Gönüllü Hükümet şakşakçılığını, dalkavukluğunu Demokrasi'nin olmazsa olmazı gibi algılayıp uygulayan II.Cumhuriyetçi şahıslar; şu ana kadar sorgusuz sualsiz destekledikleri Hükümet'ten şikayete başladılar.
Menfaat ortaklığının sonsuza kadar sürmeyeceği aşikardı. İktidara geldiğinden beri AK-PKK ve onun çürük zihniyetine tam destek veren II.Cumhuriyetçi yazar çizer takımından Mehmet Altan'ın son açıklamaları aşağıdadır.
Hükümete dostane eleştiri dahi kabul edilemez hale geldi'
- Medyanın sermaye sahiplerine ilişkin kırmızı çizgileri biliyoruz, ancak hükümet ve basın arasındaki ilişkiye dair büyük bir sessizlik var. Sizin Star’dan ayrılma süreciniz bunun en net göstergelerinden biri oldu. Bu ilişkinin kırmızı çizgileri neler?
Çizgilerin başında, eleştiri yapmamak geliyor. Dostane eleştiri dahi kabul edilemez hale geldi. Ayrıca, yapılan olumlu icraatları alkışlamak da yetmiyor. “Ne yapılıyorsa ilk defa yapılıyor; bu yapılanlar yeni bir Türkiye yaratıyor; bu sayede dünya bize hayran kalıyor.” Bu zeminde konular ikiye ayrılıyor; ya CHP’yi ağır bir şekilde topa tutabilirsin ya da eskisi kadar olmamakla birlikte, askeriyeyi eleştirmeye devam edebilirsin.
Türkiye'deki siyasal iktidarın kırmızı çizgilerini, varlığı siyasete bağlı yazarların yazıp yazmadıklarına bakarak da anlayabiliriz. Kişilerin politikalarını, yazılmayanlar belirliyor.
‘Medyanın düğmesine basan varsa bunun tek parti rejiminden ne farkı var’
- Hangi konular yazılmıyor?
Örneğin, Şike Yasası. Vicdan sahibi, ilkeli bir insanın kabul edebileceği bir şey değildi. Van'da 70 bin kişi hâlâ bu soğukta çadırlarda yaşıyor.
“Yeni Türkiye” propagandasıyla uyuşmayan her tablonun gündemdeki yeri düşüyor. Milletvekillerinin emeklilik maaşlarının artırılmasından ziyade, düzenlemenin çok sinsi bir şekilde gece yasalaşması yine gündemden düşürüldü. Mesela Deniz Feneri bir tabudur... Hrant Dink cinayetinin 5 yıl süren dava seyri, bu konuda üstünde şüphe olan bütün bürokratların terfi ettirilmesi ya da iktidar partisinden siyasete atılması... Bunların üzerine gidilmesini istemeyen bir ileri demokrasi olabilir mi?
Uludure'de Türkiye tarihinin en trajik olaylarından birini medya görmezden gelebildi. Bu çok ürkütücü bir şey. Katliam 21:30'da olmasına rağmen basın ertesi gün saat 12'ye kadar sustu. Basın, kendiliğinden mi sustu, yoksa biri talimat mı verdi? Bu talimatı kim verdi? Belli ki birisi düğmeye bastı. Demek ki biri, Türkiye medyası için düğmeye basabiliyor. O zaman, bunun tek parti rejiminden ne farkı var?
- Düğmeye kim bastı?
Ya siyasettir ya da askerdir. Asker arka plana geçtiğine göre, bu en azından siyasetin sorumluluğu altında.
‘Gazete yönetimine siyasetçiye biat edenler geliyor’
- Tam burada soralım, bahsettiğiniz biat kültürü nasıl somutlaşıyor?
Pek çok gazetede, gazetecilik ilkeleri değil, siyaset geçerli. Siyasetçiye biat edenler yönetime geliyor. Geriye kalanların da, hoşa gitmeyen bir şey yaptıklarında nasıl sindirildikleri ortada.
Şunu söylemek doğru olacak: Basının işleyişi değişmedi. Daha önce nasılsa aynı şekilde devam ediyor. Sadece eskiden o sistemi askeriye kendi lehine işletirken şimdi siyasal iktidar yönlendirmekte... Ama tüm bunları, basının finansmanını konuşmadan berraklaştıramayız.
‘Gazeteler nüfuz ticaretiyle para kazanıyor’
- Konuşalım o zaman, basın finansmanını nereden kazanıyor?
Basın, parasını halktan veya habercilikten kazanmıyor. Gazeteler, satış fiyatlarının çok üstünde maliyete sahip. Para daha ziyade nüfuz ticaretinden ve ilandan kazanılıyor. Parayı gazetecilikten kazanamayınca oyunun kuralını parayı veren belirliyor. Bu da gazeteciliği öldürüyor ve talimat gazeteciliği devreye giriyor... Bu gazetecilik de, besleme basının varlığını pekiştiriyor. Çünkü talimat gazeteciliği, saygınlığı ve tutarlılığı yok ediyor. Gerçek gazetecilik olacaksa, medya ilkelerine göre hareket edeceksin, askere veya siyasete göre değil.
‘Siyasi baskıyla ilan toplanıyor, gerçek tirajlar saklanıyor’
- Maliyet ve satış arasındaki farkı kim, nasıl ödüyor?
Ya başka bir iş alıyorsun ya da siyasi baskıyla ilan topluyorsun. Yani, satış aracılığıyla halk ödemiyor. Türkiye'de reytingler konuşuluyor ama gazete tirajları sorgulanmıyor. Gerçek satışlar ile gösterilen tirajlar gözetildiği zaman bir zarar ortaya çıkıyor. O zararı kim, neden ödüyor... Bu soruyu araştırmak gerek... O zaman yaşanan berraklaşır...
- “Siyasi baskıyla ilan toplamak” ifadesini açar mısınız?
Bir medya mecrasına normalde ilan vermeyecek olanların ya da iktidarın manyetik alanında olanların mecburen verdiği ilanları kast ediyorum. Ziyan, böylece finanse ediliyor…
- Anlattıklarınız, tanıklıklarınız mı?
Buna tanıklık etmeye gerek yok. Hangi gazeteciye, gazete finansmanını sorsanız, bunu size söyler. Kimin ne kadar ilan aldığının kayıtları ortada... Sadece piyasa kuralları işlese alınmayacak ilan alınıyor ise, bunu nasıl açıklamak gerekir?
‘Bunu yaz, bunu yazma diyorlar’
- Sansür nasıl işliyor?
Bir kere oto-sansür var. Gazetecilerin konuşabildikleri ve konuşamadıkları var. Biraz önce bahsettiğimiz, hükümetin bugüne kadarki olumlu adımlarına hiç yakışmayan, olmaması gereken ama gittikçe artan konuların altı çizilmiyor. Mesela, Deniz Feneri hakkında bir haber bulacak olursanız eğer, bu ancak savunma düzeyinde bir yazı olur, haber olmaz. Bu konu, Uludere ve şike gibi bir tabudur. Hükümet neye kızıyorsa, oraya oto-sansür giriyor. Meslek ilkeleri yerine “hükümet buna kızar, buna kızmaz” anlayışı devreye giriyor...
- Oto-sansür dışında nasıl sansürler var?
Başlığa kadar her şeye karışılması, eleştirisel bakanların da nihayetinde işten atılması... Benim anlatmaya çalıştığım, yazıya ve çiziye karışmanın iyi bir şey olmadığı. Niye karışıyorsunuz? Özgürlük, fikir değil midir? Niye fikri istediğiniz gibi yayımlamak istiyorsunuz? Başlığını, içeriğini atıyorsun, "Bunu yaz, bunu yazma" diyorsun. Yazar olma vasfıyla çalıştırdığın insana ayar verirsen, o artık yazar sayılmaz. İç içe geçmiş kuklaya dönüşür.
- Müdahale nasıl gerçekleşiyor?
Birisi komiserlik yapmaya başladığı vakit yaşanıyor.
‘Baskı, sansür ve oto sansür ayyuka çıktı’
- Komiserliği kim yapıyor? Gazete yönetimi mi yoksa mesela Başbakanlık’tan gelen bir telefon mu?
Kimse artık… Onları bilemiyorum, ben zihniyet olarak gördüklerimi söylüyorum. Somut bir örneğini, dün Can Dündar yazısında detaylarıyla anlatıyordu. Benim derdim burada, tekrar söylüyorum, "kim yapıyor, nasıl yapıyor" değil. Zihniyet olarak basında gelinen noktada sansürcülük, baskı ve oto-sansür var. Bu da hayırlı bir iş değil! Kurum veya kişiler, kısacası “gönüllü sansürcüler” önemli değil, kim olduklarını herkes biliyor…
Mesele, Türkiye'nin 2012'de geldiği nokta. İleri demokrasi diyerek, eskiden askerlerin istemediği, şimdi de siyasetçilerin istemediklerinin yazılamadığı bir noktaya doğru hızla sürüklenmesi… "Aa, böyle bir şey varmış" denilecek, ilk defa rastlanılan bir şey değil ki bu. Önemli olan baskı, sansür ve oto sansürün ayyuka çıkması.
12 Eylül rejimini demokratikleştirmek yerine onu “ele geçirmeye” öncelik verince, yönetim zihniyeti de bundan fazlasıyla nasibini alıyor… Evren’i yargılarken,12 Eylül’ün devletin çatısını oluşturan anayasası başta olmak üzere 600 yasasını da dinamitlemeyince, Evren’i yargılıyoruz ama 12 Eylül rejimini tüm varlığıyla yaşatmaya da devam ediyoruz…“Eski rejim” yeni ellere geçiyor izlenimi bundan dolayı yaygınlaşmakta…
‘Köşk’ten arayan, eski arkadaşım Ahmet Sever’di’
- Bu hafta verdiğiniz söyleşilerden birinde "Belgelerim var" dediniz. Nedir bu belgeler?
Sansür örneklerine cevap olarak söylemiştim. Ama önemli olan paparazzilik değil, ben mekanizmaya dikkat çekiyorum. Herhangi biri böyle bir şey yoktur diyebilir mi? Gazetelerden kimler kayboluyor? Dün yazarken bugün yazmayanların listesi gittikçe kabarıyor...
- Yalçın Doğan, Star’dan ayrılışınız sonrasında Köşk'ten arandığınızı yazdı. Bu doğru mu?
Sanırım, (Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Basın Danışmanı) Ahmet Sever’in, eski bir arkadaşımdır, olay duyulur duyulmaz konuyla ilgilenmiş olmasını kastediyor…
- Ahmet Sever, Cumhurbaşkanı’ndan da bir mesaj iletti mi?
Sadece dertleştik.
‘Takrir-i Sükun’dan önce de satışlar düşmüştü’
- Yeni Şafak yazarı Ayşe Böhürler, CNN’de Ayşenur Arslan’ın programında ayrılmanız hakkında “Eskiden muhafazakâr yazarlar CNN, NTV gibi ana akım medyada yer bulamazdı. Şimdi tam tersi bir tablo var” yorumunu yaptı.
Doğru bir tespit.
- AKP, kendi 28 Şubat medyasını mı yarattı?
İşin gereğini yapmadığın vakit, iş yürümez. O yüzden tirajları berraklaştırmak lazım. Takrir-i Sükun’dan önce de satışlar düşmüştür. Toplum olanı yavaş yavaş anlar.