Gönderen Konu: Dilaver Cebeci Hikayeleri  (Okunma sayısı 4268 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı Atsız Gök-Börü

  • Türkçü-Turancı
  • ****
  • İleti: 236
  • Tek Dağ Başı Mezar Oluncaya Kadar !
Dilaver Cebeci Hikayeleri
« : 15 Nisan 2011 »
                                  ANAMIN TÜRKÜSÜ

   Anam , altmışını geçkindir. Uzun seneler müftülük yapmış babasından öğrendiği dini bilgilerden özge tahsili yoktur. Gözlerinde  yüzünde , ellerinde Irkımın altmış yıllık çilesini nakış nakış seyredebilirsiniz. Yiğit bir köy kızıdır anam. Kocaman bir koyunu atın üzerinden eğilip , tek elle nasıl kucakladığını çok dinlemişimdir. Anam yayla çocuğudur. Dorukları duman duman dağların çocuğudur. Yeşillerin , mavilerin , berrak suların çocuğudur anam.

      Arada bir karanlık gözlerini bir noktaya diker , hiç duymadığım sihirli Türküler söyler. Ben hiç belli etmeden dinlerim. Ne Türküler Allah'ım !... Yağmur gibi , deniz gibi ılık doyurucu muhteşem. Siz bu Türküleri bilmezsiniz...
 
         " TURAN TURAN YEŞİL TURAN
           EVLATLARIN SANA KURBAN "

      Dur dedim , ana dur ! Sustu. Öyle bir tebessüm vardı ki dudaklarında alkışlanmanın mutluluğuna benziyordu. Biliyordu bu Türküyü beğendiğimi. İlk defa işitiyordum. " Ana , orayı bir daha söyle " dedim. Güzel bir şiir okur gibi üstüne basa basa , tekrar etti :

       " TURAN TURAN YEŞİL TURAN
          EVLATLARIN SANA KURBAN "  

           Nerden öğrendin bu Türküyü ana , dedim. Sen Turan nedir bilir misin ? Kendisinin " çit " diye tabir ettiği beyaz tülbentini şöyle bir düzeltti. Altından ak bürçekleri görünüyordu. " Bilmem , oğul " dedi. " Ben gençken söylerlerdi. Herkes bilirdi bu Türküyü. " Ya Turan nedir ana ? Ne demektir bu kelime ? Bana onu söyle. " Bir Türk memleketiymiş herhal oğul ."

         Yeter dedim ana, yeter ! Anladım gayrı. İçimde fırtınalar koptu. Ellerine sarılsam , öpsem öpsem , ağlasam , sebebini anlayamazdı. Daha çok sorular sormak gerekti. Sorsam hayret ederdi . Çıkıp gittim evden , sokaklara attım kendimi .

        Şimdi durun burada. Herkes dursun. Altmışlık analar , onbeşlik kızlar , doksanlık kocalar , yağız yiğitler , erler , kundaktaki sabiler ,hastalar , hepiniz durun. ! Siz neden bilmezsiniz anamın Türküsünü ? Anamın yaşıtları siz de mi bilmezsiniz ? Neden bilmezsiniz ? Niye unuttunuz ? Hayır, hayır kim unutturdu size ?

        Sonra düşündüm . Düşündüm ki ; biz çok tuzaklardan , çok çenberden geçmişiz. Bizi geçmişimize bağlayan çok köprü arkamızdan teker teker uçurulmuş. Sinsi , kalleş , insafsız kurtlar girmiş beynimize , kutlu bildiğimiz ne varsa hepsini kemirmiş.

    Merhaba anamın Türküsü , merhaba Turan ! gücümüze güç kat , hafızalarımızı tazele , bize yeşillik , bize bereket getir. Ey altmışlık analar , onbeşlik kızlar , dedeler , yiğitler çocuklar davranın ! Davranın da bize anamın Türküsünü bunca zaman unutturan zihniyeti tutup getirin. Onunla hesabımız var ...    

                                                                         Dilaver Cebeci - Bozkurt Dergisi Şubat 1973      
GAYRI RAHATTA BULDUM CANIMA "İLK HARAMI "!

Çevrimdışı Atsız Gök-Börü

  • Türkçü-Turancı
  • ****
  • İleti: 236
  • Tek Dağ Başı Mezar Oluncaya Kadar !
Ynt: Dilaver Cebeci Hikayeleri
« Yanıtla #1 : 15 Nisan 2011 »
                                      SAVAŞ

 Bin beşyüz idiler. Dışarda düşman gökteki yıldızlar kadardı. Kızıl çıraların aydınlığında , kale mazgalları garip görüntülere bürünüyordu, yiğit nöbetçilerin heybetli gölgeleri kıoyu bulut gibi kale meydanında dolaşıyordu.

         Yorgundular , uykusuzdular , açtılar... Yedi gündür yetmişbeşbin Çinliye karşı , kaleyi bayrağı , çoluk çocuk savunuyorlardı. Zevksiz bir savaştı bu. Uzaktan , pis yağının suratını seyretmekten , ıslıklı okların altında er meydanından nasıl kaçtıklarını görmekten bıkmışlardı. Cenk böyle mi olur ? Önlerinde deniz enginliğinde bir ova vardı. Altlarında soylu atlar vardı. Pırıl pırıl kılıçlar , kınlarında düşman kanına susuzdu. Baltalar , zırhlar parçalamalı , topuz kafa delmeli , atlar kişnemeliydi. Şöyle pusatların müziğini dinleyerek , gögüs gögüse cenk etmeliydiler.

        Yedi acun hakanı, bu küçük kaleye sıkışmaktan üzgündü. Gözleri nasıl parlaktı , nasıl canlıydı. Hani karanlığa şöyle öfke ile baksa , bir cıdanın düşman gögsünü deldiği gibi delerdi. Burçlarda hafif hafif sallanan bayrağa baktı , renkleri seçilmiyordu. Oradan , bakışlarını ta samanyoluna değdirdi. Uçmak buralarda olsa gerekti.  Sonra , gözlerini bu ışık ve yıldız cümbüşünden ufka doğru kaydırdı. Aman Allah'ım ! O ney ? Ay tepsi gibi tüm pırıl pırıl. Nasıl olmuştuda görememişti deminden beri. Ay tümlendi mi , pırıl pırıl oldu mu Türk'e uğur gelirdi. Cenk etmeliydi Türk. Mazgal aralığından ulu bir kenti andıran düşman karargahına baktı, baktı , baktı... Yanındaki nöbetçiye dönüp :
          - Tez haber ilet , atlanıp , pusatlanıp kapı önünde toplansınlar. Cenk var.
          - Buyruk senindir Hakan !

       Nöbetçi , kuş gibi gitti. Çok geçmeden kale meydanında binbeşyüz atlı toplanmıştı. Varıp , kendi de bindi atına. En önde durdu. Birşey söylemedi binbeşyüz bağatura. Herkes görevini biliyordu. " Açın kapıları " dedi sadece. Kapılar kah at kişnemesini , kah ok ıslığını , kah hucüm borusunu andıran seslerle açıldı. Uğurlu ayın yeryüzüne döktüğüsarı ışıklar altında , ta düşman karargahına giden bir düzlük vardı. Sihirli , çekici bir yol erlik yolu , cenk yolu...

        Soylu atını mahmuzlayıp gürledi :


        -URCAN !
       
          Binbeşyüz sineden aynı ses yankılandı :

        - URCAN !
       
       Uğurlu ayın ışıkları havada salllanan kılıçları parlatıyordu.
        Bir sel gibi akıp gittiler..

        Savaş : Hayatın anlamı , kör düğümlerin çözümü , pusatların Türküsü . Bir yerde mavi gögün sızısı , bir yerde yağız yerin umudu. Bazunun , akça parmakların , aklın imtihanı savaş. Sen benimsin . Şu araba koşumları altında bir deri bir kemik kalmış , her gün yanımızda n yöremizden süklüm süklüm geçen ezik atlara rağmen, benimsin.

         Sende bir sır var. Kimseler bilemez , sezemez. Yalnız ben bilirim. İster yüzüme gül , ister indir kaşlarını , sen benimsin. Onyedi idim , seni unutamadım. Kırkbine , kırk idim yüzgeri etmedim. Al atların , gök kılıçların , zorlu yayların gününden , sarı mermiler , narabaz topların gününe kadar sen benimsin...


                                                                  Dilaver Cebeci - Bozkurt Dergisi Mart 1973
GAYRI RAHATTA BULDUM CANIMA "İLK HARAMI "!

Çevrimdışı Atsız Gök-Börü

  • Türkçü-Turancı
  • ****
  • İleti: 236
  • Tek Dağ Başı Mezar Oluncaya Kadar !
Ynt: Dilaver Cebeci Hikayeleri
« Yanıtla #2 : 15 Nisan 2011 »
BÜYÜK USTALAR

      Bir yay istiyorum usta. Nasıl mı olsun ? Katı , hırslı , sağlam. Hem kemikten olsun. Benden başka kimse kuramasın onu. Kirişini öküz sırımından isterim. Gücüme dayanabilsin. Sonra bir sadak .. Üstü işlemeli. En alımlı renklerle bir kaç minyatür çiz üstüne. Kenarlarında , bakanları sonsuzluğa ulaştıracak arabeskler olsun. Dur daha bitmedi. En mühimi oklar... Tam kırk tane de ok isterim. Ne olur , öyle sıradan şeyler olmasın. Nasıl anlatsam ? Hani uçarken ıslık çalanlar var ya , işte onlardan olsun. Peteng kalası önünde kullandıklarımızdan. Temreni öyle olmalı ki , dokuz kat gergedan derisi kalkanı ile dokuz çeriyi delip dokuz arşın yere gitmeli. Haydi ustam , göreyim seni...

     Bir kılıç istiyorum usta... El ayası genişliğinde , iki arşın uzunluğunda , iki ağızlı olsun ki , sağ sol dinlemesin.Mümkün olduğu kadar hafif isterim. Şöyle başımın üstünde kirmen gibi döndürebilmeliyim. Çifte su veresin ha ! . Kolay kolay kedilmesin. Kabzasını gümüş kakmalı yap. Hamayıl kuşanacağım. (1) Kın kayışınıda ona göre isterim. Pırıl pırıl olsun. Şavkı gözlerimi almalı. Üstüne celi hat ile " korkunun ecele faydası yoktur " diye yaz. Kabzasının ve kının süsleri nasıl mı olsun ? Süs önemli değil ustacığım. Süslüde fena olmaz ama , göreceği iş önemli aslında. Sen ona göre çalış. Örs üstünde döverken terin üzerine aksın. Daha da sağlam olacağına inanıyorum. Kısacası dün gece düşümde elime aldığım gibi bir kılıç olsun. Düşlerimi bilirsin değil mi ? Sen de mi öyle düşler görüyorsun ? Hayret ! Ama hayret edilecek şey değil bu. Görürsün , elbette görürsün. Sen bizim ustamız değil misin ? Biz hep aynı düşleri görürüz...

     Bir bozdoğan istiyorum usta .. Altı dilimli olsun. Dilimler kılıç gibi keskin olsun. Atımın terkisine asacağım. Topuz kısmı üç- dört kara okka çekmeli. Sapı elime iyi yatsın. Bir hamlede en sağlam tulğaları eciş-bücüş etmeli. Süvarinin altındaki kaba döşlü aygırı yere çökertmeli.

      Bir kargı istiyorum usta . Hafif ve dengeli... Gök çelikten bir temreni olsun ki , katı taşa bile bir karış işlesin. Temreninin altına siyah bir tuğ iliştir. Sevdiğim kızın saçları gibi... Rüzgarda tel tel olsun esip savrulsun. Acele olsun ustaccığım. Beklemeye tahammülüm yok. Yalnızım , kimsesizim. Peşimde kin küpü yağılar dolaşıyor. Bir gün bir yerde belki hiç ummadığım bir yerde  , " Huraaa! " deyip üstüme atılabilirler. Sağdan soldan , önden , geriden beni kuşatabilirler.Pusatlarım sağlam olmalı. Bu tuzaktan , bu çenberden döğüşe döğüşe sıyrılmalıyım.Uykunun , keyfin eğlencenin , zamanı değil usta !  Su uyur düşman uyumaz " demişler. Beklemeye tahammülüm yok.

      Ve ey bilginin , tecrübenin aklın ustası !... Gelip kapına dayandım. Bana birşeyler öğret ne olur ! Besmele çekip , önüne diz çökeyim. Bana Arapça öğret , Farsça öğret, Latince öğret... Denizleri , karaları , ırmakları , dağları , gölleri bilmeliyim. Her yerden haberim olsun , istiyorum. Göklerden , yıldızlardan bile... Sonra beni kalp ilminin büyük ustasına götür. Hasılı beni baştan aşşağı donat. Donanmaya o kadar muhtacım ki bilemezsin.....


   (1) Hamayıl Kuşanmak : Kılıcı , omuzdan çaprazlama kuşanmak.

                                                                                         Dilaver Cebeci - Bozkurt Dergisi Mart 1975
GAYRI RAHATTA BULDUM CANIMA "İLK HARAMI "!