Gönderen Konu: Türk Yurdu yazarları Kemalist Türkiye'de önemli görevler üstlendi  (Okunma sayısı 3853 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı TÜRK-KAN

  • Türkçü-Turancı
  • *****
  • İleti: 2181
  • UÇMAĞA VARDI, TANRI DAĞLARINDA!
http://www.dunyabulteni.net/?aType=haber&ArticleID=213457

"Türk Yurdu yazarları Kemalist Türkiye'de önemli görevler üstlendi"

Asım Öz, "Türk'ün Büyük, Biçare Irkı" Türk Yurdu'nda Milliyetçiliğin Esasları kitabının yazarı Ümit Kurt'la kitabından hareketle Osmanlı'dan Cumhuriyet Türkiye'sine intikal eden milliyetçi bakiyeyi konuştu

Asım Öz/ Kültür Servisi

1911-1916 yıllarında, yani Balkan Savaşları ile Dünya Savaşı arasındaki teyakkuz döneminde Türk Yurdu dergisini mercek altına alan bu çalışmada Ümit Kurt, Türk milliyetçiliğinin oluşumundaki ırkçı damarı ortaya koyuyor. Ziya Gökalp, Yusuf Akçura, Ahmet Ağaoğlu, Halide Edip, Mehmed Emin Yurdakul, Ömer Seyfeddin, Celal Sahir, Mehmed Ali Tevfik, Kâzım Nâmi, Fuad Köprülü gibi Türk milliyetçiliğinin kurucu aydınlarının metinlerinin ayrıntılı bir incelemesi yer alıyor kitapta. Parvus Efendi'nin iktisat meselesine dair yazıları, başlıbaşına ilginç bir başlık oluşturuyor. Ümit Kurt'la kitabından hareketle Osmanlı'dan Cumhuriyet Türkiye'sine intikal eden milliyetçi bakiyeyi konuştuk.

Türk milliyetçiliğin doğuş yıllarında süreli yayınlar nasıl bir işlev görüyor?

Özellikle erken dönem modern Türk milliyetçiliğinin ideolojik öncüllerinin ve temel parametrelerinin şekillenmesi bakımından Türk Yurdu ve Türk Ocağı gibi süreli yayınların son derece önemli bir işlev gördüğünü söyleyebiliriz. 20. yüzyılın ilk çeyreğinde bilhassa Rusya doğumlu, Batılı anlamda modern eğitim almış ve kendini "Türkçü" olarak tanımlayan "münevverlerin" teşkil ettiği en başta Türk Yurdu ve diğer süreli yayınların dil ve edebiyat alanında palazlanmaya başlayan Türk milliyetçiliği ideolojisine siyasi de bir ton katarak sistematik bir fikriyat haline getirdiğini görüyoruz.

Türk Yurdu dergisini oluşturan düşünce nedir?

Aslına bakarsanız bu soruya derginin kurucu üyelerinden olan ve bir dönem derginin aynı zamanda müdürlüğünü üstlenen Yusuf Akçuraoğlu açık bir biçimde cevap veriyor. Akçuraoğlu, Türk Yurdu'nun Türk ırkının menfaatini her daim muhafaza etmek; çeşitli Türk halkları arasında dostluk bağlarını kurmak saikiyle kurulduğunu ifade ediyor. Yalnız burada Akçuraoğlu'nun yine altını çizdiği bir nokta daha var ki bu derginin kuruluşundaki esas motivasyonu bize gösteriyor. O da şu: "Türk Yurdu, Osmanlı İmparatorluğu'nun merkezinde, Türk unsurunun siyasi ve iktisadi haklarını savunacak, Türk milliyetçiliğini yaymaya bağlı kalacaktır." Akçuraoğlu'nun bir ırk ve kavmiyet olarak Türklüğe yaptığı bu vurgunun Osmanlı İmparatorluğu gibi çok etnisiteli ve dinli bir yapının 1911'den sonra nasıl bir noktaya geldiğini düşünmemiz açısından önemli olduğunu kanaatindeyim.

Yazarları arasında kimler var?

Yazarları arasında ileriki dönemde Kemalist Cumhuriyet rejiminde de önemli görevler üstlenen, Kemalist ulus devlet modelinin ve rejimin konsolidasyonu için bir hayli gayretkeş mesai harcayan bir entelijansiya grubunun varlığını belirtmek mümkün. Örneğin bu Türkçü entelijansiya arasında Mehmed Emin Yurdakul, Ahmed Ağaoğlu, Yusuf Akçuraoğlu, Hüseyinzade Ali, Ziya Gökalp, Dr. Akil Muhtar Özden, Halide Edip, İzzed Ulvi, Celal Sahir, Feyzullah Sacid ve Fuad Köprülü gibi entelektüel şahıslar var.

Dergi yazarları İslam ve Türk milliyetçiliği ilişkisi konusunda nasıl bir tutum geliştiriyorlar?

Türklüğü ve İslam'ı birbirini destekleyen fikri akımlar olarak değerlendirmekle beraber, Türklüğe daha gönülden bağlı olduklarını görüyoruz. Başka bir ifadeyle, İslam ve genel olarak din, Türklüğe ve Türkçü fikriyata göre tali bir unsur. Ancak, Türkçülüğün ve Türk milliyetçiliğinin bu dönemdeki aldığı biçimin İslam'dan azade olduğunu asla iddia edemeyiz. İslam, Türk olmanın en temel payandası ve Türkçü düşün biçiminin mütemmim cüzü. Tam da bu nedenle, kitapta benim metinsel olarak analiz ettiğim yazıların hemen hemen tamamında Türklerin mukadderatı İslamiyet'in mukadderatına bağlı ve Türklük, İslamiyet olmadan tasavvur edilmiyor. Ancak bir kez daha altını çizmek istiyorum: Türk milliyetçiliğinin erken dönem Türkçü varyantında Türklük başat unsur. İşte, tam bu noktada ismi geçen aydınların modern ve seküler bir milliyetçi damardan beslendikleri olgusu ortaya çıkıyor.

Peki, bu derginin oluşturmaya çalıştığı düşünce Cumhuriyet elitlerinin zihin dünyasını nasıl etkiliyor?

Az önce de zikrettiğim gibi dergide mesai harcayan aydınların önemli bir kısmının Cumhuriyetin kurucu elitleri tarafından da kabul gördüğünü biliyoruz. Cumhuriyet rejiminin inşa etmeye çalıştığı tek bir etnik temele dayalı Türk modern ulus-devlet projesinin oluşturulmasında Türk Yurdu'nda ortaya konulan milliyetçi ideolojinin içeriğini teşkil eden birçok unsurun o dönemde işlevsel bir şekilde kullanıldığını görüyoruz. Bu minvalde belirgin bir düşünsel ve fikirsel süreklilikten söz etmek mümkün. Ancak tabii ki burada göz ardı edemeyeceğimiz kopuşlar da var. Özellikle Cumhuriyet elitlerinin siyasi projelerine ideolojik destek ve meşruiyet sağlamaya girişen "eski" Türk Yurdu aydınlarının bu yeni dönemde gerek Türkçülük ve İslamiyet gerekse de ırk ve Panturanizm ile ilgili düşüncelerinde bariz farklılıklar var. Cumhuriyet'e geçişle birlikte Türk milliyetçiliğinin Kemalist varyantıyla karşılaştırmak bakımında örneğin şöyle bir iddiada bulunabilirim: Benim Türk Yurdu ekseninde ve 1911-1916 arası dönem özelinde gözlemlediğim dergide yazan Türkçü aydınların laiklik anlayışının çok daha dünyevi ve seküler bir temele oturduğu ve dinin hiçbir biçimde devletin kontrolünde olmaması gerektiği yönünde fikirler öne sürmeleri. Bunun Kemalist Türk milliyetçiliğinin laiklik perspektifinden ciddi derecede farklılık arz ettiğini söyleyebilirim. Son bir nokta: derginin kendisinden ziyade Cumhuriyet elitlerinin zihin dünyasının aslında Türk Yurdu'nda oluşturulmaya çalışılan milliyetçi ideolojiyi etkilediğini görüyoruz. Zira, Cumhuriyet dönemindeki Türk milliyetçiliği hem Panturanizm hem de Panİslamizmi dışlıyor. Oysa ki Türk Yurdu'nda her iki fikriyat da ciddi ciddi benimseniyor.

Cumhuriyet devrinde Selçuklular devrine dair tarihsel araştırmaların hız kazanmasında Türk Yurdu yazarlarının etkisinden söz edilebilir mi?

Esas itibariyle bu Türk Yurdu'nda zuhur eden erken dönem Türk milliyetçiliği ile Cumhuriyetle birlikte ortaya çıkan Kemalist Türk ulus-devlet milliyetçiliği arasında süreklilik arz eden bir diğer nokta. Tabi burada özellikle dikkat edilmesi gereken şey İslam'ın her iki milliyetçilikte de işgal ettiği konumun benzerlik gösteren yönleri. Şöyle ki, Türk Yurdu aydınları Selçuklulara kadar Türk toplumuna hâkim olan Türklük milli idealinin/ülküsünün yerini İslam mefkuresine bıraktığını; devlet politikasının artık milli değil İslami hale geldiğini; dilin artık münhasıran Türkçe değil, Farsça ve Arapça'ya kaydığını belirterek İslam'a karşı eleştirel bir tutum takınırlar. Bu tavrın sahih anlamda seküler bir eğilim olduğunun altını çizmek isterim. Türk milliyetçiliğinin laik bir zemine oturtulması çabasının ürünüdür aslında bu tür argümanlar. Cumhuriyet devrindeki milliyetçi politikaların da bu seküler damardan etkilendiğini pekala iddia edebiliriz. Ancak burada yine bir rezerv koymak zorundayım. Her ne kadar dünyevi bir damardan beslense de Cumhuriyet dönemi Türk milliyetçiliğinin bilhassa İslam'ı devlet eliyle kontrol altına alma çabası ile birlikte düşündüğümüzde Türk Yurdu'nda geliştirilmeye çalışılan erken dönem Türk milliyetçiliği fikriyatından görece daha az "seküler" olduğunu belirtmek gerekiyor. Türk Yurdu'nda en azından benim çalıştığım 1911-1916 arası dönem itibariyle İslam'ın bu tür bir kontrol mekanizmasıyla zapturapt altına alınması gerektiğine dair bir düşüncenin izlerine rastlamadığımı rahatlıkla söyleyebilirim.

Irkçılığı sadece kan bağına dayanan bir tanımlama ile sınırlamanın doğru olmadığını belirtiyorsunuz. Niçin?

Evet, bu problematik benim kitabımın belki de tartışmaya ve eleştiriye en açık yanlarından biri ve bana göre en göze çarpanı. Irk ve ırkçılık kavramının epistemolojik ve tarihsel olarak bir hayli geniş bir kapsamı olduğu sizin de malumunuz. Ben ırk ve ırkçılık nosyonlarını belirli parametreler ve donmuş formatlar çerçevesinde tanımlamak yerine daha elastik ve bağlamsal olarak "tanımlamaya" ve "belirlemeye" çalıştım. Bu metni yazarken ikincil kaynaklara çok fazla başvurmamanın nedeni ele aldığım münevverlerin dönem itibariyle kendi metinleri üzerinden bizim modern olarak tanımladığınız ırk ve ırkçılık kavramlarına olan yaklaşımlarıydı. Türkçü olarak niteleyebileceğimiz bu aydınlar grubunun kendi metinlerinin morfolojisi üzerinden ve dönemin ruhu itibariyle yaptığım metinsel analizler açıkcası benim bu çerçevede yorumlar yapmama cevaz verdi. Her milliyetçi fikrin ırkçı olduğuna dair bir iddiam tabii ki yok. Ancak incelemeye giriştiğim metinlerdeki milliyetçilik anlayış ve stratejilerinin seküler anlamda ırkı ve ırka ait olan birçok unsurla birlikte dönemin Türkçü entelektüelleri tarafından kullanıldığını; kullanılan analojiler, metaforlar, ve tarih anlayışının bu türden bir düşünsel damarla rezonans halinde olduğunu gördüm. Bu minvalde, 1911-1916 arası dönemde Türk Yurdu ekseninde irdelediğim aydınların kendi metinleri bunun böyle olduğunu söylüyor. Yani bu aydınların kendi ırk ve ırkçılık kavrayışlarının established, modern ve verili olarak kabul edilmiş (bilhassa 19. yüzyıldaki tanımı ile) bir ırk ve ırkçılık tanımına uyarlamanın pek de sağlıklı bir yöntem olduğu kanısında değilim.

Ayhan Aktar, Suavi Aydın ve Ahmet Yıldız'ın  milliyetçilik ve ırkçılık konusundaki yaklaşımlarının sınırlarına değiniyorsunuz.  Sizin yorum tarzınızın da oldukça geniş olduğu yönünde bir eleştiri getirilebilir sanki. Sizin yaklaşım biçiminizin ırkçılığın "öz" anlamının yanında neredeyse bütün  hakikat iddialarını içerecek biçimde  genişletilmesini  beraberinde getirdiği düşünülemez mi?

Ben Türk milliyetçiliğinin çeşitli varyantlarındaki göreli ırkçı damarın kabullenilmesi hususunda Türk milli kimliği inşa sürecine eleştirel yaklaşan yukarıda zikrettiğiniz akademik mecralarda dahi cari olan "ürkek ve çekinceli" tavrın Nazizm sonrası tebarüz eden bir ayrımdan etkilendiği kanısındayım. Türk milli kimliğinin inşa sürecini şekillendiren bir etmen olarak ırkçı motifler sadece biyolojik-fizyolojik veya antropolojik bir kaynaktan beslenmiyor. Irkçılık Türk kimliğinin özselleştirilmesi ve biricikleştirilmesi ile ortaya koyulan bir üstünlük söylemiyle de kendini yüksek perdeden belli edebilir. Türk Yurdu'nda Türklüğün tanımlanmasına yönelik bu türden kültürel özcülükle malul çok sayıda makale mevcut. Şimdi siz ırkçılığı yalnızca biyolojik-fiziksel ırkçılık ekseninde tanımlarsanız onu donmuş bir formata sokarsınız. Nasyonel Sosyalistler bile ırkçılığı sadece biyolojik-fiziksel değil oldukça pragmatiktir ve Nazilerin politik ihtiyaçlarına göre farklı biçimler ve yönelimler almıştır. Ha burada şöyle bir soru her zaman meşrudur ve caridir: "Acaba bu ırkçı damar Türk milliyetçiliğinde baskın bir söylem midir?" Bu soru tartışmaya açıktır ve kolayca evet denebilecek bir cevabı da yoktur.

Ziya Gökalp'in "Türkçülük aynı zamanda İslamcılıktır" yaklaşımı sonraki dönemleri etkiledi mi?

Gökalp'in bu söylemi yine Türkçülüğü seküler anlamda bir fikriyat olarak ele alan ve İslamı onun vazgeçilmez unsurunu olarak değerlendiren bir yaklaşımdır. "Türkçülük aynı zamanda İslamcılıktır" derken burada iki fikriyatın eşit derecede ve ağırlıkta olduğu gibi bir anlam çıkarmak güç. Zira Gökalp'in bu dönemde dergide neşrettiği yazılar dikkate alındığında İslam'ın araçsal ve pragmatik bir biçimde Türkçülüğün ideolojik ve hakim paradigma konumunu güçlendirmek adına kullanıldığını söylemek mümkün. Şimdi şu nokta çok açık ve net: Bizim kimliğimizin yani Türk milli kimliğinin tarihsel olarak harcında İslam her zaman vardır ve olmaya devam edecektir. Ancak bu harcın ne derece yoğun olduğu sorusu her daim bakidir.

Gökalp'in kullanmış olduğu muasırlaşmak kavramı Türk siyasi hayatını etkilemeye devam ediyor galiba. Ne dersiniz?

Kesinlikle! Zaten Gökalp'in Türk milliyetçiliği anlayışı son derece modern ve Batılıdır-asridir. Ancak burada muasırlaşmaktan neyi kastettiğini doğru çözümlememiz gerekiyor. Gökalp için muasırlaşmak demek Batı'ya benzemek, Batı gibi olmak değil değildir. Muasırlaşmak, Batı'nın ulaştığı ilerleme düzeyine ulaşmak, Batı'ya ihtiyaç duymadan ve hatta Batı'yı aşarak ilerlemektir. Bu yaklaşımın Türk siyasi hayatının Batı'ya ve Batı modernleşmesine olan bakışını etkileyen hakim paradigma olduğunu her daim gördük ve görmeye de devam ediyoruz. Burada asıl sorulması gereken soru: Acaba Türk düşün dünyasında Batı'ya dönük bu hakim görüşü aşmanın yolları var mı?

Bir yönüyle AKP iktidarı Gökalp'in "Türkleşmek, İslâmlaşmak ve Muasırlaşmak" yaklaşımının aşırı yönlerinin törpüleyerek kaynaştırılmasını sağladı denilebilir mi?

Açıkcası ben AKP iktidarının Gökalp'in bu son derece işlevsel ve pragmatik düşünce kompozisazyonunu bile anlamış olduklarından şüpheliyim. Aslına bakarsanız Gökalp'in yaklaşımının pek de aşırı tarafları yok. Son derece basit bir mantığa ve akıl yürütmeye dayalı bir bakışı var Gökalp'in. Bu yaklaşım kabaca İslam'ın Türklükle telif edilmesi aynı zamanda onun modernizmle uyumlu hale getirilmesi anlamına geliyor. Ben AKP'nin İslam'a bakışını Gökalp'in Türklüğe nazaran ikincil derecede önem atfettiği İslam anlayışının bile gerisinde görüyorum.

Yusuf Akçura'nın İttihat ve Terakki Fırkasına katılmaması ilginç. Akçura niçin katılmıyor İttihat Terakki'ye?

Tabi Akçuraoğlu'nun İttihat ve Terakki ile olan ilişkisi ve Cemiyet/Parti'ye olan bakışı diğer Türk Yurdu yazarlarına göre daha mesafeli ve son derece eleştirel. Daha ilginç olan nokta Akçuraoğlu'nun kurucularından olduğu dergiyi Cemiyet'ten uzak tutmak konusunda gösterdiği özel çaba. Akçuraoğlu, Türk Yurdu'nun hiçbir siyasi örgütle ve/veya partiyle anılmasını ve bağlantılandırılmasını istemiyor. Bu anlamda dergiyi olabildiğince "bağımsız" ve "özerk" bir yayın organı haline getirmek istediğini görüyoruz. Akçuraoğlu aslında İttihat ve Terakki'nin politikalarını beğenmiyor. İttihat ve Terakki'yi Türkçü politikalar üretmek yerine Osmanlıcı ve İslamcı politikalar ürettiği için eleştiriyor. Başka bir ifadeyle, İttihat ve Terakki'nin somut, siyasal ve sistematik bir milliyetçi-Türkçü programa sahip olmadığını belirtiyor.

Türk Yurdu'nda Tanzimat reformlarına ilişkin olarak geliştirilen sert eleştirilerin yoğunlaştığı konular neler?

Bu sert eleştirilerin ağırlık merkezini "Batı taklitçiliği" oluşturuyor. Yani, aslında Tanzimatçılık= Batı taklitçiliği olarak kodlanıyor. Tanzimat reformlarının gelenekleri, milli duyguları hiçe sayarak ve yeterince sindirilmeden kestirmeci, yüzeysel bir şekilde yürütüldüğü ifade ediliyor. Yine o dönemde Tanzimat reformlarına yönelik en ciddi ve yoğun eleştirilerin odak noktası bu reformların Türk milliyetçiliğinin ortaya çıkışını geciktirdiği hususu. Batı taklitçiliği ile özdeşleşen bu reformların Türk kavmini vatansız ve milletsiz bıraktığına inanıyorlar. Hatta Gökalp, Tanzimat ruhunun Osmanlıcılığa da sirayet ederek Türkleri, milli tarihlerine ve dillerine yabancılaştırdığını ifade ediyor. Ben burada Yusuf Akçuraoğlu'nun Tanzimat reformlarına dönük eleştirilerinin diğer Türkçü aydınlardan daha farklı ve "özgün" olduğunu vurgulamak istiyorum. Zira, Akçuraoğlu'nun eleştirisi, Batı'daki gibi sistematik bir zihin haritasına, ideolojiye ve bu sistematik düşünceden neşet edebilecek programlı bir modernleşme projesine sahip olmadığımız noktasında yoğunlaşıyor. Bu eleştirinin bugün de geçerli olduğunu söylemek mümkün.

Peki dergideki İslamiyet öncesi Türk tarihine dönük vurgu Türk milliyetçiliğimi nasıl etkiliyor?

Türk Yurdu'nda İslamiyet öncesi Türklerin tarihine yönelim, Türk milliyetçiliğinin ideolojik öncüllerinin inşasında anahtar bir rol üstleniyor. İslamiyet öncesi Türk tarihine yapılan bu vurgu aslında Türk tarihinin dönemlere ayrılmaya başlaması süreciyle ortaya çıkıyor. Bu Batı'dan etkilenmiş bir yaklaşım aynı zamanda. Bu vurgunun temelinde kendini Batı'ya veya Avrupa'ya kanıtlama çabasının olduğunu görüyoruz. Türklüğün en eski tarihini İslamiyet'in kabulünden önceye kadar götüren bu tarih yaklaşımı Türklerin tarihini İslamiyet'le özdeşleştirerek açıklayan hem Osmanlı vakanüvisliğine hem de Avrupalı tarihçilerin Avrupa merkezli tarih tezlerine bir meydan okuma! Dergi'de Türklerin, Türk ırkının İslamiyet öncesi kadim ve yüce tarihine yönelik methiyeler aslında Türklüğe kaybettiği özgüvenini ve saygınlığını yeniden kazandırmak adına yapılıyor. Bir ırk olarak Türklük ve ona atfedilen üstün nitelikler, sonu ve sınırları olmayan bir zaman ve mekansal uzamda sabitleniyor.

Kitabınızdaki önemli noktalardan biri de Türk milliyetçiliğinin teorik kaynakları bakımından oryantalizmin merkeziliği. Türk milliyetçiliği oryantalist literatürden hangi noktalarda yararlanıyor?

Türk Yurdu'nda benim ele aldığım dönem itibariyle Avrupalı Oryantalistlerin Türklerin Osmanlılardan önce büyük bir medeniyet kurduklarına, dillerinin ve tarihlerinin zenginliğine işaret eden çalışmalar, Türkçüleri Türk tarihinin "karanlıkta kalmış eski devirlerine" eğilmeye iten temel saik olmuştur. Türklerin tarihini Osmanlı tarihinden ibaret görmeyip İslam öncesi devirlere kadar götüren Türkçü tarih anlayışının ilham kaynağı, Batı'daki Türkoloji çalışmalarıdır. Bu oryantalistlerin-bilhassa Türkolog olanlarının-ürünlerinin popülarize edilerek Türk kamuoyuna sunulması, uyanış döneminde Türk milliyetçiliğinin belli başlı işlerinden biri olmuştur. Son tahlilde, bu çalışmalar ideolojik arayış içinde bulunan ve yıkılış sürecinde büyük moral bozukluğu yaşayan Türk aydınlarının özgüvenine de katkıda bulunmuştur.

Parvus Efendi'nin yazılarında ortaya konulan perspektif derginin diğer yazarlarından farklılık  taşıyor mu?

Türk Yurdu'nda üzerine büyük bir dikkatle durulan konulardan biri de Türklerin iktisadi durumlarının iyileştirilmesi. Bu bağlamda Parvus'un Türklerin milli iktisadını oluşturmasının gerekliliği üzerine olan yazıları son derece önemli. Parvus'u diğer Türk Yurdu yazarlarından ayıran en belirgin nokta onun iktisadi ve siyasi bağımsızlığın birbirine sıkı sıkıya bağlı olduğuna ilişkin kaleme aldığı yazılar. Parvus aslında diğer Türk Yurdu yazarlarından farklı olarak köylülük meselesi ile de özel olarak ilgileniyor ve ilginç bir biçimde bir "yabancı" olarak halkın sorunlarına temas ediyor. Hatta, Türk aydınlarını Türk köylülerine gereken önemi vermedikleri için eleştiriyor. Ve bu meseleye milli bir boyut kazandırıyor. Türk Yurdu'nda yayımlanan istisnasız bütün yazılarında Avrupa'nın Osmanlı üzerindeki emperyalist hakimiyeti eleştiriyor ve yine Osmanlının askeri hezimetlerini iktisadi zaaflarıyla ilişkilendiriyor. Son olarak Parvus'un diğer yazarlardan farklı olarak Türk Yurdu'nda ortaya koyduğu bir diğer önemli perspektif, ekonomik ilerleme, kalkınma ve demokrasi arasında doğrudan kurduğu rabıta.

Ümit Kurt, "Türk'ün Büyük, Biçare Irkı" Türk Yurdu'nda Milliyetçiliğin Esasları (1911-1916), İletişim Yayınları, 2012,256 sayfa.
23 EKİM 2023'DE, ELİM BİR TRAFİK KAZASI SONUCU, UÇMAĞA VARDI.
ŞİMDİ; TANRI DAĞINDA, ATALAR YURDUNDA, ATSIZ ATA MAKAMINDA, BAŞBUĞLAR OTAĞINDA, ERİNÇ İÇERİSİNDE!