Etrafta yanan petrol yatakları ile, sanki mumlarla süslenmiş, tarih dolu bir
şehir görürsünüz Kerkük`e ilk girdiğinizde. Hele bir de vakit gece ise;
kültür ve sevgi dolu bir ortama girdiğinizi hisedersiniz.
Misafir olarak giderseniz, sizi şu sözlerle karşırarlar:
"Hoş gelipsen mihmanımız
Sana kurban canımız
Uzak yoldan gelipsen
Hani armağanımız."
Bu, "Mum kimin (gibi) yanan Kerkük!" bir zamanlar sevgi kokan, kültür ve
edebiyat simgesi olan bir şehir iken artık "ateş kimin (gibi) yanmaktadır!" ,
çölden kaçan, dağdan inen herkes "burası benimdir!" demeye cesaret etmeye
başladı!
Cehaletin vermiş olduğu cesarete bak !!!!
Kerkük şehri dendiğinde, akla üç ana bölge gelir ve yeni biriyle
tanştıklarında ilk soru: "Sen haralısan?" (hangi bölgedensin anlamında)
olur.
Bu bölgeler: Kale, Karşıyaka, Korya diye bilinir.
Bu bölgelerdeki mahallelerin sakinleri hep Türkmenler idi. Ne Arap vardı, ne
de Kürt...
Karakaç, Bulak, Gavurbağı, Avcılar, Sarıkehya, Beyler gibi mahallelerdi
işte...
Kale çok eski bir yerleşim bölgesiydi 'Nabukhaz Nassar' tarafından
kurulmuştur.
Saddam yönetimi döneminde oradaki, Selçuklular`a kadar dayanan tarihi
eserleri bile yıkarak halk göç ettirildi.
Orada Müslüman ve Hırıstiyan Türkmenler yaşardı. Hırıstiyanlar katolikti.
İncil'i Türkçe okurlar, kilisede Papazları onlara Türkçe ayın yaptırırdı.
Kale`de bir kaç ilkokul bulunurdu, bunların en büyüğü Kale İkokulu`ydu,
orada her sabah öğretmen, Yılmaz Efendi 'hoca' çocuklara Türkmen marşını
okuturdu:
"Ant olsun mavi asmanım sene
Ant olsun şanlı toprağım sene
Vatanım için men ölürem
Milletim için çalışıram."
Çocuklar gür gür bağırarak topraklarını, şartlar ne olursa olsun
savunacakları na ant içerlerdi .
Kale'nin "yedikızlar" kapısından büyük Pazar`a (çarşı) inilir. Orada
"Cütkahve" kahvesinde erkekler, sohbet edip, oyun oynarlar.
Çarşıya doğru gidildiğinde, Abdullah Göge`nin, "Tamata, Badıncan, bamya..." diye Türkçe
bağırdığı duyulurdu bir zamanlar. Öbür tarafta ise birinin elinde buçağı
karpuzunu keserek "Karpuzum kan ediri, kıp kırmızı..." diye bağrdığı
görülürdü.
Avcılar Mahallesi`ne girer girmez, Cuma Kazancı`nın "takır tukur" çekiç
sesleri duyulmaya başlardı.
Bunun tam bitişiğinde " Kayseri ", Kerkük`ün Kapalı çarşı`sı bulunur.
Kayseri denilen kapalı çarşı da Osmanlı`dan miras kalan tarihi bir yapıttır.
Yedi ayrı gözü (bölüm) vardır. Her kolda dükkanlar camsız-çerçevesiz, yığın
yığın mal dolu...kumaşlar üst üste dizilmiş...
Sahipleri tatlı dille konuşur, müşteriye buyur eder:
"Hoş gelipsen, ne emrin var?" diye karşılar.
Malına verilen fiat işine gelmezse, hem direnir, hem gönlünü alır:
"Başım üstüne, gözüm üstüne. Fakat inan Allah`a kurtarmaz!"
Kayseri`nin arakasından Musalla Mahallesi`ne gidilir, Kerkük`ün en büyük
bölgelerindendir, yiğitler yatağıdır. En büyük Mezarlık, "Musalla mezarlığı"
buradadır.
Mezar taşlarında hep Türk ailelerinin isimlerini görürsünüz:
Avcılar,
Kasaplar, Koçaklar, Arslanlar ... ve daha niceleri
Musalla Mezarlığı`nın yanısıra, Kerkük de bazı ailelerin kendi mezarlıkları
da bulnmaktadır, örneğin:
Neftçiler, Kırdarlar, Müderrisler, Hürmüzlüler mezarlıkları gibi.
Kerkük`ün en eski camisi Minareli Camii`dir. Bunun yanısıra aile isimlerini
taşıyan camiler de bulunur: Kırdarlar, Neftçiler camileri gibi.
Şehrin en büyük iki lisesi Musalla ve Kerkük Liseleridir.
Eğitim dilinin Arapça olmasına rağmen, Yavuz Efendi, Cengiz Efendi, Aydın Efendi ve İhsan
Efendi... hocalar açıklamaları Türkçe yaparlardı. Sınıflarda tek tük Arap
veya Kürt bulunurdu ancak onlar da, bir Kerküklü kadar Türkçe konuşurlardı.
Buram buram Türk kokan ve Irak`da temizlik yarışmalarında birinci gelen
güzelüm şehir artık mum kimin (gibi) değil ateş kimin yanmaya ve pislik
kokarak haydutlar yatağı oldu.
"Bu elma dört olaydı
Karnıma dert olaydı
Yurduma göz dikenler
Keşke Millet olaydı!"
Ali KOÇAK