Türkiye'de bulunan gerici, ezberci, taklitçi ve araştırmadan uzak zihniyet yüzünden bilim yapmak çok zordur. Türkiye’de bilim denince akla “TÜBİTAK” gelir ama o da gırtlağına kadar siyasete bulaşmış bir kurum görüntüsündedir maalesef. Ayrıca Türkiye’de yeterli desteği göremeyen beyinler ise maalesef göç etmektedir.
Aslında gerçek sorun üniversitelerdedir. Üniversiteler lisenin bir devamı haline dönmüş, bir çoğu siyasete bulaşmış, araştırmalardan uzak, genelde bilim adamı değil de Akademisyen yetiştirmektedir. Bir ülkenin bilim üreten bir ülke olabilmesi için en az dünyaya %1 ‘lik bir bilimsel katkı yapması şarttır Bu konuda ABD'de yüzde 2.64, Japonya'da yüzde 3.04 iken, AB ülkelerinin ortalaması, yüzde 1.85'tir''. Türkiye için ise bu oran maalesef binde 63 civarındadır. Yüce Başbuğ Atatürk’ün Mustafa Kemal Atatürk bizlere ‘ileri medeniyetler’ ülkelerinin üstüne çıkmak konusundaki hedefin maalesef çok gerisindeyiz.
Türkiye'de 2014 yılında sosyal yardıma harcanan miktar 26 milyar geçmiş durumdadır. Dünyada da çokca örnekleri görüldüğü gibi sosyal yardımlar, yoksulluğu bitirmemekle beraber yoksulluğu körüklemektedir. Yoksulluğun en önemli nedeni göç’tür. Yaşanan göçlerin sonucunda şehirleşme, gecekondulaşma, altyapı sorunları vs. artmaktadır. Yoksulluğu giderebilmenin tek yolu ise yeterli istihdam yaratabilmektir. Yeterli istihdamın yaratılmaması ayrıca yoksulluğa ek olarak gelir adaletsizliği arasındaki uçurumu da arttırmaktadır.
İstihdam yaratmanın ise en kolay yolu, istihdama yönelik vergi düzenlemeleri ve kolaylıkları, kredi teşvikleri, istihdama yönelik özendirme ve ayrıcalıklar kullanılabilir.
Modenitenin getirisi olan bencillik ve mücadelecilik, kişisel menfaatleri ön plana koyup, toplumsal düzende kargaşalara ve düzensizliklere neden olabilmektedir.
Dünyadaki ekonomik sıkıntıların temelinde zaten bu açgözlülük vardır. Bu durumu da körükleyen batının benmerkezci yapısıdır. Şirketlerin hırsları yüzünden sanal satış yapılır, yapay ekonomik hareketlilik meydana gelir. İşte bu hormonlu ekonomi bir yerde arıza verir ve insanlar işsiz kalır. Yine taşeron işçide işveren için karlıdır zira dilediğinde alın terini sömürüp, işçi den kurtulabilir.
Batı ekonomisini ferdiyet, bireysel menfaat üzerine kurmuştur. Küreselleşme denilen de aslında büyük sermaye sahipleri, küresel şirketler, küresel ekonomi denen bankacılık sisteminden oluşmaktadır. Bu küreselleşmeci zihniyetin ise dünyayı sömürebilmesinin en önemli yolu ulus bilincine, ırk bilincine sahip devletlerdir. Şayet ulus ve ırk temelli devletleri yıkabilirlerse dünya kaynaklarına el atmak ve dünya zenginliğine konmak için her türlü fırsat ellerinde olacaktır. Bu uğurda teknolojik, ekonomik, basın, inançsal, dini ve askeri her türlü yöntemi uygulamaktadırlar. Ülkeleri borçlandırma, siyasetine el atma, ırk bilincini yok edip yerine küreselci zihniyetleri sokmaktadırlar. Dünya da kan akması, ülkelerin göç etmesi veya ettirilmesi, insanların aç bırakılması umurlarında bile değildir.
Son zamanlarda sıkça kullandıkları küresel dünya vatandaşlığı, küresel planlama, küresel sermaye,küresel şehirler vs. gibi terimler sırf dünyayı rahatça sömürebilme eğilimlerinden kaynaklanmaktadır. Türkiye’yi her fırsatta suçlayan batı, kendi işlerine gelmeyince sonuna kadar milliyetçi ve ırkçı olabilmekte konu Türkiye olduğunda ise yerden yere vurmaktadır.
Bizler Türk olarak, milli politikalar uygulamalı, kendi teknolojik aletlerimizi yapabilmeli, Arge araştırmalarına yatırım yapmalı ve bilim yapabilmenin önündeki tüm engelleri ortadan kaldırmalıyız. Ankara Ticaret Odasının yayınlamış olduğu bir rapora göre; Türkiye Ar-Ge'de dünyada 25. Sırada yer alıyor. Sadece 2003 yılında araştırmacı sayısı olarak, 10 bin kişide 15 araştırmacı hedefleyen Türkiye, ancak 10 bin kişide 11 araştırmacı oranını yakalayabilmiştir. Yunanistan'da ise 10 bin kişiye 45 araştırmacı düşmesi şeklindedir.
Japonya ve Almanya’nın kalkınmasında da ithal ikameci, milli politikaların önemli yer tuttuğunu görmeli, yerince önemli gördüğümüz birçok sektörü korumaya almalıyız. Özelleştirmeler ile çoğunluğu yabancıların eline geçmiş bankalarımız ve göz bebeği şirketlerimiz de derhal millileştirilmelidir. Aksi takdirde küresel sermayenin oyunlarına alet olmaya devam edeceğimiz aşikârdır.