6. BÖLÜM
"Çekinmeyin Beğ'im gelin içeri"
Arslan Beğ ve Kıroğlu'nun ürpermişti . Hayatı boyunca o kadar curcuna görmüş koca ihtiyar adam olan Barak Hacı dahi ürpermişti. İçinden "ne melanetli yer burası" diye söyleniyordu ki , içeri girer girmez hepsi şaşkınlık ve korkuyla aniden durdular.
Tam çadır kapısının az biraz sağında yelesi gök renkli , başı dik şekilde yatmış kurdu gördüler. Neredeyse dönecek atlarına binip olabildiğince uzağa kaçacaklardı. Dilleri tutulmuştu fakat şeytan görsün bu çadırı , adım bile atamayacak haldeydiler.
- Korkmayın Beğ'im , kurt yabancım değildir. Türk'e ilişmez.
Yapacak birşey yoktu. Mecbur içeriden sahibini daha göremedikleri sese itaat ettiler. Ufak ve temkinli adımlarla , yüzleri kurda dönük halde çadırın ortasına doğru birbirlerine iyice sokulmuş şekilde sıralı olarak ilerlediler. Kurt ise patisiyle yüzünü okşuyor , başını bir kaldırıyor tekrar yatırıyor bu acayip şekilde ilerleyen üç kişiye manasızca bakıyordu.
Çadırın ortasına gelip , kurttan biraz uzaklaştıktan sonra , arkalarına döndüklerinde gördükleri manzara , onları adam akıllı titretti.
Çadırın ucuna bir bacalı taştan bir ocak vardı ve ateş yanıyordu. Ateşin başında , bembeyaz sakalları oturduğu şekliyle yere kadar uzanan , sakalları gibi bembeyaz saçları sırtından sarkan , başında kızıl tüylü bir şapka olan , üstünde kaftana benziyen kol kısmı ve yaka kısmı alta kadar uzıyan tüyle süslenmiş kızıl bir pardesü , kaftanın içinde mavi gömlek , altında diz kapağı kısmı eskimiş bir pantolon. Pantolonun bel kısmından bir kayış geçiyordu ve ona takılı tokalarda uzun bir bıçak göze çarpıyordu. Ayağında ise kaval kemiğinin yarısına kadar gelmiş bir çizme.
Kıyafetinde en belirli şey ise baştan ayağa toz ile kaplıydı. Silkelense kırk yıllık toz çıkardı ve Arslan Beğ'e öyle geldi ki , bu oturan adam yıllardır hiç hareket etmemiş ve sakalıyla saçıda örümcek bağlamış olsa gerekti. Yüzü bir tarihi eser gibiydi. Kaşları çok uzundu ve uç kısımları yukarı doğru kavis almıştı. Teni çizgi çizgi parçalanmış , çok yaşlı bir yüzdü bu. Bıyıkları arasıda sakalı üstünde , damar damar çatlamış kalın dudakları yüzüne ayrı bir korkunçluk veriyordu. Gözleri çekikti , belki de şu adam da tek yaşam belirtisi gözleriydi. Öyle keskin , öyle canlı bakıyordu ki...
Kalın dudaklar hareket etmeye başladı. Sert ama hırıltılı bir sesle önünde ki koyun postunu göstererek ;
- Oturun Beğ'im, dedi.
Üçü birden verilen emre itaat etti ve arada kurda başlarına çevirerek yavaş yavaş oturdular. Barak Hacı içinden " şu Adsız ne değişik adam , kurdu bile evcilleştirmiş. Yetmiş deyyusu diksen karşısına , müslüman yapar bu herif ! Ya şu ihtiyar kimdi ? Üzerinde ki kıyafetleri bilmişti Barak Hacı. Bunlar Türklerin çok eski kıyafetleriydi. Başındakine börk derlerdi. Kim olaki bu herif ? Gözlerini tanıdı tanımasına ama.... Adsız'ın gençliğini bilirdi kendinden en aşağı yirmi yaş küçüktü. Adsız'ın babasını hiç görmemişti. Babası olabilir miydi ?
Barak Hacı feri gitmiş sesiyle ;
- Biz Adsız'a gelmiştik , siz onun babası mısınız ?
Beriki çok yaşlı adam , elinde ki demir çubukla bir yandan ocağın içinde ki ateşin közüyle uğraşıyordu.
- Benim Atam yurdumdur Barak Hacı ! Adını bilmediğin , huyunu bildiğin bu adamı ne vakit unuttun ?
Barak Hacı dilini yutmuştu. Bu adam Adsız olamazdı , Adsız bu kadar yaşlı değildi !
- Halime bakma Barak Hacı... Unutulmak yaşlandırdı beni , yıllar değil ! Bozkurt'u belki yardımcı olur diye ben gönderdim yolunuza...
Barak Hacı başını önüne eğdi , bu adam düşünceleri okuyordu. Birşey düşünmemeye çalıştı.. Bereket versin Arslan Beğ sözü alarak Barak Hacı'yı bu olmayacak işten kurtardı.
- Adsız ağam , kurdu gönderdiğinize göre beğliğin halinden ve olanlardan haberinizde vardır. Belki yardımcı olursunuz , bize ne yapmamız gerektiğiyle ilgili akıl verirsiniz diye geldik yanınıza...
Adsız başıyla haberi olduğunu bildirerek , " yiğitleriniz yok mudur beğim? Cihanın en yaman dövüşçüleri bizim Türk yiğitleriydi. Yiğitlerin bileği gevşeyip , kılıçları mı köreldi ?".
Yiğitlerimiz yine yiğittir. Ama gelin görün ki , Türk olmayanların hepsi birlik içinde. Üstelik bizim Türkleri bir kısmı "Allah " diyerek , bir kısmı " eşitlik " diyerek kandırdı. Yiğitlerimiz azaldı , milletim rahata alıştı ve bir kısmı bunların tatlı vaadlerine kandı...Yani ne yaparsak yapalım , ters etki yapacaktır.
Adsız kalın dudaklarında bir memnuniyetsilik belirdi. " Şu cihanda Türk'ü kandırmaktan daha kolay hiçbir şey yoktur Beğ'im ! Peki Baban çok katı bir adamdı bunlara niçin göz yumdu ?
Lafı Kıroğlu aldı ;
- Adsız ağa , Beğ'imiz herşeyi görüyordu. Çürük elmaların iyice ortaya çıkmasını bekledi. Gördük ki bunlar bu düşüncelerini yapabilmek için diğer beğliklerden para alıyorlardı. Hepsi iyice ortaya çıksın diye beklerken , kaçırdığımız bir nokta oldu. Kendi milletimiz üzerinde de etkili olmaya başladılar. Barak Hacı sağolsun , belki onlar olmasa bütün Türkler , bu Necmi ve Levent denen sergerdelerin etkisinde kalabilirdi. Bu Necmi'yle , Levent sizden en son dayak yemeden önce ki gibiler. Birbirleriyle didişirler , Türk'e düşüncelerini anlatırlar ama bundan tek yarar gören Türk olmayanlardır. Onlarda sincise bu ikisinin arkasında yer tutmuş gibi görünüp , özünde Türklerden ayrı kendi topraklarına sahip olmak için birleşirler.
Kıroğlu oturduğu yerden , Arslan Beğ'e yanında getirdiği kılıcı uzattı. Adsız , Arslan Beğ'in gözüne bakıyordu. Gözüne değil , göz bebeklerinin içine bakıyordu. Adsız'ın bakışları sertleşmişti. Sessizlik oldu. Ocakta çıtırdayan közün sesinden başka her ses susmuştu. Arkada sessiz duran bozkurtun kulakları dikleşmişti. Adsız baktıkça , Arslan Beğ'in yüzü değişiyor masum bir çocuk gibi duran çehresi , sert bakışlara sahip bir beğ yüzüne dönüşüyordu...
Arslan Beğ dünyadan uzaklaşmış beyninin içinde bir sesin yankısıyla kendinden geçmiş gibiydi... " Kalk ! Kalk ayağa Arslan Beğ ! Sen Türklerin Beğisin kalk ve emret ! "
Mest olmuş gibiydi sesten. Dinliyor , dinledikçe yüzü sertleşiyor , bakışları demirleşiyordu. " Kalk ayağa Arslan Beğ!"
Arslan Beğle beraber , usluca duran bozkurtta ayaklandı birden. Elinde ki kurt başlı kılıcı Adsız'a doğru uzatarak , " kuşan kılıcını Adsız ! Türklüğün sana ihtiyacı var !"
Adsız , umursamamış gibiydi. Çekik gözleri gülümsüyordu. " Benim gibi bir ihtiyar ne yapabilir !"...
Arslan Beğ , babasıyla beraber girdiği kavgalarda , yiğitlere buyruk veren o genç ama tok sesiyle , bir kere daha söyledi.. Yok hayır söylemedi , haykırdı ! Daha demin ki , toy çocuk sesinden , çocuksu masum duruşundan eser yoktu. Kaşları çatılmış ,yüzü mezar gibi korkunç hal almıştı..
- Beğ'in sözü iki kere söylenmez Adsız ! Kalk ayağa !
Adsız'ın ağzından hırıltılı sesiyle " Buyruk sizindir Beğ'im ! " dediği duyuldu.. Sonra Kıroğlu ve Barak Hacı'nın ömrünü götürecek bir olay zinciri oldu ki , böylesi ne görülmüş ne işitilmiş şey. Arslan Beğ'de ise ne şaşkınlık vardı ne korku. Çatık kaşıyla donuk donuk bakıyordu. Arslan Beğ'in ayağa kalkmasıyla beraber ayaklanan bozkurt , Adsız'ın yanına gelmiş , dışarıdan bir at kişnemesi duyulmuştu ve hepsinden daha garibi Adsız gençleşiyordu....
Yavaş yavaş ayağa kalkıyor , ayağa kalktıkça üstünde ki tozlar havalanıyor , sakalı döklüyor , saçı kısalıyordu... Yüzü git gide gençleşiyor , elleri aklanıyoır , gögsü genişliyor , bileği kalınlaşıyor , kolları pazulanıyordu. Olur iş değil ! Adsız ayağa tamamen kalktığında , karşılarında yirmi yaşında bir delikanlı vardı. Hemde ne delikanlı , koca cüsseli , çeneye dek sarkık bıyıklı , tarihin bilmem kaç asır öncesinden kopup gelmiş yağız bir Türkoğlu !
Çevik bir hareketle yere diz vurup ayağa kalkınca , Arslan Beğ'in elinde uzattığı kılıcı belindeki kayışın tokasına geçirdi.. Çadırda asılı duran oklarla dolu sadağını ve yayını omzuna geçirip , yanında ki bozkurtla beraber çadırdan dışarı çıktı. Arslan Beğ , Kıroğlu ve Barak Hacı onu takip etti.
Dışarı çıkınca artık bugün acayip işler göre göre alışmış insanlar gibiydiler. Bembeyaz bir küheylan şaha kalkıyor , yerinde durmadan hareket ediyor , kişniyordu.
Adsız , bu küheylanın eyerinden tutup başını okşayarak çevik bir hareketle atladı üstüne. At bir kere daha şaha kalktı. Arslan Beğ'in gönlü inşirahla doluydu. Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak , devlete zeval gelmeyeceğine iman etmişti. Türkler yine eski Türkler gibi olacaktı...
Haykırdı Arslan Beğ ;
-Adsız , bu zamana kadar adını bilen yok ! Adın sanın yürüsün ama öz adın yürüsün. Adın nedir ?
Adsız sürekli hareket eden bir oraya bir buraya dönen atın üstünde ;
- Bir zaman Aşınaydı , bir zaman Börteçine dediler.... Bir vakitler Börçeğin oldu... Adım unutulunca adsız kaldım... Ama bugün adım Gökbörü'dür !
Karanlığı ve şu esen rüzgarı yararak Türkeline doğru bozkurtla beraber at koşturdu. Gök yüzü ve uzak illerde ufku kaplayan dağlardan , bozkurt ulumaları eşliğinde Türkeline aydınlık tekrar geliyordu...