Soydaşlarım az çok hepimizin Xian da bulunan Beyaz Piramitler hakkında bilginiz vardır şimdi onlarla ilgili yeni bulguları paylaşmak istiyorum.
Mümkün oluduğu kadar düzenledim önemli yerleri eğik yazı ve kalın yazı ile vurgulamaya çalıştım.
Not:Anlatılanlar yazarın kendi ağzından alıntıdır.
Tarihci-Araştırmacı Yazar Oktan Keleş'in Kendi Gezisinden
Beyaz Pramitler On dört aylık, uzun ve meşakkatli uğraşlarımız sonucu elde ettiğimiz aşağıdaki bilgileri; Türk ve Dünya kamuoyunun ilgisine sunuyoruz.
Çin zulmünde hayatını kaybeden, Uygur Sincan Doğu Türkistanlı kardeşlerimizi rahmetle anıyor ve bu çalışmamızı onlara ithaf ediyoruz...
Bugüne kadar pek çok spekülasyona sebep olan 'beyaz piramitler' çok tartışıldı. Kimisi gerçek dedi, kimisi yok dedi. Bazı araştırmacılar ise, Çin'in bu piramitlerdeki çok önemli bilgilerin açığa çıkmaması için büyük bir çaba gösterdiğini ve bunun için bu piramitleri ve içindeki bilgileri gizlediğini söyledi.
Ama bir gerçek var ki, Çin'in Xian'daki yasaklanmış bölgede, uydudan tespit edilmiş piramitler var.
Şimdi, bu konuda bilinen birkaç kısa bilgiyi tekrar gözden geçirelim:
Bu konuda anlatıla gelen bilgiler şöyle; (burada anlatılan bilgilerin doğruluğu veya yanlışlığı konusunda şimdiye kadar elimizde kesin bilgiler yoktu.) Çinin Xian bölgesinde, 300 metre olduğu söylenen dev bir piramit ve etrafında çeşitli boyutlarda pek çok piramitler olduğu ifade edilmektedir. Bu piramitler Orta Amerika'daki piramitler gibi düz bir tepeye sahiptir. Bu piramitlerin 5000-6000 yıllık oldukları tahmin edilmektedir.
Beyaz piramitleri, 2. Dünya savaşı sırasında Amerikalı pilot James Gaussan, Hindistan'dan Chungking'e erzak taşırken gördüğünü rapor etti. Kireçtaşından yapıldıklarını tahmin ettiğini söyledi. Böylece bu bölgedeki dev piramitleri tartışmaya açmış oldu. Alman araştırmacı yazar, Hartwig Hausdorf bölgeyi bizzat ziyaret etti. Birçok materyal ve bilgi topladı hatta birkaç fotoğraf elde etti. Ancak bu fotoğraflar birkaç tane ve uzaktan çekilmiş idi. Daha sonra, Çin yönetimi, bu bölgede araştırma yapmayı, hem yabancı araştırmacılara hem de kendi araştırmacılarına ve arkeologlarına yasakladı.
1954 yılında C-54 uçağından çekilen ilk fotoğraf Life Dergisi'nde yayınlandı. Hausdof bu piramitlerde, ön Türklere ait yazıtlar ve çok değişik mumyalar olduğunu söylese de delillendiremediği için bu bilgileri kuşkuyla karşılanmıştır.
Bir tv programına katılan eski Sağlık Bakanı Halil Şıvgın, "1984 yılında Çin'i ziyaret ettiğini, orada eski Mısır medeniyetinden daha ileri tekniklerle yapılmış mumyalar gördüğünü" ifade etmiştir.
Bu konuda araştırma yapmak isteyen bir çok araştırmacı ve arkeolog Çin hükümetine başvurmuş ama başvuruları geri çevrilmiştir. Zaman zaman buraya turist olarak giden araştırmacılar, piramitleri uzaktan gördüklerini ve etrafta yöresel kıyafetler içinde Çinli köylüleri gördüklerini ifade etmişlerdir.
Çin'in, bu piramitler gizlemek için üzerlerine toprak döküp ağaçlandırdığı da söylenmektedir. MACERANIN SEYİR DEFTERİNDEN KISA NOTLAR: Çin'in oldukça karmaşık (kozmopolit) bir yapısı var. Yönetimde, demokrasi kurallarının geçerli olduğunu söyleyemeyiz. Çin, nüfusu kalabalık olduğu için, çeşitli yöntemlerle, bu aşırı nüfusu baskı ile kontrol etmektedir. Yasaların yapılması ve uygulanması demokratik ülkelerdeki gibi değildir. Çin'de en ufak suçlara dahi idam cezası uygulandığı bilinmektedir. Çin, Uluslararası hukuk normlarına da uymayı reddetmektedir. Bizde büyük zorluklarla karşılaştık…. Oraya giden herkes bu zorluklarla karşılaşmaktadır. Oraya ayak basar basmaz bu zorluklar başlar ve dönene kadar devam eder.
Bu nedenle, bu zorluklar karşısında elde ettiğimiz; bilgi ve resimlerin bizim için çok büyük önemi vardır. Belki de bu çalışma, yeni bir dönemin ilk kilometre taşı olacaktır. Tarihin yeniden yazılması konusunda araştırmacılara önemli ip uçları sunacaktır. Ve araştırmacılar bu elde ettiğimiz bilgi ve kanıtların devamını talep ederek, belki de Çin'in bu piramitlerle ilgili yasağını kaldırmasını sağlayacaklardır. Çünkü bizim burada elde ettiğimiz bilgiler, gördüklerimizin yanında çok daha başka kaynakların varlığından haberdar olmamıza neden olmuştur. Deyim yerindeyse, biz buzdağının görünen kısmını sizlere sunuyoruz. Ya görünmeyen kısımlarda neler var? Artık orasını da sizlerin taktirlerinize bırakıyoruz…
Sincan Uygur Bölgesi'nde buluştuğumuz kişi, özbeöz bir Türk. Bölgede bizim rehberliğimizi yapacak. Gideceğimiz yasak bölgede, bizi o bölgenin yerlisi olan biri ile tanıştırarak, yapacağımız çalışmalarda bize yardımcı olacak. Uygurlu rehberimizle beraber uzun uğraşlar sonunda ve sıkı denetimlerden geçerek; 2 gün sonra Çin'in yasak bölgesindeyiz. Haritada dahi ismi olmayan, Çin köylülerinin yaşadığı ve kendi aralarında Kehengi veya Cahangı dedikleri bir köy burası. Tahminen yerleşik ve dağınık olarak, 1500 civarı insanın yaşadığı bir köy. Buraya geliş amacımız olan piramit, yasak bölgenin 12-13 km kadar güneyinde kalıyor. Nihayet meşakkatli yolculuklardan sonra bu köydeyiz. Köy safkan Çinli olmasına rağmen, misafir olduğumuz hanede, 83 yaşında olduğunu -bunu da tahminen söylüyor- söyleyen Çinli ihtiyar, " annesinin bir Uygur Türk'ü olduğunu, akrabalarından da bir-iki kişinin Uygur Türk erkekleri ile evli olduğunu" söylüyor. Uygurlu rehberimiz vasıtasıyla, bu yaşlı Çinli ile konuşmaya başlıyoruz. Ancak anlaşmakta zorlandığımızı belirtmeliyim. Sıkça soru soruyoruz, sorduğumuz sorulara da, kısa cümlelerle bazen alakasız cevaplar alıyoruz. Aslında bizim maksadımız belli; uzun çalışmalar sonucunda istihbaratını elde ettiğimiz piramide gidip, yakından görüp, bilgiler elde etmek. Zamanımız az olduğu için bu kısa sürede elde edebildiğimiz kadar bilgi edinmek istiyoruz. Bu köy, haritada olmamasına rağmen, Çin'in diğer bölgelerinde olduğu gibi bir çok turisti ağırlamış. Buraya daha çok; 'gezi ve keşif amaçlı' ziyaretlerin gerçekleştirildiğini öğreniyoruz. Bize göre en ilginç ziyaretçiler ise,
ABD'li, İngiliz ve İsrailliler… Yaşlı Çinli'ye rehberimiz aracılığı ile soruyoruz: "Neden bu köye ilgi var?" "Nedeni çok basit, piramitler," diyor yaşlı Çinli. Bu bölgenin tam tersi istikametinde ve piramitlere yakın bölgenin civarındaki başka köylere de, yukarıda anılan ülkelerden turistlerin geldiklerini öğreniyoruz. Bu kişiler, köyde çok para harcayıp, birkaç gün kaldıktan sonra, lafı döndürüp dolaştırıp, "piramitlere gitmek istediklerine" getiriyorlarmış…
Senaryo hep aynı, filmin sonundaysa; köydeki Çin devletine çalışan muhbir köylüler, turistlerin bu zaaflarından yararlanarak, onların paralarını alıyor, sonra da bu turistleri Çin emniyet güçlerine ihbar ederek, o bölgeden uzaklaştırılmalarını sağlıyorlarmış. Yaşlı Çinli bu olayları gülerek bizlere anlatıyor. Bizler, bunları dinledikten sonra olacaklara daha da hazırlıklıyız. Gerçeği ifade etmek gerekirse; ne birkaç gün kalacak zamanımız var ne de onlara verecek bol paramız. Lafı döndürüp dolaştırmıyoruz. Daha önce Uygurlu rehberimiz, ihtiyar Çinli'ye konuyu biraz açmıştı. Sadece bilgi amaçlı piramitlerle ilgili sohbet edileceğini söylemişti. Uygurlu rehberimiz, ihtiyar Çinli'yi, uzaktan akrabalıkları kullanarak ikna etmişti. Yoksa başka türlü konuşması imkânsızdı.
Uygurlu rehberimiz aracığı ile yaşlı Çinli'ye; " köyün 12-13 km güneyinde bulunan piramit hakkında neler bildiğini," anlatmasını istiyoruz. Biz piramit diyoruz, enteresandır, yaşlı ihtiyar Kabba diyor. Türkçedeki kubbe gibi. Ya da biz öyle anlıyoruz…
İhtiyar Çinli'den ayrıca şunları dinledik:
Kendisi bu köyde doğmuş büyümüş. Bütün ömrü burada geçmiş. Köyün geçim kaynağı tarımmış. Köyün gençleri, iş imkânlarının az olmasından dolayı köyü terk etmişler. Küçükken yani yaklaşık 75 yıl önce, bugün yasak olan piramitler bölgesi, o günlerde yasak değilmiş. Hatta yaşlı Çinli'nin, bu piramitlerin yakınlarında tarlaları bile bulunmaktaymış ayrıca hayvanlarının otlak alanları da o bölgedeymiş. Bu arada çok enteresan bir bilgi daha verdi bize. Biz ihtiyar Çinli'nin verdiği bu bilgiyi, kuşkuyla karşılasak da, yine de sizlerle paylaşalım:
"Özellikle güneydeki piramitlerin yanında bulunan otlaklarda yiyen hayvanlar daha besili oluyorlarmış ve eğer hayvanlar hasta ise o bölgede otladıktan sonra iyileşiyorlarmış. Yine o bölgede otlayan hayvanların daha çok süt verdiklerini" ısrarla söylüyor.Telaffuzunu tam anlayamadığımız bir ot veya bitkiden veya ona benzer bir şeyden bahsediyor. Bu da sadece o bölgeye hasmış.
Bu durum sadece hayvanlar için değil, insanlar içinde geçerliymiş. Oradan topladıkları o madde bir çok hastalığa iyi geliyormuş. Köylüler o maddeden toplar ve bunu kutsal sayarlarmış.
Bu ihtiyarın çocukluğu bu bölgede geçmiş. Kendisi küçükken köyün yakınındaki Kabba'ya yani piramide, girdiğini söylüyor. Sadece kendisinin değil, o dönemlerde bütün köylülerin piramidin içine girdiklerinden bahsediyor.
Bu bizi daha da heyecanlandırıyor. "İçeri nasıl girdiklerini ve piramidin içinde neler olduğunu" soruyoruz. Yaşlı Çinli anlatıyor; " piramidin içine, piramidin yakınındaki bir mağaradan doğal bir geçit yoluyla 600 metre kadar gittikten sonra ulaştıklarını" anlatıyor. Ancak verdiği rakamı tam olarak anlayamadık. Yaşlı Çinli'nin söylediği mesafe, doğru mu yanlış mı tereddütte düşürdü bizi. Bu bölge kayalık bir bölge ve etrafta daha birçok irili ufaklı mağaralar bulunuyor. "Piramidin bu doğal kayalıkların üzerine inşa edildiğini anlatıyor." Soruyoruz; " piramidin içinde neler var? "
Yaşlı Çinli sorumuza karşılık şunları anlattı:
"Orası aslında Türklerin atalarına ait mezarlık. İçeride mumyalar var, piramidin içi çok soğuk, orada ayrıca, Türklerin atalarına ait resim ve yazıların olduğunu" söylüyor. Bahsettiği "yazıların ve mumyaların, sadece bir bölümde olduğunu, diğer bölümlerin kapalı olduğunu" söylüyor. Ayrıca şu bilgileri veriyor; "küçükken, köyde hastalanan çocukları bu piramidin içine götürüp, mumyaların yanında bir müddet beklettikten sonra, hasta çocukların iyileştiklerini" anlatıyor. "Kendilerinin de küçükken abisini götürdüklerini" söylüyor. "Piramidin içinde bir çok yazı ve erimiş tabletlerin birbirlerine yapıştıklarını" belirtiyor. Ve ihtiyar çok ilginç bir şey daha anlatıyor:
Bu yaşlı Çinli'nin dedesi, 120 yaşında ölmüş.Yaşlı Çinli, dedesinden şunları dinlemiş: "Bu yapıların (piramitlerin), Türklerin atalarına ait dünyada kurulan ilk kütüphane olduğunu" söylermiş. İhtiyarın dedesi, çok bilge bir adammış. Ayrıca Türklerin atalarına çok saygı duyan bir kişiymiş. Bu bilge adam, öldüğünde piramide 3 km yakınlıktaki bir mezarlığa defnedilmiş. Hangi inanca mensup olduğunu soruyoruz: Çünkü Budistse yakılması gerek. Çok ilginç bir şey anlatıyor:
" Dedesinin Gök Tanrı inancına sahip olduğunu ve buralarda yakılma hadisesinin olmadığını, Budistlikle uzaktan yakından ilgisi olmadığını" söylüyor. Çin'de marjinal yaklaşık 20 milyon bu inanca sahip insan olduğunu tahmin ediliyor. Konu farklı bir alana kayıyor: "Dini ritüellerinin olup olmadığını" soruyoruz. Çok fazla açıklamamakla beraber, belli zamanlarda yakınma, yakarış ayinleri olduğunu söylüyor. Sanırız bu durum, Gök Tanrıya dua etme anlamına gelmektedir. Bu da bir başka bir araştırmanın konusu. Bizi asıl ilgilendiren ve heyecanlandıran konulardan birisi de piramide, 3 km metre mesafedeki dedesinin de olduğu mezarlık. "Mezarlığı ziyaret edip edemeyeceğimizi" soruyoruz. Yaşlı Çinli hafifçe gülümseyerek, "sizin derdiniz mezarlık değil, piramit," diyor. Uygurlu rehberimiz, aracılığı ile yaşlı Çinli'ye; "mezarlığı ve piramidi görmek istediğimizi" söylüyoruz. İhtiyar kesin bir tavırla ve suratını sertleştirerek; " kesinlikle olmaz!" diyor. "Mezarlığı ziyarete sene de bir gün izin verildiğini, o günle dışında gitmenin yasak olduğunu" söylüyor." Orada askerle mi var?" diye soruyoruz. "Hayır hiçbir alanda askerler yok ama köyde muhbir çok. Para karşılığında, bazı köylülerin ihbar yaptıklarını" anlatıyor. "Daha önce, Çin yetkililerin köyün reisine tebligatta bulunduğunu, köye gelen yabancıların rapor edilmesi istendiğini, piramit bölgesine bir turisti götürmenin bedelinin idam olabileceğini" belirtiyor. "Peki o bölgeye hiç giden olmuyor mu?" diye sorduk.Yaşlı Çinli'nin, verdiği cevap bizi bir kez daha umutlandırıyor.
"Buradaki köylülerin, o bölgeye gittiklerini, oradaki bu bir nevi şifalı bildikleri otları (maddeyi) topladıklarını, hatta çok az da olsa gizlice bazı köylülerin, hastalanan çocuklarını piramidin içindeki mumyanın yanına götürdüklerini" söylüyor. Merakla tekrar soruyoruz; "bu nasıl oluyor, bu kadar sıkı yasağa ve cezaya karşı, köylüler bunu nasıl yapıyorlar?" Yaşlı Çinli'nin verdiği cevap bizi tam manasıyla tatmin etmemesine rağmen, mantıklı geliyor. Bize bu işin yolunun şu şekilde olduğunu anlattı: "Piramidin olduğu bölgeye gitmek isteyen köylülerin, köydeki reise ve bir nevi kolluk kuvveti görevi üstlenen az sayıdaki kişilere rüşvet verdiklerini, bunu da ancak köylüler için yaptıklarını, kesinlikle yabancılar için yapmadıklarını" ifade etti.
Yemek faslından sonra, yanımızda getirdiğimiz hediyeleri, yaşlı Çinli'ye takdim ediyoruz. Bizim deyimimizle, çam sakızı çoban armağanı türünden şeyler. Gözlerinin feri gitmiş olan ihtiyar, verdiğimiz hediyelere çok memnun oluyor. Bizde bunu fırsat bilip tekrar soruyoruz," piramide gidebilir miyiz?" diye. Ancak Uygurlu rehberimiz bize; "daha fazla ısrar etmememizi, yoksa, yaşlı Çinli'nin ters tepki gösterebileceğini" söylüyor. Bizler, konuyu değiştirerek, farklı konulardan bahsediyoruz. Aradan yaklaşık bir saat kadar zaman geçti... Vaktimiz daralıyor. Uygurlu rehberimize," ne yapacağımızı?" soruyoruz. Uygurlu rehberimiz, "onun dilinden ben anlarım" diyor. "Bu nasıl olacak? Şu yaşlı Çinli'nin dilini, çözse de, emelimiz ulaşsak" diye söyleniyoruz. Uygurlu rehberimizin bir çok akrabasını, Çinliler, zulümle öldürmüşler.Uygurlu rehberimiz, bu işi başarmamızı çok istiyor. Çünkü biz başarılı olursak, O'da, Çin'den kendi çapında intikam almış olacak.
Uygurlu rehberimiz, çantasından kağıda sarılı bir şey çıkarıp, yaşlı Çinli'ye veriyor. Tütün mü, ot mu, o tür bir şey. Yaşlı Çinli'nin gözlerinin içi gülüyor. Kalkıp bir çubuk alıyor ve rehberimizden aldığı o maddeyi tüttürmeye başlıyor. Yarım saat kadar; yaşlı Çinli ile Uygurlu rehberimiz hararetli bir şeklide bir şeyler tartışıyorlar. Biz doğal olarak konuşmalarından hiçbir şey anlamıyoruz. Yaşlı Çinli, bazen kızıyor, bazen gülüyor. Nihayet Uygurlu rehberimiz, bize beklediğimiz müjdeyi veriyor: "Kalkın gidiyoruz!" Hepimiz çok heyecanlıyız, kalbimiz duracak gibi. Hem sevinçliyiz, hem de endişeli. İçimizde bir tedirginlik de yok değil. Çünkü bu yaşlı ihtiyara tam güvenemiyoruz. "Acaba bizi ihbar eder mi?" diye. O yakalatmasa bile, başka köylüler görüp de onlar ihbar eder mi? Rehberimize bu konuları soruyoruz Kendi aralarında konuştuktan sonra; yaşlı Çinli; "fotoğraf makinesi ve kamera yanınıza almayın, eğer yakalanırsak, hafifletici sebep olur," diyor. Biz de,"tamam" diyoruz, ama fotoğraf makinesini yine de gizlice yanımıza alıyoruz. "Dijital fotoğraf makinemizi yanımıza almadan gitmenin bir anlamı yok" diye düşünüyoruz. İhtiyar Çinli, eline bastona benzer bir çubuk alarak," kendisini takip etmemizi" istiyor. Bir elinde tüttürdüğü çubuk, bir elinde değnek, arkasında Uygurlu rehber ve arkasında biz yola koyulduk. Köyün dik yokuşundan aşağı doğru indik. İhtiyar, yaşına rağmen çok çevik hareket ediyor. Biraz yürüdükten sonra, köyün dışına çıktık. Heyecan ve endişe doluyuz. "Acaba gören oldu mu?" diye.
Yaşlı Çinli, zaman zaman "durmamızı ve çömelmemiz" konusunda bizi ikaz ediyor. Çaresiz dediğini yapıyoruz. Biraz daha gittikten sonra yaşlı Çinli, içtiği tütünün etkisinden olacak, durmadan gülüyor. Bu durum, bizi rahatsız etmeye başladı. Yaşlı Çinli'nin kafası yerinde değilse, oraya nasıl gidip döneceğiz? Uygurlu rehberimizde, o bölgeye daha önce hiç gitmemiş. "Yakalamamız halinde panik yapmamamızı, turist olarak geldiğimizi, yaşlı Çinli'nin bizi gezdirirken, herhalde içtiği madden dolayı kafayı bulduğunu, onun peşine takılıp kaybolduğumuzu" anlatmamız konusunda bizi bilgilendiriyor.
Aklımıza Çinlilerin kurnazlıkları geliyor ama bizim Uygurlu rehberimiz, onlardan daha kurnaz çıktı.
Yaşlı Çinli; "önümüzde tepeyi aştıktan sonra piramidi göreceğimizi" söylüyor. Önümüzdeki tepe bir kaç km ama oldukça yokuş. Arazi gittikçe çoraklaşıyor. Nihayet tepeye çıktık. Karşımızda heyecan verici o manzara.... Buralara kadar gelme sebebimiz olan piramit, 3-4 km kadar ilerimizde. Etraf kayalık... Piramit de dev bir kayayı andırıyor. Rengi kıraç toprağın rengine benziyor. Yere uzanarak dürbünle piramide bakıyoruz. Yaşlı Çinli'nin anlatmasına göre; Çinliler, 20-30 yıl önce helikopterle piramitlerin üzerine toprak doldurmuşlar. Ve tohumlama yaparak bitki çıkmasını sağlamışlar. Fakat yıllar sonra, kasırga ve fırtınaların etkisiyle, bu piramidin üzerindeki bitki örtüsü ve toprak tamamen kalkmış. Neden bunlara beyaz piramit denmiş anlamış değiliz. Çünkü renkleri hiç de beyaz değil.
Yaşı Çinli, ayrıca
"zaman zaman piramitlerin üzerinde büyük ışıklar gördüklerini" anlattı. Biz bu anlatılan olaya, temkinli yaklaşıyoruz. "Askeri bir faaliyet olabilir," diyoruz.
Yere uzamış manzarayı seyrederken, yaşlı Çinli, bize mezarlığı işaret ediyor. Bu arada birimiz gizlice fotoğraf makinesini çıkarıp yüksekten, piramidin resmini çekiyor. Çinli ihtiyar, mezarlığa gitmek istediğini söylüyor. Bizimde istediğimiz bu. Mezarlığa doğru yürüdük. Nihayet mezarlığa vardık. Burası kıraç ve çorak bir yer. Anıta benzer bir şey yok."Dedesini" sorduk, "buralarda bir yerde" diyor. ihtiyar Çinli, mezarlıkta 20 dakika kadar oyalanıyor. Bu arada, ihtiyar Çinli ile konuşan Uygurlu rehberimiz, bize müjdeyi veriyor: "Piramide gideceğiz."
Yaşlı Çinli'yi, "nasıl ikna ettiğini?" soruyoruz. Rehberimiz, "bir hastamız olduğunu ve o şifalı bildikleri ottan (maddeden) almak istediğimizi" söylemiş. Bu bir bahane tabii ki. Maksadımız piramide girmek. Yaşlı ihtiyarın hiç itiraz etmemesine şaşırdık. Hava da kararmak üzere. Yürümeye devam ettik ve nihayet Piramit tam önümüzde....Etraf kıraç ve kayalıklı bir yer. Yaşlı Çinli'nin daha önce bahsettiği, Piramidin yakınında, hayvanları otlattıkları otları da göremiyoruz.
İhtiyar gerçekten buraları çok iyi biliyor. Piramide yakın bir yerden doğal bir mağaranın içerisine girdik. Tek başımıza gelsek buraları asla bulamayız. Mağaranın içerisi karanlık olduğu için, sırt çantamızdan fener çıkardık, fenerin ışığında ilerlemeye başladık... Mağarada hafif su şırıltıları duyuyoruz. Mağaranın içerisindeki geçitten piramide doğru yürümeye başladık. İhtiyar Çinli 600 metre kadar bir mesafeden bahsediyordu ama o kadar gitmedik. En fazla 40-50 metre kadar yol gittik. Bu durumda, "acaba yanlış yöne mi gidiyoruz" diye endişelendik. Uygurlu rehberimiz, "ihtiyara güvenmemizi" söyledi. Nihayet 3 kanallı bir girişe geldik. Dikey bir yerden, 7-8 metre kadar aşağı kaydık. Mağaralarda hiç yarasa göremedik. "Sürüngen hayvan olup olmadığını" sorduk. Yaşlı Çinli,"bu mevsimde olmadığını" söylüyor. Geniş bir alana geldiğimizde yaşlı Çinli, "Piramidin içinde olduğumuzu" söylüyor. İçersi aşırı soğuk, sanki klima çalışıyor gibi. Piramit tabii bir oluşumun üzerine yapılmış. Oldukça heyecanlıyız. Düz bir duvarın arkasından döndük ve işte o manzara.
Zifiri karanlık her yer. Fenerlerimizin aydınlığında baktığımızda, karşımızda düz bir duvarın yukarı doğru uzandığını görüyoruz. Hafif bir su sızıntısı var. Ya biriken yağmur sularından ya da içeri ile dışarının ısı farkından kaynaklanıyor. İçerisi küf kokuyor sanki. İlerlemeye başladık ama adım atarken tedirgin bir şekilde atıyoruz: "Bir çukur olur da düşeriz" diye.
Çinli ihtiyar, bir anda saygıyla eliyle işaret ederek feneri gösterdiği yöne tutmamızı söylüyor. Feneri, gösterdiği yöne tuttuğumuzda, buranın bir mezar odası olduğunu anlıyoruz. 2 metreye yakın boyu olan bir mumya var yerde. Heyecanımız iyice arttı. Mumyanın yanı başında bir kayada çeşitli işaretler ve yazılar görüyoruz. Ay yıldız, kurt başları, ve şok olduğumuz şeyi ışığı tuttuğumuzda görüyoruz. Duvarda, 3 metreye yakın boyu olan, muhtemelen granit taştan yapılma bir kafa heykeli. Enteresan olan çift boynuzu veya antene benzer iki tane obje var baş kısmında. Kafasının ortasında yine
ay –yıldız simgesi göze çarpıyor. Yine yanında bir kadın ve kucağında çocuk heykeli. Heykelin baş kısmı kırılmış. Her şeyi incelemeye başlıyoruz. Oksijen almakta zorlanmıyoruz, sanki bir hava sirkülasyonu var. İhtiyar Çinli, dizlerinin üzerine çöküp bir şeyler mırıldanıyor. Gördüğümüz mumya bir erkeğe ait. 30 sene kadar önce yüzü daha net seçiliyormuş hatta ayaklarında çizmeye benzer şeyler olduğunu söylüyor, yaşlı Çinli.
Gördüğümüz mumyanın bazı parçalarını köylüler koparmış. Bu yüzden bozulmaya başlamış. Eskiden yüzü gözü daha netmiş. O kayada da kurt başları, ay yıldız ve o mumyanın sahibine ait bilgiler varmış. Özellikle çift boynuzlu ve çift antene benzer gibi başı olan granit taştaki o yüzü sorduk: Bizi oldukça heyecanlandıran şu cümleleri sarf etti:
O sizin atanız: OĞUZ KAĞAN'ın temsili suretidir.
Bunları duyunca : (Oğuz, Öğüz, Öküz: Güçlü, dev boynuzlu manasına gelmektedir. Arapça'da ise, Zülkarneyn; çift boynuzlu manasına gelmektedir. Oğuz Kağan; kendi döneminde, başına giydiği, boynuzları olan başlıkları ile ünlüdür…) bu bilgiler aklımıza geliyor.
Bu bilgiler karşısında çok heyecanlandık. O inmediğimiz bölgede ise; " merdivenlerden aşağı inince, aşağıdaki yerde başka bir mumya olduğunu ve onun hiç bozulmadığını, ayrıca binlerce tabletler olduğunu, zamanla bu tabletlerin bir kısmının aşınarak birbirlerine yapıştığını ve bu piramidin, -muhtemelen- Oğuz Kağan'ın mezarı olduğunu" söyledi. "Daha bir çok mezar odaları olduğunu ve hepsinin kapalı olduğunu" söyledi. "Çocukken birkaç tanesini gördüğünü, zamanla çöküntüler yüzünden kapandıklarını" anlattı.
Yine yaşlı Çinli'nin dedeleri, taşlarda yazılan bir efsaneden söz ederlermiş. O efsanede;
"Türklerin, Güneşin batmasına yakın bir zamanda, orduları ile buralara tekrar geleceklerini, Türklerin Doğu'ya, Asya'ya ve Dünya'ya hakim olacakları" anlatırlarmış... O gün köyden ayrıldık. Ancak oldukça heyecanlı ve endişeli günler geçirdik. Yaşadığımız korku, çektiğimiz görüntüleri yakalatma korkusuydu. Allah'a şükürler olsun ki, sağ salim görüntüleri bütün dünyanın istifadesine imkânına kavuştuk.