Gönderen Konu: ADSIZ  (Okunma sayısı 8234 defa)

0 Üye ve 2 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı Atsız Gök-Börü

  • Türkçü-Turancı
  • ****
  • İleti: 236
  • Tek Dağ Başı Mezar Oluncaya Kadar !
ADSIZ
« : 19 Mayıs 2011 »
                                         ADSIZ

1. Bölüm

        Zamandan bir demdi...

        Türkelini soğuk bir rüzgar kaplamıştı... Dağlardan hızını almış , Türkellerini okşuyordu. Zehmeriydi .. İliklere işleyip , yağız yiğitleri bile üşütecek kadar zemheriydi.

        Güzel Türkelinin ağaçları , akşamın karanlığında bu soğuk rüzgarla sallanıp , suları daha da soğurken , Beğ konağı diye bilenen , Türklerin Beğ'inin yaşadğı konağın içerisi , dışarı ki havadan daha da soğuktu.

        Türkelinin Beğ'i bir hafta önce dünyadan göçmüştü.
                                                      
                                                                            ***


     Konağın geniş odası dolup taşmış , herkes minderlere bağdaş kurmuş oturuyordu. Yalnız ölen Beğ'in daha yaşça on beşine bile basmamış oğlu , Beğ koltuğu diye bilinen koltuğa oturmuştu.

    Herkes suskundu , Beğ'in oğlu üzgündü. Gözleri hala babasını arıyordu. Şimdi kendine büyük gelen bu koltuğa , daha iki hafta önce babası oturuyordu. Babası yiğit , mert , korkusuz ve aklı selimdi. Belirli günlerde Beğ koltuğuna oturduğunda , milletinin derdini sıkıntısını dinler , derdi olana derman bulmadan göndermezdi.

      Durdurak bilmez , hareketli bir insandı.Hergün atına binip , milletinin arasına girer , yaptırdığı işleri bizzat kendisi takip eder , milletiyle yakından ilgilenirdi. Oturur sohbet eder , muhabbet eder , ne düşündüklerini neye ihtiyaç duyduklarını kendisi öğrenirdi.

      Milleti üzerinde fenalık yapan insanları , kendisi tespit eder en ağır şekilde de cezalandırmasını da biliridi. O varken Türkelin'e çevre milletlerden , kavimlerden kimse kötülük edemez , kimse Türklerin toprağına saldıramazdı. Türklerde bir güven , Türkelinde huzur vardı.

     Amma devir değişiyor , güzel işlere kir bulaşıyordu. Ekilen iyilikten , yılanlar türemişti. Babasının son zamanlarında , Türkelinde bazı işler olmaya başlamıştı ki , Türkler son derece huzursuzdu. Türklerin güveni sarsılmış , bir iç karışıklık çıkması an meselesi olmuştu.

        Babasının ölümüde , bunların tam ortasında gerçekleşmişti. Babasının , bu huzursuzluğa en katı şekilde müdahele edeceği bir anda , ölümü  başta oğlu olmak üzere Beğ'e sadık herkesi kuşkulandırmıştı. Bunun üzerine daha yas tutmaya bile zaman vermeden Beğ'in oğlu , Türkelinde ileri gelen herkesi konakta toplamıştı...

       İşte Türkelinde soğuk rüzgarın estiği zemheri akşamı , o gündü...


                                                                            ******
                                                                                                                  
 

  
GAYRI RAHATTA BULDUM CANIMA "İLK HARAMI "!

Çevrimdışı Selim Pusat

  • Bozkurt
  • Türkçü-Turancı
  • ***
  • İleti: 103
Ynt: ADSIZ
« Yanıtla #1 : 21 Mayıs 2011 »
Değerli ırkdaşım yazdığın bütün hikaye ve makaleleri çok dikkatli ve hayran olacak bir şekilde okuyorum. Çok başarılısın başarılarının devamını dilerim.
ALEMDE ŞER, OĞUZ'DA ER TÜKENMEZ

Çevrimdışı Atsız Gök-Börü

  • Türkçü-Turancı
  • ****
  • İleti: 236
  • Tek Dağ Başı Mezar Oluncaya Kadar !
Ynt: ADSIZ
« Yanıtla #2 : 02 Haziran 2011 »
   2. Bölüm

    Rüzgar, geniş salonun içinde uğultu yapıyordu. Rüzgardan başka herkes susmuş , Beğ'in oğluna bakıyorlardı. Beğ'in oğlu ise kafası o kadar karışıktı , o kadar doluydu ki , konuşması gerektiğini bile unutmuştu.

      Beğ'in oğluna göre sağ tarafında kalan duvara doğru minderlere dizilmişlerin , Beğ'e en yakın olanı Necmi adlı zengin giyimli , saçı kelleşmiş , uzun sakallı bir adamdı. Bu suskunluktan sıkılmış olacak laf olsun diye " Arslan Beğ'im , başımız sağolsun. Acaba Babanız Beğ"imizin mezar işleri düzenlendi mi ?" diye sordu.

       Vefat etmiş Beğ'in oğlu Arslan yere dikilmiş , uykusuzluktan mı , düşünmekten mi artık kıpkırmızı olmuş gözleri Necmi'ye dikildi.

     - Sağolun , Necmi Efendi ! Babamın kabir işleriyle Kıroğlu ağabeyim uğraşıyor .

       Necmi , Beğ'in oğlundan gelen bu kısa cevaptan sonra söz acaçak başka konu bulamayınca " Allah Kıroğlu kardeşimizden razı olsun " deyip sustu.

        Bir mühlet daha sessizlik oldu. Bu sefer sessizlik , geniş salonun kapısının vurulmasıyla bozuldu. Bir kaç kere vurulduktan sonra açıldı..

      - Arslan Beğ'im , bekledikleriniz geldi.

      - Al içeri Kıroğlu Ağabey'im , bekletme misafirleri.

       Önde Kıroğlu , ardından dokuz heybetli kişi daha girdi salondan içeri.

      Uzun sakallı , uzun saçlı , derviş giyimli bu gelenlerin büyüğü olduğu belli olan kişi " selam olsun , beğ kapusuna " deyip, gözlerini Arslan Beğ'e doğrulttu. Salonda oturmuş kırkı aşkın kişinin gözleri , bu dokuz kişiye çevrilmiş. Bir çoğunun bakışı hiçte dostane değildi.Hatta bazılarının yüzlerinde tiksinti alenen belli oluyordu. Yaşlı adamın verdiği selam , Arslan Beğ'den başkası da almamıştı.
 
      - Hoşgeldiniz Barak Hacı. Yolunuz pek uzakta değildi , hayrolsun geç kalışınızın nedeni nedir ?

      Barak Hacı , elini gögsüne koyup , bir eliylede sakalını sıvazlıyarak ;

    - Ben bilemedim Beğ'im bugünü. Bugün havada bir alamet var ama şerre mi , hayra mı , benim ilmim yetmedi. Yolda gelirken , bir kurt gördük. Önümüzü kesti , atlarımızı ürküttü. Oğlum Mürsel Türkelinin en iyi at binicisiydi , atından düştü. Yeğenim Baykoca şaşmaz ok atıcılarındandır , kurda ok attı değdiremedi. Deli Murat , Babanız Beğ'imle civar illerle pek çok savaşa girmiş , kırk kişiye tek başına atıldığı görülmüş bir yiğitti , o bile içine nasıl bir korku düştüyse " şeytan bu " diye atını yüz geri edip kaçmaya başladı. Hal böyle olunca ,  Kur'an okuyayım , dedim , bir tek ayet bile aklıma gelmedi. Ben bugünü bilemedim velhasıl. Bugün havada da , ormanda da bir şey var amma hayrolur inşallah. Gerçi o kurt , birşey düşürdü aklımıza ama bilemedik Beğ'im. Geç kalışımız o yüzdendir.

      Arslan Beğ'in şaşkınlığı , çocuksu ama sert çehresine vurduysa da , bu şaşkınlığın izi hemen silinip kayboldu. " Allah Allah ! " dedi ," hayrolur inşallah Barak Hacı, hele akşamınız pek iyi geçmemiş belli ki ,  oturun " deyip, lafı hem kestirip attı , başını başka bir yöne çevirip ilgisizce elini uzatarak yer gösterdi.

       Beğ'in eliyle , oturmalarını gösterdiği yer , kapının tam ağzıydı.

       Beğ konağında bir adetti bu. Bu adete göre Beğ haricinde herkes yer minderlerine otururdu. Oturanlar , söz dinlenme esasına göre sıralanırdı , ona göre Beğ kapusunda hürmet görürdü. Barak Hacıların oturduğu yer ise , sözü en son dinlenecek kişilerin oturduğu , kapı ağzıydı.

       Sonradan gelen bu dokuz kişi içinde ürperti duydular bir an. Bu ürperti yüzlerine öyle yansımıştı ki ;  bilinmeyen geleceğin heycanı insanı her zaman ürpertmiştir. Bu kişilerde de bu ürperti vardı. "Acaba Arslan Beğ bizi , artık hor mu görüyordu ? Şu oturan değişik giyimli kırkı aşkın kişi Beğ'in aklına mı girmişlerdi?" Heyecan içinde , derhal cevap bulmayı bekledikleri sorular için sabırsızlanıyorlardı.

   Akılları bulanmıştı, yüreklerine bir sızı çökmüştü. Beğ kapısında Beğ topraklarında yaşan Türk milletinin sözü geçen bu dokuz kişisi, şu kırk melun adamdan aşağı görülmüş , karşılarında kendilerine hakaret edilmişti. Kapı ağzına oturmaları , o diğerlerinden daha aşağıda görüldüğüne işaret , daha doğrusu bir hakaretti. Beğ'in babası zamanında , kendileri varken konuşmaya bile cürret edemeyenler , şimdi onlardan üstün konumdaydılar.

      O dokuz kişiye karşı diğer hepsinin gözünde " alın işte hak ettiğiniz yeri gördünüz " istihzası vardı.

      Oturdular , kapı ağzına. Söz sırası gelene kadar dinlemeye başladılar.

                                                  ************
GAYRI RAHATTA BULDUM CANIMA "İLK HARAMI "!

Çevrimdışı Atsız Gök-Börü

  • Türkçü-Turancı
  • ****
  • İleti: 236
  • Tek Dağ Başı Mezar Oluncaya Kadar !
Ynt: ADSIZ
« Yanıtla #3 : 07 Haziran 2011 »
      3. Bölüm


        Necmi Efendi , sakalını sıvazlıyor , dudaklarında ince bir gülümseme belliydi;

       - Beğ'im , Allah insanları bir yaratmış , üstünlüğü takvada kılmış. Bizim yurdumuzda , Türklerle beraber yaşayan , milletlerimiz vardır. Türk milleti , bu yabancılara karşı çok aşırı davranıp sert tepki veriyor.  

        Gözleri Barak Hacı'ya değmişti ki , belli ki iması onlaraydı. Tekrar Arslan Beğ'e dönüp,

        -Bunun haliyle diğer milletlerde bir savunma refleksi oluştu. Beğ'im benim diyeceğim bu yabancı milletlere biraz daha rahat bırakmamızdır. İkinci sorunumuz ise dinimize karşı yapılan saygısızlıklardır ki , müslüman mahallesinde salyangoz sattırmaya çalışan insanlar , yıllardır topraklarımızda hareket etmekte insanları kandırmaktadır.

        Beğ'e göre sol tarafın en başında oturan Levent isimli kişi ise , Necmi'nin sözünü keserek ;

        - Müslüman mahallesinde salyangoz sattıran kimmiş ? İnsanları , Türk , o , bu , şu diye ayırmak yetmediği gibi , birde insanları dinine göre yargılama var. Şu dünyada insanlar açlık , sefalet çekerken bizim söylemlerimiz çağ dışıdır. İnsanlarda kıyafete göre din ayrımı yapmaya başladılar. Birileri bu kaostan rant sağlama peşinde. Böyle eylemsel harekler insanlığa zarar veriyor.

       Necmi hala gülümsüyordu ,

        - Hazreti Allah , müslümanlara hitaben - yanındakilerin ellerini gögsüne koyarak "Bismillah" dedikleri duyduldu- Kur'an-ı Kerim'in de " başka dinden olanlarla dostluk kurmayın " diye emretmiştir.

       Levent sinirlenmiş gözüküyordu , sinirini bastırmaya çalışarak ,

        - İnsanlar arasında ayrım yapmayı emretmiyor ama....

        - Cihadı emrediyor. Onlarla kurabilceğimiz daolog , onları kendi dinimize çekme gayretiyle olmalıdır.

        - Mülüman olmayan bir aça nasıl yardım edeceksin o zaman.. Siz insanlıktan nasibini almamış , alın terinin hakkını bilmeyen varlıklarsınız. Hepiniz çok zenginsiniz , şu yanında bir tane fakir adam var mı ? Ama hepiniz en yakınında ki işçiye bile kötü davranıp, sonra bütün insanlığa huzur getireceğinize halka inandırırsınız.

        - Sen fakir misin Levent Efendi ? Diğer beyliklerden aldığın para , müslümanların bir senelik kazancı..

        - Alçak herif ! Yalan söylüyorsun !

        Arslan Beğ'in çocuksu toy sesiyle , " hakaret etmeyin " dediği duyuldu.

        - Bu meseleler sonra haledilecek sorunlar , başka zaman tartışırsınız şu dakika da önemli olan , topraklarımda yaşayıpta Türk olmayan halkımın sorunları geldi kulağıma. Bu sorunu çözmeğe harcayın gayretinizi...

           Levent sözü alıp ,

         - Arslan Beğ, Türk olmayanların sorunları Babanız zamanında da olan bir meseleydi. Fakat babanız o zamanlar çok sert tedbirler aldı ve bu Türk olmayanları soğuttu. Bunlar kendi aralarında kendi diliyle konuşamıyor, okula gidemiyor. İş bulamıyor , bulduğu iştede hor görülüyor eziliyorlar. Açlık ve sefalet bunlarda diz boyu. Bu halkların hepsine eşitlik gelmeli.

            Necmi bu adamı hiç sevmezdi ama ömrü hayatında bu adamla tek anlaştığı konu buydu.. Ona hak verircesine ;

        - Bu Türk olmayan halklar , dine çok düşkündür. Bu konuda hak veriyorum. Müslümanları sırf Türk değil diye ayrı görmek iyi olmuyor...

       Konuşmalar uzadıkça uzuyor , Necmi'nin yanında ki Zeynel , Levent'in yanında ki Abidin " Türk değilim " diye açık açık söylüyor ve sonra dertlerini sıralıyor ,  neredeyse ağlama raddesine geliyorlardı. Ethem Naci , Ağopyan Efendi , Gaga Ağari ve diğerleri...Kendi milletlerinin dertlerini sıraladıkça sıralıyorlardı..

  Arslan Beğ ise hiç müdahele etmiyor sadece oturduğukoltuktan konuşulanları dikkatle dinliyordu...

       Hararetli tartışmalar içerisinde , şu iki gurubun ortak olduğu tek bir konu vardı ; Beğ'in toprakları üzerinde Türk olmayan azınlıkların , kendi kimliğiyle yaşaması gerektiği"..
GAYRI RAHATTA BULDUM CANIMA "İLK HARAMI "!

Çevrimdışı Atsız Gök-Börü

  • Türkçü-Turancı
  • ****
  • İleti: 236
  • Tek Dağ Başı Mezar Oluncaya Kadar !
Ynt: ADSIZ
« Yanıtla #4 : 14 Haziran 2011 »
    4. Bölüm

   Barak Hacı'nın kanı donmuş , ihtiyar yaşına bakmadan kalkıp hepsini öldüresi gelmişti. Ama Beğ kapusundaydılar , sırf ölmüş Beğ'e saygıdan susuyor , herşey bir gün düzelecek ümidiyle kendini avutmaya çalışıyordu. Aklından geçen binbir sorunun en delicesi ise , " Beğ'in oğlunun kandırılmış olmasıydı. Kendilerine kapı ağzında yer verilmesi ve konuşulan şu ihanetlere sessiz kalması , içindeki şüpheleri arttırıyordu. Gönlünü bir karanlık bürümüş, ruhu daralmıştı.

       Gördüğü kurdu hatırladı.  Türklerde kurt uğur demekti ama bugün neden uğursuz geçiyordu? İçinde karanlığı boğmaya çalışan bir aydınlık farketti. Düşündü. Bir şeyleri es geçiyor , bir şeyi unutuyordu. Bir umut ışığı vardı düşünüyordu ama aklına gelmiyordu. O kurt , boz tüylü o yiğit hayvan , birşeyi hatırlatıyor ama bulamıyordu.. Dilinin ucuna gelipte , hatırlayamayan insanların sıkıntısı içindeydi , birden bütün düğüm çözüldü ;

     Arslan Beğ'e göre sol tarafta kalanlardan bir tanesi ;

      - Zamanında kendi aramızda bile konuşmamıza müsade etmeyen , Babanızın savunduğu bu konakta yatıp kalkan bir adı sanı belirsiz adam vardı. Beğ'e derdimizi anlatmaya geldimiz zaman hepimize küstahlık yapmıştı.

      Barak Hacı gerisiyle ilgilenmedi. Karanlık boğulmuş , aydınlık bütün ışığıyla gönlüne dolmuştu...

       "Adı sanı belirsiz bir adam"

       Yanındakilere dönüp , " asmayın yüzünüzü , içinizi ferah tutun evlatlar. Bu gece kurdun dönüş günü"...

       Barak Hacı'nın yanında oturanların hepsi manasızca yüzüne baktılar.


                                                      ************

        
         Toplantı bitmişti. Herkes ayaklanmıştı , ceketlerini giyiyorlardı. Yüzlerin aldığı ifadeye bakılırsa hepsi mutluydu. Dokuz kişi , Arslan Beğ ve Kıroğlu hariç...

         Herkes ayaklanıp alt katta ki çıkışa yöneldiği sıra Kıroğlu , Barak Hacı'yla tokalaşırken kulağına usulca " gidiyormuş gibi yapıp geri dönün " diye tembihledi. Onlarda öyle yaptılar , atlarına yüzleri asık şekilde binip gidiyormuş gibi biraz at sürüp , beğ konağına geri döndüler.

        Konağın odasına tekrar girdiklerinde , Arslan Beğ ve anası Banu Hatun'da oradaydı. Barak Hacı olanı biteni anlamış , daha demin ki toplantıda niye hiç söz hakkı verilmediğini kavramıştı. Arslan Beğ kimseyi şüphelendirmeden , kimin ne düşündüklerini öğrenmiş , kendilerini güvende hissetmelerini sağlamıştı. Bu yüzdende  onların yanında Barak Hacılara kötü davranmış üstü kapalı hakaret etmişti.

        Arslan Beğ bu sefer sağ yanını göstererek , " demin olanlar için afola Barak Dede. Öyle yapılması gerekiyordu".

       Barak Hacı , elini gögsüne koyup kendi öz oğluna duyduğu şefkatle Arslan Beğ'e baktı ;

       - Beğ'im eğer devlet yararına olacaksa , biz ahırda da otururuz. Siz bizden yana müsterih oldun.

       - Sadakatinizden şüphem yok Barak Dede. Türk olduğumdan dolayı  , Türk'ün ne olduğunu bilirim. Bugün bu insanların kendilerini rahat hissetmeleri gerekiyordu. Sizede bunları yapmam gerekiyordu. Yoksa başka türlü sakladıklarını öğrenemezdik. Kaldı ki , bugün söyledikleri sadece süslenmiş kısmıydı. Bilin ki daha içlerinde söyleyemedikleri neleri vardır. Bugün dertlerini bize , haklı mazeretlerle savunuyormuş gibi anlattılar. Fakat bilirim ki , haklı gösterdikleri mazeretlerinin altında , kendi pislikleri var.

       Barak Hacı , bunları zaten biliyordu. Onun esas öğrenmek istediği , bunlar karşısında nasıl bir çözüm olduğuydu. Bunun için laf dolandırmaya gerek duymadı ;

         - Beğ'im nasıl bir tertip düşündünüz ?

         Arslan Beğ düşünceli bakışlar arasında derin bir iç çekti. Anasına dönerek ,

          - Ana sen ne dersin bu iş için ?

         Banu Hatun , yere bakan gözlerini kaldırıp ;

         - Vakit geç oldu ama kurtlar avlanmaya bu saatte çıkar. Devlet meselesi , hele ki isyana hazırlanan bir topluluk olunca , vakit kaybetmek yenilmeye bir adım daha atmaktır. Beğ oğlum , Kıroğlu ve Barak Hacı'yla ormana git. Orada babanın can dostu , silah arkadaşı bir adam oturur. Kıroğlu Ağabey'in onun yerini bilir. Benim de kadın aklım buna çözüm bulmaya yetmedi. O bir hal çaresi olacaktır".

           Barak Hacı çocuk gibi olmuş , heyecanlanmıştı. Adeta oturduğu yerde kabarıyor , ayağa kalkası geliyordu.

         -Kurdun iz gösterdiği , Türk yurdu asla yıkılmaz! Düşmanı yan gözle bakamaz ! Bugün gördüğümüz yolumuzu kesen kurdun anlamını bilememiştik. Şimdi daha iyi anlıyorum , o kurt bize Adsız'ı işaret ediyordu. Banu Hatun doğru söyler , bu gece gidelim , Adsızla konuşalım..

         Kıroğlu bir maden bulmuş gibiydi , gözleri açılmış Barak Hacı'nın heyecanı onada sıçramıştı.

         - Adsız mı ? Nasılda çıktı aklımızdan. Adsız o zaman ormana gittiği vakit , Beğ'imiz bana , "konaklıyacağı yeri öğren arada git bak" demişti , bende yılın belli zamanı gider çadırı duruyor mu diye bakardım.
            
        Arslan Beğ'in yüzü karmakarışık olmuştu. Söylenileni anlamıyor , bahsi geçen kişiyi tanımıyordu.

        - Kim bu Adsız ? diye sordu....

        Banu Hatun ayağa kalkıp , Barak Hacı , yoldaşlarını evine gönder. Kıroğlu'yla Arslan Beğ'imizi bu gece , Adsız'ın yanına götürün. Arslan Beğ'im , Kıroğlu sana Adsız'ı yolda anlatır. Tez düşün yola !

GAYRI RAHATTA BULDUM CANIMA "İLK HARAMI "!

Çevrimdışı Atsız Gök-Börü

  • Türkçü-Turancı
  • ****
  • İleti: 236
  • Tek Dağ Başı Mezar Oluncaya Kadar !
Ynt: ADSIZ
« Yanıtla #5 : 27 Haziran 2011 »
5.Bölüm

     Annesinin sert buyruğundan sonra işler bir anda o kadar hızlı olmuştu ki , Arslan Beğ ağzını açamadan kendini , Kıroğlu'nu ve Barak Hacı'yı atına binmiş , ormana doğru doludizgin at koştururlarken buldu. Kıroğlu öncülük ediyor , Barak Hacı ve Arslan Beğ onu takip ediyordu. Gözüne birşey ilişti , Kıroğlu'nun belinde iki kılıç vardı. Hayret ! Öbür kılıç Kıroğlu'nun değildi. O kılıç kimindi ? Ama daha önemlisi aklında derhal cevap bulması gereken soru başkaydı ;

    Kimdi bu Adsız ?

    Arslan Beğ'in atını yavaşlattığını görünce , Kıroğlu ve Barak Hacı'da , Beğ'e uydular.

      - Kıroğlu Ağabey'im , kimdir bu adam , gece vakti gitmemizi bu kadar önemli kılacak kadar?  Atamın arkadaşıysa ben niye daha evvel tanımadım ?


       Kıroğlu güleç bir adamdı , öyle pek çabuk sinirlenmezdi. Herkese karşı gülümsemezdi ama Arslan Beğ'e bakarken gözleriyle beraber yüzü gülerdi. Gene yüzünde aynı tebessüm vardı.

        - Beğim tanımaz olur musunuz. Babanızın size çocukken anlattığı adam kılığında ki kurt hikayeleri , milletini ve yurdu koruyan kurtlar kimdi sanırsınız ? Bu adamın adı sanı unutulmuştur. Bir adını babanız bilirdi , bize" Adsız " olarak malumdur , herkes " adsız " derdi. Zaman daha babanız diriydi , bu Necmi ve Levent denen adam hep kavga ederlerdi ,ta o zamanlarda bir gün birlik olup ahaliyi kandırmış , yanına da bugün sizden toprak isteyen adamları alıp konağa gelmişlerdi. Adsız'da o zaman konakta kalırdı. Gerçi kalırdı da denmez ya ,  dağ bayır dolaşır , ayılarla güreşir , boğalarla döğüşür , av yapar yorulunca yatmaya gelirdi. Her neyse , bir gün bunlar toplanıp gelmişler  , Levent söylenip duruyordu  Adsız'ın insanları dövdüğüne kötü davrandığına. Yanına şahit olarakta bu Ethem Naci denen adamı getirmiş. Adsız'da yalan yoktu , mert adamdı vessleam. O da dedi; " evet dövdüm. Genç kızını , yaşlı bir Türk'e vermeye kalkmış, onun için dövdüm" dedi. Ethem bastı yaygarayı. "Billahi iftira , vallahi yalan".

      Sonra Necmi'de hararetlendi , " Beğim bu Adsız denen adam , müslümanların ibadet etmelerini engelliyor, müslümanları dövüyor" dedi. O'da şahit olarak bu Zeynel'i gösterdi. Beğ'de Adsız'a dönüp , "doğru mudur a gardaşlığım ?" diye sorunca , Adsız hiddetlenip ," doğrudur ya keşke öldüreydim , o nasıl bir ibadet  ? Verdiği vaazlar , Türklere karşı , kendi yurtları , kendi topraklarıydı"  dedi. Adsız'ın inkar etmediğini gören herkes cesarete geldi o gün.. Bu Hıratyan , Ağari yani diğerleri hep Adsız'dan şikayet edince, Adsız'da öfkelenip öyle bir nara attı ki , cümlesi altına edecekti neredeyse. Belinden kılıcını sıyırdı sandık ki , kılıçla saldıracak ama yapmadı. Kılıcını  babana uzatıp" lazım olursam , Kıroğlu'nu göndermen yeterli Beğ'im"  deyip , bu Levent , Necmi ve arkasında ki uşaklara öyle bir kötek attı ki , dillere destan olurdu. Sonra vardı gitti ormana,  bir çadıra yerleşti".

     Arslan şaşalamıştı. " Bre Kıroğlu , bu nasıl bir adamdır ? Böyle yiğit konaktan uzaklaştırılır mı ?" deyince , Kıroğlu " ya Arslan Beğ'im işte böyle, ama oldu. Uzaklaştırıldı. Ben gayrı susayım , gerisini o anlatır sana ? "...

      Arslan Beğ'in gözüne ilişen ikinci kılıçın sahibi anlaşılmıştı. Demek kılıç Adsız'ındı...

      Uzun bir koşudan sonra çadır görülmüştü
GAYRI RAHATTA BULDUM CANIMA "İLK HARAMI "!

Çevrimdışı Atsız Gök-Börü

  • Türkçü-Turancı
  • ****
  • İleti: 236
  • Tek Dağ Başı Mezar Oluncaya Kadar !
Ynt: ADSIZ
« Yanıtla #6 : 10 Temmuz 2011 »
                                                             6. BÖLÜM

         "Çekinmeyin Beğ'im gelin içeri"

      Arslan Beğ ve Kıroğlu'nun ürpermişti . Hayatı boyunca o kadar curcuna görmüş koca ihtiyar adam olan Barak Hacı dahi ürpermişti. İçinden "ne melanetli yer burası" diye söyleniyordu ki , içeri girer girmez hepsi şaşkınlık ve korkuyla aniden durdular.

          Tam çadır kapısının az biraz sağında yelesi gök renkli , başı dik şekilde yatmış kurdu gördüler. Neredeyse dönecek atlarına binip olabildiğince uzağa kaçacaklardı. Dilleri tutulmuştu fakat şeytan görsün bu çadırı , adım bile atamayacak haldeydiler.

       - Korkmayın Beğ'im , kurt yabancım değildir. Türk'e ilişmez.

          Yapacak birşey yoktu. Mecbur içeriden sahibini daha göremedikleri sese itaat ettiler.  Ufak ve temkinli adımlarla , yüzleri kurda dönük halde çadırın ortasına doğru birbirlerine iyice sokulmuş şekilde sıralı olarak ilerlediler. Kurt ise patisiyle yüzünü okşuyor , başını bir kaldırıyor tekrar yatırıyor bu acayip şekilde ilerleyen üç kişiye manasızca bakıyordu.

       Çadırın ortasına gelip , kurttan biraz uzaklaştıktan sonra , arkalarına döndüklerinde gördükleri manzara , onları adam akıllı titretti.

      Çadırın ucuna bir bacalı taştan bir ocak vardı ve ateş yanıyordu. Ateşin başında , bembeyaz sakalları oturduğu şekliyle yere kadar uzanan , sakalları gibi bembeyaz saçları sırtından sarkan , başında kızıl tüylü bir şapka olan , üstünde kaftana benziyen kol kısmı ve yaka kısmı alta kadar uzıyan tüyle süslenmiş kızıl bir pardesü , kaftanın içinde mavi gömlek , altında diz kapağı kısmı eskimiş bir pantolon. Pantolonun bel kısmından bir kayış geçiyordu ve ona takılı tokalarda uzun bir bıçak göze çarpıyordu. Ayağında ise kaval kemiğinin yarısına kadar gelmiş bir çizme.

      Kıyafetinde en belirli şey ise baştan ayağa toz ile kaplıydı. Silkelense kırk yıllık toz çıkardı ve Arslan Beğ'e öyle geldi ki , bu oturan adam yıllardır hiç hareket etmemiş ve sakalıyla saçıda örümcek bağlamış olsa gerekti. Yüzü bir tarihi eser gibiydi. Kaşları çok uzundu ve uç kısımları yukarı doğru kavis almıştı. Teni çizgi çizgi parçalanmış , çok yaşlı bir yüzdü bu. Bıyıkları arasıda sakalı üstünde , damar damar çatlamış kalın dudakları yüzüne ayrı bir korkunçluk veriyordu. Gözleri çekikti , belki de şu adam da tek yaşam belirtisi gözleriydi. Öyle keskin , öyle canlı bakıyordu ki...

       Kalın dudaklar hareket etmeye başladı. Sert ama hırıltılı bir sesle önünde ki koyun postunu göstererek ;

       - Oturun Beğ'im, dedi.

       Üçü birden verilen emre itaat etti ve arada kurda başlarına çevirerek yavaş yavaş oturdular. Barak Hacı içinden " şu Adsız ne değişik adam , kurdu bile evcilleştirmiş. Yetmiş deyyusu diksen karşısına , müslüman yapar bu herif ! Ya şu ihtiyar kimdi ? Üzerinde ki kıyafetleri bilmişti Barak Hacı. Bunlar Türklerin çok eski kıyafetleriydi. Başındakine börk derlerdi. Kim olaki bu herif ? Gözlerini tanıdı tanımasına ama.... Adsız'ın gençliğini bilirdi kendinden en aşağı yirmi yaş küçüktü. Adsız'ın babasını hiç görmemişti. Babası olabilir miydi ?

        Barak Hacı feri gitmiş sesiyle ;

        - Biz Adsız'a gelmiştik , siz onun babası mısınız ?

          Beriki çok yaşlı adam , elinde ki demir çubukla bir yandan ocağın içinde ki ateşin közüyle uğraşıyordu.

       - Benim Atam yurdumdur Barak Hacı ! Adını bilmediğin , huyunu bildiğin bu adamı ne vakit unuttun ?

         Barak Hacı dilini yutmuştu. Bu adam Adsız olamazdı , Adsız bu kadar yaşlı değildi !

       - Halime bakma Barak Hacı... Unutulmak yaşlandırdı beni , yıllar değil ! Bozkurt'u belki yardımcı olur diye ben gönderdim yolunuza...

          Barak Hacı başını önüne eğdi , bu adam düşünceleri okuyordu. Birşey düşünmemeye çalıştı.. Bereket versin Arslan Beğ sözü alarak Barak Hacı'yı bu olmayacak işten kurtardı.

        - Adsız ağam , kurdu gönderdiğinize göre beğliğin halinden ve olanlardan haberinizde vardır. Belki yardımcı olursunuz , bize ne yapmamız gerektiğiyle ilgili akıl verirsiniz diye geldik yanınıza...

        Adsız başıyla haberi olduğunu bildirerek , " yiğitleriniz yok mudur beğim? Cihanın en yaman dövüşçüleri bizim Türk yiğitleriydi. Yiğitlerin bileği gevşeyip , kılıçları mı köreldi ?".

        Yiğitlerimiz yine yiğittir. Ama gelin görün ki , Türk olmayanların hepsi birlik içinde. Üstelik bizim Türkleri bir kısmı "Allah " diyerek , bir kısmı " eşitlik " diyerek kandırdı. Yiğitlerimiz azaldı , milletim rahata alıştı ve bir kısmı bunların tatlı vaadlerine kandı...Yani ne yaparsak yapalım , ters etki yapacaktır.

        Adsız kalın dudaklarında bir memnuniyetsilik belirdi. " Şu cihanda Türk'ü kandırmaktan daha kolay hiçbir şey yoktur Beğ'im ! Peki Baban çok katı bir adamdı bunlara niçin göz yumdu ?

         Lafı Kıroğlu aldı ;

        - Adsız ağa , Beğ'imiz herşeyi görüyordu. Çürük elmaların iyice ortaya çıkmasını bekledi. Gördük ki bunlar bu düşüncelerini yapabilmek için diğer beğliklerden para alıyorlardı. Hepsi iyice ortaya çıksın diye beklerken , kaçırdığımız bir nokta oldu. Kendi milletimiz üzerinde de etkili olmaya başladılar. Barak Hacı sağolsun , belki onlar olmasa bütün Türkler , bu Necmi ve Levent denen sergerdelerin etkisinde kalabilirdi. Bu Necmi'yle , Levent sizden en son dayak yemeden önce ki gibiler. Birbirleriyle didişirler , Türk'e düşüncelerini anlatırlar ama bundan tek yarar gören Türk olmayanlardır. Onlarda sincise bu ikisinin arkasında yer tutmuş gibi görünüp , özünde Türklerden ayrı kendi topraklarına sahip olmak için birleşirler.

       Kıroğlu oturduğu yerden , Arslan Beğ'e yanında getirdiği kılıcı uzattı. Adsız , Arslan Beğ'in gözüne bakıyordu. Gözüne değil , göz bebeklerinin içine bakıyordu. Adsız'ın bakışları sertleşmişti. Sessizlik oldu. Ocakta çıtırdayan közün sesinden başka her ses susmuştu. Arkada sessiz duran bozkurtun kulakları dikleşmişti. Adsız baktıkça , Arslan Beğ'in yüzü değişiyor masum bir çocuk gibi duran çehresi , sert bakışlara sahip bir beğ yüzüne dönüşüyordu...

        Arslan Beğ dünyadan uzaklaşmış beyninin içinde bir sesin yankısıyla kendinden geçmiş gibiydi... " Kalk ! Kalk ayağa Arslan Beğ ! Sen Türklerin Beğisin kalk ve emret  ! "

         Mest olmuş gibiydi sesten. Dinliyor , dinledikçe yüzü sertleşiyor , bakışları demirleşiyordu. " Kalk ayağa Arslan Beğ!"

       Arslan Beğle beraber , usluca duran bozkurtta ayaklandı birden. Elinde ki kurt başlı kılıcı Adsız'a doğru uzatarak , " kuşan kılıcını Adsız ! Türklüğün sana ihtiyacı var !"

        Adsız , umursamamış gibiydi. Çekik gözleri gülümsüyordu. " Benim gibi bir ihtiyar ne yapabilir !"...

       Arslan Beğ , babasıyla beraber girdiği kavgalarda , yiğitlere buyruk veren o genç ama tok sesiyle , bir kere daha söyledi.. Yok hayır söylemedi , haykırdı ! Daha demin ki , toy çocuk sesinden , çocuksu masum duruşundan eser yoktu. Kaşları çatılmış ,yüzü mezar gibi korkunç hal almıştı..

        - Beğ'in sözü iki kere söylenmez Adsız ! Kalk ayağa !

       Adsız'ın ağzından hırıltılı sesiyle " Buyruk sizindir Beğ'im ! " dediği duyuldu.. Sonra Kıroğlu ve Barak Hacı'nın ömrünü götürecek bir olay zinciri oldu ki , böylesi ne görülmüş ne işitilmiş şey. Arslan Beğ'de ise ne şaşkınlık vardı ne korku. Çatık kaşıyla donuk donuk bakıyordu. Arslan Beğ'in ayağa kalkmasıyla beraber ayaklanan bozkurt , Adsız'ın yanına gelmiş , dışarıdan bir at kişnemesi duyulmuştu ve hepsinden daha garibi Adsız gençleşiyordu....

        Yavaş yavaş ayağa kalkıyor , ayağa kalktıkça üstünde ki tozlar havalanıyor , sakalı döklüyor , saçı kısalıyordu... Yüzü git gide gençleşiyor , elleri aklanıyoır , gögsü genişliyor , bileği kalınlaşıyor , kolları pazulanıyordu. Olur iş değil ! Adsız ayağa tamamen kalktığında , karşılarında yirmi yaşında bir delikanlı vardı. Hemde ne delikanlı , koca cüsseli , çeneye dek sarkık bıyıklı , tarihin bilmem kaç asır öncesinden kopup gelmiş yağız bir Türkoğlu !

       Çevik bir hareketle yere diz vurup ayağa kalkınca , Arslan Beğ'in elinde uzattığı kılıcı belindeki kayışın tokasına geçirdi.. Çadırda asılı duran oklarla dolu sadağını ve yayını omzuna geçirip , yanında ki bozkurtla beraber çadırdan dışarı çıktı. Arslan Beğ , Kıroğlu ve Barak Hacı onu takip etti.

       Dışarı çıkınca artık bugün acayip işler göre göre alışmış insanlar gibiydiler. Bembeyaz bir küheylan şaha kalkıyor , yerinde durmadan hareket ediyor , kişniyordu.

        Adsız , bu küheylanın eyerinden tutup başını okşayarak çevik bir hareketle atladı üstüne. At bir kere daha şaha kalktı. Arslan Beğ'in gönlü inşirahla doluydu. Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak , devlete zeval gelmeyeceğine iman etmişti. Türkler yine eski Türkler gibi olacaktı...

        Haykırdı Arslan Beğ ;

       -Adsız , bu zamana kadar adını bilen yok ! Adın sanın yürüsün ama öz adın yürüsün. Adın nedir ?


           Adsız sürekli hareket eden bir oraya bir buraya dönen atın üstünde ;

      - Bir zaman Aşınaydı , bir zaman Börteçine dediler.... Bir vakitler Börçeğin oldu... Adım unutulunca adsız kaldım... Ama bugün adım Gökbörü'dür !

         Karanlığı ve şu esen rüzgarı yararak Türkeline doğru bozkurtla beraber at koşturdu. Gök yüzü ve uzak illerde ufku kaplayan dağlardan , bozkurt ulumaları eşliğinde Türkeline aydınlık tekrar geliyordu...

GAYRI RAHATTA BULDUM CANIMA "İLK HARAMI "!