş ve Konuya Genel Bir Bakış    

 Kuşkusuz (Güney) Azerbaycan’ın batısı özel jeopolitik durum, türdeş olmayan nüfus yapısı, dinsel çeşitlilik, yabancı ülkelerin çekişmesi ve yabancı çıkarlarının çakışması, eski bir tarihe sahip olması, zengin yeraltı ve yer üstü kaynakların varlığı, uluslararası kurumlar, yerel devletler ve etnik gruplar tarafından uygulanan yanlış politikalar vb. nedenlerden dolayı çağdaş dünya tarihinde etnik çatışmaların odak noktalarından birisi olmuştur.     Bölge halkının tarihi belleği hala Şeyh Abidullah Şemzinani, İsmail Simitko, Ermeni Cilo’ları ve İslam devrimi esnasında ve sonrasında yaşanmış olan kan dolu acı ve karanlık günlerin hatıralarıyla doludur. Azerbaycan’ın batısı binlerce suçsuz çocuk, kadın ve yaşlı Türk insanının, nasıl insan görünüşlü canavarların hırs ve açgözlülüğüne kurban gittiğini daha unutmamıştır. Savunmasız halk katliamlara uğrayıp, korku ve dehşete sokularak mecburi göçe tabi tutulmuştur. Böylece yerli Türk halkına sağalmaz maddi ve manevi darbeler vurulmuştur.     Batı Azerbaycan çağdaş siyasi tarihi şöyle bir gözden geçirildiğinde bölgedeki etnik çatışmaların bir tarafında her zaman Kürt’lerin bulunduğu görülmektedir. Kürt liderleri yanlış politikalarıyla ve genelde silaha sarılarak hâkim devletlerle olan problemlerini bölge halkına yansıtmış, birçok defa Azerbaycan’da krizlere ve kanlı çatışmalara neden olmuşlar.     Bölge ve dünya gidişatı, özellikle Irak’ta yaşanmakta olan olaylar, bu gelişmelerin İran Kürtleri üzerindeki etkisi ve aşırı Kürt örgütlerinin Batı Azerbaycan’daki endişelendirici gizemli çalışmaları bizi bölgemizdeki geçmişte vuku bulan Kürt ayaklanmaları ve isyanlarını yeniden gözden geçirmeye ve lazım geldiğinde gereğinin yapılmasına sevk etmektedir. Bu makalede Kürtlerin kendisi tarafından yazılan kaynaklar ve diğer güvenilir kaynaklara dayanarak konuya bilimsel bir açıdan yaklaşıp konuyu belgesel olarak ele almaya çalışacağız.

Şeyh Abidullah Şemzinani

     Şeyh Abidullah Şemzinani veya Şemzini adı ile bilinen Şeyh Abidullah Nehri, Nakşibendî tarikatının en büyük ruhani liderlerinden ve aynı zamanda bölgenin büyük feodallerinden olan Şey Taha’nın oğlu ve halefi olmuştur. 19. yy başlarında Şeyh Taha öldükten sonra babasının yerine geçerek tarikatın dini lideri konumuna gelmiş ve etrafına çok sayıda mürit toplayabilmiştir. Şey Abidullah’ın ataları Türkiye’nin Hakkâri yöresinden Nehri bölgesine ve oradan da Şemzinan’a göçerek bu bölgeni kendi yaşam ve faaliyetlerinin merkezi haline gelmiştir. Onlar daha sonraki dönemlerde güç kazanma ve devlet kurma hayalleri ile Avrupa devletlerinin de desteğini alarak (Güney)Azerbaycan’ın batı bölgesine kanlı saldırılar düzenlemeye başladılar.     Resmen Osmanlı tebaası olan fakat İran sınırının içinde de birkaç köyü kendi nüfuzu altında tutan Şeyh, Osmanlı topraklarının doğusunda yaşayan Kürtlerin manevi lideri sayılmakta idi. Şey elde ettiği güçten dolayı İran sınırı içinde bulunan köylerin malikiyeti iddiasında bulunmaya başladı. Burada bu noktayı hatırlatmakta fayda vardır ki, o dönemde Sünni Osmanlı ile Şii Kaçar devletleri arasında bir inançsal çekişme devam etmekte idi. O sıralarda Ruslar ve Kaçar devleti ile anlaşamamasından dolayı Osmanlı’dan yana tavır alan İngiltere de aşırı Sünni olan Şeyh’e destek vermekte ve daha doğrusu onu kendi amaçları doğrultusunda maşa olarak kullanmakta idi. 1911 yılında Urumiye’nin dönem valisi Yusuf Han Şucauddevle diğer köylerden olduğu gibi o köylerden de vergi ödemelerini ister. Fakat Şeyh’in müritleri vergi vermekten kaçınır ve böylece devlet güçleri ile Şeyh’in müritleri arasında ilk çatışma meydana gelir. Yalnız bu çatışmada Şeyh’in müritleri yenilir. Bunun üzerine İngiltere ve Osmanlı devleti fırsatı uygun bularak Şeyh’i İran sınırlarına saldırmaya tahrik eder ve bu yönde ona her türlü kolaylık sağlarlar. Bununla beraber Osmanlı devleti diplomatik olarak İran’a baskısını arttırır. Sonuç olarak “Osmanlı’nın Kürt aşiretleri İran toprağına -Azerbaycan’ın batısına- saldırarak Üşnü kenti ve çevre köylerine büyük zarar verdiler.”[1] Burada ilginç bir noktaya değinmemizde fayda olacaktır. Neden aşırı Sünni fanatiği olan Kürt’ler bu gün Sünni Kürt’lerin şehri sayılan Üşnü’ye saldırdılar?  Yanıt o dönemde Üşnü’nün Şii Türk’lerin şehri olduğudur. Bu husustan Kürtlerin Azerbaycan topraklarına yapmakta olduğu göç sonucu Azerbaycan’ın batısındaki Kürtleşme sürecinin de boyutlarını görebiliriz.     Devlet güçleri ve yerli Türk halkı Kürt saldırılarının karşısında direnmişler ve o esnada Osmanlı-Rus savaşlarının başlaması sonucu Kürtlerin saldırısı geçici olarak dinmiştir. Daha sonra Şeyh bu kere İngilizlerin para ve desteğini alarak Rusların aleyhinde savaşa girmiştir. Bu çatışmalarda Şeyh kayda değer bir başarı elde edememiş fakat Kürtler halkı yağmalayarak bol miktarda para ve silah ele geçirmişlerdir. Ermeni tarihçi Goryans şöyle yazar: “Rus-Osmanlı savaşları bittikten sonra Şeyh çok miktarda talan malı ile geri döndü. O bol servet ve büyük ün kazandıktan sonra iyice azdı ve büyük hayallere düştü.”[2]      Bu sefer Şeyh biriktirmiş olduğu yeni güçle hükümdarlık ve bağımsız Sünni Kürt devleti iddialarını ciddi şekilde ileri sürdü ve bu doğrultuda düzenleme yapmaya başladı. Bu dönemde Osmanlı devletinin desteğinin azalması da Şeyh’in azmasına başka bir etken oluşturmuştur. Bu gelişmelerin akabinde “Rusya’nın başkonsolosu Mösyö Kerbil 1879 yılında Şeyh’in temsilcilerinin sürekli İran‘a -Batı Azerbaycan arazisine- gelerek oradaki Kürtleri tahrik ettiklerini ifade etmiştir”[3] bu sırada kendi hülyalarını gerçekleştirmek için büyük devletlerin yardımına ihtiyaç duyan Şeyh, Rusya’ya yaklaşmaya çalışmıştır. Fakat Helefin’in yazdığına göre: “Rusya’nın Van konsolosu Kamsamarkan Şeyh’in isteğine olumlu cevap vermemiştir çünkü Rusya Dış İşleri Bakanlığı Kürt’lerin dini liderinin Osmanlı Kürt’leri ile yetinmeyip er geç İran’ın Kürt bölgesine saldıracağından emindi ve bu da Rusya’nın çıkarlarına uymamakta idi.”[4] Rusya’nın yardımından umut kesen Şeyh “1879 yılında Kürt aşiret reislerini Nehri bölgesinde toplayarak özerk Kürt emirliğinin kurulması gerektiğinden bahsetti.”[5] Kurulacak bu emirliğin topraklarını esas olarak Doğu Anadolu ve Batı Azerbaycan toprakları oluşturacaktı. Rus yazar Halefin Kürtlerin operasyon planı hakkında şöyle yazmıştır: “Böylece İran’ın içinde Mamış ve Mengur Kürtleri Şeyh’in Büyük oğlu Şeyh Sadık’ın komutasında Ravandaz bölgesini işgal edip oradan Bağdat’a yöneleceklerdi. Musul ve İmdadiye’nin işgalini Şeyh’in ikinci oğlu Abdulkadir ve Van’ın işgalini de Şeyhin kendisi üstlendi.”[6]     Şu taslağa şöyle bir baktığımızda Şeyh’in ne derece hayalci ve aynı zamanda saldırgan bir kişiliğe sahip olduğunu açık bir şekilde görebiliriz. Görüldüğü üzere amaç bir emirliğin kurulması değil, büyük kısmı Kürtlere ait olmayan topraklarda bir Kürt imparatorluğu, bu günkü ifadeyle “Büyük Kürdistan”ın  (bu isimle olmasa bile) kurulması idi. Bu taslak hiç bir zaman hayata geçirilemedi. Siyasetten anlamayan Şeyh, İngiltere ve Osmanlı’nın siyasi oyunlarına kapılarak Osmanlı topraklarından vazgeçip İran –Güney Azerbaycan- topraklarına yöneldi. Sonuç olarak 1880 yılının ut ayında İran’a -Güney Azerbaycan’a- saldırı planı hazırladı. Bu sefer de Abdulkadir’in Tebriz’i, Şeyh’in kendisinin ise Urumiye, Hoy ve Salmas’ı fethetmesi! gerekiyordu. Bu saldırıda Osmanlı ve İngiltere her biri kendi çıkarlarını gözeterek Şeyh’e destek vermekte idi. İngilizler rakip Rusların Anadolu’ya yönelmelerini önlemek ve Doğu Anadolu’daki nüfuzunu pekiştirmek amacıyla, Osmanlı devleti ise İran’la mezhebi rekabetinin dışında, kendi iç güvenliğini sağlaması ve aynı zamanda doğuya yayılma politikası çerçevesinde Şeyh’i kolluyorlardı. Osmanlı devleti aynı zamanda kökten dinci Kürtleri Ermenilerin aleyhinde kullanmak niyetinde idi. Bunların hepsinin ötesinde ise iyice güçlenerek hem Osmanlı hem de İngiltere’ye kafa tutan Şeyh’i yapmacık savaşlara iterek yıpratma politikası yatıyordu. Bu savaşlarda Kürtlerin İngiltere yapımı “Henri Martin” marka silahlar kullandıklarını kaydetmekte yarar görüyoruz.      Herhalde İngilizlerin planladığı bu saldırıda Güney Azerbaycan’ın Soğuk Bulak -bu günkü Farslaştırılmış adı ile Mahabat- kenti Kürt saldırısının odak noktası oldu. Şehrin Türk sakinlerinin büyük bir kıyıma uğradığı bu saldırıya o yörenin Kürt aşiretleri de aktif olarak katılmışlardı. “Onlar mezhep faktörünün etkisiyle ve yağmalardan pay almak umuduyla Şeyh’in peşine takılarak Azerilere –Azerbaycan Türklerine- saldırmışlardı.”[7] Bir Türk kenti olan Soğukbulak da Üşnü’nün kaderine müptela olmuştu. Yerli Türk halkı katledilerek veya mecburi göçe zorlanarak şehrin nüfus yapısı değişime uğratıldı ve sonuç olarak bu gün bölgede ağırlıklı olarak Kürtlerin sakin olduğuna şahidiz.     Soğukbulak’tan sonra sıra Koşaçay’a -bu günkü Farslaştırılmış adı ile Miyandoab- geldi. Kürtlerin Koşaçay’da işledikleri cinayetler diğerlerinden kat kat daha korkunç ve üzücüydü. 11 Eylül 1879 tarihinde Mengur aşiretinin reisi Hamze Ağa ve Abdulkadir Koşaçay’a saldırarak cami ve evleri yakıp, çarşıyı talan ettiler. Soğukbulak –Mahabat- kaymakamlığının hicri 1880 yılında Dış İşleri Bakanlığı’na verdiği rapora göre bu olaylarda 3500 kişi hayatını kaybetmiştir. “Molla Halil ayaklanması ve Rıza Şah’ın fermanının reddi” kitabında kayda alınan bir şiir parçasında Şeyh Abidullah’ın, Kürtlere, Koşaçay’ın ‘Acem’ ahalisinin katli ve şehrin yağmalanmasına dair verdiği emirden söz edilmektedir.”[8] Hacı Seyyah kendi ünlü hatıra kitabında (Haterate Haci Seyyah -Hacı Seyyah’ın Hatıraları-) Koşaçaylı Türklerin Kürtlerce katledilmesini şöyle anlatmaktadır: “Kürtler bir hayli mal çalıp köyler yaktılar. Onlar körpe çocukları havaya fırlatarak aşağıdan kılıçla ikiye parçalayıp “Selli Ala Muhammet” diyorlardı!! Onlar hamile kadınların karnını yırtıp bakire kızları namussuz ettikten sonra öldürüyorlardı. Genç, yaşlı, erkek, kadın demeden herkesi öldürüyor, tarlaları, harmanları ve evleri yakıyorlardı.”[9]     Kürtler Koşaçay’daki –Miyandoab- vahşice katliamdan sonra 18 Aralık 1879 tarihinde Binab kentine saldırmışlar fakat Binab halkının kahramanca direnişi ve devlet güçlerinin yardımı sonucu Kürtler başarısız olup Koşaçay ve Soğukbulak’a geri çekilmişler ve Urumiye’ye saldırmaya hazırlanmaya başlamışlardır. Kürtlerin Azerbaycan’ın batısına saldırmasıyla aynı zamanda İngiltere’nin İran büyük elçisi Tamson’un talimatı ile İngiltere Tebriz konsolosu Mr. Aboat kendi görev bölgesini terk ederek Kürtlere daha iyi yardım edebilmesi için 3 Aralık 1879 tarihinden itibaren Mohammet Sadık’ın komutasındaki Kürtlerin kuşatmasında olan Urumiye’ye gitmiştir. Urumiye kuşatmasında kendisinin bizzat savunma hattında huzuru olan “Ali Han AVŞAR” Mr.Aboat’un Urumiye valisi İkbalüddevle’ye şehrin teslim edilmesi yönünde baskı yaptığını anımsatarak Abot’un söylediklerini şöyle anlatıyor: “Siz deneyimsiz ve hiç askeri eğitim görmeyen 3000 sivil halk ve yıkık kale ile Şeyh’in 30000 kişilik acımasız ordusu karşısında dayanamazsınız.”[10] Elbette İngiltere konsolosu şehir halkını umutsuzluğa sokarak direnişi kırmaya çalışmakta ve Azerbaycan’ın tarihi arazi bütünlüğünü tehlikeye sokmakta yalnız değildi ve bu konuda Amerikalı ve Avrupalı dini misyonerler ona aktif destek sağlamaktalardı. Bunların en aktif ve çalışkanı ise Korkan isimli bir Amerikan doktordu. Şeyh Abidullah’in baş danışmanının Simon adlı bir Ermeni olduğu da ilginç bir hususdur. Gerçi şu Hıristiyan dini misyonerlerin kendilerinin daha sonralar bölgede türettikleri dehşet Kürtlerinkinden hiç de az olmamıştır.     Kürtler ve İngiltere konsolosunun tüm çabaları şehir halkı ve vali İkbalüddevle’nin takdire değer direnişi ile başarısız kaldı ve sonunda birkaç küçük çatışmadan sonra devlet güçleri yetişerek Kürtler Osmanlı sınırına doğru geri püskürtüldüler. Osmanlı topraklarında da uslu durmayan Şeyh, Osmanlı devletice yakalanıp ve Mekke’ye sürgün edildi. Zayıf konuma düştükten sonra İngilizlerce arkası boşatılan Şeyh girdiği kumarda artık kaybetmiş bulunuyordu.     Genel bir değerlendirme olarak Şeyh Abidullah Şemzinani’nin ayaklanması mezhepsel bir ayaklanma olarak nitelendirilebilir, yalnız onun bağımsız Kürt devleti kurma yönündeki çabaları bu ayaklanmaya mezhebsel-etnik bir karakter de kazandırmaktadır. Dikkate değer nokta, Ortadoğu’da, Batı Azerbaycan ve Doğu Anadolu topraklarını kapsayan bir Kürt devletinin kurulmasına Batılı güçlerin özellikle İngiltere’nin verdiği ciddi destek ve hatta kışkırtmasıdır. Şeyh Abidullah’ın neden olduğu katliam ve mecburi göçler Batı Azerbaycan’da özellikle Üşnü, Soğuk Bulak -Mahabat- ve Sakız kentlerinde nüfus dengesini ciddi şekilde Türklerin aleyhinde bozmuştur. Aynı zamanda bu çatışmalar Türklerle Kürtlerin mezhepsel ve etnik ayrılığını daha da derinleştirmiş ve sönmüş olan kineyi yeniden körükleyerek daha sonraki üzücü olaylara zemin ve tarihi bellek hazırlamıştır.