Türk Milleti; karşı karşıya olduğu yaşamsal meseleleri çözmek konusunda temel kararlar alarak bunu uygulamaya sokmalıdır.
Balkan Savaşları’nın 100.yılı nedeniyle, ülkemizin birçok yerine gidiyor, binlerce insanla tanışıyor, onlarla konuşup dertleşiyorum.
Bu görüşmelerde tespit edebildiğim en önemli nokta; Türk Milletinin üzerinde çok ağır bir psikolojik propaganda olduğudur. Bu propaganda beraberinde büyük bir korku getirmiştir.
Fakirlikle ve borçla kendini bir bilinmeze kaptırmış olan vatandaşımız, üzerinde yürütülen psikoloik savaş nedeni ile ürkmüş, korkmuş ve ne yaptığını bilmez bir hale gelmiştir.
Bir üniversitemizde, bir kız öğrencinin verdiğim konferanstan sonra yanıma yaklaşarak, ürkek bir şekilde “size bir soru sorabilirmiyim?” demesine “elbette” diye cevap verdim. Kızımızın sorusu “Atatürk Türk’müydü?”. Ben de hemen bu soruya bir soruyla karşılık verdim “Nereden çıktı bu?”. Öğrenci kızımız cevap verdi “Bize böyle anlatıyorlar. Atatürk Türk değilmiş diye”.
Görüyorsunuz değilmi? Dizginleri koyuverirseniz işte olacağı budur...
Türkiye’nin ve Türk Milletinin son iki yüzyılda yaşadığı savaşlar ve bu savaşlar esnasında olanları, işgal günlerini, karşı karşıya kaldığımız onursuzlukları; bunları unutan Türk Milletine bir kez daha anlatmalıyız.
Yok olma aşamasına gelmiş olan Türk Milletine; Atatürk ve Kuvayı Milliye, direniş ruhu aşılamış, milli bir onur ve gurur kazandırarak, yeniden yurt, devlet ve bayrak sahibi yapmıştır.
Bunu anlattığım konferanslarımda, beni dinleyen öğrenci ve hocaların, tereddütlü alkışlarının arkasındaki korku dağlarını görmemek ve hissetmemek imkansız. Heyhat ne durumlara düşmüşüz...
Üzerimizde yürütülen, ekonomik ve psikoloik savaşın sahibi, sadece son dönem ülkeyi yönetenler değildir. Bu dış güçlerce Türk Milletine ve Türk Devletine karşı yürütülen uzun soluklu bir mücadeledir ve her zaman kendisiyle işbirliğine gidecek hainleri bulmuştur.
Ancak son dönem, Türk Milletine karşı yürütülen ekonomik ve psikolojik savaşın zirve yaptığı bir dönemdir.
Unutulmamalıdır ki; Osmanlı – Türk İmparatorluğu’nun yıkımını hazırlayan en önemli etkenlerden biri, devlete yapılan sızmadır. Bu sızma nedeni ile Osmanlı – Türk Devleti içte ve dışta gelişen olayları değerlendirememiş ve alınan yanlış ve kasdi kararlarla yıkılarak tarihe karışmıştır.
Osmanlı – Türk Devleti’nin kendisine karşı yapılan bu sızma harekatını doğru yorumlayamamış olmasının bedeli Türk Milletince çok ağır bir şekilde ödenmiştir.
Falih Rıfkı Atay “Batış Yılları” adını verdiği kitabında, (bu kitabı alıp okumanızı isterim) Türk’ün “Türklüğünden utanan, Türklüğünü saklayan” bir konuma düştüğünü anlatır. Ve “... kendimize Türk demedik. Okullarda Araba Arap, Arnavuta Arnavut, Ruma Rum fakat kendimize Osmanlı derdik (Şimdi “bu” dediğimiz gibi). Padişahın nöbetçileri, bekçileri, koruyucuları Arnavut, ağaları Zenci, Haremi Çerkez’dir. Bir defa bir Mısır paşasının duvarı kenarında yaya kaldırımda yürüyordum. Bir fellah çıkageldi, “Yasak” diye haykırarak beni karşı kaldırıma sürdü. Kürdün de itibarı Türkün üstündeydi” diye anlatmaktadır.
Falih Rıfkı Atay sanki bu günü anlatmaktadır. Adına Türk denilen millet, tarihin bir çok döneminde olduğu gibi bugün kendisine karşı yürütülen psikolojik ve ekonomik savaşa, bir kez daha yenilmek üzeredir.
Eğer üzerimize yönelmiş bir psikolojik ve ekonomik savaşı varlığını ve bu savaşın siyaset kullanılarak yürütüldüğünü kabul ediyorsak, derhal temel meseleler üzerinde “temel kararlar” alarak mücadeleye başlamalıyız.
Mücadeleye yeniden başlamak için Türk Milletinin tarih sahnesinde “ben varım” deyişinin mührü olan “19 Mayıs” günü bir fırsat olabilir.
Ancak bu iş kuru kuruya yapılamaz. Heyecanların kontrol altına alındığı, tabiri caizse vatansever ve milliyetseverlerin gazının alındığı törenlerle içinde bulunduğumuz var olma mücadelesini kazanmak mümkün değildir. Bu törenler bile bize karşı ekonomik ve psikolojik savaş yürütenlerin güdümünde, gönül alma misali gerçekleşmektedir.
Bunun için gidişatı gören ve meseleyi bilen her Türk vatandaşı kendi iç dünyasında “temel kararlar” alarak bunu yaşamında uygulamaya geçirmek zorundadır.
Aslında ferden böyle bir mücadele kararlılığı, sadece milleti ve devleti düzlüğe çıkarmak anlamının yanında, ferdi hak ve hukuk ile aynı zamanda ferden sahip olduğumuz her türlü menkul varlığı korumak anlamına da gelir. Bunu da yapmamak içinde her halde “aptal” olmak gerekir.
İçinde yaşadığımız günler, her birimiz için “temel kararlar” alarak uygulamaya sokma günleridir. Gecikilen her zaman dilimi bize ağır bir borç ve korku yüklemektedir. Yüzyıl önce denediler. 19 Mayıs’ta Samsuna’a çıkarak cevap verdik. Gelin bu günde aklımızda ve ruhumuzda “temel kararlar” alarak cevap verelim.
Özcan PEHLİVANOĞLU
Rumeli Balkan Stratejik Araştırmalar Merkezi (RUBASAM)
Başkanı