''La Fontaine'i biliyoruz da... ''diyorsunuz, ''Kemal kim?''
Gerçekten Kemal bizim olduğu halde La Fontaine daha tanıdık geliyor. Çünkü La Fontaine'den -ilk öğretim dâhil- her seviyedeki ders kitaplarında mutlaka bir şeyler öğreniyoruz. Fakat ''Kemal'' adı Namık Kemal'i çağrıştırsa da onu ancak lise yıllarında ya Hürriyet Kasidesi ya Vatan Yahut Silistre'sinden bir parçayla tanıyıp kısa zamanda unutuyoruz. Zaten adını andığımız Kemal, bir başkası...
La Fontaine, 17. yy Fransasının efsane şairi bir taşra çocuğu olarak 1621 de doğmuş, karşısına çıkan her şeyi ''aradığı şey'' sanmış. Papaz olmak istemiş, orman memuru olmuş. Maliye Nazırı Foge, üç ayda bir piyes yazması isteği ile ona ayda bin franklık bir maaş bağlamış. O, mühim bir servet sayılabilecek bu geliri Racine ve Boileau ile birlikte sefahat âlemlerinde harcamış! En son çocukluğundaki hevesi nüksetmiş, dindarlığa yönelmiş...[1]
La Fontaine'nin edebiyat alanındaki macerası da hayatı gibi. Açık saçık hikâyelerden acıklı vakalar işleyen piyeslere, şiirden, mitolojiye kadar başlamadığı yol yok! Ama sebatsızlıkla sonuna kadar gittiği yol da yok. Nihayet çocuk ruhuna dönmüş, olgun bir insan olarak çocuk çevreyi ve olayları nasıl algılarsa öyle yazmaya başlamış.
La Fontaine'nin de yaptığı bu. İnsanoğlu dil öğrendikten sonra, iyiye güzele dair duygu ve düşüncelerini hayvanlar veya olağanüstü varlıklar üzerinden gelecek nesillere aktarmayı denedi. Böylece insanlığın çocukluk çağı, olgunlaşmayı kalıcı bir süreç haline getirmeyi istedi.
La Fontaine de bu çocukluk algısından hayatın pratiğine ilişkin mesaj bir sonuç çıkarmayı da amaçlamış. İşte bu cinsten edebi/manzum metinlere ''fabl'' diyoruz. Fabl yazan pek çok edip bulunmasına rağmen bugün dünya edebiyatında bu tür La Fontaine adıyla özdeşleşmiş durumdadır.
Kemal'e gelince:
Onun adı sanı ancak birkaç akademisyen tarafından biliniyor. Üstelik Sarıca Kemal adlı bir başkasıyla da karıştırılabiliyor. Sözünü ettiğimiz Kemal, 1490 da kaleme aldığı eserini II. Bayezıd'a sunmuş. Şair esasen, bir Osmanlı tarihi olan bu eserini daha okunabilir ve daha istifadeli kılmak maksadıyla çeşitli manzum hikâyelerle süslemiş.[2]
Bu metinlerden biri hayli tanıdık geliyor. Adeta La Fontaine'nin adıyla özdeşleşmiş olan ''Ağustos Böceği ile Karınca fablı, sanki iki asır önce ''Cırlayık ile Karınca'' adıyla yazılmış gibi karşımıza çıkıyor.
Kemal'in bu manzum hayvan hikâyesindeki ''cırlayık'' malum, bugün ağustos böceği diye bildiğimiz böcektir.
15. yüzyıldan seslenen Kemâl'imizin Türkçesi bir kaç kelimenin dışında, hiç de bize yabancı değil.
Var imiş cırlayık bir beli ince
Onunla kardeş olmuş karınca
Edermiş cırlayık her geçene saz
Geçenden kesmez imiş hergiz
(hergiz=avaz)
Geçene saz ile aheng edermiş
Avazıyla cihanı teng edermiş
(teng=dar)
Kış erişti görür keser avazın
Nedendir halka çalmaz oldu sazın
Kanat büzülüp ağaca yapışır
Kalır ağaç budağında apışır
Gelip ol kardeşi karıncaya der
Kerem et bana öldüm bir gıda ver
Begayet halim olmuştur mükedder
(begayet=çok, mükedder=kederli)
Bana rahm eyle beni koma ebter
(ebter=kötü durumda)
Elim tut yoksa uş gitti hayatım
(uş=işte)
Neye dönmüş durur bir göre zâtım
Alır karınca bundan cevabı
Dönüp cırlayıka etti hitabı
Dedi yaz olacak çekersin avaz
Edersin her kişiye gökçek saz
Dolar avazın ile işbu âlem
Avazından geçemez değme âdem
Kılarsın her kişiye türlü sazı
Olursun her biriyle dil-nüvazî
(nüvazî=gönül okşayıcı)
Avazından senin kimse duramaz
O rahat gölge bulup oturamaz
Geçene eyleyince saz ü sözü
Görürsün kış kalsa kâr-ı rûzi
(kâr-ı rûzi=günlük iş)
Be hey biçare kış erdi ölürsün
Uzaktır kış ki nice dirilirsin
Bu sazından sana uş erdi nâle
Bu kıllet üstüne oldu havale
(kıllet=yoksunluk)
Bu sözü cırlayık karıncadan gûş
Edüben bu arada oldu hâmûş
(edüben=işitip, hâmûş=sustu)
Senin hâlin o cırlayıka benzer
Kuru sözü kılarsın safi ezber
Bu metni okuyunca insan sormadan edemiyor:
-Acaba La Fontaine, kendinden iki asır önce yazılmış bu manzumeyi okumuş muydu?
Öyle ya bu kadar benzerlik ''Pes doğrusu!'' dedirtecek cinsten... Kemal, kendisinden iki asır sonraki La Fontaine'i okumuş olamayacağına göre, bu benzerliği ifade edecek olan şey La Fontaine'nin Kemâl'i okumuş olması mıdır?
İnsanoğlunun aklına gelebilen hiçbir şey ihtimal dışı değildir. La Fontaine'nin Kemal'i okuması da bu prensip gereği ihtimal dahilinde ise de çok zayıf bir ihtimal olduğu muhakkak. Konuyla yakından ilgilenmiş bir akademisyenimiz Tacettin Şimsek, Kemal'in 15. asırda yazdığı bu fablın 17. asırda La Fontaine'nin kaleminden okumamızı, diğer Hint kaynaklı hikâyeler gibi Keile ve Dimne'nin batıya yolculuğu ile açıklıyor. [3]
Ayrıca unutmamalı ki insanoğlu, farklı devirlerde ve farklı coğrafyalarda aynı kalıcı duyguları algılayabiliyor, dile getirebiliyor.
Zavallı cırlayık/cırcır böceği veya ağustos böceği yumurtalarından yeni çıkmış yavrularını ısıtabilmek için kanatlarını öylesine hızlı çırparmış ve kendini yakarmış ki biz o sırada çıkan sesleri saz çalıp eğlenmesi olarak düşünürmüşüz. Saz çalmak dünyanın her yerinde eğlenceyi akla getirir. Kendi hacminden daha fazlasını taşıyan karıncanın da çalışkanlığın timsali olarak algılanması, her devir ve her coğrafya için sıradan bir durumdur.
İnsanoğlu çalışkanlığa övgüsünü, sadece cırlayık gibi eğlenmek için söyleyip durma, çalış, yap tıpkı karınca gibi... diyerek dile getirmiştir.
Eğitimcilerimiz, bu övgüyü, çocuklarımıza bir kazanım olarak veriyorlar/vermelidirler. Ama bence çocuğun/gencin milletine ve diline karşı özgüven duyması için öncelikle Kemal'in Cırlayık ile Karınca manzumesiyle (gerektiğinde dili güncellenerek) verilmelidir.
Nâzım H. Polat, Türk Yurdu Dergisi, sayı 275, s.72-73
1 İsmail Habib [Sevük]: Avrupa Edebiyatı ve Biz, C 2, İstanbul 1941, s.23-24
2 Fahir İz - Günay Kut, Başlangıcından Günümüze Büyük Türk Klasikleri - Tarih, Antoloji, Ansiklopedi 2. C., Ötüken-Söğüt Yay.. İstanbul 1985, s. 176-179
3 Tacettin Şimşek, çocuk Edebiyatı, Suna Yayınları, Erzurum 2004, S.203-204
Kaynak :
TURANİA.NET - Tonyukuk