SAVAŞ
Bin beşyüz idiler. Dışarda düşman gökteki yıldızlar kadardı. Kızıl çıraların aydınlığında , kale mazgalları garip görüntülere bürünüyordu, yiğit nöbetçilerin heybetli gölgeleri kıoyu bulut gibi kale meydanında dolaşıyordu.
Yorgundular , uykusuzdular , açtılar... Yedi gündür yetmişbeşbin Çinliye karşı , kaleyi bayrağı , çoluk çocuk savunuyorlardı. Zevksiz bir savaştı bu. Uzaktan , pis yağının suratını seyretmekten , ıslıklı okların altında er meydanından nasıl kaçtıklarını görmekten bıkmışlardı. Cenk böyle mi olur ? Önlerinde deniz enginliğinde bir ova vardı. Altlarında soylu atlar vardı. Pırıl pırıl kılıçlar , kınlarında düşman kanına susuzdu. Baltalar , zırhlar parçalamalı , topuz kafa delmeli , atlar kişnemeliydi. Şöyle pusatların müziğini dinleyerek , gögüs gögüse cenk etmeliydiler.
Yedi acun hakanı, bu küçük kaleye sıkışmaktan üzgündü. Gözleri nasıl parlaktı , nasıl canlıydı. Hani karanlığa şöyle öfke ile baksa , bir cıdanın düşman gögsünü deldiği gibi delerdi. Burçlarda hafif hafif sallanan bayrağa baktı , renkleri seçilmiyordu. Oradan , bakışlarını ta samanyoluna değdirdi. Uçmak buralarda olsa gerekti. Sonra , gözlerini bu ışık ve yıldız cümbüşünden ufka doğru kaydırdı. Aman Allah'ım ! O ney ? Ay tepsi gibi tüm pırıl pırıl. Nasıl olmuştuda görememişti deminden beri. Ay tümlendi mi , pırıl pırıl oldu mu Türk'e uğur gelirdi. Cenk etmeliydi Türk. Mazgal aralığından ulu bir kenti andıran düşman karargahına baktı, baktı , baktı... Yanındaki nöbetçiye dönüp :
- Tez haber ilet , atlanıp , pusatlanıp kapı önünde toplansınlar. Cenk var.
- Buyruk senindir Hakan !
Nöbetçi , kuş gibi gitti. Çok geçmeden kale meydanında binbeşyüz atlı toplanmıştı. Varıp , kendi de bindi atına. En önde durdu. Birşey söylemedi binbeşyüz bağatura. Herkes görevini biliyordu. " Açın kapıları " dedi sadece. Kapılar kah at kişnemesini , kah ok ıslığını , kah hucüm borusunu andıran seslerle açıldı. Uğurlu ayın yeryüzüne döktüğüsarı ışıklar altında , ta düşman karargahına giden bir düzlük vardı. Sihirli , çekici bir yol erlik yolu , cenk yolu...
Soylu atını mahmuzlayıp gürledi :
-URCAN !
Binbeşyüz sineden aynı ses yankılandı :
- URCAN !
Uğurlu ayın ışıkları havada salllanan kılıçları parlatıyordu.
Bir sel gibi akıp gittiler..
Savaş : Hayatın anlamı , kör düğümlerin çözümü , pusatların Türküsü . Bir yerde mavi gögün sızısı , bir yerde yağız yerin umudu. Bazunun , akça parmakların , aklın imtihanı savaş. Sen benimsin . Şu araba koşumları altında bir deri bir kemik kalmış , her gün yanımızda n yöremizden süklüm süklüm geçen ezik atlara rağmen, benimsin.
Sende bir sır var. Kimseler bilemez , sezemez. Yalnız ben bilirim. İster yüzüme gül , ister indir kaşlarını , sen benimsin. Onyedi idim , seni unutamadım. Kırkbine , kırk idim yüzgeri etmedim. Al atların , gök kılıçların , zorlu yayların gününden , sarı mermiler , narabaz topların gününe kadar sen benimsin...
Dilaver Cebeci - Bozkurt Dergisi Mart 1973