Gönderen Konu: TÜRK DÜNYASININ ORTAK DEĞERLERİNDEN SADECE BİRİ: NASREDDİN HOCA  (Okunma sayısı 3729 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı TÜRK-KAN

  • Türkçü-Turancı
  • *****
  • İleti: 2181
  • UÇMAĞA VARDI, TANRI DAĞLARINDA!
TEBRİZ'DEN KAZAN'A O BİZİM HOCAMIZ

 Türk Dünyasının en büyük ortak kültürel değerlerinden biri olan Nasreddin Hocanın doğumunun 799. yılını kutluyoruz. İşte Özbekistan'dan Tataristan'a, Gagauzyeri'nden Doğu Türkistan'a BİZİM HOCAMIZ!

 Rivayete göre Testici Şarmamat ailesinin çocuğu olmamış. Karı koca yıllar yılı bir oğulcuk hasretiyle yanıp tutuşmuşlar, gitmedikleri hekim, kullanmadıkları ilaç, yakmadıkları tütsü, başvurmadıkları şaman kalmamış ama, Allah bu, vermeyince vermiyor. Bu da bir imtihandır diye hasretlerinin ateşini kundaklayıp bağırlarına basmışlar, yana yakıla ihtiyarlamışlar. İhtiyar da olsa Testici Şarmamat’ın karısı Allah’tan kendilerine bir çocuk vermesi için, bir gece sabaha kadar dua etmiş, gözyaşı dökmüş, seccadesi suya kesmiş. Sabah, her gün olduğu gibi Şarmamat, evde yaptığı testileri, kabı, kacağı, işlemeli küpleri yükleyip pazara götürmüş. Yükleri indirip sıraya dizerken büyük küplerden birinin içinden bir bebek gülmesi gelmiş. Küpü açmış bakmış ki, kundakta yeni doğmuş bir oğlan çocuğu süt dişlerini göstere göstere gülüyor. O zamanda, ağzında dişle doğan çocuğun büyük adam olacağına, bilge olacağına inanılırmış. Çocuğa doksan gün ad konulmamış, yedi yöne haber salınıp anası babası aranmış, bulunamamış. İhtiyarlığında memelerinden ılık ılık süt gelen Şermamat’ın karısı çocuğu emzirmiş, sağ kulağına ezan okunup adını Nasreddin koymuşlar. Nasreddin büyümüş, efendi olmuş; şen şakrak, nüktedan, zarif bir adem olarak baba mesleğini sürdürmüş. Bu gün Özbekistan’da Nasreddin Hoca’nın babasının Testici Şarmamat olduğuna, dolayısıyla Hoca’nın bir Özbek Türkü  ve Buharalı olduğuna inanılırmış.

 Türkiye’de olduğu gibi diğer Türk ülkelerinde de Hoca hakkında rivayetler bulunur, adına makamlar verilir, buralar ziyaret edilir. Rahmetlinin kabri yalnızca Akşehir’de değildir. Semerkant’ta, Alma Ata’da, Tebriz’de, Gence’de... mezarı vardır; ziyaretçileri kabul eder. Bir Nasreddin Hoca efsanesi Türklerin derin bilincinde bir gülümseme rüzgarı gibi enginden engine esip durur. O yerine göre Azeri olur, Özbek olur, Türkmen olur. Taşkentli olur, Buharalı olur, Kazanlı olur... Nereli olursa olsun o yine Akşehirliliğini, Sivrihisarlılığını muhafaza eder.

 Bu gün dünyanın hiçbir milleti Türkler kadar geniş bir coğrafyada yaşamıyor. Ta Avrupa içlenirden Çin’e kadar, Kuzey Afrika’dan Sibirya’ya kadar, yeryüzünün üç büyük ana karasının hemen her yerinde Türklerin ayak izlerine rastlamak mümkün. Bu kadar da değil, o izler günden güne, dönemden döneme yenileniyor, değişik hal alıyor, bazen kayboluyormuş havası veriyor ama silinmiyor, silinemiyor. Demirperdenin yıkılmasıyla da görüldü ki, Türk boyları bütün baskılara, unutturmalara, kıyımlara rağmen, bu gün için istenilen düzeyde olmasa da kültürel bilinçlerini muhafaza ediyorlar. İşte Nasreddin Hoca da yeryüzünün hatırı sayılır bir kısmında varlıklarını sürdüren Türklerin yaşattıkları, kuşaktan kuşağa aktara aktara günümüze kadar getirdikleri ortak değerlerimizden biridir, tebessüm kaynağımızdır. Kökü Anadolu’da, dalları bütün bir Türk coğrafyasında olan bir gülme ağacıdır.  Sarı Uygurlar ve Sibirya Türkleri hariç bütün Türk ülkelerinde Hoca aileden biri gibi seviliyor, onun hikayeleri anlatılıyor, yerine göre ona yeni hikayeler anlattırılıyor. Meşhur tabirle Adriyatik’ten Çin Seddi’ne kadar Türkçe konuşan insanlar arasında latif bir Nasreddin Hoca bağı oluşmuş, bu bağ sürekli kendini yeniliyor ve üretiyor.

 Değerli bilim adamı Prof. Dr. İsa Özkan, 1999 yılında iki kıymetli çalışmaya imza attı. Tatarların ve Türkmenlerin Nasreddin Hoca’sını Türkiye Türkçesi ile neşretti. Nasreddin Hoca hikayelerinin Başkurt, Özbek, Azeri ve Karaçay rivayetlerinin de Türkiye’de yayımlanacağı müjdesini verdi, gerçekleşmesini sabırsızlıkla bekliyoruz. Her iki kitabının ortak önsözünde Özkan , Türkiye Türklerini, diğer coğrafyalardaki soydaşlarının Nasreddin Hocalarından haberdar ediyor.

 Nasreddin Hoca, neredeyse Türkçe’nin bütün lehçe ve şivelerinde sözlü edebiyatın en güçlü temsilcisidir. Bırakın Hoca’yı,  eşeğinin ününe ulaşmış başka bir mizah kahramanı yoktur Türk Dünyasında. Hoca merhumun hikayeleri nasıl böyle yaygınlık kazanmıştır meselesine gelince: Bilindiği gibi Osmanlı Devleti bir dünya devleti ve hatta uzun yüzyıllar boyu dünyanın en güçlü devleti durumundaydı. Böyle olduğu için de, yetmiş iki buçuk milletin yaşadığı, sosyal, kültürel ve iktisadi hayatın alabildiğine canlı olduğu bir toplum yapısına sahipti. Dünyanın cazibe merkezi olan Osmanlı’nın Balkanlarda  ilerlemesi Nasreddin Hoca’nın da bu topraklara yerleşmesini beraberinde getirdi. Öyle ki, yalnız Balkan Türkleri değil, Sırplar, Macarlar, Romenler, Hırvatlar, Makedonlar, Yunanlılar, Bulgarlar, Pomaklar, Arnavutlar, hasılı bütün Balkan ve Güneydoğu Avrupa kavimleri Hoca merhumu pek sevdiler, sahip çıktılar. Hoca’nın doğuran kazanı Bulgarlara Hıtar Petar, Makedonlara Itar Peyo, Yunanlılara Anastratdin adlarında  nur topu  gibi kız evlatlar hediye etti; hikayelerinin bir kısmı şimdi bu tencerelerde servise hazırlanıyor. Nasreddin Hoca’nın doğuya ilk büyük seferi ise, sonradan yakıştırılan hikayelerinde başının belası olan Aksak Timur’la oldu. Çekirge sürüleri gibi Anadolu’yu işgal eden bu çekik gözlü ve gülmez suratlı Moğollar,  Anadolu şehirlerinde kaldıkları süre içerisinde Hoca hikayeleriyle tanıştılar ve gülmeyi öğrendiler. Giderken de yanlarında götürdükleri maddi zenginliklerimizle birlikte Hoca merhumu da Asya içlerine kadar taşıdılar. Elbette hikayelerle birlikte, Akşehir, Sivrihisar, Hoca’nın eşeği, karısı,çocukları, hatta Akşehirliler bile Orta Asya’ya taşındı, Çin sınırlarına kadar vardı dayandı. Ayrıca Safavi Türkmenleri Savafi Devletini kurarken Anardolu’dan da hatırı sayılır bir Türkmen göçü aldı.  “Şaha giden” bu ülkenin yağız çocukları beraberlerinde Hoca’yı da Safavi ülkesine taşıdılar, Azerbaycan’da İran’da ona yurt yuva, makam mevki verdiler. Her ne kadar makam mevki verdiler dedimse de, Rahmetliyi mollalıktan yukarı terfi ettirmeyip, namını  Molla Nasreddin olarak sabit kıldılar.

 Diyor ki İsa Özkan: “Nasreddin Hoca fıkralarının komşu kavimler ve Türk boyları arasında yayılması sözlü ve yazılı gelenek vasıtasıyla olmuştur. Tüccarlar, seyyahlar, bilginler, öğrenciler, askerler, savaş esirleri, göçmenler, aşık, bahşı ve cıvarlar gibi gezgin saz şairleri, dervişler ve meddahlar fıkraların geniş bir alanda dolaşımına vesile olmuşlardır. Söz konusu kültür taşıyıcıları şifahi geleneğin yanı sıra matbaanın bulunuşundan önce el yazması eserlerden de yararlanarak fıkraları bu muazzam dünyanın bir ucundan diğer ucundaki yerleşim merkezlerine götürmüşlerdir. Türkistan ve İdil-Ural bölgesine de fıkralar ilk önce bu yolla ulaşmış olmalıdır.(...) Nasreddin Hoca fıkralarının Türk dünyasında dolaşımı XIX. Yüzyılın ikinci yarısında hızlanmıştır. Bu yüzyılda Kuzey ve Doğu Türklüğü için eski usulde eğitim veren Buhara ve Semerkant medreselerinin yanı sıra modern eğitim metotlarının tatbik edildiği bir merkez olarak Kazan şehri ortaya çıkmıştır. Kazan’da Arap harfli Türkçe matbaanın kurulması, bol miktarda halk kitaplarının, bu arada Nasreddin Hoca fıkralarının da basılmasına imkan sağlamıştır.” Özkan’ın verdiği bilgiye göre Nasreddin Hoca hikayeleri yalnızca Kazan şehrinde yirminci yüzyılın başına kadar otuz bir baskı yapmış.

 Anadolu ve Balkan Türklerinin anlı şanlı Nasreddin Hoca’sı Türkistan’da “Ependi”, “Afandi” adıyla dolaşır. İdil-Ural Türkleri “Huca”dan  başka Hoca tanımazlar. Azerbaycan Türkleri “Molla”nın, “Molla Nasreddin”in latifeleriyle sözü latif yaparlar. Tatar Türkleri, Başkurt Türkleri  “Nasretdin Huca”yı eşeğe ters bindirirler. Özbekistan’da “Nasredin Afandi” göle yoğurt çalar. Uygurlarda “Nesredddin Ependi” papazlara haddini bildirir. Kazak Türkleri kazların tek ayaklı olduğunu “Koja Nasr”dan, “Kojanesir”den, “Nesiriddin”den öğrenirler. Karaçay-Malkarlar “Nasra Hoca”yı düğünlerinde derneklerinde baş köşeye oturturlar. İsevi soydaşlarımız Gagavuzlar bile “Nastradin”in öğrencilerine Hanefi fıkıh kitabı olan Kuduri’yi okuttuğunu bilirler. Kırgızlar kımız içip sohbet ederken mutlaka “Apende”den, “Koco Nasriddin”den, “Nasirdin Koco”dan bir hikaye anlatmadan dağılıp evlerine gitmezler. Orta Asya Türklerinin cümlesi ata binmesine, at kültürünün o topraklarda hakim olmasına rağmen Efendi Hazretleri mübarek eşeğiyle bozkırın gülmez yüzünü çiçeklendirir.

 Saha(Yakut) Türklerinin fıkra tipi olan Naara Soux, Nasrreddin Hoca’dan başkası değildir. O da  Nasreddin Hoca gibi yeni geldiği şehrin günlerini bilmez, yuvarlanan kalpağının içinde kendisinin de olduğu söyler,  gittiği şehirle kendi şehrinin havasının aynı olduğunu, çünkü gökyüzünün aynı gökyüzü olduğunu , eşeğe değil ama ata niye ters bindiğini soranlara binektaşında atın ters durduğunu söyler. Sıcak hava israf olmasın diye körüğün ağzını bağlar.

 En çok “Afandi Latifa”sını Özbekler bilmesine rağmen, Nasreddin Hoca’nın  kendini yenilediği, kaba tabirle çağa ayak uydurduğu ülke Tataristan olmuştur.Tatarlar Hoca’ya basın toplantısı yaptırırlar, onu  Adolf Hitler’in karşısına çıkarırlar, paraşütle inen kıza evlilik teklif ettirirler, telefonla konuştururlar... Demirperde döneminde  Türk ülkelerindeki Nasreddin Hoca hikayelerine  nispeten din düşmanlığı da sızmıştır ama, bu düşmanlık bile Nasreddin Hoca imajına zarar vermemiştir.

 Elimizin altında bulunan İsa Özkan’ın anılan kitapları ile Soner Yalçın ve Erkin Emet’in Türkiye Türkçesine aktardığı Uygur Nasreddin Hoca’sından birkaç örnek fıkra zikretmek yerinde olacaktır.

 Tatarlar Nasreddin Hoca’yı o kadar benimsemişler ki, Rahmetlinin ana dilini Tatarca yapıp çıkmışlar. Bu kadarla da kalmamışlar, neredeyse ecnebilere Tatarca dersi verdirmişler Hoca’ya:

 Merak bu ya Tatarca öğrenmek isteyen bir ecnebi Tataristan’a , Hoca’nın yaşadığı şehre gelir. Bir gün namını duyduğu Hoca’yla karşılaşır ve dert yanar.
-Hocam, diliniz ne kadar zormuş, öğreneceğim diye göbeğim çatlıyor.
Hoca ileride bir evin önünde oynayan çocukları göstererek, adama;
-Ne zorluğu der, bak bizim parmak kadar çocuklar bile Tatarca konuşuyor.

 Bizim Anadolu’da anlatıp gülümsediğimiz “Tin”li, yani incirli Nasreddin Hoca hikayesi Tatarlarda yerini zeytinli hikayeye bırakır. Fark sadece Rahmetlinin Tin Suresi’ni okurken incir yerine zeytini unutmasıdır.

 Ne işi varsa artık, bir gün Nasreddin Hoca bir zenginini evine uğrar. O sırada yemek masasında ekmekle zeytinyağı yiyen adam Hoca’yı görür görmez zeytinyağı tabağını masanın altına saklar. Hoca’ya da kuru ekmekle çay ikram edilir. Yemekten sonra zengin ev sahibi
 -Haydi  Hoca, der, yemekten sonra sevaptır, bir aşır oku da dinleyelim.
Hoca euzü besmele çeker::
-Vettini, veturisinine...  Ev sahibi hemen müdahale eder:
-Hoca, yanlış okuyorsun, Vezzeytuni kısmı nerde?
Hoca işaret parmağıyla biraz önce saklanan zeytinyağı tabağını gösterir ve
-Zeytini işte orda, masanın altında, der.

 Belki ömründe Karadeniz’i hiç görmemiş olan Nasreddin Hoca, Tataristan’da anlatılan hikayesinde yalnızca Karadeniz’i bilmekle kalmıyor, ona dökülen ırmaklardan da haberdar görünüyor. Karadeniz’i içip kurutmak iddiasına da Hoca’dan başka kimse taraftar olmazdı diye düşünüyoruz:

 Bir gün tüccarın biri: “Karadeniz’i içip bitirene yüz altın vereceğim” diye, her yere haber yollar.
Hoca bunu işitince tüccara gelir ve;
-Ben içip bitireceğim, der.
Belirlenen gün Hoca’nın Karadeniz’i içip bitirmesini seyretmek için halk toplanır. Hoca tüccara:
-Ben hazırım, der.
Tüccar:
-Öyleyse başla, der.
-Sen belirlediğimiz şartı yerine getirmiyorsun. Önce sen denize dökülen akarsuları durdur, çünkü ben denizi içip bitirmeyi üstlendim, der Hoca, tüccara.
Bu şartı yerine getiremeyeceği için tüccar, kesesindeki altınları boşaltıp Hoca’ya vermek zorunda kalır.

 Her ne kadar Hoca’nın Akşehir’de yaşadığı dönemde çay nedir bilinmiyorsa da onun için ne gam, Akşehir’de içemediği çayı Türk illerinde pilavın ardından afiyetle içmeyi sürdürüyor:

 Seyahat esnasında Hoca, eski bir dostuna misafir olur.
Dostu, kıymetli misafirini rahat ettirmek için çırpınıp durur. Yolda acıkan Nasreddin Hoca ise “acaba ne ikram edecekler?” diye düşünür.
-Muhterem Hoca, çay içer misiniz? diye sorar dostu.
Nasreddin Hoca :
-Ben çayı pilavın ardından içmeyi severim, der.

 Hoca’nın eşekli fıkraları Tataristan’da da eşeğini muhafaza eder. Hoca bununla da kalmaz, eşekten kastının bir takım bilim adamlarına köylülüğüne dair ipucu bırakmak olmadığını, kimlerin eşek olduğunu, kimlerin nasıl eşeklik yaptığını yalnızca kuyumcuya değil cümle aleme anlatır:

Hoca kuyumcuya gelip, vitrine konulan kıymetli takıları seyrederken; satıcı ona şakayla:
-Yahu niye bakıp duruyorsun, Hoca, diye sorar.
Hoca ona:
-İşte şu kıymetli takıları seyrediyorum, der.
Satıcı gülerek:
-Hayır sen yanlış görüyorsun Hoca, burası kuyumcu dükkanı değil, kasap dükkanı, burada eşek kellesi satılır, der.
Hoca hiç düşünmeden;
-Sen ne iyi satıcısın, der.
-Nereden bildin, deyince, Hoca, satıcının başına dürtüp işaret ederek;
-Görüyorum ki her şey  açıkça anlaşılıyor: Böylesine büyük dükkanda, sadece bir tanecik eşek başı kalmış. Tamamını satıp bitirmişsin her halde, der.

 Yine Hoca merhumun Akşehir’de minarenin ne olduğunu soran birisine, kuyuyu ters çevirmişler, kurusun diye güneşe karşı dikmişler dediği fıkra, Doğu Türkistan’da  farklı şekilde karşımıza çıkar. Akşehir Turpan şehri olur:
                             
Nasreddin Hoca Turpan’a vardığında,
-Hoca Efendi, Turpan’ın minarelerini nasıl yapmışlar? diye sorarlar.
-Bunu bilmeyecek ne var, der Nasreddin Hoca, eski kuyuları ters çevirmişler, minare olmuş.

 Türk  ülkelerinde  anlatılan Hoca hikayelerinde, Hoca eşeğin yanında yerine göre deveye biner, yerine göre ata biner, bazen şehrin valisi  Timur yerine geçer, kahramanlar değişir, yer isimleri, kullanılan alet edevat isimleri, binek isimleri değişir ama Hoca Nasreddin hep değişmez kahraman olarak kalır.

 Ancak, Türkiye’de rastlamadığımız aşağıdaki hikaye tasavvuf kültürünün yayılma yollarından birini göstermesi bakımından dikkate değer: İki İslam sufisi olan İbrahim Edhem’le, Belhli Ebu Ali Şakiyk karşılaştıklarında, Ebu Ali, İbrahim Edhem’e nasıl geçiniyorsun diye sorar. İbrahim Edhem bulunca şükrederiz, bulmayınca sabrederiz, cevabını verir. Bunun üzerine Ebu Ali, Horasan’ın köpekleri de öyle yapar, der, biz bulunca dağıtırız, bulmayınca şükrederiz. Nasreddin Hoca’dan yaklaşık dört buçuk asır önce yaşamış iki veli arasındaki geçen bu konuşma Tatarlar ve Uygurlar arasında Nasreddin Hoca hikayesi olarak anlatılır. Hikayenin Tataristan rivayeti şöyledir:

Hoca, bir tembele:
-Ne yapıyorsun? diye sorar.
Tembel, ona:
-Bulursam yiyorum, bulamazsam aç yaşıyorum, diye cevap verir.
Hoca, ona acıyıp başını sallayarak:
-Tam bizim şehir köpeklerine benziyorsun, der ve yoluna gider.

 İşin tuhafı Tatar rivayeti ile Doğu Türkistan’da anlatılan hikaye arasında fazla bir değişiklik olmamıştır. Hikayenin Urumçi’de anlatılan şekli ise aşağıdaki gibidir:

Nasreddin Hoca bir tembele,
-Kardeş, ne durumdasın? diye sorar. Adam:
-Eh işte, der, bulursam yerim, bulamazsam kanaatle yaşarım. Nasreddin Hoca yüzünü buruşturur:
-Tam da bizim ite benziyorsun!

 İktisat ilminde ihtiyaçların tasnifi ve ihtiyaç önceliği konusunda, özellikle Batılı iktisatçıların görüşlerine yer verilir. Nasreddin Hoca’nın neyin öncelikli ihtiyaç olduğunu anlatan hikayesi bu görüşlerden önce İktisat kitaplarına geçse yeridir ama o iktisatçıları kim kaybetti ki biz bulalım. Umarım Mustafa Özel’in  merhumun bu hikayesinden haberi vardır. İsa Özkan’ın Tatar Türkçesinden aktarıyor:

Nasreddin Hoca, bir gün pazara gitmek için hazırlanırken lezzetli şeyleri pek seven annesi ona:
-Oğlum, bu gün bana, pazardan lezzetli yiyecekler arasından en nefisini seç, al getir, diye söyler.
Hoca, pazardaki lezzetli yiyeceklerin hepsini bir bir tadıp dolaşırken karnı iyice doyar ve susar. Sonra bir çeşmenin yanına var. Suyu kana kana içer ve: “Ben lezzetli şeyleri hiç yokmuş gibi pazarda arayıp duruyorum, en nefis şey, soğuk çeşme suyuymuş” diye anasına soğuk çeşme suyu götürür.

 Nasreddin Hoca olup da kitle psikolojisinden anlamamak olmaz. O, kıyametin kopmasıyla şehri su basacağını söyleyerek bir yandan toplumda felaket tellallığı yapan ve koltuklarını başkalarının korkusuyla sağlamlaştıranlarla dalgasını geçerken, bir yandan da “Ben bir yalan söyledim, sonra kendim de inandım” mizaçlılarla eğlenmesini biliyor. Üstelik bunu yıllarca demirperde çekilen bir Türk ülkesinde yapıyor.

Nasreddin Hoca, bir gün köylülerini korkutmak ister. Minareye çıkıp:
-Ey cemaat, yarın kıyamet kopacak, yeryüzünü su basacak! diye bağırır.
Bu sesi duyan herkes evlerinden çıkarak, çeşitli yönlere kaçışmaya başlarlar.
Hoca minareden inince:
-Yeryüzünü su basacak, yeryüzünü su basacak, diye bağırarak koşuşan insanları görür ve:
-Yoksa, gerçekten yeryüzünü su mu basıyor?diye, kendisi de korkarak, komşuları ile koşmaya başlar.

 Sovyetler Birliği dağılmadan önce, özellikle Stalin döneminde kültürün de nasıl bir silah olarak kullanıldığını bilenler bilir. Nasreddin Hoca’nın  gücünü ve hakkını teslim eden Bolşevikler haklı olarak onu İkinci Dünya Savaşı sırasında Almanların karşısına çıkarmışlardır. Tataristan’da Hoca ile nazileri karşı karşıya getiren çok sayıda Nasreddin Hoca fıkrası anlatılmaktadır. Hoca Alman karargahına girip Hitler’in karşısına çıkacak kadar gözü kürü bir tiptir. Bu cesaretini bu günlerde Stalin’e karşı kullandığını, Kremlin Sarayında Stalin’le dertleşirken, diktatörün birden Hoca’ya seninle eşek arasında ne fark var diye sorması üzerine, bir koltuk var yoldaş, dediğini duyarsanız, şaşırmayın. Biz yine de Hitler’li fıkraya dönelim:

 Nasreddin Hoca Alman karargahını dolaşırken Hitler’i görür. O başını ellerinin arasına alıp, saçını başını yolarak büyük bir üzüntü içinde otururken, Hoca:
-Führer Efendi, neden böyle endişelisin? diye sorar.
-Kaçarsam yakalarlar, yakalarlarsa kurşuna dizerler diye korkuyorum, der Hitler.
Hoca:
-Hay ahmak, boşuna üzülüyorsun! Seni hiç kurşuna dizerler mi? Asarak öldürürler, diye Hitler’i sakinleştirmeye çalışır.

Mehmet Aycı

http://www.turkgundem.net/icerik/index.php?option=com_content&task=view&id=2328&Itemid=34
23 EKİM 2023'DE, ELİM BİR TRAFİK KAZASI SONUCU, UÇMAĞA VARDI.
ŞİMDİ; TANRI DAĞINDA, ATALAR YURDUNDA, ATSIZ ATA MAKAMINDA, BAŞBUĞLAR OTAĞINDA, ERİNÇ İÇERİSİNDE!