Gönderen Konu: BÜYÜK RESİM (1)  (Okunma sayısı 2793 defa)

0 Üye ve 2 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı motun yabgu

  • Türkçü-Turancı
  • *****
  • İleti: 1566
BÜYÜK RESİM (1)
« : 15 Şubat 2012 »

BÜYÜK RESİM (1)

BÜYÜK RESİM 21 yıl önce çizildi!
Arslan Bulut
Stockholm’den Oslo’ya, Camp David’den Buckingham Sarayı’na
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, MİT üzerindeki operasyon girişiminden sonra “Türkiye’nin çevresinde lehte ve aleyhte değişimler yaşanıyor. Herkes büyük fotoğrafa dikkatle bakmalı” dedi. Bunun üzerine büyük fotoğrafı araştırdık. Resmin 21 yıl önce çizildiğini tespit ettik.
Güneş, Milliyet ve Tercüman gazetelerinin 1991’deki haberlerinde sadece Büyük Orta Doğu Projesi değil, 1 Mart tezkeresi ile ABD ordusunun Türkiye’ye yerleşme planları, bugün Arap Baharı denilen olayların nasıl gelişeceği, TSK üzerinde hangi operasyonların uygulanacağı harfiyen anlatılıyordu..
Proje, ise Türk halkı üzerinde sürdürülen psikolojik harekatla eş zamanlı olarak, 1991 yılında Ankara’daki gizli görüşmelerde Türk tarafına dikte ettirilen kararlardan kopyalanarak aynen uygulanıyor. Peki Türk tarafı 1991’de neyi kabul etmişti? Genelkurmay da işin içinde miydi? Karşı çıkanlar var mıydı?
Türk ordusunun küçültülmesi, profesyonelleştirilmesi ve direnenlerin tasfiyesine nasıl karar verildi? Kürt devletinin temelleri atılırken, Büyük Kürdistan öngörülmüş müydü? Türkiye son dünya ekonomik krizlerini neden hafif atlattı? Kaynağı açıklanmayan 30 milyar dolar, neyin karşılığında gönderildi?
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, son iki MİT müsteşarı Emre Taner ve Hakan Fidan ile Müsteşar yardımcısı Afet Güneş dahil beş istihbaratçı, özel yetkili savcı tarafından ifadeye çağrıldığında  “Gerçekten talihsiz ve üzücü bir durum. Türkiye’nin çevresinde lehte ve aleyhte değişimler yaşanıyor. Herkes büyük resime dikkatle bakmalı”  deyince, Genel Yayın Yönetmenimiz Hayri Köklü’nün de ricasıyla ben de bu tavsiyenin gereğini yerine getirmeye karar verdim..
Kararı verdim vermesine de büyük resmi görmek veya herkesin görmesini sağlamak için ne yapmalıydım?

Fuller ile özel görüşme
Mesela 1996 yılında Kafkaslar Konferansı’na katılıp bir röportaj için o zaman Topkapı’da bulunan Yenişafak gazetesine giderek meslektaşımız Yusuf Ziya Cömert’in sorularını cevaplandıran CIA’nın beyin takımından Graham Fuller’in, daha sonra binanın üst katında bulunan Refah Partisi İl Başkanlığı’na çıktığını, orada Abdullah Gül ile görüştüğünü biliyordum, hatta bunu birkaç defa da gündeme getirmiştim ama ne konuştuklarını bugüne kadar öğrenememiştim! Yine İngiltere Kraliçesi İstanbul’a geldiğinde, bir İngiliz savaş gemisinde Abdullah Gül’ü kabul ederken ne konuştuklarını da bilmiyordum! Hele hele Buckingham Sarayı’nda, eşi ile birlikte gece yatıya kalırken, Abdullah Gül ile Kraliçe Elizabeth’in ne konuda uzlaştıklarından da haberim yoktu! Peki o halde büyük fotoğrafı nasıl görecektim bir gazeteci olarak?
Kime soracaktım veya nereden öğrenecektim?
Türk bilim adamlarının,  “görünmezlik pelerini”  üzerinde çalıştıklarını biliyordum ama böyle bir pelerin icat edilecek olsa bile geçmişte olmuş bitmiş ama günümüzü etkileyen önemli olayları görmek için bir de zaman tüneli kurmaları gerekiyordu ki olayları yerinde öğrenelim..
O halde klasik yöntemleri kullanmaktan başka çare yoktu.
Ben de “fikri takip” dediğimiz gazetecilik melekesine sahibim ama Hayri Köklü, 1991 yılına ait Güneş ve Milliyet gazete arşivlerini işaret etmesin mi?
O yıllarda ben Tercüman’daydım. Benim de kendi yazılarımın, incelemelerimin yayınlandığı Tercüman gazeteleri elimin altındaydı..
Büyük resmi görme yöntemimiz şöyle gelişti:
Mesela, 13 Şubat 2012 günü Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton ile Washington’da görüştü. Ortak basın toplantısında, Davutoğlu, Suriye konusunu ayrıntılı bir şekilde görüştüklerini belirterek, “Suriye’de şiddet artıyor, artık bekleyecek durumda değiliz. İnsanların bombalanmasına seyirci kalamayız. İnsani bir inisiyatifin başlatılması lazım” dedi.
ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton da  “Suriye’de bir çözüm bulunması yolunda Davutoğlu ve ben aktif rol üsleneceğiz. Türkiye ile insani durumun düzeltilmesi konusunda çabalarımızı birleştiriyoruz. Esad rejimi kaçınılmaz sona sürükleniyor”  dedi.
Çok değil 21 yıl öncesine ait, 1991 yılının 18 Mart tarihli Güneş gazetesini açtım önüme.. İkinci manşette, bir haber vardı: Başlıklarda  “Saddam katlediyor. Irak ordusunun, kadın-çocuk ayrımı yapmadan napalm bombası kullandığı iddia edildi”  deniliyordu. Devam sayfasında bir haber daha:  “Saddam’ın sekiz ay hükmü kaldı!”
ABD Dışişleri Bakanı James Baker, yeni tamamladığı Orta Doğu gezisinde edindiği izlenimlere göre, Irak Devlet Başkanı Saddam Hüseyin’in yıl sonundan önce iktidarını yitireceğini söylüyordu..
Şimdi Suriye’de de aynı senaryo, benzer konuşmalarla uygulanmıyor mu? Libya’da uygulanmadı mı?
Özellikle 18 Mart 1991 tarihli Güneş gazetesi, öyle bir gazete ki bugün ne yaşıyorsak hepsini bütün ayrıntıları ile anlatıyor.. Sadece aktörler değişmiş ama olaylar, siyasi söylemler birbirinin aynısı...
Manşette,  “Kürtler dünyaya açılıyor”  başlıklı bir haber var.B. Murat Öztemir imzalı haberde  “20 ülkeden 240 temsilcinin katıldığı Kürt Konferansı İsveç’in başkenti Stockholm’de sona erdi. Konferansın bitiminde ‘Kürt Halkının İnsan Haklarına İlişkin Stockholm Deklarasyonu’ yayımlandı”  bilgisi veriliyor.
Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanlığı döneminde de Norveç’in başkenti Oslo’da bugünkü MİT müsteşarı Hakan Fidan ile MİT Müsteşar Yardımcısı Afet Güneş, koordinatör ülke temsilcisinin daveti sonucunda PKK ile müzakerelere oturmuştu.. Hani Gül’ün  “İyi şeyler olacak” dediği süreç.. İyi şeylerin ne olduğunu, Oslo zabıtlarının İnternet ortamında yayınlanması ile bütün Türkiye gördü.. Her ne kadar Beşiktaş’taki özel yetkili savcılık  “Biz Oslo sürecini soruşturmuyoruz”  dese de bu toplantıda konuşulanlar büyük resmin görülmesinde de yardımcı olabilirdi.
Fakat ne göreyim.. Oslo’da konuşulanlar, sanki bir filmin geriye sarılıp yeniden oynatılması gibi.. 21 yıl önce Stockholm’de ne konuşulmuşsa, Oslo’da da 2009 yılında konuşulanlar aynı!
Bu konuya ayrıntıları ile döneceğim.

Camp David’in sırları
Ancak benzerlikler bununla bitmiyor.. Hani ben Buckingham Sarayı’nda ne konuşulduğunu bilmiyorum demiştim ya, 1991 yılında Camp David’de ABD Başkanı (Baba) George Bush, Türkiye Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ı eşiyle birlikte misafir ediyordu. Özal ve Bush karayolu ile Washington’a dönerek ortak basın toplantısı yapıyordu..
24 Mart Tarihli Güneş gazetesinde bu basın toplantısında verilen bilgileri hatırlayınca, büyük resim biraz daha aydınlanmaya başladı.. Orada ortaya konulan politika, bugün de aynen tekrarlanıyordu..
Yalnız resmi olduğu gibi görebilmek için 18, 19 ve 24 Mart 1991 tarihli Güneş gazeteleri ile 24, 26 ve 27 Mart tarihli Milliyet gazetelerini, satır satır okumak gerekti.. Tabii 1990 yılında Muammer Aksoy’un 1991 yılında Çetin Emeç’in, 1993 yılında Uğur Mumcu’nun katledildiğini, yani Türkiye’nin aydınlarına operasyon yapılmaya başlandığını da unutmayalım..
17 Temmuz 1991’den itibaren 13 gün süreyle Türk-Amerikan ilişkilerini, tarihi süreçle birlikte  “Önce Vatan’dan Önce Amerika’ya”  başlığı altında incelemiştim.. Bugünkü Kürt devletinin temellerini atan Çekiç Güç de o dönemde Türkiye’de konuşlanmıştı.. Hatta bir İngiliz subayı, Silopi kaymakamını tokatlamış, bu olay büyük bir infiale sebep olmuştu.. Olaya sert tepki göstermiştik ama Çekiç Güç’ü davet eden Türkiye idi!
Bugün de NATO Genel Sekreteri Fogh Rasmussen, Rusya ve İran’ın karşı çıktığı füze savunma sisteminin Türkiye’de konuşlandırılması talebinin Ankara’dan geldiğini söylemedi mi? Çekiç Güç, Kürt devletini kurdu, füze kalkanı da Büyük Kürdistan peşinde değil mi!
O dönemde “Çekiç Güç kimin başına inecek?” başlığıyla hazırladığım inceleme yazısı, birinci sayfanın sürmanşetinden indirilmiş ve yayınlanmamıştı. Çünkü eleştirilen Özal’ın politikasıydı ve Özal da o günlerde Tercüman gazetesini yok etmeye çabalıyor, “ikibuçuk gazete kalacak” diyordu.. Gazete yönetimi ise Turgut Özal ile Semra Özal üzerinden bağlantı kurmaya, gazete üzerindeki ablukayı kaldırmaya uğraşıyordu. Ancak Silopi kaymakamı tokatlandıktan sonra, Çekiç Güç yazım yayınlanabilmişti. Bu arada Çekiç Güç, çoktan Türkiye’ye yerleşmiş ve Kuzey Irak operasyonuna başlamıştı..

Orta Doğu Birleşik Devletleri mi?
Yani bugün meydana gelen olayların 1991’deki modelinin tıpatıp aynısını ben de yakından takip etmiştim.. Onlarla birlikte değerlendirdiğim zaman Güneş, Milliyet ve Tercüman’ın o günleri bütün ayrıntıları ile yansıttığını görüyorum. Fakat o zamanlar Büyük Orta Doğu projesini, Türkiye’de projenin görevlileri dışında kimse bilmiyordu. Mesela, 1996 yılında, Hürriyet’te yayınlanan, Talabani’nin  “Hayalim İstanbul başkentli OBD”  açıklamasına ve ABD Başkanı George Bush’un danışmanı, tarihçi Bernard Lewis’in İstanbul Yapı Kredi Plaza’da verdiği  “Ortadoğu kimliği üzerine”  konulu konferansta gösterdiği Orta Doğu haritasına dayanarak   “Orta Doğu Birleşik Devletleri”  oluşturmak için Amerika tarafından bir proje geliştirildiğini, Akşam gazetesinin manşetinden haber verdiğim zaman, Taha Akyol ve Nazlı Ilıcak, yüzüme karşı komplo teorisi ürettiğimi söylemişlerdi. 2004 yılında ABD Başkanı George W. Bush projenin eş başkanlığını Tayyip Erdoğan’a tevdi ettiği, o da kabul ettiği zaman ise iki yazar da köşelerinde bu adımı alkışlarla karşılamışlardı..
Fakat daha da garibi, Güneş gazetesinin 1991’deki haberlerinde sadece Büyük Orta Doğu Projesi değil, 1 Mart tezkeresi ile ABD ordusunun Türkiye’ye yerleşme planları, bugün Arap Baharı denilen olayların nasıl gelişeceği de harfiyen anlatılıyordu.. Hatta daha sonrası da..
Yani Stockholm’den Oslo’ya, Camp David’den Buckingham Sarayı’na uzanan süreçlerde, sadece yaşlanan veya bu dünyadan ayrılan aktör veya aktrislerin yerine yenileri gelmişti.
Mesela Korkut Özal ve Cengiz Çandar o zamanki süreçte de vardı, hala varlar.. Veya o yıllarda Amerikan projelerine alkış tutan Taha Akyol, bugün oğluyla birlikte Atatürk’ü Türk halkının gönlünden silmekle meşgul..

30 milyar dolar nereden geldi?
Projeler ise Türk halkı üzerinde sürdürülen psikolojik harekatla eş zamanlı olarak, 1991 yılında Ankara’daki gizli görüşmelerde Türk tarafına dikte ettirilen kararlardan kopyalanarak aynen uygulanıyor. Peki Türk tarafı 1991’de neyi kabul etmişti? Genelkurmay da işin içinde miydi? Karşı çıkanlar var mıydı? Türk ordusunun küçültülmesi, profesyonelleştirilmesi ve direnenlerin tasfiyesine nasıl karar verilmişti? Irak’ta Kürt devletinin temelleri atılırken, Büyük Kürdistan öngörülmüş müydü? Projenin finansmanı 1991’den itibaren nasıl sağlandı? Türkiye son dünya ekonomik krizlerini neden hafif atlattı? Kaynağı açıklanmayan 30 milyar dolar, Türkiye’ye neyin karşılığında gönderildi?

Projenin nihai hedefi nedir?
Şimdi dilerseniz bu süreçleri ayrıntıları ile inceleyelim.. Büyük resmi hep birlikte görelim..
Tabii Ertuğrul Özkök’ün son yazısında belirttiği gibi önce küçük resimleri görelim sonra bunları birleştirelim ve büyük resmi ortaya çıkaralım...


                         Arslan Bulutun bu yazi dizisini mutlaka okumamiz lazim andalar . Arsivimizde bulunsun. Gelmis gecmis tüm zamanlarin en büyük vatan ve millet haini ermeni devsirmesi  Abdullah Güllüyanin büyük resimden neleri ima ettigini belgeleriyle anlatan muhtesem bir eser Okumanizi tavsiye ederim .
ÜZE TENGRI TEMÜR CIDA OKLAR BIRLE BIR BULUT

  BASBUGUMUZ TANRIKUTTUR TANRIKUTTUR

                       TANRIKUT.

Çevrimdışı motun yabgu

  • Türkçü-Turancı
  • *****
  • İleti: 1566
Ynt: BÜYÜK RESİM (1)
« Yanıtla #1 : 16 Şubat 2012 »
  BÜYÜK RESİM (2)      Stockholm’den Oslo’ya, Camp David’den Buckingham Sarayı’na

Turgut Özal, Anadolu
Cumhuriyeti planlıyordu

Ali Kırca’nın 2008 Nisan ayındaki Siyaset Meydanı programında, Korkut Özal, ağabeyi Turgut Özal’ın Cumhurbaşkanı iken kendisine Türkiye’nin adının  “Anadolu Cumhuriyeti”  olarak değiştirilmesinden söz ettiğini açıkladı!

1991 yılı Mart ayında İsveç’in başkenti Stockholm’de düzenlenen Kürt konferansına 20 ülkeden 240 temsilci katıldı ve ‘Kürt halkının İnsan Haklarına İlişkin Stockholm Deklarasyonu’ yayımlandı.  İsveç’in Dagexns Nyheter gazetesi, konferansın amacının Iraklı Kürtlerle, Türkiye arasında bir
federasyon kurulması olduğunu yazdı.

2004 yılında İtalya’daki bir NATO toplantısında Türk subaylara gösterilen Büyük Orta Doğu Projesi haritası 1991’de biliniyordu ki, sadece Kürtlerin değil, İran’daki Azerbaycan Türkleri ile Belucilerin de özerklik hakları gündeme getirilebiliyordu.
O günlerde Turgut Özal’ın  “Federasyonu tartışalım”  derken kastettiği tam da buydu.

18 Mart 1991 tarihli Güneş gazetesinin manşetinden o dönemin Oslo süreci demek olan Stockholm sürecini takip edelim. Takip ederken, Norveç ve İsveç’in ABD’nin, dünya operasyonlarında dublör niteliğinde kullandığı ülkeler olduğunu. Kendisinin yapması halinde zarar görebileceği sahnelerde onları oynattığını da unutmayalım.. ABD’nin Türkiye’ye yönelik operasyonlarında bu ülkeleri kullanmasının pratik sebebi, Türkiye ile müttefiklik ilişkisinin veya Türkiye’de kendi projelerini uygulayan siyasi iktidarların Türk halkı karşısında zor durumda kalmaması içindir. Zira korudukları iktidar, halkın desteğini kaybederse, Amerikan projeleri de suya düşer. Örnek vermek gerekirse, Turgut Özal’ın ölümünden sonra kurulan DYP-SHP iktidarı, Madımak komplosu ile düşürüldü. Refahyol iktidarı 28 Şubat süreci ile düşürüldü. 57’nci hükümet, DSP’nin parçalanması ve ekonomik kriz ile düşürüldü ve 2002’de kurulan AKP iktidarı ABD’nin tam desteği ile iktidarını 9 yıldır sürdürüyor. ABD, bu fırsatı yakalamışken sonuna kadar kullanmak istiyor. Cüneyt Zapsu, “Deliğe süpürmeyin, kullanın” dememiş miydi?

BM çatısı altında
temsil istiyorlar!
Şimdi 18 Mart 1991 tarihli Güneş gazetesine dönelim. “Kürtler dünyaya açılıyor” başlıklı manşet haberde özetle şöyle deniliyor:
20 ülkeden 240 temsilcinin katıldığı Kürt Konferansı, İsveç’in başkenti Stockholm’de sona erdi. Konferans bitiminde ’Kürt halkının İnsan Haklarına İlişkin Stockholm Deklarasyonu’ yayımlandı. Konferansta 20 milyondan fazla Kürt’e uygulanan baskılara dünya kamuoyunun daha fazla göz yummaması istendi.
Sonuç bildirgesinde, BM Genel Sekreteri’ne çağrıda bulunularak Orta Doğu’da barışın sağlanmasına yönelik uluslararası bir konferansın gerçekleşmesi halinde bunun Kürt sorununu da içerecek bir yapıya kavuşturulması istendi. BM Genel Sekreteri’ne ayrıca Kürt halkının devlet statüsünde olmaksızın BM çatısı altında en iyi nasıl temsil edilebileceğini araştırması çağrısı yapıldı.
‘Ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı’nı da içeren insan hakları için Kürt halkının mücadelesine nasıl destek olunacağını belirlemek için yayınlanan deklarasyonda sırasıyla şu görüşlere yer verildi:
* Türkiye, SSCB, İran, Irak ve Suriye’nin insan haklarına bağlı kalarak bunları Kürtler’in yaşadığı bölgelerde sağlamak.
* Kürtlerle ilgili dayanışma komitelerini, dünya genelinde yaygınlaştırmak.
* Uluslararası platformlara Kürt sorununu taşımak ve gündemde kalmasını sağlamak..
*  Kürt sorununun hükümetler düzeyinde tartışılmasını sağlamak, hükümet dışı kuruluşların ilgisini Kürt sorununa çekmek.
* Dünya medyasında Kürt sorununun insan hakları boyutu ön plana çıkarılarak destek sağlamak ve medya kuruluşlarına sürekli enformasyon vermek..
Deklarasyonun ‘Avrupa Kurumları’ başlıklı bölümünde, Avrupa Sözleşmesi’ne imza atan bir ülke olarak yükümlülükleri hatırlatılarak Türkiye’deki Kürtler’e yönelik insan hakları ihlallerinin Türkiye ile görüşülmesi istendi.

1991’de BOP haritasına
göre talepte bulunuyorlar
Konferansta görüşlerini açıklayan Iraklı örgüt temsilcileri, kendi bölgelerinde yaşayan Türkmenlere özerklik tanınmasının bir hak olduğunu savundular. Irak Kürdistan Demokrat Partisi adına konuşan Hoşyer Zebari, ‘Türkmenlerin demokratik haklarını tanımak gerekir’ dedi. Iraklı Şeyh İzzettin Hüseyini ise sadece Irak’taki Türkmenlerin değil, İran’daki Azerbaycan Türkleri ve Belucilerin de otonomi hakları olduğunu belirtti.
Stockholm’deki konferansa katılan, Türkiye’de yasadışı olarak kurulmuş 12 Kürt örgütü, Ankara-Talabani diyaloğu sonrasında yaptığı açıklamalar ve takındığı tavır dolayısıyla DSP Genel Başkanı Bülent Ecevit’i kınayan bir açıklama yaptı.
Güneş gazetesinin sorularını cevaplandıran başta PKK olmak üzere Kürdistan Öncü İşçi Partisi, Türkiye Kürdistan Sosyalist Partisi, Rızgari, Ali Rızgari, Kürdistan Sosyalist Hareketi, Kawa, Tekoşina Sosyalist, Türkiye Kürdistan Demokrat Partisi ve Kürdistan Ulusal Kurtuluşçuları temsilcileri, Bülent Ecevit’i, Ankara-Talabani görüşmesi ve genelde Kürt sorunu karşısında takındığı tavır dolayısıyla ‘İnkarcı, Kemalist, cunta davetçisi ve sosyal şoven’ olarak itham ettiler.
İsveç’in Dagexns Nyheter gazetesi, Iraklı Kürtlerle, Türkiye arasında bir federasyon kurulmasından söz etti. Görüldüğü gibi, 2004 yılında İtalya’daki bir NATO toplantısında Türk subaylara gösterilen Büyük Orta Doğu Projesi haritası 1991’de biliniyordu ki, konferansta veya sonrasında konuşanlar, yazanlar, Türkiye-Kürdistan federasyonundan bahsedebiliyor ve hatta İran’daki Azerbaycan Türkleri ile Belucilerin de özerklik haklarını gündeme getirebiliyordu. Söz konusu haritada bunlar da var.. O günlerde Turgut Özal’ın  “Federasyonu tartışalım”  derken kastettiği tam da buydu. Bu durumu, 2008 yılı Kasım ayında Korkut Özal da bir televizyon programında itiraf edecekti.

Korkut Özal’ın canlı yayında
sansürsüz itirafları
Ali Kırca’nın Siyaset Meydanı programında, Korkut Özal, ağabeyi Turgut Özal’ın Cumhurbaşkanı iken kendisine Türkiye’nin adının  “Anadolu Cumhuriyeti”  olarak değiştirilmesinden söz ettiğini açıkladı!
Aslında biz bu tartışmaların yaşandığı yıllarda Özal’ın bu fikrinden haberdardık ve yazılarımızda konuyu kamuoyuna açıklamıştık. Özal, Anadolu Cumhuriyeti önerdiğini hiçbir zaman tekzip etmemişti.
Programda, gazeteci Nazif Okumuş,  “Sayın Bakan, söyledikleriniz kayda giriyor”  diye uyardığı halde Korkut Özal, artık bütün bildiklerini söylemek istiyordu ki daha başka açıklamalarda da bulundu.
Mesela Nazif Okumuş, Atatürk’ten sonraki Türkiye’nin Cumhurbaşkanlarını isim isim sayıp, aralarında her etnik kökenden insan bulunduğunu söyledikten sonra Ali Kırca, Korkut Özal’a dönerek,  “Turgut Özal bir ara ‘Ben de Kürt olabilirim’ dediği için soruyorum. Siz Kürt müsünüz?” diye sordu. Korkut Özal, Malatya’nın karışık bir etnik yapıya sahip olduğunu, yüzde 40’ının Ermeni olduğunu, annesinin Osmanlı aşiretinden geldiğini, babasının karışık olduğunu söyledi!
Malatya’da tehcirden önceki Ermeni nüfusunu mu kastettiği anlaşılamadı ama Korkut Özal, çok frensiz konuşuyordu. Korkut Özal, Amerika’da Ermeni dostlarıyla zaman zaman bir araya geldiklerini de söyledi. Amerika’daki bir Ermeni dostunun evine ziyarete gittiğini, daha önce bir basın toplantısında ben de kendisinden dinlemiş ve yazmıştım. Hatta o toplantıda, Korkut Özal, “Osmanlı Türk dememiş değil mi?” deyince ben de “Ne demek istiyorsunuz? Şimdi biz de kendimize Türk demeyelim mi?” diye sormuştum. Korkut Özal, “Yok öyle demek istemedim”  diye cevap vermişti.

Turgut Özal’ın Altemur Kılıç’a
gösterdiği harita
Altemur Kılıç da Turgut Özal’ın Cumhurbaşkanı iken kendisine bir harita göstererek Türkiye ile Irak’ın kuzeyinin bir konfederasyonda birleşebileceğini söylediğini açıkladı. İşte 2008’de Anayasa’nın değiştirilemez maddelerinin Atatürk ile birlikte tartışmaya açılmasının asıl sebebi buydu.. Bu arada, Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç, Bilkent Üniversitesi’ndeki “Anayasalarda yazılı değiştirilemez ilkeler ve değerleri”  konulu konferansa katıldığını; ayrılırken kürsüye davet edildiğini, teşekkür konuşmasında “Böyle önemli ve hassas bir konuyu bizim mahkememizin kuruluş yıldönümünde yaptığımız sempozyumlarda konu olarak tespit etmemiz, mahkemenin konumu nedeniyle mümkün olamaz, buna cesaret edemeyiz. Cesaretle seçilen bu konu nedeniyle toplantıyı tertip edenlere teşekkür ederim”  dediğini açıkladı ve kendisini eleştirenleri suçladı!
Haşim Kılıç’ı Anayasa Mahkemesi üyeliğine atayan da Anadolu Cumhuriyetçisi Turgut Özal idi.. 
Stockholm sürecine dönecek olursak; bölücülerin Ecevit ile o zamandan itibaren bir sorunları olduğu anlaşılıyor.  Daha sonraki yıllarda kurulacak Ecevit başbakanlığındaki 57’nci hükümet de ABD’nin Irak ve Kürt politikasına direndiği için DSP’nin Kemal Derviş ve İsmail Cem eliyle parçalanması suretiyle yıkılacaktı.
Yine ulusların, halkların kendi kaderini tayin hakkı ile ilgili BM ikiz sözleşmeleri de AKP dönemine TBMM tarafından onaylanarak yürürlüğe girdi. BDP temsilcileri zaman zaman bu sözleşmelere atıfta bulunarak, bölge kaynaklarının bölge halkına ait olduğunu ileri sürmeye başladı.

 Kürtleri Türkiye’den koparmanın
 psikolojik zemini hazırlanıyor
18 Mart 1991 tarihli Güneş gazetesi, adeta bugünün aynası gibi.. 13’üncü sayfada  “Dünden Yarına Kürtler” başlıklı bir dizi yazı var. Yazarı, bugün Kürt aydını olarak televizyonlarda sık sık konuşmalar yapan Muhsin Kızılkaya..
O gazetede yazının yedinci bölümü yayınlanıyor ve başlıklarda, “Türkçe ile Kürtçe akraba değil. Kürtçe, Hint Avrupa dil grubuna yakındır” deniliyor. Yani Kürtleri Türkiye’den koparacak psikolojik zemin hazırlanıyor. Gazete bir manifesto gibi.. Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Tugay Özçeri’nin İngiliz 4. Kanal televizyonuna yaptığı açıklamalara yer veriliyor. Özçeri, Talabani ile yapılan görüşmeyle ilgili soruları cevaplandırıyor ve “Talabani bazı isteklerde bulundu ama isteklerine cevap alamadı” diyor. Özçeri, ABD eski Savunma Bakanı Casper Weinberger’in ’Körfez Savaşı’nda müttefiklerine yardımından dolayı Kuzey Irak’ın bir parçası Türkiye’ye verilmelidir “ sözlerine değinerek, “Bizim böyle heveslerimiz yok. Biz Irak’ın toprak bütünlüğünün korunmasını istiyoruz” diyor ve Irak’ın Lübnanlaştırılmasını istemediklerini söylüyor.


Türkiye, PKK ile masaya oturtuluyor!
Peki Oslo sürecinde ne oldu?
Önce 2009 Nisan ayında yapılan Oslo görüşmesinin tutanakları, bilinmeyen bir merkez tarafından İnternet’te yayınlandı. 
Tutanaklardan anlaşıldığına göre görüşmeleri MİT organize etmiyor, doğrudan ” koordinatör ülke temsilcisi “nin talebiyle Türkiye ve PKK masaya oturuyor.
Müzakere, adı verilmeyen ama her şeyi kontrol eden ülke temsilcisinin, herkese ne yapmalarını öğütleyen İngilizce konuşmasıyla başlıyor. Bir tercüman Türkçe’ye çeviriyor.
Koordinatör ülke temsilcisi toplantıda şöyle diyor:
”İki tarafa da bir öneride bulunduk. Mini bir paket tarzında.. Nevruza doğru iki tarafta da güvenin tekrar tesis edilmesi için bir öneriydi bu. Şunu vurgulamak istiyorum. Bu sadece bizim fikrimizdi. Ne Türk tarafından ne de Kürt tarafından olumlu yönde herhangi bir teklif aldık. İki tarafın değil, bizim sorumluluğumuz altında girişilen bir inisiyatiftir. Öcalan tarafından üretilen kendi fikirleri parlamentoda yasa çıkaracakları zaman dikkate alınacaktır. Kendisinin parlamento için ürettiği öneriler dikkate alınacaktır.

 Dağ kadrosu ile müzakere
Biz iki şeyden bahsediyoruz. Bir kamuoyuna yapılan açıklamalar. Bir de perde arkasındaki gidişat. Bunu kendilerine söyledik. Hem MİT hem devlet için oldukça riskli. Hali hazırda PKK ile müzakereye oturmuş olmaları bugün kamuoyuna yansırsa CHP ve MHP ne der acaba? Devlet temsilcisi olarak MİT’in elemanlarının burada hem Diaspora temsilcileri hem de Dağ Kadrosu ile Oslo’da müzakereye oturmuş oldukları duyulsa ne olurdu? CHP ve MHP ne derdi? Aynı şekilde ne kadar kötü olurdu kendileri için. MİT; PKK ile Öcalan arasındaki mesajları götürüp, getiriyor. Yani bu prosedürler üzerinde bir çok zorlukları aşmışlar. Yani devletle PKK arasında müzakereyle sonuçlanamayacaksa eğer; bu tür zorluklardan geçmenin bir anlamı yok. Neden o zorluklardan geçsinler ki?
Görüldüğü gibi Türkiye’yi PKK ile masaya oturtan, koordinatör ülkedir ve  “Parlamento, yasa çıkaracağı zaman Abdullah Öcalan’ıın isteklerini dikkate alacaktır” diye talimat vermektedir!
Peki Abdullah Öcalan’ın istekleri nelerdir? Anayasa’nın demokratik özerklik temelinde oluşturulması.. Yani özerklik. Peki Stockholm sürecinde ne isteniyordu? Özerklik, hatta başlangıçta Türkiye Federasyonu içinde yer alacak “Büyük Kürdistan” değil mi? Bu durumda  “Yeni Anayasa”  kimin projesi oluyor?

Koordinatör ülke kimdir?
Onur Öymen, 2009 yılının Nisan ayında Türk heyeti, PKK’lılar ve Irak’lıların katıldığı bir toplantının daha Norveç’te yapıldığını hatırlattı. Bu toplantının Amerikalı eski Büyükelçi David Philips tarafından organize edildiğini belirten Öymen, hazırlanan raporun Amerikan Kongresi’ne sunulduğunu ifade etti:
“Diyor ki biz başka toplantılar da yapacağız. İstanbul’da da, Erbil’de de yapacağız. Kim bunlar, kimsiniz siz? Ona cevap yok. Bu raporu hazırlayan zat Türk heyetine de teşekkür ediyor, katkıları dolayısıyla. Kendisi Amerikan Dışişleri’nde üst düzeyde görev almış bir isim. Ermeni Raporu’nu da bu hazırlamış tesadüfe bakın ki.”
Abdullah Gül 2009’un Mart ayında  “İyi şeyler olacak”  dediği zaman Nisan ayında Oslo’da böyle bir toplantı yapılacağını biliyordu!
“İyi şeyler”, David Philips tarafından organize edilen, MİT-PKK görüşmesiydi!
O tarihlerde bu tür görüşmeler yapıldığı, gazeteciler tarafından biliniyor ama ortada bir veri olmadığı için hiçbir haber yayınlanamıyordu. Sadece MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli,  “Hükümet İmralı canisi ile gizli görüşmeler yapıyor”  diye kamuoyuna bilgi vermiş, Başbakan Tayyip Erdoğan tarafından şerefsizlikle suçlanmıştı.
ÜZE TENGRI TEMÜR CIDA OKLAR BIRLE BIR BULUT

  BASBUGUMUZ TANRIKUTTUR TANRIKUTTUR

                       TANRIKUT.