Doksanüç Harbi denilen Türk-Rus Savaşı vesilesiyle temayüz eden ve Kara Fatma ünvanı taşıyan kadınlardan ilki, bir aşŒret reisinin kızı idi. Genç yaşında etrafına kendisi gibi mücadeleci kadınları toplayarak adeta gönüllü bir alay teşkil etmişti. Onları disiplinli bir ordu efradı gibi sevk ve idare ediyordu.
"Kadınlar Dünyası" isimli gazetenin 20 Temmuz 1913 tarihli ve 100-1 numaralı sayısında bu muhterem validemiz hakkında şu bilgi verilmiştir.
"Kara Fatma, Malatya'ya bağlı Aladağlı'dır. Zayıf, orta boylu ve esmer, gözleri ve kaşları siyahtır. Elbisesi, erkek elbiselerinin aynıdır. Entari yerine geniş bir şalvar, ceket yerine ise "sarka" tabir olunan bir tür cepken giyerdi. Sesi erkek sesi gibi gür ve sertti. Yüzünü örtmez fakat, saçlarını boynuna dolar; başının, yüz kısmı dışında bütün kısımlarını "Leçel" denilen beyaz bir bezle kat kat sararak örterdi. Maiyeti üzerinde son derece nüfuza malik olup İbo namındaki danışmanı dahi Kara Fatma'nın hışım ve heybetinden ürperirdi. Lakin , cengaver olduğu nisbette yumuşaktı ancak, şefkati lüzumundan fazla değildi. Kara Fatma, tarihen sabit olan en mühim ve parlak zaferlerini Rusya Muharebesi hengamında göstermişti.
ÖLÜMDEN KORKMAYAN KAHRAMANRus orduları Erzurum'u işgal ettiği esnada Kara Fatma, Aziziye Tabyası'nda maiyetindeki üç-dört bin cengaverle birlikte savaşmıştır. Bu büyük Müslüman-Türk annesi, askerin içeceğini, yiyeceğini hazırlar, yaralıları tedavi eder, omuzlarında yararlı askerleri hastaneye taşırdı. Düşman, Aziziye Tabyası'nın her s–retle müdafaasında gösterilen metanet ve şiddetin bertaraf edilmeyeceğini anlayınca hŒleye müracaat ederek bir gece yarısı askerlerimizin koğuşu yakınına sokmuş olduğu bir nefere, bir tüfek attırıp koğuşun lambasını söndürtmüş... Askerlerimiz kendilerini düşmanın bastığını zannederek rastgele, ateş etmiş ve birbirlerini sabaha kadar katlettikten sonra düşman kolaylıkla tabyayı zabtetmişti. Bu korkunç hile ve sarsıntımızdan son derece müteessir olan Kara Fatma, hemen Erzurum içlerine girmiş ve topladığı erkek, kadın, genç, ihtiyar birçok vatandaşı tüfek bulamayanları evlerden buldurduğu balta, satır ve kılıçlarla silahlandırıp Aziziye Tabyası'na yönlendirmiş gülle, kurşun yağmurları aldırmaksızın taarruz etmiştir. Yüzlercesi şehit olduğu halde ölümden asla yüz çevirmemiş ve tabyanın hendeklerini düşmanın leşleriyle doldurarak Aziziye Tabyası'nın kurtarılmasına muvaffak olmuştur."Meşhur Sivastopol Destanı'nda Kara Fatma'dan şöyle bahsedilir:
SİVASTOPOL DESTAN'INDA KARA FATMABeş altı gün sonra geldi
Kara Fatma-i gazi
Nisalar kahramanı, şeref-razı
Beş altı yüz kişiyle geldi o an,
Kamusu hep süvari-i namdaran.
Onların namı var Türkmen ilinde
Kılıç belinde, kargı yollarında.
Onlar çok kırdı düşman, döktü kanın
Şehid oldu karındaşı nisanun.
O hatun kendi dahi yaralandı
Onuldu yarası hoş varlandı.
Ömer paşa olup Şumn–da kaim
Onlara gönderir cephane daim.
Kara Fatma bu harpte yüz bin kişilik düşman ordusunun karşısında geceli gündüzlü harbederek Türk ordusunun en ileri hatlarına kadar giderek askere cesaret aşılamıştı. Bu harpte bir ara yaralanmış ve kardeşini kaybetmişti. Kahramanlığı yabancı eserlere de geçmiştir. Allah şefaatinden mahrum eylemesin
KARA FATMA'LAR TÜKENMEZKuva-yı Milliye'nin Kara Fatma namlı kadın kahramanlarından bir diğeri, Batı Anaddolu'da Yunanlılara karşı mücadele eden ve ilk Kuva-yı Milliye hareketinin mimarı Mustafa Kemal Atatürk'ün de liyakatini kazanan Kara Fatma'dır. Memleketin kara günlerinde, bütün kadınlığı gönülden temsil eden, vatan için, istiklal için dövüşen ve adı sık sık gündeme gelen Kara Fatma, bizim endişeli günlerimizin sayılı kahramanlarından, kadınlarımızın en saygıya değerlerindendir...
Ölünceye kadar sırtında muharebe zamanlarında giydiği elbisesinin bir benzeri ve göğsünde taşıdığı "İstiklal Madalyası" ile çok kere cadde ve sokaklarda gelip geçenlerin dikkatini çeken bu kahraman Türk anası, kendisine bağlanan maaşı, bir hayır cemiyetine bağlamış olduğundan hayatının son yıllarını, kendi uhdesinde kalan yetim torunları ile birlikte fakr-u zar–ret içinde geçirmiştir.
Hakikaten, Milli Mücadele döneminin birçok erkek kahramanı kadar şöhret yapmış ve hizmet etmiş bulanan Kara Fatma, son yıllara kadar muammer olmuş ve hakkında basında muhtelif vesilelerle pek çok neşriyat yapılmıştır.
"Muharebe bana düğün gelir"
Memleketi tehlikede gören bu genç kadın, şahsŒ arzularının verdiği bir ıstırabı olmadan, İşgal Kuvvetleri'nin sıkıcı karanlığına dayanamıyor. "Kadın isem de, Türk değil miyim?" diyerek İstanbul'dan kah yürüyerek, kah ata binerek dolu dizgin, ancak gençlik ve memleket aşkının verdiği cesaretle Sivas'a geliyor ve Mustafa Kemal'in karşısına çıkarak:
"-Bütün millet, vatanın kurtarılmasını bekliyor, işte ben de kadın halimle geldim ! İş göster. Emret !" diyordu.
Samimi ve içten gelen bu sözler Mustafa Kemal'in gözünden kaçmıyor:
"-Peki ama ne iş görebilirsin? Silah kullanır mısın? Ata biner misin? Harpten ateşten korkmaz mısın?"
"-Ata binerim, silah kullanırım, muharebe bana düğün gelir" cevaplarını veren Kara Fatma'ya hayran kalan Mustafa Kemal, "Şu dakikada bütün kadınlarımız senin gibi olsalardı Kara Fatma !" diyor ve bu s–retle Fatma Hanım, "Kara Fatma" lakabını almış oluyor.
Mustafa Kemal'den aldığı emir ve tavsiyelerle İstanbul'a gelen Kara Fatma 15 kişilik vatansever genci etrafına topluyor, buradan Kocaeli'ne geçiyorlar. Köylerde vaziyeti asla belli etmeden tam bir teşkilat kurmayı başarıyor ve Geyve'de cephe tutuyor. Halid Bey Kumandası'nda bir yıl çalışıyor, çarpışıyor ve bu sırada ilk defa yaralanıyor. Teşkilat lağvedilince orduya çavuş olarak giriyor. Birçok korkulu savaşlarda orduya, istiklale büyük hizmetler eden Kara Fatma'nın bu zaferlerden tek nişanesi aldığı bir yara ile kırmızı kurdelalı bir harp madalyası ona gurur ve iftihar veriyor.
KUVA-YI MİLLİYE'NİN HADİMİKendisi, Kuva-yı Milliye devresindeki hizmet ve faaliyetlerini bir gazeteciye aşağıdaki şekilde hulasa etmiştir:
"-İzmit, Adapazarı, Düzce ve civarına Yunanlılar sık sık baskınlar yapıyordu. Bir gün kumandan Halid Bey beni çağırdı ve şunu söyledi:
"-Fatma Hanım, senin bugüne kadar yaptıklarından çok memnunum, sana kaymakamlık vereceğim."
Halid Bey'in bu sözlerinden anlamıştım ki; bana gene mühim bir iş verecek.
Şu emri verdi.
"-Şimdi adamlarını alıp İznik'e gideceksin!"
"-Ama ben on beş gün önce orada idim."
"-Gene gideceksin, orada bulun, işlerin var."
Emir, emirdi. Derhal hazırlandım, atlarımıza atladık, dağlardan bayırlardan dolu dizgin koşturuyorduk.
Yolda nefes nefese iki köylüye rastladık. Bizi görünce:
"-Aman" dediler, "imdada gelin, köyümüzü bastılar, hepimizi öldürecekler."
"-Kimler bastı, köyünüzü?"
"-Kimler olacak, gavurlar."
Öyle günler yaşıyorduk ki; kimseye inanmak caiz de değildi hani. Bu, düşmanın bir oyunu olabilirdi, nitekim bu gibi hadiselerle çok karşılaşmıştık.
"-Hangi köydensiniz?"
"-Elmacık Köyü'nden."
Hemen atlardan indik, kıyafetlerimizi değiştirdik. Ben eski püskü bir elbise giymiştim.
Köye girdiğimiz zaman manzara tüyler ürpertici idi.
Meydanda bir papaz oturuyordu. Etrafında onbeş, onaltı kadar silahlı vardı. Türkleri bir araya getirmişlerdi. Papaz, Hıristiyan kadınlara sordu:
"-Nasıl ceza verelim?"
Kadınlardan biri:
"-Onları iyice bağladıktan sonra bize teslim ediniz, intikamımızı biz alırız" dediler.
Benden şüphe edilmediği için yanlarına kadar yaklaşmıştım.
Papaz, üç Türk'ün bir ağaca bağlanmasını emretti.
Kardeşime yaklaştım:
"-Hali görüyor musunuz?" dedim. "İyi ki gelmişiz, şimdi tabancamı adamların üzerine boşaltacağım."
Kardeşim sert sert yüzüme baktı ve yavaş sesle:
"-Acele etme, sonra işi bozarız" cevabını kulağıma fısıldadı. Ben bekleyecek halde değildim. Heyecanımdan tir tir titriyordum. Oğlum da benim halimden şüphelenmişti. Yanıma yaklaştı O da fısıldadı:
"-Acele etme ana!"
Düşmanın rengi küle döndü...
Ağaçlara bağlananların az sonra can vereceklerini anlayan köylüler ağlaşmaya, feryad etmeye başlamışlardı.
Ne olursa olsun fazla sabredemeyecektim. Tabancamı çektim ve:
"-Teslim olun!" diye haykırdım.
TabiŒ adamlarım da silahlarını çekmişlerdi. Bu beklenmeyen hal, düşmanı öylesine şaşırtmıştı ki... Hemen ağaçlara bağlananların iplerini çözdürdüm ve silahlı düşmanların silahlarını aldırdıktan sonra onları bağlattım. Papaza dönerek:
"-Haydi" dedim, "şimdi siz ölümlerden ölüm beğenin."
Hepsinin de rengi kül gibi olmuştu. Titriyorlardı. Oracıkta düşüp öleceklerdi.
Adamlarıma döndüm:
"-Hepsini Halid Bey'e götürünüz" dedim, "cezalarını o verecektir."
İzmit'e döndüğümüz zaman Süvari Livası Hacı Arif Bey bu muvaffakiyetimizden dolayı bizim için büyük bir merasim hazırlamıştı. Köylüler, coşkun tezahürat yapıyordu. Fakat bu muvaffakiyet ile birlikte beni sükut u hayale garkeden bir mesele hasıl oldu. Meğer "Kara Fatma tehlikeden sakınmıyor, başımıza bir iş açar" diye beni, geri hizmetlere almaya karar vermişler.
Kıyameti kopardım. Halid Bey:
"-Bilmiyorum Fatma Hanım" dedi, "ölümden korkmuyorsun, fakat ya şehid olmaz da esir düşersen ne olur?.. Bizimkilerin maneviyatı bozulur, düşmanın maneviyatı kuvvetlenir. Sen hiçbir tehlikeden kaçmıyorsun. Ya, Elmacık Köyü'ndeki düşman kuvvetli olsaydı da sizi esir etseydi?.."
O zaman kim tehlikeyi düşünüyordu... Bundan sonra ihtiyatlı olacağımı vadederek vazifeme devam ettim."