MELANET
Ankara'da bir sabah , şitada bir zemheri ,
Gögün yüzü ağlayıp kar kaplamış her yeri.
Kederle gözüm açıp seher vakti uyandım ,
Sağ bacağım aksaktı , kanepeye dayandım
Kalktım...Lanet bir sabah işte böyle başladı.
Doğmaktaki neydi bu kör sabahın muradı ?
Sevdiğimi üzgün üzgün ufka bakarken gördüm ,
Ufukla benden uzak ele akarken gördüm.
Yadına düşmüş artık ayrılığın melali ,
Yıkılmış içinde o, istikbâlin hayali.
Gözlerine baktıkça sevgimle çoşan yarim ,
Kalmamış ak yüzünde bana dair tek bir im.
Zelil olmuşum zelil, gönül aşiyanında...
Topallayarak gidip oturdum yanında,
Farkedince derin bir uykudan kalktı sanki ,
Bana karşı ayazdan da soğuktu o anki...
Elemli yüzü küçük pencereli haneden
Bir farkı yoktu inan , şu dökük viraneden.
"Geç kalmadan gideyim, burada kal sen" dedi ,
"Bacağın sızlıyordur otur istersen"dedi.
"Hayır" dedim bakarak, başka şey söylemeden
Tutunarak doğruldup kalktım o kanepeden.
Omzuma girdi usul usul koyulduk yola ,
Gardan gitti ruhumla beraber İstanbul'a....
O gidişin ömrümce cehennemi ağrımdır
O gittiğin yer benim , türabta mezarımdır.
Gayrısı ruhsuz kalan bir cismaniyetim ben ,
Sensiz maneviyatsız kocaman bir etim ben.
-Eyvah!.. yakıp kavurdu gönlümü iştiyakı,
Bir atinin yıkılışı ve bir Türk'ün helakı...
Yad ederek kahrolup yanarken melanete;
Bir ben daha bürünüp çıktı kemiğe ete !
Öteki ben, azabın hududunu söyledi,
Davudi bir sesle bana hitaben şöyle dedi ;
"Bir gece öncesinin korkunç macerasından ,
Ayağına kadar kan sızmış bıçak y'rasından.
Sanma ki bir bıçakla, ızdırap peşi durur !
İnsan sevdiğine el kaldırıp nasıl vurur !
Ama bil ki yakanı bırakmaz işlediğin melanet ,
Tanrı'dan sana sunuldu ömrünce bu lanet ;
Kavuşamadan aşkıyla öleceksin, ey Yavuz!...
Bir damla su umarsın yarana ekilir tuz!
Sıkma kendini başka güzel severim diye ,
Cehennemden sana , bu hasretlik hediye.
Umma bir büşra söz!.. seni , O niye çeksin ?
Hasretle şu'lelerde yanıp gebereceksin !"
"Gebereceksin" sözü aks bulurken ukbadan ,
Yavaş yavaş kayboldu o suretim ortadan.
Kaldı da lanetimle cismim yine baş başa ,
Varıp vurasım geldi kendimi dağa taşa.
Nasıl yaşarım işlediğim gün'hı bilerek ,
Yaşamak bana fazladır gayrı ölmem gerek !
Bacağım aksamaz ,şimdi gönlümde cüruhum ,
O kahrolası günde , gömülü kaldı ruhum.
Sadığım yemine, ömrümü sa'dete yumdum,
O günün karanlığına, şu ruhumu gömdüm !
Perişan nefes alıp anıyorsa geçmişi,
Kim der ki, yaşıyordur hâla o mahkum kişi !
Şu halde ben yürüyen lanetli bir ölüyüm ,
O melanetli güne ruhumla gömülüyüm.
*****
An çınlıyor kulağımda çok eski bir feryat ,
Sa'det onun ki kadar uzaktır bana...Heyhat !
Gönülde soldu lâlezarım ,öpmeye ne gül'zâr kaldı,
"Eyvah!...ne yer ne yâr kaldı , gönlüm dolu âh-u zâr kaldı".*
* "Eyvah!...ne yer ne yâr kaldı , gönlüm dolu âh-u zâr kaldı" Abdülhak Hamid'in Makber'inin , ilk beyitidir. Bu son beyitte , şiiri 14 lü ölçüde tutmayıp , Makber'in bu seslenişine göre belirledim..
Ahmet Yavuz Yetim