Gönderen Konu: ABD askerine çuvalı böyle geçirmişler!  (Okunma sayısı 7137 defa)

0 Üye ve 2 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı YALNIZKURTKARAGÜLLE

  • GÖKBÖRÜ SİNOP
  • Türkçü-Turancı
  • *****
  • İleti: 1345
  • Mekanı Uçmağda!
Ynt: ABD askerine çuvalı böyle geçirmişler!
« Yanıtla #10 : 29 Ocak 2013 »
Türk gençlerini afyonlayan, bu kendilerine Türkiye Gençlik Birliği diyen (aslında tüm gençlik birliği adlı) komünist kırıntıların gençlik üyeleri özellikle Türkçü fikre yatkın Türk Milliyetçisi gençleri saflarına çekmek için binbir entrika uyguluyor. Maalesef ki gençlerimiz de tatlı su kefaline taş çıkartırcasına yeteneklerini sergiliyor.
TTK.

tgb Amerika ve İsrail'in bop projesini uygulamak için üstümüzde uyguladığı oyuncaklardan devşirme oluşumlardan sadece bir tanesidir.
Her akp karşıtını kurtuluş görüp koşma ey TÜRK!
Türkler ve Kürtler Öz Kardeştir!
“Kürt topluluğu yüzyıllardan beri İslamiyet’ten sonra gelen Türklerle o kadar karışmışlardır ki, bugün ikiye ayrılan millet yine tek vücuttur. Bugün öyle bir Türk yoktur ki, dayısı, damadı veyahut yeğeni Kürt olmasın. Ve öyle bir Kürt yoktur ki onun damadı, yeğeni veyahut dayısı Türk olmasın. Dolayısıyla benim annem Kürt. Beni annemden nasıl ayırırsınız? Ve annem nasıl olurda Avrupalıların bir takım entrikaları ve uydurmaları olan birtakım efsaneler arkasından gider? Bunun imkânı yoktur. (…) Sevr paçavrası meydandadır. Bizim en zayıf bulunduğumuz anlarda ve henüz yüce Meclisimiz kurulmadığı zamanlarda, İngilizlerin o kadar kışkırtmalarına ve övmelerine rağmen bu paçavra çiğnenmiş ve üzerlerine atılmıştır.”
Erzurum Mebusu Süleyman Necati Bey (Türk Parlamento Tarihi 1919–1923, II, s.339 vd. 3 Kasım 1922)

Aziz Nesin siyaset esnaflarını “Zübük” adlı eserinde çok önemli örneklerle betimlemişti. Kemal Sunal’ın da eşsiz oyunculuğu ile bu karakter zihinlere kazınmıştır. Fakat Kemal Sunal’ın yeteneğinin yanı sıra, zihnimize kazınmasının daha önemli bir sebebi olarak milletimizin bu karakterlerle son altmış yıldır mücadele etmesinden dolayı oluşan toplumsal bilinci gösterebiliriz. Demokrasiyi “seçimler” zanneden yüzeysel aydınlar için “Ama Zübükleri millet seçiyor!” itirazı yerinde olabilir. Zira şimdi de demiyorlar mı “Tayyip Erdoğan’ı, Abdullah Gül’ü millet seçti!” diye. Yakın dönem Türkiye tarihi aslında bir “Zübükler Geçidi”dir. Zübüklerin aday olma ve seçtirilme süreçleri yani sistemin Kemalist Devrim’i yıkma sürecindeki “seçimler” aracılığıyla oynadığı “demokrasi” tiyatrosu bambaşka bir yazının konusu.

Biz bu yazımızda ABD ve AB emperyalizminin “Zübükler” aracılığıyla bugünlere getirdiği “Kürt meselesi” hakkındaki düşüncelerimizi açıklamak istiyoruz. Sorunun bugünlere kadar gelmesine sebep olmuş “Zübükler” şimdi de çözüm kahramanlığı yapmaktadır. Bu “Zübükler”in yanında “Ezilen Kürtleri” savunduğunu iddia eden PKK en sonunda dönmüş dolaşmış Fethullah Hocayı överek cemaatlerden demokrasi bekler pozisyona girmiştir.

Konunun bütün boyutlarını incelememize yer darlığı sebebiyle olanağımız yok. Ayrıca çözümden çok sorunların tartıştırıldığı bir siyasi ortamda sorunların üzerinde bizimde tepinmemiz ayrıştırma sürecine katkı olur. O yüzden “açılım” yapacağını iddia edenlerin gözlerden sakladıkları gerçekleri dile getireceğiz. Kurtuluş Savaşında Türkler ve Kürtler nasıl birleşmiş onu aktarmaya çalışacağız.

Yer çekimine karşıyım ve yer çekimsiz yaşamak istiyorum isteği gerçek karşısında ne kadar ciddi ise, uluslaşmaya –ürettikleri strateji gereği nesnel olarak- karşı olanlarında gerçek karşısında düştükleri pozisyon aynı ciddiyettedir. Tarih kimsenin keyfini beklemez. Devrimcilere düşen görev gerçekten kopmamaktır. Tarihsel süreç devrimin görevlerini belirler. Uluslaşma, tarihin belli bir döneminde daha net bir ifadeyle kapitalizmin filizlendiği ve atağa geçtiği, ortaçağ kurumlarını hedef aldığı süreçte gerçekleşir. Feodalizmin kapalı ekonomik yapısı burjuvazi tarafından parçalandıktan sonra zamanla ortak pazar oluşur. Çeşitli koşullar sonucu belirlenen sınırlar içersinde yaşayan aşiret, kabile, ümmet, cemaat, mezhepler zamanla bir milli kimlik etrafında kaynaşırlar.
Devrim gerçekleştiğinde Fransız halkının %50 si Fransızcayı hiç bilmiyor, tam olarak bilenlerin sayısı da yüzde 12- 13 tür. İtalyan ulus devleti kurulduğunda ise bugünkü İtalyancayı bilenlerin sayısı sadece yüzde 2.5 civarındaydı. E.J. Hobsbawm, Milletler ve Milliyetçilik kitabında somut örneklerle bu süreçleri anlatmaktadır.

Emperyalizm çağında ezilen halkların kaynaşması işgale ve sömürgeleşmeye karşı mücadele sırasında kanla olur. O yüzden Türkler ve Kürtler öz kardeş olmanın yanı sıra kan kardeştirler de diyebiliriz. Kanları emperyalizme karşı mücadelede, cephelerde omuz omuza mücadele ederken karışmıştır. Türklerin devlet kurma deneyimi, ekonomik gelişmişlik ve çoğunluk olma gibi nesnel etkenler bizim milli kimliğimizin oluşmasında belirleyici olmuştur. Kurtuluş Savaşının en ön cephesinde savaşan Kürt kökenli kişiler aşağıda örneklerini verdiğimiz konuşmalarında bunları hiç yüksünmeden belirtmişlerdir. Çünkü milletleşme kararı bir masa etrafında yapılan toplantıda alınmıyor. Milletleşme savaş içerisinde, mücadele içerisinde şekilleniyor. Devrimin ihtiyaçları bu soruları cevaplandırıyor.

1838 yılından itibaren başlatabileceğimiz sömürgeleşme süreci esas olarak Kurtuluş Savaşı’na kadar devam etmiştir. İttihat ve Terakki’nin önderlik ettiği 1908 devrimi önemli bir kesinti sağlasa da süreci sonlandıramadı.

Kaynaşma ve milletleşme sürecimiz emperyalizmin ülkemize el atmasıyla birlikte ilerlemiştir. Süreç Kemalist Devrimin büyük ölçüde yıkılması sebebiyle hala devam etmektedir. Emperyalizm ülkemizde ne kadar çok hissedilirse ona karşı direnen Türkler ve Kürtler o kadar birbirlerine yakınlaşmış ve kanlarını cephelerde birleştirmişlerdir.

Burada kritik nokta şudur; Osmanlı Devleti’nde toplum Padişah’ın kuludur. Kulların oluşturduğu toplum ümmettir. Etnik mensubiyet belirleyici değil kimlik tanımlarından sadece biridir. Hatta mezheplerden sonra gelen bir tanımdır.

Kurtuluş Savaşımız ve Kemalist Devrim’den sonra kullar vatandaş olmuştur. Toplumu bir arada tutan belirleyici bağ 3 Mart 1924 günü Halifeliğin kaldırılması ile birlikte din bağı değil millet bağı olmuştur. Mustafa Kemal Medeni Bilgiler kitabında bunu şöyle açıklar; “Din birliğinin de bir millet teşkilinde etkili olduğunu söyleyenler vardır. Fakat biz, bizim gözümüz önündeki Türk milleti tablosunda bunun aksini görmekteyiz. Türk milleti, milli hissi; dini hisle değil, fakat insani hisle yan yana düşünmekten zevk alır. Vicdanında milli hissin yanında insani hissin şerefli yerini daima muhafaza etmekle iftihar eder.”

Kulluktan vatandaşlığa sıçramak ilerlemeye karşılık gelir. Milletimizin Ortadoğu halklarından dini ve siyasi olgunluk, kültürel ve ekonomik gelişmişlik bakımdan –son elli yılın işbirlikçi politikalarına rağmen- hala ileriliği buna delildir. Barzani’nin kıyafetine bakarak Türkiye Kürtlerinin ve Irak Kürtlerinin durumu hakkında da bir fikir edinebiliriz!

Ne olursa olsun kimse Cumhuriyet Devrimi’nin gerçekleştirdiği ilerlemeyi inkâr edemez. Toprak devrimi eksikliklerini tespit edebiliriz. Hatta bu eksikliği bizzat devrimin lideri Mustafa Kemal’de görmektedir ve son yıllarında hep bunu gündemde tutmaya çalışmıştır. Ayrıca Celal Bayar ve İsmet İnönü’nün Doğu raporları Cumhuriyet’in oralara intikal etmediği gerçeğini de göstermiştir. Ama dikkat edilmelidir ki Devrim önderliği sorunların kaynağını bulmaya çalışmaktadır. Emekçi ağırlığının cılız olması devrimin soluğunun ancak 1940’lara kadar gelmesine sebebiyet vermiştir.

Şimdi kendimizi 1919’da düşünelim. Yukarıda en kaba hatlarıyla özetlediğimiz sürecin içerisindeyiz. İngiliz emperyalizmi “Kürt Teali Cemiyeti”ni parmaklarında oynatıyor. Emperyalizmden demokrasi bekleyen zavallılar o zaman da mevcut. “Hilafet” ordusuyla birlikte, Ankara’da ki mücadelenin merkezini boğmaya çalışıyorsunuz ve bunu Kürt halkı için yaptığınızı iddia ediyorsunuz. Başka bir deyişle Osmanlı’nın kulu olmakta ısrar ediyorsunuz. Hadi Osmanlı’nın iradesi artık yok. İngilizlerin etekleri altında yaşamayı kabul ediyorsunuz. Bu ilericilik mi? Kürt halkını savunmak mı?

Tabi bu fikir Kurtuluş Savaşı sırasında Kürtler arasında itibar görmez. Emperyalistler arasında ki paylaşım konferanslarından biri olan Paris Barış Konferansı’na 18 Ocak 1919’da Kürt Teali Cemiyeti tarafından Şerif Paşa gönderilir. Şerif Paşa 26 Aralık 1918’de Cenevre’de Fransız yetkililerine “Fransız mandası altında özerk bir Kürdistan” isteğini ileten kişidir. Şerif Paşa’nın Kürtleri temsil edemeyeceği, bizzat Kürt ileri gelenleri tarafından tepkiyle dile getirilir. Yüzlerce telgraf gönderilir. Protestolarda Şerif Paşa’nın “vatan haini”, “din düşmanı”, “şüpheli” olduğu belirtiliyor. Türk ve Kürt kardeşliği ise şu kelimelerle dile getiriliyor; “ öz kardeş”, “hısım ve akraba”, “din kardeşi”, “vatanları ve ekonomileri bir” vb.
Yabancı devletlerin bizi birbirimizden ayırmaya çalışmaları halinde “seller gibi kan akacağı” kararlılığı da Kürt ileri gelenleri tarafından dile getirilir. Türk-Kürt kardeşliği Paris Barış Konferansı sırasında daha da pekişmiştir.

“Açılım” palavrasıyla Tayyip’in kuyruğuna takılan, ABD’yi müttefik gören, Büyük Ortadoğu Projesinden nemalanmaya çalışan DTP günümüzün Şerif Paşası rolünü üstlenmiştir. DTP, Barzani ve Talabani gibi yabancı devletlerin koruması altında esir yaşamayı kabul edebilir. Ama Türk ve Kürt bağımsızlıkçıları, devrimcileri böyle alçakça yaşamı kabul etmeyecektir. Yine sımsıkı birbirine sarılacaktır. Tıpkı Kurtuluş Savaşı’nda olduğu gibi.

Ateşi ve ihaneti gördüğümüz tarihlerde birlik nasıl sağlanmış dilerseniz ona bir göz atalım;

Mustafa Kemal denilebilir ki Kurtuluş Savaşı taktiğini doğudan bir dayanak yaratarak Batıya basınç uygulama esasına dayandırmıştır. Samsun’a çıkışından bir ay sonra 16 Haziran 1919’da Kazım Karabekir’e yolladığı şifrede şunları kaydeder;
“Doğu vilayetleri halkının, Ermeni çetelerinin acımasızlığına ve taarruzlarına hedef olmuş, en büyük felaketi görmüş, bir unsur olmak sıfatıyla, birlik ve fedakârlık lüzumunu en önce takdir ettikleri iftiharla görülmektedir. Fakat Anadolu’nun öteki tarafları böyle değildir. Siyasi zümrelerin şimdiye kadar menfaatleri uğrunda halkı oyuncak kabul etmiş olmaları, ahalide her türlü teşkilata karşı bir tür çekingenlik doğurmuştur. Bu sebeple, gelişimden bugüne kadar en çok önem verdiğim taraf, memleketin geleceğinin ve hayat hakkımızın ancak milli birlikle kurtulacağını halka anlatmak (…) oldu.
“Bu sebeple ben Kürtleri de bir öz kardeş olarak ağuşumuza (bağrımıza) katıp tekmil milleti bir nokta etrafında birleştirmek ve bunu dünyaya Müdafaa-i Hukuku Milliye cemiyetleri vasıtasıyla göstermek karar ve azmindeyim. Esasen milli vicdandan doğan bu kudrete karşı koyacak hiçbir kuvvet tasavvur etmiyorum”

Dönemin havasını daha iyi koklayabilmek için Mustafa Kemal’in Kürt ileri gelenlerinden Diyarbakır Mebusu Kamil Bey’e yazdığı mektuptan bir bölüm aktarıyorum;
“İdare usulü, ırkların haklarının korunması gibi arada halledilecek aile meselelerinin dış düşmanın milli haklarımızı ve bağımsızlığımızı ayaklar altına almaya başladığı bugünlerde ortaya atılmış en büyük bir hıyanet olacağına, vatanın kurtarılması için milli birliğin hedef alınması bakış açısıyla, Kürt Kulübü’ne gerekli öğütlerde bulunulmasını memleket selameti adına rica eder, neticenin yazıyla bildirilmesini beklerim”

Mustafa Kemal’in Cemil Paşazade Kasım Bey’e yazdığı mektupta ise şu ifadeler vardır;
“Kürtlerle Türkler birbirinden koparılmayı kabul etmez öz kardeştirler; bugün için vicdani borcumuz, Kürtler, Türkler, bütün İslami unsurlar tek vücut ve tek yürek olarak bağımsızlığımızı savunmak ve vatanın parçalanmasını önlemektir. Türk ve Kürt milletinin bu yüce maksadı elde etmeye azmetmeleri sayesinde neticeden tamamen emin olabiliriz. Bende bu kanaat sarsılmazdır. Kürt kardeşlerimin hürriyeti ve refah ve ilerlemesinin vasıtalarını sağlamak için sahip olmaları gereken her türlü hukuk ve imtiyazların verilmesine tamamen taraftarım. Fakat Osmanlı Devleti’ni parçalanmaya uğratmamak şartıyla görüşüme katılacağınıza şüphe etmem.”

Nitekim Mustafa Kemal’in tespit ettiği gibi Kürtler arasında birlik isteği oldukça kuvvetlidir. Hatta ayrılıkçı propaganda yapan İngiliz görevlileri Kürt aşiretleri tarafından geri çevrilmiş ve bunlardan biri öldürülmüştür.

Mustafa Kemal 15 Eylül 1919’da Malatya’da Hacı Kaya ve Şatzade Mustafa ağalara çektiği telde şunları belirtir;

“Sizler gibi din ve namus sahibi büyükler oldukça Türk ve Kürdün yekdiğerinden ayrılmaz iki öz kardeş olarak yaşamakta devam eyleyeceği ve makamı hilafet etrafında sarsılmaz bir vücut halinde iç ve dış düşmanlarımıza karşı demirden bir kale halinde kalacağı şüphesizdir.”

Dersimli Alişir Efendi’nin cevabı; “Siz bu vatanı kurtarmak için çalışıyorsunuz. Biz size yardım edeceğiz”

Urfa’da Milli Mücadeleyi örgütleyenlerden Revandizli Jandarma Subayı Ali Saip Kürt kökenli komutanlardan sadece biridir.

İzmir’e ilk giren askerin içinde Kürt süvari birliklerinin bulunduğu Alman gazetelerine kadar yansımıştır.
İsmet Paşa, “Kürtler (…) Milli Mücadele’nin devamınca canla başla beraberlik gösterdiler” diyerek Türk-Kürt kardeşliğini belirtmiştir.

Muş Mebusu Hacı İlyas Sami Bey süreci çok güzel özetlemektedir; “(…) düşmanı kaderi olan felaket çukuruna gömerken dökülen kanlar yine Türk ile Kürt’ün kanı idi. Bundan ötürü (…) kendi çıkarını Türkün kurtuluşunda bulan Kürtler, mutluluğu da Türkle Kürdün birliğinde bilirler”

Meclisi Ayan üyesi Naim Bey “Bin senden beri Kürtler ile Türkler kardeş olmuşlar, hem de aynı karından doğan yapışık kardeşler gibi, bunlar birbirinden ayrılırsa, ikisi de mahvolur.”

Bitlis Mebusu Yusuf Ziya Bey; “Avrupalılar diyorlar ki ‘Türkiye’de yaşayan azınlıkların en büyüğü en çoğu Kürtlerdir. Bendeniz Kürdoğlu Kürdüm Dolayısıyla bir Kürt mebusu olmak sıfatıyla emin olunuz ki Kürtler hiçbir şey istemiyorlar. (…) Biz Kürtler vaktiyle Avrupa’nın Sevr paçavrası ile verdiği bütün hakları, hukukları ayaklarımız altında çiğnedik ve bütün manasıyla bize hak vermek isteyenlere iade ettik. Nasıl ki Elcezire cephesinde çarpıştık. Nasıl ki Türklerle beraber kanımız döktük, onlardan ayrılmadık, ayrılmak istemedik ve istemeyiz.”

Van Mebusu Hakkı Bey; “Kürtler hiçbir suretle kendilerini Türklerden ayrı saymadıkları ve Türklerle beraber son dakikaya kadar ve sonsuza kadar kutsal vatanı savunmada kanlarını döktükleri ve sonsuza kadar dökecekleri için ırki azınlıklar meselesi yoktur.”

Dersim Mebusu Hasan Hayri Bey; “Fransızlar ve İngilizler birtakım yalan dolan yapıyorlar. Kürdistan’a bir şekil vermelidir diyorlar. Kürtleri Türklerden ayırmak ikisini de boğmaktır. Bugün Kürt Türk’ten ayrılsa pek fena olur.”

Yunan ordusunun Polatlı’ya yaklaştığı sırada Meclisin Kayseri’ye taşınması gündeme gelir. Az ve öz konuşan Dersim mebusu Diyab Ağa kürsüye çıkar ve şunları söyler;
“Bizler buraya Ankara’dan kaçmak için gelmedik, düşmanla savaşmak için geldik; bir yere kıpırdamayız. Meclis’in Ankara’dan ayrılması millette korku yaratır. Burada kalıyoruz ve kalacağız”

Aynı gün söz alan Erzurum Mebusu Mustafa Durak Bey de şunları belirtir;
“Biz bugün burada öleceğiz, tam o gün gelmiştir. Büyük Millet Meclisi üyeleri birer tüfek alsınlar burada top patlayıncaya kadar burada kalsın(…) Kanımızı canımızı feda etmek için geldik.”

Yer darlığı sebebiyle üzerinde duramadığımız Vilayatı Şarkiye Müdafaa-i Hukuku Milliye Cemiyeti belgeleri, Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri Belgeleri, Erzurum ve Sivas Kongreleri belgeleri, Amasya Tamimi vb çok önemli belgelerde Türk-Kürt kardeşliği vurgulamaktadır. Hepsinde ortak vatan vurgusu vardır.

Irak’lı Kürt araştırmacı Mazhar Ahmed, Kürt aydınlarından Hasan Yıldız eserlerinde Kürtlerin Türklerle birlikte İngiliz emperyalizmine karşı nasıl mücadele ettiğini anlatmaktadır. İngiliz ve Fransız raporları, ABD’li Robert Olson ve İngiliz Binbaşısı Noel’in günlüğü Türk-Kürt kardeşliğinin nasıl kurulduğunu uzun uzun anlatmaktadır.

Mustafa Kemal 1916 yılında Diyarbakır, Bitlis ve Muş’ta görev yapmıştır. Zınnar Silopi Mustafa Kemal’in kurduğu ilişkileri eserinde şöyle aktarır;
“Mustafa Kemal, Diyarbakır’da bulunduğu zaman Kürt aşiret reisleriyle çok iyi ilişkilerde bulunarak, bunlarla adeta kardeşlik derecesinde bir dostluk kurmuştu. Kürt emirlerini hileli tedbirlerle ortadan kaldırarak, Kürtleri mahvedici olan Kürt siyasetinin aksine, Mustafa Kemal karargâhının korunması için, Kürt milli kıyafetiyle bezenmiş bir tabur teşkil etmişti. Bu tabura Dersimli Hasan Bey komuta ediyordu. (…) Mustafa Kemal Paşa Kürt askeri taburunun giydiği elbise tarzında temiz giyinmiş sekiz on yaşlarında iki yetim Kürt çocuğunu da daima arabasında beraber gezdiriyordu. (…) Mustafa Kemal Paşa’nın aslen Kürt olduğunu söyleyenler bile vardı.”

“Hileli tedbirlerle ortadan kaldırmak yerine birleşmek” İşte Mustafa Kemal’in devrimciliği! Açılımcı beyzadeler ve onların geleneği bu belgeleri yıllarca saklamıştır.

Burada günümüzün “tatlı su Atatürkçülerinin” çıkarması gereken çok önemli bir ders bulunmaktadır. İngilizlerin ağzına bakarak yaşayan işbirlikçi Kürt Teali Cemiyeti İstanbul’da çalışma yürütürken Mustafa Kemal, Kürt kökenli ahalinin yaşadığı coğrafyada bizzat örgütleme çalışması yapmıştır.

Yeri gelmişken belirtelim Kemalist Devrim’in yıkılış sürecinde işbirlikçi “Zübük”lerin baskı politikası ve 12 Eylül ordusunun ezme politikası Mustafa Kemal’in emperyalizme karşı “birleştirme” politikasından kopuştur. O zaman bazıları Kürt yerine K. diye yazarken şimdi Silivri zindanında tutulan yurtseverler her türlü tehlikeyi göze alarak Kürt halkına karşı uygulanan baskılara karşı durmuşlardır. Açılımcılar o zaman nerdeydi? Liberal-şeriatçı tayfası o zaman kuyruklarını bacakları arasında sıkıştırmış bir gölgede saklanmakla meşgullerdi!

Binlerce yıllık ortak tarih Türkler ve Kürtleri o kadar kaynaştırmıştır ki Orta Asya Cumhuriyetlerinden bir Türk’ü yanımıza koysalar ondan ziyade bize daha çok Kürt kökenli yurttaşlarımızın benzediğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Fiziksel özellik yanında örfler, adetler, kültürel etkileşimler o kadar iç içe geçmiştir ki ABD’nin bin enstitüsü çalışsa bunları ayrıştıramaz

Sorunun çözümü emperyalizmden bağımsızlaşmayla birlikte gelecektir. Özellikle Kürt kökenli yurttaşlarımız ortak bir iradeyle ABD’ye “Senin projelerinde rol almıyoruz!” demelidir. Bunun zemini mevcuttur. Şartlar zorlaştıkça çözümde yaklaşacaktır. Bölgedeki sosyo-ekonomik yapının bizatihi kendisi birliği zorunlu kılmaktadır. Ağalık ve şeyhlik gibi ortaçağ kurumları yoksul bölge halkının mücadelesiyle ortadan kaldırılmalıdır. Kulluk yerine vatandaşlık ancak böyle gelir. Türk Silahlı Kuvvetleri ise NATO’dan çıkmayı gündemine almalıdır. NATO çakalların yönettiği, görevi ulusal devlet parçalamak ve ABD’nin muhtemel rakiplerini kontrol altında tutmak olan bir birliktir. NATO üyesi bir Ordu, Generalleri, tarikatlar tarafından, cezaevinde ölüme mahkûm edilmişken “demokrasi” gereği susmak zorunda kalır!

Dikkat ediniz; sorun ve çözüm salt “demokrasi” olmamasına bağlanmaktadır. Türk’üyle Kürt’üyle milletimiz çocuğunu okutamıyor, ambülânslarda parasızlıktan hastaneye alınmadığı için ölüyor, toprağını ekemiyor, ektiğini kotalar yüzünden satamıyor, köylüye destek akçaları kaldırılıyor, çalıştığı fabrika ya da kurum emperyalistlerin talimatıyla özelleştiriliyor, seller oluyor ölüyor ve yönetenler gemi koleksiyonu yapıyor! Ama sorun “demokrasi!” Emperyalizmin yönettiği bir ülkede demokrasi emperyalizmin istediği kadar olur. Fethullah bu ülkeye demokrasi değil gericilik getirir. Yoksul Kürt kökenli yurttaşların toprak isteğini bastıranlar, bunun konuşulmasını bile engelleyenler demokrasi getirecekmiş!

Gericilik ve bölücülük ülkemizi makaraya almış dalga geçiyor adeta. En büyük hak insanın insanca yaşama hakkıyken AKP ve DTP bu hakkın üzerinden atlıyor ve kendi varlıklarının tek zemini olan ABD ve AB emperyalizminin “demokrasi” talimatlarını uyguluyor. Talabani Irak Devletinin ne kadar Cumhurbaşkanıysa ve ne kadar Irak’lıları temsil ediyorsa, bu partiler de o kadar milletimizi temsil etmektedir.

Gönül rahatlığıyla söylüyoruz ki Kurtuluş Savaşı başladığı sıralar da Damat Feritlerden ve İngiliz güdümündeki ayrılıkçı cemiyetlerden çözüm bekleyenler zamanla savaşa katılmışlar ve onurlarını savunmuşlardır. Bizler yani günümüzün Kürt ve Türk devrimcileri dedelerimizden daha az onurlu değiliz!
İlker YÜCEL / TGB Genel Başkanı

İlker Yücel: "Biz Kürdümüzü Amerika'ya Teslim Etmeyeceğiz"
https://www.facebook.com/photo.php?v=1545173561331

Apocu Perinçek'in kürt ve kürtçü ergenleri asla Türk'ü temsil edemez!
kürt illeti asla TÜRK ile birlikte savaşmamış Türk'e karşı savaşmıştır.


TTK.
10 EYLÜL 2022'DE UÇMAĞA VARDI..!
TANRI DAĞINDA...
ATSIZ ATA OTAĞINDA, ULU ATALAR HUZURUNDA DİZ VURMAKTA!


Dört yanım soru, Tanrı'm
Hepsi en zoru Tanrı'm
Soruların zorundan
Soyumu koru Tanrı'm

Sen Tanrı değil misin, adını yargılatma
Sana Tanrı deyince, dinimi sorgulatma
Ya adam et bunları, ya beraber yaşatma
Kanı bozuk olanlar "Türk'üm" diyemesinler
Ve Türk'ün dik başını yere eğemesinler.

Çevrimdışı KÜR ŞAD 2023

  • Türkçü-Turancı
  • ***
  • İleti: 104
Ynt: ABD askerine çuvalı böyle geçirmişler!
« Yanıtla #11 : 29 Ocak 2013 »
TGB Rusya ve Çİn'deki esir Türkleri terörist ilan eden vatan haini bir sürüden başka bir şey değildir. O kadar gayrı Türk bir tavırdadırlar ki sözüm ona millidirler ama isimlerinde Türk geçmez. Aynı çuvalı Rus ve Çin askerlerine de geçirmedikleri sürece vatan haini olmakta devam edeceklerdir.
TTK :prbay
TÜRK'E KEFEN BİÇENİN ÖLÜMÜ KORKUNÇ OLUR!