İSLAMİYET SONRASI TÜRK EKONOMİSİ
İslamiyet’in Kabul edilişine paralel olarak Türk coğrafyasının değişimi ile birlikte ekonomik anlayışında küçük de olsa bir takım değişiklikler göze çarpmaktadır.
Selçuklularda iktisadi hayat, kervan yolları sayesinde parlak bir seviyeye erişmişti. Ticaret kervanları; Türkistan, Harezm, İran, Azerbaycan, Irak, Suriye ve Anadolu istikametinde emniyetle sefer yapıyorlardı. (4) Selçuklular ticari kervanlara askeri muhafızlar koyarak, kervanın emniyetini sağlarlardı. Hatta zarara uğrayan bir kervancının zararı, Devlet hazinesinden mevcut hukuka göre tazmin edilirdi. Melikşah zamanında alınan ticari vergiler ve gümrüklerin yekunu altı yüz bin dinara varmaktaydı.
Selçuklular, ticarete ve ticaret yollarına büyük bir önem verdikleri gibi ziraata da değer vermişlerdir. Irak, Horasan, Harezm’ de açılan veya imar edilen sulama kanalları sayesinde zirai üretim çok artmıştır. Üretimin artması, imparatorluğa bağlı şehirlerin büyümesine ve bu şehirlerde ticari hayatın gelişmesine sebep olmuştur.
Sanayi şehir hayatı içinde önemli bir yer tutmaktaydı. Kumaş dokuma tezgahları, demir fırınları, deri işleme atölyeleri, zamana göre en ileri sanayi olan kağıt imalatı yine çini, cam gibi maddeler üreten fırınlar ve imalathaneler, ülkenin her tarafına yayılmıştı.
Ticaret sahasında olduğu gibi zirai sahada da yeni tesislerin kurulması ve bunların işletilmesi, yeni hukukun doğmasına sebep oldu.
Tarih sahnesinden çekilmiş olan ve Tarihe en mühim damgayı vuran Osmanlı Devletinin iktisat anlayışı, devlet ve toplum felsefesiyle yakından bağlantılıydı. İktisadi siyasette devletin mali ihtiyaç ve kaygıları önemli bir yer tutuyordu. Daire-i adalete göre adalet ve huzur sayesinde halk çok üretim yapacaktı. Böylece, devletin hazine gelirleri çoğalacak, dolayısıyla da ordu ve devletin güçlü olması sağlanacaktı. Gerçektende Osmanlı iktisat siyasetinde hazine gelirlerinin mümkün mertebe arttırılmasına dikkat edilmiştir. Osmanlılar için ülke içinde temel malların yeterli miktarda bulunması çok önemli olduğundan ithalata sınırlama getirilmemiş, hububat gibi temel ihtiyaç mallarının ve silah yapımında kullanılan madenlerin ihracı ise yasaklanmıştır. Bütün bunların yanında İstanbul’un ve diğer büyük şehirlerin gıda ve yakacak ihtiyacının karşılanması da önemle üzerinde durulan bir hususta.(5)
Dünya ekonomisinde meydana gelen değişiklikler, Osmanlıları da özellikle XIX. Yüzyıldan itibaren derinden etkilemiştir. Böylece, Osmanlı Devleti, kendi ülkesindeki ekonomik faaliyetleri denetleme gücünü büyük ölçüde yitirmiştir.
Osmanlı ülkesinde üretici unsur, genel olarak reaya adı altında toplanan köylüler, konar-göçerler, esnaf ve zanaatkârlar idi.(6) Osmanlılarda ekonomi büyük ölçüde tarıma dayanıyordu. Tarım üretiminin ana kaynağı olan miri, yani devletin mülkiyetindeki topraklardı. Özellikle Osmanlı Devleti topraklarının ana kısmında uygulanan tımar düzeni, miri arazi rejimine dayanıyordu.
Osmanlı’da nüfusun çoğunluğu köy ve mezralarda yaşamaktaydı.(7) Bunlar esas olarak tarımla meşguldüler.
Tımar sisteminin uygulandığı yerlerdeki tarım faaliyetinin sağlıklı bir şekilde devam edebilmesi bazı şartlara bağlanmıştır. Miri toprakların tasarruf hakkını ellerinde bulunduran köylüler, kanunla belirlenmiş vergileri dirlik sahiplerine ödemek ve sebepsiz yere topraklarını üç yıl üst üste boş bırakmamakla yükümlüydüler.
Osmanlı ülkesinde en çok susuz hububat üretimi yapılmaktaydı. Başta buğday olmak üzere, arpa, darı ve XVI. Yüzyıl sonlarından itibaren mısır yetiştiriliyordu. Hububatın yanı sıra baklagiller, soğan, sarımsak ve çeşitli bahçe ürünlerinin yetiştirildiğini biliyoruz.
Hayvancılık da ekonomik faaliyetlerin önemli dallarından biridir. Osmanlılar gibi tarım toplumlarında hayvancılığın çeşitli bakımlardan önemi vardı. Hayvanların hem gücünden hem et ve sütünden hem de deri ile yününden sanayi hammaddesi olarak yaralanılırdı.
Osmanlı Devleti’nde, kasaba ve şehirlerdeki zanaatkârlar, mensup oldukları iş kolunun teşkilatına üye idi. Bu teşkilat Ahilikten kaynaklanmıştır. Osmanlıda bu kuruluşlara lonca adı verilirdi. Loncalar, iktisadi hayatın temeli konumundaydı. Loncalarda usta-çırak ilişkisi çerçevesinde bir hiyerarşi göze çarpmaktaydı.
Osmanlı ülkesinde, dokuma alanında Bursa’nın kadifeleri, ipekleri, Kütahya, Uşak, Gördes halıları, Selanik’in kumaşları önemliydi. Osmanlılarda bölgeler arası veya milletler arası ticaret ile uğraşan tacirlerin özendirildiği, esnaf teşkilatı ile ilgili kanuni sınırlandırmaların dışında bırakıldığını görmekteyiz. Onların bu statüleri, temelde Osmanlı devletinin iktisat anlayışından kaynaklanmaktaydı.( 8 ) En fazla gelir; takılar, değerli madenler, baharat gibi lüks maddelerin ticaretinden sağlanırdı.
Orta Avrupa’dan İran’a, Rusya bozkırlarından Habeşistan’a Fas’tan Umman denizine kadar uzanan yörelere sahip olan devletinin hâkimiyetinin iç ve dış ticaretini sağlıklı bir şekilde sürdürebilmesi için güçlü bir ulaşım sistemine gerek vardı. Bu çerçevede deniz yoluyla yapılan ulaşım oldukça önemliydi Ancak, coğrafi keşiflerden ve Osmanlıların Umman denizindeki başarısızlıklarından sonra, Hindistan ile Avrupa arasındaki ticaretten Osmanlıların sağladığı gelirler bir derece düşmüştür. Karadeniz, Akdeniz ve adalar Denizindeki ticaret ise canlı bir şekilde devam etmiştir.
XVII. ve XVIII. Yüzyıllarda özellikle Batı Avrupa’da tarım üretiminin artması ve mamul mal üretiminin kentlerden kırlara taşınması, ülke içi iktisadi bağların gelişip milli ekonomilerin ortaya çıkmasına yol açmıştır. Her devlet kendi ticaret filolarını destekliyordu. Avrupa ülkelerinin kendi aralarındaki bu rekabet kapitalizmin gelişmesinde etkili olurken, Avrupa dışındaki ülkeleri ve orada Osmanlıları da olumsuz etkilemeye başlamıştır. Avrupa mamullerinin Doğu Akdeniz pazarlarını istilası, sanayi İnkılâbı’ndan sonra, XIX. Yüzyılın ilk çeyreğinde başlayacaktır. Buna paralel olarak da Osmanlı ekonomisi çöküşe geçecektir.(9) Bilhassa ülke ekonomisi devletin siyasi manası güçsüzleşmesine paralel verilen kapitülasyonlar, yapılan imtiyazlı ticari anlaşmalar ve alınan borçlar sebebiyle gittikçe dışarıya bağımlı hale gelecek ve bu süreç günümüze kadar sürecektir. Cumhuriyet dönemi Türkiye’sinde ise 1923’den 2000’e kadar Türk ekonomisinin geçirdiği dönüşümler, ikinci Dünya Savaşı yılları dışında devletçi veya liberal iktisat politikalarının etkinliğine göre incelenir. Ancak, her ikisi de kapitalist bir iktisadi sistemin temel çizgileri üzerinde şekillenir.(10) Değişen yalnızca temel önceliklerdir. Kamu işletmeciliğinin veya özel sektörün önceliği bu ayrımda önemli yer tutar. Sistemin şekillendirilmesinde; piyasa ekonomisinin temel kural ve kurumlarında, diğer bir ifadeyle ekonomik düzen politikası anlayışı ve uygulamadaki yetersizlikler, 77 yılık ekonomi tarihi içerisinde belirli güçlükleri de içinde barındırmıştır. Gerek iktisat kültürü gerekse de genel kültür hedefleri arasındaki farklı yaklaşımlar bu güçlüklerle birlikte karşılıklı etkileşim içerisindedir.
1923 – 29 Dönemi: Cumhuriyetle birlikte iktidardaki kadrolar geri kalmış bir tarım toplumunun bütün özelliklerini sergileyen ülkede, devlet desteğiyle girişimci bir sınıf yani özel sektör yaratma çabasındadır. Buna karşın milli iktisat Döneminin korumacı ve sanayileşmeci politikaları bu dönemde uygulama olanağı bulamamıştır. 17 şubat 1923’de İzmir de toplanan I.iktisat kongresinin sonuçları yeni Türk devletinin ekonomi politikalarını etkilemiştir.(11) Piyasa koşullarının egemen olacağı iktisadi düzenin, kısaca kapitalizmin yerleştirilmesi için siyasi ve idari reformlar yanında iktisadi olanda da uygun politikalar izlenmeliydi. Ancak, savaştan sonra çıkmış yorgun ülke, liberal ekonomik politikalarda pek fazla başarılı olamamıştır. Ekonomik düzen politikasındaki yetersizlikler ki bu sorun günümüzde de vardır. Serbest piyasa ekonomisini olumsuz etkilemiştir ve zorunlu olarak devletçilik ilkesi ekonomiye hakim olmuştur.
1930 – 39 Dönemi : Cumhuriyetle uygulamaya konulan liberal politikalar, zorunluluktan dolayı kamu – devlet girişimciliğinin etkin olduğu bir dönemin aralanmasını sağlamıştır. Buna sebep olarak; liberal iktisat politikalarında arzu edilen başarının sağlanmaması, 1929 Dünya Ekonomik Krizinin etkisi, Sovyetler birliğinde uygulanan plana dayanan iktisat politikalarının ilk sonuçlarının başarılı olması. Kamu girişimciliği, KİT aracılığıyla oluşturulmuştur. Devletçilik bir ilke olarak ekonomik faaliyetler ile üretim ilişkileri ve sermaye birikiminin belirlenmesinde öne çıkmıştır. Bu planlar 1933’de başlayan ve ikincisi 1936’da başlatılan beş yıllık sanayi planları kapsamında gerçekleştirilmiştir.(12) Bu dönemde sanayi üretimindeki ortalama artış %5 olurken Tarım sektöründeki büyüme %0.4 artmıştır.
1940 – 45 Dönemi : İkinci Dünya savaşı, Avrupa’nın eşiğindeki Türkiye için yeni bir dönemi aralamaktadır. Fiyat istikrarı ve bütçe denkliği dönemin temel politika hedefleridir. Savaş nedeniyle dış ticaretin kısıtlı olması, savunma harcamalarının artması, erkek nüfusunun askere alınması gibi faktörler tarım ve sanayi sektörü üretiminde gerilemelere neden olmuştur. 1939 – 49 Dönemi Devletçiliği zorba devlet olarak tanımlanırken, buna duyulan öfke muhalefet (Demokrat Parti) tarafından Liberal devlet düşüncesine dönüştürülmüştür.
1949 – 1959 Dönemi : Savaş sonrasında dünya ekonomisi ile bütünleşme eğilimlerinin arttığı bu dönemde, bir yanda Amerika’dan kaynaklanan ekonomik ve demokratik dalga, öte yanda Sovyetler Birliğinden yayılan komünist dalga, Türkiye nin gerek ekonomi politikalarında gerekse sosyo-kültürel yapısında belirleyici olmuştur. İktisadi alanda 1946 yılında başlayan, sonrasında 1950’den itibaren uygulamaya konulan liberal politikalar; siyasal düzlemde ise Demokratik parti iktidarı ile Büyük toprak sahiplerinin liberal kesimle yaptığı bu işbirliği gerek toplumsal bütünde, gerekse bütünün ekonomik alanında önemli ve köklü değişimleri getirmiştir. Cumhuriyetle birlikte tohumları atılan ticari ve sanayi burjuvazisi veya daha genel ifadeyle özel sektör, özellikle sanayindeki yoğun teşviklerle, artık filizlenmeye başlamış ve dalları özel sektör bankalarının kuruluşu ile finans piyasalarına kadar yaygınlaşmıştır.
1950 – 54 döneminde %11, düzeyinde olan büyüme ortalaması, 54 yılında %-31’e kadar düşmüş sonra ortalama yıllık %5 düzeyinde kalmıştır. Bu yıllarda fiyatlar %15 artmıştır. Ekonomideki sıkıntıları atlatabilmek amacıyla 1958 yılında IMF istikrar tedbirleri ile tanıştık. Uygulamalarla nisbi bir rahatlama olsa da sorunların devamı 27 Mayıs 1960 darbesine sebep oldu.(13)
1960 – 1979 Dönemi : Askeri yönetimle birlikte yeni Anayasa ve ekonomideki sosyal düzenlemelerin artması, kalkınmanın beş yıllık kalkınma planları çerçevesinde ele alınması dönemin özellikleridir.(14) Özel sektör için yol gösterici, kamu sektörü için emredici bir nitelik arz eden planın ilki 1963-67 yıllarını kapsamaktadır. 1980 sonrasında etkinliğini yitiren planların günümüzde yedincisi (1996-2000) yürürlülüktedir. İktidarın devletçi-seçmenlere gelmesi ile başlayan bu süreç, seçimlerle birlikte geleneksel-libarellerle gelmiş; ancak ekonomik anlayış veya temel paradigmada bir değişme olmamıştır.
1970’lerin başında %10’a yükselen büyüme oranı, 1979’da %4 ve 1980 yılında da %1.1’e geriliyor. Dönemin başında yaklaşık &10’lar seviyesinde olan enflasyon 1980 yılında %107’ye yükselmiştir. 1970’li yılların ortalarında artan dış borçlar, yükselen petrol fiyatları ve tıkanan dış finansman kaynakları ekonomide enflasyon ve durgunluğa yol açmıştır.
1980’den Günümüze : Türkiye’nin içine girdiği ekonomik krizi durdurmak ve sorunları çözümleyebilmek amacıyla 24 Ocak 1980 tarihinde “istikrar” Tedbirleri alınmıştır. Anılan tarih bir uyum sürecinin başlangıcı olup, uygulamalar uyumu gerçekleştirmeye dönük tedbirlerdir. Ödemeler dengesinin düzeltilmesi, enflasyonun dizginlenmesi, etkin bir kaynak dağılımına imkan verecek fiyat yapısının oluşturulması ile düzgün işleyen bir dış borç düzeninin oluşturulması paketin hedefleridir.
Türk ekonomisindeki geçmişte yaşanan dönüşümlerin aksine ordu, bu kez tercihini IMF kökenli bir istikrar programını uygulamak üzere geliyordu. Artık yeni bir ekonomik düzen şekillendirilmeye çalışılacaktı. Bu aynı zamanda yeni dünya düzeninin gereklerine uygun hareketlerin başladığı bir dönemdir. Serbest piyasa ekonomisinde serbestlik, başıboşluluk, bireysellik ile kişisellik olarak algılanmıştır. Piyasa ekonomisi; kaynakların akılcı ve verimli kullanımını sağlayacağı varsayılan, kişisel çıkar dürtüsü temelinde düzenlenmiş ve kendi kurallarına göre işleyen bir mekanizmadır. Etkinliği rekabetin kurum ve
Kuralları ile işletmesine bağlıdır.
Teşvik ve destekleme politikaları ile dış ticaretin, özellikle ihracatın artışı sağlanırken 1980’li yılların başında göreli bir iktisadi başarı sağlanmıştır. Enflasyon %107.2’den 1981’de %36.8’e düşerken büyüme oranı %1.1’den %4.2’ye yükselmiştir.(Tablo 1)
Yıllar Büyüme Enflasyon İthalat İhracat İhracatın İthalatı
% (%) (TEFE) (Mr USD) (MR USD) karşılama oranı
1963 9.7 0(1963=0) 0.688 0.368 53.5
1967 4.2 7.6 0.686 0.411 59.9
1971 10.2 15.9 1.171 0.676 57.7
1975 8.0 10.1 4.739 1.40 29.6
1979 -0.4 63.9 5.069 2.26 44.6
1980 -1.1 107.2 7.909 2.91 36.8
1981 4.2 36.8 8.933 4.74 52.6
1982 4.6 27.0 8.843 5.75 65.0
1983 3.3 40.8 9.235 5.73 62.0
1984 5.9 53.5 10.757 7.14 66.3
1985 5.1 38.2 11.343 7.96 70.2
1986 8.1 24.5 11.105 7.46 67.1
1987 7.5 48.9 14.158 10.19 72.0
1988 3.6 69.7 14.335 11.66 81.4
1989 1.9 69.5 15.792 11.62 73.6
1990 9.2 52.3 22.302 12.96 58.1
Para politikalarında 1980-88 yılları arasında TL'nin aşırı değer yitirmesi politikaları terkedilmiştir. Ülke parasının 1989 ve 1990’da reel anlamda değerli kılınması iki sonucu yaratmıştır. TL’nin aşırı değerli kılınması yurtdışı kredileri cazip hale getirirken, ülkeye sıcak para girişi artmıştır. İkinci olarak dış talepteki azalma ihracatta arzu edilen edilen artışları yaratmamıştır. Aşırı değerli TL’nin ihracatı olumsuz etkileyeceği açıktır. Kalite ve rekabete dayalı ihracat ürünlerine yerine döviz ve diğer desteklerle teşvik edilen ihracat politikaları bu tıkanmayı yaratan faktörlerdendir. İthalattaki artışlar, büyümeyi uyarmış, 1992’de %6.4, 1993’de de %7.3 büyüyen ekonomi yetersiz politikalarla 1994’de tıkanma noktasına gelmiştir. Sonuç olarak 1994 yılında %149.6’lık enflasyonla karşılaşan Türk ekonomisi %5 oranında küçülmüştür. 5 Nisan 1994 kararları krizi aşabilmek için alınmıştır. Kararların temel amacı enflasyonu hızla düşürmek, TL’ na istikrar kazandırmak, ihracat artışını hızlandırmak ve dengeleri sürekli kılmaktır. Sonuçta 1995’de enflasyon %65.6’ya çekilmiş, büyüme %8.1 oranında oldu. İhracat 18 milyar dolardan 21.6 milyar dolara çıkarken; ithalat 23.2 milyardan 35.7 milyar dolara çıktı.(15) (Tablo 2)
Yıllar Enflasyon (%) Büyüme İhracat İthalat İşsizlik
TEFE TÜFE (%) Mr $ Mr $ (%)
1993 58.4 71.1 7.3 15.6 29.8 7.3
1994 149.4 125.5 -5.0 16.5 23.3 8.1
1995 65.6 75.5 8.1 21.6 35.7 6.9
1996 84.9 79.8 7.9 23.2 42.4 6.0
1997 91 99.1 8.0 21.3 39.2 6.4
1998 54.3 69.7 3.8 21.4 38.1 6.4
1999 62.9 68.8 ----- 21.2 32.2 7.3(G)
2000’li yılların ilk iki senelik dilimi ise maalesef krizler dönemi olarak Cumhuriyet tarihinin en ağır şartlarının yaşandığı bir süreçtir. Bilhassa 19 Şubat 2001 krizi ülkemizi derinden etkilemiştir.(15)
1) Kafesoğlu ; a.g.e., S.317
2) Ali Güler, Suat Akgül, Atilla Şimşek; Türklük Bilgisi, S.68
3) Kafesoğlu ; a.g.e, S.325
4) Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi, C.VII S.206
5) Ali Güler ;ve… ; a.g.e, S.358
6) İnalcık ; Osmanlı İmparatorluğu, Toplum ve Ekonomi, S.73
7) Doğuştan Günümüze B.İ.Tarihi, C.XII, S.381
8 ) Rıfat Dağ ; 1800’lerden Günümüze Doğu Ekonomisi, S.183
9) Ali Güler ;ve… ; a.g.e., S.373
10) N. Oğuzhan Altay ; D.E.Ü.İ.İ.B.F. Dergisi, C.15, S.49
11) Afet İnan ; Devletçilik İlkesi ve T.C., S.68
12) Altay ; a.g.e, S.52
13) a.g.e, S.54
14) Yalçın Acar ; Tarihsel Açıdan Türkiye Ekonomisi ve İzlenen İktisadi Politikalar, S.67
15) Esat Çelebi ; 2001 yılında Türkiye Ekonomisinin Genel Görünümü, S.23