Gönderen Konu: UNUTULMAYAN KAHRAMANIMIZ ŞEHİT NEJDET KOÇAK  (Okunma sayısı 5088 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı daglargibi

  • Yasakli
  • Türkçü-Turancı
  • ****
  • İleti: 250





I- UNUTULMAYAN ŞEHİDİMİZ NEJDET KOÇAK

A- Nejdet Koçak'ın doğumu ve hayatı

07.04.1939’da Kerkük’te Avcılar Mahallesinde doğan Nejdet Koçak ilk, orta ve lise tahsilini Kerkük’te tamamladı. Babası Nurettin Ali Tevfik, bir Türkmen öğretmeniydi. 1958 yılında Türkiye’ye gelerek Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarım Makineleri Bölümüne girdi. 1962 yılında bu fakülteden Ziraat Yüksek Mühendisi olarak mezun oldu. Daha sonra Kerkük’e döndü ve 1962-64 yılları arasında Tarım Bakanlığı’na bağlı Zirai Donatım Müdürlüğü’nde çalıştı. 1964 yılında Türkiye’ye tekrar geldi ve 1966 yılında Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi’nde Master’ını, 1969 yılında da aynı üniversitede doktorasını tamamladı. Daha sonra Irak’a döndü ve 1970 tarihinden itibaren Bağdat Üniversitesi Mühendislik Fakültesi’nde öğretim görevlisi olarak göreve başladı. 1976 yılında Doçent oldu. Daha sonra da profesörlük tezini takdim etmiştir.
Türkiye’ye gelirken adı Necdet olan şehidimiz, Nejdet Sançar’ı Ankara’da görüp tanıyınca, ismini bu çok sevdiği büyüğümüzünkine benzetmesi saygısı icabı oldu ve bundan sonra hep Nejdet ismini kullandı.
Necdet Koçak, milli dava uğruna daha ortaokul ve lise dönemlerinde çalıştı. Nitekim 1959 yıllında Kerkük Katliamı’nda şehit edilen Türkmen lideri Ata Hayrullah’ın gizli olarak kurduğu gençlik teşkilatında faaliyet gösterdi ve başkanlığını yaptı.
14 Temmuz 1958’de Irak’ta Krallık idaresinin Albay Abdülkerim Kasım tarafından devrilmesinde, 19 yaşındadır. Bundan sonraki gelişmeleri yakından gözlemleyecek ve engin milliyetçi ruhunda sentezleyecektir.
İhtilalden 3 ay sonra 22 Ekim 1958’de Barzani (Molla Mustafa Barzani (1903-1979), şimdiki Mesut Barzani’nin babası) Kerkük’ten büyük nümayişlerle geçerek Süleymaniye’ye gider. Peşine taktığı yüzlerce komünist Kürt büyük azgınlıklar içinde, önlerine gelen Türklere hakaret ederler, hadise çıkartırlar, “Kerkük’ü terk edin, Kerkük bizimdir” diye bağırırlar. Kürtlerin emellerini ve bugünkü noktaya nasıl gelindiğini 50 yıl önceden göremeyen devlete devlet denir mi? Ya da ne denir?
Mart 1959’da Türklere karşı bir sindirme hareketi başladı. Yılların Kürt-Arap çatışması unutuldu ve Türk’e karşı sindirme ve imha hareketi başlatıldı. Haziran ortasına kadar Türklere tam anlamıyla kan kusturuldu.
14 Temmuz 1959; Irak’taki ihtilalin seneyi devriyesidir. Şehir tam bir bayram havası içindedir. Fakat sadece Kürtler kamyonlara doldurulmuş, ellerinde sopalar, taşlar ve silahlarla şehri dolaşıp Türkleri tehdit ediyorlardı. İlk olarak bir Türk kahvesini basıp içeridekilere ateş ettiler. İlk şehit Kahveci Osman’dır. Hırslarını tatmin edemiyorlardı, şehidimizi bir arabanın arkasına bağlayıp caddelerde sürüklediler. Sokağa çıkma yasağı konuldu, ama Kürtler hariç. Sokakta yakalanan çoluk çocuk bütün Türkler barbarca öldürüldü, işkence edildi, direklere asıldı, açtıkları çukurlara diri diri gömüldü ve iki ayrı arabaya bağlayıp parçalandı. Başta Lider Binbaşı Ata Hayrullah olmak üzere 36 Türk şehit edildi. Maalesef Türkiye bütün bunları seyretti ve “Birkaç Yüz Türk için Irak’la dostluğumuzu bozamayız” diyen bakanları bünyesinde bulunduran Türk Hükümeti, cinayetler karşı suskun kaldı ve Kasım ihtilaline dostluk elini uzattı.
Genç Necdet, bütün bu soykırımları, cinayetleri, Türklere karşı oynanan kalleşçe oyunları birebir yaşadı. Bu olayları Türkiye’ye bütün detayıyla ilk defa getiren ve duyuran kişi oldu. Hazırlanan yeni anayasada, Irak’ın altıda bir nüfusunu teşkil eden Türkmenlerin yer almayışını hemen gördü. Bunun Orta Doğu petrol bölgesinde Türkiye’nin söz hakkını sıfıra indiren İngiliz taktiği olduğunu fark edecek ve olayların önünü ve arkasını çok iyi takip ederek, milletine karşı tertiplenen gizli planları sezecek ve şahadetine kadar sürecek 22 yıllık ömrünü bu gözlem ve sezgilerine göre programlayacaktır.
22 Mart 1979 tarihinde Türkiye hesabına casusluk yapmak ve Türkçülük suçu isnat edilerek tutuklandı. 10 ay gibi uzun bir süre nerede olduğu bile bilinmedi. Söylediklerine inanmadılar. Zincirlere vurdular Vakit namazlarını kılmasına izin vermediler. Kurtarılması için Devrin Cumhurbaşkanına, Başbakanına, bakanlarına ulaşılmıştı. Temas edilen hariciyeciler, körkütük aptala yatıyorlardı. Sonuçta, bu dava adamı kurtarılamadı. Uzun süren mahkeme safahatı, Türkiye’yi idare edenler açısından bir hicap tablosudur, yüz karasıdır.
On ay sonra 16 Ocak 1980 tarihinde ilk ve son defa görüldüğünde, idam edileceğini bildiği halde her zamanki gibi vakur, dimdik ve asildi. Son anlarında kendisini yalnız bırakmayan gençlere söyledikleri şunlar olmuştu:
Hiçbir şey değişmesin. Doğru olduğunu bildiğiniz yolda devam edin. Söyleyin arkadaşlara korkmasınlar. Ben kimsenin adını vermedim. Bu dava yerde kalmayacaktır. Ağaç budandıkça göverir. Ağacın özünde de kurt var. 27 gün önceki mahkemede beni ihbar edenlerin isimlerini verdiler. “Sen bu toplumun liderisin, bir isim listesi vereceğiz, bu listede tanıdıklarının karşısına işaret koyarsan kurtulursun, senin için pek çok devletin teşebbüsü var, görevine iade edip göz önünde bulundurmamızı istiyorlar, aksi halde idam edileceksin” dediler. “Ben listeyi görmek istemiyorum. Sizin iftira ettiğiniz gibi vatana ihanet etmedim. Bu vatana ihanet etmem, sadece Türküm ve Türklerin de öz memleketlerinde herkes gibi bütün haklarına sahip olmalarını istiyorum”.
16 Ocak 1980 sabah karşı saat 6.44’de Bağdat’ta Saddam rejimi tarafından idam edildi, şahadet şerbetini içerek şehitlere serdar oldu. Dava arkadaşları Abdullah Abdurrahman, Adil Şerif, Dr. Rıza Demirci ve Halit Akkoyunlu O’nu bu cennet yolculuğunda yalnız bırakmadılar. Cenaze, Irak gizli servisi nezaretinde, aileden birkaç kişinin iştirakiyle gizlice kaldırıldı. Türkiye’den bir partinin lideri, idamları müteakip Saddam Hüseyin tarafından özel surette Bağdat’a davet edildi. Devlet başkanlarına yakışır bir biçimde cömertçe ağırlandı. Bu zat Türkiye’ye döndüğünde, “Irak’ta Türklere baskı yapılmadığını, idam edilenlerin de, camilerde namaz kılan halkın yüzüne kezzap döken teröristler olduğunu” söylemek gaflet, dalalet ve hıyanetinde bulundu.

B- Nejdet Koçak'ın kişisel değer yargıları

Necdet Koçak kadar temiz, içi dışı bir, O’nun kadar yiğit, yakışıklı güzel Türk görmedim diyen pek çok dostumuz vardır. Necdet Koçak, temiz, düzgün fizikli, kırmızı yanaklı, güler yüzlü, güler gözlü, erkek güzeli yakışıklı, sempatik, cana yakın bir kişiliği ile hemen fark edilirdi. Her zaman itinalı ve temiz giyinir, güler yüzüne ince bıyıkları çok yakışırdı.
O, az insanda rastlanabilecek gönül zenginliğine ve ruh güzelliğine sahipti. Gençlik yılları dâhil bütün ömrü boyunca, arkadaş ve akranlarından ahlaki anlamda en küçük bir zaafı görülmedi. Konuşurken iç dünyasındaki güzelliklerin pırıltısı gözlerinde okunur, yüreğinin sıcaklığı ve aydınlığı bir tatlı tebessüm halinde yüzüne aksederdi. Rahmetliyi tanıyıp da sevmeyen bir insan yoktur. Ses tonu ve davranışları kararlı, insana huzur veren bakışları derin ve anlamlı idi.
Hasbiliği, fedakârlığı, cesareti, çalışkanlığı, yani bir insanı kâmil mertebelere ulaştırabilecek davranışların tamamını, Necdet Koçak’ın günlük yaşayışlarında mükemmel bir tablo halinde görmek mümkündü. Namaz vakitleri gelince, kibarca yanındakilerden izin ister namazlarını kılardı.
O, bir gün bile öfkeli görülmedi. Ağzından bir defa olsun kötü söz duyulmadı. Karşısındakine her zaman:”Bir insan ancak bu kadar halim selim, bu kadar ölçülü ve terbiyeli olur” dedirtirdi.
Herkese sevgi ile yaklaşırdı. Sohbet etmediği, samimi davranmadığı kimse yoktu. Hayatta iken de, şehit edildikten sonra da, O’nun hakkında olumsuz tek kelime den olmamıştır. Gösteriş bilmezdi. Yüzünden nur akardı. Saflığın, masumiyetin, iç ve dış temizliğinin, ihlasın adeta timsaliydi. O hiç nursuz görülmedi. Sevilecek insandı ve öyle oldu. Her kes sevdi O’nu. Sanki şehit olmadan şehitlik nurunu yüzünde taşıyordu.




C- Nejdet Koçak'ın düşüncesi (ideali)

Necdet Koçak ne istiyordu? O, Irak’ta Türklerin her türlü zulüm ve katliamdan kurtarılarak, yok olmadan insan gibi yaşamalarını istiyordu. Dillerini, kültürlerini, törelerini, milli kimliklerini, kaybetmemelerini, birliklerini korumalarını isterdi. Onun için yorgunluk, şahsi meşgale yahut mazeret söz konusu değildi. O’nun hayat felsefesi davasına hizmet esası üzerine kuruluydu. Haberli ya da habersiz günün her saatinde yanınızdakilerle birlikte kapısı çalınabilirdi. Gelenleri yüzünden hiç eksilmeyen aydınlık tebessümüyle karşılar, hiç üşenmeden yorulmadan Irak Türklerini, Kerkük’ü, üzerindeki baskıları, tehditleri, gelecek için düşündüklerini anlatırdı.
1960’ların başlarında, Türkiye dışında yaşayan Türklerin varlığından söz edenlere, “bilimsel gerçeğe” yani sosyalizme kafa tutmaya çalışan hayalperest Turancılar nazarıyla bakılırdı. O şartlarda Necdet Koçak bir kardelen gibi, kendi tarihine bigâne duyarsız sosyal muhitin karlı ve buzlu kış günleri kadar sert ve acımasız ortamında, ilkbaharı müjdeleyen bir sıcak nefes gibiydi.
Necdet Koçak, bütün bir ömrü cephedeymiş gibi yaşayan ve zoru başaran ender bir Türk Milliyetçisi idi. O’nda bir imparatorluk mirasçısı edası vardı. Kerkük’ün nerede olduğunu bilmeyenlere, Kerkük ve Kelkit’i birbirine karıştıranlara, yüzü al al yanarak açıklamalarda bulunmak, O’nun bitmez tükenmez gayretleri arasındaydı. O’nun sayesinde Kerkük Ankara’nın bir semti, Erzurum’un hemen ötesindeki Bayburt gibi yakın, sıcak bir mekân oldu. Türk dünyasına yakınlığımızı hissettik. Davasından hiç ama hiç sapma göstermedi.
Her sohbetinde karşısındakilere mutlaka bir şeyler öğretirdi. Kendi neslinin de, kendinden öncekilerin de fikir babasıydı. Tam anlamıyla aksakallısıydı. Irak’ta Türk varlığını dava haline getiren O’dur. Sanatın ve sporun bir milletin tanınmasındaki önemini çok iyi kavramış ve arkadaşlarını teşvik etmişti.
Lozan’da Musul ve Kerkük’ün Irak hudutları içine bırakılması ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Irak Türkleri ile ilgilenmemesi O’nun ıstırabı idi. 1958 ihtilalinde, Bağdat Paktına dayanılarak Türkiye Irak’a müdahale edebilirdi. 1990 Körfez savaşında da, Müttefiklerimizin ısrarlarına rağmen Kerkük’ü içine alabilecek bir müdahale maalesef gerçekleşmedi.
Nihayet 2003 Mart teskeresinin reddedilmesi, Kerkük Türküne ve Güneydeki problemin çözümüne tam bir ihanet olmuştur.
O, bir liderde aranan bütün vasıfları benliğinde taşıyor ve çevresindeki gençleri bilinçlendiriyordu. Zamanla Irak’ta yaşayan bütün Türkmen aydınları Türk-İslam bilinciyle O’na bağlandılar, O’nu lider gördüler. Kendisinden yaşça büyük olanlar bile O’na ağabey diye hitap ederlerdi.
O çok büyük bir kabiliyetti. Gerçek bir liderin haiz olması gereken tüm yüksek meziyetleri kendinde toplayan karizmatik bir kişiliğe sahipti. Yüreğinde kin ve nefrete yer yoktu. Son derece dürüst, mütevazı ve o nispette bilgili ve kültürlü idi.
Kısa sürede milletin bir ümit ışığı ve sembolü haline gelmişti. O’nun beş projesi meşhurdur: Çiftlik, Hastane, Gazete, yayınevi ve Okul.


II- IRAK TÜRKLERİNİN BÜYÜK ŞEHİDİ

A- Türkmeneli Halkının En Büyük Talihsizliği

Dünya Türklülüğün en talihsiz boyunun, Irakta yaşayan Türkmen kardeşlerimiz olduğu kesin.. Türkmenlerin ilk talihsizliği Lozan'da başladı. Avrupalı müzakereciler ve özellikle Irak'ı işgal etmiş bulunan İngilizler, Türkmenlerin yaşadığı bu topraklarda zengin petrol rezervlerinin emarelerini görünce, binbir türlü hile ve entrikalarla Musul ve Kerkük'ü Irak hudutlarında alıkoymayı başardılar.
Evet bu ilk talihsizliğimizdi.. ikinci talihsizliğimiz ise Türkiye Cumhuriyeti'nin 70 yıldan beri Türkmenlerin siyasi ve kültürel davalarıyla layıkıyla ilgilenmemiş olmasıdır..
Daha 1920'lerde Türkçe yapılan tedrisat mecburi olarak Arapçalaştırılmıştı.. Türkmen kültürü yok edilmek isteniyordu.
1958'de Bağdat Paktı gereğince pekâlâ Irak'a girebilirdik. Çünkü İran, Irak ve Türkiye arasında imzalanan bu pakta göre ülkelerin birine yapılmış müdahale öteki iki ülkeye yapılmış müdahale gibi kabul ediliyordu. Tıpkı daha sonra kurulan NATO Paktı gibi üçlü bir pakt olarak kurulmuştu.
Irak kıralı ikinci faysal'ın ve Nuri Said'in cesetlerinin sürüklendiği bir darbede gerekirdi ki, Türkiye ve İran Bağdat'taki hükümet darbesine müdahalede bulunsunlar. Ama Türkiye'nin kılı bile kıpırdamadı.
Ancak ele geçen bu fırsatı da kaçırmıştık.
Üçüncü talihsizliğimiz, 14 Temmuz 1959'da Irak'taki hükümet darbesinin birinci yıldönümünde, fanatik Kürtler'le azılı komünistlerin Türkmenlerin başkenti olan Kerkük'te 29 soydaşımız vahşiyane bir şekilde katı etmeleri olmuştur. En acısı Bağdat rejimi buna seyirci kalmış, hatta bu katliamı teşvik ettiği inancı yayılmıştı.
29 şehidimiz dünya tarihinde ancak Neron zamanında görülebilen işkencelere tabi tutulmuştu. Dünyanın en büyük gazeteleri bu işkenceleri fotoğraflarla haber verirken Ankara suskun kalmıştır.
Diliyorduk ki, bu bizim son talihsizliğimiz, son acımız, son ıstırabımız olur.
Fakat acı ve ıstırap çekilen zulüm Irak Türkmenlerinin yakasını bırakmıyordu. Fakat en acısı Türkiye'deki kamuoyunun bütün bu işkencelerden ve işlenen cinayetlerden haberi olmuyordu. Türk Dışişleri şifahi protestolarla bazı teşebbüslerde bulunuyor fakat hiçbiri sonuç vermiyordu.
Evet, bütün bunlar Türkmeneli'nin, Türkmenlerin tarihi kaderi olmuştu.
Bir başka talihsizliğimiz de son Körfez Savaşı sırasında müttefiklerimizin ısrarlarına rağmen Türkiye'nin Kuzey Irak'a, en azından Kerkük'ü de içine alabilecek bir müdahaleye girmemiş olmasıdır.
Kaçırılmış en büyük fırsattı bu. Çünkü Ecevit 1974'te Kıbrıs'a çıkarma kararını verdiği zaman dünya konjonktürü bu kadar lehimize değildi. Bütün dünya karşımızdaydı. Oysa Körfez savaşında bütün dünya lehimizdeydi diyebiliriz. Buna rağmen kılımız bile kıpırdatamadık.
Kaçırılmış en büyük fırsat bu olmuştu. Bütün bu tarihi gelişmeler bir yana, bizim asıl talihsizliğimiz, Saddam Rejiminin Türkmenlere yaptığı zulümdür.
Saddam yalnız Türkmen kardeşlerimizi katletmekle kalmamış. Kuzey Irak'ta yaşayan Türk nüfusunun en az 500 binini göçürmüş ve özellikle de Kerkük'te yaşayan Türkmen kardeşlerimizin mallarına ve mülklerine el koyan kanunlar, kararlar çıkarmış, nüfus kaydına Arap olarak geçmedikçe her türlü haklardan mahrum kalmalarını zorlamıştır.
Şüphesiz, hiçbir Türkmen, yapılan bu zulümleri, bu haksızlıkların, bu cinayetleri unutmayacaktır. Fakat bütün bu çekilenlerin en katmerlisi, 16 yıldır acısını hala kalbimizin en derin yerinde hissettiğimiz idamlar olmuştur.
Dünyanın hiçbir yerinde sırf düşüncelerinden ötürü idam sehpalarına götürülen Irak Türklerinin ölümsüz üç kahramanı Emekli Albay Abdullah Abdurrahman, Bağdat Üniversitesi'nin öğretim üyesi Doç. Dr. Nejdet Koçak, müteahhit Adil Şerif'in idam gibi benzer bir olay rastlamak mümkün değildir. Irak'ın gelişmesinde büyük katkıları olan bu değerli, bilim adamlarının tek suçları mensup oldukları toplumun kültürünü geliştirmek, Türkmeneli, genel olarak Irak'ın kalkındırılmasında öncülük etmektir. Güçlü, iradeli çalışmaları zalim Baas rejimini tedirgin etmiş, bu yüzünden idam fermanları yazılmıştır. Böylece bugün tarih sayfalarında kara leke olarak yer almıştır.
Irak'ın kuruluşundan beri anayasasında, Türkmenlerin üç ana milletten birisi olduğunu işaret etmesine rağmen, Saddam rejimi bu anayasayı tanımayarak ve de uluslar arası ilişkileri de hiçe sayarak, Türkmenlerin yetiştirdiği bu üç vatanperveri, Türkmen toplumuna hizmetlerinden dolayı idam etmesi ve dünyanın seyirci kalmasının affedilecek bir yanı yoktur. O meşum günde, İnsan Hakları Örgütü, anlamını yitirmiş güçlünün çıkarını savunmuş zayıfın hakkını göz ardı etmiştir.
Şeker hastası olan Şehidimiz ve de liderimiz Abdullah Bey mahkûmiyet süresince dava arkadaşı Dr. Rıza Demirci gibi acılara, işkencelere vücudu dayanmayarak ölür diye ilaçları kasten verilmemiştir. Ama Lider Abdullah'ın bir asker olduğu unutulmuş, vücudu her türlü işkenceye sabır göstermiş, ilaçsızlıktan gözlerini kaybetmişse de, ölüme meydan okumuştur. Ölüm sehpasında giderken gözleri görmediği için sağ tarafına Nejdet Koçak'ı, sol tarafına da Şehit Adil Şerifi almış, böylece başlatmış üç arkadaş seher vaktinde ölüm yürüyüşünü. Türkmenler sessizliğe bürünmüş, şehitlerimizin ailesinden başka ziyaretçi yasak, konuşmak, ağlamak yasak, yas tutmak, kara gömlek giymek yasak, dua okumak yasak, cenaze merasimi yasak.
Yurt içindeki ve dışındaki Türkmenler çaresiz, birkaç arkadaşın sabaha kadar çilesi uzun, onların okuduğu Kuran ayetleri, şehit Nejdet Koçak'ın duasıyla karışmış, Tanrı'ya doğru yol almaktayken ay utancından yüzünü gizlemiş, güneş doğmamak niyetinde, lakin Koçak'ın ölümsüzlük adamları güneşi niyetinden alıkoyuyor, üstelik vaktinden tez doğmaya çalışıyor. Sessizlik bozuluyor, ortalığı korku sarıyor, Koçak ölmüş ama yenilmemişti, genç yaşına rağmen, ölüm sehpasında doğru ilerleyişi, ipi kendi eliyle boynuna geçirmesi ve kendini sallandırması adeta ölüme meydan okumuş, aynı Kürşad'ın ihtilali gibi ölmüş, ama attan düşmemişti.
Böylece de Türkmeneli halkı Lozan Antlaşmasından ve 1959 katliamından sonra üçüncü büyük talihsizliğini yaşamış, üçüncü kes ağır bir şekilde hançerlenmiştir.
Irak Türkmenlerinin lider kadrosu, Abdullah Abdurrahman, Nejdet Koçak, Adil Şerif, Rıza Demirci'nin şehit olmaları bir yenilgi değil, son zaferleri idi.


B- Nejdet Koçak'ın İdamı


Irak Türkleri, bugün Bosna Hersek'te yaşananı bir kaç defa yaşamışlardır. Irak Türkleri ilk defa 1924 tarihinde bir katliam yaşadılar. Siyasi ve kültürel baskılarından hiçbir zaman kurtulamayan Irak Türkleri 1939 ve 1946 yıllarında da sürgün, tutuklama ve ölümlere varacak kadar zulüm ve haksızlıklara maruz kalmışlardı.
Cumhuriyetin 14 Temmuz 1958 yılında ilam edilmesiyle Türkler rahat bir nefes alacaklarını zannettilerse de yine hayal kırıklığı oldu. Nitekim bundan bir sene sonra 14 Temmuz 1959 tarihinde Kerkük'te büyük ve korkunç bir katliam gerçekleştirildi. Bu katliamın mimarı ise fanatik ve militan Kürtler idi. Hâlbuki o güne kadar Irak Türkleri kardeş bildikleri Kürtlerle daima iç içe ve barış içinde yaşamışlardı.
Bugün olduğu gibi o gün de hedef Türkleri, bin yıldan beri kendilerine yurt edindikleri Kerkük'ten çıkarmak ve yörede Irak'tan bağımsız bir Kürt Devleti tesis etmekti. Bunun ilk adamı bugün atılmış durumda, ikinci adamı ise Kerkük'ü bu devletin başkenti yapmaktır.
Diğer taraftan, en büyük cinayetleri kendi halkına karşı işlediği herkesçe bilinen diktatör Saddam, Türklere duyduğu nefret ve kinini nutuklarında dile getirmekle kalmayıp bu kin ve nefretin bir ifadesi olarak Irak Türklerine karşı çok sert ve zalimce bir politika uyguladı. Özellikle 1980'den itibaren Türkler, Irak'ta tarihlerinde en acı ve korkunç günlerini yaşamaya başladılar. Türk olmaktan başka suçlan olmayan nice güzide Türk insanı aylarca işkenceye tabi tutulduktan sonra idam edildiler. Binlercesi de, güneye sürgüne gönderildiler.
İdam edilenler arasında Irak Türklerinin önde gelen liderlerinden Doç. Dr. Nejdet Koçak, emekli Albay Abdullah Abdurrahman ve iş adamı Adil Şerif de mevcuttu.
Biz burada aylarca işkenceye tabi tutulduktan sonra idam edilen büyük mücahit ve dava adamı Nejdet Koçak'tan bahsetmek istiyorum.
22.03.1979 tarihinde kendisine Türklük suçu (!) isnad edilerek tutuklanmış ve 16 Ocak 1980 tarihinde Bağdat'ta Saddam rejimi tarafından idam edilmiştir.
Nejdet Koçak, tam manasıyla bir lider ve gerçek bir dava adamıydı. Hayatını, Irak Türklerinin milli kimliklerinin, siyasi, kültüler haklarının elde edilmesi uğrunda harcayan N. Koçak; telkinlerinde mütevazı, müşfik ve o kadar disiplinliydi.
İleri sürdüğü fikirleri bizzat yaşayan ve yaşamında uygulayan gerçek bir karakterdi. İnançlı ve imanlıydı, Türk- İslam ülküsünden kaynaklanan bir ahlak yapısına sahipti. O kişisel eğilim ve zevkleri ölümsüz bir iman ve ülkü uğruna terketmenin en mükemmel belirtisini bu anlayışta görmekteydi.
N. Koçak, ölüm hiçbir zaman bir bitiş olarak değil; aksine ebediyetin bir başlangıcı olarak görmekteydi. Ölüm olayını en büyük aşka yani Tanrı'ya varışın kaçınılmaz vesilesi olarak telakki eden N. Koçak, en son günlerini hücresinde hep Kur'an okuyarak geçirmiştir.
Değerli eşi Ayten Koçak çaresizdir; yapayalnızdır… Endişelidir… Yakınları yardımcı olmak isterler:
_ Sen mutlaka Saddam Hüseyin'e çıkmalısın derler, yapılanları anlatmalısın! Böyle sessiz sadasız kalmak doğru değil! …
Denize düşen yılana sarılır fehvasınca Ayten Koçak nice sıkıntıları göğüsleyerek Başkanın huzuruna çıkar:
_ Allah rızası için kocamı bıraktırın, der. Türkçe konuşması hem Türk olmasından, hem de öğrenimini Türkiye'de yapmış olmasından ileri geliyor. Çıkmasına emir verirseniz onu alır Türkiye'ye götürürüm.
Hem siz rahat edersiniz ve hem de biz…
Saddam gülümser.. teminat verir:
_ inşallah bir şey yoktur! … Ayten Koçak umutlanır.. içi biraz rahatlar gibi olur… Evine döner… Bir kurban kestirip fakir fukaraya dağıtmayı düşünür. Evdeşiyle Türkiye'ye dönmenin hayallerini kurar… Böylece gözünü kırpmadan sabahı eder… Ama saddam'ın adamları 15 Ocak 1980 tarihinde gece geç vakit eve geliyorlar, yarın gelip eşlerini hapishanede görebileceklerini haber veriyorlardı. Ertesi günü hapishanenin bulunduğu ''Ebu Greyib'' denilen yere gidiliyor. İçeri girdiklerinde, bir insanın çok zor sığabileceği yan yana üç demir hücre içerisinde N. Koçak, A.Abdurrahman ve Adil Şerifin, kendilerine aylardır uygulanan insanlık dışı işkence sonucu, son derece bitkin ve yorgun olduklarını gördüler. Albay Abdullah Abdurrahman şeker hastasıydı, ilaçları verilmediği için gözlerini kaybetmiş acı içinde kıvranıyordu. Her üçünün de vücutları yara bere içindeydi. Bir kaç saat sonra asılacak olan N. Koçak ailesine ve kendisini son saatlerinde yalnız bırakmayan kalabalık dava arkadaşlarına hitaben şöyle diyordu: '' Arkadaşlar ağaç budandıkça yeşerir. Sizden ricam davayı bırakmayın, sürdürmeye devam edin, şunu bilin ki bütün korkunç ve dayanılmaz işkencelere rağmen kimsenin adını vermedik. Bize karanlık odalarda bizzat kendilerinin düzenlediği listeyi imzalatmak istediler imzalamadık. Zaten bildikleri bir şey de yok. Ben şu anda her zamankinden daha çok huzurluyum. Allah'ımın huzuruna gönül rahatlığı ile çıkıyorum. Bayrağı size teslim ediyorum, bu bayrağı şerefle taşıyacağınızdan eminim. Doğruluktan ve Allah'ın yolundan asla şaşmayın. Allah'a emanet olunuz. '' Bu son derece kısa konuşmasından birkaç saat sonra asılarak idam edildi.
N. Koçak'ın Irak'ta binlerce gencin yetişmesinde, var olan ama ham durumdaki milli duygularının olgunlaşmasında, gelişip bilinçlenmesinde büyük ve unutulmaz katkıları olmuştur. Kimse onun kendi prensiplerine aykırı davrandığına şahit olmamıştır. Onun en önemli yanı ve özelliği, ömrü boyunca inanarak bağlandığı ve uğrunda aylarca zindanlarda işkenceye maruz kaldığı ve can verdiği milliyetçilik yanıydı.


C- Nejdet Koçak'ın Mezarı

Musalla mezarlığında yatan önemli isimlerden biri de, Saddam yönetimi tarafından idam edilen Doç. Dr. Nejdet Koçak'tır. Nejdet Koçak'ın Irak Türkmenlerinin milli mücadele tarihinde ayrı bir yeri vardır. Birçok hizmeti yanında koçak, milliyetçi bir kuşağın yetişmesinde de büyük rol oynamıştır. İdealist kişiliği ve son derece ilkeli bir yaşama disiplini sayesinde koçak, Irak Türkmen davasının lideri olan bir ülkü devi idi. Türkmenlerin en sevilen şehidi koçak için, zalim dikta yönetimi mezar yapılmasını bile yasaklamıştır. Hatta cenaze ve taziye törenlerini dahi yasaklayan dikta rejimi, mezarın yakınına yaklaşanları bile takibe alıyordu. Bu yüzden Nejdet koçak'ı sevenler, gözyaşlarını gizlilikle akıtmışlardı. Dava arkadaşları ve onun yetiştirdiği kuşaktan bir grup, koçak'ın gömüldüğü yer olan aile mezarlığını 23 yıl sonra ilk defa ziyaret ettiler. Kalabalık bir grubun hazır olduğu mezarı başında tören yapılarak koçak rahmetle anıldı.
Nejdet koçak toplumun bağrından çıkmış bir liderdi. Yolumuzu aydınlatan abide bir şahsiyetti. Davamızın yılmaz bir savunucusu idi. Herkesi kucaklayabilen alp-eren ruhlu bir kahramandı. 1979 yılının Şubatında onu Ankara'dan Kerkük'e son kez arkadaşları uğurlarken daha dikkatli olmasını, gerekirse Türkiye'ye gelmesini rica ettiler ama o, gülerek, 'Siz beni merak etmeyin, kaderde şahadet varsa o da gerçekleşir.' Demişti. O şahadet şerbetini son damlasına kadar içmiş Allah'ın sevdiği bir kuluydu. Ayrıca mezarının yapılması için gerekli hazırlıklara başlanılması kararlaştırıldı.
Şehit Nejdet Koçak, Irak Türkmenlerinin bir simgesi olduğu için, onun mezarı başında her yılın 16 Ocak günü tören yapılacaktır. İlk tören de 16 Ocak 2004 tarihinde kalabalık bir topluluk tarafından gerçekleştirilmiştir. Bu gelenek her yıl daha büyük programlar ve daha kalabalık topluluklar tarafından tekrarlanacaktır.
Geçtiğimiz aylar içinde, karanlık eller, aziz şehidimizin mezar taşını tahrip etmiştir. Şehit Nejdet Koçak'ın mezarından dahi korku duyan karanlık ruhlar, kim bilir Türkmenlerden ne kadar korkuyorlar…
     
                                                                                                                          Hazırlayan: Bedrettin DABBAĞOĞLU