(Yeniçağ Gazetesinden alıntıdır, Altemur Kılıç)
Son günlerde, Türkiye'de iplerin inceldiği veya baktığınız tarafa göre kalınlaştığı yerden kopacağını belli eden çok olaylar, konuşmalar ve işaretler var, ama iki küçük; fakat anlamı derin olaydan söz edeyim. Birincisi, Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'in Alman Şansölyesi Angela Merkel'i kabul ederken, Şansölye'ye refakat eden Devlet Bakanı Ali Babacan'a çıkışması! Türkiye Devletinin başı Sezer, Merkel'e herhalde AB konusundaki rahatsızlıkları, tepkileri bütün açıklığıyla anlatıyor. Ve Babacan'dan ekonomik konularda izahat istiyor. Devlet Bakanının, Devlet Başkanına "Istanbul'da iftar yemeği var. Başbakan'ın programları var, hava alanında uçakta bizi bekliyor!" diye adeta direnmesi üzerine Cumhurbaşkanı da kızıyor… Sezer muhtemelen Babacan'ın acelesinin, uçağın beklemesinden ziyade, kendisinin açık ve seçik konuşmasından tedirgin olduğunu anlamış olacak ki, Babacan'a, "Olur mu böyle şey, konuşacağız bunları!" diyerek ikaz ediyor. Babacan'ın Cumhurbaşkanına "iftar yemeği" diye müdahalesi, devlet terbiyesine, geleneklerine yakışmayacak bır durum. Babacan için, Erdoğan'ın bekletilmesi ve iftar daha önemli! Fakat asıl belli ki, bu olayın altında, Cumhurbaşkanı ile Hükümet arasındaki gerginlik yatıyor.
Diğer olay, TBMM Başkanı Bülent Arınç'ın, bir televizyon sohbetinde "Bizim camiayı" 'kadın ve para' ilişkilerinde dikkatli olmaları konusunda uyarması. Arınç, yeni yasama döneminin açılışında bir Parlamento Başkanı gibi değil, bir politikacı ve Cumhurbaşkanı olarak konuşmuştu. Cumhurbaşkanı da bir Cumhurbaşkanı ve devlet adamı gibi... Şimdi de "bizim camiadan - yani cemaatten" söz etmesini nasıl anlamalı? Arınç "laikliğin" yeniden tarif edilmesini ister. Bu "bizim cemaat" ayrımından "laikliğin" kendisine göre "ne olduğu" ve ne olmaması gerektiği anlaşılıyor. Başbakan Erdoğan da Amerika dönüşü uçakta, "mütedeyyin, dindar kesimi ciddi manada rahatsız ettiğini" söylemiş ve milletin "inananlar-inanmayanlar" olarak ayrıldığını, bölündüğünü itiraf ediyor. "İnananlar" herhalde kendi camiaları, "İnanmayanlar" , da "ötekiler"... Ülkeyi iki tarafa ayırıp, gerenler kimler?
Başbakanın ve AKP'lilerin, TBMM Başkanının, Milli Eğitim Bakanının, Başbakanlık Müsteşarının, Atatürk, Cumhuriyet ve laiklik konusunda nasıl düşündükleri iktidara gelmeden önce yazdıklarından ve söylediklerinden "mâ lum". !.
Doğa - fizik kaidesidir, ipler inceldiği yerden kopar. Bir şey fazla dolunca patlar. Ülkeyi bunların acı neticelerinden kurtarmak ive Çankaya Savaşını önlemek için ne yapmalı? Önce iktidarın, kendisine çok pahalıya mal olacak pervasızlığına son vermesi, Çankaya'ya, milleti "camia - cemaat ve inanmayanlar" diye bölmeyecek, birleştirecek bir kişinin çıkması gerekiyor… En başta halkın ancak %33'ünün oylarıyla parlamentoda egemen ve tek başına iktidar olmasına son verip demokrasiyi gerçekleştirmekten başlayarak… Ancak böylelikle, "Milli İrade"" tecelli eder! AKP bu basireti göstermeyecektir, iktidar, hele mutlak iktidar tatlıdır. Ancak sonunda kendi kabına zarar verir.
İktidar basiret göstermezse, sağlı-sollu muhalefet partileri, küçük oy hesaplarını bir tarafa bırakarak, ortak tehlikelere karşı, ortak bir Müdafaa-ı Hukuk cephesinde birleşmelidirler. Koalisyonların mahzurları var ama sonunda demokrasinin de çaresi - gereği!
AB TASALLUTU
Şu bağlamda ülkeyi tehdit eden diğer tehlike AB'nin milli değer ve çıkarlarımıza "tasallutu". Tasallut, yani, lügat anlamıyla "musallat" olmak", başa ekşimek", rahatsız etmek! (*) Bu tek kelime, Avrupa Birliği - Türkiye ilişkilerini tarif ediyor.
Şimdi olduğu gibi Türkiye'yi ne tam üye yapıyor, ne de besbeli yapmayacak. Ama ne de yakamızı bırakıyor. AB tasallutu ve çifte standartları KKTC'ye son verecek -Fin formülü- ayrı yazı konusu.
Eski Roma'da Senatör Cato (Kato) (M.Ö. 234-194) her konuşmasını, "Kartaca yıkılmalıdır" diyerek bitirtirmiş. Bu durum karşısında ben de her yazımın sonunda, "AKP iktidarı gitmeli ve milletimiz tez zamanda, AB tasallutundan kurtarılmalıdır" demek istiyorum.
(YORUMSUZ)