SON CİHAT FETVASINDAN BU GÜNE
Birinci Dünya Savaşı'na girilirken, Osmanlı Devleti olarak son resmi cihadı; (1914'ün 14 Kasım)ında ‘‘İslam'ın düşmanlarına’’ Cihad-ı Ekber Fetvası ile ‘’Cihat İlan Ettik’’ ama fetvamız bir işe yaramadı. İslam dünyasının bir bölümü burnumuza bize karşı yazılmış bir başka ‘’Cihat Fetvası’’ dayadı, Hıristiyanların yanı sıra Müslümanlar ile de savaşmak zorunda kaldık ve bu fetvalar savaşı on binlerce Türk askerinin canına mal oldu.
Birinci dünya savaşını tetikleyen nedenlerin başında her ne kadar Avrupa’daki reform hareketleri gösterilse de insanların milliyetçi duyguları ön plana çıkmaktaydı ve bu milliyetçilik duygularının harekete geçmesi birinci dünya savaşını başlatmıştı. Birinci Dünya Savaşı sonunda hanedanların hüküm sürdüğü İmparatorluklar yıkılmış yerine ulus devlet esasına dayalı birçok devlet kurulmuştu. Osmanlı devleti de bu gelişmelerden etkilenmiş ve Hıristiyan Avrupa’daki topraklarını kaybettiği gibi Müslüman Ortadoğu’daki topraklarını da kaybetmiştir. Osmanlı devleti (24 milyon km2)yi bulan topraklarından Anadolu diye tabir edilen (814.578 km2)lik bir alana kadar inmişti. Emperyalistler bu küçük toprak parçasını da Türklere layık görmedikleri için Türkleri Anadolu’dan da tamamen atmak için Çanakkale’ye çıkarma yapmaya kalkmışlar ama karşılarında ummadıkları bir Türk direnişi sonunda yenilmişlerdir. Bu ölümcül gelişmeler karşısında çaresiz ve sessiz kalan Osmanlı padişahından ve İslam Halifesinden ümidini kesen Türk milletine Çanakkale Zaferi adeta can simidi olmuş, Türk Milletini yüzyıllarca süren uyuşukluk uykusundan uyandırmıştı. Zümrüdü Anka kuşu misali küllerinden yeniden doğan Türk Milleti, artık silkinmeye başlarken emperyalistlerde boş durmamış Türk yurdunu işgale başlamıştı. ‘’Ya İstiklal Ya Ölüm’’ diye ayağa kalkan Türk Millet (19 Mayıs 1919) da başlayan amansız bir savaş sonunda (24 Temmuz 1923) tarihinde imzalan Lozan Barış Anlaşması ile Hür ve bağımsız Türkiye Cumhuriyeti olarak tüm dünyaya karşı kendisini tescillemiş oluyordu. Artık ‘’Türkiye Türklerin’’di ve bunu tüm dünya da kabul etmişti.
Başbuğ Mustafa Kemal ATATÜRK önderliğinde kurulan Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş felsefesi ‘’Türkçülük’’tü. Bunu pekiştirmek için T.C. Devletinin paralarında ve pullarında Bozkurt amblemi kullanılmaktaydı. Ayrıca Seküler bir Milliyetçilik anlayışı ile devlet destekli özel sektör sermayelerince üretime dayalı fabrikalar kurulmaya başlanmıştı. Savaştan yeni çıkılmış olmasına rağmen Yolcu uçağı üretimine başlanmış ve dünyadaki uçak üreten (5) ülkeden birisi T.C. olmuştu. Demiryolları ile yurdun dört bir yanı demir ağlarla örülüyor, bilim, sanat, spor, edebiyat, tekstil, tarım, sanayii hamleleri mucize derecesinde başarılı bir şekilde devam ediyordu. T.C.nin bu hızlı kalkınma hamleleri birilerini rahatsız etmeye başlamıştı. Birkaç kez T.C. devletinde etnik isyan çıkarma çabaları ve dini kalkışma çabaları başarısızlıkla sonuçlanmıştı.
O kara gün (10 Kasım 1938) adeta Türk mucizesini sekteye uğrattı. Başbuğ Mustafa Kemal ATATÜRK artık sonsuzluğa gitmişti. Yerine gelen iktidarlar ne yazık ki aynı Türklük şuurunda olamadılar. Türk Milletinde Başbuğ Mustafa Kemal ATATÜRK ile uyanan Türkçülük şuuru dalga dalga yeni nesillere aktarılırken iktidar sahipleri emperyalist güçlere yavaş yavaş boyun eğmeye başlamışlardı. İktidar ile halk ilk kez ciddi olarak (1944 Türkçülük Olayları) diye adlandırılan yargılama sürecinde karşı karşıya gelmişlerdi. Türk Milleti Başbuğ Mustafa Kemal ATATÜRK’ün tekrar kazandırdığı Türklük kimliğini koruma savaşı ile karşı karşıya idi. (1969 Şubat)ına gelindiğinde yargılamalar durduramadıkları Türkçülük uyanışı yeni bir şok daha yaşayacaktı. Adana’da iki gün süren değişim kongresinde Türkçülerin simgesi "Tanrıdağı"nın yanına, İslamiyet’in simgesi "Hiradağı" eklenip yeni bir slogan üretilmişti: "Tanrıdağı kadar Türk, Hiradağı kadar Müslüman.", "Tanrı Türk’ü Korusun" parolasının yerini de "Kanımız Aksa da Zafer İslam’ın" almıştı. Türkçüleri asimile etmek için İslam dini kullanılmaya başlanmıştı. Son dönem Türkçülüğün ateşli savunucusu Hüseyin Nihal ATSIZ ve arkadaşları partiden tasfiye edilmişler, Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi (CKMP) adı, Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) olmuş, "Bozkurt" sembolü, yerini "Üç Hilal"e bırakmış. "Bozkurtlar", "Ülkücüler"e dönüştürülmüştü. Artık, "Türkçü" yerine "milliyetçi" denilecekti. MHP Genel Başkanı olan Alparslan Türkeş bir müddet sonra ‘’Hac’’ vazifesini yaparak ‘’Hacı Başbuğ’’ olmuştu. Türkçülükten Ülkücülüğe dönüştürülen geçler otobüslere bindirilip Adıyaman’daki Nakşibendi Menzil Şeyhi’nin elini öptürülmeye götürülüyordu. Parti binalarından yavaş yavaş ATATÜRK resimleri indirilmeye başlanmıştı. Hüseyin Nihal ATSIZ’ın, Ziya GÖKALP’in kitaplarının okunması yasaklanmış sadece Seyit Ahmet ARVASİ’ye yazdırılan ‘’Türk-İslam Sentezi’’ kitap okutularak Türkçü gençlik Ülkücü olarak yeniden dizayn edilmeye başlanmıştı. Bu yeni oluşum için Türkçülere gözdağı vermek amaçlı olarak Ankara’da Ali BALSEVEN isimli Türkçü bir Üniversite öğrencisi öldürülmüştü. Ali BALSEVEN sıradan bir Türkçü’de değildir. Namıdeğer ‘’Biber Ali’’ 1969 Adana Kongresinde tarihteki on altı bağımsız Türk devletini simgeleyen on altı bayrağı taşıyan idealist Türkçülerden biriydi. Türk Milliyetçisini Türk Milliyetçisine öldürtmüşlerdi. Artık Türkçülük Türk Milliyetçileri arasında da öcü gibi algılanmaya başlanmıştı. Türk Milliyetçilerine bu fitneyi sokanlar bir yandan da ‘’Milli Mücadeleciler’’, ‘’Büyük Doğu’’, ‘’Milli Görüş’’ isimleri altında Arap Kültür Emperyalizmini Türkiye Cumhuriyeti topraklarında yeşertmeye başlamışlardı.
Diğer yanda Komünist Rusya’nın sıcak denizlere inmek hayalleri için Türkiye Cumhuriyeti içinde oluşturmaya çalıştığı Komünist bir gençlik oluşmakta idi. Aslında Osmanlı devleti döneminde ‘’Amele Fırkası’’ olarak ilk kez filizlense de Kurtuluş Savaşı nedeni ile duraksamıştı. Sovyet Rusya’nın el altından desteğini alan Komünist örgütlenme kendilerini topluma Solcu, Halkçı, Devrimci olarak sunmakta ve ‘’Bağımsız Türkiye’’ sloganını kullanmakta idiler. Birçoğu samimi düşünce ile fırsat eşitliğini savunsa da içlerine Kürtçü ve Ermeni Taşnak Örgütü militanları sızarak iyi niyetli olanları sabote ederek adeta bir sol terörü haline getirmişlerdi. Sol örgütlerin ‘’Bağımsız Türkiye’’ sloganına Ülkücüler de ‘’Milliyetçi Türkiye’’ sloganını kullanmaya başlamışlardı. İlginç olan ise ‘’Milli Mücadeleciler’’, ‘’Büyük Doğu’’, ‘’Milli Görüş’’ adını kullanan dini yapılanmadakilerin hiçbir sloganı veya belirgin özelliği yoktu. Adeta hayalet birer yapılanma görünümündeydiler. Esas amaç din ile kamufle edilerek hem Türklük bilincini yozlaştırılmak hem de Arap Hegemonyasını hakim kılarak melez bir toplum yaratmaktı. Bu sinsi amaçları için gayritürk olan Türkümsüler her şeyi kendilerine mübah görerek emperyalist güçler ile işbirliğine gitmişler bu işbirliklerini de kamufle etmek için ‘’Yavuz hırsız ev sahibini bastırır’’ misali ‘’Derin Devlet’’, ‘’Gladio’’ gibi etkenleri bahane ederek Türk Milletine istediklerini yaparak iktidara gelmişler ve iktidarlarını da devam ettirmişlerdir. (1980 in 12 Eylül) sabahı birilerinin ‘’Bizim Çocuklarımız’’ dedikleri bir karanlık darbesi; Türkçüler hemen hemen bitme noktasına gelmişti ama kendilerine Ülkücüyüm diyen Türk Milliyetçiler ve kendilerine Devrimci diyen Solcular için adeta kıyameti yaşatmıştı. Ülkücüler ve devrimciler kıyamda ilen birileri palazlanmakta, güçlenmek idiler. Türkiye’nin dört bir yanında ayrık otu misali kök salıyorlardı. Türklüğe ait ne var acımasızca yok ediyorlar din adına Arap Emperyalizmini yerleştirenlerin ihanetlerini zafere dönüştürme projeleri hazırlıyorlardı. Dışarıdan Arap, Süryani, Kürt, Ermeni ve Afrikalı Zenci getiriliyordu. Artık Türkiye Cumhuriyeti kurucusu olduğu Türklerin çoğunlukta olduğu Ulus devlet olmaktan çıkmaya başlamış Melez bir devlete dönüşmüştü. Bu dönüşüm Ülkücüleri Ümmetçiliği kabule, Devrimcileri de Burjuvalaşmaya ikna etmişti. Birinci dünya savaşında yıkılan hanedanlıkların yerini şimdi küresel sermaye hanedanlıkları almakta idi ve bu küresel sermaye hanedanlıklarının yerli işbirlikçileri İttifaklar oluşmaya başlamış, son Cihat Fetvasından bu güne unutulan Ümmet (Arap) ihaneti şimdilerde Hac ve Umre Turları ile yeniden necip millet safsatalarına ve Arap aşkına dönüştürülmeye başlanmıştı.
On binlerce yıllık tecrübe ve birikimi olan köklü Türk Kültürünün yerini bedevi Arap çöl adetleri almaktaydı.
Türkiye Cumhuriyeti yeni güneşlerin doğuşunda kimlere, nasıl ‘’Günaydın’’ diyecekti, bunu da ileriki günlerde göreceğiz.
‘’Tanrı Türkü Korusun!..’’
Adil ÖZTÜRK