Gönderen Konu: Tarihi Bakış Açısıyla Kıbrıs Meselesi.  (Okunma sayısı 3290 defa)

0 Üye ve 2 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı Delikurt38

  • Tanri Türkü ve Türk Yurtlarini Korusun
  • Türkçü-Turancı
  • ****
  • İleti: 127


Doğu Akdeniz’in en büyük adası durumundaki Kıbrıs, coğrafi konumu, müspet iklimi ve bereketli toprakları nedeniyle Bizanslılardan Mısırlılara değin birçok unsurun egemenliğini tanımış ve fakat 1571’de Sokullu Mehmet Paşa tarafından fethedilip 1878’de İngiltere’ye kiralanana kadar 307 yıl boyunca Türk egemenliği altında bulunmuş ve bu süre adanın tarihi boyunca geçirdiği en istikrarlı zaman dilimi olmuştur. Kıbrıs, coğrafik olarak Anadolu’nun bir devamı olup, Mısır’dan 370, Rodos’tan 400, Girit’ten 500 ve de Yunanistan’dan 800 kilometre uzakta olduğu halde, Anadolu kıyılarına sadece 70 kilometre mesafede bulunmaktadır.1

Her bakımdan Türk özelliği taşıyan Kıbrıs, 1876-1877 Türk-Rus savaşında, donanmasını Osmanlı lehinde kullanmış ve Rusya’ya gözdağı vermiş olan İngiltere’ye 1878 yılında, padişah II. Abdülhamid ve VII. Edvard arasında vuku bulan antlaşma ile bırakılmıştır. “Kıbrıs ceziresi üzerinde Devlet-i Âliyye-i Osmaniye ile İngiltere Devlet-i Fahîmesi beyinde mukavele-i ahdiye”nin sonuna Sultan Abdülhamid tarafından, “cezire-i mezkure üzerinde hukuk-u şâhanem bilâ kayd-ü şart mahfuz olmaK üzere” notunu eklese de2, Kıbrıs’taki egemenlik hakkımız sadece lafta kalmış ve Birinci Cihan Harbi’nde İngiltere, Kıbrıs’ı ilhak ettiğini duyurmuştur. Lozan Antlaşması’nda ise bu konuya değinilmemiş, Türkiye bu durumu kabul etmiştir.

İkinci Cihan Harbi’nin sonrasında, sömürge memleketler için Birleşmiş Milletler kanalıyla bir “self-determinasyon” hakkı doğmuş ve ada sakinleri de seslerini yükseltmeye  başlamışlardır. O güne değin sessiz kalan Türkiye, Kıbrıs’ın bir oldu-bitti ile Elenleştirilmesine karşın sesini yükseltmiş  ve olayla bizzat ilgilenmesi için Nihat Erim’i görevli kılmıştır. Adada çoğunluğu oluşturan Rumlar, 1950’lerden itibaren İngiltere üzerinde baskı kurmuşlar ve hatta işi silahlı eylemlere kadar vardırmışlardır. İşlerini daima, silahla değil, kalemle halleden İngilizler ise denge politikasını güderek, adadaki emniyet işini Türk polislerle çözmeye çalışmış, daha doğrusu bir çözümden ziyade çözülmenin önünü açmıştır. Engizisyon mahkemesindeki kara cüppeli yobaz papaz prototipinin seçkin bir timsali olan Makarios,  Rumları bir dava etrafında toplamış ve onlarca Müslüman Türk’ün katline cevaz vermişken, önce adadaki İngilizlerden ve daha sonra da Türklerden kurtulmak isteyerek Enosis (ilhak) hayalleri kurmaya başlamıştır. O dönemde iktidar olan Menderes hükümeti ise tarih, kültür ve jeopolitik faktörler hasebiyle adanın Türkiye’ye iade edilmesini ya da taksim edilmesini ısrarla savunmuştur.

Amerika ve Büyük Britanya’nın baskılarıyla, Makarios ve Rum halkı, adadaki Türk gerçeğini kabullenmek durumunda kalmışlar ve federe devlete onay vermişlerdir. 1960 yılında kurulan federe Kıbrıs Devleti kabul ettiği anayasa ile Rum ve Türk realitelerine uygun, başkanlığını Makarios’un ve başkan yardımcılığını Dr. Fazıl Küçük’ün yaptığı ve Türkiye, Yunanistan ile Büyük Britanya’nın garantörlüğünü üstlendiği bir ülke haline gelmiştir. Adanın idaresinden elini çeken İngiliz hükümetinin adanın garantörlüğünü üstlenmesi ve adanın güneyindeki bir miktar toprağı üs olarak alması, adanın önemine dair en kesin bir işarettir. Nitekim, Gazi Mustafa Kemal’in de bir beyanatında, “ Efendiler, Kıbrıs düşman elinde bulunduğu sürece bu bölgenin ikmal yolları tıkanmıştır. Kıbrıs’a dikkat ediniz. Bu ada bizim için çok önemlidir.” cümlelerini  kullanması3 ya da Sokullu Mehmet Paşa’nın “Kıbrıs için gerekirse Avrupa’yı karşımıza alırız!” demesi adanın Türk milleti ve devleti için ne kadar kıymettar olduğunu göstermektedir.

307 yıl boyunca dinlerine, dillerine, kültür ve yaşantılarına en ufak bir saldırıda bulunulmamış Kıbrıslı Rumlar 1963’ten itibaren gerçek yüzlerini gösterircesine, Türklere karşı her türlü tedhiş ve tenkil hareketlerine girişmişler ve adadaki Türk varlığını bitirebilmek için EOKA adında bir terör örgütü dahi kurmuşlardır. Bu menfi hareketler olurken, aslen bir din adamı olan Makarios’un baş provakatör olması ise ayrı bir ibret vesikasıdır. Üç asırlık Türk hakimiyetinde hürriyet içinde yaşayan Rumlar, sadece on dört (1960-74) senelik Kıbrıs Devleti tarihinde hiçbir suçu olmayan Türklere karşı her türlü gayri-insanî muameleyi göstermişlerdir. Tarih boyunca Türklere karşı hiçbir harpte galip gelememiş olan Yunanlılar, kadim nefretlerinin bir tecellisi olarak meydana gelmiş Megalo-İdea’ya uygun olarak hazırlanmış Akritas Planı ile Türkleri önce Kıbrıs’tan ve daha sonra da Anadolu’dan sürmenin hayalleri ile yaşarken, İkinci Cihan Harbi’ndeki tedbirli anlayışını hiçbir zaman elden bırakmayan İnönü ise adadaki bu olumsuz hadiseleri diplomasi kanalıyla çözmeyi amaçlıyor, bazen alçaktan uçan Türk jetleri ile verilen gözdağı ise ABD ve Büyük Britanya’nın baskıları yüzünden daha ileriye gidemiyordu.

Kıbrıs’ta bu mezkur ülkeler dışında SSCB’nin de olumsuz birtakım etkileri olmuş, Yunanistan’dan ziyade Sovyetler’e giden Makarios bu ülkede izzet ve ikramla karşılanmış, her türlü silah ve mühimmat desteğini sağlamıştır. NATO ile yakınlaşmamızla birlikte, SSCB’nin de Kıbrıs’a bakış açısı değişmiş ve Enosis’i destekler bir hale bürünmüştür.4 İkinci Cihan Harbi’nin ardından Trabzon’a kadar olan Karadeniz kıyılarımızı ve Boğazların bir kısmını isteme densizliğini gösteren Ruslar, istediklerini bittabiî elde edemeyince agresif bir politika yürütmüşlerdir. Verdiği notalarla girişilecek herhangi bir askeri harekatın önüne geçmeye çalışan Ruslar ilk defa olarak bir konuda ABD ile aynı düşünceyi paylaşmışlardır. Bu da göstermektedir ki, mevzu Türkler olduğunda tüm dünya bir olabilmektedir. Batı Trakya’daki yer isimlerini değiştirerek, insanları sindirerek, o bölgeyi ırkî hudutlarımızın dışına çıkarmaya çalışan Yunanlılar yine aynı düzenbazlıkla Kıbrıs Türklüğünü sindirmek için her yolu mübah saymıştır. Türkiye’nin ayağına dolandırılmış en büyük bağlardan biri olan PKK’nın elde ettiği kara parayı Güney Kıbrıs’ta aklaması(!), teröristbaşının Güney Kıbrıs pasaportu taşıması ve yıllarca Yunan konsolosluklarında saklanması, güdülen politikanın hiç değişmediğini göstermektedir.

1974’e kadar Kıbrıs’taki mezalime tüm dünya sessiz kalmış, Birleşmiş Milletler ise her zamanki gibi ABD ve İngiltere’nin büyükelçisi gibi hareket etmiştir. Yaşanan bu olaylarla Türk kamuoyunda hiçbir ülke ve kuruma karşı güven kalmamış “ya taksim, ya ölüm”, “ ya hep ya hiç” gibi söylemlerle gelinen nokta vurgulanmıştır. Okullarında, evlerinde ve mabetlerinde koyunlar gibi boğazlanan Türkler, bir toprağın vatan olabilmesi için her türlü fedakarlığı göstermişlerdir. Yunanistan’da yükselen faşizmin neticesinde 15 Temmuz 1974’te faşist askeri cuntanın işbaşına gelmesiyle, Kıbrıs’ta da bir iç karışıklık hasıl olmuş, Samsun ve ekibi, Makarios’u istemediklerini beyan edip, kendilerine karşı gelenleri tasfiye etmişlerdir. Bu karışıklıktan yararlanan Ecevit hükümeti 20 Temmuz sabahı Türk ordusuna çıkarma emri vermiş, Kıbrıslı Türklerin yaşadıkları ızdırap nihayet bulmuştur. Adadaki varlıklarına dahi tahammül edilemeyen Türkler, Türk ordusunun adaya gelmesiyle, hür ve müstakil bir devlete sahip olmuşlardır. Bugün, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti adanın takriben % 38’ine sahip olmakla birlikte dış dünya tarafından ambargo altında tutulurken, kara paranın, fuhşun ve kumarın cenneti olan Güney Kıbrıs ise AB çatısı altındadır. Sadece bu ibare bile, Avrupa’nın ve ABD’nin izansızlığını göstermeye yetmektedir.

Kıbrıs Türklerinin istiklal mücadelesinde bilhassa Dr. Fazıl Küçük ve geçtiğimiz yıl  yitirdiğimiz bir ülkü devi olan Rauf Denktaş’ın büyük payı vardır. Küçük, azim ve gayretleriyle Kıbrıs Türk’ünü, Enosis yanlısı Makarios’a dahi tescil ettirmiş, anayasada Türk haklarını kabul ettirmiş ve Kıbrıs Devleti’nin başkan yardımcılığını üstlenmişse de Makarios’un sözünü tutmaması neticesinde görevinden çekilmiştir. Denktaş ise Kıbrıs’tan sürülmesine, tahkir edilip hapse atılmasına rağmen Kıbrıs Türklüğü için çalışmaktan bir an geri durmamış, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin kurucu cumhurbaşkanı olmuş, Türkiye Cumhuriyeti’nin Akdeniz’deki devamı mahiyetindeki Kuzey Kıbrıs’ın yok olmasına, Kıbrıs Türklerinin asimile olmasına ve Türk ordusunun ebediyyen adadan çekilmesine vesile olacak Annan planına karşı gelebilmiş, mücahit bir devlet adamıdır. Bu itibarla, Rauf Denktaş yapıp ettikleriyle tüm Türk dünyasında namdar olabilmiş, siyasetüstü bir figürdür, diyebiliriz.

Tüm olumsuzluklara karşın bugün hür ve müstakil bir Kuzey Kıbrıs Devleti’nin olması Türk ordusunun bir başarısıdır. Mamafih, bu devleti hemen hiçbir ülkenin tanımaması ise Türk hariciyesinin yadsınamaz bir başarısızlığıdır. Tarihsel süreç, Türk milletinin ayrı iki devlet olmak yerine tek bir devlet altında bulunmasının daha büyük utkuları doğurduğunu ispatlamaktadır. Bu bakımdan, Nihal Atsız’ın şu cümleleri Kıbrıs meselesinin çözümünü de en beliğ şekilde ikrar etmektedir: “Kıbrıs davasının çözümü, ancak Kıbrıs’ın Türkiye’ye katılmasıyla mümkündür. Bugün bu kadar olmayacaktır ama, Türkçülük ülküsüyle yetişen bir gençlik var ki, onlar yarın bu ülküyü gerçekleştirirler.”

 

Dipnotlar

1Sadi Somuncuoğlu, Sorularla Belgelerle Kıbrıs Çözüm mü Çözülme mi?, Türkiye Sağlık İş Sendikası  Eğitim Yayını, Ankara, 2003, s. 25.

2 Cemal Kutay, Tarih Anlatıyor, Tarih Yayınları, İstanbul, 1964, c. I, s. 341

3 Sadi Somuncuoğlu, a.g.e., s. 125.

4 Nihat Erim, Bildiğim ve Gördüğüm Ölçüler İçinde Kıbrıs, Ajans-Türk Matbaacılık Sanayii, Ankara, s. 442


Y. NOTU:
Başka sitelerden kopyalanarak yapıştırılan içeriklerden ziyade kendi özgün düşüncelerinizin paylaşılması bizim için daha kıymetlidir.
Bütünüyle başka sitelerden yapılan alıntılar otağımızın Türkçü bakış ve duruşunu belirsizleştirmekte ve bizi izleyenlerin kafalarında çelişkilere yol açmaktadır.
Lütfen, bütünüyle başka yerlerden kopyala-yapıştır yapmak yerine; kendinize ait bir düşünce, görüş, araştırma vs. varsa onları ekleyin.
Uyarımızın dikkate alınması dileğiyle.
Ülkü; ilk önce, insanların gönüllerinde, gönüllerin derinliklerinde doğar ve kendini önce destanlarda gösterir. Sonra şuura geçer, büyük kılavuzlar tarafından açıklanır. Daha sonra da büyük kahramanlar, onu gerçekleştirmek için büyük hamleler yapar. Bu hamleler sırasında da ülkülü millet, kahramanların ardından gönül isteği ile koşar. Bütün bu uğraşmalar arasında da millet yürür, önce manen sonra maddetten ilerler, olgunlaşır, erginleşir.

H. Nihal Atsız

Çevrimdışı Kurtkaya

  • Otağ Sorumlusu
  • Türkçü-Turancı
  • ****
  • İleti: 412
Ynt: Tarihi Bakış Açısıyla Kıbrıs Meselesi.
« Yanıtla #1 : 21 Temmuz 2013 »
Y. NOTU:
Başka sitelerden kopyalanarak yapıştırılan içeriklerden ziyade kendi özgün düşüncelerinizin paylaşılması bizim için daha kıymetlidir.
Bütünüyle başka sitelerden yapılan alıntılar otağımızın Türkçü bakış ve duruşunu belirsizleştirmekte ve bizi izleyenlerin kafalarında çelişkilere yol açmaktadır.
Lütfen, bütünüyle başka yerlerden kopyala-yapıştır yapmak yerine; kendinize ait bir düşünce, görüş, araştırma vs. varsa onları ekleyin.
Uyarımızın dikkate alınması dileğiyle.

Çevrimdışı Delikurt38

  • Tanri Türkü ve Türk Yurtlarini Korusun
  • Türkçü-Turancı
  • ****
  • İleti: 127
Ynt: Tarihi Bakış Açısıyla Kıbrıs Meselesi.
« Yanıtla #2 : 21 Temmuz 2013 »
 Esenlikler. Sanirim  yanlis anlasildim Konuyu paylasirken  Bilgi aktarimi olmasi amaci ile kaynak göstererek paylasmistim. Tabiki Kendi arastirmalarimizin ve bilgi birikimlerimizin yayinlanmasi daha hos olani. Bundan Sonraki Paylasimlarimda Uyarilarinizi daha dikkate alarak yapicagim. Fakat sunuda belirtmek isterim. Otagmizi disaridan takip eden  bir cok gencimiz var. Bu genclerimizin bir cogu Milliyetci düsüncedeler fakat bilgisizler Kibrisi siradan bir savas gören; Hocali katliamini bilen fakat bizlerde ermeni öldürdük diyen Hatta ve hatta icimizdeki 1 Numarali hainler Kürtleri cahil kardesi olarak mehmetcige Üzüldügü gibi onlarinda leslerine üzülebilen Gencler. Bu genclerimizin bakis objektifini degistirebilmemiz gercekleri gösterebilmemiz onlarida yönlendirebilmemiz gerekmekte. Size basimdan gecen bir olayi anlatmak istiyorum Demek istediklerimi daha iyi anlatabilmek icin. Ankarada Kalan bir  Kardesimize sizden bahsettim Miliiyetci gercekten Vatan sever bir kardesimiz Facebooktanda bizi takip etmekte  bu kardesimiz Bana sordugu soru kendimizi anlatamadigmizin belgesiydi Abi Ben Türklük suurunu Ögrenmek istiyorum Ocagami Gitsem Göktürke mi gitsem bilemiyorum sen ne dersin dedi Tavsiyem  Tabiki Sentezci degil Turanci Göktürk Türkcü dernegimiz oldu .Abi iyide ben korkuyorum oraya gitmeye dedi Nedenini sordugumda ise abi Benim basim kapali. Ama Arap degilim Türküm Müslümanim Basimin kapali olmasindan tepki cekmekten cekiniyorum. Siz Dini inanclari Önemsemiyorsunuz bunu biliyorum  Fakat ben Dinimin gereksinmelerinide yerine getirmek istiyorum dedi. diyebildigim sadece Bizlerin kimseyi Dini inanclari ile yargilamadigmiz Türk ve Türklük suuru ile yasiyan herkezin basimizin taci oldugu yönünde oldu. Bu Kardesimiz gibi bilincsiz olan nice genclerimiz var. sadece Din konusunda degil Tüm konularda benim de bilgim Tam bir Türkcü olabilecek kadar degil.Kendimi gelistirmeye  calisiyorum. Neyse uzatmayim fazla Bundan sonraki Paylasimlarimda daha dikkatli olucam sayet konu gereksiz ve Lüzümsuz bir paylasimsa kaldiralim  silelim lütfen

Tanri Türkü ve Türk Yurtlarini korusun
Ülkü; ilk önce, insanların gönüllerinde, gönüllerin derinliklerinde doğar ve kendini önce destanlarda gösterir. Sonra şuura geçer, büyük kılavuzlar tarafından açıklanır. Daha sonra da büyük kahramanlar, onu gerçekleştirmek için büyük hamleler yapar. Bu hamleler sırasında da ülkülü millet, kahramanların ardından gönül isteği ile koşar. Bütün bu uğraşmalar arasında da millet yürür, önce manen sonra maddetten ilerler, olgunlaşır, erginleşir.

H. Nihal Atsız